Kutsal bir emanetin kaldı bizde. Karşımda duran sarı zemine işlenmiş Önderliğin fotoğrafına her baktığımda aklıma düşüveriyorsun. Ve sonra içerlenerek, keşke sana ulaştırabilseydim diyorum. Ardında bıraktığı kutsal emanetin asılı başucumuzda.
Bazen kiminle ne kadar kalıp, ne kadar yaşadığın hiç önemli değildir. Önemli olan kaldığın an'a ne kadar anlamlar yüklediğin, insanların yüreğinde oluşturduğun izlerdir. Hele bu özgürlük mücadelesi dağlarda başka başka yaşanmaktadır. Birilerini yollarda, birilerini patikalarda, birilerinin de isimlerini duyarsın. Ve sonra tarihe efsane olacak kahramanlıklarıyla sarsılırsın. O kahramanlıklar ki, dinledikçe çoğalan, çoğaldıkça yüreğini kasıp kavuran dağlıların yaşam öyküsü…
Gerillanın mutlaka ama mutlaka anlatılması, yazılması yarınlara taşınması gereken yaşam öyküleri vardır. Gerillanın yaşam öyküsü öyle sıradan yaşam öyküsü değildir. Öyle sıradan yaşanmış bir hayat değildir. Her gerillanın yaşamında milyonlarca hayat vardır. Milyonlarca Kürdün yaşam kavgası vardır. Milyonlarca Kürdün özgürlük umudu vardır. Ve bu özgür yaşam kavgasını temsil eden onlarca kahraman gibi bir de Şiyar yoldaşın yaşam öyküsü ve en önemlisi de direnişi vardır.
Sonbahar gelmişti dağlara…
Ağaçları sararmış, yapraklar sarı, kırmızı, kahverengine bürünmüştü. Sonbahar ayrılık hazan ve hüzün mevsimidir. Gerillada ve dağlarda en büyük ayrılıklar baharda yaşanır. Bu bazen sonbahar, bazen ilkbahar olur. Ama adı bahardır. Ayrılıklara tekabül eden bir zaman dilimidir.
Bu dağlarda elbette ki ayrılıkların, yani düzenlemelerin yabancısı değilizdir. Çoğu zaman birilerimiz bir yerlere, farklı farklı çalışmalara sahalara gideriz. İşte böylesi bir düzenleme sürecinde Şiyar arkadaşla kısa bir tanışmamız olmuştu.
Düzenlemesi olmuştu. Ancak birkaç gün çalışmayı devir almak için birlikte kalmıştık. Ve böylece onu bir daha unutamayacağım özelliklerini yakından tanıma fırsatım olmuştu. Şiyar arkadaş çalışmalarına büyük bir titizlikle yaklaşan, duyarlı ve sorumlu bir arkadaştı. Ayrılmadan önce yapılması gereken tüm çalışmaları bir bir sıralıyordu. Beni etkileyen en önemli ayrıntılardan biri de şehit düşen arkadaşların emanetlerine karşı sergilediği yaklaşımdı. Gerillada şehit düşen yoldaşlarımızın artlarında bıraktıkları en ufak şeyler bile çok değerlidir. O kutsal emanetler büyük bir sorumluluk ve ağırlıktır. Şiyar arkadaş bu emanetleri sağlam bir şekilde sahiplerine ulaşması için elinden gelen çabayı sarf etmiş ve manganın en korunaklı yerinde koruyordu. Şehitlerin emanetleri hiçbir emanete benzemezdi. Onların emaneti kutsaldı. O emanetlere sinen özgürlük kavgasının kokusu tüm mekanı sarmıştı. Dolayısıyla yarınlara ulaşması için çok iyi korunmalıydı. İşte o bu duyarlılıkla yaklaşıyor ve korunması gereken emanetleri, tarihe miras kalması için gözünden dahi sakınıyordu.
Bu kısa sürede çalışmadan arta kalan zamanı anlamlı sohbetlerle dolduruyor ve kendi yaşam hikayesinden kesitler anlatıyordu. Şiyar arkadaş Bitlis'in Tatvan ilçesinde doğmuştu; yurtsever bir aileden geliyordu. Ve tüm mücadele zamanlarını özetleyen yaşam anlayışıyla "Bugün bu hain saldırıya karşı fedaice durulmazsa yarın çok geç olabilir" diyor ve sonra özgürlük savaşçısı olarak neler yapabileceğini ifade ediyordu.
Her gerillanın özgürlük mücadelesine katılmasına neden olan gerekçeleri olduğu gibi onun da nedenleri vardı. Şiyar arkadaş Kürtlük ve yurtseverlik bilinci olan bir ailede büyümüştü. Düşmanın kendisine ve ailesine yaptığı işkenceleri anlatırken, bunun intikamıyla dolup taşıyordu yüreği. Adını 1994'de Mutki'de özgürlük mücadelesinde şehit düşen ağabeyinden almıştı. Ve ağabeyinin ardında bıraktığı silahı omuzlamak için yüzünü dağlara, özgürlük mekanlarına çevirmişti.
Kendinden önceki ağabeyinin ve tüm özgürlük savaşçılarının yarım bıraktığı bu davayı omuzlamak için, devrim için yürümüştü dağlara… Ağabeyi olduğu Şiyar yoldaşın şimdi yol arkadaşı, kavga arkadaşıydı. Onlardan sonra gelecek kız kardeşlerinin kavga arkadaşı olacağı gibi.
PKK özgürlük mücadelesinde kendinden bir öncekinin bayrağını devir alan onlarca, yüzlerce militanın hikayesi vardır. İşte Şiyar arkadaş da özgür bir yaşamı yeniden inşa etmenin inancıyla kendinden öncekilerin izinde yürüyordu. O anlamlı, onurlu sözcüğün arkasından, özgürlüğün arkasından yürüyordu. Çünkü bu anlamın derinliği gerilla da daha fazla büyüyor ve milyonlarca Kürt halkının umudu oluyordu. O, bu sözcüğün anlamını yaşıyor ve hissediyordu. Bu sözcük Kürdistan'ı dört parçaya bölen sınırların yok edilmesiydi. Bu sözcük kimliği, varlığı yok sayılan Kürt halkının yeniden kendini yaratmasıydı. Bu sözcük direnişin vazgeçilmeziydi. Ve bu kavgada neleri, kimleri yitirdiğimizi anlatıyordu. Ama bilinen bir şey vardı ki, o da ondan önceki kahramanların yeminini kutsayacak, onların izlerini takip edecekti. O yüzden hiçbir zaman gerisinde kalmadı mücadelenin. Sürekli yerinde ve zamanında fedaice savaşmak gerektiğinin bilinciyle yaşadı tüm zamanlarını. Ve 4 Ağustos 2012 yılında Çelê Rindikê'de bulunan Geçimli karakol baskınında sergilediği fedaice katılımı gibi. Tarihe iz bıraktı.
Şehitlerin geçmişimiz, günümüz ve geleceğimiz olduğunu en yakıcı hisseden yoldaşlardan biriydi. O konuştukça gözlerinin içinde bir ışıktı yansıyan. Saygılı, içten ve sade bir insandı. Yüzündeki masumiyeti insanın yüreğine dokunurdu. Çünkü samimi ve içtendi. Çünkü hayatın içinden konuşurdu. Hissederek, hissettirerek…
Ayrılmadan önce eşyalarını toplamaya başlamıştı. Çantasını düzenledi ve mangaya şöyle bir göz gezdirdikten sonra; "izniniz varsa Önderliğin fotoğrafını almak istiyorum" dedi. Ve sonra kendisine ait olduğunu, sürekli çantasında taşıdığını ve her bulunduğu mangaya bu resmi çıkarıp astığını söyledi. Şimdi de giderken almak için müsaade istiyordu. Önderliğin fotoğrafını hiçbir zaman yanından ayırmadığını ve ondan büyük güç aldığını söylüyordu. Bu sözleri insanı derinden etkiliyordu. Önderliğin bu fotoğrafı onun en kutsal hazinesiydi. O olmadan hiçbir yere hareket etmezdi. Mangada ona ait olan Önderliğin fotoğrafı dışında bir fotoğraf olmadığı için biz de o fotoğrafın kalmasını rica ettik. O da bizi kırmadı. "Olur, ama eğer başka bir fotoğraf bulursanız bunu yine bana göndermenizi istiyorum" dedi. İşte karşımda duran sarı zemine işlenmiş önderliğin fotoğrafı Şiyar arkadaşa ait bir emanetti. Uğruna yaşamını ortaya koyduğu Önderlik gerçeğiydi. Kürt halkını yeniden kökleriyle buluşturan, yaşama yeniden gözlerini açtıran gerçekti. Ve o bu gerçeğe layık bir militan olabilmek için kendini yaratıyordu. Savaşıyordu. Özgürlük mücadelesine idareli, inançlı, kararlı duruşuyla sarıldıkça sarılıyordu.
Her giden yoldaşımız gibi Şiyar arkadaşta arkasından bir şeyler bıraktı. Bıraktığı fotoğrafla birlikte tarihe efsane olacak bir direniş bıraktı. Kahramanlık bıraktı. Ve bu kez yine bir değil, onlarca emanet bıraktı. Özgürlüğü, umudu, inancı, azmi, iradeyi, sevgiyi ve kavgayı emanet bıraktı. Ona ait onlarca kutsal emanet bıraktı. Göremediklerine anlatılmak üzere…
Mücadele Yoldaşı
Arya Andok
Biraz kıraç bir yer düşünün. Az ötede paylaşılamayan bir dağ;eteklerinden çekiştirilen bir anneyi andırsın. Her çekişte başka bir ada dönsün. Yanına hayali iplerle bağlı olduğu taşlar dizin. Sınırları belli yaşam için çizilmiş bir tablonun bir kısmı ya da dağın şimdilik görmek istediğimiz yüzü bu oluyor.
Bazen akraba bazen yabancı olunan insanlar hayal edin;daha iyilerinin sınırla ayrıldığı, bunun hemen benimsendiği bir yeryüzü parçası. Kimin iyi olduğunun hep başkaları tarafından belirlendiği bölünmüş aileler tasarlayın. Ortak noktaları işçilik veya çobanlık olsun, kısaca ucuz emek. Ve de öte yana atılan kaçamak bakışlar gibi kaçak geçilen sınırlar. Bir yelin kuru büyük yapraklar gibi harekete geçirebileceği gündelik yaşamın bildik karmaşası ya da fırtınanın yıllar sonrası. Her şeyin çözümü de çıkacak sorunların bilinirliği kadar basittir. Erken parlar öfke, bir dönem canlar devrilir. Sonra her şeysıradanlaşır. Ustalık istemeyen gündelik işler, nedeni belirsiz kavgalar, kaybolan umutlar, vergi, gümrük, erken pes etme, her şey sıradanlaşır. Bir yanardağdan fışkıran küller altında kalmış gibidir geleceğe dair umutlar. Eşmeniz gerekir. Kül uykudaki gibi tekdüze gösterir çoğu şeyi.
Belki o erken uyananlardandı. Ya da erken uyanmadığını düşünüp kendisine kızanlardan.Neden genç yaşta evlendi, neden bir çocuğa kavuştu da sonra dağlara geldi bilinmez. Kimse sormadı nedenini. Çünkü dağların zorluklarını göğüslemeye gelen herkesin mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Peşine düşmenin ona yarar getirmeyeceği tartışılmazdı. O söylemeyince kimse üstelemedi. Ama dağa gelmekten ne anladığını sorduklarında “Bir boyuttan başka bir hayata, başka biri olarak geldim” diyebildi. “Arkadaşlara daha çok değer verdim” derken sanki insan değerinin ne olduğunu yeni anlamış gibiydi, içindeki cevheri açığa çıkarmışçasına sevindi diyebilirsiniz. Belki bir kayıp olgunun nasıl açığa çıkarılacağının sezgisi onu sevindirmiştir. Bir şeyler için savaşmanın -bu şeyler tanıdık geliyorsa ama biraz da anlamı derinlerdeyse- çekiciliğini görmüştür. Bunun bir çeşit yaşam yolu olduğunu da anlamıştır.
Düşünüp de konuşmamayı sorguladığını yazdıklarından biliyoruz.Canı yanıp da haykırmamayı, canının yandığından habersiz oluşu sorguladığını da. Bu ona çelişik gelmiş olacak. Ona göre kulak veriyorsak, görüyor ve yargılıyorsak konuşmak durumundayız. Tepkisizlik bu noktada anlaşılmazdır. İçe atılmış her şey bir gün elbet çıkacaktır yüzeye, önemli olan onun nerede ve ne şekilde açığa çıkarılacağıdır. Yaşananlar unutulup gitsin, diplerde kalsın istemiyor.
Onu harekete geçirenin bu olduğu tartışmasız gerçek. Yüreğinin temizliği yansımış yüzünü yoldaşlarına dönerek söylediği şu sözler oldukça anlamlı: “Ben Önderlik ve şehitler için mücadele etmek istiyorum.” Tümce oldukça basit. Bir o kadar da derin ve erişilmez. Niyetlerinde hiçbir gizliliğe yer bırakmayacak kadar açık. Uzaklardan gelmiş bir yolcu kadar gizemli. Bir çocuk saflığında, bilge sözü kadar yalın.
Doğu Kürdistan’ın Makü kenti gelenekten gelen özelliklerini yitirmemiş, saf, ülke sevgisiyle dolu insanların yurdudur. Sayısız gencini özgürlük mücadelesine vermiştir. Aralarında uzun yıllar dağda kalanları az bulunur. Çoğu -önemli bir kısmı eylemlerde olmak üzere- mücadeleye başladıklarının ilk yıllarında kurşunlara hedef oldular. Çünkü nerede savaş ve çatışma varsa onlar orada olmalıdır.
Şahin yoldaş bu geleneğin tipik bir temsilcisiydi. Bulunduğu ortamları güçlü paylaşımların, coşkunun ve üretkenliğin alanları haline getirmekte öncüydü. Severek iş yaptığını gören herkesi yanına çekti. Neşeli bir çoğunluk, kimsenin dışarıda kalmadığı bir bütünlük yaratılmıştı. Bir yüz olmak önemliydi. Sonra başkaları gelecekti. Bunun bilincine erken erişen Şahin Zap tüm yeteneklerini bu uğurda seferber etti.
Anlamadığı noktaları örgütsel zeminlerde çözüme kavuşturmanın arayışındayken birlikte yaşadığı insanlara daha çok bağlandı. Geri düzen anlayışının sunduğu mutluluğun aslında insanları birbirinden inceden uzaklaştırdığını anladığında evliliğe bakış açısı değişti. Devrimci ilişkilenme tarzıyla kurtuluşa odaklandı. Kimi zamanlar çocuklar kadar saftı. Kurnazlık nedir bilmezdi. Öğrenmek de istemedi. Çalışma temposunu yüksek tuttu. Yoldaşlarına fark gözetmeden yardımcı olmayı ilke edindi. Bu gücü vardı. Onların sevgisini kazanmasını da bildi. Tek hayalinin Önderliği görmek olduğunu söylerken şunu da ekliyordu;“Önderliği özgürlüğüne kavuşturmak için ne gerekiyorsa yapacağım.”
Sistemin geriletici yanlarından anı anına sıyrılırken daha bir güzelleşiyordu ve sonuçta zaferi müjdeleyen bir duruşla çıktı yoldaşlarının karşısına. Belki bir yazgı değildi ama çoğunlukla bu duruş erkenden gidişin de habercisi olurdu. Geçmiş yılların deneyimi bunu söylüyordu. Çünkü böyleleri ölümün üzerine gözlerini kırpmadan yürürdü. Tersinden bu deneyim böyle yoldaşların zamansız gidişlerinin önünü almak için gerekli girişimlerin başlayacağının da habercisiydi. Daha nitelikli savaş gücü, bilinçli örgüt insanları böyle yetişti. Çatışmaların şiddeti nedeniyle kaçınılmaz olarak kayıplar da verildi.
Şahin Zap yoldaşı 2012 Devrimci Halk Savaşının yıldızlaşan yüzlerinden biri olarak anacağız. Uzun döneme yayılmış çarpışmalar içerisinde üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Yoldaşları olarak daha fazlasını yapacağına inanıyorduk. Beklentimiz, zafere yürüyüşün ve Önderliğin özgürlüğünün mimarlarından birisi olarak aramızda olmasıydı. Acısını yüreğimize gömecek, bıraktığı yerden mücadelesini sürdüreceğiz. Anısıyolumuzu aydınlatacaktır.
Mücadele Yoldaşları
Pratik içerisinde düşe kalka, adım adım öğrenir çoğu şeyi. Eksiklerini gördükçe düzeltme yoluna gider. Çoğunlukla bir işin içindeyken o yoğunlukta yanlış yapılması olasıdır. Önemli olan bu yanlışların çok büyük yanlışlar olmaması ve yapılan küçük yanlışların da süreklileşmemesidir. İşte Cesur yoldaşın pratik sürecin sorun yaşanan, eğitimlerin ise bu sorunların çözüldüğü yerler olduğu yönündeki klasik anlayışın aşılması doğrultusunda bir öngörüye ulaştığı anlaşılıyor. Önemli olanın anı anına çözüm üretmek olduğunu ifade etmekte sakınca görmüyor. Böylece gelecekte yapacaklarını kararlılıkla duyurmuş oluyor. “Pratik yürütülsün, eğitimlerde üzerinde dururuz” anlayışını yanlış bulduğunu özenle vurguluyor. Cesur yoldaş hem anı anına pratiğini sorgulamasını hem de yetersiz kaldığı noktalarda kendisine sunulan eğitim olanaklarını değerlendirmesini bilenlerden. Ona gerekli olanın bir karar düzeyi çıkarmak, bunu her an yenilemek ve ileriye taşırmak olduğunu çözer. Bir çalışma süreci sonrası eğitimde yaptığı şu belirlemeler bu gerçeğin yalın ifadesi oluyor;“Bu pratik süreçlerde partinin istediği biçimde cevap olamadık. Çok pasif kaldım. Hatta halka karşı bazen sekter yaklaşımlarım oldu. Bunların bilinciyle şu an yoğunlaşıyorum.Önümüzdeki pratiğe cevap olmak için elimden ne geliyorsa onu yapacağım. Şehitlerimizin kanının yerde kalmaması için her yönüyle pratiğe dürüst yaklaşım içerisinde olacağım. Sürecin önemini zaten örgüt her defasında bize talimatlarla bildiriyor ve kavratıyor. Bende bunun ağırlığında olarak bu 2012 yılına katılacağım.”
Sıradan düzenleme bir başka sorundur. Ciddiyeti gösterir. Bir çalışma yürütüleceği zaman önce o çalışmanın ne olduğu üzerine bir perspektifin oluşması gereklidir. Çalışmanın ne anlama geldiği bilinmeden, kapsamı, araçları anlaşılmadan rastgele seçimlerin zarar vermesinin önüne geçilemez.
“Bir PKK’li her görevi dört dörtlük yapmalı, kendini bu düzeye getirmeli” kılıfının içinde gizlenip kendini haklı çıkartma bir tür kendini sıyırmadır. Bu hem üst hem alt hem orta kademede görülen önemli bir yanlıştır.
Bu zincirleme yanlışların, kayıpların altında yatan temel etken olduğunu vurgulayan Cesur yoldaş 2011-12 kışında yaşanan kayıpların üslenme yerlerinin bilinebilir ya da tahmin edilebilir olmasından kaynaklandığını çekinmeden söyler.
Cesur yoldaşa göre sorunların üzerinden geçilmemeli, derinlemesine sorgulama, çözme olmalıdır. Kesip atmak ya da geçiştirmek çözümsüzlüktür. Bu tarz kendisini bir yerle, bir çalışma düzeyiyle sınırlı tutan, var olanı beğenmeyen, gözü yukarda ama buna denk duruş geliştirmeyen kişilikten ileri geliyordur. Bunun sonucu kişilerin ya çok abartılması ya da sonsuz küçültülmesidir. Altında teorik ve pratik anlamda güçsüzlük yatar.
PKK eğitimlerinin sorgulamaya, düşünmeye, araştırmaya itekleyen yanını iyi gören Cesur yoldaş sonsuz bir öğrenme istemiyle donanır. Eksikliklerin ne olduğunu, bunların nasıl anlaşılacağını, ne şekilde dile getirileceğini, nasıl aşılacağını anlamak ister.
Bir durağa gelip önünde bambaşka seçeneklerin belirmesiyle karar ve iş yapma düzeyi daha da bilenir.“Bu süreçte örgüt bana büyük bir görev verdi. Tim komutanı yaptı. Komutanlıkta çok yeniyim ve ilk defa yapıyorum, hele hele bu görevi kuzey koşullarında yapmak çok daha zor ve bir o kadar da anlamlı. Agit yoldaş gibi bir komutan olma yolunda ilerleyeceğime ve hiçbir engeli tanımayacağıma inanıyor, o gücü de kendimde görüyorum. Bir komutanın yaşamda ve savaşta öncü, kendine güvenli olması gerektiği, hesap sormaya ve vermeye hazır olduğu bilincine vardım ve böyle yaklaşacağım. Vicdani olarak kendimi şehitler karşısında sorgulayacağım.Onların yarattığı emeklere nasıl sahip çıkacağım ve sürdürücüsü olacağım konusunda da bir uyanma gerçekleşti.Meşru savunma temelinde sürece cevap olma noktasında örgütün istediği ölçülerde yürüyeceğime inanıyorum. Bu dönemde kahraman şehitlerimizin ruhuyla hareket edeceğimden hiçbir kuşku duymuyorum”sözleri kanatlanmış bir gerillayı bize tüm yalınlığıyla anlatıyor.
Tam da eriştiği yeni konumla sıçrama yapacakken sonsuzluğa yol alışını önemli bir şanssızlık olarak değerlendiren yoldaşları yine de onurlu bir gidişe kimsenin söyleyecek sözü olmadığını vurguluyorlar.
Şehit düşen herbir yoldaşın vasiyeti de omuzlarımıza ek bir sorumluluk yüklüyor ve mutlaka bunlara layık olmamız gerekiyor.Bu sorumlulukla görevlerimizi yerine getirme umuduyla…”
Gerçekten de bize düşen yoldaşlarımızın artlarında bıraktıkları her türden mirası sahiplenmektir. Bir görev olduğu kadar bize yaşamın yolunu açan bu gerçekliğe tüm benliğimizle sarılmalıyız.
Mücadele Yoldaşları
Sorxwin arkadaşla aynı yöredeniz. Yalnız onunla dağda tanışma fırsatım oldu. Farqin’de hiç görmemiş olsam da adını duymuştum. Özellikle bazı yönlerinin ilgi çektiği söyleniyordu. Sistemde olmasına rağmen bir Kürt kızı gibi yaşamasını biliyordu. Onu tanıdıktan sonra gördüm ki gerçekten Kürt Kızı deyimi ona yakışıyordu. Toprağına bağlı gerçek bir yurtseverdi. İşte o bu yanını her açıdan göstermesiyle biliniyordu. Sistemdeki genç kızların ilgi gösterdiği, hoş görünen şeyler Sorxwin arkadaş için bir ölçü değildi. En basitinden şunu ele alabiliriz; isteyeni, görücüleri çok çok fazlaydı. Ama Sorxwin arkadaşın aklından asla evlilik geçmiyordu. Kim gelirse gelsin, konumu ne olursa olsun Sorxwin evlenmeyeceğim diyordu. Gerillaya katılacağım iddiası vardı. Parti çalışmalarında yer alıyordu. Bu bile ona yeterli gelmiyordu. Çünkü bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu ve yaptıklarının yetersiz geldiğini düşünüyordu. Bir çıkış yapma gereği hissediyordu. Birkaç etkinlikle veya sistem içinde verebileceği sınırlı mücadeleyle yeterli cevap olamayacağını biliyordu. 2011 yılında gerillaya çıkış yaptı.
Bazı insanlar vardır melek gibidirler, Sorxwin arkadaş için de bu rahatlıkla belirtilebilir. Meleklerin bazı özellikleri vardır: İnsanları kırmazlar, incitmezler, herkese aynı yaklaşırlar. Herkese aynı sevgiyi verirler. Şehit Sorxwin böyleydi. Özellikle kadın ortamında bu karakteri çok açığa çıkıyordu. Belki yeni katılmıştı. Belki örgütü fazla tanımıyordu. Ama kendi cinsini seviyordu, kendi cinsiyle beraber olma, onunla yoldaşlık etme isteği güçlüydü. Çünkü bunun Önderlik için, Önderliğe layık olmak için gerekli bir durum olduğunu düşünüyordu. Kaldı ki bu HevalSorxwin’in özünde de vardı. Yakındı bize, yakındı kadına.
Onunla kaldığım kısa dönem benim açımdan çok anlamlıydı. Ölçülü bir arkadaştı, sevgi doluydu. Sorxwin arkadaş yanında olduğu sürece asla sıkılmazdı insan. Güler yüzlüydü, yanında olmaktan herkes keyif alırdı. İnsanları sıkan, boğucu, çözümsüz biri değildi. Her zaman çözüm gücüydü, bir çekim merkeziydi.
Heval Sorxwin’in bazı özellikleri vardı ki çok belirgin özelliklerdi. Bu özellikler onda yerleşikti, süreklilik kazanmıştı. Gülmenin bir insana bu kadar yakıştığını görmemiştim. Erzurum eyaletinde kaldığımız günlerde onunla bolca sohbet etme olanağım oldu. En çok dikkatimi çeken sisteme öfkesiydi. Geri sistem anlayışlarını kabul etmiyordu. Kültürüne oldukça bağlıydı. Bağlı olduğu değerlerdi, örneğin Kürt diline hayrandı. Kürtçe konuşmaktan taviz vermiyordu. Karşısında Türkçe konuşulsa karşılığını Kürtçe veriyordu. Yanındakileri Kürtçe konuşmaya teşvik ediyordu. Bir gün, “Sen niye böyle yapıyorsun?” diyesordum ve yakındım, “Biz fazla Kürtçe anlamıyoruz, zorlanıyoruz bu konuda.” Bana verdiği karşılık, “Biz bu dağlara niye çıkmışız, niye buradayız? Annemiz, babamız Kürt, yedi soyumuz Kürt. Katliamlara uğramışız, dilimiz yok ediliyor, yasaklanmış. Ben kendi dilimle bir de kendi yoldaşımla konuşmazsam bunun anlamı olur mu?” olmuştu. O sözlerini hâlâ düşünüyorum. O sözlerin etkileyiciliği karşısında yoğunlaşıyorum ve inanıyorum ki pek çok kişiyi de bu duruma sevk etti. Değerlerine bağlılık duygusu onda çok belirginlik kazanmıştı.
Doğayla da çok bütün, barışık bir insandı. Belki onun aileden gelme özelliği, toplumsal değerlerinden biriydi. Hepimizin olduğu gibi onun evinde de doğayla böyle bir uyum söz konusuydu. Duyduğuma göre çok geniş bir ailesi var. Ve evin en büyüklerinden biridir. Evi çekip çevirme, toprakla ilgilenme, ailesinin ihtiyaçlarını karşılama, tek tek bireylerin, kardeşlerinin dert ve sıkıntılarını çözme, ailesine yardımcı olma, bağ bahçe işleriyle ilgilenme gibi bir konumu vardı. Bu durum onun emekle yakından tanışmasını sağlamıştı. Birçok bitkiyi, çiçeği tanırdı. Bazılarının adını daha önce hiç duymamıştım. İnsanın içinden gelen, özünde var olan bir sevgiyle bunları biliyordu. Bazen asimilasyona uğradığımızdan söz ederiz. Fakat Sorxwin arkadaş pek çok yönüyle bütünlüklüydü. Tam olarak ifade etmesi güç. Ama onun bakışının çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Doğaldı. En sade biçimde insan nasıl ifade edebilir bilmiyorum. Bir Kürdistanlı genç kızın doğallığına sahipti. Gerillaya katıldıktan sonra o doğallığını güçlendirdi. O doğallıkla gerilla yaşamına katılıyordu. Pratik zekâsı çok güçlüydü. Bazen yaşamda bizim fark etmediğimiz küçük ayrıntıları fark edip çözüm getiriyordu. Bir işle uğraştığını görüp “Sorxwin sen ne yapıyorsun?” dediğinizde, “Heval burada eksiklik var, ben tamamlamaya çalışıyorum” dediğini görüyordunuz. Hemen bir şey yaratıp buluyordu. Birlikteydik, yardımlaşıyorduk ama o öncülük yapıyordu. Yaşam yönü çok güçlüydü.
Erzurum’dan Dersim’e Ağustos 2011’de geçtim. Benim için uzun bir yolculuktu. Fakat güzel bir yolculuk oldu. Yol sürecinde beni gülümseten çok anım oldu. O yolculukta Sorxwin arkadaş da vardı. Sorxwin arkadaşla belli bir yere kadar gidebildik. Yol sürecinden kalan bir anı bugün de beni güldürür. Ben, Ş.Sorxwin, Ş. Ceylan, Ş. İsa, Ş.Aso arkadaşlarla birlikte birçok arkadaş vardı. ,Bazen kısa bir zaman diliminde birtakım şeyleri paylaşırsınız. Ama koşulların yoğunluğu o kısacık zamandan geriye yıllarca yaşasanız doldurulamayacak düzeyde güçlü anılar bıraktırır. İşte Sorxwin arkadaşla da zorlu koşullarda, güçlü paylaşımların olduğu böyle bir yerde karşılaşmıştık. Örneğin kışın yaklaştığı o soğuk günlerde ben ve Sorxwin arkadaş ortamızda Ceylan arkadaş olduğu halde bir uyku tulumunun altında uyumaya çalışmış, soğuktan uyuyamamıştık. İkimiz durmadan tulumu çekiştirmiş, yorgun düşüp sabaha doğru uykuya dalmıştık. Sabah baktık ki birbirimize sokularak ancak soğuğun etkisini kırabilmişiz. Tulumu çekiştirirken gülüyor, bunun bir anı olarak kalacağını biliyorduk. Böyle olunca üşümek, yorulmak önemsizleşiyor. Yolculuktan sonra moralli, coşkulu olmak, hâlâ espri yapabilmek bizim gibi yeni arkadaşlar için çok çok önemliydi. Üçümüz de yeniydik, yoruluyorduk ve zorlanıyorduk. O morali ben hevalSorxwin’den alıyordum. Onun coşkusunu paylaşıyordum.
Eğer yaşasaydı, müthiş bir gerilla olacaktı. Tüm arkadaşların görüşleri de bu yönlüydü. Fiziksel olarak da çok güçlüydü. Bir insan eğer düşüncesinde net ise yoğunlaşması bütünlüklüyse o fiziğine de yansır. Gerçekten çok güçlüydü, her anlamda güç de veriyordu. Kışın şehit düştüğünü öğrendim, beni çok çok etkiledi. Bir Sorxwin’i kaybetmek ağırdı. Her arkadaşta insan çok zorlanıyor, üzülüyor ama benim ilk tanıdığım, bu kadar güçlü bir arkadaşın bu kadar çabuk şehit düşeceği aklıma gelmezdi. Sorxwin arkadaşın bir isteği vardı, pek çok kez söylemişti: “Biz buraya savaşmak için geldik. Bu yolumuzdan asla geri dönmeyeceğiz, ne olursa olsun onurlu bir şekilde şehit düşeceğiz.” Söylediği gibi oldu. Düşmana karşı da savaştı, yaşamda da. Savaşın içerisine girdi, istediklerini yerine getirdi. Dediklerini yapmasının ona huzur verdiğini düşünüyorum. Emeğini verdi, sevgisini kattı ve Önderlik için sona kadar mücadele ederek kanını döktü. Bundan daha değerli bir şey olamaz.
Sorxwin arkadaş için belirtilebilecek daha çok şey olduğunun farkındayım. Önemli olan onun dilediği gibi yaşamasıdır. Nasıl istiyorsa öyle mücadele yürüttü. Onurlu bir şekilde şehit düştü. Unutulmayacak. Ondan çok şey öğrendim. Daha de öğreneceklerim var.
Mücadele Yoldaşı
NudaAvaşin
Zilan (Zeynep Kınacı) yoldaş, o büyük tarihsel eylemine yönelmeden önce, Parti Önderliği'ne yazdığı mektubunda, "Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum" diyordu. Bu sözlerde ifadesini bulan gerçeğin O'nun eyleminin bütün içeriğine damgasını vurduğu kesin. Bu satırlarda, intihar eylemi adı verilen bir eyleme hazır bir insanın ruh halini bulmak olanaksız. Zilan yoldaşın eyleminden habersiz biri bu satırları okuduğunda, bombalarla donattığı bedenini işgalci düşman birliğinin arasına dalıp patlamak üzere zamanla yarışan bir büyük devrimciyi asla kafasında canlandıramaz. Onu ölüme en uzak insan olarak tasarlar ve bunda yanılmış da olmaz. Gerçekten de burada bambaşka bir ruh hali içinde bulunan ve tepeden tırnağa yaşam kesilmiş gencecik bir insan var. Dopdolu geçirdiği üniversite yıllarını başarıyla geride bırakmış bir genç kız düşünün: Öğretmenleri ve okul arkadaşlarının takdirini kazanmış çalışkan bir öğrenci olmasının karşılığını okul birincisi gelerek almış; tören kalabalığı önünde diplomasını dekanın elinden aldıktan sonra, seyircilere ve öğrenci arkadaşlarına adeta geleceğe ilişkin yaşam projesini açıklıyor. Bilinçli ve emek-yoğun çabalarının üretken sonucuna bakarak, başaracağından emin, coşku ve inanç dolu bir genç kızın yaşam kokan tablosunu çiziyor. Önünde belki zorlu yıllar var. Ama o yaşamı sürekli bir mücadele olarak bellemiş ve bu kavgadan zaferle çıkacağını bilerek konuşuyor. Zilan yoldaşın görkemli ruh hali gerçekten böyledir. O, TC'yi derinden sarsan eylemine hazırlanırken, ebedi yaşam yolculuğuna çıktığını çok iyi biliyor. Zamana başarı ve zafer sunmakta iddialı; zamanı müthiş bir yoğunluk halinde yaşıyor ve değerlendiriyor; sözlerinde büyük güç fışkırıyor.
Yaşama karşı takınılan tutum, hele bir de yaşama kasteden çılgın soykırım uygulaması altında bir tükeniş durumu sözkonusuysa, bir devrimcinin en belirgin özelliğini oluşturuyor. Yaşama saygı duymak ve hakkını vermek şart; bu yoksa devrimci olunamıyor. Mevcut yaşam biçimini sorgulamak, soysuzlaştırılmış ve tümüyle çirkinlikten ibaret bir yaşam veya yaşam dışı durum karşısında zapt edilmez bir öfke duymak, buradan insanın gerçek doğasıyla uyum halindeki bir yaşam uğruna başarılı bir savaşım verme sonucunu çıkarmak ve böylesi bir yaşamı kendi kişiliğinde gerçekleştirmek bir devrimcinin en temel varlık gerekçesi oluyor. Zilan yoldaşın kişiliğinde bu çok nettir. Tanrısal nitelikteki yaşama tutkulu bağlılık, onun sözlerine olduğu kadar eylemine de çok güçlü bir biçimde yansıyor. Büyük yaşam manifestosu özelliği taşıyan mektubuna son noktayı koyduğunda bile, "Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek istiyorum" diyor.
Zilan yoldaşın eylemi, özgürlük ve eşitlik temeli üzerinde yükselen yeni yaşama çağrıdır. Denilebilir ki bu eylemin içinde hiç bulunmayan şey ölümdür. Bir örneğine daha tanık olunması olanaksız zalim bir sömürgeci egemenliğe karşı savaşan bir halkın ölüm kalım mücadelesinde en yaşamsal görevi başarmaya çalışan ve başaran biri için öldü diyebilir miyiz? Onun eylemine intihar eylemi adını vermemiz doğru olabilir mi? Bu halkın bağımsızlık ve özgürlük davasına en büyük gücü katan ve zaferi kesinleştirecek ölçüde katkıda bulunan bir devrimci için ölüm nasıl bir şeydir. Bir düşünür, "Eğer ölümün ruhunu gerçekten kavrayabilmek istiyorsanız, kalbinizi tam anlamıyla hayatın gövdesine açın" diyor. Zilan yoldaşın yüreğini tam anlamıyla gerçek ve en yüce bir yaşamın gövdesine açmadığını kim iddia edebilir? O biraz da yaşamın kendisi sayılacak kadar yaşam dolu bir eşsiz insan, adeta yaşama hükmeden bir tanrıçadır; insanın doğasına yaraşır bir yaşamın soylu koruyucu ve kollayıcı gücüdür; kutup yıldızı gibi, herkesi kendine çağıran yolu gösteriyor.;
Yaşamın anlamını kavramaktan aciz olanlar ve yaşamdan nefret edenlerin, büyük eyleme kalkışmak için hiçbir gerekçeleri yoktur. Böylesi kimseler için yaşam bir yüktür ve bir an önce bu yükten kurtulmak isterler. İntihar, aslında yük saydıkları yaşamdan kurtulmak için çırpınan kimselerin bulduklarına inandıkları bir çözüm yoludur. Ancak yaşamı ve insanları sevmek, kişiyi büyük eylemin sahibi olmaya götürebilir. Bütün büyük devrimcilerin gerçekliği budur. Zilan yoldaşın ardılı olduğunu söylediği büyük devrimcilerde de yaşam karşısında aynı kararlı tutumu görmek zor değil. Burada hemen Kemal Pir yoldaşın sözleri akla geliyor. Kemal yoldaş da bedenini eriterek sürdürdüğü ve zaferle taçlandırdığı o büyük 14 Temmuz eylemi sırasında "Biz yaşamı uğruna ölünecek kadar seviyoruz" diye haykırıyordu. O'nun bu haykırışı Zilan yoldaşın anlamlı sözleriyle tamamen çakışıyor. Bunun bir rastlantı olmadığı açık. Büyük devrimcilerin dili ortaktır ve bu da özgürlük dilidir. Zilan yoldaş her şeyiyle o görkemli özgürlük dilini konuşuyor.
Zilan yoldaşın düşüncesi ve eyleminde 'anlamlı bir yaşam' gerçeğinin bu ölçüde çarpıcı bir biçimde kendisini ortaya koymasının ülke, ulus ve insan gerçeğimizle kopmaz bağı sözkonusu. Kuşkusuz Zilan yoldaş Kürt halkının bağrından çıktı ve bu halkın tarihinden süzülüp gelmiş, ancak dışa yansımayacak kadar derinliklerde bir yerde saklı kalmış en olumlu özelliklerini gün yüzüne çıkarıp temsil ediyor. Halkına son derece bağlı; onun istediği gibi konuşturamadığı güzelliklerinin temsilcisi ve yüksek sesle dillendiremediği özlemlerinin tercümanı olarak tarihteki yerini alıyor. Halkın yüreğinin dili olmalarını istediği yoldaşları adına tüm dünyaya haykırıyor: "Barışa, kardeşliğe, sevgiye, insana, doğaya ve yaşama en çok sevgi dolu olan biziz. Bu sevgidir bizi savaşa zorlayan. Ölmek ve öldürmek istemiyoruz" diyor. Hemen ardından, "Ama özgürlüğümüzü kazanmamızın da başka yolu yoktur" diye ekliyor. Kendisi sadece Kürt halkının da değil, tüm insanlığın yüreğinin dili olmuş; insanlığa görevlerini hatırlatıyor. Faşist TC devletinin Kürt halkının kaderi haline getirmek istediği zulüm, kan ve gözyaşı politikasına karşı tüm insanlığı tutum belirlemeye çağırıyor. "Susmak en büyük suçu işlemektir. Eğer gözlerinizin önünde akan bu kanı görüyor ve sessiz kalıyorsanız, en büyük suçlu sizlersiniz" diye uyarıda bulunuyor. Bir bütün olan insanlığın en kadim parçası insanlık dışı yöntemlerle tarihten silinmek istenirken, insanlığın suskun kalmasını kesinlikle kabul etmiyor.
Zilan yoldaş, Kürt halkının PKK önderliğinde yükselen diriliş mücadelesi öncesindeki gerçekliğine de parmak basıyor ve onu "bir bütün olarak ulusal yok oluş sürecini yaşayan, soysuzlaşmanın eşiğine getirilen", "ulusal değerlerini, beynini, ruhunu, öz kimliğini düşmana kaptıran bir halk" olarak tanımlıyor. Daha da ileri gidiyor; "sadece kimliği değil, beyni de egemenler adına çalışan, ona hizmet eden, onun için savaşan ve giderek hayvanlaşmanın eşiğine getirilen ve emperyalizmin de hizmetine sunulan" bir halk gerçekliğinden söz ediyor. "Yurtseverlik rolünden uzak, düşmana tabi, vatansız, tarihi egemenler tarafından yok edilen, gerçek aydınlarını istenilen düzeyde çıkaramayan yitik bir ülke ve halk gerçekliği" ile yüz yüze bulunduğumuzu belirtiyor. PKK'nin öncülük ettiği mücadelesiyle böyle bir halkı tarihte ilk defa yücelterek hak ettiği yere getirdiğini söylüyor. Bunun mucize türünden bir gelişme olduğunu çok iyi biliyor. Bu mucizeyi gerçekleştiren tarzın sahibi olan Parti Önderliği'ni en iyi anlayan bir konuma ulaşmış ve zaten Başkan Apo'ya hitap ediyor. Kullandığı sözcükler yüreğinden sökün edercesine sevgi yüklüdür. "Bizler sizin bitmez tükenmez emek ve çabalarınıza karşılık canımızı bile versek yeterli değildir. Keşke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı" diyerek en soylu bağlılık biçimini sergiliyor.
Kuşkusuz bu değerlendirmeler çok büyük bir önem ve değer taşıyor. Çünkü bu sözler sıradan bir insanın ağzından çıkmıyor veya tanıdık bir gözlemcinin eliyle beyaz kâğıda dökülmüyor. Tahripkâr bir sömürgeci egemenlik altında yaşayan halkının özgürlük isteminin yüce ifadesi olmuş ve bunu görkemli eylemiyle kanıtlamış eşsiz bir militan tarafından dillendiriliyor. Bu kadar kesin ve çarpıcı değerlendirmelerin sahibi olan Zilan yoldaş, büyüleyici bir yaşamın temsilcisi ve sözcüsü olarak, değiştirilmesi gereken acı ve utanç verici bir gerçekliği gözlerimizin önüne seriyor. Kişiyi büyüten şey, kendi davasının tartışılmaz büyüklüğü kadar, değiştirmek üzere yola çıktığı objektif gerçekliğin korkunç zorlukları oluyor. Bu büyük devrim şehidine bağlılık, bu sözlerin dile getirdiği gerçekliğin doğru kavranmasını ve tutarlı bir cevap haline gelinmesini gerektiriyor.
Soykırım sözcüğünü sıkça kullanıyoruz. Ama içerdeki dehşet verici gerçeği bilerek ve tüm çıplaklığıyla kavrayarak bu sözcüğü kullandığımız söylenemez. Hele ruhsal planda ve duygu boyutunda bu sözcükten çok fazla etkilendiğimizi iddia edemeyiz. Kimi zaman da aynı sözcük bizde esas olarak Hitler'in yaptığı soykırımları çağrıştırıyor. Veya kardeş halkların, Ermeniler ve Süryanilerin uğradığı mezalimi anımsıyoruz. Gaz odalarına doldurulan insanların sistematik bir kırım planı çerçevesinde gaddarca ortadan kaldırılması aklımıza geliyor. "Etnik bir topluluğun sistematik bir biçimde yok edilmesi" olarak tanımlanan soykırım, çoğunlukla fiziksel imha girişimlerini akla getiriyor. Soykırım suçuyla itham edilen Türk egemenleri, soykırımın önüne bir "sözde" sözcüğünü eklemeyi çok severler. Belki ağır gelecek, ancak Kürt halkına karşı yapılan soykırım uygulaması karşısındaki duruşumuz "sözde" kalıyor. Bu soykırım uygulamasının kesintisiz devam etmekte olduğunu düşünürsek, bunun hiç de haksız bir yargı olmadığını kabul etmekte zorlanmayacağız.
Ne soykırıma ilişkin bilgimizin, ne de ruhsal tepkilerimizin Türk egemenlerinin soykırım pratiğini izah etmeye yetebildiğini kesinlikle söyleyemeyiz. Deneyimli bir gazeteci, duyarlı bir belge yazarı ve romancı olan Eduardo Galeano, belki de Latin Amerika örneğinde yerli halkların yok ediliş olgusunu yakından tanımış olmasının sağladığı bilinçle soykırım olgusunu son derece çarpıcı sözcüklerle ortaya koyuyor. "Soykırım planı: önce otu biçmek, canlı olan son bitkiye kadar her şeyi kökünden sökmek. Toprağı tuzla sulamak... Sonra otun belleğini öldürmek. Bilinçleri sömürgeleştirmek için onları yok etmek; yok etmek için, geçmişlerini boşaltmak. Bölgedeki tüm sessiz tanıkları, hapishaneleri, mezarlıkları ortadan kaldırmak. Anımsamak yasaktı." Burada plan düzeyinde ele alınan soykırım Kürdistan'da neredeyse harfiyen ve hiç sapmaksızın hayata geçirildiği rahatlıkla belirtilebilir. "Otun belleğini öldürmek. Bilinçleri sömürgeleştirmek için onları yok etmek; yok etmek için, geçmişlerini boşaltmak", Kürdistan gerçeğinde en yıkıcı soykırım uygulamasını ifade ediyor. Zilan yoldaşın kişiliği ve eylemi, böyle bir soykırım uygulamasına karşı yaşamı savunma ve zafere götürmenin adı oluyor.
Başkan Apo yaptığı son çözümlemelerinden birinde, "en bozulmuş neslin en basit fiziksel üreticileri" diye bir tanımlamada bulunuyor. Buradaki tanımlamada Kürt erkeği en bozulmuş nesli anlatırken, kadın da bu erkeğin neslini sürdürmesini sağlayacak basit üretici olarak ortaya çıkıyor. Bozulmuş nesil yaşamın anlamından habersizdir; vatansız, kimliksiz, özgürlüksüz, tarihten habersiz, donmuş bir yürek ve silinmiş bir bellekle toprağın üstünde gezinebildiğinde 'yaşıyorum' diyebiliyor. En rahatsız edici ve tiksindirici koşullarda kendini rahatlığın pamuktan ellerine ve demirden yüreğine terk edebiliyor. Kimlik olmayınca, gururdan da söz edilemiyor. Tarih bilinci ve ulusal bilinç yok olunca, ulusal gurur da yitip gidiyor ve utanç duygusunun yaşanması mümkün olmuyor. Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini ayırt etme yetisini yitirmiş kimsede vicdan yoktur. Vicdan olmayınca, ne utancı ne de gururu yaşayabiliyor. Gerçekte ise böylesi bir tip hiç yaşamıyor.
Başka yerde de üzerinde duruldu: Tehcir, yani göçertme, Kürdistan'da uygulanan soykırım pratiğinin önemli unsurlarından biridir ve mevcut durumda düşmanın tarafından ısrarla sürdürülüyor. "Kök kazıma"nın bir türü de budur. Sürgün; topraktan kopartmak, yaşamın üzerinde yeşerdiği zeminden söküp çıkarmak ve köksüzlüğe mahkûm etmek demektir. Vatan sürgünü olan aynı zamanda yaşamın da sürgünü durumuna düşürülüyor. Bu ikili sürgün olgusu, Kürdistan'da uygulanan Türk soykırımının en belirgin özelliğini oluşturuyor. Böylesi bir soykırım sürecine alınmış insanda ölümün nerede başladığı ve yaşamın nerede sona erdiği tümüyle birbirine karışıyor. En sıradan bir doğal fiziksel ölümün bile bir anlamı var. Fiziksel açıdan bakıldığında, her doğum aynı zamanda bir ölüm yolculuğudur. Ancak burada sözkonusu olan en anlamsız bir ölüm biçimine mahkûmiyettir. Buna kölece yaşam demek bile zordur. Değerli bilim adamı İsmail Beşikçi'nin "Kürdistan sömürge bile değildir" sözleri, Kürdün köle bile olmadığı gerçeğiyle aynı anlama geliyor. Kürt insanı, bir kölenin sahip olduğu yaşam düzeyinin de gerisinde, bir örneği daha zor bulunur bir yaşam biçiminin tutsağıdır. En korkunç olanı ise tutsak olduğunu bilmemesidir.
"En bozulmuş nesil", yaşayıp yaşamadığı belirsiz insanlar topluluğudur; özellikle bu topluluğun erkeğidir. Erkek denilince aslında hemen akla iktidarın gelmesi gerekiyor. Çünkü sınıflı topluma geçişle birlikte yaşanan tarih esas olarak erkeğin egemenliğini anlatıyor. Her sınıflı toplumun egemen gücü erkektir. Egemenlik kurmak ya da iktidar olmak, kuşkusuz sadece kadın üzerindeki egemenlikle sınırlı değildir. Elbette egemenliğin sınıfsal boyutu da var. Ancak egemen sınıf, esasta erkek egemenliği ile aynı anlama sahiptir. Egemen sınıf içindeki kadının da egemen olduğunu söylemek oldukça zor. Sınıflı toplum gerçeği, erkek egemen toplum gerçeğidir. Erkek denilince, akla iktidarın gelmesi de bu yüzdendir.
Kürdistan gerçeğinde bu genel doğrunun gerçekliliği kalmamıştır. Kürt erkeği düşman tarafından korkunç bir biçimde güçten düşürülmüş, iğdiş edilmiş ve iktidarsızlaştırılmıştır. Bütün iktidar mevzilerinden kovulan Kürt erkeği, Başkan Apo'nun deyişiyle karılaştırılmış erkektir. İktidar gerçeği muktedir olmayı, kuvvet ve kudret sahibi haline gelmeyi gerektirir. Oysa en değme Kürt erkeği bile sıradan bir düşman askeri karşısında çaresizdir. Özellikle ülkemizin ulusal direniş tarihi öncesindeki erkeğin durumu tamı tamına budur. Bu iktidarsız erkeğin kendini iktidar yapabileceğine inandığı tek bir alan kalmıştır: Bu da ailedir. İktidarsız erkek, aile içinde kadın ve çocuklar üzerinde en çarpık bir iktidar biçimine yönelmekte; böyle bir ortamda en iktidarsız haliyle iktidar olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Köle bile olmayan erkek ve böyle bir erkeğin kölesi bir kadın, Kürt’ün trajedisidir. Kürt’ün tükenişini böyle bir aile gerçeği ortamında görmek hiç de zor değildir. Bir özel mülkiyet kurumu olarak aile, genelde bir olumsuzluğu ifade etse de, Kürdistan somutunda Kürt’ün en büyük kördüğümüdür. Kürt’ün kaderi bu kördüğümün mutlaka çözülmesine bağlıdır. Kürt gerçeği bütün çıplaklığıyla görülmek ve köleliğin bile gerisinde seyreden statüsü anlaşılmak isteniyorsa, buradan yola çıkılması şarttır.
Kürt gerçeğinde ihanetin içselleşmesi ve ulusal ve toplumsal bünyeyi acımasızca kemiren kanserden beter bir hastalık haline gelmesi de bu gerçeklikle bağlantılıdır. Böylesi bir kurumun işlevi, en bozulmuş bir soyun sürdürülmesini sağlamaktan ibarettir. Tamamen içgüdüsel özellikler taşıyan bu soy sürdürme biçimi canlı doğanın her varlığında rahatlıkla görülebilir. Hayvanlar ve bitkiler âleminde de soy sürdürmeyi sağlayacak mekanizmalar vardır. Susuz arazideki kaktüs, çölün kurutucu özelliğine dayanabilmek için gövdesinde ihtiyacını giderecek suyu biriktirir. Çorak toprakta yetişen domates türü, toprağa kök salma olasılığını güçlendirmek için içinde bolca tohum çekirdeği barındırır. Çölde yaşayan deve, susuzluğa dayanıklı olmasını sağlayan bir mekanizmanın sahibidir. Bu konuda örnekler alabildiğine çoğaltılabilir. Kürt erkeğinin soy sürdürme tarzı da bir bakıma buna yakın bir düzeye indirgenmiştir. "Çok çocuk yapmak", bu tür soy sürdürme biçiminin en çirkin yolu olmaktadır. Burada ulusal soy sürdürmenin esamisi bile okunmaz. Böyle olunca, sömürgeci egemenliğe hizmet edecek bir isimsiz köleler ordusu peydahlanmanın ötesine geçilemez.
Dolayısıyla Kürt kadını "en bozulmuş bir neslin en basit fiziksel üreticisi" konumundan çıkmadıkça, ulusal soy sürdürme düzeyini yakalamak imkânsızdır. Kadının özgürleşme yoluna girmesi ancak böyle bir konumdan tamamen kopmasıyla mümkün olabilir. Bu açıdan kadının kurtuluşu, ülkenin ve ulusun kurtuluşuyla özdeştir. Özgürleşen kadın; özgürleşen vatan, özgürleşen ulus ve özgürleşen erkektir. Zilan yoldaş kadının özgürleşmesinde ulaşılması gereken düzeyi temsil etmekte; bununla da kalmayarak, bu düzeyi yakalamanın emredici gücü olmaktadır. Mevcut gerçekliğin derin bilincine ulaşmadan ve bununla birlikte zapt edilmez özgürlük tutkusu olmadan, böyle bir düzey asla yakalanamaz. Bunun tersi hızla yaşamın tükenişine götüren en soysuz bir yaşama yol aldırmaktan başka bir sonuç veremez.
Kürdistan'da gelişen devrimin böyle bir zeminde yaşayan toplumun içinden gelen insanla ilerletilmesi zorunluluğu kendi içinde ciddi zorluklar barındırmaktadır. Belleği oldukça zayıflatılmış ve bilinci sömürgeleştirilmiş birey, umut ve inanç katliamından geçtiği ve kendi gerçekliğine yabancılaştırıldığı için, kendi özüne dönüşü de sancılı olmaktadır. Zilan yoldaşın gerçekte bir öncü devrimciyi anlatan sözleriyle bireyin ölüm uykusundan uyandırılan halka öncülük yapabilmesi için, yüksek bir sorumluluk duygusu taşıması, öngörü sahibi olması, büyük cesaret ve fedakârlık sergilemesi kaçınılmazdır. Ancak burada birey adeta daha başındayken çarpık büyüyen bir ağacın bir süre sonra artık düzeltilememesi gibi, kendi gerçek kökü ve gövdesiyle bütünleşmekte zorlanmaktadır. Zayıflıklar kendisini sürekli geriye çekmekte, zayıflığı güç kazanmanın gerekçesine dönüştürememektedir. Kuşkusuz insan bir ağaç değildir. İnsan sadece fiziksel değil, aynı zamanda iradi bir varlıktır. İnsandaki azim ve irade, taşı bile eritecek en güçlü silahtır; en inanılmaz olanı gerçekleştirebilir. Bu gerçeği en güçlü bir biçimde kavrayanlar kendilerini pratikte kanıtlamış büyük devrimcilerdir. Sema Yüce yoldaş bunlardan biridir. O, "PKK'lilik ve PKK ruhu olduğu sürece güçsüz insan yoktur" demektedir. Doğru olan ve pratikte gerçekleşen şey budur.
PKK militanlığı, Kürdistan gibi sömürge bile olamayan bir ülkede, her şeyin üretici gücünden yoksun kılınmış bir toplumun bağrından kurtuluşun büyük motor gücü olan özgür insanı ortaya çıkarmanın adıdır. PKK Önderliğinin tarzı bunu başarma tarzıdır. Bu tarz, dünyanın en düşürülmüş halkının bağrından, insanlığın en seçkin öncü örneklerini ortaya çıkarmış ve tarihe mal etmiştir. Gerçek böyle olduğu halde gelişmemekten söz etmek veya 'yapamıyorum' demek, müthiş bir inkârcı olup çıkmak demektir. Kemal Pir ve Mazlum Doğan, Zilan ve Sema gibi özgürlük tanrıları ve tanrıçaları PKK'deki önderlik tarzının eserleridir. Nitekim Zilan yoldaş Parti Önderliği'ne yazdığı mektubunda "Siz yaşamınızla bir halkı yeniden yarattınız. Bizler sizin eseriniziz" demektedir. Onlar aynı zamanda bu tarzın büyük temsilcileri ve yetkin uygulayıcılarıdır. Onların anısına bağlılık, her şeyden önce bu tarza ulaşmak ve onu uygulamaktan geçmektedir.
Bu noktada PKK tarzına ulaşmadaki başarısızlığı izah etmeye çalışmak, yenilgili ve ölgün kişiliğine sevdalanmaya uyduruk gerekçeler hazırlamak demektir. Zilan yoldaş bu konudaki yanlış yaklaşımları da şiddetle mahkûm etmekte; "Sıkça tekrarlanan küçük-burjuva, köylülük, feodal anlayışların kişiliklerimizdeki yer etmişliği, düşmanın şekillendirmesi, özel savaşın etkileri ve buna benzer gerekçelere sığınarak (verilen) çeşitli özeleştirilerin bizi ilerletmediği açıklık kazanmıştır. Verilecek en iyi özeleştirinin doğru bir pratikten geçtiğine inanıyorum" demektedir. Yakamızı kurtarmaya çalıştığımız beladan şikâyet etmek, belaya teslim olmaktır. Soykırım içerikli bir sömürgecilik ve feodal parçalanmışlık, bu tür bir yaklaşımın üzerinde vücut bulduğu zemindir. Oysa devrimcilik iddiasıyla ortaya çıkmak ve devrimcileşmek, bu zemini ortadan kaldırmaya karar vermek demektir. Bu karara aykırı her türlü tutum ve davranış, özünde, soykırıma dayanan Türk sömürgeciliğinin "anımsamak ve intikam almaya yönelmek yasaktır" uyarısına uygun hareket etmekten farksızdır.
Çok kısa bir süre aktif mücadele ortamında yer aldığı halde, Zilan yoldaşın kendi kişiliğinde dev bir patlama yaratmasına ve büyümenin sınırlarını sonuna kadar zorlamasına karşılık, bizim durumumuz böyle değildir. Birçoğumuzda görülen şey, kendimizi açıkça itiraf etmesek bile, düşmanın bizi içine hapsettiği zırhı kendi dünyamız olarak benimsemek ve bu zırhın içinde hareketsizliği yaşamaktır. Zırhlı kişilik, düşmanın kendine giydirdiği zırhı parçalamadıkça ve bu zırhın dışına çıkmadıkça gelişme gösteremez. Kendisine giydirilen zırhın içinde kalmayı içine sindirebildiği sürece, kişinin hareketliliği zırhıyla birlikte olmak durumundadır. Böyle olunca zırhlı kişilik, kaplumbağanın evini sırtında taşıması gibi kendi dünyasını sırtında taşıyacaktır. Bu ise eski dünyanın kendisidir, zırh düşmanın bireye içerdiği düzen kişiliğidir. Bu kişilik kişinin zindanıdır. Zindanda yaşadığını bilince çıkarıp onu yıkmayı hedeflemedikçe özgürlük arayışına yönelmek olanaksızdır. Düzenin giydirdiği zırhın içinde kalarak özgürlük istemek, ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bir tutsağın yaşadığı zindan koşullarını iyileştirmeye çalışmasından başka bir şey değildir.
Zindanda, aynı anlama gelmek üzere eski düzenin kişilik (ya da kişiliksizlik) zırhı içinde kalarak özgürlük istemenin politikanın dilindeki adı reformizmdir. Başka ülkeler ve halklar sözkonusu olduğunda, reformculuğun ve reformcu tarzın belki bir anlamı olabilir. Ama Kürdistan koşullarında reformculuğun en azından içinden geçtiğimiz süreçte kişiyi götüreceği yer, son tahlilde düşmana teslimiyet ve ihanettir. Çünkü faşist-sömürgeci rejim soykırım politikasını en aşağılık yöntemlerle hayata geçirmekten kesinlikle vazgeçmiş değildir ve halkımızı tarihin karanlıklarına gömmek istemektedir. Katilin kana susadığı ve tüm gücüyle öldürmek için yüklendiği bir ortamda yaşadığımız bir gerçekse burada reformculuk denilen şey sadece katilden fazla incitmeden öldürmesini talep etmek olabilir. Kendi ayaklarıyla mezbahanın yolunu tutmuş koyunun kasabın bıçağı karşısındaki teslimiyetinden farksız olan bu tutumu kendine yakıştırmak suçtur. Böylesi halkların celladı bir rejim karşısında yapılması gereken şey, yaşama dört elle sarılmak ve bunun için de katilin cinayetlerine devam etmesinin önüne geçmektir. Bu da düşman karşısında başarı ve kesin zaferi getirecek tarzın yakalanmasıyla mümkündür.
Zırhlı kişilik esasta erkek kişiliğidir. Kadının Kürdistan'ın toplumsal yapısındaki yeri ve konumu, bu kişiliğin kendi zırhının dışına çıkmakta isteksiz davranmasının en önemli ve belki de başta gelen bir nedenidir. En çarpık iktidar tarzının, bir başka deyişle en iktidarsızın iktidarının uygulayıcısı olan bu kişilik, gerçekte kadının özgürlük ve eşitlik uğruna savaşımına değer biçmek ve olumlu karşılık vermekten uzaktır. 'Hiçbir şeye sahip olamayacak kadar her şeyden kopmuş' olan bu kişilik, kendisini de içten içe tüketen kadın üzerindeki iğrenç egemenlik biçiminden vazgeçmeye niyetsiz görünmekte veya en azından net bir tavrın sahibi olamamaktadır. Bütün yüce değerlerden kopartılmış ve düşmanın karılaştırdığı bu erkek, 'tüm tarihin yenilgisinin en altta kalanı' olan kadının kocası olmakla bir şeye sahip olacağını sanmakta ve bundan kopmakla çok şeyler yitireceğine inanmaktadır. Başkan Apo'nun dediği gibi vicdansızlık ve çirkinlikle kendi kaderini bile değerlendirmekten kaçınması, aynı şekilde yaşamın tükenişine gelip dayandığı halde bundan büyük rahatsızlık duymaması, bir bakıma bir şeyler yitirme korkusunu yaşayan adamın tutumunu yansıtmaktadır.
Kürk erkeğinin içinde bulunduğu bu düşkünlüğün belirtileri parti ortamındaki erkek kesimi arasında da yansımasını bulmaktadır. Aynı anda iki ayrı tutumu birden yaşatma, yani bir yandan partiye karasevda türü bir bağlılık gösterirken, diğer yandan çok kısa bir süre sonra ihanetin en alçakça biçimlerine yönelme genellikle erkek pratiğinde karşımıza çıkan bir durum olmaktadır. Devrim ortamındaki kadının saflarından Zeki tipi bir hainin çıkmaması bu bakımdan önemlidir. Kadın erkekten çok daha fazla parti ve devrim davasına bağlılık göstermektedir. Gerilla saflarındaki kadın, düşman çemberi içinden kurtulmanın imkânsızlığını fark ettiği anda topluca ve gözünü kırpmadan bombalarla kendini imha etmekten çekinmemekte; yaşamın bütün alanlarında en çarpıcı eylem biçimlerine rahatça yönelebilmektedir. Kadının daha büyük ve güçlü duygulara sahip olması ve özgürlük tutkusu, onu en çarpıcı eylemlerin sahibi yapmaktadır.
Peki, bu neden böyledir? Her şeyden önce, erkeğe oranla kadın özgürleşmeye daha büyük ihtiyaç duymaktadır. Özgürlüğe bu susamışlık, onda kendi bedenini ateşe vererek küllerinden yeniden doğma tutkusu doğurmakta ve bu tutkunun eyleme dökülmesini sağlamaktadır. İkincisi, kadının yitireceği hiçbir şey kalmamıştır; hatta yitirilecek hiçbir şeyi yoktur ve olmamıştır. Kadın devrimci mücadele içinde ve mücadeleye kendi cinsini ve özgürlüğünü kazanmakta; geleceğin eşitlik ve özgürlük dünyası en çok kadının açık gözlerle rüyasını gördüğü bir ütopya özelliğini taşımaktadır. Üçüncüsü ve bir açıdan en önemlisi, mücadele ortamındaki erkeğin kendi cinsinin yaşadığı düşkünlüğe cevap olacak bir büyüklük ve yüceliğe yönelmede nispeten zayıflık sergilemesi kadını oldukça zorlamakta ve onu en çarpıcı ve kişiyi derinden sarsacak eylemlere girişmek zorunda bırakmaktadır. Parti militanı bu gerçeği görmek ve kendi gerçeğini daha derinliğine sorgulayarak kadını zorlayan olumsuzluklarını hızla aşmak göreviyle karşı karşıyadır. Bunu yapmadığımız sürece Zilan, Zekiye, Ronahî, Bêrîvan, Sema ve daha başka özgürlük tanrıçalarına yoldaş diyebilme hakkına sahip olamayacağımız kesindir.
Kadın, aile ve mülkiyet gerçeği, sınıfsız toplum idealine yürüyenler için en çok sorgulanması gereken gerçeklerdir. Kadının köleleşmesi, sınıflı toplumun da başlangıcıdır. Özel mülkiyet, devletin oluşum ve aile gerçeği birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Anaerkil özellikteki ilkel komünal toplumun aşılması, kadının erkek tarafından mülk edinilmesini beraberinde getirmiştir. Kadının erk olduğu, buna karşılık baskıcı ve sömürücü olmadığı ilkel komünist toplum, ezilenler tarafından yüzyıllar boyunca yitirilmiş cennet olarak anılmıştır. Bundan sonra art arda gelen bütün sınıflı toplumlar, erkek-egemen toplumlar olmuşlardır. En son sınıflı toplum olan kapitalist toplumda kadın tipik bir metaa dönüştürülmüş; kadının çekim gücü bir reklam aracı olarak değerlendirilmiştir.
Her türlü değeri ve bütün ilişkileri metalaştıran kapitalist toplumda, kadın her şeye rağmen bir üretim aracı konumundadır. Nitekim Komünist Manifesto'da bu gerçek çarpıcı bir biçimde dile getirilmektedir. Komünistlerin kadını ortaklaşmacılığa dâhil etmek istedikleri iddiasına karşılık, Marks ve Engels, kadını bir mülk olarak değerlendirdiği için, üretim araçları üzerindeki mülkiyetin kamulaştırılacağını işiten kapitalistin bundan kadının da kamulaştırılacağı sonucunu çıkardığını belirtmektedirler. Kadın, mücadelesiyle bazı kazanımlar elde etse ve bazı mevkiler kazansa da en gelişmiş kapitalist toplumlarda bile erkek egemenliğini kökten sarsacak bir gelişmenin ortaya çıktığını söylemek olanaksızdır. Reel sosyalist sistemin çöküşünde de kadının özgürlük ve eşitlik uğruna savaşıma kaldırılamamasının büyük payı vardır. Genel ilke düzeyinde kadının özgürleşme düzeyinin toplumun özgürlük düzeyini belirlediği ve kadının katılmadığı bir devrimci hareketin başarı kazanamayacağı söylense bile, bununla uyum içinde bir pratik sergilenememiştir.
PKK hareketi, insanlığın en ezilen kesimini bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine çeken bir harekettir. Hiç kuşkusuz yücelme en çok düşürülmüş olanın ihtiyacıdır. Kürdistan insanlığın en düşürülmüş parçası olan Kürt halkının yaşadığı bir ülkedir. PKK hareketi bu halkın özgürlük isteminin ifadesi olmak için savaşmaktadır ve bu savaşımı zafere götürmekte kararlıdır. Kürdistan'ın içinde de kadın "tüm tarihin yenilgisinin en altta kalan" kitlesidir; en çok sömürülen ve baskıya maruz kalan kesimi meydana getirmektedir. Dolayısıyla en alttakinin erkekle özgürlük ve eşitlik düzeyini yakalaması gerçekleşmedikçe, toplumun gerçek özgürlük düzeyini zorlaması da düşünülemez. PKK bir özgürlük hareketidir ve bu karakterinden ötürü özgürlüğe en çok ihtiyacı olanların partisidir. Eğer özgürlüğe en çok ihtiyaç duyan kadınsa ve bunu da bizzat en çarpıcı eylem türleriyle kanıtlıyorsa, PKK'nin özünde kadınların ya da kadın cinsinin partisi olduğunu söylemek hiç yanlış olmayacaktır.
Şu çıplak gerçeğin asla göz ardı edilmemesi gerekir: En çok ezilen ve sömürülen ve özgürlüğe en uzak olan toplumsal güçler egemen olmadıkça, özgürlük ve eşitliği yakalayamaz veya genelleştiremez. Çokça söylendiği gibi, proletarya kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırmak için iktidar olmak zorundadır. Proletarya iktidarı, iktidar aygıtı olan devletin sönüşünün de başlangıcıdır. Cinsler açısından bakıldığında, erkek burjuvaziyi oynarken, kadın proleter konumdadır. Kürdistan toplumu, bu ilişki biçiminin en çıplak haliyle yaşandığı bir toplumdur. 'Proleter' kadın, egemen 'burjuva' erkeğin egemenliğini bütün belirtileriyle ortadan kaldırmak istiyorsa, erki eline geçirmesi kaçınılmazdır. Her egemenliği bir baskı ve sömürü mekanizması biçiminde algılamak elbette yanlıştır. Kadının egemenliği ruhsal ve bedensel planda her türlü baskı ve sömürü biçimini ortadan kaldıracak biricik egemenlik biçimidir. İnsanlığın cennet ideali de aslında böylesi bir egemenliğin yaratacağı toplumla özdeştir. Proletaryanın komünizm ütopyası aslında budur.
Zilan yoldaşın anısına bağlılık, onun soylu ütopyasını günlük devrimci pratik içinde hayata geçirmekle yükümlü kadın ve erkek militanların bu gerçekler temelinde kendilerini her an yeniden yapmalarından geçmektedir. Zilan yoldaşın anısı bir özgürlük çağrısıdır; bu özgürlük çağrısı, aynı zamanda bir savaş ve zafer çağrısıdır. Bu çağrıya cevap olmayı tüm benlikleriyle gereken karşılığı vermek isteyenler, önderliğe göre olmakla yükümlüdür. Başkan Apo'nun sözleriyle ifade edilecek olursak, önderliğe göre olabilmek, en büyük tanrıçalardan bugüne kadar olan bütün düşüşlere cevap olmaktan geçer. Bu cevap olmayı başardığımızda
büyük bir gururla Zilan'a ve onunla birlikte özgürlük mücadelemizin diğer tanrıları ve tanrıçalarına yoldaş demek hakkına sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ali Haydar Kaytan
“27 Haziran tarihinde Muş’a bağlı bir köyde düşmanla girdiği çatışmada kahramanca direniş sergileyerek şahadete ulaşan Ağrı doğumlu Mazlum arkadaş, Kürdistan’da uygulanan baskı, işkence ve gözaltına alınmalarla halkımıza karşı düşmanın geliştirdiği soykırım uygulamalarına yakından tanıklık etmiştir. Mazlum bir halkın özgürlük umudu Mazlumlarca geliştirilen direniş mücadelesi yolunu seçerek 2011 yılında saflarımıza katılım sağlayan Mazlum arkadaş henüz yeni bir yoldaşımız olmuş olsa da bu gerçekliklerin bilinciyle özgürlük mücadelesi içindeki yerini almıştır. Direniş yolunda, şehitlerin izinde düşmanla girdiği çatışmada Keskin arkadaşımızla birlikte özgürlük şehitleri kervanına adını altın harflerle yazdırarak, bir kez daha direnişin zafere dönüşen iradesini düşman karşısında sergilemiştir.”
5 Temmuz 2012 günü yapılan açıklamada HPG Ana Karargâh Komutanlığı Mazlum Agıri yoldaşın şehadetini bu sözlerle duyurmuştu.
Mazlum arkadaşı katıldığı dönemden itibaren tanıyan mücadele arkadaşlarından T.Y.“Mazlum arkadaş Ağrı Taşlıçaylı idi. 2011 yılında Serhat eyaletine Ağrı dağı bölgesi üzerinden katılım yaptı. Taşlıçay, Ağrı çevresinde partinin etkinlik kuramadığı ilçelerden biriydi. Yurtsever kesimleri olmakla birlikte sağ eğilimli bir yerdir. Katı bir din anlayışıyla birlikte kapalı bir toplum yapısına sahip olan bir alandır. Mazlum arkadaş üniversite okuduğu sırada okulunu bırakarak gelmişti.
Yaşama, eğitime ve pratiğe katılımı ise yeni bir arkadaşa göre ileri düzeydeydi. İleride parti için önemli işler yapabilecek bir arkadaştı. Bilinçli olduğu kadar olgun bir kişiliğe sahipti. Önderlik felsefesini, örgüt yaşamını kavramada belli bir aşamaya gelmişti. Değerlendirmeleri ve katılımı insanı şaşırtacak düzeydeydi. Yeni katılan arkadaşların sistem etkilerini atmaları normal koşullarda zaman alır. Çünkü kültürel, toplumsal asimilasyonun etkileriyle bireylerde önemli bir tahribat görülür. Ama Mazlum arkadaş bunları erken aşıyordu. Hatta sanki o sistemde yaşamamış gibiydi. Önderlik felsefesinde derinleşmişti. Ona göre Önderlik felsefesi günlük olarak yaşanmalıydı. Müthiş belirlemeleri vardı. Tüm eski arkadaşlar buna şaşırırlardı.”diyerek onu anlatmaya çalışıyor.
Yeni olmasına rağmen çok önemli çalışmalara verilmesinin tartışıldığını belirten mücadele arkadaşı; “Eski arkadaşların yanında deneyim kazanması öngörülüyordu. İleriye dönük hazırlanmak isteniyordu. Korunması gerektiği düşünülüyordu. İlerde sorumluluk kaldırabilecek bir arkadaştı. Eğitim duruşundan işlere yaklaşımına kadar çok olumluydu. Onun yaptığı işler güven verirdi. Örneğin tünellerde kalırdık ve kar tünel ağızlarını tıkatır. Herhangi bir arkadaş tüneli açmaya gönderildiğinde yaptığı iş ona sorulurdu. Ama kimse Mazlum arkadaşa sorma gereği duymazdı, çünkü o işini sağlam, titiz yapardı. Pratiğe istekle yöneldi. Eylem birimlerinde yer almayı çok önerdi.”sözleriyle Mazlum arkadaşın kişilik özelliklerini ifade ediyor.
Kısa zamanda şehit olması arkadaşları çok üzdü. Bütün arkadaşların yüreklerinde yer edinmişti.”sözleri de Mazlum arkadaşın geride bıraktığı yoldaşlarında nasıl etkiler bıraktığını yansıtmak için dile gelmiştir. Onun şehadeti gelecek açısından umut vaat eden bir yoldaşlarını yitirmenin derin üzüntüsünü yaşatmıştır tüm yoldaşlarına ve sıcağı sıcağına intikam eylemleri yapılmıştır.
Mücadele Yoldaşları
“Adı gibi keskin vuruşlu, atik ve canlı Keskin yoldaş Urfa’da doğup büyümüştür. 2001 yılında mücadele saflarımıza katılım sağlarken, birçok alanımızda büyük bir coşkuyla çalışmalarda yerini almıştır Keskin arkadaş. Xakurke, Xinere, Kandil ve Serhal bölgelerimizde kalan ve bu alanlardaki gerilla çalışmalarımıza güçlü katılımıyla dikkat çeken Keskin yoldaş, sömürgeciliğe karşı öfkesini gerilla mücadelesinin taktiksel ve hamlesel gelişimine adayarak geliştirme çabasıyla ortaya koymuştur.Onun duruşunda ve katılım biçiminde hep ileriye doğru güçlü bir adım daha atmak ve gelişme yaratmak esas olmuştur. Keskin arkadaş 27 Haziran tarihinde düşmanla girdiği çatışmada kahramanca direniş sergileyerek Mazlum yoldaşımızla birlikte özgürlük şehitleri kervanına katılmıştır.”
HPG Ana Karargâh Komutanlığı 5 Temmuz 2012 tarihli açıklamasında Keskin Suruç yoldaşın şehadetini duyururken bu vurgulara yer vermişti.
1983 Urfa Suruç Doğumlu olan Keskin arkadaş; 70’li yılların sonunda kan davası sebebiyle zorunlu olarak göç ettikleri Mersin’de ailenin en büyük çocuğu olarak doğup büyür. Yurtsever ve yoksul bir ailenin çocuğu olarak büyüyen Keskin arkadaş; küçük yaşta emekle tanışır. Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin etkisiyle birlikte Türkiye metropollerindeki Kürt karşıtı ayrımcı tutumun etkisini derinden hisseden Keskin arkadaş; mevsimlik işçi olarak çalıştıkları İç Anadolu Bölgesi’nde bu ayrımcılıkları yakından görür. Bu ayrımcı politikalar ve kendisinde uyanan ulusal etkilerin ardından mücadeleye ilgisi gelişen Keskin arkadaş; 2001 yılında mücadeleye katılır. Xinere’de gördüğü yeni savaşçı eğitimi ardından 2002 baharı Xakurke alanına pratik taburlarda kalır. 2002-2003 kışı kuzeye hazırlanır. 2003-2009 arası kesintisiz olarak Serhat’ın Ağrı dağı alanında pratik faaliyet yürütür. “Aşırı nesnelleştirilmiş dünyamızda, özgürlük arayışı, aşka ulaşmanın arayışını ifade eder. Sınıflı toplum zihniyetinin yaratımı olan ayrıcalık ve özel mülkiyet üzerinde şekillenmiş birey ve toplum ve kurumlaşması olan devletçi iktidar kurumuna karşı, birey ve toplumda komünal değerlerin geliştirilmesi, yükseltilmesi için verilecek mücadele özgür yaşama giden yolu ifade eder.”değerlendirmesini kendisine temel edinen Keskin arkadaş; “Bunları aşma noktasında meşru savunma kişiliğimin özellikleri biçiminde bir yoğunlaşma süreci yaşandı.Teoriyi özümseyen, buna göre ilkeli bir duruşun sahibi olma noktasında bir tavrın ve mücadelede ısrarın olması gerekiyor. Bu temelde meşru savunmayı yalnız 2009 yılı için değil bir yaşam tarzı biçiminde ele alarak bir mücadele anlayışına ulaşmak temel hedefimdir. Ancak bu temelde yetersiz yoldaşlığa cevap verilebilir. 2009 yılında Önderliğin özgürlüğü hedeflenmiştir. Bu misyonla 2009’da görevlere başarıya kilitlenme temelinde, başarıyı kendi kişiliğimde somutlaştırma sözü temelinde yükleneceğim.”ifadelerini kullanarak, 26 Haziran 2012’de Mazlum arkadaş ile birlikte şahadete kadar ulaşan bir pratiğin sahibi olur.
Keskin arkadaşın kendi ayakları üzerinde durmasını bilen bir arkadaş olduğunu ifade eden silah arkadaşları onu ayrıca şöyle tanımlıyorlar; “Çabası, emeği, fedakârlığı hep göze çarpan bir arkadaştı. Militanlık ölçüleri, bir militanın neler yapabileceği noktasında yoğunlaşması güçlüydü. Sürecin gereklerine hazırlık yapmak, cevap vermek konusunda kafa yoran bir arkadaştı da. Genç olmasına rağmen birçok işi bir arada yürütebiliyordu. Böyle bir yeteneği de vardı. Ağrı dağı, pratiği zor olan bölgelerden bir tanesiydi. Birçok şeyi aslında görevden sayılırdı. Tabii Keskin arkadaş o pratik içerisinde hiç bıkmadan, yılmadan tüm fedakârlıkları göstererek çalışmalara katıldı. Genç olmasına rağmen o haliyle sürekli görevlere giden gelen, öncülük yapan, öncülük yapmayı bilen bir arkadaştı. Kişilik özelliği konusunda mütevazılığı hep ön plandaydı. Şakacı bir özelliği de vardı.”
Bir yoldaşı da onun bulunduğu eyalette eski olmasına rağmen yine mütevazıyanına vurgu yapıyor ve ekliyor: “Pratik katkılarının yanında örgütsel ve yaşamsal duruşu da çok şey ifade ediyordu. Onu gördüğümde on yıldır o eyalette kalmış gibi bir havaya girmediğini gördüm. Yeni katılmış biri kadar heyecanlı, coşkuluydu. Normal koşullarda uzun süre pratikte kalmak insanda tıkanma yaratır. Ama Keskin arkadaşta bu yoktu. Tecrübeliydi,oldukça hareketli bir arkadaştı, şaka yapmaktan geri durmazdı. Ama toplantılarında açıklık ilkesine göre davranır, alçakgönüllü bir biçimde özeleştiri verirdi. Yetersizliklerini dile getirmekten kaçınmazdı. Bu etkileyici bir şeydi. Yetersizlikleri farklı gerekçelerle açıklama yoluna gitmezdi. Bu onun yoğunlaşma düzeyini de göstermekteydi. Kampta varlığı belirgindi. Eğitimlere katılırdı. Yaşama renk katardı. Bölge komutan yardımcısıydı ama bunu farklı bir biçimde kullanma gereği duymadı. Ne çeşit iş varsa içinde yer alırdı. Arkadaşların eksiklerini tamamlamaya çalışırdı. Sorunlara çözüm gücüydü. Emekçi bir insandı, öncüydü. Arkadaşların ondan rahatsız olduklarına tanık olmadım.”
Mücadele Yoldaşları
“1985 yılında Amed’inFarqin ilçesinde dünyaya geldim. Feodal kültürün hâkim olduğu, ailelerin de buna göre şekillendiği bir ortamda büyüdüm. Beşi kız, üçü erkek olmak üzere sekiz kardeşiz. Kardeşlerin en büyüğüyüm. 6 yıl okul okudum. Okula devam etmeyip katıldığım sürece kadar akrabalarımın yanında çalıştım. 2002 yılında partiye katıldım. Yeni savaşçılar eğitiminden sonra 3 yıl Xakurke’de kaldım. 2005’te Serhat alanına geçtim. Burada 2 yıl kaldıktan sonra tekrar güney alanına döndüm. 2007’den eğitime gelene kadar Zap alanında kaldım. Geçirdiğim bu yıllar boyunca sürekli aktif katılma çabası içerisinde oldum. Fakat eksik kalan yönüm bu çabayı örgütsel ve siyasal bir çaba biçimine ulaştıramamaktı. Siyasal anlamda yaşadığım donanımsızlık pratik içerisinde birçok sorunun çıkmasına neden oldu.”
Dılovan yoldaşın bu sözleri bir eğitim devresi platformuna sunduğu rapordan alıntı. Kendisini özellikle eğitime katılım boyutunda ciddi bir sorgulamadan geçiriyor. Kimi noktalarda yetersiz kaldığını düşünüyor:
“Eğitimdeki ilk tartışmalara katılımım özellikle savunmalar boyutunda zayıf geçti. Kalkıp konuşma isteğim olmasına rağmen buna uygun cesaret gösteremedim. Daha çok dinlemeyi anlamayı esas aldım. Genelde katılım dersinde ve pratik süreçle ilgili tartışmalarda daha çok görüş sunarım diye düşündüm.”
Durağanlığın bir sonuç getirmediğini gördükten sonra birtakım girişimleri olduğunu belirterek; “Ama bu durum benim hiç yoğunlaşma yaşamadığım anlamına da gelmez. Bu anlamda kendi kişiliğimi şekillendiren tarihsel toplumsal çürümeye odaklanıp, bunun tarihsel toplumsal köklerini oluşturduğu yerel ve kültürel şekillenmeyi çözmeye çalıştım. Çözdüğüm oranda örgüte gelmeyen yanlarımı gördüm.”
PKK gibi ideolojik eksenli bir oluşumda bulunan herkesin buna uygun bilinç oluşturmasını kimse yadırgamaz. Yeri geldiğinde her şey bir kenara bırakılarak çıplak savaş gerçeğiyle yüzleşme yaşanabilir. Bazen güçlü ideolojik mücadeleye sahne olur savaş sahası bile. İşin aslı tüm bunların birtakım ilke ve kurallara rağmen işlemediği gerçeğidir. Bunlar etle tırnak gibi iç içe geçmiş olgulardır. Biri olmadan diğeri olmaz. Ne salt savaş kahramanlığı, ne pratik gerçeklikten uzak tartışma ortamları gerçeği tek başına karşılamaya yeter. Bu yüzdendir ki her savaşçı bir pratiğin sonuçlarıyla hep karşı karşıyadır;bazen biri diğerinin önünde yol alıyor gibi dursa da. Pratik sözden, söz pratikten gizlenmeye çalıştıkça bulunmaya çalışılır. Bir bakıma eğitim pratikte saklı olanı, pratik ise eğitim süreçlerinde içimize attıklarımızı açığa çıkarma düzlemleridir. Ne eylem kahramanlığın sınandığı yerdir tek başına, ne eğitim ortamı yapılanla yapılamayanın tartıldığıuhrevi terazi.
Özlü katılım öyle bir şeydir ki sahibinin kim olduğunu değişik biçimlerde ele verir. Bazen bir tavır, bir etkili söz, cesur bir eylem, yeri geldiğinde susup beklemek biçimindedir. Hepsinin bir arada olduğu kimseler önder kişiliklerdir. Bir de şahadetinin hakkını vermiş olanlar. Dılovan yoldaş adım adım, kişiliğinde devrim özelliklerini örerek ulaşmış bir düzeye. Kendisinin dile getirdiği gibi kusursuz bir düzey değil bu. Ama kusurlarının farkına vardıkça üstüne gitmekten, bu uğurda acı çekip gerektiğinde canını vermekten çekinmeyen kahramanca duruşu simgeliyor. Geri yanlarına karşı son derece acımasız. Kendisine haksızlık mı ediyor düşüncesine bile götürecek kadar hem de. Bakınız bir yoldaşı onun için şöyle demiş: “Şehit Dılovan yoldaş cesaretli bir komutandı. Fedakârlığı ve her zor koşulda hep öne çıkmasıyla, ideolojide gelişkinliği, yaşamda her arkadaşa yardımcı oluşuylaDılovan denildiğinde akla gelen gerçek bir devrimciydi. Ve her sürecin ondan ne istediğini bilen biriydi.”
Anlatımlardan da anlaşılacağı üzere Dılovan yoldaş aslında ideolojik ve siyasal anlamda yeterince gelişkindir. Bilinç düzeyi ileridir. Var olan düzeyini örgütsel, yaşamsal ve eylemsel düzlemlerde açığa çıkarabilecek yetenektedir. Bir şey var ki o bu düzeyini asla yeterli görmüyor. Ayrıca dönemsel olarak geri kalışlarına yükleniyor, anlaşılmaz buluyor. Bu kesinlikle PKK tarzıdır. Olumluluklar söz konusu olduğunda bunu ait olduğu toplumsal, örgütsel yapıya, yanlışları kendi geri yanlarına yükler. İlerlemenin dinamiklerinden birisi de budur. Gece gündüz demeden çalışmak anlamına gelir. Üretimden, sorgulamadan uzak bir anın geçmesine dayanamamaktır. Başarıyı yakalamada neden ağır, gevşek kalındığını anlamak, bir daha aynı yanlışlara düşmemek için gerekli çabayı göstermektir. Bunun gerektirdiği özellikleri oluşturmak için gerekli yol ve yöntemi bulupbuluşturmaktır.
Dılovan arkadaş raporunun bir yerinde yöntem konusunda yaşadığı eksikliklerden söz ederken, kestirme çözüm arayışlarını, düz yaklaşımlarını değerlendirmiş. Bunun onu yalnızlaştırdığının farkına vardığında insanlara, yoldaşlarına karşı nasıl da kuşkucu bir kimliğe büründüğüne şaşırmış. Ulaştığı sonuçları şöyle formüle etmiş; “Bu durumun getireceği tehlikeleri gördüğüm için bu yalnızlık alışkanlığından kurtulup kolektivizmi ve bir bütün olarak paylaşımı esas alacağımı belirtebilirim.”
Bir süreden beri yaşadığı yoğunlaşmanın sonucunda aktif bir katılım kararlılığı belirterek ulaşılabilecek en kusursuz sonuca ulaşmış. “Bu temelde tüm geriye çeken egemen sistem zihniyet ve alışkanlıklarını aşıp daha erdemli ve örgütlü çizgi mücadelesi neyi gerektiriyorsa ilke haline getirip o şekilde bir katılım gerçekleştireceğimi belirtebilirim.” sözleri bu kusursuzluğun anlatımı değilse nedir.
Dılovan yoldaş mücadele yaşamının geri kalanında tümüyle sözüne denk bir duruş sergileyerek yürüyüşünü sürdürmüştür. Devrimci Halk Savaşı hamlesine katılıp kahramanca şehit düşen nice yoldaşı gibi o da öncü bir duruş sergilemiş, düşmanın yıkılmaz denilen kalelerine ölümü hiçe sayarak yönelmiş, böyle eylemlerin birinde kahramanca çarpışarak şahadete ulaşmıştır. Düşman güçlerine büyük kayıpların verdirildiği, en önemlisi de düşmanın üstün tekniğine her koşulda direnilebileceğinin kanıtlandığı bu eylemlerin adı gibi anlamı da büyüktür. Kürdistan özgürlük gerillasının gücünü göstermesi anlamında da ayrı bir yeri vardır.
Sonraki yıllarda yaşanacak gelişmeleri belirleyen nice kahraman yoldaşımızın olduğu gibi Dılovan yoldaşın da yaratılan dev boyutlardaki değerlerde katkısı çok büyüktür. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Mücadele Yoldaşları
Urmiye kent sınırlarında bir köy evinde başlayıp orada süren olağan bir öyküdür onunki de. Sonra ne olursa olur, bir sıkıntı gibi gelip yerleşir içine görüp de çözemedikleri. O bir anlık bir tepki, bir küskünlük gibi görse de evinden arkasına bakmadan çıkışını, yüreğindeki kabına sığmaz kabarıştıryola koyulmasına neden.Nicesi gibi tavrını mücadele etmekten, özgürlükten yana belirlemiş, kendi deyimiyle onurlu bir yaşama el atmıştır. Zaten gördüğü temel eğitimden aldıklarını “Özgürlüğü, fedakârlığı, insanlığı, en önemlisi de arkadaşlığı öğrendim, iradeli olmayı öğrendim” diyerek özetleyecektir.“Kendimi çok iyi hazırlamışım” diyerek de Zagros dağlarına yol alacaktır.
Hozan arkadaş Zagros’ta Çarçella alanında kalmaktayken bir dönem Herki alanına gönderilir. Ama oradaki başarılı pratiğe karşın aklı hep Çarçella’dadır ve ısrar ederek geri döner. Dönüşünün gerekçelerini sıralarken biraz da esprili; “Cilo aşktır, Çarçella sevdadır, Herki’de savaş var” diyerek son noktayı koyar. Artık bu sözlerle herkes onu anımsayacaktır. İşin aslı onun savaş sorunu yoktur. Başarısızlığa, eylemden kaçanlara katlanılmasınıbenimsemez. Eylemlerin, yol yürüyüşlerinin, görevlerin öncüsüdür. Yaşamın her alanına yayılmış bir ileri atılması söz konusudur. Savaşın kızıştığı 2008-2012 döneminde Zagros bölgesinin en zorlu alanlarında büyük fedakârlıklar sergileyerek savaştan hiç geri kalmamış olması onda birkaç söz söyleme rahatlığı geliştirmiştir o kadar. Çarçella alanına aşk düzeyinde bağlanmış olması başka alanlarda yürütülen savaşı deyim yerindeyse biraz kuru bulması sonucunu doğurmuştur. Bu bağ koparılamaz dereceye gelmiştir ve son nefesine değin bu alanda kalacaktır.
Bunun alanlar arasında fark koymayla da bir ilgisi yoktur. En değme yurtsevere taş çıkartacak düzeyde ülke bağlılığı vardır. Yalnız birtakım nedenler onun gönlünü Çarçella’ya kaptırmasına yol açmıştır. Doğal olarak da mücadele yürütme anlamında birinci tercihi, hatta vazgeçilmezi haline gelmiştir Çarçella. Sonra da Çarçella’nın eteklerinde mağrur bekleyen Gever. Uzayan kışların direniş demleyenGever’i. Gever ovasına indiğinde coşkulanır. Geri döndüğünde hem Gever’e gitmiş olmanın, hem de Çarçella’ya dönmüş olmanın çifte sevincini yaşar. Yoldaşları onu renkli kefiyelere sarmalanmış durumda dönerken gördüklerini söylerler. Onu çok seven Gever halkının her gidişinde onu armağan yağmuruna tuttuğunu, hatta o gitmediğinde görevlere giden yoldaşları aracılığıyla mutlaka armağan ulaştırdıklarını belirtirler.
Gençliğin dinamizmi halk, ülke, yoldaş sevgisiyle birleşince ortaya böyle sevinç, coşku, yerinde duramama tablosu çıkar kaçınılmaz olarak.
Her savaşçının birlikte göreve gitmek için çırpınacağı, her komutanın yanından ayırmayacağı temel bir direk gibidir. Girişkendir, geri planda olmak istemez. Yanındakinin kim olduğuna bakmaksızın arazide ilerlerken öncülük eder. Paylaşımcıdır, fedakârdır. Zorlanan yoldaşlarına yardımcı olur. Fiziksel ya da moral destek anlamında geride kalmak içine sinmez. Bu da en az bir işi yapmak kadar önemlidir, hatta onun da önüne geçer çoğunlukla. Sürükleyicilik demektir, komuta özellikleri demektir. Hozan yoldaşta da bunu, bunun kararlılığını ve iradi duruşunu görmek olasıdır.
Yoldaşlarına yaklaşırken çok rahattır. Bir kadın yoldaşının, Dilan’ın sözleriyle bu rahatlığın açılımı şöyle; “Bir bakmışsınız bir yerden çıkagelmiş ve ‘heval ben acıkmışım’ demekte. Yoldaşları onu çok severlerdi.”Dilan, Hozan arkadaşın emeğe ve kadına yaklaşımlarını vurgulayarak sürdürüyor sözlerini: “Emekçi kişiliğiyle tanınırdı. Örgüt için emek veren insanlara çok değer verirdi. ‘Sıcak ve emekçi yoldaşlar en çok değer verdiklerimdir, insanlara yaklaşımım bu çerçevededir’ derdi.Mütevazı bir insanla karşılaştığında onun için elinden geleni yapar, hiçbir yardımı esirgemezdi. Zorlanan bir kadın yoldaşı bunu uygun dille, mütevazıca dile getirdiğinde hemen yardıma koşardı. Kadın yoldaşlarını çok severdi. Onlardan ayrıldığında ‘Yoldaşlar beni unutmazsınız, her zaman hatırınızda olurum, değil mi?’ dediğinde biz onu unutmayacağımızı söylerdik. Bir defasında ‘Beni nasıl aklınızda tutacağınızı biliyor musunuz?’ diye sordu. ‘Nasıl?’ diye sorduğumuzda ‘Benim adıma radyoda istek yayınlandığında beni unutmadığınızı anlarım’ karşılığını verdi.”
Dilan, Hozan yoldaşın iş yaparken çok düzenli olduğunu belirtiyor ve ekliyor; “Önüne görev konduğunda moral alır ve işini başarıyla yapardı. Çok zaman kuralsızlıkları da çıkmıştır. Bundan dolayı sayısız rapor yazmıştır. Ama yaptıklarından pişman olmazdı. Örgütün koymuş olduğu kurallara karşı saygılıydı. Ondan soğumak olanaksızdı. Yoldaşlarına bağlıydı. Şakalarıyla moral kaynağı olurdu. Onunla görevlere gitmek zevkliydi.
Sonra da başlarından geçen bir olayı anlatıyor: . Hozan arkadaş bir yerden yiyecek bir şeyler getirmişti. Ama bizim yiyeceklerimiz vardı. Bunu görünce oturup getirdiklerini yemeğe başladı. Şakalaşmaya başladık biz de. Bize bir şey bırakmadığını, bizim için getirdiği şeylerin hepsini yediğini söyledik. Bu sefer de utandı ve ne yapacağını bilemedi. Dikkatleri dağıtmak için espri yapmaya ve gülmeye başladı. Hep fıkra anlatırdı. Yine türkü söylerdi. Arkadaşlar bizi geri çağırdılar. Hozan arkadaşın morali çok bozuldu. Moralsizliğini yansıtmamak için biz noktaya ulaşıncaya kadar yolda türkü söyledi. Güzel sesiyle dengbeji türküleri çok güzel yorumlardı. Onu zevkle dinlerdik. En güzeli sırtımızda ağır yük varken Hozan arkadaşın türküleri eşliğinde yol yürümekti. Bu yoldaşlarının onu sevmesini sağlayan şeydi. Yoldaşlarına moral vermek için söylerdi türkülerini.”
Başka eylemlerde olduğu gibi Şıtazen eyleminde de öncüdür Hozan arkadaş. Yine öne düşmüş, saldırıya geçmiş, saldırı ruhunun ne olduğunu herkese göstermiştir. Kanı, canı pahasına yoldaşlarına devrettiği özgürlük meşalesi şimdi daha bir gür yanıyor. 2012 Devrimci Halk Savaşı hamlesinin başarıya ulaşmasında kilometre taşı olmuş sayısız kahramandan birisini, bir anıt gibi Çarçella’nın doruğuna işlenmiş Hozan yoldaşı saygıyla anıyoruz.
Mücadele Yoldaşları
Agıri'nin ateş kızı Sema yoldaş, 1993 yılında parti içindeki mücadele sürecini anlatan "üç yaşın biyografisi" adlı şiirinde
"...bugün doğdum.
Tam yediyüz otuz gün önce
Bir Nisan 1991'de"
diyerek doğumu partiye katılımıyla birlikte ele alıyor.
Sema yoldaş, 1971 yılında Ağrı'nın Tutak ilçesi Aşağı Kargalık köyünde doğuyor. Ailesi, feodalitenin ve şeyhlik kurumunun etkileri nedeniyle dini etkileri yoğunca yaşayan bir ailedir. Kürtlük özelliklerini belli oranda koruyan bir yapıya sahiptir. Sema yoldaşın kişiliğinin şekillenmesinde ailesinin belirttiğimiz özellikleri önemli yer tutar. Yine dedesinin de önemli bir etkisi vardır. Dedesi medrese eğitimi görmüş, derin bir tarih ve din bilgisi mevcuttur. Toplumda saygın bir otorite olarak kabul edilen, Kürt geleneklerini ve değerlerini kişiliğinde somutlaştırmış yurtsever bir kişiliği vardır. Sema yoldaş Kürdistan hakkındaki ilk bilgilerini dedesinden alır. Amcası, belki kişiliğinde büyük bir insanın geleceğini gördüğünden, belki de bir özlemini ifade ederek Sema yoldaşa Leyla Kasım diye hitap eder. Mem Zin, Siyabend Xece destanlarının, Ağrı İsyanı'nın ve direnişinin anlatıldığı bir kültür içinde büyür. Dedesinin ölümünden sonra ailenin gerek maddi, gerekse manevi açıdan eski gücünü yitirmesi, bunda mücadelenin gelişimi ile değişen sosyal yapının da payı vardır. Aile içinde yaşanan parçalanma ve alt-üst oluş süreci, Sema yoldaşın kişiliğinde çelişkileri ve çatışmaları derin yaşamasını getirir.
Sema yoldaş Kürt egemen sınıflarından geliyordu. Fakat bu sınıfsal gerçeği onu halktan, ezilenlerden koparan bir etken olmamıştır. Kişiliği, feodal değer yargıları ve kültürü içinde belli ölçülere tabi tutularak şekillendirilmek istenir. Fakat Sema yoldaşın sürekli ölçüleri aşan ve kendini kalıplara sıkıştırmayan bir yaklaşımı vardır. Çocukluğunda kendisine alınan yeni giysileri köyün yoksul çocuklarıyla paylaşması bu yaklaşımın bir sonucudur. Sürekli paylaşımı esas alması, çocukluğundan parti saflarına kadar taşıdığı en önemli özelliklerinden biri olarak gelir.
Ailedeki parçalanma, babanın sürekli dışarıda olması, Sema yoldaşa farklı bir misyon biçilmesine neden olmuştur. Bu nedenle küçük yaşlardan itibaren sorumluluk yüklenir. Babasının evde olmadığı zamanlarda ondan doğan boşluğu Sema yoldaş doldurur. Kürt feodalitesi içinde kadının yaşadığı baskıları fazla yaşamaz. Bunda yüklendiği sorumluluğun ve "erkek" gibi yetiştirilmesinin rolü vardır.
Sema yoldaş yaşadığı çelişkilerin derinliği ve evde kendisine biçilen rol nedeniyle çocukluğunda da sıradan olmayı kabul etmez. Bu hayallerine ve istemlerine yansır. Kadın sorununa ilişkin bir tartışmada Sema yoldaş çocukluk hayallerini şöyle dile getiriyordu:
"Leyla Kasım ve Leyla Xalit çok anlatılıyordu. Onlara benzemek isterdim. Hayalimde milyonlarca insana hitap ederdim. Rüyalarıma giriyordu. Hitap ettiğim kitlenin durgun olmayan milyonlarca insan olmasını isterdim." Sema yoldaş eylemi ile çocukluk hayallerine bağlı kaldı. Ve milyonlarca insana hitap etti.
Sema yoldaş, ilk-ortaokul ve liseyi Ağrı'da okur. Okulda en büyük çelişkisi Ağrı'ya dışardan gelen bürokratların ve subayların çocuklarıyladır. Onların Kürt halkını küçümseyen, aşağılayan yaklaşımları karşısında okulda bunlara karşı bir örgütlenme başlatır. Çocukluğundan itibaren grup halinde örgütlü hareket etmek, grup örgütlemek ve gruba öncülük etmek Sema yoldaşta öne çıkan önemli özelliklerdendir. Bu özelliği parti saflarında pratikte sürekli kolektivizmi esas almayı ve örgütlü hareket etmeyi; kadın sorununa yaklaşımında ise cins bilinci ile hareket ederek bunu yoldaşlarında da yaratmayı getirmiştir.
1989 yılında ODTÜ Sosyoloji bölümünü kazanarak Ankara'ya gelir. Üniversite süreci yaşamında önemli değişikliklerin yaşandığı bir süreçtir. Bu süreç hem partiyle örgütsel olarak ilişkiye geçtiği hem de kendi deyimiyle emperyalist kültürle tanıştığı bir süreçtir. Üniversite, Kürdistan'da feodal değer yargıları içinde yetişen bir Kürt kadını için "özgürlük" adına her türlü sahte yaşam olanaklarının ve tuzaklarının döşeli olduğu bir alandır. Sema yoldaş da üniversiteye gelişiyle birlikte bu çatışmaları ve çelişkileri yaşar. Fakat partiyle tanışmış olması onu emperyalizmin insanı tüketen ve düşüren bu tuzaklarından korur.
Sema yoldaş yurtsever gençlik örgütlenmesi içinde faaliyet yürütür. Bu dönemde Zekiye Alkan yoldaşın kendini Newrozlaştırma eyleminden çok etkilenir. Zekiye Alkan arkadaş, eyleminden sonra tedavi amacıyla Hacettepe üniversitesine getirilir. Sema arkadaş hastanede Zekiye arkadaşın nöbetini tutanlar arasındadır. Yine şehit düştükten sonra anısına gerçekleştirilen eylemin öncülerinden ve örgütleyicilerindendir. Zekiye yoldaşın eylemini anlama süreci yaşadığı tartışmalara son verir ve netleşmesini sağlar. Sema yoldaşın kendini Newrozlaştırma eylemi anında dile getirdiği "Benim göbeğimi Zekiye kesti" sözü devrimcileşmesinde Zekiye yoldaşın eyleminin oynadığı rolü gösteriyor. Sema Yoldaş, vasiyet olarak "Mezarımdan bir avuç toprak alarak Zekiye yoldaşın mezarına serpin" diyor. Bu istemi, Zekiye yoldaşla buluşma ve onun iyi bir öğrencisi olma, onun izinden gitme isteminin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Sema yoldaş 1 Nisan 1991'de gerillaya katılarak Mardin eyaletine gider. İlk silahını Akrez'de alır, ilk çatışmasını Bırkê-Piran-Tavis üçgeninde yaşar. Gerilla saflarında çocukluğundan beri çağrıldığı Leyla Kasım'ın adını alır. Tercihi bilinçlidir. Leyla Kasım gibi Kürt kadınının direniş tarihini en iyi temsil etme iddiası oldukça güçlüdür.
Sema yoldaşı Parti saflarına çeken en temel çelişki bir kadın olarak yaşadığı çelişkidir. Bir kadın olarak önemli sorunlarla karşılaşır. Kendi yaşadıklarından da düzen içinde çözüm diye sunulanın daha fazla köleleşmek olduğunu görür ve hızla bundan uzaklaşarak mücadele saflarına yönelir. Bir kadın olarak yaşadığı çelişkilerin derinliği özgür kadına ulaşma iddiasını güçlendirir. Mücadele içinde karşılaştığı sorunlar ve kadının dehşetli gerçeğini tanıyıp çözümlemeyi süreklileştirmesi onun büyük çıkışının gerekçesi olur.
Gittiği eyalette yaşanan tasfiyeci pratik ve tasfiyeciliğin Sema arkadaşa bilinçli yönelimi yine kadın halkasında gerçekleşir. Sema yoldaş, kadının tarihsel zayıflıklarını güçlendirmediği sürece her zaman kullanılabileceğini, parti karşısına bir silah olarak çıkarılabileceğini burada çok daha yakıcı görür.
Yaşanan tasfiyeci sürecin daha kapsamlı çözümlenmesi amacıyla Parti Önderliğinin talimatıyla Kasım '91'de Mahsum Korkmaz Akademi'sine gider. Burada kendine güvenli yaklaşımı, her alanda kendini katma çabası, inandığı doğruları cesaretlice savunma tavrı, eleştiri gücü vb. özellikleri ile dikkat çeker. Eyleminden önce yazdığı mektubunda "Başkan APO'nun Özgürlük Öğretisi" olarak tanımladığı gerçeği bir tartışma platformunda Parti Önderliğine "Apoizm nedir?" sorusu ile dile getirir. O dönem böyle bir tartışmayı başlatması farklı tepkilere yol açsa da bu düşüncesini sonuna kadar savunur ve sahiplenir. Mektubuyla birlikte böyle bir tartışma sürecini yeniden gündeme getirerek, bu öğretiye olan bağlılığını ve inancını bir kez daha ifade etmiştir.
Mayıs '92'den sonra Serhat eyaletine gider. Burada Ağrı şehir faaliyetlerini yürütmekle görevlendirilir. Parti Önderliği, Sema yoldaş ülkeye dönüş yapacağı zaman: "Kendini tanır ve üç ay avlanmazsan..." diye gönderir. Üç ayın bitiminde Sema yoldaş yaşanan bir ihanet sonucu 2 Aralık 1992'de tutsak düşer. Zindan, Sema yoldaşın kendini tanıma ve Newroz gülü olma sürecinin örgütlenişidir. Kendini yeterince tanıyamaması düşmana esir düşmesinin nedeni olur. Kendini tanıması ise Newrozlaşma sürecinin başlangıcı olur.
Sema yoldaş bir yıl Nevşehir cezaevinde kalır. 21 Kasım 1993 tarihinde Çanakkale cezaevine sürgün edilir. Çanakkale zindanı, Sema yoldaşın gerek bir kadın olarak, gerek tüm mücadele pratiğini derin çözümlemelere tabi tutarak ulaştığı sonuçlar üzerinden yeni bir başlangıç yaptığı alandır.
Kendini tanıma ve aşma süreci Sema yoldaş açısından da oldukça zorlu olmuştur. Kadında binyıllardır kördüğüm haline getirilen çelişkileri ve çatışmaları bu kadar derin yaşaması hem onun kişilik şekillenmesi ile ilişkilidir, hem de iddiasının büyüklüğü ile ilişkilidir. Özgür kadın iddiasını büyüttükçe yaşadığı iç savaş da büyümüştür. Mektubunda yaşadığı çatışmaların boyutunu şöyle ifade ediyor:
"Gelinen noktada kişiliğimde Kürt toplumunun ve yine Kürt egemen sınıflarının tüm çelişkilerinin bir kadın kişiliğinde ulaşabileceği son noktaya geldiğini ve bunun aynı zamanda aşma noktası olduğunu görüyorum. Mübalağasız, kişiliğimde yaşanan çatışma düzeyinde bin yılların çatışma düzeyini hissediyor, duyumsuyorum."
Sema yoldaş tüm yaşamı boyunca asla sıradan olmayı kabul etmedi. Sıradan olmamak kendini herkesten farklı görme veya farklı bir yere koyma anlamına gelmiyordu. Sıradanlık kadının geleneksel ve köle yanlarına teslim olmaydı. Fakat o bunu ne kendisinde kabul etti ne de bunu kabul eden yaklaşımlar, eğilimler karşısında sessiz kaldı. En büyük savaşı ve çabası bu noktada gelişti. Kendisinin de belirttiği gibi asla yerinde saymadı. Savaşırken hataları, eksiklikleri oldu, kapsamlı eleştiriler aldı. Fakat özgür kadın tutkusu nedeniyle bunların hiçbiri onun yürüyüşünü durdurmadı. Aksine zorlu süreçlerin ardından her zaman güçlü çıkışlar yaptı.
98 yılına girişle birlikte on yıllık mücadele pratiğini sorgulayarak tartışmalarda sık sık "On yıldır mücadele saflarındayım, artık güçlü bir çıkış yapmak zorundayım" diyordu. Güçlü çıkışını 21 Mart'ı 22 Mart'a bağlayan gece kendini Newrozlaştırarak gerçekleştirdi ve özgür kadın yürüyüşünde ulaşılabilecek son noktaya ulaştı.
Bu yürüyüşte en büyük güç kaynağı Önderlikti. Şehit düşmeden kısa bir süre önce hastanede kendisini ziyaret eden bir yoldaşa "Parti Önderliği'ni görürsen çok çok selamımı söyle, saygılarımı ilet. Son hücreme kadar direneceğim ve layık olacağım" diyor. Layık olmak ve önderlik çizgisini uygulama konusundaki çabası gerçekten sonsuzdu. Sema yoldaşın Parti Önderliği'ne yaklaşımı O'nu anlama çabası ayrıca ele alınması ve mutlaka irdelenmesi gereken bir konu. "Önderlik öğretisi" tanımlaması Parti Önderliği'ni anlama ve yoğunlaşma çabasının bir sonucudur.
Zindanda önemli sorumluluklar yüklendi. Ağır sağlık problemleri olmasına rağmen hiçbir zaman bunları sorumluluklarının önüne geçirmedi. Koşullar ne olursa olsun göreve kutsallık derecesinde yaklaşırdı. Layık olmak, kadının iradesini açığa çıkarmak, doğru temsil etmek çabasının esaslarını oluşturuyordu. Görevi, sürekli "kadın devrimciliğini" yaratmanın zemini olarak gördü. Ve bu iddiasını eylemiyle taçlandırdı.
Sema yoldaşın 22 Mart'ta bedeninde tutuşturduğu Newroz meşalesi, Haziran'ın 17'sinde Zekiye yoldaşın Newroz meşalesiyle, Zilan yoldaşın "kuşun kanadındaki yüreğiyle" buluştu.
Sema yoldaş şehit düşmeden kısa bir süre önce "Hepimiz bir an önce sağlığına kavuşarak aramıza dönmeni istiyoruz" haberine karşılık haberini göndermişti.
Yoldaş, sen hep yanımızda oldun, olacaksın. Yüreğimizdeki yangının adı SEMA'dır şimdi! SEMA SERHILDANDADIR ve tüm bedenimizi sarmaktadır.
Söz Yoldaş!
Özgür ülkeye ve özgür kadına ulaşıncaya kadar yüreğimizdeki SEMA hiç sönmeyecek ve tüm insanlığı tutuşturacak!
Mücadele Yoldaşları