MAHKEME TUTANAKLARINDAN
PKK DAVASI
(Mazlum Doğan Arkadaşın Savunması)
“Kürdistan Bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi mahkeme tutanaklarından tarihe mal edilmiştir.”
Duruşma hakimi tarafından sanık Mazlum Doğan çağrıldı.
SANIK MAZLUM DOĞAN SORGUSUNDA:
DURUŞMA HAKİMİ- PKK örgütünün mensubu olduğun, örgütün kurulması, sevk ve idaresinde görev aldığın, örgütün basın-yayın işlerini yürüttüğün, örgüt mensubu Ali Dursun'un Diyarbakır Numune Hastanesinden Ağustos 1978 tarihinde kaçırılması olayına İştirak ettiğin, İbrahim Şenel adına sahte hüviyet kullandığın iddia ediliyor.
MAZLUM DOĞAN ARKADAŞ- Bir iddianame isteyeyim. Derli toplu anlatabilmem için bana bir iddianame verirseniz, ona göre konuşsam daha iyi olacak.
DURUŞMA HAKİMİ- Tabi. (Sanığa iddianame verildi.)
MAZLUM DOĞAN ARKADAŞ - Ben ifademi iki bölümde vermek istiyorum. Birincisi, gerçekten de İddia edildiği gibi parti üyesiyim. Bu nedenle partiye yönelik suçlamalar aynı zamanda partinin diğer üyeleri ...
PKK’de en büyük eylem, sözüne sahip çıkmaktır. Bilin ki bir yerde söz anlamını yitiriyorsa orada gaflet, vicdansızlık ve ahlaki çöküntü vardır. Böyle bir durumun sonucu da kesinlikle ihanettir. Kürt halkı, kadın, PKK ve Başkan Apo sürekli sırtlarından hançerlenmişlerdir. Tüm fikir, duygu, şiir, şarkı ve tartışmalarda büyük bir acıyla bunlardan bahsedilir. Her zaman direniş iradesi, mücadele ve ihanet yan yana yürümüşlerdir. Tıpkı Ehriman ve Ahura Mazda arasındaki savaş gibi sürekli bir çatışma içinde olmuşlardır. Zerdüşt diyor ki; “ Bu savaşta her ne kadar zorlu da olsa başaran Ahura Mazda’nın ışığıdır, şu şartla; iyi düşün, güzel konuş ve doğru yap.” Ta ki çağdaş Ahura Mazda’nın fikirleri başarıyı elde edene kadar.
Daha önceki yazımda belirttiğim gibi uzun süren bir yoğunlaşmanın sonucunda eylemimi 15 Şubat gecesi yapmayı kararlaştırmıştım. Bir kadın ya da bir Kürt olarak, Başkan Apo’nun esaret altına alınışının 8. yıldönümüne bir kez daha böyle girmek ve çarmıhı bir kez daha görmek istemiyordum. Kış koşullarında partinin Ehrimanların hedef ve mevzilerine ulaşmasının biraz zor olduğunu biliyorum. Ehrimanlar da gün geçtikçe gözümüzün önünde halkımın yüreğini, beynini ve bedenini yiyor ve bu tehlikeli bir durumdur. Bu da bir eylem yapmamı şart kılıyor. Canımı vermeden bir eylem gerçekleştirmeyi isterdim ama şuna inanıyorum ki, insan gerektiği kadar yaşamalıdır. Aynı zamanda söz anlamını yitirdiğinde sıra eyleme gelir, her eylem de sözün yeniden anlam bulması ve özgürlük umudunun güçlendirilmesi içindir. Bu sürekli beynimde yankılanan bir gerçektir. İçinden geçtiğimiz sürecin kaderi belirlenirken bir yandan Kürt özgürlük sorununun çözümüne yönelik imkanlar ortaya çıkartıyor ama diğer yandan da bir o kadar Önderlik ve halk üzerindeki tehlikeleri artırıyor. Bu kadar imkan ve fırsat varken umutsuzluk ve karamsarlığın ihanet düzeyine ulaşması her geçen gün böylesi bir eylem gerçekleştirme ısrarımı arttırmıştır.
Değerli yoldaşlar!
Bu kararım yeni değil. Temmuz ayında PKK ve YJA-STAR’a yazdığım raporlarda dile getirmiştim. Bu yeni bir karar olmayıp uzun süreye dayanmaktadır. 1999 yılından itibaren böyle bir karara ulaşmıştım. Bir yandan 1999’dan sonraki yılda hareketimizin içinde kaldığı sorunlu durumda kadın hareketinin ve örgütün yönetimine katılım gerekliliği vardı, diğer yandan ise siyasi ve teknik koşullar böyle bir eylemi yapmama imkan vermiyordu. Ama 1 Haziran hamlesinden sonra böyle bir fırsat elime geçti. İç ve dıştaki komplolara karşı ateşten bir çember yaparak buz tutmuş yürek, beyin ve vicdanları eritmek için kadın hareketinin 1996-98 yıllarındaki gibi militanlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Yani sahte dostluğa ve yetersiz yoldaşlığa karşı yaşamda ve eylemde Zilan, Sema ve Serdar gibi cevap olmak gerekir.
“Neden böyle bir eylem yaptın?” diye beni eleştirebilirsiniz, ya da Rêber Apo böyle bir eylemi kabul etmeyebilir. Ancak anladığım kadarıyla Kürdistan özgürlük mücadelesinin gelişiminde çözüm yolu ve gelişme bedelsiz olmamıştır ve olmaz. Bu, Apocu hareket ve kadın özgürlüğünde vazgeçilmez bir yöntem olmaktadır. Ben de bir kadın militan olarak, bu yöntemi devam ettirmek istiyorum. HPG ve YJA-STAR’a gelişimle birlikte büyük bir aşk ve moralle böyle bir eylemi planlıyordum. İki ayrı yerde ya da iki ayrı hedefte eylem yapmak istiyordum. Birincisi; Kürdistan’da fahişeliğin ve köleliğin merkezinde, ikincisi; çeteleşmiş savaş devletinin yönetim merkezinde kendime zarar vermeden, Zilan ve Sema gibi eylemimle devleti sarsmak istiyordum. Bir yandan içinden geçtiğimiz kış koşulları, diğer yandan da arkadaşlarla yeteri kadar tartışma geliştirmeyişimden kaynaklı onları ikna edememiştim. YJA-STAR Konferansından sonra dağda da olsa böyle bir eylem yapma kararlılığına ulaştım. Bu yılki 15 Şubatı ağlama, çaresizlik ve umutsuzluk içerisinde değil aşkla, coşkuyla ve büyük bir inançla karşılamak istiyorum. Ancak burada üç noktadaki özlemimi dile getirmek ve sizinle bunu paylaşmak istiyorum. Birincisi; bu temelde kendime belirlediğim plana ve esas aldığım hedefe ulaşamadım ve istediğim gibi intikamımı alamadım. İkincisi; Kuzey Kürdistan halkını yakından göremedim ve doğasının güzelliğini görme özlemi içimde kaldı. Üçüncüsü; sadece bir anlığına bile olsa başımı Başkan Apo’nun omzuna dayayıp derin bir nefes çekmek isterdim. Her ne kadar bu yüreğimde bir hasret olarak kalsa da, buna rağmen sevinçliyim. Çünkü arkadaşlarımın benim yerime, hatta benden daha fazla bu günden sonra bunu gerçekleştireceğine inanıyorum.
Şüphesiz ki bir yönetici olarak yoğunlaşmak, kendini hazırlamak bu şekilde bir eylemi planlamak ve gerçekleştirmek zordur. Çünkü günlük olarak güçlü bir katılımı gerektiriyor. Ben, son güne kadar da çalışmalardan uzaklaşmadan katılma çabası içerisindeydim. Yalnız şunu kesinlikle biliyorum ki, son aylarda gerekli olduğu kadar arkadaşlara yardımcı olamadım. Bu nedenle arkadaşlardan özür diliyorum.
Selam ve saygılarımla
23.01.2006
Güneşin dağlar ardına kaybolup gittiği bir gece karanlığında, aldım acı haberi. Haberi veren sözcükler, birer şimşek gibi beynime çakmış, binlerce zehirli ok yüreğime saplanmıştı. Böyle bir gidişi hangi yürek, hangi beyin kabul edebilir ki? Gecenin karanlığında adımlanan yol, bir film şeridine dönüşmüştü. Ve öylece uzayıp gidiyordu. Birlikte geçirilen mücadele yılları, zamanla birlikte akıyordu. Çatlamış dudaklarım ve kurumuş boğazım, konuşmama izin vermiyordu...
Yol uzadıkça film şeridinde Gabar, Botan belirmeye başlamıştı. Gabar ve Botan’ı anımsarken, halay duran binlerce yoldaşın içinde Erdal arkadaşın hayali gözlerimde beliriverdi. Gabar, suskun ve mağrurdu. Gabar’ın acısı büyüktü. Gidişlere hiç alışamamıştı. Yıllardır nice umutlara beşiklik etmiş, çocuklarını büyütmüştü. Onlar, Gabar’ın bağrında “Ateşin ve Güneşin Çocukları”ydı. Agit’ten Erdal’a uzanan bir destandı onlarınki. Gabar, Botan ve bütün yeryüzüyle sözleşmişlerdi. Yeryüzü, aşkın yüzü oluncaya dek kutsal halaylarının ateşini hep büyüteceklerdi.
Onlar ki, yüreklere umut eken, beyinlere gerçeği kazıyandılar. Bu yüzden gidişleri acı da olsa, Agit’leri yetiştirmiş olmanın gururunu taşıyordu Gabar. Bütün kalleşliklere inat, karanlıklara ışık tutan çocukları olmuştu hep. Ve Erdal yoldaş da onların içlerinde yerini almıştı...
Çocuk yüreği, halkının acılarına ve yaşadığı zulme kayıtsız kalmasına izin vermemişti. Gerçeğin, bilgece dilini erken çözmüştü. Uzun yolları aşıp, hasretini çektiği ülkenin topraklarına kavuşmuştu. Yıllar önce ilk ayak bastığı yer, direnişin ve mücadelenin büyük mirasını devredecekti ona. Erdal yoldaş, bu mirası yaşam, mücadele, ülke ve özgürlük tutkusuyla daha da büyütecekti.
Halkının yaşadıklarını, yakılıp yıkılan boşaltılan binlerce köyü gezdiğinde görmüştü. Bir halkın yaşamı ve geleceği böyle yakılıp yıkılmamalıydı. Bunu hiçbir zaman kabul etmedi, etmeyecekti de. Yaşam uğruna verilen mücadele bütün zorluklara, imkansızlıklara rağmen büyütülmeliydi.
Ve Erdal yoldaş, o zaten Botan’da büyük bir emekle mücadelesini sergileyecekti. Çünkü, o Agit’in ayak izlerini taşıyan Gabar’da binlerce yoldaşının toprağın altındaki bedenlerini duyumsayarak yürüyordu. Onları dinliyordu. Onları yaşayarak ve yaşatarak devrim mücadeleye cevap oluyordu.
Toprağı incitmezdi. Bir çiçeği okşar gibi basardı toprağa. Onun için her şeyin bir anlamı vardı. Bunu da tüm yaşamında işliyordu. Yaşamıyla anlatmaya çalışıyor ve bu anlam derinliğinin en büyük ifadesini insana yaklaşımında buluyordu. Hassas ve duyarlıydı. Bir arkadaşına bir şeyler öğretmek, onunla ufak da olsa bir şeyler paylaşmak için günlerce uğraşıyordu. Kimi zaman da hiçbir söz söylemeden yapıyordu.
Yaşamın güç kaynağıydı. İnsanların çabuk ölmesine tahammül edemiyor, bir yoldaşını savaşın kızgın alanında kaybettiğinde yüreği volkan gibi patlıyordu. Bunun için savaşı, şahadetleri en aza indirecek şekilde planlardı. Hiçbir ayrıntı ve kuralı gözünden kaçırmazdı. Elinden gelen her şeyi her türlü tedbiri almaya çalışırdı. Onun için başarı her zaman esastı. Tabii bir başarıyla asla yetinmezdi. Her başarı onda bir coşku kaynağı olurdu. Ve başardıkça simasında farklı bir insanın resmi beliriverirdi. Çünkü o yaşamı seven ve kurallarını çok iyi bilen bir militandı. İkisinin kopmaz gerçeğini gören, soğukkanlı ve hakimiyet sağlayan gerçek bir komutandı.
O yaşamda da, savaşta da her zaman PKK’yi yaşayandı.
İnsan, emekle güzelleşen bir varlıktır. Ve Erdal yoldaş, bize emeğe olan bağlılığı öğretti: “Bir insan, emek verdiği şeyi sever. Çünkü emek, insanın bir parçası gibidir. Emek, yaratandır.” derdi.
Ve her gün doğumunda dağlarımız da, büyük bir komutanının doğuşuna tanıklık eder...
Erdal yoldaş, yaşamın ve mücadele tarzın, bizlere bir talimatındır.
REYHAN GABAR
AGİT - MAHSUM KORKMAZ |
Kürt Halkının Büyük Gerilla Komutanı “AGİT”... |