Bizler, Önder APO’nun başlattığı “Demokratik Siyasal Çözüm Süreci” sonucunda Karadeniz’den Dersim’e, oradan da Güney Kürdistan’a geçen ve sizlerin evladı, bizlerin cesur, fedakâr ve her zaman için örnek alacağı yiğit komutanımız Heval Celal’in (Mahir Koç) yoldaşları ve savaşçılarıyız. Yoldaşı, silah arkadaşı ve savaşçısı olmaktan büyük gurur duyduğumuz Heval Celal’in siz değerli ailesine yazmak, yazarken yaşadığımız ve ömrümüzün sonuna kadar unutmayacağımız birlikteliğimizin gururunu paylaşmak bizler için büyük bir vefa borcuydu. Böylesi bir borcu ödemek için büyük bir sabırsızlık içindeyken henüz iki-üç gündür geldiğimiz Medya Savunma Alanlarında elimize geçen imkânı değerlendirerek sizlere ulaşmaya çalıştık. Siz Şehit Celal’in ailesine ulaşabilmenin büyük mutluluğu içindeyiz.
Değerli Koç Ailesi;
Kürt halkı gibi mazlum bir halkın atan yüreği, düşünen beyni biçimindeki bir rolü üstlenen PKK gerillası olmak her Kürt genci için gururların en büyüğü olmalı. Böylesi bir gururun kaynağı olan Kürdistan dağlarında gerillacılık yapmak elbette ki çok büyük nitelikler gerektirir. Her şeyden önce halkına ve ülkesine büyük bir sevgi kadar, öfkeyle dolu olmayı gerektirir. Yine bu sevgi ve öfkesini yaşamla buluşturacak sadakat ve cesaretle donanmayı gerektirir. Sahip olduğu sadakat ve cesareti her türlü zorlu koşullarda büyük bir fedakârlıkla sınayarak ispatlamak gerekir. İşte tüm bu meziyetlerin ve daha fazlasının buluştuğu böylesi bir insanı ve onunla yüceliğe dayalı sınanmış birlikteliğimizi “HEVAL”likle adlandırdık. HEVAL’liğimizle kutsanmış birlikteliklerimiz özgür Kürdistan’ın mayası haline geldi. Bu anlamıyla “HEVAL”, özgür Kürt’ün kutsallığıdır.
Evladınız ve bizlerin de komutanı olan Şehit Celal, tüm bu nitelikleriyle PKK gerillası içinde HEVAL kutsiyetini en zirvede yaşayanlardan biri olarak unutulmayacaktır. Öylesi bir evladın ailesi olarak ne kadar gururlansanız yeridir. Bizler de onun hevali ve komutası altında mücadele etmiş savaşçıları olarak o haklı gururu sonuna kadar yaşıyoruz. Şehit Celal’in ailesi olmanın gururu ile onun savaşçıları olmanın gururu bizi sizlerle buluşturan oldukça önemli ve de anlamlı bir bağ. Elbette ki bu gururu yaşamak kadar, bu gururun kaynağı olan Şehit Celal’in anısına bağlı olmak, anısını yaşatmak gibi bir görevimizin olduğunun da bilincindeyiz. Bu bilinç, halkımızın haklı davasına son nefesimize kadar sahiplik ederek onu zafere taşımak olacaktır.
Değerli Koç Ailesi;
Kürt halkı içinde ve Kürdistan dağlarında gerillacılık yapmanın zorlukları ortadayken, devrimi zafere taşımak amacıyla gerillayı Türkiye taşırmak, Türkiye halkı içinde gerillacılık yapmak çok daha zor bir görev. İşte böylesi zor bir görevi öncü-komutan düzeyde üstlenen ve sadece üstlenmekle kalmayıp, üstlendiği görevi hakkıyla yerine getiren ender gerilla komutanlarında biri de Şehit Celal oldu. Başarıyla yerine getirdiği bu görev, mücadele tarihimizde hak ettiği yeri daha şimdiden aldı. Onun öncü komutan düzeyde yerine getirdiği bu tarihi Karadeniz pratiğine tanıklık etmiş olan bizler, yaşadığımız o günlerin anısını oluşturan kimi fotoğrafları derleyerek sizlere emanet etmek istedik. Ailesi olarak bunu en fazla hak edenler olduğunuzu düşündük.
Değerli Koç Ailesi;
Hiç kuşku yok ki Şehit Celal’in büyüklüğüde ailesi olarak sizlerin, özelde anne ve babasının payı oldukça büyük. Böylesi bir büyüklüğe sahiplik etmek de ayrıca bir büyüklüğü gerektiriyor. Sizlerin böylesi bir büyüklüğü hakkıyla göstereceğinize inanıyor, Şehit Celal’in anısına bağlılığın gereği olarak Başkan APO’nun yolunda Kürdistan devrim davasına sonuna kadar bağlı kalarak en güçlü katılımı sergileyeceğinize inanıyoruz. Bu inançla sizlere en içten sevgilerimiz yolluyor, yaşamınızda başarılar diliyoruz.
Devrimci Selamlar ve Saygılar
28.08.2013
Mücadele Yoldaşları Adına (Rojhat Ankara)
Zamana akıtılan günler geçerken rüzgara takılan anıları toplamaktayız. Birer birer… Bir de yanında gözlerimiz takılmakta anlaşılmayan zamana. Gölgeler mağrur, gölgeler zavallı…
Yine de hala inançlıysa yürekler umut beslenmekte demek ki. Yaşam umuda tutunan değil midir? Yine de gölgeler niye bu kadar umutsuz beklemekte. Gözlerim takılıveriyor yalnız ağaca ve yalnız ağacın altında öylece bekleyen bir çift göze. Dalgın, buğulu ama yine de umutlu gözler. Uzaklardan gidenleri özlemle arayan gözler… Durmadan kovalamakta saatleri. Usulca yanına yaklaştım. Küçük kayanın üstüne oturup yüzüne baktım. Yüzünde duran hüzne… yüzündeki çizgilere; bir ömrü dile getiren çizgilere baktım. Bir ara dönüp bana baktı, sonra tekrar yüzünü çevirip uzaklara daldı. Sessizliği bozmak istemediğim için hiç konuşmadım. Onun sessizliğine ortak olmak istercesine sustum. Gözleri kapanınca ara ara sanki bitirilmiş bir hüzün resminin sonunu getirmek ister gibi kapatıyordu göz kapaklarını. Kirpikleri birer kalemi anımsatıyordu. Ne de güzeldi gözleri…
İnsanın yaşadıkları niye bu kadar yansır gözlere? Gerçekten yüreğin aynası mıdır? Öyle değilse Destanın gözleri neden bu kadar çok şeyi anlatıyordu? Mavimsi gözleri ışıl ışıldı. Gökyüzünü anımsatan bir özgürlük sembolüydü gözlerinin rengi. Bakınca sanki insanı kucaklayan bir sıcaklığı hissederdi. Destan, destansı bir yüreği yansıtan gözlerle bakıyordu yaşama. Şehit düşmeden birkaç gün önceydi… Hep deriz ya insan ölümün soğukluğunu daha önceden hisseder. Evet sanki Destan yoldaş uzaklardan gelen o soğukluğu hissetmişti. Dalgındı… Vedalaşır gibiydi. Bunu o anda anlamasa da insan daha sonraki zaman diliminde yüreğine vuruyor o anlar.
Daha sonraki zamanlarda onun oturduğu yerin olduğu noktaya Şehit Destan Noktası ismini koyduk. Ne zaman oradan geçseydim o an aklıma gelirdi. O yalnız ağaç, Govendê de taşların, kayalıkların arasında dim dik durmuş bir ağaç. Bir tek onun gölgesi var. Ne de güzel durur orada. Bazen güneşli günlerde gidip altında durup uzakları izlerdik. Bazı arkadaşlar da yazarlardı. Uzun ömürlü olmayan bir gölgesi vardı. Artık ne zaman o gölgenin yalnızlığıyla dostluk etsem Destan gelir aklıma.
Katıldığı eylem gerçekleşmemişti. O zaman operasyon çıkmıştı. Orada şehit Destan destansı bir direniş sergilemiş bombasını kendinde patlatmıştı. Semaları andıran gözlerinin renginde boğmuştu düşmanı. Yüreğindeki intikam duygularıyla yürüdü düşmanın üstüne. Hiçbir kaygı taşımadan. Ve sonra gök yüzüne doğru yol aldı. Mavimsi bir renk cümbüşü ortaya çıktı. Gözler mavi, gök mavi ve yürek maviye vururdu. Destan hep maviyle bilinirdi ya! Destanın yüreği hep maviye özlemdi. Ve şimdi semaların maviliğine kavuştu.
Söyle yalnız ağaç
Bir çift göz vardı buralarda
Gölgende dalmıştı uzaklara
Dalgındı,melül…
Onlar Destan’a ait gözlerdi
Mavi mavi bakardı
Söyle yalnız ağaç
Gördün mü onu?
(2012 yılında xapuşke operasyonunda-şemzinan şehit olan şehit Destan anısına)
Jiyan Tekoşin
Yoğun günler beklemekteydi bizleri. Yoğun ve yorucu… özlemden, ayrılıktan olan yorgunluk! Sonbahara doğru ilerlerken günler, yapraklar yavaş yavaş dökülmekteydi yüreğimizin çukurlarına. Derinlerde her biri beklemekte. Her yerde gidenler vardı. Kalanlara ise geride hüznü yaşayanlar oluyordu. Yine böyle bir günde uğurladık yoldaşları. Onlardan biri de Rozerin’di.
Alana yeni gelen Rozerin arkadaş büyük bir idia ile gelmiş, fiziki o kadar zorlanması rağmen bunu hiçbir zaman önüne engel olarak görmedi. Hep bir şehit arkadaşa verdiği sözü dile getirirdi. “ Bir gün düşmanın üzerinden silah kaldıracağım” derdi. Rozerin bir sözü taşıyordu yüreğinde. Fedakar, cesur Rozerin…
Sevgi verilen bağlılığa sahip çıkma mıdır? Sonuna kadar verilen değerler yolunda ilerlemek, emek vermek midir? Sevgi neydi? Rozerin içindeki sevgisini bağlılığına sahip çıkarak yansıtıyordu. İddiasını dile getirirken gözlerinin hep parladığına tanık oldum. O gün geldi; yapraklar durmadan takılıyorlardı bir yerlerde. Sanki ayrılık esintisini bir yerlerde bırakmak istercesine… ve Rozerinler gitti.
Birkaç gün sonra gelenlerden dinledim Rozerini ve gösterdiği cesaretini. O kadar zorlanmasına rağmen silah kaldırıp arkadaşlara sonuna kadar destek çıkmıştı. Gözlerini kapamadan önce biraz uzağında olan arkadaşa el sallamış, veda edercesine gülümsemişti. Bunu gören arkadaş o gülümsemesini hiç unutmuyordu. Aradan zaman yeli esiyor. Vuruyor düşmanın lanetli yüzüne. Rozerinin uzun saçlarını okşuyor rüzgar. Ve içindeki sevgiyi ona teslim ederek; “ al götür yüreğinde sevgi zerrelerinin olmadığı yüreklere sal. Ben görevimi yerinde getirdim” diyerek ellerini iki yana açarak, gözlerini kapatıyor.
Bir gerilla verdiği sözü Rozerin gibi yerine getirmesi gerekir. Yüreğinde hap taşıyarak, sevgi ile büyüterek… Bir gerilla onun gibi cesur olabilmelidir. Korkusuzca düşmanın alın çatından vururcasına gidebilmelidir. Yeri geldiğinde sevgisini, bağlılığını nasıl ıspatlayacağını iyi bilir. Ve yine yeri geldiğinde ne zaman gözlerini kapayacağını da iyi bilir. Sessizce, gülümseyerek ve onurluca…
Dedim ya gidenler gitti de bir geride kalan hüzün baharını beklemek oldu. Halbuki ne de güzeldi baharı farklı bir duygu ile beklemek ve umut etmek. Kim bilir başka Rozerinler baharın filizlenecek? Tomurcukları ile yaşamı güzelleştirecekler. Kim bilir…
Birer birer çoğaldılar
Dağların ardından binlerce Rozerin
Bir yiğit yürekten
Ve cesur elleriyle
Var kıldı ardıllarını
Rozerinler çoğalıyor…
(2012 yılında Xapuşke operasyonunda şehit olan Rozerin Rojhılat anısına)
Jiyan Tekoşin
2008 yılının büyük bir savaş yılı ve önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl olacağı daha 2007 yılından belliydi. Düşman örgüt içinde yürütülen tasfiyeciliğe ve gelişmiş tekniğine dayanarak 2007 yılında büyük operasyonlar yapmış ve bu operasyonlar sonucunda bazı alanlarda kayıplarımız olmuştu. Gabar’da Adıl ve Gülbahar arkadaşlar öncülüğünde bir grup arkadaş şehit düşmüştü.Düşmanın 2008 Şubat ayında kara operasyonuyla hareketi tasfiye etme amacına ulaşmak için hedefi yumuşatma adıyla 2007 sonbaharıyla birlikte Medya Savunma Alanlarını yoğun bir şekilde hava saldırılarıyla bombaladığı bir süreç yaşanmaktaydı. Bu süreçte düşmanın amacı ana karargâhımıza ve güçlerimize darbe vurma ve tasfiye etme temelinde ‘Kürt sorununu’ çözmekti. 9 günlük Zap operasyonunda gerillanın hazırlık ve direnişi sayesinde Türk ordusu savaş tarihimizdeki en büyük yenilgisini almış oluyordu. Türkiye’de ve dünyada Türk ordusunun performansı ve gerillaya karşı başarısız olması ilk defa yüksek sesle dile getiriliyor ve tartışılıyordu. Ayakları yerden kesik ve havalı olan Yaşar Büyükanıt adeta rezil olmuştu. Kürt hareketi büyük kazanımlar yanında moral de almıştı. Zap savaşının yarattığı sonuç siyasi alana büyük etkilerde bulunmuştu. Kürt halkı büyük moral ve coşku almıştı. Aynı zamanda hareketimiz tasfiyeciliğe karşı da savaş başlatmıştı. Dr. Ali ve Dicle’nin Botan’da yürüttükleri tasfiyeciliğin tasfiyesi temelinde mücadele edilmiş ve Botan sahamıza büyük bir takviye yapılmıştı.
Ben de bu takviye grubunun içinde yer alarak Gabar’a gittim. Esas görev ise Dr. Ali ve Dicle’nin yürüttüğü tasfiyeciliğe karşı mücadele etmek ve aynı zamanda şehit düşen yoldaşlarımızın intikamını almaktı. Bu temelde 2008 yılı hamlesine katılmaktı. 25 Şubat 2007’de yola çıktık. Mart ayının 3. günü Gabar’a ulaştık. Gabar alanına düşman 2007 yılında çok ciddi yönelimler geliştirmiş ve araziye dayalı bir savaş yürütmüştü. Gabar içinde ve çevresinde yeni yerler tutmuştu. Gelişmiş teknikle de yönelim yapılmış ve komutanlarımızdan Adıl ve Gülbahar arkadaşla birlikte bir grup arkadaş şehit düşmüştü. Diğer arkadaşlar kış süreci olduğundan dolayı eğitime girmiş ve Önderlik savunmaları çerçevesinde 2007 yılı pratiği üzerine yoğunlaşma ve tartışmalar geliştirmişlerdi. Yoldaşlarının intikamını almak için kendilerini hazırlamışlardı.
Gabar’a ulaştığımızda düşmanın durumu, mevzilenmesi, kullandığı teknik ve operasyon tarzı üzerine, ayrıca arkadaşların durumu, gördükleri eğitim ve hazırlık düzeyleri, moralleri ve birçok konuda tartışmalarımız gelişti. Gabar’da tartışılan arkadaşlardan biri de Nurhak Çiya arkadaştı. Nurhak arkadaş kendini iyi hazırlamış ve eğitmişti. Bu temelde arkadaşların güvenini de kazanmıştı. Gabar alanına Ş. Adıl arkadaş komutasında gitmişti. Adıl arkadaş şehit düşmüş, intikamını alma görevi savaşçısına kalmıştı. Komutanının intikamını almak için kendisini iyi hazırlamıştı. Bu da arkadaş yapısının gözüne çarpıyordu. Fedai bir duruşa sahipti. Nurhak arkadaş zaten partiye katıldıktan sonra fedai eylem yapmak için örgüte rapor yazmış ve talepte bulunmuştu. Gerçekten de fedai bir kişiliğe, duruşa ve yaşama sahipti. Hani denir ya ‘tanrıdan istemiş bir göz tanrı vermiş iki göz’ diye. Öyle çok olumlu özellikleri vardı ki bazen kendi kendime sorardım “Tanrı bu kadar özelliği nasıl bir insana verir?” diye.
Nurhak arkadaş yurtsever bir ailede doğmuştu. Evli ve 2 kız babası bir arkadaştı. Önder APO öncülüğünde gelişen özgürlük mücadelesinden etkilenip ailesini ve her şeyini bırakıp Kürdistan dağlarına çıkmıştı. Halkına ve ailesine özgür ve demokratik bir ülke yaratma sözüyle gerillaya katılmıştı.
Mardin halklar mozaiği bir yerdir. Arap(mahalmi), Kürt, Süryani, Türk halkları bulunmaktadır. Kürt halkı ağırlıkta ve yurtsever bir konuma sahiptir. Devrimin yükünü bir dönem omuzlamış bir ilimizdir Mardin. Nurhak arkadaş böyle yurtsever bir ortamda büyür ve 1998 yılında gerilla saflarına katılır. Güney sahasına geçip burada eğitim görür. Önder APO uluslararası komployla esaret altına alınınca Nurhak arkadaş buna cevap olabilmek için arayışlara girer ve fedai eylem gerçekleştirmek için örgüte rapor yazar. Kuzeye geçip düşmana karşı savaşmak ister. Bu şansı ancak 2006 yılında bulur.
2006 yılında Ş. Adıl arkadaşla birlikte Gabar’a geçer. Gabar’ı görmeden önce neden insanlar bu kadar Gabar’ı seviyorlar diyordum. Gabar’ı gördükten sonra anladım ki Gabar’ın bütün güzellikleri yanında temel iki faktör bulunmaktadır. Birinci etken Agit arkadaşın Gabar’da kalışı, Eruh eyleminin hazırlıklarının ve eylemin burada geliştirilmesi ve Agit arkadaşın Gabar’da şehit olmasıdır. İkincisi ise emek olayıdır. Emek gerçekten de güzelleştiren bir olgudur. Güzel olan da sevilir. İşte Gabar öyle bir yerdir. Gabar nasıl bir yerdir diye sorulabilir. Gabar kelime olarak ‘yük öküzü’ anlamına gelir. Gabar’ın güneyinde Cizre ve İdil ovası, batısında Kerboran, kuzeyinde Çırav dağı, Eruh ilçesi ve aynı zamanda Şırnak şehri, doğusunda ise Cudi ve Silopi ovası bulunur. Dicle suyu, Cizre, İdil ve Kerboran ile Gabar arasına girer. Adeta tanrı Dicle suyunu ova ile dağın ayırma sınırı olarak yaratmıştır.
Gabar’ın engebeli arazisi sanki savaşa göre yapılmıştır. Dağın kendisi son derece savaşa uygundur. Hele gerilla grupları için vazgeçilmez bir yerdir Gabar. Dağa dayanarak Siirt, Batman, Mardin, Cizre, İdil şehir ve merkezlere açılım yeri olduğundan savaşın gelişebileceği bir alandır Gabar. Düşman Gabar’a kolay kolay giremezdi. Girdiğinde ise kayıpları çok olurdu. Bunun da 2 nedeni vardı. Birincisi dağın savaşa uygunluğu, ikincisi ve esas nedeni ise Agit arkadaşın orada temelini attığı fedai ruhtur. Bu iki faktör düşmanı korkuturdu. Tarihte de Gabar savaş alanı olmuştur. Çîyayê Bizina ve Navser alanında hala mancınık taşları bulunmaktadır. Orduların fethedemediği bir dağdır. Ancak ovadan mancınıklarla vurabilmişlerdir. Şimdinin obüs ve havanları gibi. Dağın yanında mevsimleri de elverişlidir. 4 mevsim de gerilla için elverişlidir.
Tarihte savaş yeridir demiştim. Bunun ispatı her köyün bir kalesinin olmasıdır. Bildiklerim; Avne Benat, Aşilme, Beremirî, Şeretîye, Şex Abdurrahman, Sibivyan, Derşevan yani hemen hemen her köyün bir savaş kalesi vardır. Bu da büyük savaşların kanıtıdır. Gabar’daki halk da kendisini uzun süreli savaşlara göre hazırlamıştır. Gabar’da şeker, yağ, tuz gibi malzemeler dışında her şeyi ile kendisine yetecek şekilde hazırlanmıştır. Gerçi yağı hayvanlardan karşılıyor olabilirler. Badem, ceviz, üzüm, armut, incir, elma, kayısı, erik, dutlar, ekersen buğdayı, hayvancılık için uygunluğu kısacası tanrıların ve kralların yeridir denilebilir. Buranın insanları dünyanın en emekçi insanlarıdır. Yüksek duvarlar örüp bu duvarların içini taşıdıkları toprakla doldurarak ‘zevî’ yani bahçe yapmak gerçekten de müthiş emek isteyen bir olaydır. Gabar’ın suyu da bir o kadar bol ve soğuktur. Suyun olmadığı yerlerde bu durum sarnıç yöntemiyle telafi edilmeye çalışılmıştır.
Peki, neden bu kadar kendisine yetebilecek bir yer haline getirilmiş diye bir soru sorulabilir. Düşman Gabar’da ambargo uyguladığı için buradaki halk da kendileri çareyi aramış ve bulmuşlar. Toprak anaya yönelerek her şeyi dağdan ve topraktan almışlar. Günümüzde Türk ordusuyla yürüttüğümüz savaşta da TC’nin hâkim olamadığı, girmekten korktuğu, gerillanın her alana açılım yapabildiği bir alan olması nedeniyle şimdi dahi ambargo devam etmektedir. Kürdistan’ın her alanı bu konuda rahat olmasına rağmen Gabar’a uzun yıllar boyunca ambargo uygulanmıştır. Gabar tarihten günümüze kadar savaş alanı olması itibariyle sürekli olarak zorluk, ambargo ve bunun sonucu olarak büyük bir emeğin sergilendiği bir yerdir. Nurhak arkadaşın Gabarla uyumlu temel özelliği emekçiliğiydi. Bu da onun sevilip sayılmasının nedeniydi.
Botan’daki ambargodan dolayı altyapı konusunda zorluklar yaşanmaktaydı. Alt yapı alabilmek için dağdan ovaya inmek gerekirdi. Zaten düşman 1994 yılında balığı yakalamak için suyu kurutma taktiğiyle köyleri boşaltmıştı. Bizim de alt yapı temini için 2 gece yol yürümemiz ve 2 sınırı geçmemiz gerekiyordu. Birinci sınır düşmanın mevzilenmesi, ikincisi ise Dicle suyunu geçmek gerekirdi. İşte Gabar yapısını Nurhak arkadaş ve grubu besledi. Bütün riskleri ve zorluklarına rağmen tüm altyapı çalışmalarını kendisi yapıyordu. Tıpkı Gabar halkı gibi emekçiydi. Bütün bu zorlukları ve riskleri göze alması yoldaşlık sevgisinden ve savaşı büyük bir başarı temelinde yürütme isteminden kaynaklıydı. Eğer Gabar’daki tüm arkadaşlara sorulsa herkes Nurhak arkadaşı sevdiğini muhakkak dile getirecektir. Yoldaşlarını severdi çünkü her şeyi yoldaşlarıydı. Savaşı onlarla yapabilirdi.
Bunun yanında Nurhak arkadaş kadın konusunda da oldukça ilkeli bir yaklaşıma sahipti. Özgür bir yaşamı yaratmanın ancak kadınla eşit, ilkeli ve birbirinin iradelerine saygı gösterme temelinde gelişeceğinin bilinciyle hareket ederdi. Örgütçü özellikleri de ön plandaydı. Kürdistan’da örgütlü olunmadan değil savaş yürütmek, karnını bile doyuramazsın. İşte bu yüzden Nurhak arkadaşın örgütleme özelliği ön plandaydı. İster gerilla ister halk olsun örgütlemesini bilirdi. 2 yıl kitle çalışmasında kalarak faaliyet yürüttü. Ondan kimse rahatsız olmadı. Halkına çok bağlıydı. Halkı çok sever ve saygı gösterirdi. Halkı bilinçlendirmeye ve halkla ilgilenmeye çalışırdı. Hareket tarzıyla halkın güvenliğini sağlardı. Düşman haksızlık yaptığında ise misillemede bulunurdu. Arazi hâkimiyeti de güçlüydü. Savaşta bir komutanın ve savaşçının temel müttefiki arazidir. Hem araziye hâkim olma hem de arazide kalma noktasında hâkimdi. Savaş geliştiğinde ise korkusuzdu. Kürt zaten korkusuzdur. Bu korkusuzluk Önder APO’nun felsefesiyle eğitildiğinde ve bilinçle birleştiğinde büyük bir güç açığa çıkarır. Bunun yanında zaten insan Agit arkadaş komutasında ve onun diyarında bulundu mu korku diye bir durum söz konusu bile edilemez.
3-4 kez İdil ve Cizre’de eylemler yapmış bir arkadaştı Nurhak arkadaş. Cesareti yanında akıl ile yüreği birleştirerek savaşırdı. Ş. Adıl ve Ş. Gülbahar arkadaşların intikam savaşçısı olmak ancak böyle olabilirdi.
En çok ‘Lawikê Metînî’ türküsünü severdi. Bunun yanında halay tutkusu da ön plandaydı. Silahını çok sever ve temiz tutmaya çalışırdı. Adeta silahını kendisinin bir parçası gibi görürdü. Silahını o kadar çok severdi ki adını ‘Gule’ koymuştu. Otururken bile dizlerine koyardı. Kendisini ve etrafındakileri eğitmeyi esas alırdı. Böylesi Kürt halkının değerli evlatları olduğu müddetçe Kürt halkı özgür yaşayacaktır. Bugün Ortadoğu’da Kürt halkı demokratik kurtuluş ve özgür yaşam uğruna mücadele veriyorsa ve bölge halklarıyla özgür, eşit ve kardeşçe bir yaşamı yaratmak için öncülük yapıyorsa ve bütün dünyada Kürtler saygın bir konuma gelmişlerse bu değerli evlatlar sayesindedir. 2011 Martında İdil ovasından Gabar’a geçmek isterken önce tank pususuna düşüyorlar. Yaralı arkadaşı bırakmamak için 2. gün sabahtan öğleye kadar düşmanla çatışıp Gabar’ın Çîyayê Bizina çeşmesi olan More’de Nurhak, Jînda ve Rezan arkadaşlar birlikte şehit düşüyorlar. Bizler de sonuna kadar anıları ve umutlarına bağlı kalacağımızı ve bu temelde zafere kadar yürüyeceğimizi belirtiyoruz.
Mücadele Yoldaşları (Ali Pılıng)
2010 yılında Serhat üzeri gerilla saflarımıza katılan Dicle yoldaş adını başta Zemyan olarak belirlemiş, sonra Dicle olarak değiştirmişti. Doğrudan güney alanlarına, Kandil bölgesine benim yönetiminde yer aldığım temel eğitim kampına gelmişti. Ağrı Doğubayazıtlı, köylü kökenli bir arkadaştı. Tendürek dağının eteklerindeki köylerinden düşman baskısı nedeniyle göçmüş, ilçe merkezine yerleşmek zorunda kalmışlardı. Baskının gerekçesi gerillaların gelip gitmesi olarak ileri sürülse de Dicle bunun altında yatan asıl nedenleri ileride anlayacaktı. Beşi erkek ikisi kız yedi çocuklu bir ailenin üyesiydi. Bildiğim kadarıyla sonradan vefat eden babası ilçe merkezinde kaynak işi yapmaya başlamış emekçi bir insandı. Çocuklarını da bu anlayış temelinde ve yurtseverlik duygularıyla yetiştirmişti. Bunun en somut görüntüsünü Dicle arkadaş olarak eğitim devremizde görüyorduk.Güler yüzlü bir arkadaştı. Rasimlerine baktığınız zaman bunu görürsünüz. Gözlerinde moralini, coşkusunu yansıtırdı.
Dicle arkadaşın okuma yazması yoktu. Türkçe bilmiyordu. Sadece anlıyordu. Serhat yöresinde asimile boyutu var ama onda bu yoktu. Dicle arkadaş doğal özelliklerini, köylü özelliklerini korumuş bir arkadaştı.
18-19 yaşlarında katılım gerçekleştirmişti. Birlikte geldiği bir arkadaş daha vardı. İki kadın arkadaş birlikte gelmişlerdi. O da aynı yaşlardaydı. Onun da kısmi benzer özellikleri vardı fakat bir süre sonra o arkadaş biraz zorlanınca o şubeden başka bir şubeye gitti. O arkadaş iki şube eğitim gördü. Fakat Dicle arkadaş bir şube eğitim gördü. Yani hiç okul okumamasına rağmen bunu başarıyla gerçekleştirdi. Okul okumanın bir avantajı vardır. Okul okuyanlar eğitim alabilme, eğitimden etkilenme, eğitimi içselleştirmeyi daha iyi gerçekleştiriyorlar. Çünkü tanıyorlar, eğitimin formatını kavrıyorlar. Eğitim verme biçimini biliyorlar. Eğitim verme biçimini kendi kişiliklerine hızlı uyguluyorlar. Fakat hiç eğitim almamış birisi, ilk eğitime girdiğinde zorlanır. Eğitim ortamında bile kalmakta zorlanır. Örneğin diğer arkadaşın öyle olduğunu hatırlıyorum. Zorlandığı için iki şubede eğitim gördü. Fakat Dicle arkadaş bir şubede eğitim gördü. Ve o şubede de hakikaten baştan itibaren çok daha geride olmasına rağmen zamanla bunu aştı. Okuma yazması olmamasından dolayı verdiğimiz temel ideolojik derslerde zorlanıyordu. Algılamada zorlanıyordu, yorumlamada zorlanıyordu. Kendisini ifade edemiyordu. Kalkıp konuşamadığı için yardım vermek de güçleşiyordu.
Eğitim devremiz nitelikliydi. Avrupa’dan, Türkiye’den yoğun bir katılım vardı. Oldukça yoğun bir güçle siyasal çalışmalardan gelen genç arkadaşlar vardı. O arkadaşların güçlü değerlendirmelerini, kadın yoldaşlarındaki gelişkin düzeyi görünce Dicle arkadaş ister istemez suskunlaşıyor, içe kapanıyordu. Fakat çok güzel bir özelliği vardı. Eğitimleri hep büyük bir dikkatle yoğun olarak dinlediğini hatırlıyorum. Gözlerini bile kırpmıyordu. Eğitimlerin ilk günlerindeki gülen hali yerini anlatılan dersi ciddiyetle dinleyen tavra bırakmıştı. Ve eğitimden aldığını yaşamda uyguluyordu. Teorik olarak ifade etmese bile, bunu dile getiremiyor olsa bile yaşamda uyguluyordu. Yaşam içerisinde en disiplinli katılan, en coşkulu katılan, askeri eğitimlerde, spor, komando eğitimlerinde en iyi katılım sağlayan arkadaşlardan bir tanesiydi. Hatta kadın arkadaşlar içerisinde o özellikleriyle örnek olarak gösterilen bir arkadaştı.
Doğal toplumun kadın özelliklerini o arkadaşta görüyorduk. Diğer yoldaşlarının gerisinde kalmamasını sağlayan da bu özelliklerdi. Oldukça iradeli, istekli, doğal, mütevazı, saf yanları vardı. Sistemin kirliliklerine bulaşmamıştı. Çok zayıf bir ulusal bilinci olduğu halde ulusal mücadeleyi genç yaşında hemen fark edip gelmişti. Çok fakir bir aile ortamı olmasına rağmen katılım göstermişti. Ondan dolayı da kısmen zorlanıyordu. Zaman zaman ailesini özlediğini belirtiyordu. Annesini özlediğini belirtiyordu. Ama çok hızlı bir biçimde bunları aştı.
Sonra gittiği Kandil Doğu cephesinde de çok başarılı bir biçimde katıldı. İran saldırısında, Kandil direnişinde o cephede yoğun olarak savaş durumu vardı. Doğu cephesi en yoğun direnişin yaşandığı bir cepheydi. Dicle arkadaş da 2011 yılı boyunca cephede, direniş cephesinde katılım gösterdi. Genç yaşında savaş pratiği içerisinde kaldı. Ve başarılı bir süreç geçirdi.
Dicle yoldaş 4 Mart 2012 günü Kandil dağının Dola Koke bölgesinde 7 yoldaşıyla birlikte aramızdan ayrıldı. Onları bizden alan, kaldıkları yerin üstüne düşen çığ oldu.
Bizim açımızdan anlatılması gereken bir değerdir. Üzüntü veriyor. Çok erken şehit düşmesi, dağı ve gerillayı uzun süre yaşamaması ya da bunu halka taşıramamış olmamız bizim için büyük bir kayıptır.
Sürekli bir biçimde güncellenmesi, anlatılması, tartışılması gereken ve sürekli bir biçimde bir hakikate dönüştürülmesi gereken büyük yoldaşlarımızdan biriydi.
Mücadele Yoldaşları
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okurken, henüz partiyle doğrudan bir teması da olmamışken avukat olma hayalleri vardır.
Ailesi aslen Farqinlidir. Belli bir kesimleri yurtseverdir. Babası partiye mesafeli durmaktadır. Aile içinde kadına güvensiz yaklaşan, başlarını örtmeleri için zorlayan biridir. Amed yoldaş babasının onu öğrenciliğinde sürekli olarak göz hapsinde tutan bir tutum içinde olduğunu belirtir. O ise bu durumu savuşturmasını bilir ve okuduğu ortamdan çok etkilenir. Belli bir yurtseverlik düzeyine kavuştuktan sonra “Ben önderliğin avukatı olacağım” hayaliyle yaşar. Hayalleri ilk etapta öyle gelişir ama bilinçlenme düzeyi arttıkça avukatlıkla bu işin yürümeyeceğini, Önderliğin avukatı olarak onu kurtarmaya gücünün yetmeyeceğini, onu İmralı tecridinden çıkaramayacağını fark eder. Böylece devrimsel bir çıkış gelişir.
Bulunduğu öğrenci ortamı biraz daha liberaldir. Bir yandan da dine bağlılık, İslamiyet’in etkisi de vardır. Bütün bunlar çıkış yapmasını ilk başlarda engelleyen etkenler olur. Aynı zamanda nişanlıdır. O ilişkinin yarattığı bir duygusallık da söz konusu ama o yine de bunların hepsini aşarak kadro düzeyinde faaliyetlerde bulunur. Kendisini diğer durumların etkisinden kurtarır. Çünkü yaşadığı ortamda düşmanın gençliği düşürmek için neler yaptığını görür. Gençlik içinde ajanlık faaliyetlerini geliştirmek için düşmanın en yakınındaki genç kadınları bile ajanlaştırıp örgüte karşı kullanmaya çalıştığına tanık olur.
Daha sonra bir tepki, öfke gelişir. Kadının toplumdaki konumunu görmesi, Kürtlerin yaşadığı baskıya daha iyi anlam vermesi sonucunu doğurur. Amed’deki eylemlere, yürüyüşlere katıldıkça halkın bağlılığını, büyük baskılara rağmen direndiğini görür ve bundan çok etkilenir. Daha sonra gençlik çalışmalarına aktif katılır. 2009’da polis tarafından şehit düşürülen Aydın Erdem’in de yakın arkadaşlarındandır. Onun şahadetinden çok etkilenir. Gerillaya katılımı yönünde en büyük etkiye yol açan, tetikleyici rol oynayan bu olaydır.
Heval Amed bir süre gençlik çalışmalarında, hem örgütleme hem de katılım çalışmalarında yer aldıktan sonra deşifre olur ve gerillaya gelme talebinde bulunur. O temelde dağa gelir.
Yeni savaşçı eğitim döneminden başlamak üzere yaşam içerisinde son derece aktiftir. Yaşamda her boyutuyla rengini gösterir, kendisini belli eder. Ama en çok göze çarpan özelliği yoldaşlarına karşı çok duyarlı oluşudur. Çevresine karşı çok duyarlıdır. Çevresiyle ilgilenir, sorar, sohbet eder. Mesela konuşmayı çok sever. Girişken birisidir. Hatta çok duyarlı oluşu yoldaşlarının ona, “Avukatlık okumuşsun, onun etkileri var” diye takılmalarına yol açar. Yer yer eleştiri alan yoldaşlarını savunmaya başladığında ona karşı bu söylemlerin geliştiği görülür.
Amed arkadaş artık yaşamda bu yanıyla daha çok bilinir duruma gelir. Yanlış gördüklerine, haksızlık olarak değerlendirdiği durumlara kesinlikle karşı çıkar.
İlk başta adı Azime’dir ama sonra amcası şehit Amed (Korsan Amed diye bilinir, Karadeniz’de şehit düştü) arkadaşın adını alır. Çünkü onu çok merak etmektedir. Şehit düşen amcasını görmeyi çok istemiştir. Gerillaya onu iten biraz da amcasının bıraktığı yerden devam etme istemidir. Bunun için de gerçekten büyük bir çaba sarf eder. Korsan Amed arkadaşın yaşamını tanıyanlara sorar. Onun takipçisi olabilmek için ona ilişkin bilgi toplar. Bu davranış bile onun şehit yoldaşlarına bağlılık boyutunu göstermektedir. Aynı zamanda onun duygusallığının boyutunun anlatımıdır. Ama duygusallığın onu zayıflatmasına izin vermez, bağlılığını daha da güçlendirir.
Bir operasyon sırasında ön cephede yer almıştır. Onunla aynı mevzileri paylaşan yoldaşları savaşa üst düzeyde bir katılımı olduğunu, savaşa büyük bir ilgisinin olduğunu, kendisini eylemler için sürekli dayattığını anlatırlar. Çoğu zaman arkadaşlar “Yenidir, biraz daha öğrensin” demelerine rağmen o kendisini hazır gördüğünü belirtir, eylemelere gitmek için neler yaptığı konusunda söylenir durur. Bu temelde kendi geliştirme istemi yüksektir. Araştırmacıdır, çok okur.
Önderliği anlama, tanıma istemi, ideolojide derinleşme çabası, kendisinde militan kişiliği yaratma amacı ve karar düzeyi çok yüksek olan Amed yoldaş yoldaşlarının sevgi ve saygısını kazanmasını bilmiştir. Şanssız bir şekilde aramızdan ayrılması elbette yoldaşlarının içine sinmiyor. Kandil dağının zirvelerinden kopup gelen kardan dolayı yitirdiğimiz sekiz kadın yoldaştan birisi olarak onu her anımsayışımızda içimizi soğuk bir ürperti sarıyor, sonra anısına saygıyla yeniden ısınıyoruz. Bu mücadelesini daha ileriye taşırma andımızın ve bağlılığımızın gereğidir.
Mücadele Yoldaşları
Pılıng arkadaş Erzurum eyaletine 2010 yılında gelen grupların içindeydi. Pılıng arkadaş tecrübeliydi, birikimliydi. Tüm yoldaşlara yardım ve destekleri oldu. Onlar ulaştığında pratik çalışmalar bitmiş ve kış kamplarına girilmeye başlanmıştı. Üslenme zamanı olduğundan fazla yapılacak iş yoktu. Ardından kamplara girildi ve eğitimlere başlandı. Pılıng arkadaş eyalete yürütme düzeyinde görev yapmak üzere gönderilmişti. Yeni geldiğinden henüz düzenlemesi yapılmamıştı. 2010-11 kışında aynı kampta kaldık. Merakımdan iki yıl gecikmeli kuzeye gelmesinin nedenini sordum şakayla karışık.
Bir örgüt sözcüsü gibi partinin süreç ve eyalete dönük değerlendirmelerini aktardı bize Pılıng arkadaş. Yaşama katılımı güçlüydü. Yoldaşlara moral veriyordu. Düşmana karşı kin, nefret ve öfke duygularıyla doluydu. Zaten katılımını da “İntikam duyguları temelinde” diye tarif ediyordu. Yalnız akrabalarından şehit düşenler olduğu için değil, tüm yoldaşları için bu duyguları güçlü şekilde yaşıyordu. O dönemlerde Erzurum eyaletinde, Bingöl’de şahadetler yaşanmıştı. Bunlar Pılıng arkadaşı da etkileyen durumlardı. Tepkisini türküdeki ‘Bingol şewti, mıj dumane’ sözlerine atıfta bulunarak dile getiriyordu; “Bingöl’ü gerçekten de yakmak gerekiyor, daha sonra da ona yeni bir ad takalım” diyordu. Bu düzeyde etkilenmişti.
Bingöl Karlıovalıydı. Yakın döneme kadar yarı göçebe bir yaşam tarzını benimsemiş olan Beritan aşiretindendi. Elazığ ve Bingöl çevrelerinde yoğunluklu olarak yaşayan bu aşiretin geleneksel kültürümüzü temsil düzeyi yüksektir, birbirine bağlılık anlamında da örneğine az rastlanır.
Pılıng arkadaşın ideolojik-teorik birikimi vardı. Bunu pratiğe de aktarma çabasındaydı. Düşman üzerine sürekli bir yoğunlaşması vardı. Onun önde gelen bir özelliği de her koşulda moralli ve coşkulu olmasıydı. Şiirler yazar, Kürt klasik şarkılarını söylerdi arkadaşların bulunduğu ortamlarda. Arkadaşlara moral vermek için şakalar yapardı. Radikaldi, eksiklikler karşısında sessiz kalmazdı. Örgütsel yaşam söz konusu olduğunda sorunlara göz yummazdı. Örgüte, yaşamımıza ait olmayan, yaşamımızı bozan şeylerin karşısına dikilir, “Başım da gitse yanlışlıklara karşı duracağım” derdi. O bütün ruhuyla, yüreğiyle katılırdı. Onun açısından her şey örgüt içindi. “Ben bir kişiyim, benim şahsımda örgüte zarar gelmezse gerisi sorun olmaz” derdi. Kabul etmediği konuları açıklamasını yaparak ortaya koyardı. Bu tümden her şeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Yönetim düzeyinde yer aldığından arkadaşları ikna etmeye çalışırdı. İkna gücü yüksekti. Sürekli olarak yoldaşlarla sohbet eder, yardımlarını sunardı.
Yaşamda emekçi yanlarıyla tanınırdı. Ondan eylemci biri olarak söz edilirdi. Eskiden çok eyleme katılmıştı. Yara almış olduğu halde çalışmalardan geri durmazdı. Bir seferinde kurşun yanağını delip geçmiş, bir ay kadar arkadaşların ona kaşıkla çorba içirmesi gerekmişti. Bir kez daha yaralandığını biliyorum. Yine de bunlar ona engel değildi. Çaba sahibiydi. Kışları fırsat buldukça şehit yoldaşlar üzerine yazı, şiir yazardı.
Eyalete yeni gelmiş birisi olarak gücü, birikimi, paylaşımcılığı ile beni de oldukça etkilemişti. Bir dönem Bingöl Ferxan alanına geldi, oradan geçiş yapacaktı. Sevilen bir yoldaştı.
Pılıng arkadaşın şahadeti ağır geldi. Eski, nitelikli bir arkadaştı. Eyaletin yükünü omuzlayarak hafifletebilecek kapasitedeydi. Son mermisine kadar düşmana karşı direndi, teslim olmadı. Bu şekilde şehit düştü. Etkisi çok oldu. Bingöllü olması nedeniyle oradaki insanlar tarafından tanınıyordu. Onun da tanıdığı geniş yurtsever kesimler vardı. Şahadeti bu insanları da etkiledi.
Pılıng arkadaş şahadetiyle Erzurum eyaletindeki tüm arkadaşları derin üzüntüye boğdu. Onlara layık olmak, miraslarına, yarattıkları değerlere sahip çıkmak bizim görevimizdir. Onların bize vasiyeti budur. Bu gerçeği HPG Ana Karargâh Komutanlığı da şahadetinin ardından yaptığı açıklamada dile getirmişti:
“Pılıng arkadaş uluslararası komployu yenilgiye uğratmak amacıyla 2000 yılında gerilla saflarına katılmıştır. Bingöl’ün direnişçi geleneğinin, derin yurtseverlik bilincinin mayaladığı bir kişilik olarak katıldığı devrim safında tıpkı Mahir yoldaş gibi her anında devrimle yaşayan, devrimci ruh ile mücadele eden ender yoldaşlarımızdan biri olmuştur. Serhat, Kandil, Amed, Erzurum gibi kuzey sahalarında yürüttüğü başarılı gerilla pratiğiyle kısa dönemde komutanlaşan Pılıng yoldaş Medya Savunma Alanları’nın birçok bölgesinde de çeşitli düzeylerde gerillacılık yürütmüştür.
Gözünden yaralı olmasına rağmen en zorlu koşullarda mücadele yürütme azminden bir şey yitirmeyen Pılıng yoldaş, uluslararası komploya karşı mücadelenin fedai duruşunu her an nefes nefese yaşayarak ardılı nice savaşçısına güçlü bir miras bırakmasını bilmiştir. Yeni bir 15 Şubat arifesinde özgür Kürt’ün, Apocu fedai ruhun, düşmanı deliye çeviren gerilla duruşunun güçlü bir temsilcisi olarak ateşten çemberin sıcaklığını bir kez daha bize göstermiştir.
Pılıng yoldaş dağlarda kendini eğiterek yeni yaşamın felsefi takipçisi olacağın sözünü vermiştir. “Önderliğimize, Şehitlerimize ve halkımıza” borçluyuz diyerek her anını dolu ve anlamlı kılmanın çabası içinde olmuştur.
Kürt soykırım günü olarak adlandırılan 15 Şubata HPG olarak dokuz yoldaşımızın bize bıraktığı direniş bayrağıyla, onun ruhlarımızda ekilen tohumlarıyla giriyoruz. Viyanlaşarak, Zilan ruhu ve direnişçi özüyle düşmanını kahreden, gerillanın yenilmezliğini, zapt edilmezliğini bir kez daha gösteren yoldaşlarımızın anıları uluslararası komployu yenilgiye uğratacak, özgür bir ülke ve özgür bir Önderlik amacını gerçekleştirmemizde bize güç ve yol gösterici olacak meşalelerdir. Şubat’ın karanlığını, direnen ve şahadet tacını takan yoldaşlarımızın aydınlığıyla, ateşi harlayan duruşlarıyla yeneceğiz.
Başta Mahir ve Pılıng yoldaşlar olmak üzere şehit düşen tüm yoldaşlarımızın izinden zafere dek azim, ısrar ve kararlılıkla yürüyeceğiz. Anılarını her zaman mücadelemizde yaşatacak, intikamlarını alacağız.
Mücadele Yoldaşları
VEDAMIZ
Yitirmenin sıcağında duvarlar seni yazıyor. Uzun uzadıya değil, birkaç satır. Ne desem adına… Sözel bir el sallayış. Belki bir yazının başlığı. İçinden su akan bir yangın. Ne istediğini de bilmiyor. Yankıya çalan vedamız. Ezgiye dönük bir veda. Ne gencecik ayakların, ne bu benzin kokusu. Bu uzaklığımız da değil. Birazdan unutulacak titrek bir konuşma seni alıp götüren. Unutulan bir el sallama. Eller buluşana dek alıp yürüyen her macera. El sallama veda sözlerinin arasındaki yüksek, dar geçittir. Görünmezliğin kendini uğurlamasıdır. Biten bir filmde birbirine uzanan iki eli ayıran ve birleştirecek o inanılmaz mikro açıklıktır. Kaçırdığı uykuya aynı düş tekrar oynatılır. Ellerimiz birbirini alır, boşlukları biz doldururuz. Duyguların bilinebilir tarafları varsa da çoğu veda dilsizdir. Bırakılma bilinir, sonu bilinmez. Yine de buluşmak içindir her veda, buluşmak içindir bizim vedamız.
Düş sonsuzca biterse ihanete uğramış ve güçsüz hissedilir. Bundan konuşacak zaman da yoksa çoğunluk biraz babadır, biraz da anne. Yere yıkan evvel zaman. Düşleri yakan kendi nefesimiz. Bu yüzden en büyük ihanet olarak görüldü ölümün sağladığı yolculukları. Nefes onlar içinse düşlerin uğradığı da ihanet… Çoğunluk biraz da annesiz ve babasızdır. Kalabalıklar arasında tanıdık bir yüz aranır. Neyse ki çoğunluk bir başkasına benzer. Davası uzunsa ihanet ayrılarak okunmalı.
Ayrı ayrı okusam senden kalan bir hüznün düşsel güzelliği oluyor gece ayazı. Birleştirince düşlerindeki o apayrı dünya sisi, yağmuru, ağacı ve kuşuyla kuruluyor. Çoğu yabancı onlarca duygu yalıtılmış soluğuma karışıyor. Bir köşede içi yanan biri… Seninle ilgili duygular. Şeklini senden almış. Yutulmuş harfler bir sonbahar seli olup silmiş kâğıt üzerindekileri. Çünkü tarif edilen sensin. Buluşmanın iri gözlerindeki sevinç fazlası, vedanın çocuksu hüznü, saçlarından çıkmayan toprak kokusu. Yaşadıklarını bir de ben yaşıyorum. Bir can kurtarmak için başkasını vermeyi de anlamlı buluyorum. Çığlık nerede pay edilirse edilsin. Düşman tamam da acı, çektirdiğiyle kalıyorsa... Dik yamaçlarda kuzey yıldızı, korkunun durağan bir ışığı var. Sana doğru hızlandırıyor adımlarımı. Tek biz değiliz düş sahibi. Bir de düşlerde yaşattıklarımız var, düşler de onlarda yaşayacak. Onlar da ölüme teslim olmayacak.
(Bir genç kızın balkıyan gidişi nasıl anlatılır? Ancak söylenenleri ona iletebilirim.)
Kolay mı Koçgirili? Bin güçlükle aralamışken yaşamın kapısını başka yolu mu vardı demek kolay mı? Hep o hasretle yanıp tutuşmak. Bir yanın benim, bir yanı Dersim’dir Koçgiri’ nin. Her güne yeni bir sınır çizilirken kolay mı yıkımların ardından Dersim’den vazgeçmek. Alişer vazgeçmedi. “Birlik zamanı Dersim” dedi, ölümün en güzelini kardeşten gelen ölüm diye belledi. Sen de vazgeçme. Vazgeçmedin. Dersim için yürüdün. Yaşayan birileri yürekleri Dersim diye attıkça seni de alıp götürecekler. Hem de en derin uykundan uyandırarak. Dersim aşkı seninle bir daha tanımlandı. Belki senin acını anlatmak için Dersim aşkını anlatmak, seni anlatırken aşk acısını anlatmak olacaktır. Hayale bürünüyorsa tadı var bir şeyin. Söz bir kez verilir. Bir kez yaşananlar güzel bir hayal olarak anılacaktır. Duygular çıkışmaz, ikinci kez yaşanır, söylenirse ihanet vardır.(Ona tüm bunları söyledim. Sırada vedalaşma var. Yeniden buluşacağımızı söyledi.)Gözleri geceye dizgin, sesi ilk ayazı bölen meşale sıcağı, gülüşü sahipsiz bir gökyüzünün kara gözleri yoldaş. Bize kılavuz ol.
Seni bekliyor Dersim, Munzur. Durma koş.
Buluşmaya geldik
Buluşmak elimizde
Ne istediğini bilmez
Dilsiz bir vedadır korkutan
Karanlığı beklemek içinse veda
Gidişlerin bilinci gölgedir
Buluşma sözleri güneşin altında verilir
Herkes duyarken
Veda için gün bekleriz
Konuşulan yetersizdir, kimse de duymaz
Her gidiş kendini yaratır
Veda başkasını
Vedamız sende kaldı
Sözleri ayın altında
Mücadele Yoldaşları
Bir sevdadır direnmek
Bir aşktır mücadele etmek
Bir tutkudur amacına hedeflenmek
Bitmeyen bir sevgidir zafere ulaşmak
Bir kahramanlıktır destanlaşmak
1984 yılında direnişin kalelerinden olan Amed’te doğan Çiya yoldaş, tahsili için metropollere okumaya gider. Burada arayışları olur ve düşmanın yarattığı sistemde umutlarını, hayallerini ve amaçlarını kaybetmemeyi başarır ve çok geçmeden Kürdistan Özgürlük Hareketini tanır. Çiya yoldaş da her Kürt genci gibi Önder Apo ve Kürt halkı üzerinde uygulanan kirli politikaları, katliamları, faşist sömürgeciliği kabul etmez ve özgürlük dağlarının yolunu tutar. 2014 yılında Gerilla saflarına katılır. Önder Apo’nun yaratmış olduğu yeni yaşamın bir parçası olmayı bir sorumluluk olarak üzerine alır. Bunun için de kendisini çok kısa bir sürede en iyi şekilde geliştirir.
Çiya yoldaş gördüğü tüm eğitimleri kendisinde yeşertti. İlk geldiği günlerde en büyük arzusundan birisi de Kürtçeyi öğrenmekti. Hep diyordu’ heval nasıl olur da ben bugüne kadar kendi dilimi konuşamamışım’. Çiya yoldaşta bir saat bile olsa boş zaman göremezdik. Öğrendiği her Kürtçe kelimeye o kadar çok seviniyordu ki o sevinci ancak o gülen yüzünde görebiliyorduk. Zaten coşkusu heyecanı davasına olan sevdasını görmemek mümkün değildi. Her zaman yoldaşlarına moral kaynağı olurdu. Yanında bulunan tüm yoldaşlar Çiya yoldaşın etrafında toplanırlardı. Aldığı tüm görev ve sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirirdi. Eksikliği, başaramamayı, olumsuzluğu asla ve asla kabul etmezdi.
Bahar yağmurları gibidir Gerillada ayrılıklar. Bahar yağmurlarından sonra sonbahar yağmurları gelir. Yüzünü ıslatabilir fakat hiçbir şekilde yüreğini ıslatamaz. Gerillada her ayrılıktan sonra birgün tekrar görüşme vardır. Belki fiziki olarak ayrılıyor olabiliriz fakat yüreğimiz ruhumuz hiçbir şekilde ayrılmıyor, hiçbir güç de ayıramaz zaten. Bizleri birbirimize bu kadar bağlayan da bu gerçekliktir. Çok geçmeden Çiya yoldaşla ilk ayrılığımız oldu. Giderken de ‘heval ben gidiyor olabilirim fakat yüreğim her zaman sizinledir, tüm yoldaşlarımla beraberdir. Sakın yaşadığımız günleri unutmayın, çünkü bizde unutmak ihanettir' dedi ve hatır isteyerek ayrıldı. Bu ayrılık tüm yoldaşları üzdü. Benim hayatımdaki bu can yoldaş eksikliğini bir gün tekrar dolduracağını biliyordum.
Günler geçtikçe farklı görevler alarak farklı alanlarda bulunma fırsatım oldu ve birgün bulunduğum bir yerde birden Çiya yoldaşın sesini duydum ve sesinin geldiği yere büyük bir heyecanla koşmaya başladım ve bu Çiya yoldaşın sesidir dedim. Nasıl ki Çiya yoldaşı gördüm, o anı ifade edemeyeceğim kadar mutlu oldum. Hem tekrar buluşmanın mutluluğu hem de Çiya yoldaşın o gökleri inleten gülümsemesini tekrar duymak çok güzel oldu.
Çiya yoldaş özgürlük dağlarındaki bu kısa ve dolu dolu yolculuğu boyunca her zaman aranan bir yoldaş olmuştur. Canlılığı, mütevaziliği, duruşu ve militan ruhuna olan bağlılığı her zaman örnek bir yoldaş olarak kendini kanıtladı. Yaşadığımız günleri geri getirebilsem o uçurumları bile yerinden oynatan türkülerini tekrar dinlesek, tüm doğaya hayat veren bahar yağmurları olup yağsak, kesilen su kaynaklarını doldursak. Umutlarını kaybeden günlere tekrar gün olup doğsak.
Biliyorsun yoldaş, bizler bir halkın umut bağladığı evlatlarıdır. Yüreğimde bir yangın alevlenmiş sönmek bilmemecesine. Giderek büyüyor bir volkan gibi, patlamaya hazır bir yanardağ gibi. Tutamıyorum elimde değil zaptedemiyorum öfkesini. Biliyorum yüreğimin acısı dinmeyecek ama en azından düşmana olan kinimi, öfkemi göstermiş olurum. Unutmak mümkün müdür nice kahramanları. Halkına sevdalı ve kendilerini özgürlük yoluna adamış yoldaşlarımızın intikamlarını almamak mümkün müdür. Her birinin acısı başka bir yangın olup alev tutmuş yüreğimde. Bu yangını düşmanın üzerine salacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum. Çiya yoldaş şahsında şehitlerimizin anıları karşısında saygıyla eğiliyorum. Çiya yoldaşın amaçlarını gerçekleştirmek ve bize devrettiği mücadelesini zaferle taçlandırma sözünü veriyoruz. Şehitlerimizin mücadeleleri her zaman yolumuzu aydınlatan ışık olacaktır.
Mücadele Yoldaşı
Kışla baharı birbirine bağlayan o yumuşak geçiş, ince pastel çizgi Zap ırmağında nasıl da keskin biçimde belirginleşiyor. Önce kükürt kokulu yeşile çalan rengiyle, önüne kattıkları ve uğultusuyla birdenbire yoğun ve koyu: demlenip soğumuş çay renginde akıyor, akıyor. Su daha çok, nefes daha az bulanık: Islak dallarda kükürt kokusu silik bir obje artık. Şubat’ın son haftası kıyısına geldiğimizde ilk haliydi. Sonra değişti. İlkin debisi, sonra rengi ve derken sesi.
Pırıl pırıl gözlerinde gelecek beklentisi yüksek, dünya güzeli on bir gencecik fidan. Görür görmez kanımız ısınıyor. Elimizde olsa zamanı durdururuz. Ama mücadele gerçeği başka bir dilde konuşur. Onlara gereken biraz teknik donanım, ideolojik, örgütsel, siyasal ve askeri yetkinlik. Bunun aktarımında bir damla pay sahibi olmak ne büyük mutluluk ama belki o anların sıcaklığında bu gerçeği yeterince duyumsayamıyoruz. Bu biraz da nereden başlayacağını bilememekle ve zamanın ne getireceğini kestirememekle ilintili bir durum. Bir şey bozulduğunda yenisini yapma telaşının metalik gürültüsünde kaçırılan şeyler. Ama aşılacak. Sezilerimiz elimizden tutuyor. Onlarla kaynaşmaya çalışıyoruz. Ne kadar başarabilirsek… Daha doğrusu onların bizi çekmesini beklemek mi bilemiyoruz.
Aralarında yaşça biraz daha büyük olanları Şilan Cudi yoldaş. Farkın çok değil, iki-üç yıl olduğunu belirteyim. Fiziksel anlamda daha az, davranışlarda daha çok öne çıkan bu farkın o yaştakiler açısından bir önemi varmış gibi duruyor. Bir de çoğunluk aynı yaş grubundaysa. Belki biz yetmiyoruz, yoldaşlar kendi aralarında da bir büyükleri olsun istiyorlar. Bu yanıyla ortalamanın biraz dışında bulunsa da öğrenme istemi, biraz örtülü girişkenliği onu hiç arka planda bırakmıyor. Ne yaptığını biliyor. Ele vermediği güçlü yanlarıyla yoldaşlarının üzerinde etkisini bir biçimde hissettiriyor. Görülemez, dokunulamaz, yalıtık ortamımıza özgü bu etki onun dışa vurmayan sıcakkanlılığıyla da ilgili, dışa vurmayı çok istemediği zekâsıyla da, dışa vuran çabasıyla da, dışa vurmayı istediği yoldaşlarını güvenli havasıyla sevmesiyle de. Hiç mi hiç geride kalmaya niyetli olmadığı çabuk anlaşılsa da o sivrilmeyi diğer yoldaşları yaşasın istiyor. Ders ortamı dışında aramızda çok az konuşma gelişiyor. Benim anladığım ama şimdiye kadar söyleyemediğim bu.
Bunca mesafeli yaklaşımdan dolayı kendimi suçlamıyor değilim. Evet, bir dönem verilen eğitimin ardından herkes görev alanına gidecek. Bir daha görüşülmemesi de olası. Kısacık bir anda sızı, günü gelince çıkacak anılar ve her şey kaldığımız yerden sürecek. Önemli olan kimin payına neyin düştüğü. Ama herhangi bir çalışmada en üst verimin alınmasının, yeterli katılımla olduğu kadar insanların birbirlerini iyi anlamalarıyla da bir ilgisi var. Dil hedefini bulmak zorundadır. Sanırım o dönem bu eksik kaldı. Bu yoldaşların erken yitirilmelerinde bu düzeyde güçlü yoğunlaştırmanın olmayışını da bir etken olarak görürüm. Yeri geldiğinde gözünü kırpmadan canını vermek kutsaldır, yanı sıra canını koruyabilecek yetkinliğe erişmesine katkı sunmak da en az o kadar kutsaldır diye düşünmekten uzaktık.
Çoğu kuzey alanlarına giden bu genç gerillaların bazısı aramızdan erken ayrıldı: Dünya Afrin 2007, Arjin Garzan 2008, Dündar Gabar 2011. Onları eylem ve çatışmalarda yitirdik. Biri tutsak. Nevzat’ınki daha dramatik ve zamansız; uykuda vurulan üç kişiden biriydi. Şilan Cudi de 2012 yılında bize veda etti.
Ayrılırken bize ‘çabalarımızın karşılığı olarak’ birer Önderlik fotoğrafı verdiler. Arkasına “Emeklerinden dolayı Mamostelerimize teşekkür ederiz” diye de not yazmışlardı. Yanılmıyorsam birer de kalem.
Onlardan bana bir fotoğraf daha kaldı. Nisanın onu olsa gerek, güneşli bir günün sabah saatleri, yanlarından ayrılacağımız zaman çektirmiştik. O zaman dijital fotoğraf makineleri sayılı. Eski tip, otuz altılık poz alan bir Canon makineydi sanırım. Haliyle fotoğrafın çıkması zaman alacak. Nazlanarak da girmişim. Bu yüzden çok belli etmesem de için için bir gün o fotoğrafı bulabilir miyim diye düşündüğüm çok oldu.
Fotoğrafa Arjin Garzan yoldaşın albümünde rastladım. Tez canlılıkla bakarken bulacağım içime doğmuştu. Yanılmamıştım. O yoldaşların önemli bir kısmını bir daha göremeyeceğimi bildikten sonra o fotoğrafa ulaşmasam içimde kalırdı. Şimdiki acısı da az değil ya…
Biri dışında hepsi o fotoğrafta vardı.
O sırada neredeydi bilmiyorum ama o karede yoktu. Şilan Cudi. Belki fotoğrafı çekmek üzere makinenin deklanşörüne basan el onunkiydi. Belki bir köşeden bizi izledi. Nedeni ne olursa olsun yokluğu şimdi görülüyor. Bu bulunmayış sanki ben ve diğerleri arasındaki o açıklığın da nedeni. Sanki geleceğini düşündürtüp bir türlü gelmeyen bir yüzün bir türlü gitmeyen çağrısı. Gizli bir yüzden yayılan apaçık sakınganlık gibi. Bir açıklığa serpilmiş başka bir çağdaki bir başkasından kalma o kuşkun utangaçlığı ne örtebilir?
Bir fotoğraf daha mı?
Başkalaşmış düşler... Ayaklarını donmuş otlara sürterek atlanan yıkık duvarların eni boyu kadar. Güneşin değmediği saatler ne de çok. Uçurumlar tehlikeli oyuncak. O fotoğraf gösterecek, dünya en güzel halini alacak.
En iyisi o bulunmayışı bir gizlenme olarak almak mı? Eksik kalan onun görüntüsü değil yalnız. Ona veremediklerimiz. Doğrusu onun bize vermedikleri.
Sakin bir öğle sonrası. Her şey yeni başlamış gibi. Yağmurun değdiği göllerde bir çift ürkek yeşil yaban ördeği. Yapraklar açıyor. O fotoğraf özgürce bir araya gelişe tanıklık ediyor.
Mücadele Yoldaşları