Devrimci yaşamımda en çok zorlandığım konulardan bir tanesi de bir şehit yoldaş hakkında yazmak ve onun hakkında duygu ve düşüncelerimi dile getirmektir. Tabii yazmamanın da doğru ve yerinde bir tutum olmadığını biliyorum. Çünkü onları anlamlandırmak, bir halka ve insanlığa mal etmek, bizlere bırakmış oldukları mirası taşırmak en kutsal görevlerimizin başında gelmektedir.
Şehitler her zaman Kürdistan’ın en amansız ve zorlu koşulları karşısında aydınlık mücadelesini herkesten daha çok verenlerdir. Bu nedenlerden dolayı onları anlamak ve kendilerine karşı sorumluklarımızı yerine getirmek en anlamlı görevlerimizin başında gelmektedir.
Şehitler bizlere hakikat ve doğru yaşamın yolunu sunanlardır. Bu nedenlerden dolayı bütün güzellikleri ve kutsallıkları hak edenler şehit yoldaşlarımızdır.
Kürdistan’ın bağımsızlık mücadelesi uğruna binlerce kadın yoldaşımızın bedeninden dökülen kanlar yeni bir umudun doğuşuna ve özgürlük filizlerinin yeşermesine neden olmuştur. Dilber yoldaş da bu yoldaşlardan bir tanesiydi.
Mücadele tutkusu gerçekten de çok büyük olduğu için hiçbir zorluk karşısında pes etmek bilmezdi ve her zaman eşit ve adil bir dünyanın yaratılabilmesi için emek, çaba sahibiydi. Uzun yıllar Zagros alanlarında pratik yürüttü ve çoğu kez düşmanın hain ve kahpe kurşunlarıyla karşı karşıya geldi. Ona rağmen bağrına basa basa ya direniş ya onurlu bir şahadet çizgisini kendisi için esas alan bir yoldaştı.
Dilber dayanıklı ve asi bir kişiliğe sahipti. Asiliği kabalık anlamında değil, tam tersine duygu yüklü, hümanistti ve empati düzeyi gelişkin olan bir arkadaştı.
Dilber yoldaşla 2010 ve 2011 yıllarında tanışma olanağım oldu. Dilber yoldaş yüreğini ve beynini özgürlük mücadelesine adayan bir kadın yoldaştı. Parlak zekâsı ve güçlü kadın kişiliğiyle özgürlük mücadelesine büyük katkılarda bulunduğunu belirtmek yerinde olacaktır.
Her şeyden önce ideolojik düzeyi ve kavrama kabiliyeti yüksek kişilik yapılanması, sahip olduğu en belirgin özelliklerinin başında geliyordu. Devrimci halk savaşımı dönemi başladığında kuzey sahasına gitme ve orada önderlik ve halk için devrimci mücadelesini sürdürme iddiası çok büyüktü.Bu konuda ısrarlı bir tutumla örgüte sürekli öneride bulunurdu.
Dilber hevalde hâkim olan diğer bir özellik ise anacıl ve kapsayıcı olmasıydı. Örneğin her zaman ortamla var olan ilişkileri büyük bir uyum ve ahenk içeriyordu. Bir kadın yüreğiyle insana yaklaşımı ve anlama düzeyi en güzel özelliklerinin başında gelmekteydi.
Dilber arkadaşın yaşama katılımı ve herhangi bir çalışmaya el atışı bir uzman ve zanaatkâr düzeyindeki ustalığı çağrıştırıyordu insana. Yani ondaki incelik ve estetik anlayışı oldukça dikkat çekici geliyordu ortama.
Örgütsel ve ideolojik bağlılığı güçlü olduğundan kaynaklı partileşme refleksleri önde gelen özelliklerindendi. Bunlarla bağlantılı olarak Dilber arkadaşı kendisi yapan temel değerlerden bir tanesi de kadın özgürlük hareketimizin önderlik şahsında yaratılan büyük ideolojik yaratımı, doğuş, diriliş, devrim olanaklarımızdır. Kadın kurtuluş ideolojisi ekseninde, iktidarlarmış egemenlik zihniyetine karşı doğru mücadele ve felsefi bakış açısına dayalı devrim dalgası olmaktadır her bir kadın yoldaşı yaratan.
Kendi özgürlük tarihimize dönüp baktığımızda binlerce Dilberin, Zilanların, Sema ve Beritanların düşmana karşı verdikleri ulusal kurtuluş mücadelesiyle karşılaşırız.Bu emek ve çabalar sonucunda Kürdistan toplumunun kadın devrimiyle nasıl ayaklandığını ve yeniden yaratıldığını görürüz. Yüzlerce kadın yoldaşımızın düşmanın teslimiyetçi ve onursuzluğu dayatan politikalarına karşı bedenlerini bomba yapıp kendilerini düşmanın beyninde ve yüreğinde patlatışlarını…Nice kadın kahramanlıkları sergilenmiş, nice kadın yoldaşımız teslimiyetçi çizgiye karşı özgürlük iddiasında ırar edip, kendilerini uçurumlardan diri diri atmışlardır.Bunlar yazılmazsa da neyazılabilir yerine?Hiçbir şey bu anlamlı direnişlerin ötesine geçemez.
Bu temelde bir kez daha Dilber can yoldaş şahsında Kürdistan devrimi yolunda şehit düşen bütün kadın ve erkek yoldaşları anıyor ve onların mücadeleleri karşısında bağlılık sözümü yineliyorum. Onların bizlere bırakmış olduğu mirasın takipçisi olacağımı bütün samimiyetimle belirtiyorum.
Özgür ve demokratik bir ülke ve gelecekte buluşmak umuduyla.
Mücadele Yoldaşları
Susuzluğa…
Akşamın gizli elleri vardır senden çıkan, soğuk külde sana doğru ayak sesleri. Alkış bekleyen ıslığa yakın; yankısı dinince susar, susar.Böyle gerçeğe sokulmaya benzer ölüm kalım anı, tiz
çığlığına sessizlik arar. Bir kere olur, öyle bir kesişim noktası daha yoktur gitmek ya da dönmek arasında. Doğrusu çoğu ölüm yalana kaçar. Bir zehir artığıdırdoğaçlama harikası yalan, kâhin efendisi için sevmek zorundayalanı. Sahibin kula armağanıdır, yaklaşık hayat öpücüğü, yalan söyleminhiyeroglifi, çivi yazısıdır, binlerce yıllık şifrenin ilk yanıtı.
Gecikmiş itiraf itiraf sayılmaz. Bunu bilir. Yüzlerimiz değişir, kelamın asal ışığı muma döndükçe göz aydınlığa şaşırır. Niye kısılır uğursuz bir kehaneti fısıldar gibi; bilir, çünkü kâhinler yanlışyetişir. Öngörünün sık dalları arasında gizlenir hayatın tuzakları. Öyle kurutur, öyle kurutur ki birkaç ömür kesmez susuzluğu. Büyükler derler, çocuksu istek susuzlukta gelir. Su varsa tutku yarımdır, tek yanlı ve anlaşılmaz, uzaklara dalar, büyüsü yiter. Başka yollar denenecektir. Hem artık büyümektedir çocuk.
Sıkılgandır aslında savurgan değildir, zamanı ardına takar, çok koşar çocuk cam kürede ateş topu gibi ama ağır geçer günleri. Kapını çaldığında henüz bir şey yitirdiğini düşünmese desen bu saatte kimlerin geldiğinibilirsin. Ona neler kazanacağını söylersin ve yolları bir bir. Artık durmadan gidecektir.
Kodlanmış kapılarda kan bağı, azıcık akraba şansıçözülür anlam yoksa. Ham hayaller boyu zehirli, işgalkorkusunda düş benzeri başkalarının olur. Varlığımız kendi varoşlarındabizim bilmediğimizsusuzluğu anımsatan jestlerlesınarken tertemiz niyetlerini, oyunbaz şıklığında ve risk mekaniği gibigizemlidir. Yapacak bir şey yoksaruhumuzla aramıza güncel alışkanlıklarıyla uzak bir çağın albenisigiriyordur.
Oysa en umursamazı değil mi eller açlığın, besinleri bulan ve sofradan uzakta? Bu bilgiyleilerde bir gündirencinden aşağı saldın bedenini, yukarı tırmandın ve onu ölçtün. Gördüklerin birileri hep düşüyor, birileri hep tırmanıyor diye özetlenebilirdi. Ne düşüşün ne tırmanışın sonu görünüyor. “Düşüş daha kolay, yanına birini daha alabilir insan. Yükselmekse dert, tek başına yolculuk en güvenli olanı. Acaba ikisinin çığlığı aynı yerdenduyulur mu?” diye sormadan edemezdin. Yılan gömleğini değiştirirken ışıklar söner ya, yağmur diner bir an; ne çok şey yazılıp çizildi bir bilsen, neler konuşuldu bilmediğin dışarıda sana dair. Yoksa sen hepsini bir düşü önceden bilir gibi biliyor muydun? Kimdi, neydi elini bağlayan, söyle, ya bunu, yani geçmişi biliyor muydun? Bir gün bu soruların hepsini önemsiz buldun ve gittin.
Sürgünde içinden konuşulur, senin de dilin varmadı,buna sürgün denilemezdi. Haberin geç yetişti. Sezgi yollu, “Verecek bir şey kalmadıysa ölüme ağlar gözlerin, bana ağlama.” dediğini duyar gibi oldum. Orası gözünün görmediği anayurt, adımladığın dolaylı bir patikası;şartsız, kestirme yolu değil umutlarının. Yaşamdan oldum olası korkan ben ölüme karşı duygusuzdum. Belki düşünmek istemiyordum. Ne kimsesiz çocukların övülesi umudu vardı bende, ne de umut yayanların çıldırtan öfkesi. Garip gelecek sana, ölümden korkmadığım o biricik anda korkuttu beni her kılıkta Azrail. Silahsızdım. Yapraksız bir bahardı. Bir şiir pat diye düştü aklıma;
Rüyana yattım içinden bulut geçmeyen üç beş ay
Dilimde mayınlı bozkır ve onun şarkısı
Seni şiirimde düşlerken
İçten, yapmacıksız, tepeden tırnağa
Kardan adam intiharı ağlamaklı
Yaz yağmuru dedim sana, naz yağmuru
Karlarımda bırakarak patiklerini
İstedim rastlantım yaşadıkların olsun
Dallarında sonbahar salındı, sarardın
İşte böyle yatağını yapar önce
Suları alsın diye eşsiz bir baharın
Sen uyudun yeterince çıplak
İri yalnızlığının gölgesinde
Yaprak düşerken ısınır
Üşüyordum. Yarı uykuluydum. Kendimi elinde kafesini taşıyan bir genç kız gibi düşledim. Ölüm bu genç kıza yazılmış incecik bir delikanlıydı, ona sıcak baktı. Daha önce ölümün bu kadar eğlenceli, bunca konuşkan olduğunu düşünemezdim. Bazen uzaklara gömülüp ansızın ağaçların arasından çıkacağınıbilmem olanaksızdı. Buna kurt ölümü dedim. Anlam da verdim dişi kurdun ölümüne; “Kurt gözlerinde ölse de en son, annelik başladığı yerde biter” diye. Başka yürekler atıyordu yalnızlığıma. Bir suç, bir yasa gerekti, başka türlü yazılmazdı. Bırakmazsa devrim demekti; tanrıların yaptığı bir devrim!
Karşı karşıyaydı yatağımız. O gün ne düşlerimizden konuştuk, ne anılardan, ne de yemek pişirme genetiğinin değişiminden. Oldum olası büyük şeylerden söz ettim sana devrim gibi; karşısı olmayan devrimleri nasıl yapabileceğimizden filan. Devrimin ürkek, çocuksu yanları yani, hepsi palavra, tümü susuzlukta, benim kurmacamdı. Duyuyor musun, benim kaygılarımın eseri?
Daha da korkusuzsun ya sen bu sesi işitemezsin.Ancak her seher, yele dönük bir serinlik soluğunu bir şeylere çarptığını sana duyumsatacak. Bilmemek korkutur derler, bildiğinden korkarak... Hakikat bilgi dağarcığının beşiğini inceden sallar iken, biliyorum, o saatlerde hep uyanık kalacaksın. Dişlerinde sıkılmış bir uykunun borç yükü, karanlığa dikili kocaman gözlerin olacak seher. Seherle bakınca günün geri kalanını görmüş kadar olur insan. Geceden de arta kalanları. Bu güneşin avansı, koy cebine; sonra göreceklerine seni hazır tutar. Kimseye şaşırmaz, hiçbir şeyi yadırgamazsın. Utancın ikilemi sararsa dönüp gündelik yaşama bak. Yasanın kollarına bıraktığında kendini, mağrur çocuk adımlarını nasıl kuşkun, hınçlı ellerini nasıl savunmasız bulduysan... Bir silahla ödeşmenin yasasında öleyazan ben gibi. Seni on dördünde, seni on dokuzunda düşlerinden ne çıkarıp aldıysa.
Çoğu kaçarken vurulur, kimi kaçmamak için bile bile, her şey kurbanını çıkartırken. Zor yoktur kimine göre, olamaz. En sevgilisi sevgililerin zevk almaz yıkılışını izlerken dilsiz bir babanın, boynu bükük de karşılamaz. Bir söylence bir başkasına eklendiğinde söylence dil değiştirir. Bitmez, efsane olur. Bir gün, bir dağdan bir kaya yuvarlandığında, önce istemeden, sonra koşar adım, kopan bir duygusuyla benliğinin içi ürpermeden yaşamak mı, bu mu istek? Sorulmamış ihanetin seyir defteri mi yazıtlarımız, ne dersin? Böyle yaşamlarda yalnız zaman geçirilir. Ömür doyuma ertelenmiş her şeydir. İbadet geleceğe ertelenmiş zamanı ömrün. Bir çocuk rahatlığında karşılamak bırakılmayı? Alışıklıkta zaman yalnızca geçirilir. Çocuklara özel avluları var yasal tapınakların. İllegal tapınakların umutsuz söylencelere ardına dek açık kırık dökük kapıları. Hangi düş söyle hangi düş tutar seni?
Azalırsa hikmeti seni tutan inancın, kuşku dalgaları vurursa göğüs kafesinedikenlerini, aç kaldığın öğünleri topla ve Hızır’a bir gün daha ver. Nefessizlik ne kısa, açlık çok uzun. Susuzluğakur yarım aylar gibi iki yarısından saklanan bilinciningececi sorgularını. Bir dağ al gittiğin yerlerde, adıyla sanıyla bir dağ. Bir günlük ırmakla taşısın sana tanıdık kar şansını.Geçit ver çamurlu sularına, sen celladını seç, o akıtsın bilinmeyen deltalara içinden yaşamak arzusunu. Toprağa çökeltir tortuları, yaşadığını değilse de acılarını kavrarlar belki. Yaşadığını bilmeyen acı çektiğini de bilemez ya, bu çelişki sonsuzluğa dek sürüp gidecektir.Susuzluğa dek… Boğazımızdasilahıyla mevzilenmiş sen olarak.
Bu yazı 1993 yılında on dört yaşında Askerlik Yasası uygulamasıyla gerilla saflarına katıldıktan sonra inanılmaz bir duruş sergileyerek kısa sürede yaşayan bir efsane haline gelen Cudi yoldaşa gecikmiş bir uğurlamadır. Sayısız eyleme katılmış, yaşının çok ötesinde kişilik özellikleri geliştirmiş, on dokuzunda Koçgiri eyalet komutanı olarak sıra dışı bir duruma da imza atmış bu özel yoldaşı gidişinin yıldönümünde anmamak olmazdı. Sivas’ın Divriği ilçesi Darıseki köyü yakınlarında bir nokta baskını sonucu girdikleri bir çatışmada Piran ve yine eyalet yönetiminde yer alan Erivan-Gülşen Karan yoldaşlarla birlikte sonsuzluğa yol aldı. İşitme ve konuşma engelli bir babanın içine gömdüğü bir çığlık gibi sadece derin bir uykuda şimdi, üstelik doğduğu topraklara döndüğünün de bilincinde.)
Mücadele Yoldaşları
Kamuran arkadaş 1983 Mardin doğumludur, yurtsever bir ailenin üyesidir. Düşmanın baskıları nedeniyle Mardin’den Ceylanpınar’a göçmek zorunda kalırlar. 2003 yılında gerilla saflarına Botan
üzerinden katılır. Yolda onlara kuryelik yapmış olan arkadaşlar onların ne kadar disiplinli olduğundan söz ederlerdi. Kuralları kavrama noktasında daha baştan istekli olduğu burada açığa çıkar. Daha sonra güneye geçer. Yeni savaşçı eğitiminin ardından altı ayını üst yönetimdeki yoldaşların yanında geçirir. 2004 yılında Zagros alanına geçerek çoğunlukla da Çarçella bölgesinde kalır.
Kamuran arkadaş ‘an mırın an Diyarbekir’ adlı klipin televizyonda yayınlanması nedeniyle gerilladaki tüm arkadaşlar tarafından tanınmaktaydı. Klip Çarçella’da çekilmişti. O klipteki güleç görüntüsü onun gerçek haliydi.
Birim olarak birlikte kaldığımız dönemde en belirgin yanları ciddiyeti ve partiye bağlılığı idi. Koparıcıydı. Önündeki işi kesinlikle sonuca bağlamak esastı onda. Örneğin bir savaşçı mı çıkarılacak, ne yapar eder bu işi başarırdı. Eylemse düşünüp hesaplar ve yapardı. Halkın sorunları varsa çözmek için yoğunlaşır ve çözerdi. Çok inatçıydı. Önüne iş kondu mu içiniz rahat olurdu, mutlaka bir sonuç alacağını bilirdiniz.
Ailesinin yurtsever oluşunun ağırlığını taşıyarak yaşama katılırdı. Amcası Amed tarafında Behzat arkadaşlarla birlikte bir ajan tarafından zehirlenerek şehit edilmişti. Amcasını ömründe yalnızca bir kez ve o da ayaküstü gördüğünden söz ederdi. Ona olan bağlılığını dile getirirdi.
Halkın sempatisini kazanmıştı, halk tarafından sevilirdi. Bazen sertleştiği olurdu. Ama herkes artık onun ne zaman sertleşeceğini bilirdi. Onun özellikleri herkes tarafından bilinirdi. Fazla konuşmazdı. Gereken yerde sert, gereken yerde de ılımlı konuşurdu. Oldukça şakacıydı. Halkın nabzına göre gitmeyi bilmesi ona olan bağlılığı arttırmaktaydı. Bir gün bir köydeydik. Genç bir kız komşu köyden o köye yalnızca dizi izlemeye gelmişti. Kamuran arkadaş bunu görünce hemen televizyonun fişini çekti ve onlara bir seminer verdi. Ülkede savaş yürütülürken bir köyden bir köye dizi izlemek için gitmenin anlamsızlığından söz etti. O kız bunun üzerine özür diledi. Halkın sorunlarına çözüm üretmede adaletli davranırdı. Etrafındaki arkadaşların, halkın görüşlerini alarak yargıya varırdı. Topladığı verileri halkın özelliklerini gözeterek bir sonuca ulaştırırdı. Böylece parti otoritesinin sağlanmasına önayak olurdu. Parti ilkelerinden ödün vermezdi. Kadınlara ve analara destek sunar, onlara dönük mesajlar verirdi. Kadınlara sert yaklaşan erkeklere karşı tavır gösterirdi. Halkın çocuğu gibiydi. Bir gün bir evde yemeğe oturmuştuk. Fırın ekmeği almışlardı. Nedenini sorduk. Söylemek istemeseler de unlarının tükendiğini anladık. Kamuran arkadaş bunu duyar duymaz sofradan kalktı. Çok etkilenmişti. Hemen o aileye erzak yardımında bulundu. İhtiyacı olan yoksul insanlara yardım ederdi. Zenginden alıp yoksullara dağıtır, toplumsal adaleti sağlamaya çalışırdı. Böyle duygulu yanları vardı.
Şimdi saflarımızda onun adlarını bizzat taktığı pek çok savaşçısı var. Onun anısıyla da mücadele ediyorlar. Onlara güven verir adeta.
Yoldaşlık anlamında güçlüydü. Hoş sohbetti. Çarçella’yı çok sevdiğinden, hep sözünü ederdi. Pratiğinin çoğu orada geçmişti. Çarçella’nın başını duman kaplasa iç çekerek şimdi orada olmayı düşlediğini söylerdi. Oysa o duman kışın yaklaştığının işaretiydi. Köylüler de buna şaşırır, bu soğukta orada kalmanın olanaksızlığından söz ederlerdi. Kamuran arkadaş orada içilen çayın apayrı bir tadının olduğunu söylerdi. Bize komik anılarından söz ederdi.
Görev dönüşleri yatmazdı geceleyin. Kürtlerin yıllardır yatmalarının bu halde olmalarına neden olduğunu söylerdi. Şehir çalışmalarında sabaha kadar nöbet tutma gereği onda bu alışkanlığa yol açmıştı. Biz de onunla birlikte uyanık kalır ve sohbet ederdik. Koşullar gereği kadın ve erkek yoldaşlar yakın konumlanmak durumundaydık. Kamuran arkadaş ret ve kabul ölçüleri anlamında kendisini iyi eğitmişti. Toplumdaki ‘terbiyeli çocuk’ tanımlamasına denk düşecek olgunluktaydı. Onun yanında farklı duygu yaşamazdınız. Güven veren bir insandı. Tartışmacıydı. Ondan bir şey saklama gereği duymazdık. Keşifçimiz ve öncümüz hep o olurdu. Biraz tombul görünse de atikti.
Bir seferinde noktaya gidiyorduk. Alışkanlık olmuştu, gece yürüyüşlerinde birbirimize yakın yürürdük. Ben Kamuran arkadaşın hemen arkasındaydım. Aniden dönüp,“Neden beni takip ediyorsun?” demez mi. Güldük. Oysa noktaya yakın yerlerde iz çıkarmamak için farklı yerlerden gitmemiz gerekiyordu.
Bir defasında da köylülerle bir yerde dururlarken aniden bir helikopter belirir. Köylüler kaçınca Kamuran arkadaş ve yanındaki arkadaş ortada kalakalırlar.
Kamuran arkadaş korkusuzdu, soğukkanlıydı. Bölge yönetimiydi. Her koşula hazırlıklıydı. Nerde gizleneceğini ne zaman açığa çıkacağını bilirdi. Halkın sorunlarını çözme konusunda olduğu kadar düşman karşısında da oldukça cesaretliydi. Örgütsel ciddiyeti onun oto kontrol yanının güçlenmesini sağlamıştı.
Kamuran arkadaşın sanatçı kimliği de vardı. Bizim yanımızda pek şarkı söylemezdi. En çok İlkay Akkaya’yı severdi. Bir gün ona selam yollayacağını söylerdi hep. Ne yazık ki bu gerçekleşmedi. Belki bir gün biz onun selamını iletiriz. Onu o kadar çok dinlerdi ki bizi de alıştırdı.
Kalemi oldukça güçlüydü. Fazla yazmazdı ama yazılarında edebi yanın gelişkinliği görülürdü. Bunu sonradan elimize geçen günlüklerden de anladık. Lise yıllarındaki bu konuyla bağlantılı anılarını da anlatırdı bize. Öğretmeni onu kaldırarak saatlerce şiir okuturmuş. Hitabının güçlü olmasından kaynaklı bir durumdur bu. Okullarda Milli Güvenlik dersi vardır. Bu derslere ordudan subaylar girerler. O dönemde Kamuran arkadaş parti eğitimi de görmüştür. Subay Kamuran arkadaşı kaldırarak bizim hakkımızda doğrudan ya da dolaylı bazı sorular sorar. Kamuran arkadaş soruların tümüne yanıt verir. Bunun üzerine subay Kamuran arkadaşa “Seni iyi eğitmişler” der. Bu olay tüm Ceylanpınar’da duyulur. Yine bir gece yapılan bir mitingde Kamuran arkadaş bir şiir okur.
Sanatçı yanı şarkı söylerken, şiir okurken, yazılarıyla açığa çıkmaktaydı bu biçimde. Bu onun eskiden gelen bir özelliği. Halk arasında halen de onun okuduğu türküler telefonlarda kaydedilmiştir ve dinlenmektedir. Kadın erkek demeden onun türkülerini ezberleyerek okuyanlar da bulunmaktadır. Gever’de ondan etkilenmemiş kimse yoktur diyebilirim. Bu kadar etkili birisidir Kamuran arkadaş. Oldukça sempatikti. Bir milis ona ‘Gurgo’ adını takmıştı. Kamuran arkadaş kızgınlık belirttiğinde biz de ona “Gurgo ne oldu?” derdik. Gülerdi.
Bir defasında bir kaya oyuğunda kalıyorduk. Kamuran arkadaş dışarı gitmişti. Yanında bir kuzu ile döndü. O günlerde köylülerin sürülerine kurt dalmıştı. Kamuran arkadaşın getirdiği sürüden ayrılan bir kuzudur diye düşündük. Yakınımızda bir yerde bağladık. Akşam olunca bir arkadaş o kuzuyu omzunda bir süre taşıdı. Tam o esnada kayıp kuzusunu arayan köylüyle karşılaştık. Köylü bu duruma çok sevinmişti. Bizi ısrarla evine davet etti, kuzuyu keseceğini söyledi. Yoksul biri olduğu için teklifini geri çevirdik. Bu zaten Kamuran arkadaşın bir özelliği idi. Yoksul insanlara fazla yüklenmezdi. Bu onu çekici yapıyordu. İşimiz olmamasına karşın değişik zorlanmalar yaşayan insanlara da duyarsız kalmazdı. Birlikte çalıştığı insanları iyi seçer ve tanırdı. Onları eğiterek disipline ederdi. Herkesle anlayacağı dilden konuşmasını bilecek mütevazılıktaydı. Bir defasında iki çocuk kendi aralarında oyun oynarlarken bir tanesi “Benim iki dayım var, birisi Kamuran ama sakın kimseye söyleme” der. Adı Demhat olan bir çocuk vardı 5-6 yaşlarında. İçe kapanıktı. Fazla kimseyle konuşmazdı. Yalnızca Kamuran arkadaşın yanına giderdi. Bunlar Kamuran arkadaşın ne kadar çekici olduğunu anlatan örneklerdir.
Partinin ciddiyetini aşındırmamaya özen göstererek gerekli yerlerde halkla şaka yapmasını bilirdi. Bir evdeydik. Çaydanlık ihtiyacımız vardı. Kamuran arkadaş gözüne ilişen çaydanlığı kucağına aldı ve “Bu benim çaydanlığım, onu götüreceğim” dedi. Zaten o aileler bize çok yakındırlar. Köylüler ısrarla o çaydanlığın bir takımın parçası olduğunu, yerine bir başkasını verebileceklerini söylemelerine karşın Kamuran arkadaş çocuk rolüne soyunarak çaydanlığı bırakmadı, başka şeylerle birlikte aldı. Onun başarısı, insanları kırmadan işlerin üstesinden gelebilmesiydi. O aileler hâlâ da ondan söz ederler.
Kamuran arkadaş mükemmeliyetçi bir insandı, titizdi. Kolay beğenmez amaeşyalarını gözü gibi korurdu. Pırıl pırıl bir insandı. Temiz ve düzenliydi. Kendi temizliğine önem verdiği oranda çevresiyle de ilgiliydi. Bu Önder Apo’nun bir özelliğidir. Önderliğe, çizgisine çok bağlıydı. Partide zorluklar yaşamadı değil. Ama bu zorluklar onun bağlılığını etkilemedi.
Görevimizi tamamlayıp Çarçella’ya döneceğimiz zaman hazırlıklarını yaptı. Vardığımız zaman ise evine gelmiş gibi mutluydu. Ne yapacağını bilemiyordu. Her tarafa bakıyor, sanki dağla konuşuyordu. Oraları özlediği her halinden belliydi. O yorgunluğun üzerine bir de gidip eski noktaları yoklayıp arkadaşları aramaya başladı. Bu düzeyde heyecana kapılmıştı. Onun Çarçella ve Avaşin’e olan bağlılığı tarif edilemez.
Kamuran arkadaşın bir dayısının kızı var saflarımızda. Adı Faraşin. Ama Kamuran arkadaşın ailesi Kuzey Kürdistan’da kalmış, dayı tarafı ise Batı Kürdistan’da sınırlardan dolayı. Bu nedenle hiç karşılaşmamışlar. Dayısı hem Kamuran arkadaşı gelip görmüştü hem de kızı olan Faraşin arkadaşı. Faraşin arkadaş bir not yazarak kendisini tanıtmış ve eğer halasının oğlu ise nota bu çerçevede bir yanıt istemişti. Ben Faraşin arkadaşı tanırdım. Kamuran arkadaşa onu biraz tarif ettim. Gerçekten de dayısının kızı çıktı. Güney taraflarına geçtiğimiz bir gün tesadüf eseri karşılaştılar. Daha önce birbirlerini hiç görmemiş olduklarından Kamuran arkadaş bayağı heyecanlanmıştı. Utanırcasına birbirleriyle konuşamadılar ilk önce. Bizim araya girmemiz gerekti. Biz de oldukça duygulanmıştık. Siyasal haritalar Kürt toplumunu, ailelerini parçalamıştı. Bu parçalanmayı aşıp sınırları anlamsız hale getiren ise PKK olmuştu. İki akraba parti içerisinde tanışmışlardı. İki gün yan yana kaldılar. Rahat bir ortam olduğundan yaşadıklarını anlatmışlardı birbirlerine. Burada partinin bir başka boyutu açığa çıkıyordu. Toplumda olsa kan bağına dayalı yakınlığı aşmayan ilişkilenme tarzını burada ideolojik bir bağa dönüştürmüştü. Aynı kandan olmak bunun için bir vesile oluyor. Şunu da anımsatayım; Faraşin arkadaşın notu ilk eline ulaştığı zaman, daha önce kadın arkadaşlara hiç not yazmamış olduğundan Kamuran arkadaşın Faraşin arkadaşa cevaben not yazmasına biz yardımcı olmuştuk. Bu da onun kadın yoldaşlara ölçülü yaklaşmasından kaynaklanmaktaydı.
Kamuran arkadaş her açıdan kendisini geliştirme çabasındaydı. Koşullardan dolayı fazla kitap okuma olanağı bulamıyordu. Ama söylediği kadarıyla kış kamplarında fırsat buldukça okurmuş. Pratik süreçlerde de çıkardığı sonuçları irdeleyerek tartışmaya açardı.
Güneye geçtikten sonra Ş. İbrahim akademisinde eğitim gördü. Eğitimden sonra görüştük. 4 Nisan’dı. Birlikte ağaç diktik. Hem Önderlik için hem de Garzan’da şehit olan 15 kadın arkadaşın anısına (Arjin arkadaşlar) ağaç dikti Kamuran arkadaş. Duygulu bir insandı. Düzenlemesi Mardin alanına olmuştu. Mardin’e karşı apayrı bir sevgisi vardı. Orda doğmuş ama çocukken Ceylanpınar’a gitmek zorunda kalmıştı. Kürtlerin yaşadığı bir yer olsa da orada biraz yabancılık çekmişti. Bu nedenle hep Mardin’in özlemini duymuştu. Eğitimden sonraki ilk görüşmemizde durumunu sordum. “Kanatlarım olsa uçacağım” diye karşılık verdi. “Bir gideyim yeter” diyordu. Aramızda bir şifre bile belirledik 47-47 diye. 47 Mardin plakasıdır. Bu şifreyle telsiz üzeri konuşacağız dedik. Gitmeden önce çok sohbet ettik. Hedefleri büyüktü. Eğitimden önemli bir kararlılıkla çıktığı konuşmalarına, hatta rengine yansımıştı. Yönünü bu temelde kuzeye çevirmişti. Gever taraflarında önemli deneyimler edinmişti. Bütünleşmiş, öncülük yapabilecek duruma gelmişti. Bu deneyimleri kendi memleketinde sınamak onu heyecanlandırıyordu. Kamuran arkadaşın yaşamı, duruşu, sohbetleri, yoldaşlığı bana bir şiir gibi geliyor. Bazen coşan bazen durgunlaşan, yavaş akan bir su gibi… Bazen deli dolu akan bazen durulan; ama hep akan bir su… Özgür yaşamı en çok hak eden birisi varsa o da Kamuran arkadaştı diye düşünüyorum. Onun en büyük hayali Önderliği bir gün Amed’e getirmekti. Bunun yolunun savaşmaktan geçtiğinin iyi bilincindeydi. “Mardin’e gidip partinin bana verdiklerini pratiğe geçirebilirsem bu bana yeter” diyordu.
Bana gönderdiği yazıyı paylaşmak istiyorum:
“Merhaba Heval Mizgin,
Bu yazıyı yazarken çok düşündüm ve gerçekten ne yazacağımı bilemedim. Bu yüzden bir şeyler yazmaya çalışacağım. Ama bu yazıyı ayrılmak için yazmayacağım. Her zaman bir yoldaş gibi senin gibilerini tanıdıkça, sizleri yüreğimde taşıyıp Agitlerin, Adılların, Nudaların, Nucanların, Gülbaharların, Serxwebunların kutsanmış olan topraklarına götüreceğim kendimle. Hiç usanmadan. Özgürlük türküleriyle patikalardan yürürken ve geçerken dar geçitlerden ve hızlı adımlarla Mezra Botan toprağına yol alırken selama duracağım kutsal topraklarda. Ve bir avuç toprağı avucuma alıp öpeceğim. Çünkü kutsal olan bu topraklarda şehit düşen binlerce can yoldaşımın ter damlaları var.
Can Yoldaşım,
Gittiğim her yerde yanımda olacaksınız. Ayrılık yok, üzülmek yok, ağlamak yok, dert etmek yok. Ben hep güleceğim bu yüzden. Bu yıl düşmanı ağlatacağız, sarsacağız. Eğer gidersen Zagroslara doğru, Avaşin suyundan bir avuç su iç yerime ve selam söyle bütün yoldaşlara. Eğer gidersen Esendere’ye selam söyle halkımıza, selam söyle tüm dostlara.
Kendine çok çok iyi bak yoldaşım. Özgürlük türküleriyle, marşlarla, bandolarla Amed’de Önderlikle birlikte buluşmak umuduyla… Elbet bir gün güneş bize de doğacak.
Devrimci Selam ve Saygılar
Kamuran Penaber”
Ne büyük bir kararlılık ve güçle kuzeye yöneldiği bu satırlardan da anlaşılıyor. Böyle de gitti. Bu insana güç ve moral veren bir şey.
Bir anı daha anlatayım. Ailesi onu ziyaret etmeye gelmişti. Yıllardır anne ve babasını görmemişti. Gelenler arasında amcası da vardı. Her biriyle ayrı ilgilendi. Annesiyle daha çok ben konuşuyordum. Sonra ona gelip annesiyle de konuşması yönünde işaret ettim. O sırayla geliyordu. Gelip annesini kucakladı. Annesi biraz kiloluydu. Rahat oturmak için ayaklarını uzatmıştı. Ayağında kısa bir çorap vardı. Çorabı gören Kamuran arkadaş “Annem de modern olmuş, giydiği çoraba bir bakın” deyince annesini güldürdü. Onun diline göre konuştu bir bakıma. Parti ciddiyetini bilen bir aileydi. Oğullarını görmüş olmalarının yeterli geldiğini, kısa bir zaman içinde gideceklerini söylediler. Bizim tehlikeye düşmemizi istemiyorlardı. Duyarlı insanlardı. Kamuran arkadaştan dolayı gurur duydukları her hallerinden belliydi. Kamuran arkadaş, kız kardeşinin katılması için dolaylı çaba harcadı. Onu sordu ve katacağını söyledi parti saflarına. Kadının kurtuluşunun ancak parti içerisinde gerçekleşebileceğini biliyordu. Geniş düşünürdü.
Çarçella ve Gever tarafında Kamuran arkadaşı tanıyıp da etkilenmemiş kimse yoktur. Şehit düştüğü zaman insanlarda bu etki açıkça görülmekteydi. Anneler duygusaldır. Nereye gitsek ağlarlardı Kamuran ve Geli arkadaşlardan dolayı. Halk gerillayı kendi çocukları gibi görmektedir. Onların bölgesinde çalışmış ya da yalnızca bir selam vermiş yoldaşlarımızın değerini bilirler. Kamuran arkadaş gibi halkın yüreğinde yer edinmiş birisi için bunları belirtirlerdi. Gever’de yapılan festivalde Kamuran arkadaşın fotoğrafları da asılmıştı. Bu halkın ona olan bağlılığının somut bir kanıtıdır. Yeni katılan pek çok genç, onu görmüş olsunlar olmasınlar adlarını Kamuran yaptılar. Bugün bile halktan insanlar Kamuran arkadaştan söz açıldığında onunla ilgili bir anılarını anlatırlar, onun söylemiş olduğu bir sözü söylerler. Kamuran arkadaş yaşamın anlamını bilen, anlamlı yaşamak isteyen birisiydi. Boş yaşamak istemiyordu. Bu onun kendisine olan saygısından ileri geliyordu. Bazen ona “Sen kendini çok seviyorsun” diye şaka yollu takılırdık. Onun bize yanıtı şöyleydi; “Ben eğer kendime saygı duymazsam hiç kimseye de saygı gösteremem.”
Kürt halkı basite alındığı, yok sayıldığı, köleliğe alıştırıldığı için kendine bile yeterince saygı göstermekten uzaktır. Çünkü varlığı tartışma konusudur. İnkâr-imha veya soykırım politikaları Kürt kişiliğinde önemli bozulmalara yol açmıştır. Kamuran arkadaş bunların bilincinde olduğundan onun olduğu yerde parti ağırlığı hissedilirdi. Bu ona yılların kadrosuymuş gibi bir hava kazandırmıştı.
Belki metafizik inanışlar olarak değerlendirilecektir ama şehit düşmesinden iki gün önce Kamuran arkadaşı rüyamda görmüştüm. Yüzü kararmış gibi görünüyordu ve gülmekteydi. Kafası olduğundan daha büyüktü. Sabah bu rüyanın ne anlama gelebileceğini arkadaşlara sordum. İki gün sonra şehit düştüğü haberini aldık. ‘Gönül gönle karşıdır’ diye bir söz var. Yoldaşlık ruhu, sevgisi varsa ve insanlar bu anlamda birbirlerini düşünüyorlarsa hissetme de gelişiyor. Dar zamanda insan yoldaşını düşünür. Rahat zamanda da böyledir. Yoldaşlarınızın ne durumda olduğunu hep merak edersiniz. Galiba Kamuran arkadaşın sağlam geçip geçmediğini çok düşünmüş olsam gerek rüyama girmişti.
Bir defasında Kamuran arkadaş bir bostana girer. Biraz salatalık toplar ve bir anneye verir. O anne hep bundan söz ederdi. Ona oturmasını, kendisinin ona hizmet edeceğini söylemesine rağmen Kamuran arkadaşın doğayla uğraşmayı sevdiğini söylediğini anlatırdı. Bu halk arasında bir anı olarak hep anlatılırdı. Çocukları eğitmeye önem verirdi. Babaları dışarıya çalışmaya giden ya da cezaevinde olan çocuklar Kamuran arkadaşın etrafına üşüşürlerdi. O da şefkatle, tam onların istediği biçimde yaklaşırdı onlara. Tüm annelere ‘daye, ana’ derdi. Onun bu saygılı tutumu ona da saygıyla yaklaşılmasını getirirdi.
İnsanlar arasında ayrım yapmazdı, adaletliydi. Sorunlar çıktığında daha çok yoksulların tarafını tutardı. İnsanların birbirlerine ya da partiye haksızlık yapmasını mazur görmezdi. Sert tavır koyduğunda asla pişman olmazdı. Bu duruma kızan insanlar sonradan gelip özür dilerlerdi. Onun otoritesi kabul edilmişti. Yoldaşlarının görüşlerini almayı ihmal etmezdi. Yoldaşlarını boşa düşürmezdi. Yoldaşı yanlış düşünse de onu boşa çıkarmamaya özen gösterirdi. Eleştirisini örgütsel ortama saklardı. Halkın içinde partinin prestijini sarsacak davranışlara girmekten kaçınır, buna zemin sunmazdı. Bu onun kişisel kaygı yerine parti kaygısını esas almasına dayanmaktaydı.
Kamuran arkadaş örgütü bilgilendireceği zaman en ince ayrıntıyı da aktarırdı. Örneğin Ceylanpınar’dan gelen insanların oraya ilişkin aktardıklarını rapor halinde hareketin yönetimine sundu. Başkası olsa belki kendi alanı değil diye savsaklayabilirdi. Ama Kamuran arkadaş duyarsız insanlardan değildi. İnsanların talepleri olurdu ondan. Yanına not almışsa kesinlikle üzerinde durur, ihmal etmezdi. Söz verir ve yerine getirirdi. Onda mertlik denen kişilik özelliği vardı. Bunu ideolojiyle, örgütle birleştirmesini de bilirdi.
Uzun süreli olarak pratikte doğrudan ya da dolaylı kalmış bir insanın, yine insanlar üzerinde etkili olan bir insanın daha yerine ulaşmadan şehit düşmesi elbette etkiler insanı. Sınırda, İdil ovasında şehit düşmeleri şanssızlık oldu. Yerine ulaşmış ve çalışma yürütmüş olsaydı biraz daha rahatlamış olurdu. Ama yine de bu uğurda şehit düştü.
Bize düşen onların izinde yürümektir. Onun boşluğunu her yanıyla doldurmak zordur. Onların olumlu özelliklerini alabiliriz. Kamuran arkadaş birine çok kızsa bile diyalogunu kesmezdi, akışkandı bu anlamda. Olumlu yanları ön plana çıkarırdı. Bizim yapmamız gereken de böyle şeylerdir. Şehit, kendi ölümüyle yaşam yaratandır.
Ek olarak dedesinden çok söz ederdi. Dedesinin partiye olan bağlılığı Kamuran arkadaşı oldukça etkilemişti. Dedesi bir subayla Kürt sorununu tartışırmış. Bu cesaretiyle etkilemişti Kamuran arkadaşı. Önderlik esir düştüğünde resmen hastalandığını anlatırdı. Dedesiyle ilgili çok anısını anlattı bize.
Mardin’de, Ceylanpınar’da yaptığı yürüyüş, gerillacılık yaşamındaki duruşu, sanatçı yanları, militanlığı, halka ve düşmana yaklaşımları Önder Apo’nun ilkeleri çerçevesindedir. Kendisini tüm Kürdistan’la bütünleştirdi. Onun Önder Apo’yu Amed’e getirme hayalini gerçekleştirmek artık bize düşüyor. Bunun sözünü vererek şehitlerin anılarının yolumuzu aydınlattığını belirtiyorum.
Mücadele Yoldaşları
Gerillacılıktaki ilk gününde birlikte mücadele edeceği yoldaşlarını gördüğünde yaşadığı anlatılması güç sevinç hiç azalmamış, onda bir yaşam tarzına dönüşmüştür. “Başkan APO’nun, halkın ve tarihin genç savaşçıları olan gerillayı mı işlese; Özgürlük romanının yaşayan ama yazamayan gerillaları.” olarak betimlediği yoldaşlarını anlama çabası onu sonu gelmez bir arayışa sürüklemiş, bunun için yazmış, öğrenmek istemiş, bunun için eğitim görmüş, sabırsız olmuş, eylem yapmış, kısacası bunun için yaşamıştır.
Onu yoldaşları arasında belirgin bir konumda tutan, yaşamın her alanında üst düzeyde çaba sergilemesi olarak belirtilir. İnsan ilişkilerinden tutalım askeri eylemelere, araziyi tanımaktan başarılı işler çıkarmaya kadar bu böyledir. Oldukça hırslı ve sonuç alma noktasında isteklidir. Eğitime, bilgiye aç bir insan görüntüsü çizer. Yumuşak, neredeyse çocuksu yapısıyla karşıtlık oluşturur gibi duran bu biçimleniş onu ilgi çekici yapmıştır.
Gerilla saflarına katıldığı andan itibaren oldukça sıcakkanlı oluşu, her işte erkenden sonuç alma uğraşında bulunması hesapsız, kaygısız bir katılımın önünü açmış, hatta onu böyle gören arkadaşlarının onun adına kaygı duymalarına yol açmıştır. Bunca gözü kapalı işe atılmaların sonu genellikle kendine bir biçimde zarar vermeyle sonuçlanır. Böyle onlarcası vardır ki her tarafları yara bere içindedir. Daha bir yaraları tam iyileşmeden bir başka eylemde yeniden yaralanırlar. İşte Hüseyin yoldaş da yoldaşlarının bu deneyimlerinin getirdiği uyarılarla sıklıkla karşılaşır.
O ise engel tanımaz. İşlere yönelişi fırtına gibidir. Fedai bir ruha sahiptir. Her an her duruma hazırlıklı olma uğraşındadır. Tüm katılımı gönüllülük esaslıdır. Birçok şeyi öğrenmenin yolunun pratik çabayla olacağı bilinci onu sürekli harekette tutar. Her ortama rahatlıkla girip çıkması, yoldaşlarıyla çekinmeden kaynaşması ona yapacaklarını yapma noktasında alan açar. Asıl işin kuzey alanlarında gerillacılıkta bittiğini anladığı andan itibaren üst üste öneriler geliştirir, yaptığı diğer işleri aynı zamanda kuzeye hazırlanmanın bir ayağı olarak kusursuzca yerine getirir.
Bu katılımıyla yoldaşlarına da moral verir, çekim merkezi haline gelir. Önderliğe ve şehitlere yanıt verilememiş, başarı sağlanamamış bir an onun için vicdan azabı çekmenin yeterli gerekçesidir. Okumaları, tartışmaları hep bu çerçevededir. Çokça Önderlik çözümlemesi okur. Fedai yoldaşları örnek alır. Kendisini devrimin yükünü omuzlamış gibi görür. Duygu yoğunluğu fazladır.
İlkokul mezunu olduğu halde yazıp çizmeye merakı ve yeteneğiyle boş zamanlarını değerlendirir. Bu yeteneğinin gelişmesinde belki zamanında basın dağıtımı yapmasının katkısı da olmuş olabilir.
Xakurke alanında yeni savaşçı eğitimi görmüş, Xınere, Kandil, Zagros alanlarında pratik yürütmüş, Özel Kuvvetler üyesi ve uzman sabotajcı Hüseyin yoldaş bu temelde Gabar alanına geçmiştir. Gabar alanında bir yıllık bir gerillacılığın, birçok eylem girişiminin ardından başarılı bir sabotaj eyleminin son ayağında yaptığı mayının kendisinde patlaması sonucu aramızdan ayrılan bu değerli yoldaşımızı saygıyla anıyoruz.
Mücadele Yoldaşları
“Ben 1988 yılında Mardin Mazıdağı’na bağlı Yakınağaç (Golike) köyünde doğdum.Partimizi tanıyışım çok küçük yaşlarda başladı. Köyümüz 1993 yılının sonlarında devlet tarafından boşaltıldı. Böylelikle sürgün hayatımız başladı. Kürdistan ve Türkiye metropollerininbirçok yerinde kaldık. En son Bursa Yenişehir’e yerleştik. Okula burada başladım. Okulu lise 2’de terk ettim. Yenişehir’de 10 yıla yakın yaşadım. 2007 yılının sonlarında parti saflarına katıldım.
Kendini bu sözlerle tanıtan ve büyük çaplı yoğunlaşmalarını dile getiren Karker yoldaş birçok göze batan özelliği arasında en çok fedakârlığıyla betimlenir.Tanıyanlara göre o yoldaşlığın sade temsilini yapmaktadır. Yaşama katılımı hesaplar üzerine kurulu değildir. En basit etkinlikten en çok zorluk taşıyan işlere kadar bu böyledir.
Bu önem ideolojik eğitimlere gösterdiği özenden anlaşılır. İdeolojik eğitimleri Önderlik ideolojisini anlayabileceği ortamlar olarak ele almaktadır. Çok değişik yerlerden gelen yoldaşların bileşiminden oluşmuş bu ortamlar ona ayrıca halkını daha iyi tanıma fırsatı sunmaktadır ve Karker yoldaş bu fırsatı yeterince değerlendirmeye çalışır. Tüm yoldaşlarıyla güçlü bağlar kurarak onların yörelerine özgü özelliklerini anlamak ister. Kişilik dönüşümlerini gerçekleştirmenin, daha geniş ufuklu olmanın, insanlara en doğru biçimde yaklaşmanın yolunun bu olduğunu kavramıştır. Bu yol onu geleceğe dönük bir militan olma amaçlarına götürecek yoldur. Eğitimlerde suskun kalmaz bu nedenle, kalkarak düşüncelerini safça ve güzel bir üslup kullanarak dışa vurur. Bunu kendisini ifade etme, tanıtma, eksiklikleri anlayıp aşma çabasının itekleyici gücü haline getirmeye çalışırdı. Böylelikle gerçek bir işçi kişiliğini şahsında oluşturmaya çabalar.
Karker arkadaşı yoldaşları duygulu bir insan olarak tanımlarlar ve şunları eklerler;“Bir yetersizlik yaptığını anlasa dünyası yıkılırdı. Eksikliğe girmeyi içine sindirmezdi. O hep arayış içerisinde oldu bu eksikleri aşma noktasında. Sorunların köküne inmek, Önderliğin bu sorunları ele alış tarzını anlamak Karker arkadaşın adı gibi emek vererek üzerine titrediği konulardı. O gerçekten emekçi bir insandı. Kamp içinde olsun dışında olsun her göreve koşturur ve işini en temiz biçimde yapmaya çalışırdı. Bir dönem lojistikçimiz oydu. İşinin üzerinde özenle dururdu. Ayrıntılara, işlerin temiz yapılmasına dikkat eder, yoldaşlarına hizmet anlamında bu işin yürütülmesi için elinden geleni yapardı. Mütevazı bir insandı. Diyaloglarında ve sohbetlerinde bu bariz biçimde açığa çıkardı.”
. Daha sınırı yeni geçmişken düşman denetimine girerler. İdil ovasında yaşanan çatışmanın ardından dört yoldaşıyla birlikte ölümsüzlüğe yol alır. İdil ovası Kürt halkının omuz omuza vermiş beş yiğidinin birbirine karışmış kanlarıyla sulanır.
Bize düşen onların izinde yürümektir. Yoldaşlarının ifadeleriyle; “O her an aklımızda, yüreğimizde, gözümüzün önündedir. Onu kişiliğinde yapmak istediği değişimlerle anımsayacağız. Onun şehadeti büyük üzüntü yarattı. Kişilik dönüşümünde onu örnek alacağız. O, bunun sonucunda fedai bir biçimde sürece katıldı ve genç yaşta şehadeti gerçekleşti. Onda güçlü bir gençlik potansiyeli vardı. Bunu şehit olma derecesinde değerlendirmesini bildi.”
Mücadele Yoldaşları
Mazlum Amed arkadaş 2008 yılında İstanbul’dan katıldı, 2012 yılında Bilican tarafında iki kadın yoldaşıyla birlikte şehit düştü. Erzurum Karayazı doğumlu olsa da kökenleri Amed Silvan’a dayanıyor. Sürgün sonucu Erzurum’a, oradan da sonraki yıllarda İstanbul’a gitmişler. Mazlum arkadaş da burada büyümüş.
Dini yanı ağır basan feodal bir aile ortamında şekillendiğini belirtirdi. Bunun yansımalarını görmek mümkündü. Ama yurtsever olan ailesi yüzünden de partiyi tanıdığı, mücadeleyle buluştuğu bir gerçeklik olarak ortada duruyordu. 2005 yılında partinin önce adını anlaşılır biçimde duymaya ve anlamaya, ardından kurumlarıyla tanışmaya başlamış, 2007’den sonra da çalışmalara girmiş. Onu bir yıl içinde gerilla yapacak kararlaşma süreci böyle başlar. 2008 yılında özgürlük dağlarıyla buluşur.
Xakurke alanındaki yeni savaşçı eğitiminde gelişinin ikinci gününde kampa yönelik Türk savaş uçaklarının saldırısında yaralanır. Üç aylık bir tedavinin ardından iyileşir. Eğitimini kaldığı yerden sürdürür ve Xınere alanında ilk pratiğine başlar.
Benim de bulunduğum Zap eyaleti Şkefta Bırindar’a taburuna geldikten sonra Mazlum arkadaşla başlayan tanışıklığımız şehit düştüğü zamana kadar da sürdü.
Katılımıyla örnek alınabilecek, PKK militanlığı çizgisinde bir duruş sahibi olmak için sorgulama içinde olan bir arkadaştı. Önderliğe yönelimler ve tecrit politikası konusunda kendisini hep borçlu görürdü. Bunu yaşamıyla da gösterirdi. Duruşuyla, yoldaşlık ilişkileriyle güç, moral, heyecan verebilen bir konumdaydı.
Daha evdeyken parti için çalışmış, gençlik çalışmalarında rol üstlenmişti. Gerilla saflarına geldikten sonra kısa zamanda verdiği güven sonucunda halk çalışması yürütmeye başladı. Duruşuyla insanı yoğunlaştırabilen çok güzel özelliklere sahip birisiydi Mazlum arkadaş. Şakalarında bile öğretici olmayı esas alırdı. Kolay daralmazdı. Eksiklikler karşısında örgütsel yaklaşımı benimser, eleştirir ve yanı sıra öz eleştiri vererek kavratmaya çalışırdı. Mazlum arkadaş boyca biraz kısaydı. Ama suikastçı kimliğiyle ön plana çıkmış ve aktif bir eylemci olmuştu. Askerlik ve silahlar konusunda kendisini geliştirmeye çalışırdı. Askerliği özümseyen ve içselleştirme çabasında olan bir arkadaştı. Kırılgan değildi. Her zaman moralliydi, canlıydı. Yerinde durmazdı. Değerler konusunda çok titiz ve duyarlıydı. Elbiseleri parçalanmayana kadar yenisini almazdı. Arkadaşların çöpe attığı elbiseleri toplar, yıkayıp giyerdi. Bunlar içselleştirilmiş kişilik özellikleriydi.
Mazlum arkadaş henüz yirmi bir yaşındaydı. Genç yaşına rağmen canlılığıyla çevresine moral verebilmekteydi. Bütün çalışmalarda en önde yer almak ister, zorluklarda yoldaşlarına yardımcı olurdu. Çözümlenmeyecek kadar karmaşık bir kişiliği yoktu. Ama anlatılması gerçekten güçtür. Örnek alınması, her insanda gelişmesi gereken kişilik özelliklerine sahipti.
Bir anımızı anlatayım. Birlikte Çukurca eylemine gidecektik. Hazırlıklarımızı yaparak yola koyulduk. Yol uzundu. Gece sekiz-dokuz saat boyunca yürümemiz gerekiyordu. Yol yürüyüşü esnasında bir baktık ki gecenin karanlığında Mazlum arkadaş gidip üzüm getirmiş. Göz gözü görmeyecek kadar karanlıktı. Üstelik ilk kez geçtiği bir araziydi. Bu koşullarda nasıl üzüm toplayabildiğine hayret ettik. Oldukça yorulmuş ve acıkmıştık. Bir su kenarına oturduk ve Mazlum arkadaşın getirdiği üzümleri yedik. Bu bize moral vermişti. Ama Mazlum arkadaşın o üzümleri nasıl bulduğu kafamızda soru işareti olarak kalmıştı. Bunu kendisine sormak en iyisiydi. Sorumuza gülerek,“Ben bulurum, benim için sorun değil” diye kısa ve öz bir yanıt verdi. Mazlum arkadaşın gerçekten girişken, dikkatli ve etrafında olup bitenlere karşı duyarlı bir yapısı vardı.
Kadın arkadaşlara yaklaşımı ölçülü ve örgütseldi. Önderliğin esas aldığı paradigmaya göre hareket ettiğini söyleyebilirim Mazlum arkadaşın. Ayrımcılık, kendisini farklı görme durumu olmazdı. Çalışmaları birlikte yürütürdü. Kadın arkadaşlarla birlikte gittiği görevler olmuştu. Bu görevlerde hiç sorun çıkmadı.
Mücadele Yoldaşları
Rojava Kürdistan’ın Derik kentinde doğup büyüyen Geli yoldaş 2012 yılında Gever Esendere alanındaşehit düşene kadar kendisini Kürt halkının özgürlük mücadelesine adayarak yaşadı.HPG
Ana Karargâh Komutanlığı 10 Haziran tarihli açıklamasında iki gün önce yaşanan çatışmada ölümsüzlüğe uğurlanan savaşçısını şöyle tanıtıyordu; “2008 yılında özgürlük mücadelesi saflarına katılan Geli arkadaş 1983 yılında Batı Kürdistan-Derik doğumludur. Yurtsever ve mücadele değerlerine bağlı bir çevrede yetişen Geli arkadaş, Özgürlük mücadelesi saflarında zorlanmadan hızla gelişme sağlamıştır.”
2012 yılında çalışma yürütmek üzere yanımıza geleceğini duyduğumuzda onu önceden tanıyan arkadaşların oldukça sevindiklerine tanık olduk. Herkes onunla çok iyi yoldaşlık yapılabileceği, çalışma tarzı konusundaki duyarlılığıyla da birçok açığı kapatacağı noktasında hemfikirdi. Katıldığı bir eğitim devresini bitirdikten sonra doğrudan bizim bulunduğumuz alana doğru yola çıkmıştı. Bizim gibi uzak alanlarda çalışma yürüten örgüt yapısı açısından böyle yoldaşların gelişi en büyük destek demekti.
Uzun yıllar PKK için çalışan bir aile ortamında şekillenen, babası da bir kadro olan Geli arkadaş Rojava Kürdistanlıdır.Yoksulluk nedeniyle dokuz yıl okuduktan sonra Şam’a giderek inşaatlarda çalışır ve ailesine de parasal destekte bulunur. Suriye ordusunda askerlik yapar. Askerliği bitirdikten sonra Kürt özgürlük mücadelesinden yana tavrı netleşir. Ailesiuzun yıllar parti için çalışmalarda bulunmuş. Geli arkadaş da bu ortamda büyüdüğü için küçük yaşlardan itibaren parti ve örgüt gerçeğini öğrenmeye başlar. Değişik bazı çalışmalarda aktif biçimde yer aldıktan sonra mücadelesini daha da taçlandırdığı dağ sahasına, ülkeye geçiş onun için kaçınılmaz olur. Geli yoldaş dağa, gerillaya sarsılmaz bir kararlılık, sağlam bir inançla yol alır.Yakın çevresinden aldığı güçlü destek onun karar ve katılım sürecini hızlandırmakla kalmaz, sonraki doğrultusunu da belirler.
Daha dağ ortamına adımını atar atmaz kişiliğinde yarattığı olumlu gelişmeler gözlerden kaçmayacaktır. Bu olumlulukların üzerine, kendisini pratikte ve eğitimler yoluyla durmadan güçlendirecektir.
Geli yoldaşı tanıdıkça yoldaşlarının ona ilişkin olumlu belirlemelerinin ne kadar yerli yerinde olduğunu anladık. Çok fedakâr olduğu gözler önündeydi. El attığı her işte başarıya ulaşmakta, sonuç almaktaydı. Yeri geldiğinde iyi bir eylemci, yeri geldiğinde iyi bir örgütçüydü. Dile getirdiği her görüş yoldaşları tarafından kabul görürdü. Askeri yoğunlaşmaları, öngörüleri ve mantığı iyiydi. Bir eylemin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin görüşler yerini tutar, sonradan yapılan plana katkı sunardı.
Sorumluluk bilinci yüksekti. Ortada yapılması gereken bir iş varsa başkasının söylemesini beklemeye gerek duymazdı. Yaşamın her alanına yanıt olacak düzeye erişmişti.Örneğin, devrimci halk savaşımı için biz tartışma yürütürkengörüldü ki onungörüşleri hepimizinkinden daha kapsamlı ve derinliklidir. 2012 savaş hamlemizin nasıl yürütüleceği tartışıldığındao konuşsa kendimizi eğitimde sanırdık.Görüşlerini dinleyen herkes ikna olurdu. Sıradan bir savaşçı için bu önemli bir hâkimiyet düzeyi demekti. Alanımızda yapılan ilk eylemde Geli arkadaş en öndeydi. Düşmana ilk darbeyi vuran da o oldu.
Geli yoldaş mücadele yaşamının başından itibaren çok doğru yaptığı şeylerden birisi şehit yoldaşlara bakışındaki sonsuz bağlılıktı. Bağlılığın gereklerini onların yaşam tarzlarını esas alarak yerine getirmeye çalışırdı. Yaşamı şehitlere yakışma çabası ile geçti diyebiliriz. Tarzıyla bulunduğu alandaki tüm yoldaşlarını imrendirdi, örnek alındı. O daha aramızdayken bunları başarmıştı. Şahadetiyle kimseyi yanıltmadığını gösterdi. Kahraman şehitlerimizin birçok özelliğini kişiliğinde somutlaştırmış Geli arkadaşın bu yönüyle iyi anlaşılması, özümsenmesi gereklidir. Çünkü çabaları arasında bu özellikleri çevresine yaymak da vardı.
Yoğun pratiklerde yer alan Geli yoldaş pek çok deneyim biriktirmişti. Ama salt deneyimle yürümezdi. Sağlam bir düşünce sistemine sahipti. Düşünürken bilimsel yöntemi esas alırdı. Birçok ayrıntıyı hesaplar, olası sonuçları önceden kestirmeye çalışırdı.
Yoldaşları için gözünü kırpmadan canını siper edebilecek kadar bağlılığı güçlüydü. Ama iş örgütsel ilkeler konusuna gelince kimseye ödün vermez, en keskin eleştirilerini yöneltirdi. Eleştirilerinin yerli yerinde olduğu bilindiği için kimsenin kırıldığı, gücendiği görülmemiştir. Aslında yaşam tarzıyla hakikate oldukça yakındı. En amansız zorluklarla karşılaşabilecek düzeyde bir yetkinliğe doğru yol alıyordu.
Geli arkadaş Gever taraflarında düşmanla girilen bir çatışmada ölümsüzler kervanına katıldı. İki asker öldürdükten sonra silahı bozulur, öyle şehit düşer.Son nefesine kadar çatışmaktan çekinmez, kahramanca direnir. HPG Ana Karargâh Komutanlığı açıklamasının devamında bu durum netçe belirtiliyordu:
“Gençlik çalışmalarında bir süre bulunan Geli arkadaşımız dağlarda da bu genç ruhunu en coşkulu bir biçimde yaşamasını bilmiştir. Atik, coşkulu, yoldaşlarına moral veren yapısıyla her zaman arkadaşlarının yüreğinde yer edinen bir yoldaşımız olmuştur. ‘Devrim büyük emeklerin ortaya çıkardığı birikimlerle gelişmiştir’ bilincini taşıyarak her anında emekçiliği esas almış ve bu doğrultuda bulunduğu tüm alanlarımızda büyük bir çabanın sahibi olmuştur.
Her can binlerce can olup dağlarda özgür haykırışlara dönüşmüştür. Geli arkadaşımız da yakın çevresinde bulunan şehitlerin anılarına böylesi bir kararlılıkla cevap vererek devrimci yürüyüşünü sürdürmüştür. Örgütlü olmayı, örgütsel yaşamayı ve yoldaşlık sevgisini ilkesel bir düzeyde sergileyerek adım atan Geli arkadaşımız, düşmana öfkeyi bilinçli bir gerilla mücadelesi ile sonuca götürmenin arayışında olmuştur. Geli arkadaşımız 8 Haziran tarihinde düşmanla girdiği çatışmada kahramanca mücadele ederek özgürlük şehitleri kervanına katılmıştır.”
Eğer biz hakikat militanından söz edeceksek, Geli arkadaş şahsında kahramanca şahadete ulaşan tüm yoldaşlarımızın çizgisinde yürümeyi hedef almalıyız. Geli arkadaşı ne kadar çok yaşarsak hakikate deo kadar yaklaşmış bulunuruz. Geli yoldaşın yaşam tarzı bizim için tek kelimeyle başarının temelidir. Çünkü anı anına önderlik felsefesiyle yaşayan ve yaşatan bir duruştur.
Mücadele Yoldaşları
Çoğu insan kalemi eline aldığında ‘şimdi ne yazacağım?’ diye bir soruyu yönlendirir kendine. Değil ki yazacak bir şeyi yok. Daha çok, yürekte birikenleri nasıl yazıya dökeceği konusunda, bir şekle kavuşturmakta zorlanmalar olur. Ama tutukluk yapar bir yerlerde, bir şeyler. Dil mi, yürek mi, kalem mi? Bilinmez, ama zorlayıcı düzeyde bir tıkanıklığı yaşadığını hissedersin. Ama yazman gerektiğinin de farkındasın. Zorunluluk hissi gelir yakana yapışır. Kursağında birikmiş söz yığınlarına rağmen, dökmek ve ulaştırmak için zorlarsın yüreğini. Bu zorlanma dile yansımasını verse de, kaleme ulaşıncaya kadar yumuşar duyguların. Ve bir bakmışsın ki hiç düşünmediğin birçok cümle dökülmüştür kaleminden, birikmiştir bembeyaz sayfanın karelerinde.
Hiçbir şey durduk yere, bir şey olmadan gelişmez. Zihnimiz anda onlarca imge geliştirir, üretir. Belki hepsi sabit kalmaz ama yaşamın herhangi bir zaman diliminde imgelerin gücüyle tanımlamalar gerçekleştirir insan. Zihin imgeleri yaşadığı, yaşamı gözlemleyebildiği kadarıyla geliştirip üretebilir. Gözlemler sonucunda gelişen imgelerin anlaşılır kılınması için, kelimelere ihtiyacı vardır. Üzerinden ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, ne kadar ayrı mekânlarda olunursa olunsun, zihinde beliren imgenin kendini başkalarına aktarması için kelimelere ihtiyacı vardır. Dile dökülen imge artık sözdür, cümledir.
Bir de hiç dile dökülemeyenler vardır. Anlamı sadece imgeyi oluşturanda saklı olan, sınırları olmayan, içeriği dağınık, kapsamı belirsiz bir yığın… Ama yazıdır o belirsizliği, dağınıklığı ve sınırsızlığı gideren. İmgeler sözle kelimeler oluşturur, oluşan kelimeler fikirler oluşturur ve fikirler bir bütüne doğru yol alıp yaşamsallaşır, binlerin yüreğine ulaşır.
Şimdi bir noktada birikmiş imgelerim. Ne kadarını söze döndürüp kaleme dökerim bilemem ama anlamını yitirmesin diye çoğu bende saklı kalacak onu biliyorum. Bir haziran daha atlattı bu topraklar. Zilanlaşan, Gulanlaşan, Semalaşan bir haziran… Kadın güzelliğinin resmi, kahramanlığının sesi, mücadelesinin rengi bir haziran… Tanrıça yaşayışların toplanma mekânı haziran…
Yükü ağırdı haziranın. Özgürlük iksirinden içmiş nice canı uğurlamıştık bu ayda. Ama gururluydu haziran. Kucaklamıştı onlarca yürekli kızı. Yürekli Kürt kızlarının gülüşünde arındırmıştı adını lanetlerden.
On iki ayın herhangi bir yerinde rastlanılır özgür yaşam tutkunu canların hatırasına. Tüm aylara damgasını vurmuştur şehitlerin onurlu mücadelesi.
Kürdün özgür yaşam mücadelesinde yeri farklıdır haziranın. Her şeyiyle kadın kokar haziran. Dağ doruklarında yanan ateşgâhların sıcaklığıdır koynunda beslediği. Bir de isyan harekâtının meşalesini elinde tutan öncü güçtür haziran.
Acısı çoktu haziranın. Ama biz her şeyiyle sevdik haziranı. Acısıyla, sevinciyle, gülmesiyle, ayrılığıyla, yıldızlarıyla, yağmuruyla, gülleriyle, ‘serin akşamlarıyla’… En çok da uzadıkça uzayan gecelerini sevmiştik. Dolunaylı, hafif rüzgârlı haziran gecelerini…
Tutkuyla bağlanarak, kendimiz gibi bilip, sımsıkı sarıldık hazirana. Haziran, bir halkın kanayan yanıydı. Ama en çok da mücadeleyi zaferle taçlandırmanın adıdır haziran. Bundandı belki de Kürt kadınının hazirana böylesine yürekten bağlanması, bu ayda vedaya tutuşması. Bundandı usanmadan, yorulmadan, düşenlere inat durmadan yürünmesi, güneşin gülen gözlerinde düşlerini ısıtması…
‘Hoşça kal’ı eksik kalsa da, gidenlere gücenmedik hiçbir zaman. Çünkü biliyorduk, haziran götürmezdi. Haziran her seferinde daha çok getirendi. Onlar hep bir adım önde yürüyenlerdir. Bize kalansa bıraktıklarını onurluca göğüsleyip, çocuk saflığında, mavi gülüşlü yarınlara ulaştırmaktır.
Usul usul uğurluyoruz haziranı. Temmuzun sıcak ve tozlu zamanlarına doğru yol aldık bile. Bitmeden haziran, bir iz daha açtı yüreklerde. Kürt halkının yürekli evlatları Zilan’ın, Sema’nın, Gulan’ın, Ronahi’nin izinde olduklarını pratikleriyle gösterdiler.
Adı fedailik olmuştu haziranın. Tutana aşk olsun. Özgür yaşam tutkunu yüreklerin, fedai canların meskeni olmuştu haziran. On dört can daha kucakladı haziranı. Bedeni dört parça edilmiş ülkemin, bu yaralı toprakların onurlu çocukları zirvesinde dağların, alevlerini özgürlüğün, kanlarıyla gürleştirdiler. Gülmeleri savrulur şimdi Zağroslarda, yankılanır Zap suyuna doğru. Bir akıştır, başı dik ülkemin dört bir yanına doğru ilerleyen.
Beritan diyorum bir vakit. Batmanlı koçer kızı derler adına. Zozan kızı. Taze süt kokar rüzgâr, bir de reyhan… Saçını yıldızların ışıltısında tararken serin yaz gecelerinde, tanışmıştı dağ çocuklarıyla. Vurulmuştu mücadelelerine, sevmişti ateşin ve güneşin çocuklarını, özgürlük savaşçılarını.
Kadınlar vardı aralarında, Beritan’ı şaşırtan. Şaşkınlıkları Beritan’ın, arayışlar geliştirdi. Her arayışında yeni bir tanıma, tanıdıkça anladı Beritan. Anladıkça Beritan, derinlemesine hissetti özgür yaşam mücadelesini, büyüttü umutlarını. Kendini buldu, kendini buldukça yeni bir yaşam yarattı Beritan.
Bir koçer kızıydı Beritan. Her an gülen gözleri vardı. Bakışları ise çocuk saflığında. Isınmamak elde değil. Bir resim var şuan tam karşımda. Yine gülen ve yine gülen bir resim. Resimde kalmasın diye gülmesi, yerleştiriyorum gönül defterimin en orta yerine. Isıtsın diye umutlarımı, büyütsün diye hayallerimi…
Güzel gülüşlü yoldaşım Beritan. Ne de yakışırdı sana gülmek. Sen her güldüğünde, yoldaşlarının yüreğinde bir ferahlamanın geliştiğini bilir miydin? ‘Ağlamak haram olsun’ derdin ya, anlayamamıştık yüreğindeki öfkeyi. ‘Sevindirmemek için düşmanımı, ağlamayacağım. Üzmemek için yoldaşlarımı, ağlamayacağım.’ derdin. Güldün, gülüyordun, giderken bile gülmeye devam ettin. Haziranı takarak saçlarına, gülüşünle emzirerek rüzgârları… Yüreğimin derinliklerine işledim gülüşünün resmini. Hiç sökülmesin diye, kilit vurdum kapılarına.
Bir de Ezda var tabii. Serhat’lıydı Ezda. Serhat’ın baş eğmeyen bir şehrinden çıkmıştı yola. Çok önceleri ‘hayali Kürdistan burada yatıyor’ diye yazılmıştı bu topraklara. Ama küllerinden doğmasını bilmişti. Ve PKK ile can bulmuş, yeniden gülmenin güzelliğine ulaşmıştı. Bazit derler adına. Birçok özgürlük tutkunu yüreğe meskenlik etmiştir orası. Burada büyüdü Ezda ve buradan yola çıktı dağların zirvesine doğru.
Zağros’un yürekli kızı Ezda. Hangi kelimeye sığdırabilirim ki umutlarını. O yüreğine sığmayan, göğüs kafesinden taşan, bir yağmur gibi yoldaşlarını ısıtan… Hayallerin sonsuzdu, ne zaman ne de mekânlar durdurabiliyordu seni. Yatağına sığmayan bir nehir gibi her an coşkun ve asi. Bundandı belki de her adımda Serhat dağlarına doğru gitmeyi istemen.
Fedakârdı Ezda. Daha en başında kendinden ödün vermeyi, her şeyde kendinden bir şeyler katmayı esas almıştı kendine. Paylaşımın güzelliğini çözmüştü Ezda. İsmine yaraşır bir duruşla, Serhat’ın o başı dik Kürt kadınının kararlılığıyla sarıldı dağlara. Dağlar da bağrına bastı Ezda’yı.
Amaçları bakışları kadar netti. Öyle sıcak, öyle içten, daha çok da yürekten… Bal rengindeki gözleri hep gülerek bakmayı bilmişti doğaya, hayata, yoldaşlarına. Yoldaşları severdi Ezda’yı. Ezda olduğu için değil! Yoldaşları severdi Ezda’yı; çünkü Ezda herkes olmuştu. Herkes kendinden bir şeyler bulurdu Ezda’da. Kendin olmanın en güzel rengiydi Ezda. Kendi oldukça, herkes olmanın resmiydi Ezda.
Haziranda uğurladık on dört canı. Beritan’ı, Ezda’yı ve daha nicelerini… Anıları mücadelemize ışık olurken, aydınlattıkları yolda yürümenin anlamına ulaştık. Sevdalarına sarılıyoruz serin haziran gecelerini anımsatan dolunaylı gecelerde. Haziran, düşmanı çatlatırcasına, kahkahayla gülmekti. Ve gülmek en çok kadına yakışırdı.
İki özgürlük çiçeği; biri Beritan, biri Ezda. Biri reyhan, biri fesleğen, ama ikisi de aynı. Haziranda gittiler. Zilan gibi, Sema gibi, Gulan gibi, Ronahi gibi ve daha niceleri gibi. Vedasını eksik bıraksalar da, varsın olsun. Gülen gözleri, haziranı daha da sevdirdi bizlere…
Beritan BATMAN, Ezda ARARAT ve Tüm Şitazin fedaileri anısına…
Mahabad GABAR
Gulan arkadaşı değerlendirirken onun gerek mücadelesi gerekse de tarihte ezilenlere egemenler tarafından dayatılan komplo gerçeğini de ele almak zorundayız. Çünkü biz Gulan arkadaşın bir bütün kişiliğini, mücadele içerisindeki konumunu, duruşunu değerlendirirken bunu çok somut olarak görüyoruz. Bu aslında tepeden tırnağa komplo karşısındaki duruşu ifade ediyor. Gerek 99 komplo süreci açısından bunu belirtiyoruz, gerek öncesinden, gerekse de stratejik değişim sonrasında mücadeleye katılım biçimi, ondaki fedailik ruhu bunun çok somut göstergeleri oluyor. Bizim onu anlamamız bu duruşa güçlü anlamlar vermemizle bağlantılı. Özellikle 99 süreci ile birlikte Önderliğimize, tabii ki bir bütün mücadelemize bir imha olayı, komplosu dayatılmıştı. Buna karşı durup yanıt olmak isteyen, bu komployu boya çıkarmak temelinde eylemler gerçekleştiren fedai şehitlerimiz oldu. Komployu sadece güncel boyutlarıyla değil, sadece PKK gerçekliğiyle de sınırlı değil, bir bütün uygarlık tarihinin ortaya çıkarmış olduğu egemen mantık çerçevesinde değerlendirmek durumundayız. Önderliğimize karşı yürütülen bu komployla halkların ve kadının doğuş çağında özellikle Kürt halkı şahsında, demokratik Kürtlük şahsında bu mücadeleleri boğma, imha etme ve yeniden inkâr etme istendi.
Tarihe baktığımızda mitolojik dönemlerden, dinsel dönemlerden, felsefeyle ve bilimsel çağımızın gerçeği açısından da baktığımızda ezilenler her zaman iradesizliğe sürüklenmiş, baskıya, sömürüye maruz kalmış, bunu yaparken de egemen gerçeklik her zaman öl ve öldür mantığını dayatmıştır. Bize çökertme mantığını dayatmıştır, tümden imhayı dayatmıştır. Bu esas anlamına da komplolarda ulaşmıştır. Bir bütün yaşamın kendisi komployu ifade etmiş, egemen mantık açısından özellikle böyle ifade edebiliriz.
98’e geldiğimizde Önderlik tarafından dayatılan bir çözüm söz konusuydu. Bizim mücadelemiz Kürtlük, sadece ulusal bir sorun ya da kimlik açısından değil, Ortadoğu’nun ezilen halk gerçekliğinin yeniden yaşam bulması, binlerce yıldır ezilen kadın gerçekliğinin yeniden bir kimlik bulmasını ifade ediyordu. Bunun da kendisini bir çözüm olarak dayattığı bir süreçti 98 ve Önderliğimiz tarafından çözüm yakıcı bir şekilde dayatıldı. Egemenlerin de kendi komplo gerçekliğinin, işte yeniden öl ve öldür mantığının ortaya çıkardığı komplo gerçekliğiydi. Çok çirkin bir şekilde Önderliğimizin Suriye’den çıkışı, Avrupa süreci, en son Atina’ya gelişi, Atina’dan Türkiye’ye teslim edilişi, bu öl ve öldür mantığının çıkardığı bir sonuç olarak gelişti. Bunları neden özellikle belirtiyoruz: çünkü başta da ifade etmeye çalıştığımız gibi bu komplo salt güzel politik çıkarların veyahut güncel ekonomik çıkarların, salt ulusal, toplumsal çıkarların çatışması, bunların bir çelişkisi biçiminde ortaya çıkan durum olarak gelişmedi. Bunun da içinde olduğu fakat esas olarak tarihsel bir çarpışmanın; bir yeniden özgür yaşamla öl ve öldür mantığının dayatıldığı iki çizginin çatışması biçimindeydi. Tarihsel bir süreç olarak bu bize dayatıldı. Tüm bir doğuşun hem halklar açısından, hem kadın açısından, özelde de Kürt halkı açısından böylesi bir çözümde doğuşun sınırına gelindiği bir süreçte böyle bir gerçeklik gündeme geldi.
İşte o süreçte yaşanan komploya karşı fedailik temelinde gerçekleştirilen eylemlerin ve bu eylemler sonucunda gelişen şahadetlerimizin böyle bir anlamı var. Ne kadar sistem gerçekliği öl ve öldür mantığını dayatırsa, şehitlerimiz de, fedailerimiz de özgür yaşam, özgür yaşam sloganında, belki böyle tam ifade edilmedi ama bu slogan etrafında kenetlenen fedai şehitlerimizin esas verdiği mesaj buydu. Özgür yaşa ve özgür yaşat mesajı sistemin öl ve öldür gerçekliğine karşı böyle bir yanıt temelinde ortaya çıktı. Bunu savunmasında da çok güzel ifade etti. İşte kuru hukuk ölçüleriyle yargılama gerçekliği nasıl Türk oligarşisi tarafından dayatıldıysa, Yunanistan’da da böylesi bir yargılama süreci başlatıldı. Önderliğin salt kuru hukuk ülkeleri dediği yerlerde o dönem yaşanan birçok şahadet oldu. “Birçok insan benim için kendisini yaktı, benim için kendisini patlattı” biçiminde dile getirdiği durumlar oldu. Bunların taşıdığı anlam neydi. Önderlik Atina Savunmasında bunları dile getirdi, savunma zaten bu şehitlere atfedildi. Yani anlamı çok derin şahadetler; fedai ruh açısından da ve bu komploya verilen cevaplar açısından da çok önemli, değerli, anlamlı şahadetlerdir.
Bunun Gulan arkadaşla bağlantısı nedir. Gulan arkadaş da sonuçta bu sürece kararlılıkla cevap olmak isteyen arkadaşlardan biriydi. Bu temelde kendisini hazırladı, yarattı, gerek ideolojik gerekse de pratik hazırlık düzeyi en üst düzeydeydi. Kendini geliştirme ve ona yönelik ideolojisini gerçekleştirme adına da aslında pratiğe yöneldi, böyle bir kararlılıkla gitti biliniyor. Fedai eylem gerçekleştirmenin kararlılığı nasıl bir kararlılık düzeyidir. Kendini yakma veyahut kendini patlatma kararlılığı, mücadeleye bu denli kendini katma kararlılığı en üst düzeyde ortaya çıkan bir kararlılık düzeyidir. İşte arkadaşın kendisi de böyle bir kararlılıkla eylemine yöneldi. Fakat Önderliğimizin esareti sonrasında İmralı’da başlattığı yeni süreç bunu durdurdu. Bu tarz eylemlilikleri durdurdu, bildiğimiz süreç yaşanmaya başladı ve giderek de stratejimizin değişim süreci gelişti. Burada özellikle şunu belirtmek istiyorum. Demin de söylediğimiz gibi çok keskin bir kararlılıkla kendini adama durumu söz konusu Gulan arkadaş gerçekliğinde hedefe kilitlenmeyle eyleme yönelim ortaya çıktı. Fakat Önderliğimiz mücadelemizde bir değişimi gündeme getirdiğinde, farklı bir süreci başlattığına yönelik bir yaklaşım geliştirdiğinde hiç tereddüt etmeden bundan geriye bir adım atma arkadaş tarafında söz konusu olabildi. Hiçbir tereddüt göstermeden, hiçbir çelişki yaşamadan nasıl ki komploya cevap olma temelinde çok büyük bir kararlılık varsa, stratejinin değişikliğine yönelik de, yeni stratejiye uyum sağlamada da, onunla bütünleşmede de büyük bir kararlılığı anında gerçekleştirebildi.
Bunlar gerekçelere sığınarak birçoğunun yapmadığı tehdit edici bir yaklaşım olarak da ortaya çıkabiliyor. Gulan arkadaşın gerçekliğini böyle ele almak önemlidir. Gulan arkadaşa baktığımızda somut olarak uçurumun kenarında kanatlanmayı görebiliriz. Bunun eylemsel anlayışını, militanlık anlayışını ortaya koyabildi. Önderliğimizin koyduğu kapsamda çok ideolojik ama arkadaşın karakterinde, kişilik özelliklerinde bir sezgisel yaklaşımla önceden bir şeylerin görülmesi olarak ifade edenler oldu ve bu önemli bir noktadır. Bizim Gulan arkadaşa anlam vereceğimiz, kendisini 2. yıldönümünde anışımızın en önemli yanlarından biri bu olmak zorunda. Çelişkinin en uçlaştığı noktada çözüm yaratabilen, alternatifini çıkartabilen ve kendisine dönüşüme ayak uydurabilen bir militan özelliğini kazandırabilen bir tarihsel gerçeklik Gulan arkadaş şahsında çok somut olarak yaşandı. Sonuçta, bize dayatılan komplo gerçekliğine karşı geliştirdiğimiz yeni bir süreç, yeni bir stratejik yaklaşım geliştirildi.
7. Kongre bunun ifadesi oldu ve o süreçten itibaren de gerek bizim fedailik çizgimize, gerek temel mücadele çizgimize dayatılan tasfiyeci çizgi gündemimize girdi. Yine kadın hareketi açısından yaşadığımız çok zorlu süreçler oldu. O anlamda kadın hareketine dayatılan bir tasfiyecilik gelişti. Bir de tüm bunlar sonuçta mücadelemizin yani aşaması stratejik süreci anlamımız önünde büyük engel olarak ortaya çıktı. Bu tasfiyeci çizginin dayatıldığı süreçte Gulan arkadaşın militanlık duruşuna baktığımızda tüm bunlara karşı koyan, sürece güçlü anlamlar vermeye çalışan örgütsel yaklaşım görülüyor. Militanlık ölçüleri kişilik duruşu açısından süreçler çok önemli oluyor elbette. Süreçler karşısında kendisini anlamaya yönelik, Gulan arkadaş açısından böyle anlamı derinleştirmeye yönelik çabalar yoğunlaşıyor. Muğlaklığın, bir yandan da herkesin yeni süreci anlama sorununun yoğun yaşandığı, bir yandan da tasfiyeciliğin karıştırmaya çalıştığı bir süreçte Gulan arkadaş bir çizgi olarak ortaya çıktı. Bir çizgi olarak gelişti. Bu sıradan bir duruş değil. Kaldı ki en son şahadeti biçimi de baktığımız da düşmanın Gulan arkadaş hedeflenmesinin bir nedeni de bu oluyor. Düşman çizgisine, mücadelemizi tasfiye etmek isteyen bu çizgiye karşı tam bir militan duruşu ifade ettiği için sonuçta bütün yaşamına damgasını vuran da bu oldu.
99-2000-2001 süreçleri bir bütün Gulan arkadaş açısından böylesi bir duruşun ortaya çıktığı süreçler olarak gündeme geldi. Mücadelemizin özgür kadın kimliğiyle, özgür kadın kimliğinin fedailikle buluşmasını ifade eden bir çizgidir. Nasıl ki mücadelemiz daha partileşme aşamasına gelmeden, daha yeni yeni adımlar atmaya başlarken Haki arkadaşa yönelik geliştirilen bire komplo söz konusu oluyorsa Gulan arkadaş açısından da böylesi bir gerçeklik söz konusu. Gulan arkadaş da kişiliğini militan bir çizgi olarak, fedaice bir çizgi olarak dayattı. Düşman komplosuna da cevap verme temelinde mücadelemizde belli bir aşamayla yepyeni bir süreç içerisine girilmişti. Tarihsel anlamda kendi duruşuna nasıl bir anlam yüklediğini ortaya koyduk. Bunun pratik boyutları da var. Komuta duruşu açısından kendisini güncelle sınırlandırmayan, güncel sorunlara da çözüm arayan, bu çelişkilere cevap olmaya çalışan bir duruş ama bunu yaparken de bir militan olarak kendi stratejik duruşunu bilen, bunu ifadeye büründüren, anlam vermeye çalışan ve bu temelde güncelliği çözmeye çalışan bir yaklaşım söz konusu. Bu yönüyle komuta duruşunda gerçekten de örnek alabileceğimiz durumlar fazlasıyla söz konusu.
Zaten mücadelemize dayatılan komplo gerçeğine cevap verme deyince en başta aklımıza bir Agit çizgisi, Zilan çizgisi, Sema çizgisi gelir. Haziran ayındayız. Bu arkadaşların da şahadet yıldönümlerini ifade ediyor. Bu çizgi de salt pratik iradesiyle bazı şeyleri yapmaya çalışan bir duruş değil. Özellikle tarihsel anlamlarıyla bütünleştirmeye çalışan bir komuta duruşu söz konusu. İşte bundan kaynağını alan emeğe yaklaşımı var. Hangi arkadaşla konuşursak konuşalım en belirgin olarak Gulan arkadaş hakkında belirttiği emekçi olması. Bu benim görevimdir, şu benim görevim değildir, bu benim yetkilerimi aşar işte bu benim yetkilerimin dışındadır vb. gerekçelere sığınmadan kendini alabildiğince her şeye katan bir katılım biçimi, emekçilik söz konusu. Her soruna mutlaka bir çözüm aramaya çalışan bir yaklaşımı var. Her tür insanla, en sorumsuzundan en sorumlusuna kadar her insanla ilgilenme, diyalektiğine yaklaşan, onlarla bir olmaya çalışan, onlara yaklaşarak kazamaya çalışan, çözümlemeye çalışan bir yaklaşım söz konusu. İnsan yaklaşımında böyle bir inceliğe de sahip.
Belki de birçok kere bizim komutamız tarafından dayatılan bir gerçeklik şudur: Şu arkadaş sorunlu, bu arkadaş sorunludur, bunu şuraya gönderelim bunu şöyle yapalım gibi şikâyetçi yaklaşımlar çokça sergilenir. Fakat bu arkadaş da öyle bir yaklaşım yok. Özellikle sorun yaşayan kişileri kazanmayı ve mutlaka onların kişiliklerinde bir çözüm geliştirmeyi esas alıyor. Bu da temel bir farkını ifade eden bir yanı. Bu yönüyle bir tür enerjisi var. En küçük bir pratik işten tutalım da en büyük siyasal sorunlara kadar, askeri-taktik sorunlara kadar her şeyiyle uğraşmayı esas alıyor. Bu temelde sadece kendisini yetiştirme, kendisini katma biçiminde de değil, arkadaşları da buna ortak etmeye, özellikle kadını da eğitmeye, disipline etmeye çalışan bir yaklaşımı söz konusu. Kazanımcı, sorun çözücü yaklaşımı böyle. Fakat duruşunun temel bir yanı da yanlışlıklara göz yummaması, bunlara karşı tepkilerini, tavrını değişik biçimlerde ortaya koymasıdır.
Bu da bizde çoğu kez karıştırılan bir şey oluyor. Uyum adına, kazanma adına belki de birçok kez liberalleşme eğilimi olarak ortaya çıkabiliyor. Bu sefer yanlışlıklara karşı tavır-tepki çok güçlü bir şekilde gelişemeyebiliyor. Bu çizgi mücadelesinde bizi zayıf kılan bir gerçeklik olarak ortaya çıkıyor. Gulan arkadaşta bunu dengeleyen, hem kazanmaya çalışan hem yanlışlıklar, çizgi dışılıklar karşısında tavrını ortaya koyan bir militanlık tarzını ortaya koymak önemlidir. Şu da önemli bir özellik; Önderlikle sürekli yaşama ilkesi. Yaşamını, pratiğini örgütlerken esas aldıkları var. Mesela temel değerlendirmelerinde özellikle belirttiği nokta, “Önderlik İmralı’da esaret altında onu kurtaracak olan da bizim emeğimizdir.” Günün 24 saati, uyku saati dışında süreçli çalışan bir kişilik, enerjisini bu kadar güçlü katan bir kişilik. Emeğini, enerjisini bu temelde mücadeleye katarken esasta amaçladığı Önderliğin esaretten kurtarabilmek, Önderliği özgürleştirebilmek, mücadeleyi aslında çözüme götürebilmek. Stratejik yaklaşım dediğimiz bunu ifade ediyor. Bu da Önderlikle 24 saat yaşama ilkesi, temel bir yaşam ilkesi olarak gündemleşen bir durum oluyor. Yani bir nevi kendi pratiğiyle Önderliği kurtarmayı amaçlıyor. Bu kadar anlamlı bir katılım biçimi olarak ifade edebiliriz. Bu tabii çok önemli bir noktadır.
Ve yine Önderliğimizin İmralı savunmaları gelip mücadele gündemine girdiğinde, bunu eğitimlerle tartışmaya başladığımızda, arkadaş açısından çok büyük farklılaşma ortaya çıkıyor. Diyalektikte de niceliksel değişimlerin niteliksel sıçramalara uğramasında bahsedilir. Gulan arkadaşın kişilik yaşam diyalektiğine baktığımızda belki de savunmalara kadar niceliksel değişimler biçiminde, evrimsel bir değişim biçiminde. Kendini katıp kendi kişilik özellikleri bunlarla bir niceliksel değişimi yaşıyor. Fakat savunmalarla birlikte niteliksel bir sıçramaya doğru gidiyor. Aslında 4. kongreye geldiği süreç katılım biçimi, şahadetinin yaşandığı dönem gerçekten niteliksel bir sıçramayı yaşadığı, güçlü bir dönüşümü ortaya çıkarttığı bir süreç olarak yaşandı. Tarihte bu anlama geldi. Gulan arkadaşın savunmalarla bütünleşmesinin böyle bir eksisi var.
Savunmalar geldiği zaman biz de tartışıyoruz Önderlik ısrarla diyor kaç kere okusunlar, defalarca okusunlar ve anlasınlar. Neden böyle çünkü bizim Önderliğe, bu ideolojik doğrulara, yani stratejiye geçmişte olduğu gibi bu defa da bu savunmalarla da birlikte çok güçlü anlamlar yükleyemememiz -hiç anlam yüklemedi demiyoruz ama anlamakta zorlanıyoruz- söz konusu oldu. Elbette ki ona derinlikli, kapsamlı anlamlar yüklemekte zorlanıyoruz. Elbette birileri dedi çok ağır geldi, birileri anlamıyorum, kimilerimiz de dedi anladık. Böyle çeşitli düzeylerde yaşanan sorunlar oldu. Ama Gulan arkadaşın yaklaşım biçimine baktığımızda savunmaları kendi kişiliğiyle direk bütünleştirmeye çalışan bir yaklaşım, işte niteliksel sıçrama da bu boyutta ortaya çıkıyor. Yani sen orada kendine devrimsel bir müdahalede bulunuyorsun ve bunu mücadele bilincine dönüştürüyorsun. Savunmalarla Gulan arkadaşın bütünleşmesinin ortaya çıkarttığı en önemli sonuçlardan biri bu oluyor. Dolayısıyla burada şunu söyleyebiliriz. Gulan arkadaş aslında anlamaya başlayanlarla birlikte uygulayanlardandı. Anladıkça anladığı şeyi mutlaka uygulamaya çalışan bir özelliğe sahip örneğin.
Böylesi bir anlamı değerlendirmeyi 4. kongrede de yapmıştı. İlk konuştuğunda kongrenin 1. veya 2. gündemindeydi. İlk değerlendirmesinde neolitik çağı, kadın emeğinin bilinçli buluşmasını anlattı. Kadın emeğinin pratikle buluşmasıyla bir erdemi yarattığından bahsediyordu. Bu çok anlamlı bir gerçeklikti. Şimdi anlıyoruz ki Gulan arkadaşın kişilik özelliğine damgasını vuran da bu oluyor. Yani bildiği kadarını uygulama erdemini gösterebilmek. Burada da kendi ifadesiyle şöyle belirtiyordu “Bilen kadın emekçidir” yani bilen kadın uygulayıcıdır aynı zamanda. Bu da neolitik çağın temel bir özelliği olarak ortaya çıkıyor.
Gulan arkadaşın gerçekliğine baktığımızda sadece değerlendiren değil bunu aynı zamanda uygulayandır da. Başarı yaklaşımı da zaten bu temelde gerçekleşiyor. Başarmak için mutlaka emek, mutlaka bunun bilincini pratikleştirme. Bunu pratikte yoğunlaştırma başarı ilkesinin temel bir yaklaşımı oluyor. Ve yine diğer özellikleri açısından da örgütü sahiplenen, örgütün kenarında, köşesinde katılan değil de gerçekten bu örgütü, bu çizgiyi sahiplenen ve sonuna kadar da onu korumaya çalışan, sadece koruma da değil aynı zamanda geliştirmeye çalışan, bunun için kendisinde hangi yetenek, hangi enerji varsa mutlaka katmaya çalışan bir yaklaşım var. Bu sahiplenme mantığıdır zaten. İnsan bir şeyi sahiplenmezse çok da onu geliştirmeye çalışmaz. Hele ki kadın daha da bu özelliğe sahiptir. Bu temelde örgütü mutlaka sahiplenen ve geliştirmeye çalışan bir yaklaşımı var ve iddialı bir kişilik; bir şeye girdiğinde mutlaka onu kazanmaya, geliştirmeye çalışıyor. Sabırlı da, pes etmiyor. Çok zorlanmalar da yaşadı. Gerek bulunduğu çalışma içerisinde, gerek değişik biçimlerde yoğun zorlanmaları yaşadı. Buna pratik olarak tanık olan arkadaşlar da var. Kişisel anlamda birçok zorluğu yaşamasına, fazla da anlaşılmamasına rağmen bir gün bile pes etmedi ve kendisini geri çekmedi. En çok zorlandığı noktalarda da kendisini daha fazla zorlayarak mutlaka geliştirmeye, kendini katmaya çalışan bir yaklaşımın sahibi oldu. Zaten çetecilik karşısında da, çizgi dışılıklar karşısında da bu kadar radikal olması burada aranmalı. Zorlanmalar karşısında pes etseydi, kendisini çabuk bıraksaydı, böylesi bir çıkışın da sahibi olamazdı, böyle bir çizgi mücadelesinin temsili olarak da ortaya çıkamazdı. Biz böyle değerlendiriyoruz. Bir çizgi temsiliydi HevalGulan’da ortaya çıkan durum. Temel özelliği burada aranmalıdır.
Yer aldığı çalışmaya çok bağlıydı. Çalışmanın anlamı, önemi biliniyor mücadelemizin teminatı olarak ortaya çıkan bir çalışma. Bunun anlamına fazlasıyla erişen kuruma bağlılığı belirgin bir durum oluyor. Bütün bu kişilik özellikleri belki o zamana kadar bir çıkış içerisinde, belki yine belirgin, yine öncülük özelliklerini taşır ama savunmalarla birlikte daha da güçlü bir niteliksel açmaya doğru gidişi söz konusu.
Yaşadığımız kongre süreçleri oldu. Her iki kongreye de katılımı gerçekleşti. Gulan arkadaşın bu süreçlerdeki duruşu, bu niteliksel sıçramayı kendisinde somutlaştırdı. Bunu da somut olarak ortaya koydu. Her iki kongre katılımı şöyle bir ifade kazandı. Bildiğimiz gibi 4. kongremiz yaşanırken de sonuçlandırmaya doğru giderken de taşıdığı büyük anlamlar söz konusuydu: Stratejik değişim sürecine daha güçlü katılmak, bu temelde kadının öncüleşen bir iradeyle öncüleşen bir gerçeklikle pratiğe damgasını vurması. İşte askerliğe, siyasete, kültüre, sanata birçok gerçekliğe, sosyal yaşamın kendisine daha güçlü bir katılımın sergilenmesi açısından özgür yaşamda açılım sağlamak, özgür yaşamda özgür insanı geliştirme anlamında bir iddiayı ortaya koyuyordu. 4. kongremizin en temel ifadesi böyle ortaya çıkmıştı. Ve kongremiz gerçekleşirken böyle bir saldırının gerçekleştirilmesi, komplo biçimindeki ifadesi, bu şekilde arkadaşın katledilmesi bir anlamda mücadelemizin genel stratejik değişim açısından göstermek istediği niteliksel sıçramaya saldırıydı. Bu anlamda arkadaşın ifade ettiği ruh, bu fedai ruhu özgür kadın bilinciyle daha güçlü birleştirme yaklaşımı var, baltalanmak istendi, bu aslında boğulmak istendi. Ve yine genel örgütümüzle kadın örgütü arasında daha da oturan, gelişen ilişkiyi karşı karşıya getirme, birbirinin karşısına düşürme yaklaşımı olarak çıktı. En sonuçta bu özgürlük çizgisini boğma yaklaşımı olarak ortaya çıktı. Bir anlamda ayağımız sakat gibi bırakılmak istendi.
İşte bu noktada yine Haki arkadaşla karşılaştırılabilir. Nasıl ki Önderlik “Haki arkadaş katledildiğinde benim bir yarım gitmiştir” dediyse. Yani mücadelemizin bir ayağı koparılmak istendi, Türkiye ayağı koparılmak istendi. Önderliğe büyük bir bağlılıkla, büyük bir öncülükle katılmak isteyen militanlık ayağı koparılmak istendi. Biz 4. kongre yaşanırken Gulan arkadaşın katledilmesini de böyle değerlendirebiliriz. Mücadelemizin aslında bu ayakları yok edilmek istendi, özgür kadın ayağı yok edilmek istendi. Fedailik ayağı yok edilmek istendi, özgürlük çizgisi yok edilmek istendi. Ve bu da bizi işbirlikçi çizgiye çekme yaklaşımı olarak da değerlendirilebilir. Bizim özgür birey, özgürlük kimliğimizi bırakmamız ya da bunun yarım kalması, bunun yok edilmesi sonuçta bizi diğer Kürt hareketlerinden veya mücadelelerinden farklı kılmayacaktı. İlkel bir milliyetçi çizgiye hapsedecekti. Komplonun böyle bir yaklaşıma hizmet ettiği de ortada. Bugün daha iyi anlayabiliyoruz. Burada Ortadoğu’ya dayatılmak istenen bir çizgi var. Milliyetçi bir çizgi var.
Özellikle geçen yıl bizim hem 8. kongre hem 4. kongrede özgürlük kimliğimizin yok edilmek istenmesine karşı daha güçlü bir hamle yapmak istiyorduk. Böyle bir siyasal anlamı da var. Salt siyasal değil tarihsel bir anlamı da var. Bu temelde arkadaşa dayatılan çizgi özgürlüğümüzü boğma çizgisiydi ve kongremiz bu temelde güçlü yanıt verdi. En temel sloganı da özgürlük, özgür yaşam çizgisinde ısrar olarak ve bu temelde atılım olarak belirledi. Bu tarihsel yanıttı ve düşmanın yarımlaştırmak istediği çizgisini daha da bütünleştirme daha da güçlendirme noktasında bir sıçrama halkası oldu. İşte bu noktada şunu yine belirtmek istiyoruz. 7 Haziran tarihinde görüşme notu okunmuş. Gulan arkadaş defterine görüşme notlarına ilişkin notlar almış ve bu notların sonunda şöyle bir şey yazmış. Önderlik o görüşme notunda “ölüm çoğalmanın gereğidir” böyle bir belirlemede bulunmuş. Gulan arkadaşın da aldığı notların en sonuna, en son yazdığı şey de bu oluyordu. 7 Haziran günü, şehit düştüğü gün “ölüm çoğalmanın gereğidir” diye öyle bir not almış oraya. Biz defterine baktık, defterinde böyle bir gerçekliği o gün içerisinde yazmasının bir anlamı. 7 Haziranda şehit düştü ve şahadetinin anlamı da gerçekten böyle oldu. Çoğalmanın bir gereği olarak ortaya çıktı. Gulan çizgisinde çoğalmak, bu fedailik çizgisinde militanlaşmak, onu yaşamsallaştırmak buna cevap olmanın temel bir gereği olarak ortaya çıkıyor. Bu temelde özgürlüğü boğmaya çalışan, özgürlüğü yarım bırakmaya çalışan, aslında imha etmeye çalışan bir komplo gerçekliği karşısında, bunun dayattığı ölüm gerçekliği karşısında çoğalmak bir yaşam gereğimiz olarak gündeme geldi. Militanlık görevimiz olarak ortaya çıktı. PJA olarak, yine HPG olarak da, temel bir yaklaşım olarak da, temel bir perspektif olarak da bunu koyduk. Bu temelde pratiğe yöneldik de.
Sonuç olarak bizim bu şahadete yükleyeceğimiz anlam, düşmanın yapmak istediklerini bilerek, aslında buna siyasal, felsefi ve askeri anlam yükleyerek cevap vermektir. Özgür yaşam çizgisinde kendimizi çoğaltmak biraz da bu anlama geliyor. Bu çizgide her birimiz için fedaileşmek, kendimizi adamak esas bir yaklaşım olarak ortaya çıkıyor. Tarihsel olarak da içine girdiğimiz sürece bakarsak böyledir. Ortadoğu’ya dayatılmak istenen ilkel milliyetçi bir çizgi söz konusu. Bu yeni bir komplo oluyor. 99’da dayatılmak istenen de aslında buydu. Önderliğimizin yakalanmasıyla birlikte Önderlik Türkiye’ye teslim edilecekti, Türklerle Kürtler savaşacaktı bir sürü karışıklık çıkacaktı yani milliyetçilik sonuna kadar körüklenecek ve bunun üzerinden egemen güçlerin müdahalesi gerçekleşecekti. Önderlik bunu boşa çıkardı. İşte şimdi de Önderlikle başlayan yeni bir süreç bunun ardından sözde yapılanma süreci başlatıldı. Sözde yeniden yapılanan milliyetçi anlayışın birbirini boğazlama anlayışının dayatılmasıdır. Yani yeniden yapılanma değil. Yeniden yapılanmayı restore etmeye onu biraz süsleyip halkların önüne koyma yaklaşımı. Bunun kendisi bir çözüm olmadığı gibi yeni bir komplodur. Ve dediğimiz gibi Önderlik bunu çok net koymuştu. Ortadoğu’da Kürtler üzerinden stratejik bir yaklaşım geliştiriliyor. Kürtler ilkel milliyetçi bir çizgiye sürüklenerek ikinci bir İsrail yaratılmak isteniyor. Bizim bunu çok iyi anlamamız gerekiyor. Kongrede yaşanan bu şahadet, bu saldırıyla özgürlük çizgimiz yok edilerek milliyetçi bir çizgiye çekilmek istendik. Onun bir adımıydı. Hem mücadelemizin hem Ortadoğu halklarına dayatılan milliyetçi çizgiyi görerek dayatılanın ne olduğunu çok derinden hissederken anlam vermemiz ve buna Gulan çizgisinde cevap olmamız çok önemli. Bunu sadece pratik bir duruş olarak söylemiyoruz elbette ki, genel siyasal, askeri duruş anlamında, hangi çalışmada yer alıyorsak görevimiz ne ise, misyonumuz ne ise bütün bunlar karşısında özgürlükçü bir çizgi olarak kendimizi ortaya koymamız, bunun militanlığını sergilememiz temel bir yaklaşım olmak zorunda. Bize şimdi dayatılan komploya ancak şimdi yanıt olabiliriz. Bu komploya karşı duruş ancak bir Zilan, Sema ve Gulan duruşuyla mümkün olabilir. Ortada bir duruşla katılımla mümkün olamaz. Bunu çok iyi anlamalı ve çoğalmanın buradan geçtiğini bilmeliyiz. Salt duygusal bir yaklaşımla olmaz, salt soyut bazı belirlemeler elbette yeterli olamaz, bu gerçeklikleri çoğaltmaya, bunlara cevap olmaya asla cevap olamaz. Cevap olacaksak bunları somut kişilik ve duruşlarla yaşama aktarmak esas bir görev oluyor her birimiz açısından. Sürece karşı sorumluluklarımızı da ancak böyle gerçekleştirebiliriz. Düşmanın dayattığı komplo da böylece karşılanmış olacaktır. Böyle de bir anlamı da var. Bu yönüyle Gulan arkadaşın temel bir özelliğini belirtmiştik, anlamaya başlamakla birlikte uygulamaya başlıyor.
Mücadele Yoldaşları
Duyuyor musun? 36 direniş abidesinin melodisi çınlıyor Sürküt yamacında!
Bugün gibi hatırlıyorum. 1997 yılı Mart’ı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü bütün yoldaşlarla birlikte Kürdistan dağlarında kutluyoruz. Öyle bir dönem ki cemre düşmüş toprağa, havaya ve suya. Isınmaya başlayan toprakta kardelenler başkaldırmış. Hava ise sıcak ve güneşli. Nereden bakılırsa bakılsın, insana "işte bahar böyle olur" dedirten bir atmosfer. Karlar vadinin güney yamaçlarında erimiş, toprak canlanmış. Yeşil kendisini yavaş yavaş hissettiriyor, toprak gerçek örtüsüne kavuşmaya hazırlanıyor. Peri ise, karların erimesiyle artık coşmak üzere.
Bu dönemde gerilla kampımızı Kiğı ve Yedisu arasındaki Kelxas vadisinde Ciğerimin Bahçesi'nde üslendirmişiz. 8 Mart kutlamaları var ve tüm arkadaşlar günün anlamını bildiklerinden dolayı, her zamankinden biraz daha fazla duyarlı davranıyorlar. Önceden görevlendirilen grup, gerilla şartlarında hazırlamış olduğu programını sundu. Ancak kutlamalar bununla bitmedi. Halayların, zılgıtların çekilmediği, şehit yoldaşların ruhunun şad edilmediği bir kutlamayı düşünebilir misiniz? Tabii ki hayır. Bu sefer de öyle oldu. Öğleden sonra kutlamalar bittiğinde bile arkadaşların sesi halen vadide yankılanıyordu.
Ama sonuçta düşman gerçekliğinin olduğu, sömürge altındaki bir ülkede yaşıyorduk. Kutlamaların hemen ardından, yani akşama doğru Türk ordusunun geniş kapsamlı bir operasyonu başladı. Öyle bir operasyon ki, tam üç ay sürdü. Bu yoğun saldırılarda gerilla güçlerimiz kahramanca bir direniş gösterdi. Çatışmalarda eyalet gücümüzden toplam 36 arkadaş kahramanca savaşarak şehadete ulaştı. Yorganları yıldız, döşekleri toprak olan; açlık, susuzluk nedir bilmeyen bu yoldaşlarımız, Kelxas vadisini, Pisxanık'ı, Diğnik'i, Talakus'u bize emanet ederek sonsuzluğa kavuştular. Ölümsüzlük vadisinden içeriye girdiler.
Aradan bir yıl geçti. Şu anda coğrafyadan uzakta, Önderlik Sahası'ndayım. Bugün de Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamaları var. Yoğun bir hazırlık var. Yoldaşlar karınca misali, sınırlı imkânlarla da olsa hazırlık yapıyorlar. Şiirler okunur, türküler söylenirken ben yine Kelxas'tayım. Govende duran arkadaşlar teker teker gözlerimin önünden geçiyor. Yüzlerindeki mutluluğu okuyorum. İnanılmaz bir güçle dolmaya başlıyor vücudum. Yoldaşlarımın govend sırasındaki omuz silkmesini bile hissedebiliyorum. Çığlıklar, zılgıtlar ve toprağa akan terin kokusu. Sevinçliyim, mutluyum.
Bir yıl sonra ruhum yine Kelxas vadisinde. Türk ordusunun o günkü saldırılarına karşı savunmaya geçen güçlerimiz, 9-12 Mart tarihleri arasında ordu güçlerine yönelik amansız saldırılar gerçekleştirmişti. Çatışmalar çetin geçiyordu. Şehitlerimiz de vardı ve yoldaşlarımız bu şehitlerin intikamını bire on alıyorlardı. İşte bu duygu bizi hep umutlandırdı ve yürüyüşümüze ışık tuttu. Güven verdi, direnişçi kıldı, güçlendirdi. Çünkü hepimiz biliyorduk ki bayrağımız hiçbir zaman yere düşmeyecek. Yeni neferler ateşi yakmaya devam edecek.
Çatışmaları anlatmaya devam edeyim. Güçlerimizin karşı saldırısının gerçekleştiği ilk günün akşamı radyoyu dinliyorum. Özel savaş kapsamında hazırlanan haberler, ses tonunda sevinç hissedilen bir spiker tarafından okunuyor. Güçlerimizin kayıpları veriliyor. İnanmak istemiyorum. Daha önce de orada çatışma olmuş, şehit vermiştik. Aynı yer. Ciğerim'de kamp baskını olmuş.
Çatışmalar sürüyor ve şimdi direnenlerin özgürlük çığlığı yankılanıyor Peri vadisinin yamaçlarında. Tam 36 ses bir arada haykırıyor Peri'ye, Kelxas'a, Sürküt'e. Acımasız kış koşulları geçit vermiyor yürümelerine. Özel savaş güçleri ise her zamanki gibi yine teknik gücüne dayanıyor. Hatta ölülerden bile korktuğu için uzaktan atışlarla her şeyi, her yeri yakıp yıkmaya çalışıyor. Bedenler yavaş yavaş toprağa düşerken, işte böyle başlıyor 36'ların hikâyesi. Söylenmeye başlıyor 36 can yoldaşın melodisi. Diğer bir deyişle özge canların ölümsüzlüğe, aynı zamanda zafere gidişleri de böyle tamamlanıyor.
"Mazlumlaşarak partileşmek, Agitleşerek ordulaşmak, Zilanlaşarak özgürleşmek temel hedefimizdir." diye konuşmasını bitiren kadın arkadaşın vurgusuyla, hayalden sıyrılıyor, günümüze dönüyorum. Kelxas vadisinde değilim. Yanımda başka arkadaşlar var. O sırada, şehit düşen yoldaşlarımı anlatma isteği duyuyorum. Öyle bir istem ki gösterilen kahramanlığı yüzyıllara taşısın. Onların melodisinin unutulmamasını, dilden dile dolaşmasını sağlasın.
Sizleri hiçbir zaman unutmadım yoldaşlar. Yücelik ve sadeliğin sembolü dağları, oradaki güzel günleri, tatlı hatıraları aradım hep. Bir de sizin bize öğrettiğiniz biçimde, pratikte yaşanan hatalarımızı, geri alışkanlıklarımızı bu sahada bilince çıkarmaya çalıştım. Bu temelde kendimi borçlu hissederek anlatmak istiyorum sizleri. Ama sizi anmanın en güzel yolunun anlatımdan değil, yolunuzu takip etmekten geçtiğini de bilerek başlıyorum sözüme.
36 özge candan Herbijî arkadaş Piran'da büyüdü, Amed'de saflara katıldı. Erzurum'da yaşadığı bir gerilla pratiğinden sonra Parti Merkez Okulu'na geçti. "Kaybettiğim yerde kazanacağım" ilkesinden yola çıkarak yeniden Erzurum Eyaleti'nde görevlendirilmeyi önerdi. Bu önerisi uygun bulundu ve Herbijî arkadaş büyük bir kararlılıkla çalışmalara başladı. Burada 1996-97 yıllarında bölge düzeyinde sorumluluk aldı. Bütün yaşamında çalışmalara hesapsız katıldı. Oldukça duyarlı ve dikkatliydi. Düşmanın nereden geleceğini çok iyi tespit ederdi. Kendisinden önce arkadaşlarının güvenliğini sağlardı. Gücünü büyütmekte üzerine komutan yoktu. İşte tüm bu militan özellikleri onu inançlı, kararlı bir tutum sergilemeye götürdü. Sonuçta komutanlık görevine layık bir şekilde Kelxas'ta girilen çatışmalarda kahramanca direnerek şehit düştü.
Zeki arkadaş, daha 12 yaşlarındayken kararını vererek parti saflarına katılmıştı. Ailenin yurtsever oluşu onu genç yaşlarda mücadeleyle tanıştırdı. Erzurum-Dersim alanında savaştı. Zeki arkadaş da Parti Merkez Okulu'nda eğitim gördü. 1996 yılında Erzurum eyaletinde takım komutanlığıyla göreve başladı. Görevine candan katıldı. Gerillaya katılımda gördüğüm Zeki arkadaş, altı yıllık onca pratik ve eğitimden sonra 1997 yılında da ilk günkü gibi temiz, cesur, canlı ve kararlıydı. Silahına gösterdiği ilgi ve deyim yerindeyse kara sevdası ile tanınırdı. Savaşta atılgan ve sonuç alıcıydı.
Kazım arkadaş, Kulp'ta büyümüştü. Fakir bir aileden geliyordu. Ancak zekiydi ve kıt olan olanakları değerlendirerek Yıldız Üniversitesi'ni okudu. Standart yaşam olanaklarına kavuşmuş olmasına rağmen, yıkılması gerektiğine kesinlikle inandığı düzenle bütünleşmedi. Ona retle karşılık verdi. Gerilla olarak Serhat ve Erzurum'da faaliyetlerde yer aldı. Düşmanın 1997 operasyonlarında aynı bölgedeydik. Çatışmalarda omuz omuza savaştık. Onunla aynı mevzide çatışmanın güvenini bizzat yaşadım. Fedakâr, emekçi yanıyla arkadaşların beğenisini kazanmıştı. Örneğin bir kış günü aç kalan yoldaşlarına ekmek bulabilmek için gönüllü bir şekilde yola çıkmış, kar-kış, soğuk demeden en yakın yerleşim birimine ulaşmıştı. Donma tehlikesi, düşman pusuları onu korkutmamıştı. Böyle tanınırdı Kazım arkadaş. Düşman denetimine girmemek, grubunu sağlam bir şekilde pusulardan kurtarmak onun en belirgin özelliklerinden biri olmuştu yine. Kitle faaliyetlerinde ise yapıcı ve örgütlüydü.
Kazım arkadaşı anlatırken, govende durmuş Sara arkadaş gözlerimin önüne geliyor. Kefiyesini boynuna atmış, can yoldaşının omzuna yapışmış, gülümsüyor bana. Bilmem nasıl anlatmalı seni Sara arkadaş? 1992'de katıldın gerilla saflarına. Hatırlıyor musun, katılmandan sonra ilkbaharda Çavreş'te görüşmüştük ilk kez seninle. Sevecen yüzün soğuktan mosmor olmuştu. Ama aldırmıyordun. Henüz karlar erimemişti. Metrelerce karın altına sığınağınızı yapmıştınız. Küreklerle sığınağı kazımış, sonra da içine çadır yerleştirmiştiniz. Gülerek "Konserve kutularını andırıyor değil mi?" demiştin. Sonra da eklemiştin; "Bakma küçük olduğuna, üç kişinin sığabileceği bu sığınakta tam on beş arkadaş kalıyoruz."
Buradaki faaliyetlerden sonra Amed'e geçiş yaptınız. İşbirlikçiliğe karşı vermiş olduğunuz korkusuzca savaşı duyduk. Bu arada hakkınızda söylenen olmadık şeyler karşısında bir an bile kaygıya düşmeden, gerçek savunmanın düşmana karşı verilen mücadeleden geçtiğini gösterdiniz. Dersim'den Varto'ya uzanan sürgün günlerinizin öfkesini, intikam anlayışınızı, eğitimde, yürüyüşte, oturuşta, mevzide, kısacası yaşamın her alanında görmek mümkündü.
Dersim'de ve İlbey çatışmalarında yaralandın, ayak parmakların gitti. Ona rağmen inancınla, partiye bağlılık düzeyinle eylemlerde hep öncülük yaptın. Şu sözün hala hatırımda: "Bir gün eğer düşman karşısında mermim biterse, o zaman büyük ölmek istiyorum. Son bombamla kendimle birlikte düşmanı da yok edeceğim."
Evet, Sara yoldaş. Sözünün eri, pratiğin diliydin. Korkmak nedir, durmak nedir bilmezdin. Kürt geleneğinin asi kızıydın. Gözü kara, alnı açık. Sizi anmaya devam edecek ve son ayrılışımızda size verdiğim sözü er ya da geç yerine getireceğime dair bir yoldaş olarak söz veriyorum.
Şimdi yine Kelxas vadisindeyim. Baharın ilk günleri yaşanıyor. Yaşam yeniden canlanıyor. Ancak kış da gitmemekte diretiyor ve dondurucu soğuğunu iliklere kadar hissettiriyor. Bir tarafta soğuk, diğer tarafta Türk ordu güçlerinin operasyonu. Bunun için sürece 'zehir kusan kış' da denilebilir.
Dedim ya, her taraf ağır bir kar tabakası altında henüz. Peri vadisiyle Sürküt tepesini birbirinden ayırt etmek gerçekten zor. Her taraf bembeyaz. Hêvîdar yoldaş bir gün önce Sara'yı, Dersim'i, Herbijî'yi, Kazım ve onlarca yoldaşını kaybetmişti. Yüzünde hüzün ve nefret vardı. Çünkü bu kadar yoldaşını katleden, bu kadar vahşet uygulayanlar kendi soyundan geliyordu. Büyük bir utanç içerisindeydi.
Hêvîdar (Ruken) yoldaşı 1994'te tanımıştım. O gün bu gündür hep aynı takımda veya aynı birlikte yer aldık. Kürt kızı değildi, Çorumluydu. Üniversiteyi okumuş, bilinçli temelde PKK saflarında yer almıştı. Egemen ya da ezen ulus anlayışını kırıp aşmıştı. Kürtlerle birlikte Kürtleşmişti, daha doğrusu PKK'lileşmişti. Yaşamı, duruşu oldukça canlı ve moralliydi. Yanlışlıklara karşı eleştiriseldi. Aynı zamanda bir işin doğrusunu da koyar, ileriye yönelik perspektif sunardı. Bütün arkadaşlar da bunu bildikleri için ikirciksiz görüşlerine katılırdı. Düşünceleri toparlayıcı olduğu gibi, planlamada, yol yöntem bulmada usta ve yaratıcıydı. Aynı yaratıcılığını yaşamda da sergiliyordu. Tehlikeyi sezdiği yerlere kesin gitmezdi. Doğadan beslenmesini bilen bir arkadaştı. Göreve giderken adeta uçan bir kuş gibi kanatlanırdı. Manga ve takım komutanlığı yaptığı sıralarda bizzat tüm işleri yapar, pratikten kopmazdı. Takımın bütün sorunlarıyla uğraşırdı. Emekçilik, çalışkanlık, Orta Anadolu kadınlarından kalmıştı kendisine. Düşmana karşı çok duyarlıydı. Sırt çantasında her zaman kazma ve kürek bulundurmasıyla da dikkatleri çekmişti. Mevzi kazmak isteyen, hemen Hêvîdar arkadaşa giderdi.
Hêvîdar arkadaşın bu duyarlılığı, gericiliğin ve oligarşinin gerçekliğini bilince çıkarmasından kaynaklanıyordu. Çünkü insanlığın gelişimi için temel olan bilim ve tekniğin, egemenler tarafından nasıl kan kusan bir canavar haline dönüştürüldüğünü biliyordu. Bu tekniği yenmenin tek yolu da iradesini keskinleştiren gerilladan geçiyordu. Sırt çantası, ufak tefek ihtiyacı olan arkadaşları hiçbir zaman boş çevirmezdi. Oldukça tedbirli ve planlıydı. Bütün bu olumlu özellikleri onu PKK yaşamıyla bütünleştirmişti.
Hêvîdar yoldaş, savaşımını bilinçli bir temelde yürütmeyi sürekli esas aldı. Direnişiyle, ezilen Türk halkının da alın akı oldu ve yaşamıyla herkesin sevgisini kazandı. Bingöl'de, Çavreş'te, Şehit Xebat'ta, İlbey'de, Dallıtepe'de, Kızılağaç'ta bastığı her yerde bir anı, bir iz, tarihsel bir yapıt bıraktı. Güzel, estetik duygu ve düşünceleriyle, konuşma ve hitabıyla doğaya, hayvanlara, insanlara yön verdi, öncülük yaptı. Canlı, dirayetli, güçlü yaşam felsefesiyle yüce kardeşlik, yoldaşlık, enternasyonalist görevini başarıyla yürüttü. Kanını Sürküt eteklerinde Peri nehrine akıttı. Kızgın bir sel oldu, kızıllaştı, Mezopotamya topraklarına dağıldı. Ölümsüzleşerek yeniden yaşam kaynağına dönüştü.
36'ların hepsini teker teker anlatmam imkânsız. Buna cümleler yetmez. Çünkü hepsi birer tanrı veya tanrıça kadar büyük ve yüce. Örneğin Gulan'ı mı anlatayım? Iğdır'da saflara katılarak Erzurum'da düşmana karşı kırılmaz cesaretiyle giden can yoldaşı mı? Yoksa Bayrampaşa'dan çıkarak 1995'te faaliyetlere türlü zorluklar altında katılan Şilan'ı mı? Henüz 14 yaşında silah alarak gerillada yer alan, fiziki olarak rahatsız olmasını kendisine dert etmeyen, inancı ve iradesini güçlü kılarak sonuna kadar yürümesini bilen Şilan'ı mı?
Peki korkusuz Jiyan'a ne demeli. Mevzide bile eğilmeyi kendisine yedirmeyen, aktifliğiyle, koşuşuyla yaşama yaşam katan arkadaşımıza. Son olarak Dallıtepe'de pusuya düşmüş, çatışmada bir kolunu yitirmişti. Buna rağmen silahını bırakmamış, revire çıkmayı da kabul etmemişti. Yaşama hemen katılmış, "Hastaneye yat" biçimindeki diretmeleri de, "Beni mezara mı yatırmak istiyorsunuz?" diyerek reddetmişti. Pratiğiyle ismine layık olan Jiyan yoldaşı anmak o kadar basit olmamalı.
Dersim arkadaşı izah etmek de gerçekten mümkün değil. Dersim yoldaş olgunluğuyla, kadın ordulaşmasındaki öncülük rolüyle tanınıyordu.
Şimdi diğer yoldaşlar da bana bakıyor. Yüzlerinde huzur ve sevinç var. Numan, Ronahî, Binevş, Bilican, Akif, Yaşar, Ali Amed, Delîl, Delîl Tekman, Çiya, Cîgerxwîn, Botan, Peşeng, Dilxwaz, Aydın, Hogir, Zinar, Celal, Server, Zihat, Ronî, Şevger, Ferhat, Serhat, Salih, Evindar arkadaşları birer birer değerlendirmek gerçekten çok zor. Buna rağmen belki de dünyanın en güzel işi bu isimsiz kahramanları yaşadıklarıyla birlikte anlatmaktır. 36'ların sıcak kanıyla kızıllaşıp eridi. Peri suyuna döküldü, coştu. Keban'a, Fırat'a, oradan Arabistan'a, Körfezden Atlas Okyanusu'na dökülüp yayıldı. Mezopotamya topraklarını, Arabistan çölünü yemyeşil bir semaya dönüştürdü. Dünyaya yeni bir çığır açtı.
Belki bugün de dünyanın üçte biri savaşlarla ve gözyaşıyla iç içe. Ama Kürdistan'da bambaşka. Görmeyenler anlatamaz, anlatabilme gücü ve cesaretini kazanamayanlar hiçbir dönem gerçekleri yazamaz. İşte benim de zorlandığım husus bu. Belki günün birinde Kelxas'a, Peri'ye ulaştığımda, Sürküt tepesine çıktığımda, orada Bagır Baba'yı, Bandoz'u, Koşanları, Sülbüs'ü göreceğim. Ve yine vadilerdeki arkadaşların yükseklere doğru koşuşunu izleyeceğim. O zaman onlarla yamaçta buluşup kucaklaşacağım. O zaman 36'ların özgürlük türküsünü hep bir ağızdan söyleyeceğiz. Belki de o türkünün ismi "Zaferde, başarıda buluşma" olacaktır.
Zafer, bıraktığınız mücadeledir. Mücadele bizde her şeydir. Yaşamın ve özgürlüğün kendisidir. Ölümsüzlükte buluşmak üzere.
Mücadele arkadaşları adına