Zağroslarda ‘terbiyeli bir kış’ın orta yerindeyiz. Hala alışamadım beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyen tanımlamalarına. Her şeyi terbiye ile ifade ediyorlar kendilerini terbiye ederken. Mesela, kar yağmazsa ‘terbiyesiz’ diyorlar o kışa. Çok yağıp her şeyi silercesine kaplarsa her yeri, ona da ‘terbiyesiz’ diyorlar. Her şeyin kıvamında ve tadında olmasına özen gösteriyorlar. Buna uyan her şey terbiyeli, uymayansa terbiyesiz oluyor. Terbiye ediyorlar her şeyi. Kendilerinden başlayarak sonra, terbiyesizlere geliyor sıra. Terbiye ustası hepsi de. Çünkü terbiyeli hepsi. Böyle tanımlıyorlar. Ben de aktarıyorum.
Yüksekler gelinliklerine bürünmüş yine. Alçaklar ve alçaklıklar ise aşağıda gölgemsi duruyorlar. Gözleri ışığa ve beyaza alışık olanlar biraz kararınca hava, iyice görmez olup ürküyorlar. Karanlıklara bakmayı sevmiyorlar. Alçaklardan ise iğreniyorlar. Dağların en ağız dolusu gülebilen ve küfür savurabilen ak saçlı bir delikanlısı yeni gelenlere dağı anlatırken dağlı olmanın alfabesini anlatıyor. Ağız dolusu yine. Yükseklerden alçaklara bakınca nedense aklıma hep o upuzun beyaz saçlı ağız dolusu küfürleri kahkahalarında eriten yüreği çocuktan çocuk, kafası kendi deyimiyle ‘hep bing-bang hallerinde’ olan çocuğu hatırlıyorum.
‘Bakın heval’ diyor. ‘Bu yükseklere çıkmak zor bir iştir. Meşakatlidir. Yolun başındayken neyle karşılaşacağınızı bilerek atın ilk adımlarınızı. Bu yolun sonu zirvedir. Zirvelere çıkmak zor ama orada durmaya devam edebilmek daha da zordur. Başınızın dönmesinden korkuyorsanız yükseklerde,uçurumların çekiciliğine kapılma ihtimaliniz varsa hemen durun ve orada kalın. Ama bu içine tükürülesi dünyaya ille de tepeden bakacağım diyorsanız, çıktığınız yükseklerde toprağa sağlam basın ayaklarınızı. Unutmayın, alçaklıklardaki alçaklar alçaklıklarını ancak kendilerinden ancak yukarıda olanlara bakarak fark ettiklerinden, alçaklıklarını herkesi alçaklıklara davet ederek, yücelikleri de alçaltarak alçaklıklarını gizleyebileceklerini sanırlar. Bakın yüksektekiler ve yükseklere tırmanma yolunda olanlar, zirvelere tırmanmak da, zirvelerden seyreylemek de bu dünyayı zor ama bir o kadar da keyifli kılar. İlle de çıkmışsanız bu yola keyfini çıkarın. Ama sakın düşmeyin. Alçaktayken düşmek çok incitmez insanı. Alçaktakilerin alçaklıkla aralarındaki mesafe kısa olduğundan çoğu zaman düştüklerini bile fark etmezler. Ama yükseklerden, zirvelerden düşmek dipsiz bir kuyuya düşmeye benzer. Param parça olur insan. Acılarda yiter gider. Yokluklarda yok olur gider. Yükseklerden düşmek sadece alçaklara inmeyi değil, sınırsız azaplarda olmayı getirir. Param parça olarak anlamaya, anlaşılmaya ve hakikate dair her şeyi yok eder. Alçaklardaysanız ve alçakları sevmiyorsanız bir an önce çıkın oradan ve tırmanmaya başlayın. Ne kadar yücelirseniz o kadar iyi. Ama sakın dönüp geriye bakmayın. Ve çıkarsanız yükseklere hep orada kalın. Yolu meşakatli ama zirvesi keyiflidir. Başınız dönebilir önce, gözleriniz kamaşabilir. Sakince bekleyin. Alışınca yükseklere qolinc’ınızda ince bir sızı hissederseniz korkmayın sakın, onlar sizi yıldızlara götürecek, kanatlarınızın derinize yaptığı baskının acılarıdır. O yüzden zirvelerden alçaklara bakmak hüzün, yıldızlara bakmak ise sevinç yaratır sizde. Sizi buraya getiren ayaklarınız değerlidir. Ama en değerlisi o ayakları yürüten yüreklerinizdir. Yükseklere hoş geldiniz. Burada adettir: yeni gelenleri yüreklerinden öperiz biz. Yüreklerinizden öpüyorum…’
Bu sözler farklı kelimelerle hep yankılanıyor beynimde ve yüreğimde. Şimdi bulunduğumdiyarlardan ölçülebilir mesafelerde epey uzak ve yükseklerde yürüyüşlerine yücelik kattığını o dal gibi ince, ağız dolusu yaşamayı, çevresindeki her şeye, taşa, toprağa, kelebeğe, yıldıza bulaştırmayı ustaca yapan çocuğu hatırlıyorum. Bu tırmanışta geldiğim yerden aşağılara baktıkça sesi yeniden yankılanıyor kulaklarımda.
Bu ‘terbiyeli kış’ın ta kalbinden ana rahmi sıcaklığındaki mağaralarında uzaktakileri ve yürüdükleri yıldızları anıyoruz hep. Yıldızlar ve yüksektekiler sevince boğarken yüreklerimizi, alçaktakiler ve alçaklıklar ürkütüyor bizi. Yaşlı olanlar son dönemde daha fazla okudukları ve sevmeye başladıkları o pos bıyıklı Almanın bir sözünü fısıldıyorlar kulaklarıma. Kendine ‘Zerdüşt’ün çırağı’ diyen o pos bıyıklı Alman kardeşin ‘uçurumlara bakanların yüreklerinde uçurumlar oluşur’ diyormuş. O yüzden ‘hep yıldızlara bak’ diye fısıldıyor kulaklarıma. Öyle yapıyorum. O yüzden kelebek yurdu yüreğim, yıldız yağmurunda şimdi. Hepsini tek tek hatırlayıp kucaklıyor ve yüreğimle yüreklerinden öpüyorum.
Size yıldızlı ve kelebekli yazılar yazacağım demiştim ya, şimdi yıldız yağmuru yüreğimden bir yıldızı, onun hiç kimsenin o kadar güzel telaffuz edemediği sesinden bir Pepûle’ye dair bir çift söz etmek mecburiyetindeyim. Dilim onun güzelliğini anma ağırlığında birbirine dolanırsa mazur görün. Ama VÎYAN’ı her yıl hatırlama, anma ve hatırlatma sözündeyim. Ne desem eksik kalacak, biliyorum. Yüreğime gömüp yıldız yağmurunda en parlak yıldızlardan biri olarak gömülü kalıp, yüreğimi ateşlerde ısıtması belki yeter bana. Ama bir çığlık misali Haftanîn’de yıldız bedeniyle ‘Unutmak İhanettir’ diyen sesini hep taşırmak zorundayım. Yazıcılığıma emanet etmek istediği sesini yankılandırmak durumundayım. Bu bana verilmiş bir görev.
Bu dağlarda en kutsal şeydir görev. Hele bir yıldızın, bir pepûle’nin size layık gördüğü bir görevse bu, asla unutamazsınız. Unutmak İhanettir sözünün bir pepûle’nin kanatlarından size bırakılmasının nasıl bir görev duygusu olduğunu bu kapkara puntolarla anlatamam size. Yücelerdeyseniz ve yıldız yağmuru kelebek işgalindeyse yüreğiniz, unutmak daha bir alçaltıcı gelir size. Alçaklardan korktuğum için hep bakıyorum yıldızlara ve pepûle’lere.
Yıldönümü yaklaşıyor Pepûle’nin ateşlerde bir yıldız olmasının. Ne kadar zaman geçti? Yüreğimin takvimi zaman geçmedi diyor. Ölçülebilir zaman takvimi 7.yılını gösterse de VİYAN bütün güzelliği, kelebekliği ve yıldızlığıyla tam karşımda duruyor. Yüreğimin kadrajındaki fotoğrafları bastığım deklanşörden çıkarak ana rahmi duvarlarda gülümsüyor bana. Ben de gülümsüyorum. Ne kadar zaman geçti? Ya da geçti mi zaman? Şimdi şu tünelden her tarafı beyaza kesmiş mağaranın dışına çıksam beni orada bekliyor olacak. Biliyorum. Kafamı uzatır uzatmaz kartopunu kafamda patlatacak biliyorum. En sevdiğimiz oyundu kartopu oynamak. PKK’yi Yeniden İnşa Okulu’nun en yaman kartopu oyuncusu ve sesi, dengbêj namelerinde yüreklerimizi kaplayan halaybaşısı burada şimdi. Onunlayım. Doyum olmaz sohbetlerindeyim. Yeniden Halepçe’yi anlatıyor bana. Ve pepûle’leri…
VÎYAN… Leyla… Pepûlemiz… Xoşevîst’imiz… Unutmadık. İstesek de unutamayız ki seni. Sen kelebek yurdu yüreklerimizin en cıvıl cıvıl, en güzel, en renkli kelebeği, yıldız yağmuru kanatlarınla yüreklerimizde yakıcı bir aşk ve tükenmeyen umut. Seni birilerine anlatmaya kalkmak ve hatırlatmak görevim var, biliyorum ama görev derdinde değil, yürek aşkında anlatabilmek isterim seni. Nasıl mı? Bilemiyorum. Ama ihanet etmedim. Alçalmadım. Yine sana yürüdüm. Şimdi yürek mesafesinde kartopu oynayacağım seninle. Ustası olduğun bütün çocuk oyunlarımızda hep sen kazananı oluyorsun. Olsun. Sana yenilmek çok keyifli. Şimdi vurulsam ve şu kar’a düşsem, altında saklanmış beni bekliyor olacaksın, biliyorum. Vurulsam sana düşeceğim biliyorum. Vurulsam alçaklara değil, yıldızlara düşeceğim.
Şimdi yine dağlardayım. Ateşlerde kül olan kelebek eksiltti mi bizi? Hayır. Kaldığım kampta VİYAN var. Çoğalmış VİYAN’ın birçoklarından biri. Ne kadar çok VİYAN var dağlarda? Hepsi de birbirinden VİYAN. Hepsi de birbirinden halay başı. Hepsi de birbirinden Pepûle.
Şu tünele dalıp dışarı atsam kendimi ne kadar çok kartopu yiyeceğimi biliyorum. Ve her çocuğun oyun heyecanında korkuluyum. Çıksam beni kara gömecekler biliyorum. O kadar çoğalmış ki VİYAN, her yanım VİYAN şimdi. Çocuk arkadaşım, kartopu oyunlarındaki oyundaşımve ateş sırdaşım bir ordu olmuşsun. Oynasak hepsi sen olan bütün VİYAN’lara yöneleceğim. Hangi VİYAN’a baksam yeniden yeniden vurulacağım. Yüreğim VİYAN yağmuru, VİYAN yurdu şimdi. Bu kadar çoğalmış VİYAN’la oynayacağım oyunlarda yenileceğim. Korkuyorum. Ama hiçbir korku çocuk oyunlarımıza engel değil. Ürkerek sana ilk adımımı atacağım. Sonra sana geleceğim, ürkerek ama korkusuz. Hiçbir soğuğun kâr etmediği yüreğinle karlar altındasın şimdi. Varsın gömüleyim bütün dünyanın bütün karlarına. Biliyorum, senin yüreğinle ısınacağım. Ve sımsıcak bütün karlar şimdi. Üşümeyeceğim. Gömülsem karlara hiç sönmeyen yangın yeri yüreğine gömüleceğim.
Şimdi şu tünelden çıkıp seninle oyun oynamaya geleceğim. Ve bakar bakmaz vurulacağım sana. Vurulacağım biliyorum. Ama sana vurulmak, sana düşmek o kadar keyifli ki anlatamam. Seni hatırlamak bir görev, bir slogan haykırışı değil, seni hatırlamak bir kelebeğin gözlerine vurulmak, seni hatırlamak bir kelebeğin kanadına düşmek, seni hatırlamak çocuk oyunlarımızda oyun ustalığına teslim olmak ve ustalara saygı duymaktır. Bu oyunlarda en ustamız, en güzelimiz, en çok çoğalanımızsın. Bak şimdi yine buradayım. Sana geldim. Vurulmaya, yenilmeye ve teslim olmaya her şeyimle. Nerede bir VİYAN görsem vuruluyorum. VİYAN dışarıdan çağırıyor beni. Genç VİYAN. Güzel VİYAN. Oyunlarımın hep kazanan ustası. Geldim. Seni daha da çoğalmış, güzelleşmiş ve ustalaşmış gördüm.
Hatırlamak mı? Hatırlamak için önce unutmak gerekir. Ben seni unutamam ki hatırlayayım. Bütün yüksekler ve yıldızlar Pepûle yurdu. Nereye baksam sen,neye baksam sen, her yer sen, her şey sen. Seni unutmak kendimizi unutmaktır. Unutmadık. İnkâr etmedik kendimizi. Sen inkâra gelmezsin. İkrarda biraz acemi kaldıysam acemiliğimdendir biliyorsun. Usta sensin. Biz ise çırak. Böyle bir ustanın çırağı olma keyfini ha bire anlatıyoruz herkese. Çıraklığımız çocukluğumuzdan gelir. Çocuk sevincinde çıraklarız biz. VİYAN’ın çırakları. YILDIZ çırakları. PEPULE çırakları. Oyunlardan öğreniyoruz her şeyimizi. Vuruluyor muyuz? Evet, vuruluyoruz. Ama hiç korkmuyoruz vurulmaktan. Çünkü düşsek, kar’ın altında saklanan güzel ustanın kanatlarına düşeceğiz. Kar topu oyunlarında hırpalanacağız önce. Sonra ustamız, halay başımız halaya davet edecek bizi. Davetine yok diyemeyeceğimiz bir halay başı bu.
Şimdi tünelden dışarı gidiyorum. Oyun arkadaşım davet ediyor beni. VİYAN davet ediyor. VİYAN’ın daveti kabulümüzdür. Gidiyorum. Ürkek ama keyifli. Hüzne bulanmış bütün sevincimle VİYAN’a gidiyorum. Kar topu oynayıp halay çekeceğiz. Yerimiz geniş. Yerimiz yüksek. Hiç alçaklara bakmadan yıldızlar altında yıldızlarla kol kola girip halay çekeceğiz. Dedim ya, yerimiz geniş. Yüreği yücelerde olan, yüreği yıldız yağmuru ve kelebek yurdu olan herkes davetlidir bu halaya. Davet eden VİYAN. Kabulümüzdür…
Gelemedim üzgünüm
Sen gidilesi yere gittin
Yüreğimin sağ yamacı yangın şimdi
Sol yanımı çığ tutmuş
Oynanacak oyunlarımız vardı
Sen halaydasın şimdi
Gelemedim özgünüm
Hani bir fil yürüyüşünde bitecekti her şey
Sen yine yaptın kelebekliğini
Oysa birlikte gidecektik
Herkes gülecekti fil ve kelebeğin yolculuğuna
gelemedim
şimdi daha bir dardayım
her şeyimle at hüznündeyim
sen halaydasın
her şeyinle davetkarsın
geleceğiz biliyorsun
Güzelin bu kadar güzeline
Sen ateş güzeline
‘Yok’ diyemeyiz hiç birimiz
Geleceğiz biliyorsun
At hüznünde fil yürüyüşünde
Karınca katarı gibi
Hepimizde ateş taşıyacağız
Yangına ateş istemişsin
Halay davetin kabulümüzdür
Geleceğiz biliyorsun
Sonra hep birlikte gideceğiz
En çok da oraya
Yangın çıkarmaya gideceğiz
Biliyorsun bizde yanacağız o arındırıcı yangında
Davetin kabulümüzdür
Alevinde arınacağız
Sana ‘yok’ diyemeyiz
Biliyorsun xoşevistimiz...
Jêhat Bertî
Yüksek kayalıklar düşünelim. Kayalıklarla bağları havanın durumuna bağlı buz kütleleri hayal edelim. Buz olmak mı, eriyip toprağa karışmak mı dediğimizde buz kendi varlığını savunacaktır. Daha da soğutacaktır havayı. Bu onu güçten düşürecek, belki bitişinin başlangıcı olacaktır havanın bitmeyen akışı karşısında. Biraz ısınınca kolaylıkla çözülüp kendini bırakacaktır. Çünkü bu buz kütlelerinin görünmeyen yüzleri yoktur. Okyanusun yanında bir su birikintisi ne anlam taşırsa ancak o kadar anlamları vardır. Ya da sulardan uzakta varoluşudur buzdağlarının. Onların öncüsü, gerillası. Belki da artlarında bıraktıkları emanetler, soğuk zamanın kemikleridir bunlar. Sıcakları sınayan soğuk savaş hücreleri. Her yer yangın olmasın diye zamanı geldiğinde çıkacak soğuktan fedailer. Belki de buzdağlarının görünmeyen yüzleri bu buz kütleleridir.
Kurtay Leşker (Emrah Kaya) sabırsız bir buz kütlesi gibidir. Vakti dolmadan kayasından kopan bir buz kütlesi. Hesapta olmadığı yerlerde sıcak ateşlere dalacak kadar kendinden geçebilen bir gerçeğin adıdır. Onu eritecek ateş biraz soğumalıdır her şeyden önce. Kendisine benzetemediği hiçbir şeyde erimez.
Colemergli bir aşiret çocuğudur. Bu yüzden PKK mücadelesini çocuk yaşlarda öğrenir. Kalabalık bir aile ortamında, on dört kardeşten biri olarak yetişir. Ortaokula kadar okuduktan sonra İstanbul gibi kentlerde bulunur. Amacı çalışmak olsa da mücadeleden uzak durmaz. Nitekim dikkat çeken çalışma temposu nedeniyle gözaltına alındığı olur. Yakınlarından PKK saflarında gerilla olarak bulunanlar da vardır. Tüm bu gerçeklerin sonu, zamanı geldiğinde fazla düşünmeden mücadeleyi daha yükseğe taşımaktır.Kurtay da artık zamanın geldiğini görünce gerilla olmak üzere yola çıkar. Amacı halkının mücadelesinde payına düşeni yerine getirmektir. Ama göreceğimiz gibi o payına düşenden de fazlasını yapmaya söz vermiştir. Bu yüzden hiçbir zaman verilen görevlerle yetinmez, daha fazlasını yapmaya yönelir.
1990 doğumludur. 2009 yılında adını Kurtay Leşker yaparak devrimin, ulusal kurtuluşun, özgürlüğün savaşçısı olmaya adım atar.Katılır katılmaz gerillaya, dağ yaşamına uyum sağlar. Kişiliğinin en önemli ve dikkat çeken yönü bu olarak görülür. Özgüveni yüksektir. İlişki kurmakta zorlanmaz, hiçbir koşulda yabancılık çekmez, hiçbir çalışmadan çekinmez. Yoldaşlarıyla çok iyi ilişkiler kurar.
Esas gerilla pratiğine Zap alanında başlar. Girişken, son derece aktif yapısı nedeniyle yerinde durmaz. Her işe koşturmak isteyen, ortada bulduğu işlere en önde koşan yapısı cesaret ve fedakârlıkla birleşince ortaya devrimcilik yolunda sağlam ilerleyen bir duruş çıkar.
Çalışkanlığının yanında yetenekleriyle de ilgi görür. Çok iyi halay çeker. Amatör bir müzisyendir. İyi kaval çalar. Zaten kaval Kürt kültürünün ve müziğinin en önemli enstrümanlarındandır. Bir acıyı kavaldan daha iyi yansıtacak az sayıda müzik aracı vardır. Kürtlerin tarih boyunca yaşadığı acılar, trajediler bu enstrümanla dile gelmiştir. O, Kürt müziğinin bu geleneğinin günümüzdeki temsilcilerinden biri olarak kültürüne sahip çıkmak amacındadır.
Her koşulda moralli oluşu sempatik yapısına ayrı bir boyut katar.Varlığıyla yoldaşlarına güç verir, destek olur. Görevlere yaklaşımı oldukça titizdir, kendisine verilen görevlere aşkla yaklaşır ve yerine getirmek için büyük çaba sarf eder. Kişilik olarak açık sözlü ve dürüst oluşuyla bu yanları birleşince tadına doyum olmaz bir insan görünümü sergiler.
Bilinç düzeyi yüksektir, anlama-kavrama sıkıntısı yoktur. Bir işi bir kez yapması ya da ona nasıl yapılacağının söylenmesi yeterli gelir. Sahip olduğu birikimi, PKK’nin ideolojik süzgecine vurma yeteneğine sahiptir, bilmediği konuları kısa sürede öğrenecek kadar kıvrak bir kavrayış gücü vardır.
Emek sarf etmek ve pratik çalışmaları yürütmek onda adeta bir tutkudur. Söylemekten ziyade yapan, yaparak söylemini geliştiren, bundan dolayı da güven veren bir düzey kazanır. Bu özellikleri ve duruşu Zap yapısının gönlünde taht kurmasını beraberinde getirmiştir.
Eylemlere katılma isteği çok fazla olan Kurtay arkadaş birkaç eylem planlamasında yer almamasına karşın eylem haberini alır almaz koşturmuştur. Tüm çalışmalara büyük önem verse de onun açısından eylemlerin ayrı bir yeri vardır. Tüm çalışmaları bir yana, eylemi bir yana koyar. O anda elinde ne iş varsa bir kenara bırakır ve eylem alanına yönelir.2012-13 kış sürecinde eylemlere katılma konusunda en fazla ısrar edenler arasında yer alır. Bu ısrarı sonucunda Karataş karakoluna yönelik eylemde tepeye saldıracak gücün içinde yer alması uygun görülür. Eylemin başlamasıyla birlikte mevzilere saldırıya geçen Kurtay yoldaş, bu saldırı sırasında şahadete ulaşan arkadaşlardan biri olur.
Mücadele Yoldaşları
Eriş yoldaş, Rojhilat Kürdistan’ın Mahabad şehrindendir. Orta sınıf, devlet görevlisi, varlıklı bir ailede yetişir. Bir döneme kadar Mahabad gibi bir kentte devlet görevlisi olmanın çok da yadırganacak bir durum olmadığı belirtilebilirdi. Olağan süreçlerde, katı bir inkâr işlemiyorsa kimi şeyler gerçekten de biçimden öteye geçmez. Önemli olan kimliğinin bilincinde olmak, olası durumlar karşısında uyanık davranmaktır. Bir sapma olursa hesap mutlaka sorulacaktır. Bugün olmasa bile sonraki kuşaklar er geç ihanetin ne demek olduğunu gösterecektir. Bunun örneği geçenlerde (2015 yılı içinde) yaşandı. Devlet görevlilerinin genç bir kadına dönük tecavüz girişimleri ufak çaplı bir başkaldırıyla karşılığını buldu. Devletin ya da egemen yapıların bizi eninde sonunda istediği çizgiye çekmeye çalışacağını şerh düşerek onların kurumlarında çalışan kimselere bir bakış geliştirebiliriz. Devletin –en azından aşılana kadar- dışlanmayabileceğini belirtirken Önder Apo belki buna işaret ediyordu. Önemli olan oradaki etkinlik düzeyidir. Doğru değerlendirilirse kazanıma bile dönüştürülebilir. Önemli olan kimliğinin, ne yapılmak istendiğinin farkında olmaktır. Bazen cam gibi yere çalınarak tuzla buz edilebilecek devlet aygıtları, gerektiğinde onu dönüştürmekte, en azından denetlemekte, hiç değilse ilişki kurmakta etkili biçimde kullanılabilir. Elbette aşılmak zorundadır; çünkü biz onu aşmazsak devlet bizi aşmaya yeminlidir.
Bugün devrim anlarının ikircime yer bırakmayan havası kimi yaklaşımlarımıza başka türlü bakmayı gerektiriyor. Bize, Kürt halkı şahsında emekçi sınıflara, tüm ezilenlere istediğini yaptıramayan faşist sistem yok oluşu dayatıyor. Hem bize istediğini yaptıramadığı için, hem de canı öyle istediği için bizi ortadan kaldırmak istiyor. Ve bunu yalnızca faşist olduğu için yapıyor. Buna karşı direnmek ve onlara gereken dersi vermek de bizim başka bir şeye yer vermeksizin temel görevimiz oluyor. Israrlı direniş faşist sistemin çözüleceği umudunugüçlendiriyor, başarının görüntüsü netleşiyor. Halkımızın kazanımlarına her koldan saldıran faşist yapılar karşılarında Kürt halkının direniş özünü temsil eden kesimleri bulacaklardır. Bu sanıldığından da köklü ve yerleşik bir olgudur, sökülüp atılamaz. Her alanda sayısız tamamlayanı vardır. Bunlardan birisinin öyküsünü kısaca anlatmaya çalışacağız.
Eriş yoldaş da halkının karşı karşıya olduğu saldırıların bilinciyle 2008 yılında PKK saflarına gelir. Önemli olan doğru yerde, doğru mücadeleyi en etkili araçlarla vermektir. Eğer sistem içerisinde bunun koşulları yoksa en iyi yanıt kendi gücünü devreye sokmaktır. Kaldı ki mücadele yalnızca doğup büyüdüğümüz yerlerle sınırlı değildir. Bir halkın bütününü ilgilendiriyor. Gittiğimiz yerlerde değişik sorunlar da çıkabilir. Mahabad gibi Soranca konuşan insanların yaşadığı bir yerden kalkıp gelmek de bu bilinci gerektirir. Örneğin kabaca dil, karşılıklı konuşarak anlaşma bile başlangıçta sorun yaratabilir. Çoğu Soran kökenli arkadaşta bu görülür. Zamanla bu engeli nasıl aştıklarını gördüklerinde ise katılımları bambaşka olur. Ama her koşulda dürüstlükleri, bağlılıkları ayrı bir kıvamdadır. Katıldıkları her etkinliği sömürgeci düşmana öfke kokusu sarar. Onlar yoksa bu kokunun eksikliği duyumsanır. Varlıklarıyla güven verirler. İşler daha doğru yürür. Her değeri, tarihin derinliklerinden bugüne ulaşmış kazanımlardır diyerek en üst düzeyde sahiplenirler.
Eriş yoldaş da başlangıçtaki zorlanmalarını hiçe saydı. Bir yerden tutunmalıydı. O da bunu yaptı. Şehit yoldaşlarının yasını tuttu. Pes etmedi, iradeli duruş gösterdi. Tüm çalışmalarda fedakârlık sergiledi ve nasıl katılabileceğini buldu. Kısa bir süre sonra bulunduğu Zap alanına, Zap vadisinin koruyucusu gibi duran Çiyaye Reş dağına, o alanın taşına toprağına, ormanlarına, keklik bağrışmalarına bağlandı. Elbette başta yoldaşlarına. Yanı sıra Zap bölgesinin farklı alanlarında çalışmaktan da geri durmadı. Emekçi ve pratik özellikleri ile ön plandaydı. Eylemlere katılarak tecrübeler kazanması gelişimini hızlandırdı.
Birlikte kaldığı arkadaşların şahadetinden çok etkilenirdi. Farklı alanlara düzenlemesi birkaç sefer gündeme gelmesine rağmen, Çiyaye Reş alanında şehit düşen arkadaşlara bağlılığından ötürü bu alanda kalmakta ısrar etti. Burada yitirdiği yoldaşlarının acısını canlı tutarak gereken karşılığı vermeyi istiyordu. Duygusal ve hassas bir kişilik yapılanmasına sahip olan Eriş arkadaş, pratik çalışmalara aktif katılarak şehitlere layık olmayı esas aldı.
Bu temelde eylemlere katılma istemi gelişkindi, alanda yapılan birçok eyleme katılım sağlayan Eriş arkadaş, saldırı kollarında yer almayı çok isterdi. Saldırı eylemlerinde yer alıp, kişiliğini tanıdıkça gelişme sağladı.
En son kış sürecinde yapılan Karataş eyleminde moral ve coşkuyla saldırı kollarında yer aldı. Geri çekilme aşamasında düşmanın yoğun teknik saldırıları sonucunda şahadete ulaştı. Anısı önünde saygıyla eğilirken mücadelesini zafere taşıma sözümüzü yineliyoruz.
Mücadele Yoldaşları
Rojhılat Kürdistan’ın Urmiye kenti yurtseverliği ve direnişçi kimliği ile bilinir. Bahoz Bahar (Aram Xelili) bu kentin havasını soluyarak büyüyen ve PKK mücadelesine akın eden gençlerden birisidir. Yedi çocuklu bir ailede büyür. Babasını yitirse de ekonomik durumlarının iyi olması nedeniyle bu anlamda çok büyük bir güçlük yaşamaz. Okul okumayı sürdürürken siyasal etkinliklerden de geri durmaz. Zaten o yöre siyasal anlamda oldukça dinamik bir yerdir. Çok değişik örgütler geçmişten bu yana Urmiye’yi etkinlik alanı olarak görmüşlerdir. Önemli mücadelelerin ve geçmişte bazı başkaldırıların yaşandığını anımsatmakta yarar var. Bu bayrağı son olarak devralan PKK, tüm Kürdistan’da olduğu gibi burada da öncü güç olma düzeyine erişmiştir.
Bir yanı da başka bir serhıldan merkezi Gever’e dayanmaktadır. Bahoz orada doğduktan sonra aile Urmiye’ye göçmüş. Zaten aynı sınırı paylaşan Urmiye ve Gever bir elmanın iki parçası gibidir. Ya da Gever elmanın kendisi, Urmiye bu elmanın yetiştiği bereketli toprak. Önemli olan parçaların büyüklüğü değil, ağızda bıraktıkları tattır. İkisinden yüzde yüz aynı tadı almayabilirsiniz ama ikisinin verdiği tat neredeyse birbirinin tamamlayanıdır. Diğer bir deyişle birinin tadını ancak diğerini tattıktan sonra anlayabilirsiniz. Bu derece iç içe geçmiş yerlerden söz ediyoruz. Durum böyle olunca aradaki sınırların da çok büyük anlamı olmuyor. Bahoz yoldaş da bu bilinçle ama yine de aradaki sınırların kaldırılması gerektiğini düşünerek adım atar ve2010 yazında PKK saflarına gelir.
2010 yılı gerilla mücadelesi açısından Devrimci Halk Savaşı ile gündeme gelmişti. O da savaşın kızıştığı böyle bir dönemde mücadeleye güç vermek için geldiği dağlarda temel savaşçı eğitimi alarak işe başlar. Xakurke alanında geçen bu süre onun açısından yeterli bir anlama ve kararlaşma süreci olur. Bu nedenle eğitimini tamamladıktan sonra gönderileceği alan belirlenerek gerekli bilgilendirmeler yapılmıştır. Yapılan kısa bilgilendirmede aktif katıldığı, örgüte bağlı, özlü ve istekli olduğu belirtildikten sonra şöyle denmektedir: “Duruşu ve katılımıyla güven veren bir arkadaştır.”
Bahoz arkadaş açısından yeni bir dönem böylece başlamış oldu. Sonrası pratik içinde pişmekti. Pratiğe katılacağı yerin adı Zap olacaktı.Onu orada tanıdık. Zap alanına geldikten sonra Çukurca ilçesinin hemen güneyine düşen, sınır üzerindeki Şehit Rüstem alanına gönderildi. Tepelikleri, sarp yamaçları ve yemyeşil ormanları, doğal yaşamı ve sularıyla bu güzel arazi parçasında gerillacılık yapmanın ayrı bir keyfi vardır. Aynı zamanda savaşmak açısından da önemli fırsatlar sunar. Bahoz yoldaş da yeni ve genç olmasına rağmen kısa süre içerisinde yaşama adapte olup pratik içerisinde gelişme kaydeden arkadaşlardan olmayı başardı. Adeta bu alanla bütünleşip buradaki tüm alt yapı çalışmalarında, örgütsel, yaşamsal faaliyetlerde en önde yer alarak yoldaşlarının yüreğinde yer edinmesini bildi. Eylemlere katılma istemi büyüktü, başarıyı esas alan bir tarza sahipti. Bu inat ve ısrar birçok eyleme katılıp tecrübe kazanmasına yol açtı. En çok da B-7 roketatarı üzerine hâkimdi, kullandığı silahın hakkını veriyordu. Birçok eylemde saldırı grubunda yer almıştı. GeliyêZap alanında düşmanın yaptığı operasyonlara darbe vurup, silah kaldıranlardandı. Bu durum kendisinde zaten var olan özgüven duygusunu oldukça pekiştirmişti.
Kişilik özellikleriyle melek tasvirlerine oldukça benzetilmesi saflığından ve temizliğinden ileri gelmekteydi. Bu yanlarından hiç ödün vermezdi. Mütevazı ve olgun yapısıyla yaşama katılımda öndeydi, paylaşımcıydı. Onu Zap alanının en çok sevilip sayılan kişiliklerinden birisi haline getiren de işte bu özellikleriydi, üst düzey katılımıydı.
Karlı bir kış günü Çele (Çukurca) ilçesine bağlı Karataş adı verilen bölgede üslenen düşman gücüne dönük eylemde karakol tepesine yönelen saldırı gücünde yer alan Bahoz yoldaş yaralı yoldaşlarını çıkarmaya çalışırken düşman ateşine hedef olarak aramızdan ayrıldı. Anısı önünde saygıyla eğilirken izinde yürüyeceğimizi belirtiyoruz.
Mücadele Yoldaşları
Saklı umutlar, saklı kalınmış yiğit yüreklerin temelidir. Onlarla büyür onlarla güzelleşir yaşamın anlamı. Ve onlardadır aranan gizem. Tüm güzel duygular adına savaşırlar onlar…Yaşamla beraber akıp giden zamana takıldı yitip giden gülüşler. Özlenen gülüşler… Değişen gidenler, değişen gülüşler ama bir türlü değişmeyen şu zamanın inadı. Güvertesini şaşırmış gibidir bu günlerde zaman! Ya ben ona takılıyorum ya da zamanda takılı kalıyor gidenlerin yüreklerimizde bıraktıkları izler. Elim varmasa da o izlere dokunmaya, yine de yüreğim cesaretini ayakta tutmaya devam ediyor. Yine aynı izlerden bir tanesi “Rêbaz”…
Patikalardan yürümeye devam ederken bizim çocuk yürekli Rêbaz, Hevramanice uzun havalar söyleye söyleye patikada yürüyor. Büyük bir aşk ve tutku ile… Bizim çocuk aslında kendi ülkesindeki topraklara sevdalı olduğu için hiç bir yorgunluk dinlemeden, şarkılarla yollarda yürümekte. Gözleri gülmekte Rêbaz’ın; bir çocuk güzelliği ve sadeliğinde. Işte o an takılı kaldı gözlerim o gülüşe. Onun gülüşünde dile geldi ülkemin saklı kalınmış çocukların gizli gülüşleri. Haykırırcasına, isyan dolu kahkahalarla dile geldi. Ve gözlerinde masumî bir bakış… sessiz bir şiirin dile gelişi gibi…
Ve yoldaşlığındaki samimiyetliği yakalamak hiç zor değildi. “Heval” deyişindeydi yoldaşlarına olan sevgi ve bağlılığı. Rêbaz tertemiz damlalarla okyanus büyüklüğünde sevgiler büyütmüştü yoldaşlarına ve yaşama karşı. Büyük bir yüreğe sahipti. Doğru ya, böylesine büyük bir yüreğe sahip olamayan bir savaşçı nasıl insanın kanını donduran eylemi yapabilir. Gözünü hiç kırpmadan, kaygı taşımadan düşmanın üstüne üstüne yürüyen bir fedaiydi. En başta yüreğini feda etmişti yaşamda; yoldaşlarına, ülkesine, halkına… Kendisine dair hiç bir kaygısı yoktu bu özgürlüğe sevdalı savaşçının. Onu güzel kılanda bu değil miydi? Kendini arındırmıştı tüm bencilliklerden, çirkinliklerden. Derviş misali bir duruşu vardı Rojhilat’ın güzel sesli çocuğu, dağın samimi gerillasının.
Rêbaz, yüreğine nakşetmişti dağların güzelliklerini. Dağlardan bahsederken bile sanki uzun uzun şiir okurdu bizlere. Hep dinlemek istercesine gözler pür dikkat kesilmişti. O gönül dilinden akıp gelenleri bizimle paylaşırken bizler sadece hayranlıkla izleyebildik. Böylesine ülkesine, toprağına tutku derecesine bir bağlılık görmemiştim. Meğerse ne de yakışıyormuş gerillaya aşk. Gözleri güldüren, huzur veren, insanı samimi kılan aşka asıl sahip çıkan gerilla yüreğiydi. Ve bu Rêbaz’ın şahsında zuhur ediyordu. Gerilla yaşamının bir bütünü onu mutlu ediyordu. Gerilla olmak onun için bir farkındalıktı; yaşamın güzelliğinin farkındalığı…
Rêbaz uzun soluklu patikalardan yürümeye devam ederken son gün de yine şarkısını dağlardan esirgemeden bağıra bağıra söyledi. Bu onun söylediği son şarkı olacaktı. Ve o bunu biliyordu. Ama şunu da çok iyi biliyordu ki bu patikalarda her zaman dile gelecek onun güzel şarkıları. Dağların eteklerine nakşedilmişti onun sesi. Şarkının ezgileri takılı kalacaktı sonsuza dek patikaların kenarlarında bulunan çiçeklere…
Mücadele Yoldaşı
Jiyan Tekoşin
Uzun uzadıya geçen
Bir zaman diliminin
Kıyısına köşesine sığınmaktayım
İstediğim sadece küçücük bir an
Küçücük…
Ben o anda varolmak istiyorum
O anda tüm zamanları içime sığdırmak
Zamana sığmak istiyorum
Artık anlamsızdır benim için
Akrep ve yelkovan
Gün, ay ve yıllar
Sadece o an’ı yaşamaktır
Bütün çabam
Çünkü ben zamana sığmam…
Tenimize güneşin son ışınları vururken ve evren tenimizde sıcaklığı bulurken yol aldık varacağımız yere… Sırtımızda azımsanmayacak bir yük, bu yüzdendir bedenimizden toprağa dökülen terin yoğunluğu. Belki de bu yüzdendir hep yeşil olması dağların. Bu yeşilliğin içinde yol almak güzeldir. Çünkü doğa sadece kendi kokusunu yaymaz ortama, doğa emekle varolmasını bilenlerin teninden aldığı kokuyu da paylaşır bizlerle. Belki bu yüzdendir bir türlü el etek çekmeyişimiz bu topraklardan.
Bu topraklara atılan ilk adım ne de heyecan vericidir. İnsan yüreği bir türlü o heyecanı bastıramaz, yüreğine seslenir durursun, sakin ol her şey yolunda dersin ama o bunun böyle olmadığını bilir. Her şeyin belirlenen yoldan çıktığını ve kendisine yepyeni bir yol bulduğunu bilir. Bu yüzden durmadan titrer anlamaya çalışırken olup biteni…
Welat…
Yürüdüğümüz yol boyunca anlamaya çalışıyordu. Ama bunun yanında kavramaya, beynine ve yüreğine sığdırmaya çalışıyordu her an’ı her mekanı…
Yeni atıldığı bu yaşam onu öylesine büyülemişti ki, attığı her adımın hakkını vermeye çalışırcasına sorular soruyordu. Sonra da kendi kendine cevaplıyordu sorularını. Patikaları arşınladığımız her anda onun yürek atışlarını kendi yüreğime yakın bir yerde hissediyordum. Bana biraz dizginlediğim ilk anlarımın heyecanını hatırlatıyor ve yaşama karşı yitirmediğim o heyecanı yeniden hatırlayarak yaşamanın bedenimde, ruhumda yarattığı dinginlikle yola devam ediyordum.
Onunla yaptığım bu ilk yolculuğun sonunda elimden geldiğince gözlerinin içine bakmaya çalıştım. Anlamlaştırdığı yaşam göz bebeklerinde yaşam bulmuştu. Ve ben orada anlam bulan yaşamı hafızamın bir köşesine yerleştirdim.
Yıllar sonraki karşılaşmamızda yaptığım ilk şey onun gözlerine bakmak oldu. Yitirdiği bir şeyler var mı diye. Yanılmamıştım. Hiçbir anlam yitimi yoktu o gözlerde, tam tersine daha da bir parlıyordu. Yaşama dair kurduğu her cümlenin heyecanını yansıtıyordu gözlerinde. İşte buydu. Dünyayı ve evrenimizi aydınlatan ışık buydu. Güneş ise sadece bu ışığın yayılmasına sebep oluyordu. Vedalaşırken ellerine dokundum. Avuçlarımın arasında nasır tutmuş bir avuç. O anda zihnimde güzel insanın şu sözcükleri belirdi: “ellerinizdeki nasırlar özgürlük temelindeyse o en büyük özgürlüktür.”
Biliyordum o ellerin bir gün özgürlüğü yaratacağını.
Son karşılaşmamız bir fotoğraf karesinde gerçekleşti. Aynı gözlerle gülümsüyordu.
Elleriyle yarattığı özgür yaşam yalnız onun bedenini değil tüm evreni güzelleştirmişti.
Welat, ne evrene ne de zamana sığmıştı.
Evreni ve zamanı kucaklayarak özgürlüğe yol almıştı…
Dersim UĞUR KAYMAZ
İro ez li warê wî yê ku bi sala lê şerê azadiyê dayî, Botanê me. Jibo bîranîna vî fermandarê min ê mêrxas, bi çend gotinan be jî, ez dixwazim wî bi bîrbînim. Bi rastî jî anîna ziman a rastiya vî fermandarê mezin, zehmete û barekî giran e.Jiber ku ez çiqas bînim ziman, ewê kêm û nebesbe. Rastî û dîroka Heval Xebat anîna ziman, pêwîste ku mirov dîroka Botanê bîne ziman. Ji ber ku wî li ber her daristanek, kevirek, avek, girek, geliyekî Botanê şopa xwe ya bi nirxê giranbiha hiştiye. Ez û wî 12 salan bi hevre li Botanê me rêveberî kiriye. Em çiqasî li herêmên cûda bin jî, lê em li eyaleta Botanê bûn û gelek caran em digihiştin hev û me xebatên xwe bihevre pilansazî dikir. Ji ber vê ez dibêjim, gelo ezê karibim vî erkê xwe yê li hemberî vî fermandarê mêrxas û giranbiha bînim cih? Gelo lêhûrbûna min û derfetê ku hene, wê têrî vê bike ku ez bînim ziman? Gelo hêza min a nivîsandina vê jiyana dewlemend wê têrî bike ku ez bînim ziman? Wek van bersivdayîna gelek pirsên din, jibo min ne hêsane. Rastî jî Heval Xebat dîroka şerê me yê çekdariyê, di nava xwe de gelek tiştên giranbiha hene. Her tim wî bi beza xwe ya ciwantiyê dibeziya azadiyê û ti carî zindîbûn û coşa tekoşînê ji xwe kêm nedikir. Pirtûk, lênûsk, rojnivîsên wî, di mejiyê wî de bû û te çi jê bipirsiyana, wî di cihde bersiva te dida, ewqasî pêgihiştî bû. Bi xebata xwe a şer, tirs û xof xistibû dilê dijminê xwe. Bi zîrekî û zindîbûna xwe, him li hercihî bû û him jî li ti dere nebû. Rêgezî, pîvanê gerîlatiyê di şoreşgertiya xwe de, tim dijiya. Temenê xwe bi giranî di nav şerê germ de û li Botanê derbas kiribû. Ew pisporê hunera şer û gerîlatiyêbû û bi taktîkên xwe yên şer tim dijminê xwe dixapand û ew vala derdixist. Di kîjan demê de û li kîjan herêmê çi taktîk pêwîste bihatanameşîn, wî baş dizanî û ti car dijmin nedigihaştê. Dijminê xwe vala derxistin û pilansaziya xwe serkeftî meşandin, mijara herî zêde ku Heval Xebat têde pêşketî bê. Kûr bûn û pêgihiştiya wî ya ewqasî xurt, hunara şer di keseyeta xwe de rûniştandin, tecrûbeyên wî yên di şerê germde girtibûbûn. Ji pir pirtûk xwendinê zêdetir ji fikrê RêberAPO û li ser hunera şer û piratîka ku wî jiyan kiribû dikir yek û jê hêzek xurt çêkiribû. Dersa xwe tim ji piratîka xwe û ya hevalê xwe digirt, yanî watedayîna xebat û jiyana gerilatiyê, wî pir baş dijî û encamêngirîng jê derdixist. Li ku derê û çi demê ku çi dîtibû û jiyabû, di bîra wîde zindî û teze dima û van bîranînên xwe bi hevalan re parve dikir. Tiştê ku bi salanjiyabû û dîtibû, wek ku niha hatiye jiyîn, vekirî û zelal tanî ziman ji hevala re. Wek Heval Xebat ku tecrubeyê xwe bi hevalê xwere parve dike, min pir kêm heval dîtin. Ji ber vê tevahiya hevalan jê hezdikir û ew bi sebr guhdar dikirin. Heval Xebat xwedî gotin û emelê wek hev bû, heta ez dikarim bêjim ku emelê wî ji axaftina wî zêdetir bû. Wek pîvaneke tekoşervanê PKK’ê ku, bi qasî dike diaxive, bi qasî ku diaxive xebat dimeşîne, ev di kesayeta Heval Xebat de baş hatibû rûniştin. Li dijî van nêzîkbûnên newekhev, xwedî helwesteke rêxistinî bû. Di rexnekirinê û rexnadanê de, ew pir dilnizm û dilpak nêzdibû û tim berjewendiyên tevgerê difikirî û helwesta xwebi vî rengî dinanî ziman. Ev û wek van nêzîkbûnên hêja bûn ku tevayê hevala ew qebûl dikirin û wek fermandarê bijarte didîtin. Heval Xebat biqasî fermandarekî di hunera şerde xurt û zîrek bû.Ewqasî jî wek şervanakî tim di şeran de jî li pêşbû. Di gelek tevger û çalakiyên serkeftî yê Heval Xebat de, ev rihê ku tim di nav şerde bi hevalan re bû û mijûliya wî ya bi şerve bû. Dema ku şervanak bibînê ku fermandarê wî li ser hunera şer lêhurbûn çêdike û pêve mijûl dibe, ewjî xwe li gorvê amade dike. Heval Xebat bi tecrubeyê xwe yên ku li çiyayê Kurdistan’ê, bi gerilatiya xwe jiyabû, jibo me teva dewlemendiyek bi ronak bû. Ji bervê jî tiştek nemabû ku wî nejiyabû. Wî wêrekî û tirsonekî, fedaîtî û îxanetî, dilxweşî û dilnexweşî, birçîbûn û têrbûn, camêrî û hovîtî, welatparêzî û sîxurtî, ronahî û tarîtî, bihar û zivistan, û wek van gelek tişt dîtibûn. Heval Xebat di nav van de kesayeteke dewlemend a pijiyayî çêkiribû.
Heval Xebat di sala 1996’an de bi tabûrek heval re, di zivistanê de ji Botanê derbasî eyaleta Mêrdînê bû. Armanca vê tevgera ku Heval Xebat berpirsyariya wê rakir, artêşa dewlata Tirk a dagirker xafil bigre û derbeyên mezin lêbide. Ji ber ku dijmin tim dizanî ku heval zivistana di qampadene û li Mêrdînê tim hindik gerila hene, berovajiyê vê di bin fermandariya Heval Xebat de, tevgereke leşkerî û şoreşgerî li ser dagirkerên Tirk ên Mêrdînê ve hat pêşxistin. Ev tevgera giranbiha ku dijmin bi derbeyê giran hat lêdan, tirs û xofek mezin xist dilê artêşa Tirk. Ev tevger ji ber ava Dîjle û Kerboranê destpê kir û heya Bagok, Omerya, Hebizbîna, Mawa û Gabarê gelek çalakiyên ku dijmin neli bendê bû, serkeftî hatin pêkanîn. Yek ji van çalakiyan jî, girêdayî Kerboranê girê ku leşkerê Tirk girtibûn ê gundê Tîrûwa, gerila girtibû ser û serobino kiribû. Di vê çalakiyê de gelek leşkerên Tirk hatibûn kuştin û gelek çek, alavên leşkerî ji ser wan hatibû rakirin. Yek ji van çalakiyan a herî mezin jî, li ser navçeya Stewrê ya Mêrdînê bû. Ev çalakî jî bi fermandarî û kordîneya Heval Xebat hat pêkanîn. Çalakî bi tabûra ku bi Heval Xebat rebû û tevlîbûna hevalê eyaleta Mêrdînê re, hatibû kirin. Di nîvê zivistanê de bi gelek baska êrîşî tevayî saziyên dewleta Tirk ê hindur û derdorê navçeyê kirin. Dibin fermandariya Heval Xebat de, gerilayên azadiya Kurdistanê navçe giştî xistin destê xwe. Heval çend seeta di navçê de man û gelek alavên leşkerî ji ser dijmin rakirin. Piştî vê çalakiya serkeftî, heval ber bi sibihê derketibûn çiyayê Deleverya ya ku li pişta navçeya Sitewrê bû. Bi ronahiya serê sibehê re, bi leşker û xayînê dewleta Tirk, ji çar aliya ve hatibûn operasyonê û bihevalan re ketin şer. Belkî cara yekem bû ku li eyaleta Mêrdînê şerek wiqas berfireh û bi roj, ji sibihê heya êvarê dihat jiyîn. Ev şer tirsek mezin xistibû dilê artêşa Tirk xwe bi xwe gotibûn; ev çi hêz e û ji ku hatiye? Bi vî awayî dijminê me metelbûna xwe anîbû ziman. Çiyayên Mêrdînê -dervî Bagokê- ji bo şerê bi roj û dirêj dest nade. Lê li vir fermandarê mêrxas, Heval Xebat hebû û ev şer tev wî kordîne kiribû. Ew bi xwe jî dinav vî şerî de bû û hevala tev jî moralekî mezin jê girtibûn. Bi taybet ev şerê ku bi roj hatibûjiyîn, biqasî çalakiya artêşa Tirk şikandibû û moralekî mezin dabû tevayê hevalan. Ji ber ku ev cara yekem bû ku çalakiyek û şerekî wisa bi roj dihat jiyîn, artêşa Tirk şaşopaşo kiribû û pir tirsandibû. Heval Xebat piştî vê çalakî û vî şerî, hêza xwe kiribû du parçe, yek ji vê heval Şehid Hesan pê re diçe û ew dizîvirin Omeriya. Beşên din jî Heval Xebat bi wan re bû, hatin herêma Hebizbîna û ji wir jî hatin cem me herêma Mawa. Li gel Heval Xebat fermandarê hêja hevalê Ferhat ku di sala 1997’an de li Cudî şehîd ket û Hevalê Berxwedan ku ewjî di 3’yê sibata 1999”an li Mawa şehîd ket jî li gel bûn. Li gel min jî Hevalê Rustem Cudî hebû ku ew jî di sala 2011’an de li Xakurkê şehîd ketî hebû. Heval Xebat di derheqê meşa xwe ya li eyaleta Mêrdînê agahî dame. Çalakî û şerê ku hatibûn jiyîn bi mere, bi rukenî û zimanekî şîrîn parve kir. Bi rastî jî meşa Heval Xebat a azadiya Kurdistanê ya li Mêrdînê, serkeftîbû û pir giranbihabû.
Bi hatina cem me ya hevalan berfek zêde li gel me barîbû û me nikarîbû ku em li Mawa zêde tevbigerin. Wek tê zanîn Mawa wek kevanekê li derdora ava Dîjle dizîvire, kêm car berf lê digire. Em li bendî helandina berfê bûn ku li vir jî çalakiyeke serkeftî bikin. Jibo me jî derfetekî hêja bû ku Heval Xebat û bi Bêlukek heval re li gelmebû. Piştî ku berf hinek heliya me xwest ku em çalakiyek bikin, me hewl da lê li gor ku me dixwest bi serneket, ji bertengiya deme, Hevalê Xebat neçar ma ku derbasî Gabarê bibe. Rastî jî çend rojên ku em li gelhev man, bi şitexaliyên xweş ên Heval Xebat û Heval Rustem,kefxweşiyek mezin bi me û tevayê hevalan re çêkir. Hevalê Xebat meşa xwe ya Mêrdînê bi dawî kiribû û derbasî Gabarê bû. Heval Xebat tenê ne ev meş, bi dehanmeşen azadiyê yên wek vê ku jê re fermandarî kirye û serkeftî meşandiye hene. Ev meşa xwe li tevayê Botanê, ti cih nema ku ew lê negeriya û nedîtibe. Heval Xebat tenê ne li Botanê, heya eyalete Xerzan û a Amedê jî çû û geriya. Heval Xebat çiqas geriyabe coş û morale wî jîewqas mezintir dibû. Jixwe herkesî nikarîbû pêre bimeşiyana, ewqas zindî û zîrek bû. Yek ji taybetmendiyên Heval Xebat ya din jî, nêzîkbûna xwe ya gelêrî bû. Ewqas bi gelre di nav danûstandinekegerm û berpisyar debû ku gel tev pêve hatibû girêdan. Rastî jî wî jibo gel hertiştî dikir û li hember nirxê gel pir bi rêzbû. Bi taybet wî pir ji gelê Botanê hezdikir û gele Botanê jî pir hijê dikir. Ew tim li hember alîkarî û xizmeta gel ji şoreşê re ku dikirin, bi hurmet bû û jibîr nedikir. Belê, ew bi sala ku dinav vî gelê welatparêz de, bi nanê wan gerilatî kir û di famkirin û zanebûna vêde bû. Jixwe ev girêdana wî ya bi van nirxên gelve bû ku, derbên mezin li dijminê wan dida û tola wan a hezar salan radikir. Wî dîroka berxwedana gelê Kurd baş şopandibû û wek ciwanekî Kurd, bi berpirsiyariya tolhildsnê û azadkirina gelê xwe tevdigeriya.
Gelek car em bi hevre ketin civîn û konferansan û di tevan de jî xwedî rexne û rexnedanê de bû.Rexneyên wî ji boyî şaşîtiya rake û pêşveçûnê çêke bû. Rastî jî ew fermandarekî şerker bû û ji şer baş famdikir. Payîza sala 2005’an em li Gabarê li gel hevbûn û me çalakiya ser qeraqola Zivingê bi hevre pilankir û pêkanî. Wek tê zanîn ev çalakî pir serkeftî bû û artêşa Tirk derbeyek mezin xwaribû. Di vê çalakiyê de fermandarê leheng û pir hêja, Heval Sebrî Gulo û Heval Rûbar Bismil şehîd ketibûn. Hevalan qereqolê bi giranî ruxandibûn û girê parastina qereqolê digirt jî bi tevahî ketibû destê hevalan. Tişta ku niha tê bîra min, 10 çek û heya ku hevala karîbûn rakin alavên leşkerî ji ser wan rakiribûn. Rista Heval Xebat di serkeftina vê çalakiyê de zedêbû. Herî dawî em bi hevre wek delegeyên Botanê, destpêka sala 2007’an tevlî konferansa HPG’ê ya 4. bûn. Piştre em demekî li Ocaxa PKK bi hevre man, herî dawî jî me li Civîna Konsêya Leşkerî ya HPG’ê ku di zivistana sala 2010-2011’an de ku çêbû me hev dû dît û nîqaşên me yên dirêj bi hevre çêbûn. Êdî ji vir û şûnde min ev fermandarê mêrxas nedît. Piştî ku çû xebatên Rojavayê Kurdistan’ê, min ti car hêvî nedikir ku ev şoreşger û fermandarê mezin şehîd bikeve. Tenê ne ez hemû hevalên wî şaş mabûn û nelibenda bûyareke wisa bêbext bûn. Bi alîkariya xayînên Kurd, dijminê ku mirovatiyê nasnake, ev xweşmêre ku jibo mirovatiyê nirxekî giranbihabû bi awayekî hovane qetil kirin. Heval Xebat biqasî jibo gele Kurd dewlemendî û nirxekî giranbihabû, jibo tevahî mirovên azadîxwaz jî, wiqasî nirxekî pîroze. Heval Xebat ji salên 80’yî heya niha, ew têkoşervanê azadî û wekheviya mirovatiyê bû. Bi salan Heval Xebat di wan çiyayên zorde bêxwarin, bêav, bêcil, bê pêlav, bê şûştin, bê xew ma lê wî dev ji tekoşîna azadiyê berneda. Em wek şervanên Heval Xebat soz didin ku emê bîranîna wî ku tim pêşiya me ronî dike, ji bo xwe ferz bikin. Her ciwanekî Kurd ku wijdan pêre hebe, ewê doza vî mêrxasê mezin bişopîne û layîqî fedakarî û nirxê wî bin. Ev deyn, deynê stûyê hemû mirovên kurd ên welatparêz e. Şewqa fedakarî û mêrxasiya Heval Xebat, rêka me ya azadiyê ronî dike. Emê di vê ronahiyê de bimeşin serxwebûnê, hêza me ya herî mezin jî wê ev be. Careke din ez dibêjim ku emê girêdayî nirxê ku we avakirin bin û em soza vê didin.
Heqî Mêrdîn
Ahmet Cudi yoldaş Silopi’de özgürlük mücadelesi saflarında bedel ödemiş yurtsever bir aile ortamında doğup büyümüştür. Verilen bedellerin ne olduğunu anlamak için babasının 1994 yılından onun gerillaya katıldığı 2011 yılına kadar faşist Türk devletinin zindanlarında tutulduğunu bilmek yeterlidir. Sonrasını o da tam olarak öğrenemedi belki. Ayrıca yakınlarından gerillaya katılan ve canını bu uğurda verenlerin olduğunu eklemek de verilen bedelleri biraz olsun anlatır.
Direniş kalelerinden Silopi’nin yine yurtseverliği ve direnişçi kimliğiyle nam salmış Sperti aşiretindendir. Bu aşiretin Koçer (göçebe) kökenleri bilinir.Bu köken Silopi’de ayrı bir niteliğe bürünmüştür.Bugün düşmanın amansız saldırıları karşısında öz yönetim talepleri eşliğinde taş atan, barikat kuran, onurlu yaşam ve özgürlük için her biçimde direnen çocukların ve gençlerin bir kısmı bu aşirettendir mutlak. Başka aşiretlerle bir çelişki ve çekişme varsa neredeyse bu mücadeleye kimin ne kadar katkı sağladığı üzerinden ele alınabilir. Yani ortada yine bir aşiret çelişkisi var ama tümden bambaşka anlamlarla karşımıza çıkar. Birbirini yok sayma temelli değil, tamamen ulusal özgürlüğe dayalı olarak kimin ne kattığı üzerinden bir sorgulamayla dururlar orada, biz onları tanımlamaya çalışırken.
Beş çocuklu bir ailede büyüyen Ahmet yoldaş on yıl öğrenim görür, inşaat işlerinde çalışarak da ailesine yük olmamaya çabalar. O koşullarda tüm yaşıtları gibi mücadeleye de elinden geldiğince katılım sağlayarak kendisini adım adım dağa getirecek sürecin kilometre taşlarını örer.
Gerilla saflarına geliş amacının özgürlük mücadelesinde hiç ödün vermeden yürümek olduğunu daha baştan gösteren Ahmet yoldaş ilkin kaldığı Gare alanının hemen ardından savaşın tüm hızıyla yürüdüğü Zap alanına geçer. Yoldaşlarının deyimiyle mücadele ruhuyla dolu bir Kürt genci olarak hafızalara kazınır.
Kısa süre içerisinde yaşamı, örgütü, pratiği öğrenir, uyum sağlamakta zorlanmaz. Bulunduğu birliğe moral ve coşku aşılayarak renk katmasıyla ayrıca dikkatleri üzerine çeker. Çalışkan ve fedakârdır. Pratik açıdan güçlü olan yanlarıyla belirgin olarak gözler önündedir ve adeta tüm pratik onun önüne serilidir. Hertür çalışmaya ve eylemlere bu coşku ve yüksek enerji, üstün moralle yönelir.
Özellikle bulunduğu Şehit Rüstem alanında istekli ve coşkulu katılım sergilediğinden dolayı yeni ve olmasına rağmen 2012 yılında yürütülen devrimci halk savaşı hamlesine katılması uygun görülür. Böylece birçok eylemde ve eylem girişiminde yer alarak tecrübeler kazanır.
Kişilik olarak pratikte kendisini değiştiren, dönüştüren bir konuma ulaşarak bulunduğu her ortama uyum sağlayan, moral aşılayan, yetmezlikleri sorgulayan ve çözümleyen bir duruşun adı olur.
Rindikê karakol baskınında şehit düşen Karwan Tatwan yoldaşı her fırsatta anmaktan, onu kendisine örnek aldığını, izinde yürümeyi ilke edindiğini ve ona layık olacağını dile getirmekten geri durmaz. Çünkü gerillacılık yaşamında en fazla Karwan arkadaşla beraber kalmış, bu nedenle ona bağlılığı gelişmiştir. Karwan arkadaşın ataklığını, cesaretini ve intikam ruhunu adeta kişiliğine yedirmiştir. Karwan arkadaşın bir yoldaşı olarak bütün eylemlerde ve pratik çalışmalarda ön saflarda yer alarak partinin militan özelliklerini kendisinde oluşturmuştur.
Ahmet yoldaşı yitirdiğimiz Karataş eylemi kışın oldukça zorlu günlerinde gerçekleştirildi. Buna karşın eylem hiçbir ikircikliğe yer verilmeksizin gerçekleştirildi. Bu gerçekleşmede üstün morali ve her koşulda yoldaşlarını harekete geçiren canlılığı ve cesaretiyle belirleyici olan Ahmet yoldaşın da rolü vardı. Yaralanan yoldaşlarını silahının zorlayıcı olmasını hiçe sayarak kurtarmak için uğraşırken düşmana hedef oldu. Aslında o kendisini kurtuluş umudunun oldukça az olduğu koşullarda diğer yoldaşlarını kurtarmak için hedef yaptı. Kendini feda ederek kalan yoldaşlarını kurtarmak istemesi oldukça dokunaklı bir durumun ortaya çıkmasına yol açtı.
Karataş eyleminde şehit olan yoldaşlarımızı bir kez daha saygı ve minnetle anıyor, bu kahraman yoldaşlarımızın mücadelelerini zafere taşıma sözümüzü ve kararlılığımızı bir kez daha yineliyoruz.
Mücadele Yoldaşları
Jiyan heval, Karakoçon'a bağlı Komık köyünde orta halli bir ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Bingöl'de gece bekçilik yaptığı ve ağabeyleri orta öğretimlerini Bingöl'de sürdürdükleri için evlerini Bingöl'e taşımış ve jiyan heval yaşamını burada devam ettirmiştir. Yanlızca babasının çalışması durumlarını zorluyordu. Yazları köye gidip birkaç inekten sağladıkaları sütten kış için peynir, çökelek gibi ürünleri elde ediyorlardı. Yedi sekiz yaşlarından sonra yazlarını köyde geçirmeye başladı. Ağabeylerinin biri hastalıktan ölmüştü. Büyük ağabeyi İstanbul'da hem çalışıyor hemde öğrenimini sürdürüyordu. M.Hayri Durmuş heval Ankara'da Hacettepe Tıp Fakültesine başlamış, mücadele ile bağlarını kurmuştu. Bir ablası evlenmiş şehit Hüseyin Durmuş heval öğrenimini görüyor, bir yandan da aile ekonomisine katkıda bulunmak için çalışıyordu. Jiyan hevalin küçük iki kız kardeşi daha vardı. Yaşam ona ağır sorumluluklara yüklüyordu.
Ulusal kurtuluş mücadelesinin gelişimi ile birlikte Jiyan hevalin ailesi artık bir örgüt ailesine dönüşmüştü. Arkadaşlar sık sık gelip Jiyan hevallerin ailesinde kalıyorlardı. Jiyan heval arkadaşların ihtiyaçlarını karşılar bir taraftan da okurdu. 1976'da Hayri arkadaş Suruç'ta tutuklanıp Diyarbakır'a götürüldüğünde ortaokul birinci sınıfa başlayacaktı. Bundan çok etkilenir. 1977'nin sonunda Hüseyin heval yakalanır. Aile sorunlarını çözmeye ve daha fazla okumaya incelemeye yönelir. 1978'de Jiyan heval, artık çevresine devrimci düşünceleri yayamaya çalışır, okulda saygı duyulur.
Okulda başarılıdır, hırslıdır. Düşmüş, düşürülmüş yaşama öfkelidir. Hüseyin heval liseyi bitirmiş, profesyonel olarak faaliyet yürütmeye başlar. Fakat ailesi onu mücadeleden koparmak için evlendirir. Jiyan heval yengesini de mücadeleye çekmek için uğraş verir ve boşanır. Daha sonra aile yurt dışına çıkarak onu da evlendirmek ister. O, ise - ben yurt dışına çıkmam, evlenmek isteyen ülkeye dönsün, der ve bu sözlerin gereklerini de yerine getirir.
Herkesin mücadeleden kaçtığı karanlık cunta yıllarında o düşünceleri etrafına yaymaya çalışır. Hayri heval düşman zındanında, Hüseyin heval ise kırsalda şehittir artık. Cunta döneminde kendisi de zindana düşer. Elezığ cezaevinde üç yıla yakın tutuklu kalır ve en ağır işkenceleri görür. Ama direnir, kararlılığından taviz vermez. Zindanda gönderdiği mektuplar ile düşmanı teşhir eder.
Jiyan heval 1983'te bırakıldığında mücadeleye katılma düşüncesini pekiştirir. Ailesi zindanda sürekli kendisine yardımcı olmuştur. Bu kez ailesi ile çatışarak değil, onları ikna ederek mücadeleye yöneltir. Bu dönemde ülkedeki keşif grupları silahlı propaganda birlikleri ile ilişkiye geçerek, kırsalda belli bir süre kalır. Daha sonra Önderlik sahasına geçti. Bir iki devre Önderlik sahasında eğitimini tamamladıktan sonra Küçük Güney'de propaganda ve örgütsel faaliyetlere katıldı. 1987'ye kadar burda kaldı. 1987'den 1988 ilkbaharına kadar yeniden Önderlik sahasında kaldı. Eğitimde başarılı arkadaşlardandı. Daha sonra jiyan heval 1990'ların sonrına kadar çeşitli örgütsel faaliyetlerde bulundu. Daha sonra metropollerde çalışırken 1991'de İzmir'de yeniden tutuklandı ve bir yıl zindanda kaldı. Daha sonra Önderlik sahasına gitti 1992'de. Eğitimden sonra Dersim eyaletinde görev aldı. Burayı tanıdığından buraya mücadele katmada büyük rol oynadı.
Ağustos 1995 tarihinde düşmanın düzenlediği bir operasyon sırasında gerilla grubuyla birlikte direniş gösterir. Bulundukları mağra düşman tarafından sarılır. Jiyan yoldaş, şehit yoldaşları, büyük öncüsü olan M. Hayri Durmuş ve Hüseyin Durmuş'un anılarına olan bağlılığına mücadeleye olan inancına ve Önderliğe verdiği söze layık olma yemini eder. Düşmanın tüm teslim ol çağrılarını reddeder. Ve büyük yaşam ve onur savaşçısı olarak son bombasını yüreğinde patlatarak, özgürlük bayrağını yoldaşlarına devreder. Teslim olmak yoktur bunu PKK direşçilerinden öğrenmiştir. Ve Jiyan heval öğrendiklerini yaşamsal kılmıştı hep. Bukez de böyle oldu. Yaşamı yüreğinde yaratarak bizlere sunan Jiyan hevalin bayrağını devralıyor ve bu özgürlük maraotonunu başarıyla bitireceğimize söz veriyoruz. Şahadetiniz önünde saygıyla eğiliyoruz.
Mücadele Arkadaşları Adına
Rozerin
Düşman güçleri, hasımlarının kendilerini yenerek ondan aldığını alma ve bu gidişatı -kader denileni tersine çevirip, birbirini etkisiz kılma çabası içinde olurlar. Savaşlar genel anlamda böylebilinir.Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi’nin içinde olduğu mücadele de, milat olarak bilinen 15Ağustos 1984 günüde böyle bir başlangıçtı. Artık bir şeyler değişmişti.Kürtlerin dilinde “kader” denilen; “Hayali Kürdistan burada meftundur” biçimindeydi. Asıl savaş,buna karşı verilecekti. İşin teknik yanı fazla önemli değildi. Bu kabullenişi bilinçte, ruhta yıkmaktı. Onun için buna,15 Ağustos ruhu iradesi denilmiyor mu? Bu ruha ivme kazandıranlar da, bu irade ile tanınmıyor mu? Hayri, Kemal,Mazlum, Agit, Erdal...ve daha ismini yazamadığımız binlerce Şehit yoldaşlar…Doğayı belirsizliklerle ifade edebilirsiniz, ama bir halkın kaderinin söz konusu olduğu bir davada,böyle bir şansınız yoktur. Tarihte var olan gerçeklik; Kürtçe bir sıfatla, ‘Jîr’ kalplerin dayanabileceği bir sorumluluk gerektiriyordu. Tarihin talihsizliğinden kaynaklı ‘Sıfır teori’ şansınız yolları belirsiz kılarken, Önderliğin deyimiyle;“Tarihin çalar saati” mücadeleyi gösteriyordu.İçte iki örs arasındaki düşünen beyin şansı dediğimiz bu anlar, bu koşulları kaldırabilecek insan ve insan iradelerini yaratır. Temel taşlarını hatta mücadele felsefesini Haki Karer’den alan irade,fedailik ve ölümsüzlük diyalektiğini ‘Şehitler Partisi’ biçiminde formüle edecekti. Zindan direnişçiliği yeni bir kimlik, ruh ve irade, tavizsiz bir direniş felsefesi hazırlamıştı: “Yaşamak Direnmektir”,“Yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyorum”,“Mezar taşıma Kürdistan’ın borçlusu yazın...” Bu sözler, onların mücadelesini omuzlayanların yüreğinde ve beynindeki en canlı yasalardı.Komutan Agit, Bêrîvanlar, Zekiye Alkanlar,Rahşan, Zîlan, Ronahî ve Erdallara kadargelen bu gelenek, böyle bir temelin üzerinde mücadeleyi büyüttüler, bu mirası devralıp ardıllarına bıraktılar. İşte Komutan Erdal’da bu geleneğe denk gelebilecek güçlü özelliklere sahipti.
Bıçak Sırtında Bir ‘Botanlı’…
Erdal’ın katılım hikâyesi: Katılmadan soru sormaktansa,katılmakla kendi kendisine sorduğu
sorulara doğru cevabı bulmaktı. Belki de bu algılama biçimi, onu çok erkenden dağla buluşmaya ve bütünleşmeye götürdü. Bir düşünün Avrupa’da büyümüşsünüz, Kürtçe bilmiyorsunuz ve Botan gibi çetin bir alanda gerillacılık yapıyorsunuz. Botan -ki apayrı bir dünya gibidir-yaşamın adeta bıçak sırtında yürüdüğü bir coğrafyadır. Sürekli kimlik arayışında olan ve hiçbir zaman yaşadığı Avrupa kültürünü benimsemeyen Komutan Erdal için, bu büyük bir buluşmaydı. Yaşamı korkunç gözetleyen Erdal,direniş geleneğinden alması gerektiği kadarını aldı ve özümsedi. Kendisine ve yaşama çok yönlü bakmayı bildi. Toplumsallığın yasalarını herbireyin, her zeminin özgünlüklerini keşfederek,yaptı bunu. Dogmatik olmamasının bir sebebi de buydu. Nerden hangi şeyi ne kadar almalıyım?sorusu, O’nu tek yönlülükten uzaklaştırarak, çokyönlü düşünmesine götürdü. Erdal’a baktığınız da, O’nu Botan’lı sanırdınız. Botan halaylarını bir Botan’lı kadar iyi biliyor, gerilla halaylarında
moral ve coşku kaynağı oluyordu. Pratik katılım düzeyi ve araziye hakimiyeti çok ileri düzeydeydi.Gerilla savaşlarında araziyi bir çoban kadar tanımanız, bir dağ köylüsü kadar en sarp dağları aşabilmeniz lazım. Bununla her an karşılaşırsınız.İşte Erdal’da o toprakların her taşını, gözü kapalı bulabilecek kadar iyi tanıyordu Botan’ı.Yine bir Botan’lıdan daha fazla o coğrafyanın ayrıntılarını bilirdi. Bazı yerlerde kaya isimleri bile vardır. Erdal arkadaş isimleri o bölgeden biri gibi telaffuz ederdi. Bu anlamda derin bir yurtseverliği vardı.
Bin Kişiyi Saklar İzini Kaybettirirdi
Arazi; kapılarını kendisini sevenlere açar, sevenlerini korur. Zaten savaş, bir nevi düşmanı arazi ile vurmaktır. Bunu en iyi komutanlar yapar.Botan’da bin gerillayı Komutan Erdal’a verseydiniz,arazide üstlendirir, izlerini kaybettirirdi.Gittiği sahaların koşullarını tahlil ederek erkenden kavrayan, kendi katılımını sahanın koşullarına ve ihtiyaçlarına göre hızla ayarlayabilen ve hiçbir şekilde rehavete kapılmayan bir özelliğe sahipti. Kişiliğini sürekli kontrol altında tutuyordu.En rahat ve esnek ortamlarda bile resmiyeti,disiplini ve ciddiyeti elden bırakmıyor, bunu uygularken son derece rahat ve çekici de olabiliyordu.
Yine, en zor savaş ve çatışma anlarında bile çevresindekileri güldürebilecek kadar soğukkanlı
bir duruş sergiliyordu. Bu, O’nun temel bir özelliği idi. Taktik ve komuta özellikleri anlamında,kördüğümleri aşan, karmaşadan kurtulan, sade bir kişiliği ve özgür bir düşüncesi vardı. Birçok defa sezgisel gücünü kullanarak, uzaktaki gerilla birimlerini bile uyarmış ve kayıpların önünü almıştı. Diğer yandan size öncülük eden bir parti, bunun ideolojisi ve felsefesi vardı. Bunuda bilmeniz, yaşamanız lazımdı. Bir köylü kökenli yoldaşın bunları öğrenmesi ne kadar zorsa,bir öğrenci yoldaş için de diğeri o kadar zordu.Önemli olan ikisini bütünleştirmektir. Ama az kişi bunu yapar. Komutan Erdal, ideolojik alanda da bunu yaşamında en güçlü doğrulayan bir özelliğe sahipti. Kendisini hep eğitirdi. Bunu Botan’da yapmak, yapmaya çalışmak, kendisine sonsuz bir güveni gerektiriyordu...Komutan Agit kişiliği ve komuta tarzı olarak öne konulan plan, program, disiplin ve irade Komutan Erdal ile hayat buluyordu. Bu temelde KomutanAgit’i en iyi izleyenlerdendi. Botan, Agit’le birlikte devrimle tanıştı, ilk katılımlar O’nunla oldu.O halk, Agit’i sevdi ve komutanlığını kabul etti.
Botan milisleri hala Agit arkadaştan kalma milislerdir...İşte Erdal, Agit gibi halk kültürünü küçümsemedi,ama olduğu gibi de benimsemedi...Botan’da önemli görevler aldı. Cudi’de başarılı olmuş, örnek bir komutanlık sergilemişti. Çok genç yaşta, kongre onu Parti Meclis Üyesi seçip,Mardin Eyalet Komutanlığı’na atadı. 15 Şubat komplosunda birçok kişi şoka girerken, O kendisini en erken toparlayabilen, komployu anlamaya çalışan, yapıdaki tepki ve öfkeyi örgütlülük ve kararlılığa dönüştürebilen arkadaşlardandı.Komplodan sonra, taktik hattı en iyi yakalayan bir eyalet pratiği sergiledi. Gerillanın Güney’e çekilmesi, 7. Kongre ve sonrası ile kısa bir Avrupa süreci oldu. Tüm bu süreçlerin hepsinde tempo aynı tempo, başarısı yine tartışmasız dı...
Erdallardan Medenilere...
Hareketimize tasfiye dayatılırken, son katıldığı toplantılardan birinde söylediği, “Militan olması gerekenler, militanlığın gereklerini yapmalıdır”işte başarısını özetleyen cümle buydu...Komutan Erdal, HPG 2. Konferası’nda, Meşru Savunma Öncü Komutanı ilan edildi. Komutan Agit’in, 15 Ağustos Atılımı’nda öncü rolü oynaması gibi, Komutan Erdal da aynı ruhla kendini1 Haziran Atılımı’na hazırlamış ve meşru savunma direnişinin nasıl bir militan duruşla sahiplenilmesi gerektiğinin, somut ölçüsü ve öncüsü olmuştu. Düşmanın hareketi dağıtmaya ve bu temelde halkta umutsuzluğu geliştirmeye çalıştığı bir dönemde, HPG, Komutan Erdal bilinci, irade gücü, halka, şehitlere ve Önderliğe olan sınırsız bağlılığı, yüksek mücadele azmi, teslimiyete ve tasfiyeciliğe karşı amansız savaşçılığı ile bu sürece karşılık verdi. Erdal çizgisinden etkilenen, o ruhtan beslenen yüzlerce militan, en ön saflarda mücadele ederek, kahramanca direnip şahadete ulaştılar. Komutan Erdal’ın “Militan olması gerekenler,militanlığın gereklerini yerine getirmelidir”sözünü kendilerine rehber edinen; Şehit Dijwarlar, Serxwebûnlar, Nucanlar, Sorxwinler ve en son şehit Medeniler, Adıller, Nudalar, Ferhatlar,Kurtaylar, ve ismini yazamadığımız Şehitlere kadar uzanan yüzlerce militan, mücadelenin en zor ve en kritik süreçlerinde kendilerini feda ederek, Erdal ruhunun sürdürücüsü ve yaşatıcısı olmaya devam ediyorlar...
Dr. BAHOZ ERDAL