“Bir insanı fazla büyütürsen sen onun gözünde küçülür ve değersizleşirsin.
Hiçbir zaman kendi gerçeğini küçümseme ve kendi kendini doğru bir sorgulama ile yarat. Hiç kimse kimseden üstün değildir.
İnsan bazen hiç konuşmadan da çağın militanı olabilir.
Bizi doğru sorgulamaya götürmeyen şey sevdalı olduğumuz yanlış yaklaşımlarımız oluyor.
Bazen kendini sorguladığın zaman gerçeğin çok acı verebilir. Ağlarsın ama gözyaşı dökmeden. Oldukça sessiz bir vicdan haykırışıdır usulca içine akan. Dışarıya taşımak istemezsin yüreğini. Olur ya, felaket olabilirsin.
Bazen kendini anlatamamak kadar bireyi karanlığa sürükleyen başka hiçbir şey olamaz. Önemli olan karanlıkta bile düşe kalka yürümesini bilen mücadele kişiliğine ulaşabilmenin inancını derinleştirmektir. İnanç olmadan özgür ortam bile en ağır ve çekilmez olur.”
Gerillanın günlük olarak tuttuğu defterlerde buna benzer yazılara rastlandığı olur. Bu yazılar bazen alıntıdır, bazen başka yoldaşlarının yazdıklarıdır, bazen de ruhunun derinliklerinden süzülerek gelenlerin yansımasıdır. İsterse etkilenme sonucu olsun.
Çok da fark etmez. Başkası yazmış olsun diyelim. Bir kesişmeye işaret eder. Bakışların buluşması gibi anlamın sözle, düşüncenin eylemle buluşmasıdır. Çok değişik yerlerden kimi isteyerek, kimi hiç bilmeden bir yaşamın ortasında birbirine merhaba diyebilenlerin iç dünyasını ele verir.
İran’da sekiz yıl okul okumuş, 1985 Mahabat doğumlu Alişer’in (İdris Jaleçiyan) yukarıdaki yazısı Türkçeyi sonradan öğrenmiş birisi için iddialı sayılabilecek tümcelerle kurulduğu için hemen akla bir başkasının yazmış olabileceği olasılığını getiriyor. Ama onun gerillaya gelişi de böyle. Bambaşka bir yolculuk için sınırı geçmeye çalışırlarken sınırda bulunun PKK gerillalarıyla karşılaşmaları onlara yeni bir yaşamın kapısını aralar. Sonra da değme bir gerilla komutanı olup çıkar. Yani ölçü o değil demek ki.
Ölçü yaşadıklarımızdan ne aldığımız, karşılaştıklarımızı ne karşılığında kendimize ne kadar ait edebildiğimizdir. Alişer de gerilla yaşamıyla nasıl bir ve bütün olduğunu anlatıyor.
“Yarı yurtsever oldukları halde ailemin İran devleti ile koruculuk temelinde ilişkisi vardı. Aile ile aramda çıkan çelişkiler yüzünden aileden kopma derecesine geldim. Avrupa’ya çıkmak için bir arkadaşımla birlikte bir süre İran Demokrat Partisinde kaldık. Fakat sınıra geldiğimizde arkadaşlarla karşılaştık. Bizim durumumuzu anlayınca bizi bırakmadılar ve partiye kattılar. Yani katılımım bilinçsizce oldu.
Yeni savaşçı eğitiminden sonra gittiğim askeri taburda gerek arkadaşların benimle ilgilenmesi, yardım ve destek sunmaları, gerekse de partiyi ve Önderliği anlatmaları benim karar vermemde etkili oldu. Bu karar düzeyim de duygusal bir temele dayanıyordu.”
İşte Alişer’in yolculuğunun geldiği durağa bakarsak herhangi bir şekilde yukarıdaki yazıyla karşılaşmasını da yadırgamayız. O güçlü bir anlam düzeyine ulaşmış ve başta büyük sıkıntılar yaşarken adım adım ne için bu dağlarda kalması gerektiğini anlamıştır.
Sonrasını da kendisinden dinleyelim. Şehit düştüğü Botan sahasına gidene kadarki seyrini anlatıyor.
“İki yıl Xakurke’de kaldım. Daha sonra 2004’te Zagros alanına geçtim. Bu alanda yaşadığım pratik daha çok kaba savaş tarzına dayanıyordu. Kendimi savaş ve kaba pratik ile ifade edebiliyordum. Keyfi, kendime göre olup, örgütsel duruş anlamında ve ideolojik bakımdan yetersizliklerim vardı. Kendimi eğitmeye önem vermiyordum. Hatta tabur eğitimlerine bile doğru katılımı sağlayamıyordum. İlişkilerim de dar, ahbap-çavuş ve bireysel bir tarzdaydı. Daha çok bana göre olan kişiliklerle ilişkilenmem söz konusuydu. Örgüt ortamında kendimi ifade edemediğim için daima uzak durdum.
Pratik sürecin kişiliğimde açığa çıkardığı zayıflıkları aşmak için eğitime gitmeyi önerdim ve Mahsum Korkmaz Askeri Akademisinde eğitime alınmam uygun görüldü. Yine de akademideki duruşum çok vasattı. Her şeyden önce Önderliğin savunmalarına karşı duyarsızlığım, yoğunlaşmamam, tartışmalara katılmamam ciddi bir yetersizlikti. Her ne kadar bilgi konusunda yetersiz olsam da eğer ki biraz kendimi zorlasaydım kısmi düzeyde de olsa tartışmalara katılabilirdim. Fakat kendimi düşüncede yormamak, savunmalara karşı salt dinlemekle yetinmek öz eleştirel bir tutumu gerektirir. Buna rağmen kaba hatlarıyla da olsa bir anlama düzeyine ulaştığımı belirtebilirim.
Diğer yandan askeri eğitimlere ve branşlara katılımımın olumlu olduğuna inanıyorum. Gördüğüm askeri dersler ve branşların askerlik sanatının gelişiminde önemli bir temel ve rol oynayacağı inancını taşıyorum. Önümüzdeki süreçteki savaş pratiğinde bana yardımcı olacağı ve güç vereceği kesindir. Buradan aldığım askeri eğitimleri bir temel yapıp pratikte bu temel üzerinden yürümeyi esas alacağım.
Bana tanınan bu eğitim şansının ve HPG 5. Konferansına delege olarak katılmamın büyük değer olduğu kesindir. Konferansta HPG’nin savaş pratiğinin her boyutuyla ele alınıp değerlendirilmesinden ve eleştirilere ve perspektiflere tabi tutulmasından güçlü sonuçlar çıkardım. Ayrıca komuta ve kadro yapısında yaşanan sorunların eleştirilmesi, yeni komutan ve savaş tarzının tartışılması olumlu sonuçlar çıkarmama yardımcı oldu.
HPG’nin 5. Konferansı temelinde gördüğümüz katılım ve komutanlaşma dersleri beni en çok yoğunlaştıran ve kendime yönelmenin, kendimle hesaplaşmanın, kendimi sorgulamanın dersleri olmuştur.
Katılım dersinde bana gelen eleştiriler: Keyfilik, inatçılık, tepkisellik, örgütsel olmaktan uzaklık, kendine görelik gibi eleştirilerdir. Eleştirileri aşmak için bir yoğunlaşma içerisine girdiğimi, çaba içerisinde olduğumu belirtebilirim. Ayrıca katılım dersinde örgüt karşısında nasıl bir özeleştiri verebileceğimi anladım. Komutanlaşma dersinde ise; geçmişte yaşadığım savaş tarzındaki kaba, rastgele, kendini katmayan, siyasi süreçten ve partililikten uzak komuta tarzının aşılması gerektiği, bunun yerine yeniden yapılanma temelinde verilecek savaşın ideolojiyle ve siyasi süreç ile bağlantılı olması gerektiği sonucunu çıkardım. Yine yeni dönem komutanının emekçi, kolektif, örgütsel, ideolojik, yapısıyla bir olabilen, mütevazı kişilikle donanmış olması gerektiği inancına vardım.”
Botan sahasında özellikle askeri çalışmalara büyük bir özveriyle, sorumluluk da üstlenerek katkı sunan Alişer yoldaşı çok üretken olabileceği bir çağda yitirdik. Kendi yaptığı mayının kaza sonucu patlamasıyla aramızdan vakitsiz ayrıldı. Takım komutanıydı ve gelecek vaat ediyordu. Başta da görüldüğü gibi her alanda önemli gelişmeler sağladı. Hiç bilmeden geldiği bir savaşın içinde sağladığı bu gelişmeler bile onun ne büyük bir saygıyı hak ettiğini gösteriyor. İzinden yürüyenler oldukça gözü arkada kalmayacaktır.
Mücadele Yoldaşları
Bir devrimcinin herhalde en çok zorlandığı nokta birlikte yaşadığı, acısıyla tatlısıyla her şeyini paylaştığı yoldaşının arkasında kalıp onunla ilgili bir şeyler yazmaktır. Öyle değerli arkadaşları tanımak, birlikte yaşamak ve bunu birazcık da olsa anlatabilmek hem onur veriyor hem de diğer bir yanıyla inanılmaz duygular uyandırıyor. Elde olmadan zorlanıyor insan, onları nasıl anlatabileceğini düşünüyor ve ne yazsa da az geleceğini biliyor.
Serdar yoldaş da böyle biridir. Yazılması, anlatılması, anımsanması gereken bir yoldaştır. Onu unutturmamak bizim andımızdır.
Serdar arkadaş mücadeleye genç yaşından büyük duygularla Rojhılat Kürdistan’dan gelip katıldı. Kısa zaman içinde tüm arkadaşların sempatisini kazandı. Onu ilk defa gören bir arkadaş bile hemen ona ısınıyor ve sanki yıllardır birlikte kalınmış gibi bir izlenim bırakıyordu. Doğal olarak onu gören biri kim olduğunu merak ediyor ama aynı zamanda tanımasa da onunla rahat kaynaşabileceğini görüyordu.
Xoy kentinin Kotol bölgesinde doğup büyümüştü. Yalnızca dört yıl okul okuyabilmişti. O bölge için bunun bir açıklaması vardır. Yoksul bir bölgedir. Geçimlerinin önemli bir ayağını da halı dokumacılığı oluşturur. Ünlü İran halılarının dokunduğu yerlerden birisi de burasıdır. Çocuklar küçük yaştan başlayarak halı dokuma işinde çalıştırılırlar. O halıları dokuyanlardan birisi de Serdar arkadaştır. Bu uğraş sürekli bir noktaya bakmaktan kaynaklı olarak çok zaman geçmeden göz rahatsızlıklarının baş göstermesine yol açar. Daha on beşine basmamış çocuklarda gözlerin bozulduğuna sıkça rastlanır.
Serdar arkadaşın gözlerine biraz dikkatli baktığınızda başka gözlemleriniz de varsa bu ayrımı yapabilirdiniz. Gözlerindeki umutlu sevgi parıltılarını ve coşkuyu da aynı bakışlarla yakalamak mümkündü
Serdar yoldaş bulunduğu ortamda neşe, moral kaynağıydı. Tüm arkadaşlarla ayrım yapmadan, fark koymadan ilişkilenebiliyordu. Yüzünden gülücük eksildiği görülmezdi. Biraz çocuk saflığındaki bu gülüşler onun gözlerinin içine, karşıdakilerin de yüreğine işlerdi. O kadar dizginsizdi. Hiçbir hesabı, kaygısı olmadığını bu gülüşleri bile anlatmaya yeterdi. Ne zaman, hangi koşul olursa olsun onu gülerken görebilirdiniz. Bulunduğu ortamda kahkahaları adeta kulakları çınlatırdı. Kahkahalar varsa, neşeli bir ortam oluşmuşsa orada Serdar arkadaşın bulunduğu anlaşılırdı. Bu aynı zamanda kampa ne zaman sessizlik çökse Serdar arkadaşın göreve gittiği ya da o anda hazır olmadığı anlamına gelirdi. Bunlar bizde boşluk oluşturan ve Serdar arkadaşın dönüşünü beklediğimiz saatler olarak kayıtlara geçerdi.
Katıldıktan kısa bir süre sonra yaşamdaki duruşu dikkate alınarak ve fedailik esaslı önerisi üzerine geldi. Her tür çalışmaya büyük bir özveri ve yukarıda sözünü ettiğimiz canlılık temelinde, varlığını sonuna kadar hissettirerek, adeta ortamın olmazsa olmazı biçiminde katılarak hızlı gelişme gösterdi. Dönemsel olarak Zagros alanına pratik yürütmeye gitti. Orada eylemlere katıldı. Cesaretiyle ve fedakârlığıyla övgü topladı.
Serdar arkadaş gençti. Kanı kaynıyordu ve savaş alanlarında çok aktif bir konumda olmayı istiyordu. Bu nedenle durmadan kuzey alanlarına gitmek için öneri geliştiriyordu. Yalnız yaşının genç oluşu ve bu sıcakkanlılığı yoldaşları endişelendirdiği için bir süre gitmesi engellendi. Ama onu daha fazla tutamayacaklarını anladıklarında Mardin alanına gidecek gruba girmesi uygun bulundu. Yeterli yetkinliğe de ulaşmıştı aslında.
2011 Şubatında düzenlemesinin Mardin alanına yapıldığını duyduğunda sevincini tüm yoldaşlarıyla paylaştı. Havalara uçacak gibiydi. Hemen hazırlıklara başladı. Silahını, cephanesini yeniledi. Eksiklerini tamamladı. Kısa zamanda hareket etmeye hazır duruma geldi.
Serdar yoldaşın içinde bulunduğu grup da Haziran ayında yola çıkmıştı. Sınırı geçtikten sonra bir iki günlük yürüyüşle alanlarına ulaşabilirlerdi. Ne yazık ki sınırı geçmelerinin hemen ertesinde denetime girmişlerdi. İdil yakınlarında girdikleri çatışma Serdar yoldaşı bizden aldı. Onunla birlikte dört kahraman yoldaşımızı da yitirmiştik.
Çok ağır kayıplar olmuştu. Özellikle Serdar arkadaşı yakından tanıdığım için uzun süre etkisini yaşadım. Canlılığıyla uzun bir dönem bizim moral kaynağımız olmuştu. Onu unutmayacağız.
Onunla yakın dönemlerde Mardin eyaletine gitmek üzere düzenlemesi olan ama yine erkenden, 2012’nin Nisan ayında şehit olan Şiyar (Perver Bilmez) yoldaş da Serdar yoldaş gibi canlılığı ve atikliğiyle gönlümüzde ayrı bir yer edinmişti. İkisinin anısına yazdığım bir şiiri de buraya almak istiyorum.
Tek istek onurlu özgür bir yaşam
Sadece kendine değil kendinden çıkarak
Halkına, insanlığa daha güzel bir yaşam sunmak
Kimseye zarar vermek yoktur amaçlarında
Binlerce yıllık vatanlarına dönmek
Binlerce yıllık diline
Kültürüne
Sahip çıkmaktır istemleri
Hiç kimseden yeni bir şey istemediler
Hiç kimseden kendi vatanlarını
Dillerini
Kültürlerini
İstemediler
Tek istemleri Önderlikle
Onurlu özgür bir yaşamda yaşayabilmekti
“Buna yürekten inanıyorum” derdi
Şiyar yoldaş
“Başaracağız” derdi
“Onurlu bir yaşamdır istemimiz, elde edeceğiz” derdi
“Kanımızın son damlasına kadar.”
Öyle yola koyuldular
Şiyar ve Serdar yoldaşlar...
Başaracağız
Elde edeceğiz onurlu yaşamı güzel yoldaşlar
Anılarınız önümüzde ışıktır.
Mücadele Yoldaşları
Zagros arkadaş Şırnak’ta dünyaya gelmiş, şekillenmesini burada almıştır. Uludere’ye bağlı Hilal köyündendir. Goyi aşiretindendir. Tarihe tanıklık etmiş görkemli bir coğrafyada doğup ilk çocukluk yıllarını geçiren Zagros yoldaş feodal, aşiretsel özelliklerin baskın olduğu bir ortamda büyür. Özgürlük hareketimizin kalbi konumundaki bu bölgede derin bir yurtsever öz bulunsa da koruculuk yaparak devletin hizmetine koşan kesimler de yok değildir. Zagros arkadaş yurtseverliklerine söz söyletmeyen, bu uğurda yerlerinden edilen bir çevrede büyümenin gururunu zorluklarla dolu, kısa ama onurlu yaşamı boyunca taşır. Bu yörenin insanları mert ve heybetlidir. Tarım ve hayvancılık ile uğraştıkları için derin bir neolitik öz taşırlar. Emeğe bağlı, sevgiye dayalı, eşitlikçi bir toplumdur. Onlara bir şeyleri kolay kabul ettiremezsiniz. Lakin kabul ettikleri şeyi de kolay bırakmazlar. Dik kafalıdırlar, sert bir yapıya sahiptirler. Zorluklara karşı çok dayanıklıdırlar. Kolay pes etmezler. Direnişçi bir yapıya sahiptirler. Bu özlerini hep korumuşlardır. İşte Zagros arkadaş bu tarihsel arka planın mirasında şekillenmiştir.
Yaşamının yarısından fazlasını zorluklar içinde geçiren bir çocuktur. Çünkü 1994’te Türk devleti tarafından köyleri yakılıp yıkılmıştır. Böyle olunca küçük yaşta ailesiyle birlikte Güney Kürdistan’a göç etmek zorunda kalır. Zor koşullar altında bir çocukluk geçiren Zagros arkadaş neredeyse hiç güzel gün görmemiştir. Bir çocuk gibi yaşayamamıştır çocukluğunu. Deyim yerindeyse Türk devletinin ve KDP’nin baskıları biçiminde ikiye bölünebilecek baskılarla geçirmiştir çocukluk dönemini. Kısacası yaşadığı koşullar çok zordur. Maxmur kampının zorlukları içinde büyüyenlerden biridir o.
Ama her şeye karşın yaşam sürmektedir. Yerlerinden edilen insanlar burada kendilerine yeni bir yaşam kurmak zorundadırlar ve çetin geçen bir dönemin ardından bunu başarırlar. Zagros arkadaşın en azından teselli bulabileceği bir durum vardır ortada; kendi ana diliyle, Kürtçe olarak eğitim verilen bir okulda öğrenim görmeye başlamıştır. Bir yandan da Kur’an öğrenerek toplumda geçerli dini inanışların gereğine göre davranmak durumundadır.
Sonradan gerilla içindeki yaşamına da yansıyacak biçimde örnek alınan birisidir. Çalışkandır. Ağırbaşlı ve sakindir. Herkes onunla arkadaş olmak ister. O başkalarına pek benzemez. Kimse ondan rahatsız olmaz. Çocukluktan edindiği bu özellikler gerilla yaşantısı boyunca da kesintiye uğramadan sürer.
Derslerinde başarılıdır. Onu sevenler yalnızca arkadaşları değildir, öğretmenlerinin de gözbebeğidir. Onu geleceği parlak, gelişmeye açık bir çocuk olarak görenlerin sayısı hiç de az değildir. Ahlaklıdır. Kültürüne bağlıdır ve korumak ister. Toprağına olan sevgisi, önderliğe ve şehitlere olan bağlılığı üst düzeydedir. Köylerini yakıp yıkan, köylülerine işkence yapan ve toprağında özgürce yaşamayı kendisine çok gören düşmana karşı müthiş bir kin beslemektedir diğer yandan. Kininin gereklerine uygun hale gelmek ve ilerde halkın hizmet etmek için hazırlanmakta, sürekli okuyarak kendisini geliştirmektedir. Hayalinde her zaman özgür yaşama isteğini diri tutmuştur. O geleceği düşünmektedir.
Maxmur kampının zorlukları ve ekonomik sıkıntılar, insanların istedikleri gibi davranmasının önüne set çekmektedir. Tüm bu koşullar Önderliğin tutsak edilmesiyle birleşince, işler Zagros yoldaş açısından tahammül edilemez boyutlara ulaşır. O istediği gibi çalışamadığını görmüştür bu ortamda. Artık Önder Apo’nun bir savaşçısı olma zamanının geldiğini anlamış ve bu temelde yönünü dağlara döndürmüştür.
O artık hedefleri olan, bir yerlere ulaşmak isteyen genç bir gerilladır. Kapıların bunun için sonuna kadar açık olduğunu görünce de canla başla iyi bir gerilla olmaya çalışır.
Zagros arkadaş Önderliğin tutsak edilmesinin ardından başlayan geri çekilme sürecinde partiye katılmıştır. Yalnız o çeşitli sıkıntıların yaşandığı bu süreçten hiç mi hiç etkilenmez. Her zaman büyük bir savaşın bizi beklediğine inanır. Çünkü Türk devletinin inkâr ve imha üzerine kurulu olduğunu bilir. Onlar için çözüm Kürtleri yok etmektir. Bundan dolayı ilerde keskin savaşların olması kaçınılmazdır. Bu bilince ulaştıktan sonra gerilla saflarına katılır. Yeni savaşçı eğitimini tamamladıktan sonra taburlara dâhil olur. Tabur yaşamını öğrenirken askerleşme ve savaş üzerine de yoğunlaşmaktadır. Belli bir yoğunlaşmadan sonra savaşmanın koşullarını arayarak bulmaya çalışır. Tam da onun arayışlarına denk düşecek biçimde partimizin önemli bir tehlike ile karşı karşıya olduğu bir süreçte 2000 yılının sonlarına doğru YNK ile savaş başlamıştır. Zagros yoldaş YNK’ye karşı başlatılan hamlelere katılır.
Bu savaş ona belli bir tecrübe ve büyük de bir güç kazandırmıştır. Daha sonra kuzey üzerine yoğunlaşmaya başlar. Önderliğin “Bana bağlı olan kuzeye gitsin” dediği günlerdir ve Zagros yoldaş kendi cephesinden buna cevap olmak istemektedir. O yalnızca kuzeye gitmeyi değil, kuzeyin de en zor alanlarında bulunmayı düşlemektedir.
Önerisini Garzan alanından yana yapar. Garzan sert bir coğrafyaya sahiptir. Aynı zamanda bazı özgünlükleri de olan bir yer konumundadır. Örneğin yıllarca bize karşı savaşmış korucuları vardır ki namlarını duymayan yok gibidir. Tüm bu yanlarıyla tam da Zagros arkadaşın istediği gibi bir yerdir. Bunlardan dolayı o Garzan alanını seçmiştir. Zagros yoldaş Garzan alanına 2004 yılında geçer. Farklı birçok çalışmaya katılır. Fazla bir zorlanma yaşamadan Garzan’a uyum sağlamasını bilmiştir
Operasyona çıkan korucuları ise iyi tanımaya başlamıştır. Koruculuk nasıl gelişmiştir bunu bilir. Onun için bu meseleye hassas ve titiz yaklaşır. Ama korucular sürekli olarak operasyonlara çıktıkları için yer yer çatışma kaçınılmaz olur. Bu alanda birçok zorlukla boğuşur. Üslenmeden tutalım hareket tarzına kadar zorluklar vardır. Zagros arkadaş karşısına çıkan tüm zorlukların üstesinden gelmesini bilir. Önemli çalışmalara ve eylemlere adını yazdırmıştır.
Zagros arkadaş 2008’in sonbaharında Garzan’daki başarılı pratiğini sonlandırarak güney sahasına döner. Aslında bu onun isteği dışında gelişen bir durumdur. O bunu istemediği, bu yönde talep ve beklentisi olmadığı halde örgüt tarafından çağrılmıştır. Ona kalsa pratik savaş alanlarından hiç çıkmak istemez ama örgüt kararlarına da ikirciklik göstermeden uymayı düstur edinmiştir. Sonrasında, 2009’daki HPG’nin 5. Konferansına katılarak pratik deneyimlerini örgütsel ortamlarda yoğurmasını öğrenir. Derken bir akademi eğitimine alınır; kuzeyden dönen bütün arkadaşların tatlı göz ağrısı. Eğitim sürecinde kişilik boyutunda eksik kalan yanlarını aşma çabaları dikkatlerden kaçmaz. Tüm çabası yeniden pratik alanlara gitmek adınadır
Eğitimini tamamlayınca bir yıl kadar süreyle Halk Savunma Merkezinden yoldaşların güvenliğinde kalan Zagros arkadaş buradaki duyarlılığı ve disiplinli duruşuyla örgütün başlattığı yeni sürece hazır olduğu mesajını güçlü biçimde vermiştir. Düzenlemesi Zagros alanına yapılır. Devrimci halk savaşı sürecinde kendisinden beklenenlere yanıt olmak istemektedir.
Hareketli birliğin sorumlusudur. Örgütün ona sağladığı imkânları devrimci yaşam temelinde halkının hizmetine sunmak amacıyla çalışmalara katılır. Zor koşullarda büyümüş Zagros yoldaş, gerilla yaşamında da her zaman ve her koşulda zor olan şeyleri seçmiştir. Garzan’dan sonra yeni alanı Zagros da zorluklarıyla bilinen bir yerdir. O basit olandan ısrarla kaçınır. Buna tenezzül dahi etmez. Kaldığı alanlar hep karakterine uygun yerlerdir. Hani derler ya coğrafya insan şekillenmesi üzerinde etki yapar diye, Zagros arkadaş öyle biridir. Zagros, Botan dağları gibi başı dik ve gururludur.
2012 yılında devrimci halk savaşına yoğun biçimde hazırlanan Zagros alanında önemli bir dönemeci ifade eden Ştazen-Oramar eyleminde bizzat yer alan Zagros yoldaş bu eylemde düşmana fedai tarzda yönelerek kahramanca şehit olur.
Onun gerilladaki yaşamı tam da, ‘insan yedisinde neyse yetmişinde de odur’ sözüne denk düşecek biçimdedir. Çoğunlukla sessiz ve sakin durmaktadır. Ağır, oturaklı bir yapısı vardır. Fazla konuşkan değildir. Ama içinde fırtınalar kopmaktadır. Örgüt eğitimlerinden aldıklarını uygulamayı temel amaç olarak bellemektedir. Görevlerine son derece bağlıdır, işlerine titizlikle eğilir, başka da bir şeyle ilgilenmez. Kolay kolay karar vermez ama karar verdi mi mutlaka uygular. Çok direngen bir yapısı ve oldukça emekçi bir özü vardır. Yoldaşlarına karşı mütevazıdır. Onları anlamak ister. Zagros arkadaş, küçük-büyük, bana göredir-değildir şeklinde ayrımlara giderek yaklaşmaz kimseye, herkesle o veya bu düzeyde ilişkilenmeyi esas alır. Bu da onun herkes tarafından rahatlıkla tanınmasının önünü açarken bir yandan da örnek alınması sonucunu doğurmaktadır. Böylelikle gerilla yaşamında çok sevilen biri haline gelir.
Örgütsel ve yaşamsal ilkelerden ödün vermemesiyle tanınır. Görev ve sorumluluklarını yerinde ve zamanında yapmasını bilir. Askeri konulara çok önem gösterir. Silahının bakımına özenle yaklaşır, sık aralıklarla temizler silahını. Aynı zamanda askeri duruşa ve biçime de önem verir. Üslup olarak keskin ve nettir. Ciddi durmaya dikkat eder.
Zagros arkadaşın alçakgönüllü, mütevazı yapısı kendine dönük sorgulamalar yapmasına önayak olmaktadır. Eksikliklerini keşfetmekten mutlu olur, bu konuda eleştirileriyle kendisine yol gösteren yoldaşlarına da borçluluk duyar. Yoldaşlık noktasında kayda değer bir eksikliği olmadığı halde;“Her zaman kendimi geliştirmem gerekir. Yoldaşlığımın eksik yönleri var.” demesi onun hedeflerinin büyüklüğüne işarettir.
Zagros arkadaşın yapmak istediklerine, hedeflerine tam olarak ulaştığı söylenemese de yaptıklarıyla bu hedefin kilometre taşlarının örülmesine büyük katkı sunmuştur. Onun asıl isteği, hedefi Önderliğin özgürlüğüdür. O, Önderliğin özgürleştiğini görmek istemektedir. Çünkü Zagros arkadaş Önderliğin esaretiyle birlikte Özgürlük hareketine katılmıştır. “Önderliği özgürleştirmeyene kadar çalıştık diyemeyiz, mücadele yürüttüğümüzü, görevimizi yerine getirdiğimizi söyleyemeyiz.” sözleri onun özlemlerinin ifadesidir. Şehit düşene kadar da Önderlik ölçülerine uygun çalışma tarzını esas alarak bu iddiaya denk düşen bir duruşa sahip olur. Bu uğurda da canını feda etmekten çekinmemiştir.
Zorluklarla boğuşarak çelikleşen Zagros arkadaşın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Onun yarım kalan özlemlerini tamamlama sözü veriyoruz.
MİSALİ
Bütün Botan’da hasrettir
Garzan’da kar altından çıkan
Kardelen çiçeğinin ömrü
Sana kendimi nakşediyorum
İçimde sevgilerimle
Zagros’ta açan ters lale misali
Bir yol güzergâhındayım
Seni düşlemektir sevincim.
Her baharda olduğu gibi
Kar altında başını kaldıran otlar gibi
İsyana durur yüreğim
Şimdi Cilodayım.
Aşığım sana Sümbül, Semedar gibi
Bakarım sana Çarçel gibi dik
Son bakışlarımda kibirliyim
Öfkem okunur gözlerimde
Oramar ve Ştazan olur kinim
Patlayan silahın mermisinde
Sonra sevgi ile bakarım
Gözlerimden dökülen son damla misali
Halkım, ülkem ve Önderliğim olur
Özgürlük.
Yusuf ASLAN
8 Ocak 1981 günü Ankara’da doğan ve aslen Egeli bir aileden olan Amara(Ekin Ceren Doğruak) arkadaş Kürt özgürlük mücadelesiyle üniversite yıllarında tanışır. Gençlik ve kadın hareketi çalışmaları başta olmak üzere birçok çalışmada aktif yer alır. Gelişen tüm baskılara karşın mücadeleden vazgeçmeyen Amara arkadaş Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün son sınıfındayken okulu terk eder. 2001 yılında kısa bir süreliğine cezaevine giren Amara arkadaş cezaevinden çıktıktan sonra Avrupa alanına gider.
Avrupa’dayken aktif olarak Kadın Özgürlük çalışmalarına katılır. Bu süreçte dağ özlemi de yoğun şekilde içinde birikir. Dağlarda olmak, dağlarda mücadele etmek en büyük istek ve arzusu olur. 2005 yılına kadar Kadın Özgürlük çalışmalarında yer alan Amara Arkadaş aynı yıl dağlarla buluşmasını sağlamak için Kürdistan dağlarının yolunu tutar.
Yıllar önce Amara Arkadaş, kendisine “PKK’li deyince aklına ne geliyor’ diye sorulduğunda karşıdakini şaşırtacak olan ince ve hesapsız ‘Sevgi dolu mütevazı insanlar’ cevabını verir. Bir PKK’liye, özgür yaşam arayışçısı gerillaya getirdiği tanımlama bu derece sade ve anlaşılırdı.
Hemen hemen herkesin özgür yaşam militanlarına dönük bir tanımlaması olmuştur. Düşman; terörist, çapulcu, bölücü, eşkıya demişti. Buna karşın kimileri melek, bazıları kahraman, kimisi yiğit, birçoğu da özgürlük savaşçısı demişti. Amara’nın tanımlaması da bu olmuştu. Buydu belki de onu bu derece gerillaya, dağlara, dağlıların yaşamına bağlayan…
Amara’lı bir zaman diliminden geçiyoruz. Gidişinin serin acısı henüz yüreklerimizde, göğsümüzün tam üstünde. Ne demeli diye sorarken bu ay kokulu geceye, yıldızların deryasına kaybolma istemidir içimizde uyanan. Uzayın bir deminde, belki ulaşırız diye sana, kayan yıldızların kuyruğuna takılırız. Özlemlerimiz birikmiş halde. Sana hasret, gülüşüne sevdalı şafaklarda dökülür bir bir. Ne yapsak bir yerlerde bir şeyler eksik kalır. Sözler yetersiz kalır, kalemler tükenir, defterler utanır. Ses kesilir, suskunluklar kaplar bakışlarımızı. Biz her şeye rağmen seninle olmanın derin coşkusuyla kucaklarız serin dağ rüzgârlarını.
Umudunu salmıştın bir zamanlar bu rüzgârlara. Beton yığınlarının arasında nefessiz kalırken, göğsünde anne kokusu tazeliğinde dağ rüzgârlarıydı biriken. Kim ne derse desin sen bu kutsal mekânlara aittin. Bu aidiyetin ürünüydü belki de; sen dağlara yakışırken, dağ çiçekleri sana yakışıyordu.
Sen inancımızın, umudumuzun, sevdamızın besleyeni, güler yüzlü yoldaşım! Şimdi, ayın bakışları altında, kıvrılan derenin titrek akışında sana bir şiir demledik. Bağışla cesaretimizi, bilirim ne yapsak da yetersiz kalacak. Ancak kabul et yoldaşlarının bu mahcup duygularını…
Uzaktın, hep uzaktın
Ne yapsak da
Sen hep en uzaktın
O denizin tadı yok şimdi
Tuzundan arınmış gibi…
Gözyaşlarımın inişine şahitlik eder dolunay
Bilirim randevusuna geç kalmamalı
Verilen söze sadık kalmalı
Ve sessiz gidişlere
Yalnız yolların masumluğuna
Aldırış etmeden, üzülmeden
Gözyaşı akıtmadan
Bir sebebinin olduğuna inandırmalı yüreği
En azından asi gülüşleri…
Şimdi biz gelecekteyiz. Mücadelenin zafer şarkılarını dillendiriyor halklar, biz senin gözlerinle görüyoruz. O sevgi dolu mütevazı insanlar da seni ve senli sevdaları büyütüyorlar koca yüreklerinde. Taşıyıcısı oluyorlar umutlarının. Amaçlarının kutsallığında arındırıyorlar suskunlukları bakışlardan ve gülüşünün güzelliğinde güneşe yazıyorlar aşk tadındaki bakışlarını…
Şimdi PKK’liler seni yaşıyor. Tüm karanlık zamanları yırtarak, kirli nefesleri bertaraf ederek ulaştılar güneşli, aydınlık günlere. İnancın ve bağlılığın somut göstergesiydi. En çok da yoldaşa verilen söze sadakatin en güzel örneği… Zorunlu olmadık hiç. Bu bir tercihti, senin tercihin, bizim tercihimiz, özgür yaşam tercihi…
Bilirsin keşkelere yer yoktur yaşamımızda. Ama gel gör ki, bugünleri görmeni çok isterdik. Önder Apo’nun büyük uğraşları sonucunda, halkların ortak ve özgür yaşam mücadelesi daha da anlam kazandı. Kimsenin yapamadığını, cesaret edip de yakınlaşamadığını Önder Apo başardı, yaşamsallaştırdı. Bizler de Önder Apo’nun özgürlük militanları ve sizin ardıllarınız olarak, edindiğiniz amaçların başarıya ulaşması yolunda olabildiğine kararlı adımlarla ilerliyoruz. Sizlerin açtığı yolda yürümenin coşkunluğu var yüreklerimizde. Çoğu yoldaşınız görmese de sizi, yaşamasa da sizinle; yaşatıyorlar sizi, özlemlerinize bağlılığın gereği olarak büyütüyorlar hedeflerini.
Geceleri sığınak olmaktan çıkardık. Şimdi gündüzlerle daha barışığız. Güneşin aydınlığının yanı sıra ışınlarını yudumlarız gün doğumlarında. Ve kendimizden bir şeyler sunarız güneşin gülen gözlerine. Gecede dolunay ve yıldızlarla konuşur, hasretliklerimizi yoldaşa ulaştırmasını isteriz.
Senli bir zaman diliminden geçerken, gökyüzünde gündüzden kalma yorgun bir yıldız deryası ve geç saatlerde çıkan ay var. Asi dağ rüzgârının eşliğinde biriktirdiğimiz nice gülüşü, sevinci, coşku ve özlemi sana, size yolluyoruz. ‘Hoşça kal’ı eksik bırakıp yürekten bir merhaba diyoruz.
Merhaba Sevgi Dolu Mütevazı İnsan… Merhaba güler yüzlü güneşin yoldaşı… Merhaba Önder Apo’nun özgürlük yıldızı… Merhaba halkların ortak yaşam gerekçesi…
Selam olsun sana, tüm suskunluklara inat MERHABA…
Diren RONAHİ
19 Mayıs günü saat 21.30 sularında Bingöl'ün Genç ilçesi Reşgül ve Deşt alanları civarında göreve giden bir grup gerillamız ile operasyona çıkan düşman askeri arasında bir çatışma yaşanmış, yaşanan çatışma sonucunda düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilemezken 1 gerillamız kahramanca direnerek şahadete ulaşmıştır.
Şehitler ayının görkemli direnişine 1988 Amed doğumlu Rızgar Brusk (Ramazan Ceylan) yoldaşımızı da uğurlamış bulunuyoruz. 2010 yılında mücadele saflarımıza katılan Rızgar arkadaş Amed eyaletinde bir gerilla olarak mücadelenin sıcaklığına canla katılım sağlamıştır. Kısa ancak destansı bir direniş mücadelesi gerçeğini yüreğinde büyüten ve bunu bulunduğu kısa zamanlı mücadelesinde ortaya koyan Rızgar arkadaşımızın şahadeti tüm yoldaşlarını derinden etkilemiştir. Onun mücadelesinde ortaya koyduğu azimli duruşunu örnek alan yoldaşları bıraktığı ve devrettiği bu kutsal mücadeleyi kesin başarıya götürme sözünü yenileyerek anısına bağlı kalacaktır.
HPG Komutanlığı Rızgar (Ramazan Ceylan) yoldaşın şehadetine ilişkin bu açıklamayı 24 Mayıs 2012 günü yaptı.
Adını kendisi gibi Liceli olan yiğit komutan Rızgar Derxust’tan (Mehmet Söğüt) alması onunla amaçları arasında kurduğu bağı hep anımsamak içindi. Onun kadar yaşasa en az onun kadar dillere destan bir savaşçılık ve komutanlık yapacağına herkesin inandığı bir tavır ve duruşla sonsuzluğa göçtü. Bu güveni nasıl verdi tam olarak bilemesek de Lice’nin yangından ve direnişten ibaret tarihi ve bu tarihe hiç sırt çevirmeyecek kararlılığın elden ele devredilişi bize gerekli ipuçlarını veriyor. Tam kanlı düşmanlar ‘artık belini doğrultamaz’ dediklerinde, o kendini küllerinden yeniden ve daha güçlü yaratan Lice’den söz ediyoruz. Kimi erken düşse de o özü yine de taşıyarak sonrakine aktarmasını biliyor. İşte bu erken düşüp de upuzun yıllar boyu omuz omuza mücadele yürütenlerin birbirlerine gösterdiği olgunluk ve sıcaklıkla yaklaşılmayı hak edenlerden biri Lice’nin yeni kuşak Rızgarları arasından çıktı.
Ondan, adı geçen sekiz aylık kısa zaman diliminden geriye mücadele süreçlerinde yoldaşlarıyla yaşadığı anlar, yine de anlatılmakla bitmeyecek çok değerli anılar, Lice ve Genç ormanlarında çekildiği fotoğraflar ve iki de rapor kaldı. O raporlardan yaptığımız bir derlemeyi buraya aldık:
1988’de Amed’in Lice ilçesine bağlı Çağdaş köyünde doğdum. Dokuz kardeşiz. Ailem çiftçilikle uğraşan yurtsever bir ailedir. Ekonomik olarak orta hallidir. Sosyal yapısı daha çok dine bağlılığın etkisiyle ve feodal yapının gerektirdiği kalıplar tarafından belirlenmiştir. Çoğu aile gibi kimseye muhtaç olmamayı ve kendi halinde olmayı başarı sayan, çocuklarını büyütme telaşıyla kimseye karışmama arasında gidip gelen bir yaşam tarzını benimserler. İçe kapalılık nedeniyle parti mücadelesi konusunda sadece sempatizanlık konumunda kalmışlardır. Oysa bir amcam ve bir amcamın oğlu bir dönem pek çok can almış faili meçhul cinayetlerin kurbanıdır.
Lise mezunuyum. Okuldan sonra değişik işlerde çalıştım.
Aile ve çevre konumunu düşündüğümüzde partiyle kendimi bildim bileli tanıştım dersem yanlış olmaz. Sempati de duyuyordum. Ama çevreden gerillaya çok katılım olduğu için kalan çocuklarını kurtarma telaşıyla ailelerimizin partiye katılmamamız için hep bize dönük karşı propaganda yaptıklarını unutmam. Gençleri mümkün olduğunca gerillalardan uzak tutmaya çalışırlardı. Yaptıkları anti propaganda ise gerilla yaşamının çok zor olduğundan ibaretti.
Tüm bunlara karşın öncesinde bir arayışım gelişse de gerillaya katılım kararımı arkadaşları gördükten sonra verdim. Yaşadığım ikilem arkadaşları gördükten sonra aşıldı. Onlarla tartışmak üzerimde büyük etki yarattı. Rızgar Derxust arkadaşın şehadetinden sonra da katılım kararını verdim.
2010 yılının Eylül ayında Amed eyaletinde gerilla saflarına katıldım. Yeni savaşçı temel eğitim devresinde geçtikten sonra Ş. Sinan bölgesine düzenlemem oldu. Şimdiye kadar da bu bölgedeyim.
Şehit Sinan bölgesinde bir pratik yürüttüm. Bu pratik içinde görüp de yanlış bulduğum tarz ve yaklaşımları anlam verdiğim kadarıyla örgütsel boyutuyla yansıtmak istiyorum
Bölgede bazı eylem girişimleri oldu. Bu girişimler hep taciz eylemleri biçiminde oldu. Bir de bölgede halkın geneliyle ilişkilenme yoktur. Salt birkaç köye dayanma var.
Bölgenin kamp çalışmalarına fazla ciddi bir yaklaşım yoktur. Kamp çalışmaları üzerinde tim komutanları duruyordu. Yer için bakıldığında yerin uygun olmadığını arkadaşlara söyledik fakat dikkate almadılar. Sonradan deşifre oldu. Burada eleştirmek istediğim konu hem bu çalışmadan anlayan, bilen arkadaşların olmaması ve hem de yönetimin bu çalışma üzerinde fazla ciddi yaklaşmamasıdır.
Burada gördüğümüz eğitim sürecine ilişkin bazı hususları belirtmek istiyorum. Başta Önderliğin savunmaları okundu. Fakat bunların tartışmaları olmadı. Daha sonra Parti Tarihi, Önderlik Gerçeği, Meşru Savunma ve Kadın Tarihi görüldü. Fakat bunlar da salt dinlemekle geçti. Daha sonra zamanı değerlendirmek için (koşullara göre) tekrardan Önderlik Gerçeği görüldü ve tartışıldı. Bu tartışmalarla daha kavratıcı olduğunu söyleyebilirim.
İkinci kamp sürecinde gördüğüm eğitimle bazı şeylere daha iyi anlam verdiğimi söyleyebilirim. Geçen pratikte yaşadığım eksikleri bir daha tekrarlamamak ve önümüzdeki yıl pratiğini partinin belirttiği temellerde zafer yılına dönüştürmek için, Önderliğimiz üzerinde yürütülen tecridi ve farklı politikaları boşa çıkarmak için Önderliğimizi özgürleştirme hamlesine katılım sağlayacağım.
Mücadele Yoldaşları
Bu yazıyı kaleme alıp almama konusunda yaklaşık 2 yıl boyunca sürekli kendimle tartışıyor ve düşünüyorum. Bir yazı için neden 2 yıl düşünüyorsun diye sorulabilir. Her biri özgür yaşamı yaratma mücadelesinde birer hakikat değeri taşıyan bu kahraman yoldaşları ifade ederken hakkını verip vermeme konusunda yaşadığım ikircikli ruh hali sanırım cevabın bir parçası olabilir. Fakat tüm bunlara rağmen tam olarak hakikatlerini dile getiremesem de bu yoldaşları yazmanın, anlatmanın, tarihe ve halka mal etmenin en doğru yöntem olduğu kanısındayım. İşte bundan dolayıdır ki bu yazıyla bu soy değerlerimizden olan Şervan Sason arkadaşı anlatmaya karar verdim.
1995 yılında büyük bir hareketlilik vardı Kürdistan dağlarında. Çatışmalar öyle sertleşmişti ki bir anlamda sonuç alma zamanı gelip çatmıştı. Ya Kürt ihaneti darbe alıp ihanetinden vazgeçecekti ya da kazanıp tarihi misyonunu tekrar oynayacaktı. İşte böylesi bir süreç yaşanmaktaydı. Tekrar ihanetin tekerrür etmemesi için gerilla direnişiyle birlikte özgürlük dağları da büyük bir direniş geliştiriyordu. Adeta her şey ve her yer ihanete karşı büyük bir direniş halindeydi. Ne de olsa hesaplaşma zamanıydı. Kürt halkının, tarihte sürekli olarak karşılaştığı direniş ve ihanetin kader tayin edici bir noktaya geldiği andı bu an. Bu temelde büyük fırsatlar da doğmuştu.
Kürt halkının tarihten gelen direniş geleneğini temsil eden özgürlük gerillası ve dağları, Önder APO öncülüğünde bu fırsatları değerlendirip ihanete büyük bir darbe vurmuştu. Çatışmalar Kurê Jaro alanında yoğunlaşmıştı.
O süreçte Kurê Jaro bölüğünde yeni ve yaralı bir arkadaşla tanışmıştım. Bu arkadaş Şeladıze kuşatmasında yaralanmış ve daha yaraları iyileşmeden tekrar cepheye gelmiş olan Şervan Sason arkadaştı. Tanışmanın ardından Abbas arkadaşın verdiği görev çerçevesinde, Kurê Jaro zirvesinde mevzilenen ihanetçi güçleri bu alandan söküp atmak için birlik olarak gece yola çıktık. Sabah saat 5 civarı zirveye ulaştık. Zirvede yaptığımız keşfe göre burada yaklaşık 50 düşman bulunuyordu. Aldığımız saldırı kararıyla birlikte Şervan arkadaşı düşünerek geri kademeye verme istemimize rağmen kendisi saldırının en yoğun yaşandığı yerde yer aldı. 2 saat içerisinde bütün düşmanı Kurê Jaro’dan sökülüp atıldı. Bu da ihanetin belinin kırılmasına neden oldu.
İşte Şervan arkadaşı böylesi yoğun geçen bir çatışmada ve zorlu bir süreçte tanıdım. Şehit düştüğü ana kadar da hep birlikte olduk. Kimi zaman yan yana birlikte, kimi zaman da ayrı alanlarda çalıştık. Fakat sürekli birbirimizi düşünür ve sorardık. Sonradan kitabının ismini ‘Kurdê Çiyayî’nin Halaylı Yürüyüşü’ koyduğunu duyduğumda acaba tarihle bağı ne olabilir diye çok düşündüm. Bu temelde Önderliğin tarih değerlendirmelerini incelediğimde 5000 yıl öncesine kadar götürülebilecek bu tarihte Sümerlerin Kürtlerin atalarına yaşadıkları ülkelerinden ötürü ‘dağlılar, yüksek memleketliler’ anlamına gelen ‘Hurrî, Kurtî’ gibi birçok isim verdiğini ve Kürtlerle dağların birbirinden ayrıştırılamayacak kadar bir bütünlük oluşturduğunu gördüm.
Bu coğrafya ki insanlığa ve uygarlığa beşiklik yapmış, iklimiyle, toprağının verimliliğiyle, doğal yerleşim yerleriyle insanlığı korumuş, beslemiş ve var olmasına yol açmıştı. Bu dağlar savaşlarda Kürt halkının korunak yerleri olmakla birlikte özgür kalmalarını da sağlamıştı. İşte bundandır ki Kürtlere dağlı halk denilmekteydi. Bunun yanı sıra Şervan arkadaş halayı çok ama çok severdi. Bir fırsatını buldu mu hemen halaya kalkar ve etrafında bulunan arkadaşları da kaldırırdı. Beni sürekli olarak halaya davet etmesine karşın halay çekmesini bilmediğimden ötürü halaya katılamıyordum. O yüzden bana kızarak ‘ne kuru adamsın’ derdi. Şimdi düşündüğümde hem tarihsel olarak hem de Şervan arkadaşın halaya sevdasından ötürü kitabının ismini neden ‘Kurdê Çiyayî’nin Halaylı Yürüyüşü’ koyduğunu anlıyorum.
Şervan arkadaş 1975 yılında Sason’un Hêştêr köyünde dünyaya gelir. Düşmanın baskılarından ve bazı olaylardan dolayı Sason’dan Amed’in Bismil ilçesine, oradan da İstanbul’a göç ederler. Önder APO öncülüğündeki Kürt özgürlük mücadelesi de bu süreçte büyük gelişmeler sağlar. Sason’da büyük direnişler ve şehadetler yaşanır. Sasonlu bir genç olan Şervan arkadaş yaşanan direniş ve şehadetlerle birlikte hareketin gelişiminden de etkilenerek 1993 yılında Gabar üzeri gerilla saflarına katılır.
Her Kürt genci harekete katıldığında Gabar’a gitmek ister. Bütün Kürt gençlerinin hayali Agit komutasında savaşçı olmak, düşmana karşı savaşmak ve intikam almaktır. Şervan arkadaşın bu kadar güçlü katılım sağlamasının nedeni Gabar üzeri katılım yapması, burada eğitim görmesi ve Agit arkadaştan aldığı güçtür.
1993 yılında katılırken Şervan arkadaş evli ve 1 çocuk babasıdır. Belki de gerillaya katılmaması için bu evlilik ailesi tarafından yapılmıştır. Ama Şervan arkadaş her ne kadar ailesi onu evlendirerek eve kapatmak istemişse de kendisi Kürdistan halkına ve onun özgürlük mücadelesine katılmayı esas almıştır. Daha gençlik yıllarında mücadeleyi takip ederek çalışmalarda yer almaya çalışır. Zaten Sason coğrafyası gerillanın direniş kalesi olmuştur. Sasonlu biri olarak mücadeleden etkilenir. Ailesi bazı sıkıntılar çıkarsa da bazı olaylardan dolayı Şervan arkadaş katılmayı esas alır.
Kurê Jaro dağı nasıl bir yerdir ki o kadar stratejik bir alan olarak önem verilmektedir diye bir soru sorulabilir. Kurê Jaro –fakir çocuk anlamındadır- dağı yüksek ve uzun bir silsileyi oluşturur. Batı ucu Zap suyuna uzanır, doğu ucu ise Avaşin suyuna iner. Güneyinde Şeladıze ve Deraluk ovası ile ilçeleri vardır. Kim savaşta dağa hakim olursa büyük bir avantaj ve inisiyatif elde ede
Güney savaşı dediğimiz bu savaş biterken Şervan arkadaş kış süreci olduğu için eğitime girer. Önderlik tarzı üzerine eğitim görür. Savaşta çıkan yetersizlikler üzerine yoğunlaşarak kendisini 1996 yılına ve bu yılın gerektireceği görev ve sorumluluklara hazırlar. Bu süre zarfında bazen birlikte bazen de ayrı alanlarda çalıştık. Ama hep birbirimizi sorar ve yardımcı olmaya çalışırdık. İtiraf etmeliyim ki Şervan arkadaş beni daha fazla sorar ve yardım ederdi.
2004 yılında Cudi alanında birlikte pratikte kaldık. Cudi dağı demişken, ta Sümer tanrılarına başkaldıran Hz. Nuh efsanesinden tutalım günümüzde Kürt özgürlük mücadelesine merkez alan rolü oynamasına kadar Cudi, Kürt ve Kürdistan tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. 5000 yıl önce Botan ve Cudi merkezi alan olduğu gibi bugün de merkezi alan konumundadır. O dönemde de eskimiş, geçerliliğini yitirmiş sistem ve yaşam tarzına karşı Hz. Nuh ile ifadesini bulan yeni sistem ve yeni yaşam arayışı ve mücadelesi bugün de tıkanan, eskimiş sistem ve yanlış yaşam tarzına karşı yeni sistem ve özgür yaşam tarzı Önder APO öncülüğünde bu topraklarda yaratılmaya çalışılmaktadır.
Cudi Hz. Nuh efsanesine göre, Nuh ve beraberindekilerin tufandan kaçarken gemisinin oturduğu yer olduğundan ötürü ‘yer gördü’ anlamına gelmekte ve kutsal kabul edilmektedir. Bu Kürt tarihinin, insanlığa neler kazandırdığının, günümüzde hangi görevlerle karşı karşıya olduğumuzun tarihi olmakta ve verdiği görevin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. İşte bundandır ki Şervan arkadaş Botan ve Cudi’de yeni ve özgür yaşam peşindeydi. Hz. Nuh efsanelerini dinlerken büyük bir heyecan, moral ve güç alıyordu. Şervan arkadaş her anında 5000 yıl önce ile bugünün bağını kurarak bu temelde hem yaşama hem de çalışmalara katılırdı. Tarihini bilen biri gününü bilinçli yaşamasını da bilir. Şervan arkadaş bu bakış açısını esas aldığından ötürü yaşamın her anında bunu etrafındakilere hissettirirdi. Cudi’de tarih merakı daha da artmıştı ve Önderliğin savunmalarını okuyup anlamaya çalıştıkça daha fazla açılıyordu. Bu durum bütün yaşamına, duruşuna ve ilişkilerine yansıyordu.
2007 sonbaharında Şervan arkadaşa PKK Ocağı’nda bir devre eğitim görme şansı tanınmıştı. Bu eğitim devresi aynı zamanda Botan’da Dr. Ali ve Dicle’nin yürüttükleri tasfiyecilikle mücadele için hazırlık devresiydi. Bu eğitim devresinde savunmalar çerçevesinde kendini iyi derinleştirmiş, özellikle de tasfiyecilik üzerine çok yoğunlaşmıştı. Bu devreden aldığı güç ve moral ile 2008 baharında Botan sahasına düzenlemesi olduğunda birlikte Botan’a gittik. Şervan arkadaş Botan’a Garısa alan komutanı olarak gidiyordu, ben de Gabar’a gidiyordum. Yürütülen tasfiyeciliğe karşı mücadele etmeye ve şehitlerimizin intikamını almak üzere verdiğimiz sözü yerine getirmeye gidiyorduk.
Bir noktayı belirtmeden geçemem. Şervan arkadaş 2008 baharında yaşamını da yazmaya başlamış ve ‘Kurdê Çiyayî’nin Halaylı Yürüyüşü’ adlı kitabı kaleme almıştı. Bu kitabı okuduğumda sanki şehit düşeceğini bildiğinden bu kitabı yazmış gibi bir his uyandı içimde. Tam da zamanında karar verip yazmıştı. Ki zaten 2009 Mayısında şehit düştü. Şervan arkadaşı tanımak isteyen tüm arkadaşlara okumalarını tavsiye ederim.
Şervan arkadaşı tanıtacak olursam; Şervan arkadaş kısa boylu, biraz kilolu, güler yüzlü, hafiften kıvırcık saçlı, siyah gözlü bir arkadaştı. Sakalı çok sever ve aynı zamanda kefiye takmaktan hoşlanırdı. Hezîran bastonunu sürekli yanında taşırdı. Ayrıca öyle bir gülüşü vardı ki bütün çevredekiler duyardı. Aniden güldüğünde yanındakiler irkilirdi. Bir de müzik dinlemesini çok severdi. Allah var güzel de sesi vardı. Hep türkü söylerdi. En çok da ‘Neçe Gule’ parçasını sever ve bazen mırıldanırdı. Halay sevgisini de unutmayalım. Şervan arkadaşsız halay düşünülemezdi. Zaten kitabın isminden de anlaşılıyor. Espritüel ve sempatik bir arkadaştı aynı zamanda.
16 yıl boyunca Şervan arkadaş temposunu sürekli yükseltmeyi bilmişti. Birçok defa örgütün en üst düzey eğitimlerinden geçmişti. Bu eğitimlerde hep kendini yeniler ve geleceğe hazırlardı. En çok Önderlik ve Önderliğin her koşulda başaran tarzı üzerinde yoğunlaşırdı. Esas olarak temposunu bundan dolayı yükseltirdi. Ayrıca Kürt tarihini, Kürt’ün tarihteki savaş tarzını, insanlık tarihinde savaş ve komuta kişiliklerini araştırırdı. Ayrıca kişilik çözümlemeleri üzerinde derinleşirdi. Biliyordu ki ne kadar kendini çözerse gücünü de o kadar açığa çıkarırdı. Kadın konusunda yoğunlaşmaları derin olmakla birlikte Önderliğin kadına yaklaşımı üzerinden kadını anlamaya çalışırdı. Hatta kendisini kadın dostu ve demokrat biri olarak görürdü. Bu yaklaşımlarından dolayı biz ona takılırdık. Tabi bundan dolayı bize kızardı. Gördüğü bu eğitim ve yoğunlaşmaları yaşamın her anına yansıtırdı.
PKK’nin yapmaya çalıştığı devrimin, yeni bir yaşam tarzını açığa çıkarma temelinde geliştiğini Önder APO ‘yaşamı bizim olmayanın eylemi de bizim olamaz’ diyerek ortaya koymuş olmakla birlikte tüm düşmanlarımız bizi imha etmek ve parçalamak için PKK’nin yaşam tarzına saldırmaktadır. Şervan arkadaş bu anlayışla yaklaşırdı. Partinin yaşam tarzını oturtmaya çalışır, bu temelde eyleme geçerdi. Doğru olan yaşamda sağlam duruş olduktan sonra diğer çalışmalar kendiliğinden gelişirdi. Savaş tarzı da yaşam tarzıyla bağlantılıydı. Savaş üzerine yoğunlaşır ve tarihteki örnekleri araştırırdı. Bu temelde en çok da Önder APO’nun savaş üzerine olan çözümlemelerini okur ve araştırırdı. Savaşın yapılabilmesi için savaş öncesi bütün hazırlıkların yapılması gerektiğinin bilinciyle hareket ederdi. Hani derler ya ‘riski göze alamayan kahraman olamaz’ diye. İşte Şervan arkadaş riski göze alarak savaşa girenlerdendi. Fedai bir duruş ve tarzla katılırdı. Gerçekten de savaş konusunda cesaretli ve öncüydü. Yaptığı tüm eylemlerde öncüydü ve işinin başındaydı. Örneğin en kritik anlarda seçme gruplarda yer alırdı.
Yoldaşlık ilişkilerinde örgüt oluşturma ve yoldaşlarını geliştirme temelinde yaklaşırdı. Hata eksikliklere karşı çok radikal tavır alırdı. Bu konuda her zaman hem kendisiyle hem de çevresiyle bir kavga ve mücadele verirdi. Bu da olumluydu tabi. Disiplin konusunda da taviz vermezdi. Resmi ve ölçülü yaklaşırdı.
Mücadele Yoldaş
Ali Pılıng
Yok olmaya yüz tutmuş bir halkın yeniden doğuşunu yaratma iddiasıyla, tamamen Önderliksel bir Hareket olarak çıkış yapan PKK hareketi, bu mücadelede kendini adamışların hareketi olarak, şehitler partisi olarak ortaya çıkmıştır.
Uzun tarihsel bir geçmişe sahip olan mücadelemiz, başladığımız ilk andan bugüne kadar büyük kahramanlıkları bağrında yaratmıştır. Özgürlük, onur, erdemlilik, eşitlik, bağlılık, doğruluk ve iyilik temel yaşam ve mücadele felsefi olurken; tersinden dayatılan gerçeklik ölüm anlamına gelmiştir. Şehitlerimiz kutsal kahramanlıklarıyla bu ölümü kabul etmemenin birer sembolü olmuşlardır. Agitlerin, Zilanların, Mazlumların, Kemallerin ve daha binlerce kahraman yoldaşla fedaileşerek günümüze ulaşan özgürlük iradesi, büyük özgürlük bilincine ve düzeyine ulaşmıştır.
PKK’nin hem ismini hem de direniş kültürü eksenindeki mücadele stratejisini geçmiş tarihten beri süregelen ihanet zinciri ile ortadan kaldırma temelli çabalar, Önder APO’nun öngörüsü ve kahraman gerillanın bağlılığıyla aşıldı. Böylesi kritik süreçlerde büyük ve derin komplo yöntemlerine kanmayan binlerce yiğit Kürdistan genci, PKK’nin yeniden inşası için yönünü Botan dağlarına verdi. 1 Haziran 2004 tarihi ile birlikte resmileşen Kürdün özgürlük tarihine geçen, özgürlük direnişinde yer alan Roni yoldaş, birçok insanın bilmediği, anlayamadığı ve çözemediği derin Kürdistan bilinciyle savaşa katıldı. Bizlere ve tarihe bıraktığı her saniyesi büyük bir heyecan olan, Gerilla’ya aşık olmayı, düşmana ise kin duymayı öğreten her satırı, şehitler albümündeki nadide dizeler olarak yerini almakta. Gün gelecek Roni yoldaşı tanıyacak bir Gerilla bile bulamayacağız. Ama o gerilla olmayı iliklerine kadar hissederek, açlığı, soğuğu ve yorgunluğu yaşayarak gerillanın tadına vardı. Kürdün üzerindeki ölüm korkusunu bir davaya bağlayarak ortadan kaldıran Önder APO gibi hep yazdı. Aslında binlerce kendisinden sonra gelen yoldaşına ölümsüzlüğün yazılarak yaratıldığını da göstermiş oldu. Bu tarih yazılacak Roni yoldaş. Kimse PKK’nin tarihini yazamayacak. PKK’nin tarihini PKK yazacak. PKK’nin filmini PKK çekecek. Nasıl ki gönlünü, sevdanı, yüreğini, ailenin ve sevdiklerinin geleceğini kurma adına ortaya koyduysan bunun karşılığını da alacaksın. Çünkü PKK yaşayan bir efsane, söylediklerini yapan bir parti. PKK’nin adaletinden kuşku duymayan ve PKK’nin yarına bırakır ama yanına bırakmaz felsefesini iyi bilen bir yoldaş olarak özgürce yaşadın. Hepimize de yiğit bir Kürt erkeğinin nasıl yaşayıp, nasıl savaşıp, nasıl öleceğini gösterdin.
Mücadele Yoldaşları...
11 Mayıs 2016
Kod adı: Roni Dıjwar
Adı soyadı: Ronahi Mağmuk
Doğum tarihi-yeri: 1977 / Tatvan-Bitlis
Anne-baba adı: Bedia - M. Şerif
Katılım tarihi: 1997 / İstanbul
Şahadet tarihi: 20 Mayıs 2004 / Botan - Cudi
Düşerken Biz
Sefine’den avazım çıktığı kadar kollarım yana açıkgöğsüm rüzgara karşı
kimsenin duyamayacağı kadar
haykıracağım
yalnız sen okuyacaksın beni
bir de ülkemvücudumu gereceğim bir yay gibi
gözlerimi yumupdişlerimi kenetleyeceğimve yumruklarımı içe sıkıpseni haykıracağım Sefine’denses dalgalarımboşluğa umudunu yayacakkim bilir belki bir dağa çarpıpsevda yankısı olup ulaşacak banaama ülkemin dağlarımutlaka duyacak beniarkama bir an baktığımdaonları göreceğimhani bu büyük kavgadaölümsüzleşenleridaha bir coşkulu bağıracağımardımda bir ordu olduğunubileceğim çünküve başımı kaldırıpgüneşe baktığımdasıcak ışınlarınıyüzümde hissedeceğimbedenime ateşler hakim olurkenyine seni haykıracağımderin bir nefes alıp koşmayabaşladığımdabir ben bir uçurumbir de sen olacaksınuçmak için boşluğa düştüğümdeyine seni haykıracağımözzz...güürrr...lüüüükkk...Şehit Roni Dijwar (Ronahi Mağmuk)
Gülüşleri Vardı Güneşin Bile Kıskandığı,
Yürekleri Vardı Dağlara Sığamayan,
Sevgileri Vardı Yüreklere Sığamayan,
Aşkları Vardı Gökleri Titreten,
Bunun Benzeri Olamaz Tabiatta,
Çünkü Onlar Ölümsüzleşenlerdir.
Ne Baharda Açılan Çiçekler,
Ne Sabah Erken Doğan Güneş,
Ne Hafiften Yağan Yağmur,
Ne De Bembeyaz Yağan Kar,
Hiçbiri Yetişmez Güzelliklerine,
Çünkü Onlar Ölümsüzleşenlerdir.
Umutları Vardı Hayattan,
Hayalleri Vardı Yarınlardan,
Sevdalıydılar Bu Yola Hiç Yorulmadan,
Anıları Vardı Her Bir Karış Toprakta,
Bağlanmışlardı Onurlu Mücadelelerine,
Duyurdular Tüm Cihana Adlarını,
Bilmezler Halaya Tutuşup Savaşmaya Gittiklerini,
Çünkü Onlar Ölümsüzleşenlerdir.
Bu Hayattan Hiç Bir Beklentileri Yoktu Kendileri İçin,
Tüm Yaşamlarını, Yıllarını, Halkları İçin Verdiler.
Ne Geceden Nede Gündüzden Dilediler.
Sadece Amansızca Mücadele Verip Başardılar.
Halklarının Mutluluğu Onların Mutlulukları,
Zaferleri Halklarının Zaferi Oldu.
Özgür Dağları Mesken Ettiler Kendilerine,
Zalim Kulların Olduğu Bir Dünyada,
Onlar Ezilmişliğe, Köleliğe Başkaldırdılar.
Zorluklara Aldırış Etmeden Kendilerini Feda Ettiler,
Hiçbir Güç Onları Unutturmayacaktır.
Çünkü Onlar Ölümsüzleşenlerdir.
Tarihlere Destan Yazan, Ölümsüzler Kervanına Katılan Destansı Kahramanlara ve
Mayıs Ayında Şehid Olan Tüm Özgürlük Savaşçılarına…
Brusk Roboski
Geceler neden bu kadar sessiz, durgun ve huzurludur diye düşün. Sonra zifiri karanlıkları yırtan yıldızları düşün. Mavileri yırta yırta göğün zirvesinde arşa değen o yüreği düşle. Göz bebekleriyle yüreklere masumiyeti damlatıp taze düşler filizleyen, hayallerine sıkı sıkıya tutunan fedaiyi düşün.
Hakikatin yüce arayışçısı
Yaşamın hırçın savaşçısını düşle
Yüreklere yeşil umutlar, beyaz türküler sığdıran mavi yürekli, mor gülüşlü düşlemek. Fedailik bütün koparılmışlıklara, yitirilmişliklere ve yok edişlere meydan okurcasına tutunmaktır. Heval Şervan bütün yüreği ile kucaklamıştı yaşamı. Bu yaşamın her bir zerresi için sonuna kadar açmıştı yüreğinin kapılarını. Adanmışlığın en güzel temsiliydi aslında. Bu yaşama, yoldaşlığa ve Önderliğe öylesine adanmıştı kendisini.
Önderliğin militanı olarak Apocu militan çizgisinde en sağlam adımları atarak yürümeyi kendi esas almıştı. Bu esası kendisi ile beraber özelde genç arkadaşlar olmak üzere bütün yoldaşlara esas kılmanın çabası içerisindeydi. Genç arkadaşlara ilgisi farklıydı. Onlara takılıp şakalaşıyordu. Yaşamda sürekli gözlemiyor, en sıcak gülüşleri ile renk katıyordu. Kendisini, o güzel yüreğini sistem dayatılmalarından gün be gün temizlemişti. Öte yandan yoldaşlarının sistemin kirliliklerinden arındırmanın ve özlülüğe kavuşturmanın savaşı içerisindeydi. Fedailik, "kendinden dirhem dirhem vermektir." Diyordu Şervan yoldaş. Dediğini savunurcasına yaşıyordu. Yaşamın her alanında dirhem dirhem kendini veriyordu. Çalışmaya ve başarmaya tutkundu. Alçak gönüllü, mütevazi, sıcakkanlı, içten ve samimiydi, emek vermek esası üzerineydi. Bu yüzden gece gündüz fark etmiyordu onun için. Durmadan çalışıyor, daha güçlü katılımlar ve eylemsellikler adına müthiş bir çaba sarp edip gecesini gündüzüne katıyordu.
Düşleri, düşünceleri derindi. Çünkü yaşama derinden bağlıydı. Gözleri derin derin bakıyordu. Düşlerinin derinliği gözlerine misafir olmuştu ki. Tebessümlerine sıçrayan o düşlerle yüreğinin derinliklerinden geliyordu gülüşleri. Onu tanımak için öyle uzun bir zaman dilimine çok ihtiyaç duymuyordu insan. Seni gülüşleriyle selamlıyordu. Tebessümler yalnız yüzünde kalmıyordu öyle. Gözleri yüreğine dokunuyordu insanın ve yüreğine damlıyordu o mor gülüşleri. Ölümü utandıran gülüşlerin sahibiydi o. İnsanlarla uğraşmayı seviyordu. Her yoldaşının kendisini yaratma savaşımında emek vermek istiyordu. Yalnız duruşu ile değil, bu uğraşı ile de güç veriyordu. Önemli olan eksikliğe düşmek değil, bu eksikliklere isim koyup çözüme eriştirmektir. Çünkü onun için esas olan çözümdü ve kendisine de esas aldığı buydu. Bu yüzden, "kendi eksikliklerine ad koymak en büyük mertliktir" diyordu. Ve hepimizden mert yürekler yaratmamızı bekliyordu. Yaşamıyla, duruşuyla, iyilikte, güzellikte her zaman önce yoldaşım dedi Şervan yoldaş. Ve son ana kadar da yaşattı yoldaşlığını. Bütün yüreklerde yoldaşlığın resmi oldu. Yaşam öyle nefes alıp vermek değildi. Onun için, kıran kırana, soluk soluğa dakikalarda bile dönüp "yoldaşım demek ve son nefesini verip, göç etmek pahasına yoldaşlarını ölümün pençesinden kurtarıp ölümlerde yaşamı yaşatmaktı.
Hesapsız ve korkusuzca
Yürekten ve fedaice
"Bu devrenin de kahramanları olacak" demiştin. Ve yüreklerimizden kahramanlığın, yoldaşlığın, mertliğin ve fedailiğin resmi oldun. Mor gülüşlü, yüce yürekli yoldaş! Şimdi gülüşlerin her yürekte bir orkide çiçeği misali filizlenip, düşlerin yağmur taneleri misali bir bir düşüyor yüreklere. Öyle narin ve beyaz iken bir yanı, bir yanı öyle derin ve öylesine mor.
Gülüşlerinle, yarattığın düşlerle, seninle, yüreğinle umudumuz yeşil, türkümüz beyaz ve gülüşümüz mordur şimdi.
Mücadele arkadaşları
Yaz mevsiminin son demleri, sararmış otlar esen rüzgârın etkisiyle bir yerden başka bir yere sürükleniyor. Her nereye giderse gitsin, sonunda buluşacağı ve karışıp bütünselleşeceği yer toprak olacak. Doğanın büyüleyici ahengine en güzel örnektir belki de. Yok olmayışın en güzel örneği! Bir başka zamanda, bir başka şekilde var olma ve oluşmanın en güzel hali.
Bir başka mevsime doğru evirilirken, zamanın oluşturucu ve yapılandırıcı gücüne şahitlik ediyor bakışlarımız. Doğanın henüz anlamına ulaşamadığımız o kadar çok gizemi var ki; hayranlıkla izlemek kalıyor bize. Gördüklerimizin heyecan ve coşkusuyla saklı kalmış gülüşlerimizi dışa vururken, literatürlerimize henüz dillendirilmemiş nice bakir gülüş, bakış, sözcük ekleriz.
Çünkü zaman oluşturandı, çünkü doğa anlama kavuşturandı…
Bu gün, zamanın öğlen vaktini gösterdiği bir zaman diliminde, teni yakan güneş ışınlarından korunmak için gölgesine sığındığım meşe ağacının altında seyre dalıyorum doğadaki bu güzelliği. Tek başımayım, bir o kadar da kalabalık arkadaş grubunun tam ortasındayım.
Her ne yapsam da gördüklerimi olduğu gibi dile dökemeyeceğim, biliyorum.
Hissettiklerimi anlatamayacağım, biliyorum.
Yüreğimin derinliklerinde her an beslediğim özlemlerimi dışa vuramayacağım, biliyorum.
Her şeye rağmen bu anların ölümsüzlüğünü yüreğimin derinliklerine nakşediyorum…
Bu anları ölümsüz kılan sebeplerim var. Onca gecen zamana inat hala yaşanırlığını sürdüren, giderken bir an olsun arkasına bakmadan, amaçlarının üzerine doğru kararlıca yürüyen yoldaşlarımın eskimeyen anılarıdır gülüşüme anlam katan. Yok etmeyen zaman, anıları da özlemle anlama kavuşturuyordu.
Yürekteki coşkunluğu anıların gizemli ve savurgan bakışlarıyla buluşturan doğanın güzellikleriydi. Sararmış otların rüzgâra dokunuşu ve açık hava dans gösterisiyle birikmiş özlemlerimi güneşin dokunuşlarıyla buluşturuyorum. Başına Berxwedan’ı koyduğum, gençliğimin gülen yanını hatırlatan anılarım.
Ah diyorum. Şu an esen rüzgârlara salsam bir birikmiş özlemlerimi, sunsam diyorum. Ulaşır mı ona? Dindirir mi göğüs kafesimin tam üstünde birikmiş, nice dillendiremediğim hasretliklerimi?
Henüz on altısında özgür yaşam arayışlarını gerillalaşma kararlılığıyla taçlandırmıştı. Amed Surlarının on yıllardır saklı tuttuğu, acıyla ve gözyaşıyla yoğrulmuş isyan çığlığını da sırtlayıp öyle koyulmuştu özgürlük dağlarının yoluna.
Çocukluğunun geçtiği, umutlarını, özlemlerini, hayallerini ve amaçlarını büyüttüğü bu mekândan ayrılmak zor gelse de, yankılanan haykırışlara bir nebze de olsa derman olmak için ve özgürlüğün çıplak tenine dokunup, havasını solumak için dağların yolunu tutmuştu. Görmüştü; bu şehrin her bir sokağının düşman tarafından nasıl kana bulandığını ve çocuk gülüşlerin darağacına çekildiğini… Yaşamıştı; çocuk bedeninin nasıl işkencelerden geçirildiğini, zifiri, suskun, kör duvarların ardına kilitlendiğini… Duymuştu; anasına, abisine, ailesine, davasına, ülkesine yapılan hakaretleri, söylenen insanlık dışı sözleri… Bundan işte; bir an önce amaçlarını ve hedeflerini başarıya ulaştırabileceği mekânlara yetişmeliydi. Yetişip intikamını almalıydı.
Çocukluğunun geçtiği, umutlarının ve özgür yaşam heyecanının şekillendiği bu diyardan ayrılırken vedasını eksik bırakmıştı. Eninde sonunda gelecekti. Bugün gitme zamanıydı belki, ancak gün geldiğinde bir gerilla olarak bu diyarlara ayak basacak, çocuk bedeninin yapamadıklarını yapacaktı. Söz verdi bu diyarlara ve yolcusu oldu dağların. Direnişine dağların, yoldaşlık etti. Çünkü direnmenin yaşamak olduğunu biliyordu. Bundan işte Berxwedan oldu, her türden köhnemiş yaşayışa Berxwedan’ca karşı durdu…
Berxwedan! Bakışlarında sonsuz umut barındıran, yüreğinde büyük hedefler büyüten Amed’in asi bakışlı çocuğu…
Berxwedan! Edindiği büyük hedeflerle büyük yaşamayı kendisine esas alan Kandil’in genç komutanı…
Berxwedan! Genç yaşına rağmen, yüreğinde bir ömre bedel yaşam tecrübesi yerleştiren olgun ve ağırbaşlı gerilla…
Berxwedan! Yoldaşlarının gözlerindeki sevinçte kendin olmanın güzelliğine ulaşan ve amaçlar büyüten devrimci…
Berxwedan! Değişime inanıp, değişimin güzelliğinde yarınları kararlılıkla oluşturma çabasında olan güzel yoldaşım…
Her Berxwedan deyişimde, toy ve amatör devrimciliğimin fırtınalı zamanlarını anımsarım. Bir bir dizilir yaşanılanlar, o günler canlanır beynimde ve yüreğimde.
Kandil’in destansı tarihinde, destan yazmış yiğitlere meskenlik etmiş, kartallara yuva olmuş, bir yanında Ş. Rojhat, bir yanında Ş. Harun olan Kartal Tepesinde yaşadıklarımız…
Tuttuğum yaşam günlüğümün henüz başında, ilk olmanın coşkunluğuyla yer almış zamanlardı.
Henüz birkaç aylık gerilla yaşamımın en başında, dağları, gerillayı ve yaşam coşkunluğunu anlama kavuşturduğum zamanlardı.
Yaşadığımız onca sistemik hastalıklardan arınmaya karar verdiğim, yoldaş olmanın ve yoldaşça bir yaşam için sözler tazelediğim zamanlardı.
Ayrılıkların, acının, gözyaşının, incinmenin ve üzülmenin de bir anlamının olduğu; yerine özlemin sevincin, gülmenin ve coşkunluğun olgunlaştırıcılığını bilince çıkardığım zamanlardı…
Bu zamanların en orta yerinde duruyordu Berxwedan.
Kartal Tepesinin kartal bakışlı genç komutanıydı Berxwedan…
Yaşadığı onca acı ve zorlanmaya karşın, kendinde yaşam coşkunluğunu ve sevincini oluşturabilmiş güler yüzlü, yoldaşa yoldaş olmayı bilen bir gerillaydı Berxwedan…
Yitirdiğimiz canların acısını hiçbir şey dindiremez. Hele hele bir halkın umutlarını kuşanmış ve yola koyulmuş ise… Ne gerçek, ne yakın olmak, ne cesaret, ne de avuntular… Bunların hepsi anlam denizinin küçük damlacıklarıdır. Yapılabilecek tek bir şey vardır; bu hüznün ve ayrılığın anlam derinliğini bilince çıkarmaktır. Ve hiçbir zaman bu acılara alışmayacağımızın sözünü kendimize verip bu temelde yolcusu olduğumuz onurlu yolun en iyi temsil edeni olma kararlılığını göstereceğiz.
Tabi, yürek-beyin birlikteliğini sağlayıp, dayanabilirse… Sonra, zamanın oluşturuculuğunda, her yeni acının daha az can yakmadığını öğreneceğiz…
Sistemin tüm alıştıran hallerini üzerimizden atacak, acıyı anlama, ayrılığı özleme döndüreceğiz.
Anılarımızın, yaşanmışlıklarımızın olmuş bitmiş bir olgudan ibaret olmadığını, her an yürekte ve beyinde nasıl yaşanılır kılınacağını dosta düşmana, tüm insanlığa, dünyaya ve evrene göstereceğiz.
Yaratılan tarihsizliğe ve geliştirilmek istenen anlamsızlığa inat, geçmişin kuytu köşelerinde saklı bırakılmış anlamın ve yaşamın taşıyıcısı ve sürdürücüsü olacağız. Ve alışmayacağız, alışmayacağımızın pratiğini yaşamımızda sergileyeceğiz. Alışmadan da anlamın derinliğine ulaşılabileceğine gösterecek ve alışmayı haram bileceğiz…
Çünkü Alışmak ihanettir…
Bu mevsim de bitecek. Sararan güneşin yakıcı ışınlarından etkilenen otlar, rüzgârın savurgan dokunuşlarıyla, toprağa karışacak. Bir başka mevsim gelecek, sonra başka bir mevsim ve bu mevsim geçmiş olacak. Ama zamanın eskitemeyeceği tek bir şey; anılarında amaçlar kutsadığımız o zamansız giden yoldaşlarımızın özlemi olacaktır. Çünkü onca sancılı ve acılı zamanlara inat; ayakta kalmanın ve mücadelenin saflığında yarınlara yürümenin coşkunluğunu ve kararlılığını büyüten bu özlemlerdir…
Mahabad GABAR