HALİL DAĞ-HALİL UYSAL YOLDAŞIN KALEMİNDEN
Çığ altından kurtulduk. Ama kimse bize inanmıyor. Yüzümdeki yara izleri arkadaşlara biraz inanılır gibi geliyor ama yine de çığ altında kendi başımıza çıkmış olduğumuza kimse ihtimal vermiyor. İlk anda bütün arkadaşlara başımıza gelenleri anlatamaya çalıştık. Ama artık vazgeçmiş durumdayız. Bu bize olan güvensizliklerinden değil, çığın ne kadar büyük bir felaket olduğunu bildiklerindendir.
Ertesi gün çığın düştüğü yere gidip baktık. Nasıl kurtulmuş olduğumuza biz de inanamadık. Arkadaşlar nasıl inansınlar. Bir tek aynaya baktığım anlar gerçekten çığ altından çıktığımı hissediyorum. Yüzüme çarpanın ne olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum. Ya bir kaya, yada bir buz parçasıydı... Şimdi alnımın orta yerinde koca bir iz durmakta... Belki de Abdullah arkadaştan sonra o gecenin tek tanığı bu iz oluyor.
Üzerimize çığın düştüğü o hain boğazı izlerken, çığ altındayken hissettiklerimi düşünmeye başladım. Belki şuan burada bu yazıyı yazıyor olmayacaktım. Belki o anda da bunu hissetmiştim. Sadece bir fotoğraf gibi gözümün önünden geçip gittiğini hatırlıyorum. İnsan hiç bir şeyi ertelememeli. Hele burası oluşmaya çalışan, var olmaya çalışan Kürdistan gibi bir ülkeyse hiç bir şey ertelenmemeliydi. Çığ altındayken bunu hissetmiştim. O an farkında bile değildim. Var gücümle kurtulmak için çırpınırken bana güç veren his buydu. O kadar çok şeyi yarım bırakmıştım ki...
Bu bir şeylere sahip olmanın yarım kalmışlığı değildir. Eğer öyle olsaydı hiç bir zaman tamamlanamayacağının farkındayım. Hiç bir zaman insan her şeye sahip olamaz...
Bu, üzerinde yaşadığım topraklara ve sevdiğim insanlara karşı yarım kalmanın acısıydı. Ah! Yapabilecekken ne çok şeyi yapmamış, içimdeki sevgiyi ne çok esirgemiştim. Neredeyse bütün sevgimi çığ altında kendimle birlikte götürecektim.
Aynı gece bir başka yerde Dr. Seyit kaybolmuş. Üç gün geçti hala bir haber alınamadı. Biz o gece çığ altında yaşam mücadelesi verirken, o da bir başka yerde yaşam mücadelesi veriyormuş. Biz dönüp arkadaşlara ulaşmayı başardık. Seyit hala gelmedi...
Kaç gündür Seyit’in neler yaşadığını düşünüyorum. Aynı gece bir birine çok yakın şeyler yaşadık. Seyit fırtına içinde kaybolurken neler düşünüyordu acaba... O gece kendi yaşadıklarımın ona çok uzak olmadığını düşünüyorum. Seyit’i anlamaya çalışırken ancak kendimi göz önüne getirebiliyorum. O gece aramızda çok uzun mesafeler olsa da birbirimize çok yakın olduğumuza eminim. Seyit dönseydi oturup konuşurduk
Seyit son anlarını nasıl geçirdi... Kar içinde nasıl boğuştu... Ayakları ağırlaşır, elleri buz tutarken kalbinden hangi uzak sevgiliye söylenmemiş sözler geçiyordu. Kar yığınları üzerine dökülürken en çok neye üzülüyordu... Ve kurtulsaydı, geri dönmeyi başarsaydı acaba en çok yapmak istediği şey ne olacaktı...
Kar içinde çırpınırken, özür dilemeye karar verdim. Kendimden, senden ve bütün bir ülkeden özür dilemek için var gücümle boğuştum. Buna da kimse inanmayacak... Nasıl ki çığ altına girdiğime kimse inanmıyorsa, bütün her şeyimle önünde eğilip özür dilemek istediğime de kimse inanmayacak...
Orada, çığ altında en çok buna üzüldüm. Sevdiğim insanları yeterince mutlu edememiş olduğuma üzüldüm. Bunun için yeterince yorulmamış, yeterince ter akıtmamış, yeterince gözyaşı dökmemiş olduğumun farkına vardım. Geçen zaman içinde böylesine bencil davranmış olduğuma bir türlü inanamıyorum. Oysa bu dağlarda biz böyle öğrenmemiştik...
Nasıl olmuştu da böylesine eksik sevmiştim. O çığa kadar kalbimdeki sevginin büyük olduğunu, yüce olduğunu düşünmüştüm. Oysa hep kendime sakladığım bir yan varmış. Hep esirgediğim güzellikler varmış. Hep veriyorum derken, aslında vermediklerim öylesine çokmuş, öylesine çokmuş ki... Bunu fark etmek benim için korkunç oldu. Ah! İnsan nasıl da farkında olmadan kendini aldatabiliyor...
Çığ altına girmek korkunç bir şeydi. Orada kıyasıya çırpınmak, bedenini parça parça kurtarmak dehşet vericiydi. Önce ellerimi, sonra kollarımı o hareketsizlik anından kurtardım. Ardından bacaklarımı ve gövdemi ölümün dinginliğinden çıkarıp aldım. Şimdi yepyeni ellerim, kollarım ve bedenim var. Hepsinden önemlisi çığ altında yeni bir kalp buldum. Ve yeni bir çığın altında kalıncaya kadar kalbimdeki o sevgiyi gerçekleştirmeye çalışacağım. En önemlisi hiç bir şeyi ertelemeden ve hiç bir şekilde aldatmadan...rtık her şey değişti... Yüzümün orta yerindeki yara izi gelecekte silinse de kalbime çekilen iz hiç bir zaman silinmeyecektir...
Aslında öldüm ve tekrar geldim.
Arkadaşlar hala arıyorlar. Umarım Dr. Seyit de gelir...
Halil Uysal
"Aşk Koşucuları Yorulmazlar"
ReberApo
Şehit Tolhıldan’a…
HevalTolhıldan’a ilk baktığınızda dikkatinizi çeken şey utangaçlığıydı.Sonrasında beş parmağını açıp, gittikçe seyrelen saçlarına, yani kafasına vurup, unuttuğu yada kızdığı şeyleri dile getiriş şekliydi. HevalTolhıldankendi toprağının sevgisini, umudunu ve duruşunu taşıyordu. Urfa'nın yiğitliğini, insan sevgisini taşıyordu yüreğinde, gülüşünde.
Heval Fuat, Önderlik gerçeği dersini vermek için yanımıza gelmişti.O dönem çok güçlü bir eğitim süreci geçirdik.O dönem düşman ideolojisinin somut yansıması olan ‘sigarayı’ almıştık gündemimize.HevalTolhıldan da içen arkadaşlardandı. O da kalkıp düşmana bir kez daha tavır koydu.Bir daha içmeyeceğine dair tüm yoldaşlara söz verdi. Söz verip sözünü tutmayan arkadaşlar oldu ama o hiç taviz vermedi.Bu bir Kürt kültürüydü. İçtiği su, soluduğu hava, secde ettiği kutsal güneşin HevalTolhıldan’daki ifadesiydi. Sözünün sahibiydi. Peygamberler şehrinin bir parçasıydı. Çok doğaldı. Utangaç olmasına rağmen duygularını eğitimlerde çok doğal, sade, içten dile getiriyordu.
Devre eğitimini görürken bazen erzak taşımaya giderdik. Bir gün yine eğitim dönüşü yol üstü olan alıma erzak almaya indik. Deliler gibi koşuyorduk. Hepimiz birbirimizi geçme heyecanıyla kanatlanıyorduk Kürdistan dağlarında. Her birimiz bir patates çuvalını sırtlayıp geldik. 10 kg'lık çuvallardı.Bende birini sırtıma almış yürüyordum. Baktım arkamda HevalTolhıldan. Ona yük kalmamış. Feodal gururu devreye girmiş yine;ona nasıl yük kalmaz, nasıl eli boş kampa gelecek. Bana "HevalNewal yükünü bana ver ben götüreyim." dedi. Ben "Ne fark eder HevalTolhıldan, ha sen ha ben, götürüyoruz işte." dedim. Beni ikna edemediğini görünce, patates çuvalını omzumdan alıp kaçtı gitti.Ben öyle şokta kaldım. Sonunda kampa eli boş gitmedi.
Çok feodal bir ortamda büyümüştü. Aşiret ortamında, aile içindeki kadınları bile doğru düzgün görmemiş.Aşiret kültürüyle yetişmenin parti içerisinde kendisiyle getirdiği zorlanmaları vardı. Tarihi, unutulmaz potlar kırardı. Yeni savaşçı eğitimindeyken kamp içinde patikada yürürken bakıyor bir kadın arkadaş önde yürüyor. Tabii hevalTolhıldan’ın çok zoruna gidiyor,nasıl bir kadın önde yürür diye. O kadın arkadaşa“Sen geç arkamdan yürü.” diyor. Arkadaş onu biraz tanıdığı ve yeni savaşçı olduğunu bildiği için sesini çıkarmıyor. Bu anısını muhtemelen kimseye anlatmazdı fakat zorlanan bir arkadaşa moral olması, onun gülmesi için bu tarihi potunu anlatıyor sanıyorum.
HevalTolhıldan’ın utangaçlığı, feodal yapısı hep göze çarpardı.
Yine bir gün, eşekle suya gidilecekti. HevalTolhıldan semeri bağlamadan heybeyi eşeğin sırtına atıyor. Sonra da ne yaparsa yapsın yükü bağlayamıyor. Ardından yanındaki arkadaşa “Ya bu yük neden olmuyor?” diye soruyor. Arkadaş ona “HevalTolhıldansemer nerde?” diye sorunca,HevalTolhıldan yine her zamanki gibi beş parmağını kafasına vurup dalgınlığını hatırlıyor.O dönem bir takım arkadaş Kandil savaşına takviye gittik. HevalTolhıldan yer almak isteyen arkadaşlardandı.Düşmana vurmak için gidememenin onda yarattığı dalgınlıktı.
Sonrasında o ve ondan daha utangaç olan Ş. Dozger arkadaş Botan'a gittiler. Duyduğumuzda “İki utangaç Botan’a gitti” deyip gülüyorduk.
Operasyon eğitiminde kişilik çözümlemeleri yapılırdı her zaman. HevalTolhıldan yine bir gün bize yakalandı. Kadın arkadaşlar iki gün üst üste mutfakçıdır diye aç kalmıştı. Karargâh yönetiminden bir kadın arkadaş gelmişti yanımıza ve onun neden bu kadar utangaç olduğunu sormuştu.Onu mutfağın kapısından bakıp bakıp geri dönerken görmüş ve nedenini anlayınca şaşırmıştı. HevalTolhıldan‘yine aynı soru’ diyen bir yüz ifadesiyle HevalDozger'igöstererek "Yoldaş, ben HevalDozger’den daha utangaçtım eskiden" diyerek durumu açıkladı. Tabii hepimiz bir kahkaha attık. Diğer arkadaş “Ölçüye bak ölçüye!” deyince gülüşlerimiz yankılandı kampta.HevalTolhıldan utangaçlıktan kurtulamamıştı. Ve değişim ölçümüz en utangacımız, daha önce imamlık yapan HevalDozger olmuştu.
Gülüşünde Urfa'nın güzelliği, güneşin kutsallığı dökülürdü soframıza. Botan’da gösterdi onu teslim almak isteyen alçaklara, bir Kürt’ün intikamını. O dönem elini kaldırıp teslim olan alçaklara kızgın, yakıcı bir cevaptı. O kendi toprağının kutsallığıyla, inadıyla, tutkusuyla çatıştı. Yoldaşlarının yanındaydı. Ondan daha utangaç olan HevalDozgerde yanındaydı. En büyük ayıbın ne olduğunu biliyordu. En büyük ayıp kendi toprağına, yoldaşına ihanet etmekti.
Kapitalizmin çirkinliği, yüreği çürüten, toprağından koparan grileştiren çirkef eli yetişememişti onlara. Yenildiler, yenildiler bak. Nasıl çatıştın çirkinle, alçakla, ihanetçiyle. Alamadı yüreğini bizden.
Silahları bırakın, teslim olun diyen birçok alçağa verilen cevaptı Şehit Tolhıldan ve mücadele yoldaşları.
Mücadele Yoldaşı
NewalAsmin
“Sason Siirt” kod isimli Musa Ayçiçek 1994 yılında Siirt’in Perwari ilçesine bağlı Belenoğlu köyünde yurtsever bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. PKK hareketinin efsane komutanlarından Mahsum Korkmaz’ın ilk kurşunu attığı yerde uyanan Kürt halkının serhıldan ruhu ile ilk kurşunun atıldığı yere 2010 yılında “gözü kara” bir şekilde yürür. Ruh verir kendisine can veren halka. İz sürer dağ aslanlarının yolunda. Bazen bir kaya dibinde, bazen bir tepenin üstünde yüzüne çarpan rüzgârda özgürlüğü hisseder. Ansızın yağan yağmur ile yol sürer. Nuh’un verdiği can ile yürür bu kutsal topraklarda. Özgürlüğe susar Nuh’un tufanına susarcasına bu kutsal topraklarda. Özgürlük, adı, tadı ve yaşamı olur. Özgürlük dağlarında intikama bilenmiş yüreği ile durur imhanın, inkârın karşısına. İşte bu yürüyüş kendisini 21-24 Mart 2012 tarihinde 4 arkadaşı ile götürür özgürlük kervanına.
HPG Ana Karargâhı 4 Nisan 2012 tarihli açıklamasında Ayçiçek’e ilişkin şunları söylüyordu; “1994 Siirt doğumlu olan kod adı Sason Siirt olan yurtseverlik duygularının gelişkin olduğu bir aile çevresinden gelen Musa Ayçiçek yoldaşımız, 2010 yılında Botan alanında özgürlük saflarına katılmıştır. Henüz genç ve yeni olan Sason yoldaşımız kaldığı kısa pratikler içerisinde canlı ve güçlü katılımıyla yoldaşlarının sevdiği ve değer verdiği bir genç olmuştur.
21 Mart ile 24 Mart arası gösterdikleri büyük direniş ardından onlarca düşmanın özel harekât mensubu üyesini tasfiye ederek şahadete kavuşan 5 kahraman gerillamızı anarken, kış şartlarının zorlukları ve güvenlik nedenlerinden dolayı şehit düşen yoldaşlarımızı çok geç tespit etme durumuz yaşanmıştır. Halkımızın ve demokratik kamuoyunun savaş şartlarından kaynaklı geç bilgi edinmemizi anlayışla karşılayacağına, halkımızın şehitlerine sonuna kadar bağlı kalarak onlara sahip çıkacağına olan inancımızı belirtiriyoruz.
Halkımıza bir bayramı fazla gören bu faşist zihniyet, başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının barış, kardeşlik, adalet, özgürlük ve direniş bayramı olan Newroz’da özgürlük savaşçılarına pervasızca saldırmalarına karşılık, gelecekte, mutlaka ama mutlaka toprağa düşen her bir Kürdistan yiğidi ve fedainin bu düşüşünü karşılıksız bırakmayacağımıza halkımıza söz veriyoruz.
Halkımızın ve demokratik kamuoyunun şehitler kervanına katılan 5 yürekli evladına ve militanına sahip çıkarak dönemin hepimize emrettiği görevleri serhildan ruhuyla karışılacağına olan inancımızı belirtiyor ve halkımızı kesintisiz direniş sürecine katılmaya davet ediyoruz.”
MÜCADELE ARKADAŞLARI
Özgürlük uğruna verilen bedeller kutsaldır. Her kutsallık Kürdistan dağlarında yürütülen mücadeleyi daha da anlamlı kılmaktadır.
Bu dağlarda binlerce destan yazıldı. Her kahraman bir destan ve geleceğe dair direnişin adını bıraktı. Özgürlük aşkı ile tutuşan bu kahramanlar her zaman olduğu gibi 2012
Mart'ındaCudi’de Adıl Muhammed (Sadık Kobani) komutanlığında yinekahramanlık destanı yazdı.
Cudi; Nuh’un gemisinin indiği yer derler. Nuh tufanı ile yok olan hayat Cudi'de yeniden başladı. İşte bundandır Cudi'de her zaman özgür yaşam yeniden var oldu. Nuh tufanı gibi Kürdistan'ı yok etmek isteyen zalimlere karşı yine Cudi özgür insanın var olacağını gösterdi. Cudi direnişin adı oldu. Cudi yeniden var oluşun mekânı oldu. Cudi'de kahramanlıklar yaratıldı. Cudi'de destanlar yazıldı. Cudi'de özgür yaşamın şarkısısöylendi. Cudi Kürt insanının geleceğe giden yolunu gösterdi. Bu yol, bedeli ne olursa olsun yaşamın özgür olacağının adı oldu. Hem de tüm Kürdistan'da Newroz ateşinin yandığı günlerde son nefesine kadar direnmenin adı oldu.
Bağrında binlerce kahramanı barındıran Cudi Sadık Kobani ve yoldaşlarına da ev sahipliği yaptı. Yirmi yılı aşkın süren bir özgürlük mücadelesinin Cudi ile destanlaşması oldu gerilla komutanı Sadık Kobani'nin direnişhikâyesi…
Evet, Kobani'de başladı komutan Sadık'ın hikâyesi. Fırat suyunun akıp da topraklarını bereketli kıldığı Berçemiya alanında 1967 yılında dünyaya gelir.
Berçemiya alanı Kobani ile Halep arasında bulunan bir ticaret merkezidir.
Alanda Araplarla Kürtler iç içe yaşamaktadır. Ama Kürdistan coğrafyası olduğu için etkili olan daha çok Kürtlerdir.
Kobani'de Berazi aşiretinde somutlaşan bir aşiret yapılanması söz konusudur. 7 kabileden oluşan aşiretin bir kısmı buralarda iken bir kısmı da kuzey Kürdistan'da bulunmaktadır. Komutan Sadık'ın ailesinin mensup olduğu aşiret ise Piya aşiretidir.
Alanda aşiretçilik var ama hem sosyal yapısı hem de ticari yapılanmadan kaynaklı ağalık sistemi yoktur. Bu konuda toplum daha çok kendini doğal örgütlenmeler şeklinde ayakta tutmaktadır.
Alanda çok fazla okul vardır. Onun için alanda okur-yazar oranı yüksektir.
Ailenin en büyük çocuğu olmasından kaynaklı komutan Sadık doğal bir sorumluluk ile büyümüş ve ortaokula kadar da okul okumuştur. Ama sistem ile yaşadığı çelişkilerden dolayı ortaokulu yarıdan bırakarak aile işlerinde çalışır.
Aile ekonomisine destek sunmak için 1984'de Şam'a gider. Şam komutan sadık için ilk defa şehir yaşamı ile tanışma olmaktadır.
1986 yılında Latkiye'ye geçen Komutan Sadık orada PKK'liler ile tanışır. 15 Ağustos atılımı yapan PKK'nin etkisi buralarda da çok fazla hissedilmektedir. Kürt gençlerinden PKK'ye büyük ilgi gelişmektedir. Komutan Sadık da bu gençlerden biridir. Tanışılan şehir hayatı bir yönüyle sistemi daha yakından tanıma olmuştu. Var olan sistemde Kürt'e yer yoktu. Böyle bir yaşamda asla kabul edilemeyecekti. Eğer bir yaşam olacaksa da mutlaka kendi halkı ile özgürce olmalıydı. İşte PKK Kürt gençleri için özgürlüğün tek yolunu ifade ediyordu.
PKK'ye büyük bir sempati duyan komutan Sadık 1987 yılına geldiğinde artık bir sempatizan düzeyinde çalışmalara katılır. PKK'deki özgür yaşam, eşitlik, adalet özellikleri onu PKK'ye çeker. Diğer yandan kendisindeki yurtseverlik duyguları ve toprağa olan bağlılık da PKK'ye yakınlaşmasına neden olmuştur. Yine daha önce tanıdığı örgütlerin aksine PKK'lilerin dediğini yapması, PKK'lilerin kararlılıkları, çalışmaya ciddi yaklaşımları komutan sadık'ı etkileyen özelliklerden olmuştu.
Komutan Sadık aradan bir yıl geçmeden Suriye devleti tarafından yakalanıp askere alınır. Askerliğini bitirdikten sonra tekrardan PKK'liller ile ilişkiye geçer. 90'lı yıllar Kürt özgürlük hareketinin her tarafta büyük ses getirdiği ve geliştiği yıllar olmaktadır. Kürt özgürlük hareketi artık dört parça Kürdistan'da büyük bir etki yaratmış ve artık ulusal bir hareket olduğunu herkese göstermiştir.
Komutan Sadık 1992 yılına geldiğinde resmi olarak PKK'ye katılma kararı alır. Bu temelde Mahsum Korkmaz akademisinde bir devre eğitim görür. Eğitimde Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ı yakından tanır ve onun çalışma tarzı, temposu, olaylara yaklaşımı, insana verdiği değeri ve bireyi çözme gücü karşısında komutan Sadık'ta da bir bilinçlenmenin gelişmesine neden olur. Artık dünyaya bakış açısı değişmiştir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Eğitimden sonra halk çalışmaları yürüten komutan Sadık kısa bir süre sonra Suriye devleti tarafından yakalanır ve 8 ay zindanda kalır.
1993 baharında zindanda çıkan komutan Sadık tekrar Lübnan'da bir devre daha eğitim görür. Eğitimin ardından kısa bir süre Kobani'de sorumlu düzeyde çalışma yürütür ve ardından yönünü Kürdistan dağlarına verir.
Kürdistan dağlarına gelmek komutan Sadık için mücadelenin yeniden başlaması ve özgürlük yolundaki en büyük adım anlamına gelmektedir. Silahlı ve askeri faaliyetler içerisinde yer almak kendisini daha fazla parti militanı görme ve mücadeleye daha sorumlu düzeyde katılmayı getirmişti. Onun için gerillalaşmak yurtsever ve sosyalist duyguların pratikleşmesi anlamına gelmektedir.
Gerillada ilk olarak Haftanin, ardından Botan ve Mardin alanlarında kalır. Mardin'de kaldığı sürede halkla güçlü ilişkiler geliştirir. Ajitasyon ve propaganda üslubu gelişkin olan komutan sadık Mardin halkının gönlünde taht kurmuştur.
Mardin'de kaldığı süre içerisinde birçok defa pusulara girmiş ve kıl payı şahadetlerden kurtulmuştur. Özellikle 9 Ekim 1998'de Kürt halk önderine yönelik gelişen komplo sürecinde Mardin eyaletinde de gerillaya yönelik yoğun imha operasyonları gerçekleşir. Eyalet olarak bir çok şahadetin yaşandığı o süreç Mardin eyaletindeki gerillalar için en zorlu süreçlerden olmuştur. Kürt halk önderinin durumundan habersiz olan gerilla için süreç belirsizliği yaşamaktadır. Türk ordusunun saldırılarına karşı tek çarenin kendi korumak olduğunu bilirler ve o şekilde de ayakta kalmayı başarırlar.
2002 yılında güney alanına geldikten sonra bir devre Mazlum Doğan Kadro okulunda eğitim gördükten sonra Bradost alanında PÇDK çalışmalarında yer alır. Bir süre burada kaldıktan sonra tekrardan HPG'ye geçerek askeri çalışmalara dâhil olur.
Komutan Sadık HPG'de yeni savaş taktikleri üzerine yoğunlaşır. Kürt halkına yönelik gelişen saldırılara karşı halkın savunması üzerine projeler üretir. Bu temelde öz savunma çalışmaları içerisinde yer alır.
Kürdistan'ın her yerinde olduğu gibi Rojava Kürdistan'ında da öz savunma çalışmalarına ihtiyaç vardır. Çünkü oradaki gerici Arap milliyetçiliği Kürt halkı üzerinde büyük bir tehlike oluşturmaktaydı. Komutan Sadık 2007'de o alandaki Kürtleri korumak içinRojava'ya giderek buradaki öz savunma çalışmalarını örgütler. 2008 sonlarına kadar kaldığı Rojava'da güçlü örgütlenmeler gerçekleştirerek bugünkü Rojava Devriminin temellerini atanlardan olur.
2008 yılında tekrardan geldiği Kürdistan dağlarında PKK Ocağı eğitimine gider. Eğitim sonrası 2010 yılında yönünü yıllar sonrasında tekrardan savaş alanlarına yani kuzey Kürdistan'a verir.
Güçlü bir öngörü, örgütsel, ideolojik ve siyasal hâkimiyete sahip olan komutan Sadık en zorlu ve kritik süreçler en güçlü militan duruşu göstermesini bilmiştir. Kürt özgürlük hareketi açısından devrimci halk savaşına aktif katılmak için Botan'a geçmiştir.
İki yıl boyunca Botan alanında devrimci halk savaşına en aktif ve en heyecanlı bir şekilde katılan Komutan Sadık gerçekleştirdiği birçok eylemle Türk ordusuna ağır darbeler vurmuştur.
İlk günkü heyecanı ile her zaman gerillada moralli, coşkulu ve esprili yönleri ile bulunduğu ortamlarda arkadaşlarına güç ve destek sunan komutan Sadık Botan'ın Cudi alanında kaldığı süre boyunca bu özellikleriyle faaliyet yürütür.
Askeri yönünün yanı sıra, propagandacı ve diplomatik yönleriyle de çalışmalarda en aktif bir katılımı gerçekleştirmişti.Türk ordusunun en ağır darbeleri aldığı devrimci halk savaşı sırasında 2012 baharında Cudi alanına da imha operasyonları gerçekleşir. 21 Mart yani Newroz günü komutan Sadık vearkadaşlarının bulunduğu nokta Türk ordusu tarafından hedef seçilir.Komutan sadık ve arkadaşları Türk ordusuna karşı dört gün boyunca o kış koşullarında amansız bir direniş gösterir. Gerillalar tarafından ağır darbe alan Türk ordusu çatışmaların dördüncü günü teknik gücünü kullanarak sonuç alır. Komutan sadık ve dört arkadaşı bu dört gün boyunca amansız bir şekilde amansız bir direniş ve kahramanlık destanı yazarlar. Tüm Kürdistan'da yanan Newroz ateşi Cudi'de daha büyük bir coşku ile özgür yarınları aydınlatır.Evet, komutan Sadık; Nuhun çoğaldığı Cudi'de senin yüreğin tüm Kürdistan'a yayılıyor. Ayaklarınla arşınladığın topraklar üzerindeki dikenli çitler yıkıldı. Bugün Kobani'de senin bıraktığın direniş ruhuyla binlerce genç özgürlüğe koşuyor. Orada esmer tenli küçük generaller senin hikâyelerinle özgür yarınlara doğru yürüyor.
Mücadele Yoldaşları
HPG Ana Karargâh Komutanlığının Refik Afrin yoldaşın şahadetine ilişkin yaptığı 5 Nisan 2012 tarihli açıklama:
“1975 Afrin doğumlu kod adı Refik Afrin (Lokman İbo) yoldaşımız 1993 yılında Afrin’den özgürlük saflarına katılmıştır. Çok yurtsever bir aileden gelen Refik yoldaşımızın yakınçevresinde çok şehit bulunmasının yanı sıra aile çevresinden onlarca yakını da özgürlük mücadelesinde yerini almıştır.
Refik yoldaşımız uzun yıllar Botan, Mardin, Kandil, Xakurke alanlarımızda kalmış, Mahsum Korkmaz akademisinde eğitim görmüş ve en son olarak da 2007 yılında Botan sahasına, özelde Gabar alanına geçerek aktif çalışmalar içerisinde yerini almıştır.
Refik yoldaşımız özgürlük mücadelemizde hesapsız emek veren, en güçlü çalışmayı ortaya çıkarmak için amansız yoğunluklu katılan ve fedakârlığıyla her zaman önde yürüyen bir militan olmuştur.”
Refik arkadaşla birlikte aynı mücadele alanlarında ve onun komutası altında kalmış, onunla birçok ortak anıyı paylaşmış bir yoldaşının anlattıkları:
“… Refik arkadaş Afrinlidir. 1993 yılında saflara katılır. 1995 yılında Botan alanına geçer. 1999 yılındaki geri çekilme sürecine kadar Gabar alanında kalır ve güneye geçer.
Refik arkadaş kilolu birisiydi. Fiziksel yapısına baktığınızda onun yürüyemeyeceğini sanırdınız. Oysa çok atikti. Güneyde bir dönem alım işiyle uğraştı. Kandil, Zap gibi alanlarda bulundu. 2007 sonbaharında alanı tanıdığı için bir daha Gabar alanına geçti. O dönemde Gabar’da erzak sıkıntısı çekildiğinden Adıl arkadaş onları bir birim biçiminde örgütleyerek üslenme çalışmalarını yürütmek üzere görevlendirdi. Refik arkadaş o zor koşullarda bu birimle birlikte hareket eder, böyle önemli bir sorumluluğu üstlenir.
Refik arkadaş elli kiloluk yükü sırtına alarak Gabar’ın Navser denilen zirvesine çıkıp çokça bilinen şu sözünü söyler; ‘Edi Bese.’ Onun bu sözü söylemesinin üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra hareketimiz ‘Edi Bese’ hamlesini başlattı. Bundan dolayı arkadaşlar Refik arkadaşa takılarak onun partiden önce bu hamleyi başlattığını söylerlerdi.
Refik arkadaşla 2010 yılında Mava alanında birlikte çalışma yürüttük. Bölge komutanımız olarak üç alana bakıyordu. Yürütme düzeyinde görev yaparken Mava, Kerboran ve Hebızbına alanları onun sorumluluğundaydı. Bu nedenle de hep bir arada olurduk. O yılın sonbaharına kadar Mava alanında kaldı. Toplantı için Gabar’a gittiğinde düzenlemesi olmuş ve Cudi alanına geçmişti. 2011 yılından 2012 baharına kadar da oradaki çalışmalara katıldı. Sadık arkadaşla birlikte öz savunma çalışması yürütmekteydi. 2012 yılının 21 Mart’ında düşman aldığı istihbaratları değerlendirerek arkadaşların noktasına baskın yaptı. Refik arkadaş hemen dışarıya çıkar ve gelen düşman gücüne müdahale eder. Çatışma başlamıştır. Arkadaşlar düşmanın bir birliğini araya alarak imha ederler. Bunda en büyük rolü oynayan Refik arkadaştır. Tabii bahar koşullarıdır. Düşman yoldaşlarımızı çembere alır. Refik arkadaş da bu şekilde şehit düşer.
Refik arkadaşın Önderliğe bağlılığı üst düzeydeydi. Kilolu oluşu ve yaşının ilerlemesi onu pratikten alıkoyamadı. En zor dönemlerde Gabar alanında mücadele yürüttü. Bu onun Önderliğe olan bağlılığından ileri geliyordu. Onu göndereceğimizi söylediğimizde “Bu işi çözmeyene kadar, Önderliği ve Kürdistan’ı özgürleştirmeyene kadar hiçbir yere gitmem.” diye yanıt verirdi.
Halkla olan ilişkileri dikkat çekiciydi. Kürt halkına çok bağlıydı. Uzun yıllar Botan yöresinde kaldığından ora halkı tarafından çok sevilirdi. Halk Refik arkadaşı korumaya çalışırdı. Kaldığı alanlarda halktan insanlar ‘Komutanımız Refik arkadaştır’ diyerek ona verdikleri önemi gösterirlerdi.
Refik arkadaş şehit düştüğünde birlikte çalışma yürüttüğümüz yörenin insanlarının çok üzüldüğüne, yasa boğulduğuna tanık oldum. Hatta bize onu koruyamadığımızı, yanlarında olması durumunda Refik arkadaşı koruyabileceklerini belirttiler. Bu, halkı zorlayan bir durumdu.
010 yılında Gercüş alanında Bıcırman adı verilen tepede düşman konumlanmak için mevzi yapma çabasındaydı. Bir düşman birliği akşamları oranın nöbetini tutardı. Refik arkadaş bu hareketliliğin keşfini bizzat yaptı. Bir grup arkadaşla o tepeye yöneldik. Refik arkadaş bizi koordine ediyordu. Vurmaya başlar başlamaz Refik arkadaş, tepenin düşüp düşmediğini sordu. Bize olan güveni sonsuzdu. Ona göre düşman bir kez vuruldu mu anında bitirilmeliydi. O alanda yapılan eylemlerin hepsi onun denetiminde, keşfini yapmasıyla gerçekleşti. Eylemlerde yer almayı da istiyordu. Ama biz buna izin veremezdik. Bu da onu zorlayan bir durumdu. Bunun yerine yakın mesafeden bizi koordine etmesi konusunda anlaşırdık.
Onun “Düşmandan dost, bilmem neden post olmaz” sözü çok dikkat çekiciydi. Özellikle AKP hükümetinin açılım adıyla yürüttüğü politikalara iğne ucu kadar değer vermez, inanmazdı. Çünkü o düşmanı tanırdı.
Refik arkadaş çok fedakârdı. Her an yoldaşlarının arasında, ilişki halindeydi. Ona yalnızca güvenlik konusunda bir iki kez eleştiri geldiğine tanık olmuşumdur. Diğer yanlarıyla tümden örnek alınabilecek birisiydi. Adıl arkadaşın bir savaşçısı olarak, onun çizgisinde, onun mücadelesini kendisine esas aldı. Şehit düşene kadar da bu esasla mücadele içindeki yerini aldı.
Ani durumlarda gösterdiği refleksler şaşırtıcıydı. O beden yapısıyla hareket edemeyeceğini düşünenler böyle durumlarda ne kadar yanıldıklarını anlar, nasıl atik davrandığını görürlerdi.
Refik arkadaş düşman hareketliliğini çok iyi takip ederdi. Düşmanın nereden nasıl geleceğini iyi bilirdi. Bu konuda onun tüm öngörüleri doğru çıkardı. Savaşta, savaş sanatında duyarlıydı. Kanının son damlasına kadar savaştı. Duruşu gelecek için bize örnek olacaktır. Onu hep anacağız. Onun düşmana karşı gösterdiği tavrı esas alacağız.”
Bir başka yoldaşı da Refik arkadaşın benzer özelliklerine vurgu yapıyor:
“… Refik arkadaşla 2007 yılında Gabar’da tanıştık. 1993 katılımlı eski bir arkadaştı. Geri çekilme süreci öncesinde de Gabar’da kalmış, Mişare alanında, kısmen Mardin tarafında çalışma yürütmüştü. Kısacası Botan’ın Cudi, Gabar, Mardin, Beşiri gibi alanlarının hepsini görmüştü.
Refik arkadaş 2007 yılında Gabar’a destek amacıyla geldi işin doğrusu. Onun gelişi Adıl arkadaşın istemesi temelinde olmuştu. Altyapı çalışmaları konusunda zorlanmalar yaşanıyordu. Refik arkadaşın eskiden tanıdığı ilişkiler vardı. Arkadaşlar onu bu temelde istediler alana. Yaşı da biraz geçmişti. Uzun yıllar güneyde kalmanın etkisiyle kilo almış, biraz ağırlaşmıştı. O da arkadaşlara yardım etme konusuna sıcak bakmıştı.
Cudi tarafında onu karşılamaya bir arkadaşla gittik. Şakacı bir arkadaştı. Onu tanımadığımız halde yol sürecinde bu yanıyla onu tanımaya başladık. Açık bir insandı. Eski olmayı kendisini arkadaşlardan farklı görmenin bir aracı haline getirmediğini gördük. Tersine eskiden tanışıyormuşuz gibi bir hava oluşturdu. Kendisini erken tanıtarak sıcaklığın oluşmasının önünü açtı.
Örgüt onu yardımcı olması temelinde bir veya iki yıllığına yollamıştı. Ama bir süre çalıştıktan sonra ve Adıl arkadaşların şahadetlerinin yaşanmasıyla birlikte kendisini daha fazla sorumlu görmeye başladı ve kalarak çalışmalara katkı sunmaya karar verdi.
Adıl arkadaş, Refik arkadaşa oldukça değer verirdi. Çünkü Refik arkadaşın yaşı biraz ilerlemişti ve Gabar gibi bir alana kaygısızca destek sunmaya gelmişti. O süreçte de zorluklar zirvedeydi. Erzak sorunları çoktu. Öte yandan düşman Gabar’ı tam bir kuşatmaya almıştı. Yalnızca çevresini tutmakla kalmamış, alanın ortasında da ciddi yönelimler başlatmıştı. Düşman Gabar’ın ne kadar önemli olduğunu bildiği için 2006 yılından başlayarak propaganda yürüttü. Yaşar Büyükanıt karargâhını Gabar’a taşıyacağını ifade etmişti. Bu yönelimlerin amacı partinin ‘Botan’ın kalbi’ olarak adlandırdığı Gabar’daki gerilla gücünü kırmaktı. Orada eskiden kalmış arkadaşlar bile ilk kez bu düzeyde bir yönelime tanık olduklarını söylemekteydiler. İşte Refik arkadaş tam da böylesi bir süreçte Gabar’a geldi. Onun gelişi bize büyük moral vermişti.
Refik arkadaş beklendiği üzere yardımcı oldu. Eski ilişkilerini kullanarak Gabar’a önemli katkılar sundu. Yaşından dolayı arkadaşlar onu eylemlerde fazla öne sürmediler. Yine de bir iki eylemde yer aldı. Çünkü düşmanın yoğun yönelimleri söz konusuydu. Refik arkadaş gelişinin daha üçüncü gününde düşman operasyonuna yönelik yapılan eyleme alanı da tanıması nedeniyle katıldı. Tecrübeli oluşu nedeniyle eylemde belirleyici rol oynadı. Altyapı çalışmalarında arkadaşlara çok yardımcı oldu. Onun gelişi ve bu işlere el atması arkadaşları oldukça rahatlattı. En azından lojistik sorununa ayıracakları zamanı savaş için değerlendirme şansına sahip oldular. Bu önemli bir destekti bir savaş alanı açısından. Gabar alanı açısından bunun anlamı daha büyüktür.
O süreçlerde bir nokta baskını sonucunda Adıl arkadaşların şahadeti gerçekleşti. Gabar’da zorlanmaya yol açan bir durum oldu. Adıl arkadaş doğrudan Gabar alanından sorumluydu. Onun şahadetinin ardından sorumluluk omuzlayan yine Refik arkadaş oldu. Arkadaşların fazla etkilenmemesi için ve bir arada, derli toplu tutabilmek, toparlanmalarını sağlamak amacıyla büyük çaba harcadı. Kış için yer belirlemeye çalıştı. Çünkü Gabar önemli bir darbe yemişti. Refik arkadaş bunun bilincinde olarak devrimci sorumluluk temelinde varlığını gösterdi. O da zorlanıyordu. Ama en azından eski bir arkadaş olmanın avantajını kullanarak arkadaşları toparlayabileceğini biliyordu. Alandaki arkadaşların yarısından fazlasını yeniler oluşturmaktaydı. İlk kez düşmanla, hem de bu kadar yoğun yönelim eşliğinde karşılaşıyorlardı. Refik arkadaş başlarda resmi olarak görevli olmasa da doğal sorumluluk anlayışıyla yaklaştı görevlere. Arkadaşlar ona bir komutan gözüyle bakmaktaydılar. Onun yaptığı planlamaları ve önlerine koyduğu görevleri arkadaşlar derhal yerine getirirlerdi. Bu doğal otorite demekti. O sonbaharın üslenme, altyapı, yer belirleme konularında hayli zorluklar yaşandı. Bu nedenle Refik arkadaş gecesini gündüzüne katarak çalıştı. Tüm arkadaşlar için kış kamp yerleri aramaya koyuldu. Bu şekilde yerler buldu, hazırladı. Güvenlik ve eğitim konularında sorumluluk üstlendi. Böylece arkadaşları bahara çıkardı diyebiliriz. Onun hedefi de buydu, örgütün hedefi de. Örgüt bizim bahara sağlam çıkmamız halinde baharın takviye gönderileceğini bildirmişti. Refik arkadaş büyük bir sorumluluk örneği sergileyerek boşluk yaşanmasına izin vermedi. Böylece Gabar’daki güç baharı sağlam biçimde karşıladı. Baharın örgüt Refik arkadaşı Gabar alanında yürütme düzeyinde görevlendirdi. O sırada yeni yönetim de geldi. Refik arkadaş bir yıl kadar kaldı Gabar’da. Yeni gelen yönetimdeki arkadaşların ilk baştaki düşüncesi onu güneye göndermek yönündeydi. Ama Refik arkadaş Adıl arkadaşın şahadetinden dolayı gitmek istemedi. Ona cevap olması gerektiğini düşündü.
2009 yılına kadar birlikteydik. Yeni gelen yönetime de gereken desteği sundu. O kışın da birlikte kaldık. Refik arkadaş kendi önerisiyle Kerboran, Mava, Habızbına alanlarının sorumlusu oldu. İki yıla yakın o alanda sorumluluk yaptı. Bazı yeni alanlar açılmasına önayak oldu. Habızbına bunlardan biriydi. O alan 2006 yılından sonra yaşanan bazı şahadetlerden sonra tümden kapanmıştı. Aynı şey Mava alanı açısından da geçerliydi. Kerboran alanında da yeni baştan mevzilendirme yaptı. Böylece boşalan alanlar doldurulmuş oldu. Hem eylemsel anlamda hem de halk çalışmaları boyutunda Refik arkadaş kimsenin umut etmediği düzeyde gözden kaçmayacak işlere imza attı. Böylece iddia sahibi bir insanın neler yapabileceğini koşullar ne olursa olsun göstermiş oldu. Orada ilk kez kapsamlı eylemler yapıldı. Örneğin Becırman karakolu vuruldu. Böyle belirgin eylemler de yapıldı. Önceden alana yerleşme kaygısından dolayı böyle eylemler yapmak kimsenin aklına dahi gelmezdi. Refik arkadaş hem alana yerleşti hem de eylemler yaptı. Örgüte ekonomik katkı da sundu. Yani çok boyutlu çalışma yürüttü. 1999 yılından bu yana o alandan gerillaya ilk kez katılımlar oldu. Halka böyle güçlü güven aşılamıştı. Yani yenilikler çoktu. Bunlar Refik arkadaşın iddiasının ve inancının sonuçlarıydı.
Onun komutanlığını göstermek gibi bir kaygısı yoktu. Sürekli olarak bir işle uğraştığını görürdük. Onun yanında kendinizi rahat hissederdiniz. Yaşamsal anlamda örnek alınması gereken birisiydi.
Refik arkadaş 2011 yılına kadar o alanda kaldı. O yıl düzenlemesi Cudi alanına yapıldı. Ş. Rubar arkadaşla birlikte geçti o alana. Yolu da tanıyordu. Cudi alanına öz savunma çalışması çerçevesinde gidiyordu. Sadık arkadaşlarla birlikte çalışacaktı. Rubar arkadaşların şahadetinin ardından kış kampına girinceye kadar çalışmalarını yürüttüler. Arkadaşlardan öğrendiğim kadarıyla Refik arkadaş orada da anlamlı bir çalışma yürütmüştü. Cizre tarafına ilk kez açılım yaptılar ve eylem gerçekleştirdiler kent merkezinde. Şırnak’ta örgütlenmeyi güçlendirdiler. Silopi açısından da bu geçerliydi. Refik arkadaş var olan deneyimlerini örgütün hizmetine sunmak amacındaydı. Kaygısı örgüte layık olmaya dönüktü. Oysa Refik arkadaş savaştan kopuk bir arkadaş değildi. Yıllarını savaş alanlarında geçirmiş, eylemlere katılmıştı. Emekle yoğrulmuş, emekten hiç kopmamıştı.
Refik arkadaş düşman karşısında sergilemesi gereken tavrı gösterdi. Düşmanı etkili biçimde vurdular ve şahadetleri bunun ardından gerçekleşti. Başta Refik ve Sadık arkadaşlar olmak üzere orda beş yoldaşımızı şehit verdik. Son mermilerine kadar çatıştılar. Çok sayıda düşman unsurunu da öldürdüler. Aslında bir gün önce arkadaşlar oradan çıkmayı planlarlar ama milislerini bekledikleri için bunu ertelerler. Oradaki tavırlarıyla bu yoldaşlarımız bağlılıklarını bir kez daha gösterdiler. Alanda yaşanan şahadetlerden dolayı ağır bir yükün altına girmişlerdi ve baharla birlikte güçlü bir hamle yapmaya hazırlanıyorlardı. Ama bu kısmet olmadı. Düşman o yoldaşların bu düzeyde güçlü bir darbe indirebileceklerini hesaplayamamıştı. O alandaki gücü kırdıklarını, geriye kalanların savaşma iddialarının kalmayacağını düşünmüşlerdi. Ama bunda fena halde yanıldıklarını gördüler. Refik ve Sadık arkadaşların öncülüğünde gösterilen direnişle karşılaştılar. Öncülük yapan arkadaşların başında gelenlerden birisiydi. Refik arkadaş katıldığı günden bu yana hiç yitirmediği iddiasını son nefesine kadar korudu, düşmana ve dosta gösterdi.”
Yine Botan sahasında Refik arkadaşla çalışma yürütmüş bir başka yoldaşı Refik arkadaşa ilişkin şunları belirtiyor:
“… Refik arkadaş eski bir arkadaştı. Onu 2006’da görmüş olsam da pek tanıma olanağım olmamıştı. Asıl olarak onu 2007’de güneyden Gabar’a, bizim olduğumuz alana gelmesinden sonra tanıdım. Daha önce de adını duymuştum ve onu görmeyi merak eder olmuştum. Onları karşılayacak kurye bendim, bu temelde Ş. Adıl arkadaşla biraz tartıştık. Arkadaşlar ondan bahsederlerken çok önemli bir arkadaş olduğuna dair ipuçları vermişlerdi. Hatta şakayla karışık gelecek arkadaşın yalnızca bir arkadaş mı yoksa bölük veya tabur mu olduğunu sordum. Adıl arkadaş, onun açısından Refik arkadaşın bir birlik düzeyinde olduğunu belirtti. Bunu ne anlamda söylediğini başta anlamadım. Refik arkadaş eskiden de Gabar’da kalmıştı. Eski arkadaşlar ondan söz ederlerdi. Şakayla Refik arkadaşın Cudi’ye ulaştıktan sonra kendisini yere attığını söylerlerdi. Tabii ki bu şakaydı. Daha sonra Refik arkadaş ulaştığında durumu anladım. Yaşı biraz ilerlemişti. Aynı zamanda kilolu biriydi. Bundan dolayı yolda biraz zorlanmıştı.
Bana soracak olursanız en dikkat çekici yanı doğallığıydı. O vücut yapısıyla bile oldukça fedakârdı. Ona bakıp moral alırdık. Hiçbir işe yapamam demez, önüne konan her işin üzerine giderdi. Güçlü bir iradesi olduğundan kolay pes etmezdi. Onunla yaşamak zevkti. O moral kaynağıydı. Eski anılarını anlatırdı. 2009’a kadar Gabar çevresinde kaldı. Birim çalışmalarına da katıldı. Örneğin Cehennem Deresinde kışın kaldı. Bir süre Mava’da kalmasının ardından yeniden Gabar’a döndü. 2009’da ise Cudi’ye geçti.
Refik arkadaş Cudi öz savunma çalışmasında yönetim çalışmalarında yer aldı. Orada Sadık arkadaş onlarla birlikte şehit düştü. Oldukça olumlu özellikleri vardı. Onunla bu yüzden tartışmalara da girdik. Bazen gücünün yetmeyeceği çalışmalara giderdi. Bir saatlik iş, iki saate sarkardı. Ona o işi yapamayacağını söylemek de istemezdik. Ama zorunlu olarak onun istemine, iradesine saygı duyduğumuzu ama bazı işlere onun gücünün yetmediğini kabul etmesi gerektiğini söyledim. O ise bunu içine yedirmez hiçbir işe yapamam mantığıyla yaklaşmazdı. Sorun yaşından ve kilolarından dolayı biraz ağır olmasıydı.
Şehit düştükleri olayda düşmanla yoğun bir çatışmaya da girmişlerdi. Düşmana ağır darbe indirilmiş 25 dolayında düşman askerini öldürmüşlerdi. Hepsi de özel timdi. Orada beş arkadaş şehit düştü, aralarında Refik arkadaş da vardı.
Böyle birlikte kaldığımız arkadaşlar şehit düştüğünde kendimi onların yüklerini devralmış gibi hissediyorum. Refik arkadaş insanlar üzerinde moraliyle ve iş yapma istemi ve iddiası ile etki bırakabilen bir arkadaştı. Bu etki benim açımdan da geçerlidir.
Refik arkadaşlar baharın şehit düştü. Cudi alanına o yıl kışın da düşman hayli yüklenmişti. Görebildiğimiz kadarıyla bunlar istihbarat üzeri gerçekleşen yönelimlerdi. Öz savunma çalışması yürütüyorlardı. İlişkilendikleri insanlar arasında ajan olmuş olabilir. Ama bunu tam olarak netleştiremedik. Düşman yönelimlerinden bazı sonuçlar aldı. Kendileri de kayıp verseler kendilerince sonuç aldıklarını düşünüyorlardı. Çünkü arkadaşların noktalarını saptayıp yöneliyorlardı. 2012 baharı Cudi’de bir nokta baskını oldu. Öyle ki noktanın içine indirme yapıyorlardı. Arkadaşlar çatıştılar. Refik arkadaş da oradaydı ve şehit düştü. Biz o sırada Gabar’da idik ve telsizden duyduk.
Refik arkadaşın bir özelliği daha vardı. Ona takılır ve derdik ki “Düşman seni bir tepenin başında görse tepenin üzerinde bir tepe daha olduğunu sanır.” Aslında düşman mantığının dışında bir hareket tarzı da söz konusuydu. Tabii gerilla mantığına tam olarak uyduğu da söylenemezdi. Arkadaşlar onun şimdiye kadar yaşamasının sırrının da bu olduğunu söylerlerdi. Bu nedenle istese de şehit düşmeyeceğini söylerdik ona.
Şehit düştüğünü duyduğumda kendi kendime ‘kural dışı da olunsa, mantığa aykırı da hareket edilse bir yanlışlık dahi şahadete yetiyor’ dedim. Tabii bu şahadetin etkisi çok oldu bende. İnsanda hem onların intikamlarını alma, hem de onların o güzel özelliklerini içinde yaşatma duygusu gelişiyor. Refik arkadaş paylaşımcı bir arkadaştı. Yönetim olsa da olmasa da bir arkadaşta en ufak bir zayıflık görünce hemen tartışıp yardımcı olmaya çalışırdı. Refik arkadaşı eksik de olsa ancak bu kadar anlatabilirim. Fedai bir insanı sözle tarif etmek kolay değil, ancak yaşayıp tanıyabilirsiniz.”
MÜCADELE YOLDAŞLARI
Hâlâ hatırımdadır, gün kararmak üzereydi, güneş yüksek dağlar ardından hafiften eğilircesine, son bakışlarını saygınca bırakıyordu zamana, az sonra yola çıkacaktık. Agit arkadaş son sigarasını avuçlarında alalamış, dumanını rüzgârın kısık rengine sebepsizce bırakıyordu. Ellerinde tükenmekte olan izmariti, son bir fırt çektikten sonra hafiften eğilerek meşe ağacının dalında…Kolay değildi. İlk gerillacılığını bu alanlarda yapmış, dağın sıcaklığını Erzurum eyaletinin Dersim kıyılarında dolu dolu geçirmişti. Şimdi eyaletin farklı bir alanına, partiye karşı hayır diyemeyen sadakatli gerçeği ile uzanacaktı. Belki de ne çok istemiştir, son kez tabakasından bir tütün daha sarıp içmeyi. Belki de dilinde tutuk kalan özlemini, sevgisini ne kadar söylemek istemiştir. Fakat içindeki burukluğu, gururu yürek dünyasının sadık bir gardiyanıydı; hiç söylemeyecekti. Belki de hep susacaktı…
Kuşkusuz hiçbir yaşanmışlık, gerilla yaşamı kadar keskin bir değere sahip değildir. Kuantumun belirsizlik ilkesi en çok bu yaşamda arandığı değeri korur, her gerilla ayrıldığında bir alandan derin bir iç çeker ve son kez bakar ardına çünkü çok iyi biliyordu gitmeler kadar hiç gelmemelerde hep önünde istenmeyen bir seçenek olarak yer edinecekti. Bu nedenle olsa gerek her ayrılıkta hiç buluşmayacakmışçasına elleri sıkmak, hiçbir zaman görüşmeyecekmiş gibi dost yüreklere sarılmak, dilde kalan özlemi yutkunmadan cesurca paylaşmak, yüreğimizde burukluk yaratan feodalliğimizden belirtemediğimiz özrü umutla belirtmek, sadakatin değer atfeden temel rengi olacaktır. Çok iyi biliyoruz ki; artık bedenler kızılca toprağa aktığında ne dilde tutuk kalan özrümüzün bir anlamı, ne de yüreğimizde saklı tuttuğumuz sevgilerin bir anlamı olacaktır. Özrümüzde, sevgimizde muhatabı olmayan bir gerçeğe karşı sebepsizce susacaktı. Artık lal olacaktı yürek, lal olacaktı dil…
Mücadele gerçeğimizin derin akışkanlığında da tüm dünya devrimlerinde olduğu gibi şehitlerin gerçeği önemli bir değeri ifşa etmiştir. Bütün ezilen halk ve toplumlar varlığını sağlayabilmek için büyük bedeller vermiştir. Kürdistan halkı da bu bedellerin en ağırını her daim ödemekten hiç çekinmemiştir. Artık Kürdistan'ın her yürüdüğün patikasında, duraksadığın su kurnalarında şehitlerden bir iz görmek mümkündür. Kuşkusuz Kürdistan gerçeğinde Urfa şehri önemli bir yer edinmiştir. Urfa, mücadelemizin çıkış koşullarından bu yana sürekli aktif rol oynamış, harekete katılan sayısız kadınlı-erkekli katılımlarla bu tarihsel bırakıtı layıkıyla yaşatmıştır.
Şehit Xebat arazisi ağırlıklı olarak geniş yaylalar biçiminde tanım kazansa da Şehit Xebat vadisi etrafında güçlü ormanların olduğundan bahsetmek mümkündür. Bu ormanlar buralarda konumlanan güç için oldukça önemli bir dayanaktı. Bandozların dibinden toprağı incitmeksizin akan, İlbey ve Şehit Xebat suyu Peri’ye akmadan önce randevulaşırcasına birbirlerini beklenir, ardından kaygısızca geriye bırakırlardı düşlerini. Meksika köyünün oradan kendini yukarı doğru bıraktığında Meksika’nın o güzel çeşmesinden bir avuç su içmeden asla gidemezdin, bir taş altından tazyikli bir akan su baharın öyle bir köpükleniyordu ki pamuksu beyazımtırak bir dokuya bürünüyordu. Ardından yorgunluğunu unuturcasına Bandoz dağlarının zirvelerine doğru tırmanmaya başlıyordun.O kadar yüksekti ki Bandoz dağları, sırt sırta uzayan zarif dokusu bütün kentleri kanatları altına alıyordu. Yedisu mütevazı gerçeğinin getirdiği, görüntüsüyle göz deryamıza imrenerek baktığımız hoşnutluğu taşıyordu.
Bandoz dağlarını bahar ve sonbahar mevsimlerinde öyle bir sis alırdı ki, adeta bulutların üzerinde yürürcesine kanatlandığını hissederdin. Bandozların birçok yerinde, soğuk yayla çeşmelerini görmek işten bile değildi. Her gördüğün çeşmede doyumuna ulaşmadan bir avuç su tatmak, nerdeyse gerillanın vazgeçemediği olağan bir durumun ifadesiydi.
Her ne kadar bahar ve yaz mevsimleri buralarda coşkun bir güzelliği muştulasa da uzun kış süreçlerinin getirdiği beyaz gerçek, ak bir kefen misali düşlerimizin üzerine örtünüyordu. Erzurum eyaletinde kış çetin geçerdi. Altı ayı bulan uzun kış kampları bahara uzanmanın düşleri ile içine kapanırdı. Kimi baharı görmeyenlerimiz olurdu. Adeta yetersizliklerimizin getirdiği çirkin alışkanlıklarımız, kış kayıplarını nemenem bir yazgıya dönüştürürdü. Fakat hep birileri bizim kurallaşmayan gerçeğimizden ötürü bahar arifesinde kefen örtünürdü.
O yıl tüm eyalette olduğu gibi, Bingöl dağlarında da istikrarlı bir yağış söz konusuydu. Şehit Xebat diye tabir ettiğimiz bölgede yedi arkadaş üslenecekti. Çekdar arkadaş komutasındaki grupta GabarWan, Sipan Amed, Özgür Amed, Redür Batman, Rodi Amed ve Agit Siverek arkadaşlar bulunmaktaydı. Kamp bileşeninde bulunan arkadaşlar eyalete yeni gelen, eyalette katılan arkadaşlar biçiminde örgütlendirilmişti. Grubun en eskisi daha öncede eyalette bulunan ve daha sonra 2007 yılında eyalete tekrardan dönüş yapan Çekdar arkadaştı. Çekdar arkadaş uzun yıllar gerillada bulunmanın getirdiği tecrübeyle kendinde önemli bir askeri duruş yaratmış bir arkadaşımızdı. Diğer arkadaşların da bölgede yeni olmasına rağmen, Çekdar arkadaşı tamamlayabilecek nitelikte olduklarını söylemek yerinde olacaktır.
Çekdar arkadaşların kampı, Şehit Xebat vadisine düşüyordu. Arkadaşlar bahara kadar kampta kalmış fakat kimi nedenlerden kaynaklı zorunlu olarak kampı terk etmek zorunda kalmışlardı. Belli bir zaman sonra bir ajanın verdiği bilgi sonucu yerleri deşifre olacaktı. Bu bilgiler nezdinde gelişen operasyon tüm Şehit Xebat vadisine yayılmış, tabiri caizse genişçe bir kuşatma hattına dönüşmüştü. O an için grubu bölmek en iyisiydi. Şehit Çekdar, Agit, Rodi ve Gabar arkadaşlar bir gruptaydı. Çok geçmeden Çekdar arkadaşın grubu çatışmaya girecek,burada her dört arkadaş da tüm dengesiz savaş koşullarına rağmen, APOCU fedai ruhun esaslarına denk düşen tarzla düşmanını direnerek karşılayacaklardı.
Ve yine Bingöl’ün sessizliğinde her dört cengâver tarihin vediası olan direniş ruhu ile ölümü başı dik karşılayacaklardı. Cansız bedenleri kızıl toprağın üzerinde son bakışları ile umudu telaffuz etseler de bu ayrılıklar yüreğimizden çok şey alacaktı. Gruptaki diğer arkadaşların naaşlarına dahi ulaşılmamıştı. Belli bir dönem Sipan, Özgür ve Redür arkadaşların akıbeti belirsizliğini korusa da daha sonra ulaşılan kimi kalıntılar arazide şehit düşme ihtimallerini güçlendiriyordu.
Artık tüm şehitlerimizde olduğu gibi şehitlerimizden de gözlerinde suretleşen son bakışları ve bu son bakışların telaffuz ettiği özgürlük düşleri ve yaşanmışlıklar kalıyordu.
Bazen trajik hatıraların getirdiği hüzünle, bazen de coşkun yaşanmışlıkların getirdiği sevinçle sonu olmayan bu yolculuğumuzu adım adım devam ettirmeye çalışıyoruz.
Şehitler gerçeği ile devamsal kıldığımız yolculuğumuzun farklı bir kapısı da Agit yoldaşın dünyasına açılıyordu. Binlerce şehidimizde olduğu gibi Agit yoldaş da özgün dünyasının getirdiği içtenlikle kendine özgü bir rengi ifade ediyordu. Adeta coşkun yüreğinin getirdiği eşsiz tercümeyle bizlere bu dünyada “BİRDE AGİT VARDI” dedirtiyordu.
Agit arkadaş 1989 yılında orta halli bir ailenin çocuğu olarak doğuyordu. Kürdün kadim tarihinde sıklıkla yaşanmış göç furyasından Agit arkadaşın ailesi de etkilenecekti. Bu göç serüveninin yeni durağının adı Mersin oluyordu. Mersin 90 sonrası yaşanan göçlerle, Kürt kimliğinin yaygınlaştığı bir dokuya uzanırken, muhacir yaşamın getirdiği Kürtler arası bir birlikteliğe doğallığında zemin yaratacaktı.
Agit arkadaşın aile yapısı, Mersin gerçeğinde yurtseverliğini daha da pekiştirmiş, mücadelenin legal kurumlarında faaliyet yürütebilen bir esnekliği açığa çıkarmıştır. Kuşkusuz Agit arkadaşı mücadele saflarına iten temel etken olarak annesinin etkili olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Kaldı ki 2009 öncesinde de Agit arkadaşın gerilla saflarına katılım girişimleri olmuş, fakat bu girişimi sonuç almamıştı. Belli bir dönem bu girişiminden dolayı bir yıla kadar cezaevinde kaldıktan sonra annesi ile kurduğu ilk diyalog bu hatıra üzerinden olmuştu. Agit arkadaşın annesi hayıflanırcasına kendisine şunları belirtir; “Be oğlum, bir türlü partiye katılmayı beceremedin, eğer ki bir sonraki girişiminde böyle olacaksa ben seni kendi ellerimle partiye teslim edeyim.” demektedir. Agit arkadaşın, annesinin bu hayıflanışını yer yer sohbetlerimizde belirttiği olmuştur.
Agit arkadaşın ikinci kez partiye katılımı girişimi sonuç almış, 2009 yazı sonunda Amed üzerinden partiye katılımını gerçekleştirmişti. İlk kış kampını Şehit Hasan bölgesinde geçirirken pratik bahar sürecinde ise eyaletin ağırlıklı olarak Pülümür, Tercan, Yedisu üçgeninde bulunan Şehit Herbiji bölgesinde düzenlenen tim içerisinde yer alacaktı. Daha sonra yolculuğunu yeni bir mekâna taşırarak kış kampına Şehit Xebat bölgesinde girecekti. Fakat Erzurum eyaletindeki ikinci kışı uzun sürmeyecek, tarih 18 Mart 2011 baharı gösterdiğinde karın miskin beyazı yine şehitler kanı ile sulanacaktı. Agit yoldaş, Adaklı kırsalında yine Bingöl’ün habersizliğinde altı yoldaşı ile birlikte kahramanca direnerek son nefesini verecekti. Radyoda tek tek isimleri okundukça yüreğimizi kemiren tarifsiz bir sızıya zemin oluşacaktı.
Agit yoldaş, iki yılı bulan gerilla yürüyüşünü dolu dolu geçirmişti. Pratik işlerinde çabuk aktifleşen yapısı, hemen hemen her çalışmanın içine kendini doğallığında taşırken, tüm çalışmalar alelacele aktifleşmesinin önünü açıyordu. Yaşama katılımda hiçbir zaman hesap içermeyen gerçeği, kaygısız özlü kişiliğinin temelini daha da güçlendirmekteydi. Bu açıdan PKK yaşamında kolektif bir ruhun yakalanmasının ancak vicdan ve zihniyet eksenli bir derinleşmenin yaşandığı oranda sağlanacağına dilde değil, öz itibariyle inanıp yaşayanlardandı.
Agit yoldaş parti yaşamına o kadar içten katılım sağlardı ki, ona karşı kısa bir gözlem dahi onun heyecan düzeyindeki içtenliği algılamaya yeterdi. Çoğu zaman bu girişken yönü imrenerek baktığımız doğrularından olurdu. Yaşamının her anını ismi gibi yiğitlik esasları üzerinden kurması, onun ana uzandırdığı belirgin gerçeği olurdu. Bu duruşunu doğal yapısının getirdiği güçlü katılımı ile beslemesi Şehit Agit gerçeğini daha keskin kılmaktadır.
Kuşkusuz Şehit Agit gerçeğini ele aldığımızda gerilla yaşamında rahatlıkla fark edilebilinecek özelliklerinin başında en zor süreçlerde dahi panik olmayan, soğukkanlı yapısı gelmektedir. En zorlu süreçlerden, eylem anına kadar soğukkanlılığından ödün vermeyen gerçeği içinde bulunduğu güce güç kattığı kadar doğru, yerinde karar almasının da kapılarını aralamıştır.
Agit arkadaş mücadele içerisindeki kısacık ömrüne çok şey sığdırmıştı. Dolu dolu geçen bu kutsal zamanlarda ondan aldığımız o kadar çok şey vardı ki her anı öğretici değere sahip olan bu hatıralar toplamı, yaşamı cesur, özlü ve doğru yaşamanın pusulası olacaktır. Bu vesileyle Şehit Agit şahsında Adaklı şehitlerini tekrardan anarken, hayallerini gerçekleştireceğimizin sözünü yineliyoruz.
Anılara bağlı kalmak dileğiyle
17 Ocak 2014
Dilok Bandoz
“1985 yılında Mardin Nusaybin Girmeli köyünde yoksul bir ailenin 6 çocuğunun en küçükleri olarak doğdum. Dinin de etkisiyle feodal değerlerin güçlü olduğu yurtsever bir ortamda büyüdüm. 14 yaşıma kadar köyde kaldım. Bu zamanı bir yandan aileme çiftçilik işinde yardım ederek, diğer yandan okul okuyarak geçirdim. İlkokulu bitirdikten sonra sıkıcı geldiği için okula devam etmedim.
99 yılında çalışmak ve bu yolla aileme ekonomik anlamda yardım etmek amacıyla İstanbul’a gittim. 2005 yılına kadar İstanbul’da kalarak tekstil işiyle uğraştım. “
Kısa özgeçmişini böyle anlatan Reber arkadaş 2005 yılında Canlı Kalkan girişimi çerçevesinde gerilla saflarına katıldı. Katılmadan önce HADEP çalışmalarında yer almış, gençlik çalışmalarında da bulunmuştu. Dürüst, temiz bir yapıdaydı. Yeni savaşçı eğitimini Zap alanında gördükten sonra gittiği Gare tarafında sekiz ay kadar kaldı. Bu deneyimin ardından geri döndüğü Zap alanı bu kez onun pratik yürüterek piştiği bir alan oldu. 2008 yılında Zap alanına karşı Türk ordusunun gerçekleştirdiği askeri operasyon karşısında aktif savunma güçleri arasındaki yerini alan Reber arkadaş bu süreçlerden sağladığı birikimi daha işler kılmak adına Botan sahasına geçmeyi önerdi. Zaten bu onun gerilla içerisindeki en büyük istemiydi. Savaş alanları onun için her şey demekti. Savaştan kopmayı hiç istemezdi. Nerede savaş varsa Reber arkadaş oradaydı.Mardinli olması ona Botan sahası açısından avantaj sağlıyordu.
2009 yılında gittiği Botan sahasında yürütülen hareketli pratik sırasındadaha üçüncü ayında yaralandı. Onu bir daha tedavi olmak için güneye geldiğinde gördüm. Tedavinin ardından Mazlum Doğan Kadro Okulunda eğitim gördü. Eğitimini bitirince de yine kuzeye gitme konusunda ısrarda bulundu.
Zaten o çalışmalara canla başla,yaşama büyük bir istekle, kaygısızca, moral ve coşkuyla katılırdı. Fiziksel olarak biraz zayıf olması bu durumu etkilemiyordu. Botan sahasında aldığı yaralar da fazla hafif sayılmazdı. Yalnız onun zorlanmalarını aşmasını sağlayacak güçlü bir iradesi vardı. Böylece her zaman en önde olurdu. Yeni savaşçı eğitimi sırasında da bu görüldü. Yeniden kuzeye gitmesi deancak iradeyle açıklanabilecek bir olgudur.
İkinci gidişinde Mardin alanını istedi. Bunun nedeni oraları tanımasıyla bağlantılıydı.Mardin alanında iyi bir çalışma temposu yakalayabilecek düzeyi vardı. Önderliğin özgürlüğü için elinden ne geliyorsa yapmaya çabalardı. “Savaşmaz, bu düşmanı Önderliğin ayağına götürmezsek kendimize militan demeyelim” sözü onun bu uğurda neler yapabileceğinin en çarpıcı kanıtıdır. Reber arkadaşın Mardin alanına gitmeyi çok istemesinin bir nedeni de onun katılımında etkili olan bir olayla ilgili idi. Onun gerilla saflarına katılmasında belki tetikleyici rol oynayan olay Mardin’de on üç yaşındaki Uğur Kaymaz’la babasının sorgusuz sualsiz katledilmesiydi. Reber arkadaş onların intikamını almaya ant içmişti. Sonradan bu durum Reber arkadaşta ilkesel bir duruşa dönüştü. Halka yönelik en ufak bir yanlışlığı kabul etmez,hemen refleks gösterirdi. Kin ve nefreti bu arada bilenir, bunu“Bu durumların intikamını almak için hep mücadele içinde olmalıyız.”sözleriyle dışa vururdu. Halk kutsaldı onun için.
Reber yoldaş yumuşak huylu, mülayim, saygılı birisiydi. Hatta öyle ki onu gördüğünüzde toparlanmanızı gerektiren bir insandı. Mütevazılığı dikkat çekiciydi.
Reber arkadaş oluşturulan PKK yoldaşlığı çerçevesinde doğru bir yoldaşlığı nasıl oturtabileceğinin arayışındaydı. Aynı zamanda iyi bir gerilla olmanın da peşindeydi. Reber arkadaşı hangi işe gönderseniz yok demezdi. Bazen günde iki kez görevlere gittiği olurdu. Bu düzeyde mütevazı idi. Bu benim çok dikkatimi çekmişti. Ona başka arkadaşların da olduğunu söylememiz fayda etmez, o ısrarla kendisi gitmek isterdi görevlere. Bu nedenle kendisini çok erken sevdirdi. Ben şahsen ona birkaç gün içinde ısındım. O her şeyinizi paylaşabileceğiniz bir yoldaşınızdı. Sonra bir de baktım ki böyle düşünen yalnızca ben değilmişim. Onu tanıyan tüm arkadaşlarda aynı düzeyde bir sevgi oluşmuştu Reber arkadaşa karşı.
Bir defasında bir arkadaş kızgınlık sonucunda Reber arkadaşa bir eleştiri yöneltir. Reber arkadaş buna sesini çıkarmaz. Ama etraftaki arkadaşlar o arkadaşı sert bir şekilde eleştirerek ona Reber arkadaşa karşı böyle eleştiriler yapamayacağını söylerler. Herkes Reber arkadaşı destekler.
Yaşı çok büyük olmamasına karşın Reber arkadaşta büyük bir derinlik ve anlam gücü gelişmişti. İleri derecede bir olgun duruşa sahipti. Bunlar onun erkenden gelişmesini sağlıyordu. Yaşama, yoldaşlarına, değerlere karşı duyarlıydı. Yoldaşlık söz konusu olduğunda o büyük küçük, kadın erkek gibi ayrımlara gitmezdi. Onda önde olan yoldaşlıktı, belirgin olarak görülen yanlarından birisi de buydu. Fedakârlığı üst düzeydeydi.
Üç aylık Botan pratiğiyle de bir fedakârlık, emek, olgunluk sembolü olmuştu.Yoldaşlarını gün geçtikçe daha çok seviyor, daha iyi katılım sağlıyordu. Çok erken uyum sağlamış, hızlı gelişme sağlamıştı. Herkesin gözünde önemli bir yeri olan Reber arkadaş takım komutanlığına yükselmişti.
Oldukça doğal bir insandı. Yoldaşları arasına ayrım koymamakla birlikte kadın yoldaşlarına kutsallık derecesinde değer verirdi. Önderliğin kadına yaklaşımını iyi anlamıştı. Kadın arkadaşlarla her konuda rahat biçimde konuşup tartışmaktan çekinmezdi.
2012 yılında örgütün kuzey sahalarında başlattığı devrimci hamle hazırlıkları kapsamında yaptığı güç aktarımları çerçevesinde Mardin alanına gidecek gruplarda yer alan Reber arkadaş büyük bir umutla yola çıktı. Ama ne yazık ki daha hedefine ulaşamadan İdil ilçesi kırsalında girdikleri pusu ve çatışma sonrasında dört yoldaşıyla birlikte ölümsüzler kervanına katıldı.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Mücadele Yoldaşı
Afat Erzurum
Özgür ateşin kıvılcımlarının peşinde koşan her şahadetin üzerine kelimeler, cümleler, güzellikler, edebiyatlar dizmeksöz konusu olduğunda bunun hakkının nasıl verilebileceği yazılır.Çünkü onları yazmak, tarif etmek onları hissetmekten geçer ve onları Önderlik kadar hisseden olmamıştır. Çünkü Önderlik kaygısızca yazdı, koşulları engel görmeyerek, kendinden taviz vermeyerek, özgürlük sancılarından kaçmayarak, bu yolun yolcularına tarif ede ede söyleyip yazdı ve o yolculardan bir tanesi Ruhal arkadaştı.
Küçükken gözleri hep birşeyleri arar durur. Ancak çok sonradan fark eder neyi aradığını, İran'ın cennetliğini görür toprağa her bastığında, kadına olan bağlılığı derinleşir. Gördüğü her şelalede gözleri parlar içi giderdi. “Senin gibi olmak isterdim” derdi, “Hiçbir engel tanımadan kendi doğallığında, berraklığında toprakla birleşir, bereketliliğini gösterir her yönüyle. Çünkü o akacağı yeri, gideceği yeri bilir.”
Kendi bedenlerini ateşe veren kadınlarla büyür. O ateş bir isyandır. Evet, cennet gibi bir ülkenin nasıl cehennemleştiğini görür. Bir kadın bedeninin nasıl alevler içinde tutuştuğunu görür. Bir dur demenin zamanı gelmiştir. Ya sistemin biriktirdiği kalıplarla yaşar, yada ‘ben bir ateşim, bana dokunanı yakarım’ deyip, iki kız kardeşini örgütleyerek getirir, özgürlüğün yolculuğuna çıkar. Ancak onun isyanı tüm kadınlar içindir.Hiç unutmaz bedenini ateşe verenleri. Ateş onların tek dostuymuş gibi görüp sarılırlar.
Ruhalarkadaşı ilk gördüğümde yine yolcuydu, Zap Şehitliğinde görmüştüm. Metina’dan Özel Kuvvetleriçin gelmişti. Bende hastaneden gelmiştim. İkimizde nerden geldiğimizi, nereye gideceğimizi saklıyorduk birbirimizden. İkimizde oradaki arkadaşların hiçbirini tanımıyorduk. 2007 Önderliğin zehirlenmesinin haberinin yazıldığı yıldı. Herkes öfkeliydi, Önderlik şunu söylemişti “Kemal Pir arkadaşgibi,Beritan arkadaşgibi iki kişide kalsa dağda yeterlidir." Ruhalyoldaş onlardan bir tanesi olmak istiyordu.
Soğuk sonbahar günündedoğan güneşin sıcaklığında hazırlanıp saçımı taramış, kalabalığın içine girmiştim. Kadın arkadaş yoktu, hepsi erkek arkadaştı.Kendimden çok emin adımlarla girdim kalabalığın içine, bütün arkadaşlar bana bakıyorlardı bir şeyler söyleyecekler gibi.Bunu sonradan anladım. HevalRuhal’ı ilk gördüğümde beyaz tenine güneş vurmuş parlak ve güler yüzüyle önce ismimi sordu.Ben adımı söyleyince, “Tarağını şütüğün arasına bırakmışsın” dedi. Şimdi anlaşılmıştı erkek arkadaşların bana niye baktıkları. Onun için kolaydı, benim rengim değişmişti. Hangi renge girdiğimi anlamadan mavi tarağımı çıkardım herkesin yanında. Olurda bu kadar olmaz. İki gün sonra birbirimizi gördük, bakışıp güldük, herşey anlaşılıyordu artık. 2007'den 2010’a kadar beraberdik.
HevalRuhal güneşin doğduğu yerden doğup gelmişti hakikatin peşinden, her gün yeniden doğar gibiydi. Her adımını attığında Özgürlük kokusunu alırdı ve onun rengini açardı.‘Bu kokuyu her aldığımda huzurlu ve mütevazı olduğumu fark ediyorum’ dercesine temizdi ve uyanıktı.Bu yolda yanlış yaşayanı kabul etmezdi. Asiydi, artık hayali tüm kadınların dağlara sıkı sıkıya sarılmasıydı.Çünkü o dağlara sarılmıştı, ilk defa sarıldığı bir şeyden zarar görmemişti. Ana rahmindeki gibi, ‘tanrıçaların bilgeliğinden kalan emanettir’ der gibi. Çünkü onda olan sadeliği, temizliği, güzelliği dağda görmüştü.
Netti ve “Önderliğin beni sevebileceği düzeye kendimi getiririm.” derdi. Ve yüzünü Botan'a çevirdi. O bir umuttu artık, geleceğin umudu.
Ana diline çok düşkündü, “Özgürlüğün bir parçasıdır.” derdianadil için ve anadil konuşulmadığında büyük bir öfkeyle uyarırdı her zaman.
Okumamıştı birçok yoldaşı gibi.Her gününü bir okul gibi değerlendirirdi. Yaptığı her işi bir eylem gibi ele alır sarılırdı. İşi yaparken Ortadoğu’nun emekçi kadınlarını anımsatırdı, içten yapardı, sevdiği türkülerle beraber. “İşte böyle olur yaşamı sevmek, bombayı kucaklayıp ölüme yürümek”, “Tirejeroje” sevdiği türkülerdi.
Emeğe olan bakış açısı ideolojikti, çok yönlüydü, zevk alırdı, yüzü gülerdi. Hele bir halay çekmesi vardı. Onun için sayı önemli değildi, iki kişiylede çekerdi halayı. Tıpkı ilk gördüğü şelale gibi bırakırdı kendini doğanın akışkanlığına, bastığı toprağı incitmeden bir kuş gibi hafifleşirdi. Tanrıçalarla buluşma anlarıydı o anlar. Yolculuğunu Botan’da tamamladı. Botan’ın gelini oldu artık. İran'ın kızı Botan'ın, Ortadoğu’nun kızı oldu. Geleceğin umudu, sizin takipçiniz olacağız, sözümüz sözdür.An buluşma anıdır.
Mücadele Yoldaşı
Tekoşin Toprak
Kürdistan coğrafyası, özelde de bu coğrafya üzerinde yaşayan Kürt toplumu için her bir ayın ayrı bir anlamı vardır. Hangi ayına bakarsanız bakın, bir yerlerinde bir şekilde
Kürdün acısını, özlemlerini, sevinçlerini, gözyaşlarını ve daha birçok gerçekliği görürsünüz. Ama bazı aylar vardır ki başka aylarda görülmeyen birçok şey barındırır içerisinde. Mart da bu aylardan bir tanesidir. Daha en başından acıyla yazılmasına rağmen, direnişe, sevince, kahramanlıklara yataklık etmiştir. Kamışlo ve Halepçe gibi katliamlar yaşamış, Newroz’la baharı müjdelemiş, gerillanın destansı direnişlerine şahitlik ederek Kürt toplumunun tarih defterine nice kahramanlıklar yazmıştır. Bir de kadın yanı vardı Mart’ın. Unutturulmak istenen, kadının direniş geleneğinin sadece bir kesitiydi Mart’ta yaşanan. Ve Kürdistan kadını bunu da omuzlayarak yürümüştü her zaman.
Evet, Mart olabildiğine dolu ve özel denilebilecek bir ay. Hatta Kürt’le bütünleşmiş bir ay olduğunu belirtsek yanlış olmaz. Nede olsa tarih boyunca Kürt’ün yakasını bırakmayan ve her an karabasan gibi üzerine çöreklenen; acı, katliam ve gözyaşı olmuştur. Bunun yanı sıra yine Kürt’ün özgür yaşamdan taviz vermeyen duruşuyla bu gelişen saldırılara karşı muazzam direnişi olmuştur.
Gerilla yaşamında da Mart’ın önemi başkadır. Her birimizde derin izler bırakan, unutulmaz acılar yaşatan bir yanı hep olmuştur. Birçok zamansız gidişe şahitlik etmiştir Mart. Nice kahramanlık destanı yazılmıştır bu ayda. Ve yine düşmanın puştluğuna, namertliğine, insanlık dışı uygulamalarına, katliamlarına şahit olmuştur.
2012’de Kandil’de gösterdi acı yüzünü Mart. Tüm gülme hallerini yerle bir eden bir edayla sokuldu dergâhımıza. Yıl 2012, mevsimler baharı gösteriyor ama kara kışlar henüz göçmemiş bu topraklardan. Ve karın soğuk yanına acı da eklendi.
Yer Kandil, henüz cenk meydanından dönmüştü yiğitler. Onur savaşında ölümüne savaşmıştılar ve yenilmediler. Aylardan Mart, kışın tüm bastırma ve şiddetine karşılık, baharın gülen gözlerine dokunacak olmanın heyecanı vardı bakışlarda.
Baş eğmez Kandil, acı defterine bir başkasını ekledi. Bizim de yüreklerimiz ateş tuttu. Her gidiş zamansız gidiştir. Ama böylesini görmemişti ne Kandil ne hiçbirimiz. Ateş yürekli, yağmur gülüşlü sekiz canın hoşçakalsız vedasıydı yüreğimize böylesine acı yükleyen. Bir de yanlarında olamamak, yarım kalmış, söylenilmesi gereken nice sözün boğazlarda takılı kalması…
Sekiz kadın
Biri Nuda biri Meysa
Sekiz kadın gerilla
Biri Amed biri Beritan
Martın sekiz gülü
Biri Doza biri Ruken
Gül gülüşlü sekiz can
Biri Zemyan biri Rengin
Mart ayında sekiz kadın. Bahar kokulu, saçlarını dağ rüzgârlarıyla taramış, umutlarını dağların doruklarında yanan ateşlerde kutsamış sekiz kadın. Her biri ayrı bir dünya olan ama arayışları ortak sekiz kadın. Özgür yaşama bağlılık sözü vermiş, ülkemin dört bir yanından gelip birbirlerini bulan sekiz fedai. Mart’ın sekiz gülü, yakılmak istenen ülkemin kutsal savaşçıları…
Yarın dünden uzak değildi. Ne de düşlerimiz, gülüşlerimiz, özlemlerimiz ve amaçlarımız… Bugün dünle vardır ve yarınlara bugünün yakılan isyan ateşlerinde aydınlanacak yollarla ulaşılacaktır.Sözün bitip, sözün anlama kavuşup eyleme geçirilmesiydi gerekli olan. Kim ne derse desin anıya bağlılığın ağır sorumluluğuydu bizi böylesine zorlayan.
Zordur milyonların özgürlük umutlarını omuzlamak. Zordur sistemin her türden saldırısından sıyrılarak; güzel, iyi, özgürlük olduğunu iddia ettiği şeylerin aslında çirkinlik, hastalık ve kölelik olduğunu fark etmek. Zordur çekili sınırların ihlalcisi olmak. Zordur yazılı tarihi ters yüz edip demokratik kültürel direnişin tarihini yazmak.
Gerilla olmak, hele hele kadın gerilla olmak başkadır. Sistemin bahşettiklerini elinin tersiyle itip kendisine belirlenen sınırları yıkarak dağların yolunu tutmak kararlılık ister. Anlamın özüne ulaşmayı gerektirir. Çünkü anlamak oluşmaktır ve anladığı derece özgür olabilirdi insan. Kendi beniyle başlayan arayışın yaşam inşasını getiren anlamın, gerillada bütünleşmesidir dağlarda yaşanan.
Sekiz kadın
Sekiz gerilla
Mart’ın sekiz gülü
Ulaştılar anlamın özüne
Ulaştıkları anlamla
Boğulmak istenen yaşamı anlamlaştırdılar…
Çığ altında kaldı körpe bedenler. Henüz genç, sekiz yürek, zulasında bitimsiz bir sevda taşıyan gül gülüşlü sekiz kadın. Mart’ın baharı müjdelemesini beklerken, verdi yürek sızlatan haberi. Adı ayrılıktır Mart’ın bu demleri. Ayrılıksa dolunayın aydınlığından arınmış, üşüten ve titreten asık suratlı gerçek.
Zaman aşımına maruz kalmayan gerçekliklerden biri de yoldaşlıktı. Yoldaş olmanın verdiği heyecan ve coşkuydu gerillayı karanlık gecelerde daralan patikalarda durmaksızın şafaklara yürüten. Yoldaşa bağlılığın gereği ise sözden öte bir şeydir. Söz susar yaşam girer devreye. Ve şimdi bizler sekiz canın ardılları olarak her şafak vaktinde yinelediğimiz başarı sözünü unutmaksızın Güneş’in ışınlarında arınmaya yöneliyoruz. Yetersiz yoldaşlığımızın özeleştirisini ancak vakitsiz gidenlerin edindikleri ve uğruna canlarını verdikleri amaçlarını başarıya ulaştırmakla verebilirdik. Özlemlerini ve umutlarını omuzlayıp aydınlattıkları yolda yürüyerek yarınları kurabiliriz.
Yücesinde dağların, yanan ateşin yürek ısıtan alevleri göğe yükselirken, tüm tutarsız düşlerimizi sekiz canın anısına salıyoruz rüzgârlara. Her şeye rağmen dağlarda olmanın ve dağlarda gidişine alışamadığımız canların özlemlerini yarınlara ulaştırmanın sözünü kaygısızca yineliyoruz. Yenilmek yoktur çünkü. Zayıflık düşmana hizmettir çünkü. Yarınların şafaklarında çocuklarımıza özgür gülüşler bırakacağız çünkü. Türkü tadında, yıldızlarla bezenmiş, dolunayın bakışlarıyla kutsanmış gülüşler…
Kandil Dolakokê’de çığ altında kalan sekiz canın anısına…
Diren RONAHİ
Uzak iklimlerin kalabalık sokaklarında karşılaşmıştık. Utangaç bir çocuk edasıyla, kaçamak bakışlar fırlatıyordu. Saklamak istese de, yüreğinin derinliklerindeki isyan ateşi
bakışlarında dışa vuruyordu. Yalancı ve zalim tanrıların cennet ülkemi cehenneme döndürmek için yaktıkları ateşin alevlerinden arınarak çıkmıştı hesapsızca. Kahreden bakışlar sarmalarken geceyi, o dönüp dönüp güneşle kutsal birlikteliğini sağlama çabasındaydı. Bundandı belki de yüzünde bir an olsun eksilmeyen tebessümü, gözbebeklerinden fışkıran umut ışığı… Fanilerin feryadı yankılanırken gökyüzüne doğru, yıldızlara sarıldı, ayla yüzleşti. Ve her seferinde tazeledi hasretliklerini, firari yağmurlarla ıslattı gülüşünü.
Hikâyesinin en başında tüm solmuş resimleri söküp atmıştı albümünden. Bir yolun henüz başında netliğin zarafetiyle yüceltiyordu yaşam anlarını. Anın sırrına erişip, sürgün yaşayışların enkazından sıyırarak gülüşler çoğaltıyordu. Gülüşünde geceler şafaklara eviriliyor ve gelinliğini giyiyordu ay. Ayın aydınlık suretinde göğüne yerleştiriyordu özgür soluklu nefesleri.
Bahar mevsimi gibi açıyordu bakışlarında gülmeleri. Gülüşü yapışırken yakasına cellatların, sevdasının içine güneş doğmuştu bir kere. Sonu gelmeyecekti bu sevdanın ve çok önceden yüreğinin semalarını kapatmıştı yeni güneşlere. Bir romanın en bilinmez yanından sıyrılarak, kendinden öte ‘biz’ olmanın güzelliğine erişmişti. Her türden sessizliğe çığlık oldu bir vakit. Not defterine işlerken yoldaşa olan özlemini, ayrılıklarını sorguluyordu, ayrılıksız yarınlara ulaşma umuduyla.
Hep vakitsiz gelmişti ayrılıklar. Yağmurlara yakalanmadan ıslanmıştı özlemler çoğu zaman. Sırrını çözenler uzanırken özgür soluklu yoldaşlıklara doğu, anlamına erişemeyenler ise bir bir düşüyordu uzadıkça uzayan yol boyunca. Özlemleri küçük olanın, bir nefeste sönerdi yanan mum gibi. Ama büyük özlemler besleyenlere rüzgârlar ne fayda, yanan alevleri daha da büyütmekten başka.
Vakitsiz bir ayrılık sıksa da şimdi gülüşlerimizi, özlemlerinle uzanıyoruz yarınlara. Yaşamaktır seni, senli bir yaşamın farkındalığına erişmektir çabamız. Yanı başımızda uçurumlar belirirken, aldırış etmeden, gülüşünle suladığın özgür yaşam ağacına, kurduğun hayallerin sadeliğinde tutunuyoruz. Sancısı ayrılığının merhemi olur yaralarımıza. Aklından ne geçtiğini anlamadan toprağın, hayallerinle kutsadığın senli sabahlara bağlanıyoruz. Gölgesini alt edip yalandan sevmelerin, derin iç çekişler eşliğinde sevinçlerimize sarılarak, kısa bir cümleyle sunuyoruz sana sevdamızı. Dile gelse sihri bozulur diye, sakınıyoruz gecelerin en karanlık yanından. Keşkelerimizi terleyen ellerimize alıyor, bize kader diye dayatılan her şeye bir başkaldırı hareketini başlatıyoruz.
Maskesi düşürülmüş tüm tanrılara inat yürüyoruz. Dolunayın en ihtişamlı halini yaşadığı bir vakitte soluklanmadan tepeler aşıyoruz. Patikaları terleten bir hareketlilik var, toz toprak havaya karışmış. Dillerde bir türkünün melodisi yankılanır uzadıkça uzayan vadi boyunca. Beden kendini türkünün akışına bırakırken, ruh arındırmıştı kendini soluk benizli kış gecelerinden. Silahına sarılmış bir çift el uzanır göğü delmiş yıldızlara doğru. Ve gülüşünü tazeliyor bir gerilla esen rüzgârın serinliğinde.
Giderken ölüm değildi ayıran bizi. Bir pepuk kuşunun feryadı yankılandı bir vakit. Oysaki dağ doruklarında esen rüzgârın resmi olmamıştı. Bir çığlık yankılanırken dağlara doğru, kırlangıçlar dizilir, yeni bir mevsimin henüz başında uzanır yeni ve kendi beninde yarattığı özgür bir geleceğe. Her mevsim kendi renginde güzeldi. Zozanların suyu ise bir başka güzel…
Zozanları severdi, zozanlarda akan pınarların suyunu kana kana içmek ve her seferinde “offff çok içtim” demeyi ihmal etmezdi. Bir tutkuydu, aşk tadında bağlanmanın kod adı belki de. Bir gerçek varsa eğer o da uzayan gecelerde yıldızlarla yaptığı dostluktu.
Her yıldız kaymasında O da kayar giderdi koynunda beslediği nice hasretliğe doğru. Dilekleri bir noktada toplanmıştı, ötesi ise uzayan bir yol hattı. Duraksız, yolcuları bol bir yol. Umutlarını emzirmişti güneşin gülen gözlerinde. Daralan gecelerden şafaklara ulaşmak için, yaktığı ateşlerin alevinde sınıyordu sevdasını. Her seferinde ter akıtan, yer yer usulca yanaklarından gözyaşı döktüren, bazen karabasanlar yaşatan, daha çok da yarına dair umutlarını büyüten… Amaçlarını sınırların çemberinden arındırmıştı bir kere. Zulasında bir ömür beslediği hayallerine bir adım daha yaklaşmanın mağrur coşkunluğuyla koşuyordu, yatağına sığmayan sevinçleriyle bir adanın kalbinin tam ortasına yerleşik bir sevda kuruyordu. Buydu isteği, ‘Güneşin gülen gözlerinde ısınmak’ ve ısıtmak hep bir anda atan milyon yüreği.
Biliyordu, bildiği için her seferinde coşkun nehirler gibi akıyordu dağların koynuna doğru. Her türden unutulmuşluğa inat, yalnızlıklarını sorguya çekip, bir an olsun tereddüt etmeden ‘unutmak’ kelimesini seyir defterinden çıkarıyordu. Omuzlarına dayanıp dağlı çocukların, dağların renginde nice umutlar çoğaltıyordu.
Neydi bizi bu kadar birbirine yakınlaştıran, bir tek noktada doğmamıza vesile olan… Yazamadıklarımız var, yüreğimize sığmayan nice söylem vardı dilde somutunu bulmamış. Yalpalanırken havada kelimeler, en utangaç halini yaşar defterler. Nicesine umutlar yüklemiştik. Sonu gelmez sevdamızı şiirlerle donatıp, henüz vakit varken, gözlerde takılı kalmış hayallerimize koşarız. Sanma sensiz yürüdüğümüzü. Bu yol seninle güzel. Bundan kaynaklı, biz olmanın kutsallığıyla yan yana, omuz omuza, can cana adımlar çoğaltıyoruz.
Omuzlarımıza bir ağırlık çökse de, onurlu olmanın serin yakarışlarıyla çoğalırız yıldızlı gecelerde. Nerde, nasıl, ne yapmakta? Sıra sıra sorular, çok da önemli olmasa da, satırlarımızı uzakların gizemiyle süslüyoruz. Asidir damarlarımızdan akan kan, adım adım benliğimizde çoğaltıyoruz kar beyazı sevdanızı. Bir de mavi var tabi. Mavice kalmanın en güzel resmiydi bize miras olarak kalan. Uygulayıcısı olmak için amaçlarınızın, korkularımızın gölgesinden arınarak tüm meçhul bakışlardan arındırıyoruz rüyalarımızı. Bir hoşça kal demeden, usul usul çekip gitseniz de, kalan bizlerin özlem dolu bakışlarıdır yol hattı boyunca takılı kalan. Düne takılı kalmadan, bu günün yumuşak dokunuşlarıyla yarınların tatlı tebessümüne uzanacağız. Zamana yayılacak bu anın kutsallığıyla, dağlı çocuklar olarak, güneşin gülen gözlerinde ısınıncaya dek koşacağız yorulmak bilmeden. Ve söz veriyoruz, gökyüzümüz bağımsız olana dek, arayışçısı olacağız özgür yaşamın…
MAHABAT GABAR