2012 yılında şehit düşen gerillalardan birisi de Cemşid Amed’di. Onun şehadeti HPG Ana Karargâh Komutanlığı tarafından şöyle duyurulmuştu:
“Cemşid yoldaş Amed şehrinde yurtsever bir aile ortamında doğup büyür. Yüreğindeki ülke sevgisi büyüdükçe, her türlü zulme isyanın adı olan dağlarımıza ulaşarak mücadelesini görkemli hale getirir. Gözü pek, girişken ve atik yapısıyla Cemşid yoldaş, gerilla mücadelemizde hızla gelişme sağlayan yoldaşlarımızdan olmuştur. Kürdistan gerçeğine ve onun tarihten günümüze gelen gerçekliğine karşı sorgulayıcı yönleriyle de tanınan Cemşid yoldaş, aldığı eğitimlerle önemli bir yoğunlaşmayı yaşayarak pratik sahalara yönelmiştir.
Yoldaşlarına her zaman büyük bir ciddiyetle çalışmalara sarılmak gerektiğini yansıtan Cemşid arkadaşımız yürüttüğü çalışmaları önemle ciddiyetle ela almıştır. Bu onun başarıya kilitlenen APO’cu militanlıktaki ısrarı olmuştur. 23 Ağustos tarihinde işgalci TC ordusuna karşı geliştirilen devrimci harekât kapsamında düşman güçleriyle girilen çatışmada kahramanca savaşarak şahadete ulaşmıştır Cemşid yoldaşımız. Anısı ve duruşundaki kararlılık, mücadele azmimize dönüşerek zaferi garantileyecektir.”
Cemşid arkadaş, 2011 yılının ilk günlerinde ben yeni savaşçı yönetimindeyken yanımıza gelmiş ve temel eğitimini benim de yönetiminde bulunduğum o eğitim devresinde almıştı. O dönemde katılımını en çok gözlemlediğim, ileride neler yapacağını en çok merak ettiğim arkadaşların başında geliyordu. Biraz da bazı yanlarını aşması durumunda önemli gelişmeler sağlayacağına dair bende ve yönetimde yer alan diğer yoldaşlarda gelişen gözlemin sonucu olarak bu böyleydi. Ona ilişkin değerlendirmelerimizde aşmasını kesin gerekli gördüğümüz yanlarından birisinin suskunluğu olduğu, ortak görüşümüz olarak öne çıkmaktaydı. Çünkü gözlemlerimize göre bu suskunluk, onun herkesle rahat ilişki kurmasına engel oluyor, onu sınırlı ilişkilere yönlendiriyordu. Sessiz yapısı, sosyal yanının yeterli düzeyde gelişkin olmamasıyla bağlantılıydı diye düşünüyorduk, utangaç olduğu kesindi. Önü alınmaz ve tersine çevrilmezse giderek pasifliğe ve ağırlığa doğru bir gidiş gözlemleniyor ve ona ilişkin eleştiriler bu çerçevede gelişiyordu. Eleştiriler geldikçe Cemşit arkadaş biraz daha içe kapanabiliyor, hatta elinde olmaksızın tepkisel tutumlar sergileyebiliyordu.
Aslında bunca eleştirilmesinin altında mütevazı, dürüst ve bağlı bir arkadaş olması yatıyordu. Gözlemleri güçlüydü, eleştirileri yerindeydi. Bu da onun yaşamla aslında tahmin ettiğimizden de öte bir bağının olduğunun kanıtıydı. Duruşu ilkeli ve güven verici olduğu için ona bir dönem tim komutanlığı görevi verildi. Cemşit arkadaşın bir yanı da mükemmellik beklentisi içinde olmasıydı. Eksiklikleri kolay kabul etmez, radikal biçimde eleştirirdi. Timinde en ufak bir eksikliğin çıkması halinde bile canı sıkılırdı.
Yurtseverlik duyguları güçlüydü. Bunların yanında eleştirdiğimiz yanları bile onun melek gibi olan kişiliğini gölgelemiyordu. Ondan hiçbir zaman zarar geleceğini düşünmüyorduk. Çoğu özelliği sonradan kazanılmış değildi. Çocukluktan şekillenmişti. Yurtsever bir ailenin çocuğu olarak tertemiz bir biçimde, parti kültürü ve terbiyesiyle büyümüştü. Bir şairin “Asıl savaşçılar suskundur” belirlemesi onun kişiliğinde somutlaşıyor gibiydi. O ise bununla yetinmiyor, bu gerçeği doğrularken bir adım daha ileri taşıyordu. Bazen insanların eksiklik olarak gördüğünüz yanlarının bile onların sempatik duruşlarını örselemek bir yana beslediğini şaşkınlıkla izlemişimdir. Cemşit arkadaşın durumu da böyle bir gerçeğe tekabül ediyordu. Nasıl altın çamura düşse bile değerinden bir şey yitirmezse, Cemşit arkadaştaki suskunluk, ilişki kurma güçlüğü yalnızca onu daha sempatik kılıyordu. Giydiği her elbisenin yakışması gibi, her tavır ona yakışmaktaydı.
İlk dönemdeki suskunluğu hepimizin dikkatini çektiği için bunun nedenini ona sormuş, “Neden böyle sessizsin? Sen kararsız mısın?” demiştim şakayla karışık, onu anlamaya çalışıyordum. “Hayır, bu benim bir özelliğimdir.” demişti. Onu tanıdıkça nasıl bir cevher taşıdığını gördük. Yaşama katılımı hesapsızdı. Ona kim -komutan olsun, savaşçı olsun- ne söylese yapardı. O kadar temiz ve saftı. Kısa bir süre sonra yaşama alıştı, yaşamı sevdi ve daha çok katılım sağlamayı başardı. Aslında sessizliğini zamanla az da olsa aştı. Ama hiçbir zaman o temiz özünden geri adım atmadı. Sonuna kadar da böyleydi.
Cemşid yoldaş devrimci halk savaşı hamlesinin güçlü bir biçimde yürütüldüğü Şemzinan hattında şehit düştü. İlçe merkezine yönelik olarak gerçekleşen eylemde o ve aynı taburda bir yıl birlikte kaldığı ve çok bağlandığı yoldaşı Akif aramızdan ayrıldı. Düşmana ağır kayıplar verdikten sonra şehit düşmüş olmaları bizim açımızdan övünç kaynağıydı, tarih her koşulda kahramanlarını doğuruyordu.
Cemşit yoldaş henüz bir buçuk yılını yeni doldurmuş gencecik bir gerillaydı. Bence erken olsa da tarihin kahramanlık olarak adlandıracağı biçimde şehit düşerek, belleğimde unutulmayacak bir yer edindi. Her zaman örnek alacağım duruşunu, dürüstlüğünü, sadeliğini de ardında bıraktı.
Mücadele Yoldaşı
Ciwan Bitlis
Yaşadığımız evrenin canlılığını, çeşitliliğini her canlı varlık ne kadar algılar? Bahsedilen son nedir, gerçekten sonu belli bir durağı var mı; yoksa sonsuzluk denilen, içinde bulunduğumuz anın kendinden sonraki anlara hazır olduğunu mu anımsatır. Bildiğimiz, yaşadığımız, hissettiğimiz dünyayı, canlıları hissedip özümsediğimiz oranda bir canlı olarak varız. Tarihte yıkım, talan, gasp, acı, ölümler olduğu gibi sevinçler, mutluluklar, yaşam, sevinçten gözyaşları, yaşam aşkı ve tutkusu da hep olagelmiştir. Yine tarih hep direnişçilerin izlerini de taşır. Zaten PKK de tüm bu direniş değerlerinin tarih toplamı değil mi?
Dağ… Dağ ise bu direnişlerin adeta kutsal mabedi halini alır. Kürtler de dağla bütünleşmiş bir topluluk, aşk derecesinde bağlıları olmuşlardır. Aşk ve tutku birbirini tamamlayan öğeler. Zaten tutku da aşkın kararlı hali değil mi? İşte şehitler de bu tutkunun yaşama, doğaya ve evrene yansımış somut değerleridir.
Şehit Ekin’i anlatmak, yazmak rahat değil. Bu genel tüm şehitlerimiz için böyledir. Boğaz düğümlenir, kalem tutuk kalır, sayfa ise bembeyaz kalmak ister gibidir. Tam ne zaman, nasıl katıldığını hatırlamam. Bu bir eksiklik fakat hafızamdan kaynaklı bir durum benimkisi. Bunlar belki de işin bir tarafını oluşturur. Asıl diğer tarafı ise beraber yaşadığımız anlar, keyifli sohbetler, yaşadıklarımız, hissettiklerimizin derin anlamı ve tarih oluşturmalarıdır. Köy boşaltmalarının derin acısını, yoksulluğun ağır bastığı dönemleri yaşamış, adeta acılarla sınanmak istenmiştir gibi tüm bu olumsuzlukların yarattığı olgun, sabırlı ve insanı seven bir karakter edinmiştir. Göçtükleri Mersin yoğun göç alan bir kenttir. Göç edenlerin çoğu ise hemen hemen aynı akıbeti yaşamış ve kader birliği yapmıştır. Orada arkadaşlarla ilişkilenmiş, onlarla iş yaptığından dolayı cezaevi yatmıştı. Cezaevinde, zindanda PKK’yi okumuş, tanımış ve özümsemiş, onunla paralel olarak düşman gerçeğini de o oranda bilince çıkarmıştı. Düşmana olan kinini kesmek için de her ay raporunda fedai eylem önerisini yapardı. Kin, nefret vb. olumsuz çağrışımlar yapan kavramlar aslında insan doğasında bulunmayan şeylerdir. Fakat zalime, zulme karşı durabilmek için bunlar olmazsa olmaz şeylerdir.
SUSKUNLUK… Suskunluk neyi çağrıştırır? Belki de bir insanın yapmak isteyip de yapmadıklarının hayıflanması mıdır? Bilemiyorum açıkçası… Kimisine göre belki, kimisine göre de başka duygular. Suskunluğu fırtına öncesi miydi, sonrası mıydı? Fakat yaptığı iç savaşımı, yoğun bir fırtınanın sonrasını andırırdı. Her fırtına sonrası nasıl ki doğa dingin, berrak oluyor ve kendini evrenin dünyasına bırakıyorsa, Şehit Ekin’de de bu fırtına yerini düşüncede netliğe, düşmana karşı kin, kararlılık ve de davasına adama duygusuna bırakırdı.
Eğitimde fazla katılmadığını fark ettiğimde sormuştum. Soruma cevaben şunu demişti; “Yeterince konuştum, şimdi ise dinleme ve yapmaya ihtiyacım var.” Gerçekten de adanmışlıkla yapmak, çalışmak, yaşamın her anında ve mekânında üstün kavrama kabiliyeti, duygu atmosferinin yoğunluğu, analiz gücü vb. sayılabilecek birçok özelliği vardı. Ama onun bu yönlü katılmayı esas alarak değil de yaşamın “ANLAM GÜCÜ” ne ulaşma amaçlı her an durmaksızın çalışması, PKK’deki fedailiğin emekle bağını iyi anlamasından ileri gelmekteydi. Yine yoldaşlık bağlamında insana, cana yakın duruşu ve ilgili olması da PKK’deki insan merkezli felsefenin oluşturduğu tarz idi. Ekin yoldaşın diğer bir özelliği de aşırı duygusal oluşuydu. Duygusal oluşunun altında yaşadığı acı, hüzünlü bir yaşam emaresi gözüküyor. Bir yer ve zaman aralığını düşünün; orada varlık, anlam gücü ve doğanın tüm canlılığı ile barışık bir yaşamı devam ettiriyorsunuz. Sonra birileri belli-belirsiz bir sebeple gelip onunla bütünleştiğiniz, adeta canınıza ruh verdiği yerden koparıyor. Belki de aşırı duygusallığın altında yatan bu olsa gerek. Duygu atmosferinin yoğunluğu zamanla yaşanılan olaylara duygusal davranış biçimine dönüşüyor. Ondakinin de böyle olmasının ihtimali yüksek.
Şehit Ekin’i genelde de tüm şehitlerimizi anlatmak okyanusta bir zerrecik gibi gelir. Çünkü onların yaşadığı an, mekân, duygu, düşünce yaşam hakikati gibi birçok şeyi hissetmek, düşünmek, anlamak çok yetersiz kalır. Hakikatin bütünü ise onların bıraktıkları miras, değer, anlam gücü ve ölümsüz oluşlarıdır. Şehitlerin manevi gücünü anlamak, sorumluluğumuzu yerine getirmek ise biz yoldaşlara kalmaktadır.
Denize akan bir damla suyun hareketinde
Toprağı rengârenk eden çiçeklerin güzelliğinde
Ararım seni
Bir kurşunun yakıcılığında
Vatan toprağındaki sevdada
Ararım seni
Sen tebessümün anlamlı ezgisinde
Şahikalarda esen rüzgârın uğultusunda
Deli çayların heyecanında
Bir kartalın süzülüşündeki asilikte
Ararım seni
Sabah yellerine çevir yüzünü
Deniz mavisini, yer yeşilini seyre dur ki
Karışsın toprağın kokusu VATAN HASRETİNE
Özgür Dıldar
Efsanevi komutan Agit arkadaşın şahadeti mücadelemizin çok kritik bir aşamasında gerçekleşti. O süreçte Kürdistan’da gerilla taktiğinin tutturulamaması tehlikesi vardı. Ortadoğu’da Kürt özgürlük hareketinden önce hiçbir güç gerillacılık yöntemiyle direniş ve halk mücadelesi yürütmemişti. Güney Kürdistan’da peşmergecilik, Kürt serhildan tarzı . Filistin’de de fedailer vardı. Filistin arazisi gerillacılığa el vermiyordu. Onlar gerillacılık yapmak istemişlerdi ancak fedai yöntemiyle mücadele geliştirilebildi. Bunun için Kürdistan’da gerçekleşen tüm serhildanlar isyan tarzında geliştirilmiştir. Bu isyan tarzları sadece kalelerle, şehirlerle sınırlı kalmıştır. Gerilla tarzında vur kaç yöntemiyle giderek kendini büyüten, alanlar üzerinde etkide bulunan, halkı da örgütleyen ve güç olan bir tarz Ortadoğu’da yoktu. O zaman sayımız toplam iki yüz civarındaydı. Halkın hepsinin cuntanın baskısı altında sessiz kaldığı, korkutulduğu, hiç kimsenin Kürtlükten bahsetmeye cesaret edemediği şartlarda iki yüz kişinin böylesi bir hareketi geliştirerek, gerilla mücadelesiyle sonuç alıp,alamayacağı konusunda bir tereddüt vardı. Tereddüt nerede vardı? bizim dışımızdaki hiç kimse bu mücadeleye taraftar değildi ve bizim de böyle bir şeyi başarabileceğimize inanmıyorlardı. Bu tereddüdün etkisi biraz bizim üzerimizde de vardı. Diğer bir nokta da hani Türk devleti hep övünüyor ya “biz yirmi sekiz isyanı bastırmışız, bu da yirmi dokuzuncudur, onu da bastıracağız.” Bu söylemin de insanlar üzerinde etkisi vardı. Belki direkt değil ama farklı şekilde bunun bizim üzerimizde de biraz etkisi vardı. Yani işte Türkiye devletinin ve ordusunun karşısında kimse duramaz, şeklinde bir şey de vardı. Bu hala da Ortadoğu’da vardır. Bölge halklarının Türk ordusundan hala böyle çekinceleri vardır. Deniliyordu ki, “Şeyh Sait iki jandarmayı öldürdü, Kürdistan’ın yarısı heder oldu gitti, eğer siz bir karakolu vurursanız, geri kalanı da gider.” Bizim dışımızdaki genel kanı bu yöndeydi. Halkımız erime ve yok olmayla yüz yüzeydi, bunun için de ayağa kalkışı bir zorunluluktu. Özellikle de cunta sonrası sadece zindanlar değil, Kürdistan’ın hepsi zindan haline getirildi. Başta Amed ve Türkiye zindanlarında uygulanan vahşetle, Kürtlerin aslını inkâr ederek, büyük bir baskıyla kendilerine “Türküm” demeye zorlama hatta sadece zindanlarda da değil, dışarıda da böyle bir uygulama yapılmıştır. Uygulanan jenosit sistemine, yok etmeye karşı vicdan sahibi hiçbir insanın sessiz kalmaması, direnmesi gerekiyordu. Yani Kürt halkının bunun karşısında mutlak anlamda sessiz kalmaması, bir çıkış yapması zorunluydu. Bu bir serhildanla, ayaklanmayla olmaz, ancak ve ancak gerilla mücadelesiyle olur. Aslında dünyada Küba, Angola, Çin, Vietnam, Mozambik ve birçok yerde gerilla mücadelesinin pratik deneyimleri vardı. Önderliğin bu mücadele tarzının Kürdistan’da da geliştirilebileceğine inancı vardı. Önderliğimiz etrafındaki kadrolar da elbette ki bunu yürütüyorlardı. Ama 82-83 yılında pratiğe girildiğinde görüldü ki bunu geliştirmede kadroda da bir tereddüt var. Örneğin üç ayda yapılacak bir işi altı ay ya da bir yıl erteleyen bir geciktirmecilik vardı.
Bu nedenlerden dolayı 84 atılımı öyle kolay gerçekleştirilmedi. Önderlik “eğer bu yönetim adım atmazsa silahlarını bırakmalıdır” diyerek, oraya yeni bir grup gönderdi. Bu adım Agit arkadaşın öncülüğünde atıldı. Elbette ki Agit arkadaş yalnız değildi. Bütün hareket adımın atılmasında yer alıyordu. O grup alana ulaştığında, zaten bütün yönetim Lolan’da toplantı yaparak, yapılan planlamanın 15 Ağustos günü pratikleşmesi kararına ulaşmışlardı. Atılan adım cunta karşısında güçlü bir çıkış ve ses olarak, önemli mesajlar verdi. Birçok kişi için bir umut ve mücadele etme şevki uyandırdı. Fakat atılan adımın devamı çok güçlü getirilemedi. Yani bu tereddüdün sürdürüldüğü anlamına geliyordu. Özellikle 85 yılında “acaba gerilla kalacak mı, kalmayacak mı” şeklinde bir kaygı vardı. çünkü gerilladan çokça kayıp verilmişti. Neredeyse yüzde yetmişe yakın bir kayıptı. Bugünün koşullarına göre bizim üç dört bin kayıp vermemiz gibi bir tabloydu. İşte burada Agit arkadaşın üstlendiği çok büyük bir rol vardır. Bu rol de büyük bir kararlılık göstermekti. Agit arkadaşı tek bir kelimeyle izah etmek gerekirse, onun tüm amacı Kürdistan’da gerilla taktiğini oturtmaktı. Buna bütün hücrelerine kadar büyük bir inanç duyuyordu. Agit arkadaş böyle Agit oldu. Bazılarının ikircikli yaklaşımları karşısında kendisi fiziki rahatsızlıkları –fazla yol yürüyememesi vb.- olmasına rağmen çok kararlıydı. Dağda kalmak, gerilla olmak konusunda oldukça kararlıydı. Agit arkadaş Kürdistan coğrafyasına hakim bir şekilde gerillayı yerleştirmeyi en fazla isteyen arkadaştı. Geri çekilme sırasında Botan’dan gelerek, alanı biraz da tanıyan da oydu. Agit arkadaş daha çok burada ön plana çıktı.
Agit arkadaş ile birlikte yirmi iki yıl önce bugünlerde 85 Nevruz’undan birkaç gün sonrasında biz Şam’da önderliğin yanındaydık. 15 ağustos atılımının ardından önderliğe bilgi vermek üzere Lolan’daki yönetim Agit arkadaşı hem gelişmelerin hepsine hâkim olduğu için hem de başarısından dolayı bir ödül olarak önderliğin yanına gönderiyorlar. Uçakla İran üzeri önderliğin yanına gidiyor ve üç ay orada kalıyor. Biz o zaman önderliğin evinde beraber kalıyorduk. O zaman Serxwebun dergisine “85 Newroz’unu umutlarla karşılıyoruz” diye bir yazı da yazmıştı. 85 Newroz’unda ERNK’nin ilan edileceğini umuyordu. Ama ondan sonra bazı arkadaşlar şehit düştü, Sabri arkadaş onlar yakalandılar. Aslında ERNK’nin 84’te ilan edilmesi gerekiyordu. Fakat hazırlığı yapılmadığı için geç kalındı, 85’te ilan edilerek, bir ayaklanmanın olmasını umuyordu. O dönem bir ayaklanmanın koşulları vardı. Özellikle Botan’da, Uludere gibi yerlerde vardı. Yani halkın böylesi bir ayaklanma yapabilecek durumu vardı.
Çünkü gerilla çizgisi tartışılıyordu. Esasında gerilla çizgisi PKK çizgisiydi. Çünkü o Kürdistan koşullarında gerilla olmazsa PKK PKK olmayacaktı. Kürt halkının varlığını koruyamayacağını düşünüyordu. Bizim hareketimizde esas olarak iki kuşak var. Sonrasında farklı kuşaklar da oluştu ama esasında 80 öncesi iki kuşak var. Biri ilk başlangıçta 73-74-75 Ankara kuşağı, diğeri de hareket Kürdistan’a geldikten sonra 77-78-79 o kuşağa ait olanlar bugün bunlar belirgindir. İşte Agit arkadaş bu ikinci kuşaktan 76’da hareketi tanıyıp, katılmış ve kadro olmuştur. Arkadaşlar Ankara’dan Kürdistan’a gelince Mazlum arkadaşla Batman’da tanışıyor, hareketi de onunla tanıyor ve hareketin kadrosu haline geliyor. Yani Mazlum arkadaşın çalışmasıyla arkadaş oluyor. Burada çok uzun uzun değerlendirme imkânı yok ama kişilik olarak birçok özgünlüğü olan yani arkadaşlık, arkadaş sevgisi, sahip çıkma, hiçbir şey karşısında sessiz kalmayan, tavır alan, eleştireldi.
Bizim hareketimizin komutanlık geleneğinin ilk temsilcisi aslında Kemal arkadaştır. Komutanlık geleneğinde üç köşe taşı Mehmet Karasungur, Kemal Pir ve Agit arkadaştır. Bu arkadaşlar her zaman birbirleriyle ilişki içerisinde olmuşlardır. Kemal Pir arkadaş Hilvan-Siverek atılımının başlatan arkadaştır. O zaman hareket orada merkezileşmişti. Eğer tutuklanmasaydı, muhtemelen hareketin en üst komutanı Kemal arkadaş olacaktı. Ancak o tutuklanınca Karasungur arkadaş bizim ilk komutanımız olmuştur. Resmi olarak hareketin askeri komutanı Karasungur arkadaştır. Kemal her şeyiyle çok farklı bir arkadaştı. Eğer zindanda olmasaydı mutlaka o komutan olurdu. Karasungur arkadaş da başından beri savaşçı bir arkadaştı. Onun da gerillacılıkta ısrarlı ve kararlıydı. Mutlak olarak gerillacılıktan yanaydı. Askerlikte, gerilla taktiğinde daha 79’dan itibaren gerilla olan üç arkadaşı dile getirmek gerekirse Kemal, Mehmet Karasungur, Mahsum Korkmaz arkadaşlardır. Mehmet Karasungur arkadaş Hilvan-Siverek pratiğinde komutanlık yaptı ve bu arkadaş, Kemal, Agit ve Seyfettin Zoğurlu arkadaşların hepsi birlikte 79’da gerilla komutanlığı, Kürdistan’da gerillacılığın gelişmesi için eğitime geliyorlar. Zaten bunlar beraber geliyorlar ve pusuya düşüyorlar. Kendilerini arabadan atıyorlar, Kemal arkadaş bayılıyor, Agit arkadaş bayılmıyor. Agit arkadaş biraz sersemliyor ve öyle kurtuluyor. Kemal arkadaş son olarak böyle esir düşüyor. Kemal, Agit ve Mehmet Karasungur arkadaşlar beraberlerdi. 82 yılında birlikte ülkeye geliyorlar ama zaten her zaman birlikteydiler. Tutanaklar var, tekmiller de var, onlar hep toplantılarda beraberdirler. Agit arkadaş sürekli eleştiri yapıyordu, zaten kimin bir yanlışını görürse hemen eleştiriyordu. Hareketimizin ilk komutanları bunlardır. Eğer bir gerilla ruhu ve saldırı ruhu varsa bu komutanlardan kaynaklanmaktadır. Bu arkadaşlar Önder Apo’nun askeri düşüncesinin pratikleştirilmesini sağlamışlardır. Belki bu arkadaşlar gibi birçok arkadaş var, onların izinde yürüyen –Seyfettin, Bedran, Erdal- arkadaşlar var ama öncelikli arkadaşlar bunlardır.
Agit arkadaşın özelliklerini üç husus olarak dile getirebiliriz. Birincisi, gerilla çizgisinde kararlı ve ısrarlı olmasıdır. Yani önderlikle birebir aynı düşünen ve bunu uygulamak için elinden gelen her şeyi yapan en önemli özelliklerinden birisi de budur. Agit arkadaş, gerilla çizgisinde ısrarlı ve öncülük yaparak, pratikleştiriyor. Agit arkadaşı Kemal Pir ve Karasungur arkadaşın devamı olarak ele almak, birbirinden ayrı ele almak yanlış olur. En çok onlarla kalmış, komutanlık bakımından onların devamıdır. Dikkat çekici bir diğer özelliği de savaşçılık ruhu, askeri ruhtur. Bütün pratiğinde savaşçılık vardır, savunma yoktur. Ama Agit arkadaştan sonra sağ-savunmacı anlayış çok fazla geliştirildi. Örneğin biz şimdi “Yaşasın 15 Ağustos Ruhu” dediğimizde bunun birçok anlamı vardır. Birincisi 15 Ağustos Kürdün köleliği karşısında patlayan bir kurşun, bir isyandır. Ama bunun dışında bir yanı daha var o da o ruhla yapılan eylemi biz şimdiye kadar bu tarzda bir eylem yapamadık. Belki denilebilir ki düşman o zaman gafildi ve öyle bir beklentisi de yoktu. Ama iki katlı bir karakoldu, bir buçuk dakika içinde karakolu ele geçiriyorlar. Erdal arkadaş saldırı kolu komutanıdır. Bir buçuk dakika içinde üst kata çıkıyor. O kadar hızlı ve öyle bir ruha sahiptirler. Bir iki dakika içinde karakolun hepsini teslim alıyorlar. Bu şekilde çok kısa bir süre içinde bütün karakolu ele geçiriyorlar. Agit arkadaş kahvehaneye gidip, tüm halkı toplayıp, onlara konuşma yapıyor. O dönemde böylesi bir cesaret ki insanlar bunu konuşmaya bile korkuyorlardı. Bu şekilde, kısa bir zamanda bir saldırı ve baskının düzenlenmesi ve onları teslim almaları çok anlamlı bir değer ifade etmektedir. ARKG ve HPG’deki fedai ve savaşçı ruh o adımın izini takip ederek, gelişmiştir. Şimdi o savaşçı ve fedai ruh vardır ve oradan geliyor. Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, Kemal, Hayri ve diğer birçok arkadaş zindanda kendini feda eden bir mücadele tarzı ortaya çıkardılar. Agit de dağda saldırı ruhunu geliştirdi. Nasıl ki Mazlum kendisini yakarak, Newroz’a kutladıysa, Agit, Bedran, Erdal’ın pratiğinde de ölümü göze alarak, düşmanın üzerine gitmektir. Eruh’u çok fazla bilmiyorlar aslında. Erdal arkadaş (Mustafa Yöndem) kendisine kısa gelen bir pantolonu kendisi çok uzundu- da giyerek, şehri gezerek, karakolun nerede olduğunu kaba bir keşifle tespit ediyor. Çok da ayrıntılı bir keşif değil. Keşiften döndüğünde “tamam keşif ettim” diyor. Yani bu şekilde olmasına rağmen çok kısa bir sürede şehri ele geçiriyorlar. Kamyonu karakolun önüne çekerek, silahla dolduruyorlar. Karakolun tüm cephanesini kamyonla Çaçe dağının eteklerine getirerek, oradan da silahları dağa çıkarıyorlar. Agit arkadaşın buradaki ve bundan sonraki tüm pratiklerinde silah kaldırma vardır. Agit arkadaşın şahadetinden sonra pratikten bilen arkadaşlar da vardır, 89’a kadar hiç kimse eylemlerde silah kaldırmamıştır. Daha çok tacize dayalı bir savaş yürütüldü. Fedai ruh böyle vücut bulmuştur. Fakat asıl kaynağı önderliktir, onun ideoloji ve felsefesidir. Ki o ruh 15 Ağustos’ta gerçekleşmiştir.
Üçüncü özelliği de duruşu, çizgiyi takip edişi ve taktiği uygulamamadır. Pratiğiyle önderliği destekleyen, Önderlik çizgisinde tereddütsüz duran bir arkadaştır. Yani üçüncü önemli özelliği de önderliği pratiği ile desteklemesi, onu uygulamasıdır. Bu nedenle şehit düştüğünde önderlik çok üzüldü. O zaman yazdığı bir yazı vardı arkadaşlar okuysalar gerçekten de çok etkileneceklerdir. Diyor ki “Agit şeker gibi bir arkadaştı. İnsan hala Agitleri arıyor.” Gerçekten de öyleydi. Pratiği, emeği, çalışmasıyla en fazla önderliği takip eden, önderlik kadrosu olabilen bir arkadaştır. Üçüncü ve esas özelliği de budur. Agitlerin pratiği olmasaydı belki bu gün Kürdistan gerillası da olmayacaktı. Üçüncü kongrede gerilla hamlesinin yürütülmesi kararının, çeteci pratikle engellenme çabalarına rağmen diriliş devriminin mücadelesi olarak pratikleştirmesinin Hakilerle başlayıp Agit’lerle sürmesini sağlamıştır. Budur diriliş devrimini yaratan. O gün sağlanan kararlaşma dört yıllık bir süreçte 90’larda halkın kalkışını sağlamıştır. Ondan önce halkın çok fazla sahip çıkma durumu yoktur. Halkın yaklaşımı “bunlar arkadaştır, savaşırlar ama tasfiye olurlar” şeklindeydi. Ama sonrasında gördüler ki gerilla yenilmezdir, yenilmiyor o zaman gerillayı özgürlük silahı gibi görmeye başladılar ve etrafında toparlandılar. Kürdistan da serhıldanlar gerilla cenazelerine sahip çıkma üzerinden gelişmiştir. Bu da Kürdistan’ın özgünlüğüdür. Halk gerillayı özgürlük silahı olarak görüyor ve sahip çıkıyor. Bu gün de halk iki şey üzerinden serhıldana kalkıyor biri önderlik diğeri de şehitler yani gerilla. Bunun dışındakiler için fazla olmuyor. 90’lardaki serhıldanlar da böyle gelişti. Cizre, Nusaybin ardında Lice ile tüm Kürdistan’a yayılan serhıldanlar böyle gelişti. Gerilla cenazelerine sahip çıkma etrafında gelişen serhıldanlardır. Bu Kürdistan özgürlük mücadelesinin bir özgünlüğüdür. Agit’lerin yaratımları üzerinden gelişmiştir. Bunun ardında Zilan’la fedai ruh bir sistem kazanmıştır. Bir savaş tarzı haline gelmiştir. Önceden pratikte defalarca gerçekleşen bir tarzdır fakat Zilan arkadaşın eylemi ile bir sistem haline gelmiştir. O zaman gerillanın savaş taktiğinde bir tıkanma yaşanıyordu. Zilan arkadaşın eylemi bu tıkanmayı aştırdı. Özgürlük hareketinde silahlı mücadelenin yürütülmesinde Zilan arkadaşın eylemiyle fedai savaşçılık artık bir sistem haline geldi. Bundan sonra da ulus arası komplo gerçekleştiğinde iki yüze yakın arkadaş kendini yakma, intihar eylemi tarzında türlü tarzlarda “güneşimizi karartamazsınız” eylemleriyle sürdürüldü ardından bir sisteme kavuşarak özel kuvvetlerin oluşumunu sağladı. Özel kuvvetler öyle bir karar alınarak kurulmadı. Birçok arkadaşın böylesi fedai eylemler yapma önerileri gelişti. Bu eylemlerin daha etkili olabilmesi için hazırlık ve eğitim ihtiyacı ortaya çıktı. O zaman yaklaşık 33 arkadaş bunun için bir araya geldiler. Gulan ve Nemrut arkadaşlar da vardı. Bu arkadaşlardan Gulan arkadaş Antalya’ya, Nemrut arkadaş Ankara’ya eylem yapmaya da gittiler. Ancak önderlik savaşın durdurulması kararı alınca bu arkadaşlar geri döndüler. Yani özel kuvvetler böyle kuruldu. Yani bir karar alınmadı. Oluştuktan sonra isim konuldu. Mazlumlar, Agitler, Zilanlarla başlayarak gelişen ruh bir sisteme dönüştü. Bir savaş yöntemi haline geldi. Bu gün daha fazla gelişiyor da. Daha da fazla geliştirilmelidir. Bu Apocu hareketin bir özgünlüğüdür ve kaynağı ideolojik ve felsefik kaynağı vardır. Bunu pratikleştiren ise bu şehit arkadaşlardır. Bunun ardından aynı şekilde her türlü ihanet, tasfiyecilik karşısında yürütülüyor. Hareketin en kritik süreçleri yaşadığı zamanlarda Erdal arkadaş, Şilan ve en son Viyan arkadaşlarla bu eylem ve mücadele tarzı sürdürülüyor. Yani hangi şart ve koşullarda olursa olsun hareket için ne zaman gerekli olursa kendini feda eder. Bu oradan geliyor. Bu gün bize düşen o kahramanlara verdiğimiz söze pratikte sahip çıkalım. Gerçekten de tarih yazdılar hala da onların ortaya koyduğu çizgide tarih yazılıyor bitmemiştir. Apocu hareketin Kürdistan’da yürüttüğü mücadele çok büyük kahramanlıkları açığa çıkardı. Kürdistan’da insan karakterinin yüceltilmesini sağladı. Kürt halkını uçurumun kenarından, yok olmaktan kurtardı bu bir gerçekliktir. Diriliş devrimi bunu başardı. Bu gün kürt halkı varsa ve önderliğine bağlıysa esas rolün sahibi önderliktir. Bu sadece kuru bir direniş yâda teorik perspektifle olmadı. Kürdü geliştirdi. Sadece midesi için yaşayan değil, insanlık için yaşayan bir kişilik yarattı. Bir lokma ekmeğin peşinden koşan değil, ülkesinin peşine düşen insanlar yarattı. Kerametli, erdemli insanlar yarattı Kürdistan’da. Böyle olmasaydı bu gün insanlık, özgürlük için savaşan ve her şeyini bunun için feda eden insanlar olmazdı. Herkes bunu yaratmaz. Kolay mıdır başka bir hareketin bunu yaratabilmesi. İnsanda yücelme, karakterli insanı yarattı. En zayıf insandan güç yarattı. Mesela köylü insandan Agit’i yani büyük bir komutan yarattı. Kadın toplumda en zayıf konumda olandır kadınlarda Beritan’ı yarattı. Beriwan, Zilan, Zelal, Şilan, Viyan, Sorxwinleri çıkardı. İnsanın iradeleşmesini her şeyi ile temsil eden kişilikleri yarattı. Bu öyle çaba harcanmadan yapılabilecek bir şey değildir. Temelinde çok ideolojik, felsefik bir öz olmadan hiçbir örgütün kolay kolay yaratabileceği bir şey değildir. İnsanlığın geleceği, özgürlüğü ve değerleri için mücadele eden ve kendi içerisinde de mücadele yürüten, “cücelikten yüceliğe” diyor önderlik böylesine yüksek karakterli insanlar yaratabilmek kolay değildir. Önderlik bunu yarattı. Önderlik okulundan Agit, Mazlum, Kemal, Zilan, Şilan böylesi çok kişi çıktı ve bundan sonrada çıkacaktır. Karakterli, erdemli insanlar yaratacaktır. İnsanlık için var olmayı var olmak yapan, yaşamı yaşam yapanlar kahraman şehitlerdir. Bunun için diyoruz ki Agit arkadaş şahsında tüm şehitlerimizi anıyoruz ve onlara verdiğimiz sözleri yerine getireceğiz. Şehitler kervanının temsilleri vardır. Şehitler arasında ayrım konulmaz. Ama bazıları tarihsel aşamalarda şehit düşerek mesaj vermişlerdir. Böylesi bir dönemlerde şehit düşenlerin taşıdığı anlam elbette ki çok daha farklıdır.
Hareketimiz bugün de çok kritik, hassas ve hayati bir süreçle yüz yüzedir. Bugün bizim hareketimizin kalbi üzerine bir saldırı var. Onun kalbi olan önder APO’ üzerinde saldırı var. Onun için de bizim tarihimizde böylesi kritik ve tarihsel süreçler çoktur. Bu bizim bir abartımız değildir. Mesela 85 yılı çok kritikti. Hareketin tasfiye olma ihtimali de vardı. Çünkü önceden ölü sayılmış olan “muhayyel Kürdistan burada meftundur” denilen bir ölü ayağa kaldırılmış, dolayısıyla üzerinde her zaman yok edilme tehlikesi vardır. Bu bizim devrimimizin bir özelliğidir. Bu bir abartma ya da farklı bir yorumlamadan ileri gelmiyor. Bu devrimin karakteridir yani çünkü ölü sayılmıştır. Bugün hala da özgür Kürt kabul edilmiyor. Avrupa, Türkiye, Arap, Farslar neden Kürtleri kabul etmiyor? Kabul etmezler çünkü onlar için Kürt ölmüştür. Kürt defteri kapatılmıştır. Lozan son noktadır. Şimdi sen ben özgür Kürt olacağım, diyorsun. Bunun için senin üzerinde seni yok etmek için her zaman planlar, oyunlar ve pazarlık olacaktır. Geçmiş süreçlerde de böylesi şeyler olmuştur. Ama bugün artık bu tip konseptler denilebilir ki bir zirveye ulaştırılmıştır. Bu hareket ve halk kolay yutulacak bir lokma olmamasına, bu kadar büyümüş olmasına rağmen düşman ısrarından vazgeçmemiştir. Geçen sene genel Türkiye kamuoyunda ve dünyada bu konuda bir tereddüt oldu ama neo ittihatçılar çıkıp “olmaz, olmaz, olmaz” dediler. “Türkiye büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır, bu tehlike de PKK’nin siyasallaşmasıdır” dediler. Yani Kürt iradesinin kabul edilmesini kendileri için en büyük bir tehlike olarak görüyorlarmış. Kürdü Türkler için en büyük tehlike olarak görüyorlar. Sadece Kürtleri kabul etmeme değil, öldürülmüş, defteri kapatılmış Kürdün ayağa kalkmış olması karşısında her süreç Kürtler açısından kritik olacaktır. Ama bugün süreç artık eskisi gibi değildir.
Biz de bu hareketin üyeleri olarak kahraman şehitlerimiz Agitlerin izinden verdiğimiz sözü yerine getirme sorumluluğunu göstereceğiz. Bizim imtihan dediğimiz budur işte. Bütün dünyanın gözü biraz bizim de üzerimizdedir.
Düşman içeride ve dışarıda bize yönelik hazırlıklarını yapmıştır. Biz de öyle buna karşı çaresiz değiliz. Bizim de imkânlarımız var. Üzerinden güç aldığımız bir zemin vardır. Bunun için böylesi kritik süreçlerde bize ve halkımıza Agit gibi kahramanlar gerekiyor. Yani bu devrimin şuan en fazla Agitlere ihtiyacı vardır. En zor şart ve koşullarda tıpkı komutan Agit gibi tereddüde düşmeyecek, önderlik çizgisinde kararlılıkla duracak, kuru bir tarzda da değil, yaratıcı bir tarzda bunu gerçekleştirecek insanlara ihtiyaç vardır. Mesela Agit’i gören köylülerin hiçbirisi onu unutmamışlardır, hepsi şuanda yurtseverdir. Çünkü köylülerle ilişkileri içtenlikliydi, arkadaşlarla da öyleydi. Askerlik zamanında asker, propaganda yapmak gerekiyorsa propagandacı, herkesle ilişkilenebilecek yeteneği vardı. Hiç ayrım yapmadan büyükle büyük, küçükle küçük olabiliyordu. Kürt halkının Agitlere çok ihtiyacı var. Şimdi aradan yirmi bir yıl geçmesine rağmen ben bunu gönülden hissediyorum ki her zaman Agitlere ihtiyaç vardır. Agitler çıkmalıdır. Önderlik çizgisinde kararlı, yaratıcı, cesaretli duracak olanlara ihtiyaç vardır. Zilanlara ihtiyaç vardır. Her şeyiyle önderliği, çizgiyi koruyacak olanlara ihtiyaç vardır. Hiçbir tereddüt yaşayamayacak olanlara şuanda çok çok ihtiyaç vardır. Ben, hemen zilan, viyan gibi bedenimize ateş verelim, demiyorum. Yani sonuç alıcı, zafer kazanıcı tarzda bunu yapacaklara ihtiyaç var. Çünkü bize gerekli olan zafer tarzıdır. Yoksa önderliğimiz kurtulamaz. Agitleşme dediğimiz zafer tarzı kazanmadır. Agit kendisi zafer tarzıydı. Doğru, biz şehitlerimizi her zaman övüyoruz. Ama şimdi Agit arkadaşı ele alalım, ben de kendisiyle kaldım. Burada tanıyan arkadaşlar da var. Agit arkadaşın eylemleri, çalışması ve askeri kararlılığı konusunda, şu eylemi, şu yaklaşımı, halkla ilişkileri yanlıştı diyemeyiz, çünkü hiçbir yanlışlığı olmamıştır. Şehit düştüğü için sembolize etmek anlamında söylemiyoruz bunu bu bir gerçekliktir, Agit bir gerçekliktir. Yani bir semboldür. komutandır, diyorsak bu bir gerçeklik olduğu için söylüyoruz. Hem şehit düştüğü süreç hem de temsil ettiği ruh aynen öyledir. Şimdi de bizim ihtiyaç duyduğumuz budur. Agitleşme ve Zilanlaşmayı esas almalıdırlar. Hem de böylesi tarihsel süreçlerde yani Agitleşmeye ve Zilanlaşmayı en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir süreçte bizim üzerimize düşen eğer biz de biraz insanlık, biraz vicdan, ulusal değerlere bağlılık varsa mutlaka biz de kişiğilimizde Agitleşme, Zilanlaşma ve Viyanlaşmayı yaratabilmeliyiz. O arkadaşları hatırlamak ve anmak böyle olur.
Agit şehit düştü ama onun yeri doldurulabilmelidir. Bunu yapamazsak kendimizi onurlu sayamayız. Tek bir yol var önümüzde o da kahramanlara verdiğimiz sözü yerine getirelim, onların çizgisinde yaşayalım. Gerçekten de biz önderlik çizgisi ve şehitlerin çizgisi karşısında yaşayan kişiler olarak borçluyuz. O kadar imkân ve fırsat olmasına rağmen biz bunun gereklerini yerine getirmedik. Borcumuzu ödeyebilmek için bizim de mutlaka kişiliğimizde Agitleşme ve Zilanlaşmayı yaratabilmeliyiz. Bizden istenen de budur. Bunu yapabilirsek şehitlerimiz ve Agit ölümsüzleşir!
ŞEHİT NAMİRİN!
Murat Karayılan
HPG Ana Karargâh Komutanlığı Akif Avrin yoldaşın şehadet haberini 24 Ağustos 2012 günü yaptığı açıklamayla şu şekilde duyurmuştu:
“23 Ağustos günü saat 20.30 sularında Şemdinli ilçe merkezinde gerçekleştirilen eylemlerde 2 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır. Doğu Kürdistan Makü doğumlu Akif arkadaşımız, Doğu Kürdistan’da gelişen direniş mücadelesini erkenden tanıyarak mücadele azmiyle dolu olan bir yoldaşımız olmuştur. Bu azim onu kısa zamanda gerilla saflarına yöneltecek ve capcanlı bir gerilla olarak tanınmasını sağlayacaktır.
Heyecan dolu olan Akif yoldaşımız canlı, atik ve girişken yapısıyla özgürlük savaşçıları arasındaki yerini kısa zamanda alarak, mücadelesine dört elle sarılmıştır. Onun bu sahiplenici özelliği, sorumlu bir militan kişiliği ortaya çıkarmıştır. Sorumluluk ise Akif yoldaş için an be an gerillalaşmayı sağlayarak mücadeleyi yükseltmek olmuştur. 23 Ağustos tarihinde geliştirilen Devrimci Harekâtımızda Cemşid yoldaş ile birlikte düşmana karşı direnerek ölümsüz kahramanlarımız arasında yerini almıştır.”
İran’ın Türkiye sınırdaş olduğu Doğu Kürdistan bölgesinde Azeri ve Kürt nüfusu birbirlerine fazla da karışmadan aynı topraklarda yaşarlar. Maku’dan Urmiye’ye kadar böyle bir çeşitliliği görmek olası. Köyler, şehirlerdeki mahalleler bellidir. Gözle görülen ya da görülemeyen sınırlar vardır ve kimse kimsenin sınırını aşmaz. Ticarete dayalı ilişkileri ise geçmişten bugüne süregelir. Diyelim ki kaçakçılık bayrak yarışlarını andırır. Kaçak malları şehirlerden getirenlerle sınırdan aşıranlar farklıdır. Sınıra yakın dağlık bölgelerde yaşayanlar çoğunlukla Kürtler iken, biraz daha içerlerde ve kent merkezlerinde Azeri yoğunluğu artmaya başlar. Buralarda tarihte değişik halkların yaşadığını da unutmamak gerekir. Ermeniler bu halklar arasındadır. Çok dağınık ve sınırlı sayılarda olmaları, ayrıca diğer halklar arasında önemli oranda erimişlikleri bu gerçeği değiştirmez.
İşte Akif Avrin yoldaş da Türkiye ve İran arasında ikiye ayrılmış Çaldıran ovasındaki bir köyde Ermeni kökenli bir ailenin on bir çocuğundan biri olarak dünyaya gözlerini açar. Yıllarca Kürtlerle iç içe yaşadıkları için kendilerini Kürt saymaktadırlar. Yokluk ve türlü sıkıntılar onları Xoy kentine sürükler. Bir Azeri mahallesine yerleşerek kendi emekleriyle yaşamaya çalışırlar. Yaşamın zorluklarıyla ve emekle erken yaşlarda tanışan Akif, bunlarla yüzleşmekten hiç çekinmez. Zor geçen çocukluk yıllarını aile sevgisi ve birliğiyle aşmaya çalışır.
Önder Apo’ya dönük uluslararası komploya en büyük tepkinin gösterildiği yerler arasında, sürpriz sayılabilecek biçimde Doğu Kürdistan’ın bu sınır bölgesinin olduğu anımsanır. Çok sayıda genç, beklenmedik kalkışmaların ardından gerilla saflarına akın etmişlerdir. Akif o zamanlar daha çocuktur. Ama gençlerin birer ikişer eksildiklerini anlamıştır. Günlerden bir gün bu gençlerden bazılarının cansız bedenlerine yapılanları görmesi bir dönüm noktası olmuştur. İnsanın insana vahşetini almaz kafası, lakin tarih canlıdır. İnsan toplumsallaştığı, tarihsel duyarlılıklarını koruduğu kadar insandır. Yeni toplumsallığı oluşturması gerekenler çoktan harekete geçmişlerdir. Ona gelecek güzel günlerden söz etmeleri Akif’in yüreğini çelmelerine yetecektir.
2010 yılında Xakurke alanında gerillalarla buluştuğu an, o artık her şeyiyle Kürt’tür. Gerillanın onun için ne anlam ifade ettiği sorusuna, “Kürt kurtuluşu, Kürt halkı” yanıtını vermesi, geleceğe dönük hedeflerini, “Azadiya Welat, Kürt mücadelesi” olarak tanımlaması bundandır.
Yeni savaşçı eğitimi sırasında Akif yoldaş yabancılık çektiği, çekinceli yaklaştığı ilk dönemin uyuşukluğunu çabuk atar. Yönetiminin ona ilişkin yargısı da istikrarsız olduğuna ilişkin ilk gözlemin ardından yüz seksen derece değişir. İstikrarsızlık belirlemesi ilk gözlemi yansıtmaktadır. Zaten böyle düşünen deneyimli gerillalar, yaşamda sorun çıkmamasıyla, ulaştıkları yargının çeliştiğini baştan anlamışlardır.
Sorun, Akif yoldaşın henüz ne yapacağını tam bilememesi, dili yeterli düzeyde anlamamasıdır. Eğitimden, HPG'de çalışma yürütebileceğine ilişkin bir tür güven mektubuyla ayrılan Akif yoldaşa ilişkin bilgilendirme şöyle yapılır: “Yaşamda sorunu çıkmıyor. Gelişmek istiyor. Yanlış ve doğruları öğrenme isteği vardır. Geniştir. Tahrik olma özelliği yok. İddialı ve kararlıdır.” Elbette ilişkilerde seçicilik, eğitimde bazen kaytarma gibi rahat yaklaşımlarından dolayı eleştirildiği de olmuş. Bunların onun henüz genç ve zayıf oluşundan, utangaç yapısından ve örgütü tanımayışından kaynaklandığını gören yoldaşları ona destek vermişler. O da kararlılıkla aşmış bu sorunları. Baştan sona değişmeyense olgun duruşu, istekli ve olumlu katılımı, dürüstlüğü, saflığı, temizliği. Biraz da maceracılık…
Yeni savaşçı eğitiminin ardından gittiği Xınere alanında askeri güçlerde kalan Akif arkadaşın olumlanan duruşu burada da sürer. Her işe canla başla katılması, yaşadığı durumları, önüne koyduğu hedefleri ve önerilerini örgüte belli aralıklarla sunması, örgütsel olgunluğunun pekişmesine yorulur. Akif yoldaş ilk pratiğinden çıkardığı sonuçları ve gelecekten beklentilerini rapora dökerek bir an önce harekete geçmeye hazır olduğunu göstermek ister:
“Tabur yaşamına her yönüyle katılımımı sağlama çabasında oldum.
Eğitim süreci eksik yönlerimi görmemde ve hangi düzeyde olduğumu anlamamda büyük etkiye sahip. Yeni savaşçılar sonrası direkt katıldığım tabur eğitimine başlarda kendimi fazla vermememden dolayı bir ilerleme yaşadığımı söyleyemem. Kürdistan tarihi dersinde komisyon ile yürüttüğüm tartışmalarda durumun farkına varıp bu eksikliğimi gidermeye çalıştım. Eğitimle, bende yüzeysel olan partiyi tanıma konusunda derinlikli bir kavrayış gelişti. Bireysel gelişimde yöntemsiz davrandığım ve gerekli görmediğim için bir sonuç aldığımı söyleyemem. Bu konudaki eleştirilerden sonra üzerinde durup doğru yaklaşım sergilemeye başladım.
Yoldaşlarla paylaşımlarım sadece şakalar ile kısıtlıydı. Moral verme amaçlı sergilediğim bu yaklaşımı, bir noktadan sonra örgütsel ölçüleri aşındırdığının farkına varıp özeleştirisel tutumla aşmaya çalıştım. Eleştiri ve özeleştirinin parti için önemini ise Cuma arkadaşın Parti Tarihi anlatımıyla anlayıp yaşamda bunu kendime esas aldım.
Önümüzdeki dönemin büyük bir katılım ile zafere ulaşacağının inancıyla, bütün çabamı bu yönde yoğunlaştırıp pratiğe geçireceğimi belirtiyorum.”
Akif yoldaş yukarıda da değindiğimiz gibi daha baştan istikrarlı ve kararlıdır. Zaten ondaki gelişmelerin fark edilmesi onu bir üst aşamaya taşırmanın ön koşuludur. Örgütün ona sunduğu eğitim olanağı iki yıllık sorunsuz ve gelişmeye hevesli katılımının meyvesidir. Gideceği, teknik ağırlıklı bir eğitimdir. Onun en büyük arzusu da elimizdeki teknik, savaş taktiklerimiz ve düşmanın savaş tekniği konusunda yetkinleşmektir. Defterine çok güzel resimler çizmesi bundandır: Silah, bomba resimleri. Böyle bir yeteneği de var Akif yoldaşımızın.
İki aylık eğitimden, silahlar konusunda arzuladığı düzeye ulaşmış olarak çıkar. Savaşma, düşmanı vurma istemi, yaşam sevgisi ve coşkusuyla birleşince öğrenilmeyecek şeyin olmadığını görmüştür. Şimdiye değin ona anlaşılmaz gelen şeyler, elinde birer oyuncağa dönüşmüş, düşmanın ürkütücü savaş makinelerinin insan yapısı olduğunu anladıktan sonra, yine bir insan tarafından rahatlıkla boşa çıkartılabileceklerini anlamıştır.
Özgüveni gelişen Akif yoldaş, sıradakinin savaş alanlarına gitmek olduğunu sezmiş ve önerisini bu temelde sunmuştur örgüte. Ondaki savaşma istemi, maceracılıkla da birleşince önünün alınması gerçekten zor olmuştur.
2012 yılının ortalarında eğitimden çıkıp yönünü örgütün belirlediği Şemzinan cephesine çevirir. Sarp dağlarla çevrili bu bölge, devrimci halk savaşı hamlesinin en hararetli anlarının yaşandığı alanlardandır. Her gün gerillalarca yol kontrolleri yapılmakta, karakollar vurulmakta, ilçelere girilmektedir. Akif yoldaş ayağının tozuyla bu ateşin arasına dalar, hiç tereddüt göstermeden çatışmalarda ve eylemlerde en öne saflarda yerini alır. Kanıtı mı? Temmuz sonunda eğitimden ayrılan Akif yoldaş aradan bir ay geçmeden Şemdinli ilçe merkezine yönelik eylemde şehit düştü.
Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Mücadele Yoldaşları
HPG Ana Karargah Komutanlığının şu açıklaması Serhat Fırat yoldaşa ve onunla birlikte şehit olan beş yoldaşa adanmıştı:
“10 Temmuz günü saat 24.00 sularında Bingöl’ün Simsor alanında operasyon düzenleyen işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Ayrıntılarına ulaşamadığımız çatışma sonucunda 5 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır. Çatışmadaki düşman ölü ve yaralı sayısı tespit edilememiştir. Şehit düşen yoldaşlarımızdan birisi Serhat Fırat - Murat Demir yoldaşımızdır.
Urfa Hilvan doğumlu Serhat arkadaş özgürlük mücadelemizi yakından tanımak üzere bulunduğu ortamda büyük bir arayışa yönelerek düşüncelerinde netleşmeyi sağlamak çabası içinde olmuştur. Yürüttüğü bu düşünsel arayışın en güçlü kararlaşmasını özgürlük dağlarına yönelerek taçlandıran Serhat arkadaş birçok mücadele alanımızda kalarak önemli bir düzeyi yakalamıştır. Dağlarda büyük bir coşkuyla çalışmalara katılan Serhat arkadaş mücadelesini en zorlu alanlarda sürdürmenin kararlılığıyla Kuzey sahalarımıza yönelmiştir. En son Erzurum bölgesinde kalan Serhat arkadaş bu alandaki çalışmaların hızla gelişmesinde rol oynamıştır.
Girişken, başarıyı sağlamak için amansız bir emek harcamayı esas alan Serhat arkadaş yoldaşlarıyla birlikte düşmanla girdiği çatışmada kahramanca direnerek şahadete ulaşmıştır.”
Onu Xakurke alanında tanıdım. Serhat Fırat Hilvan arkadaş 1981 Urfa Hilvan doğumlu. 2005 yılında gerilla saflarına katılmış, temel eğitimini Xakurke alanında görmüştü.
Bir dönem Xakurke alanında bulunan Are taburunda birlikteydik. Serhat arkadaş yaşamda daha çok askeri özellikleriyle ön plana çıkardı. Askeri bir duruşa sahipti. Uzaktan bakıldığında böyle olduğunu düşünmek kolay değildi. Ama onu yakından tanıdıkça beyninde ve yüreğinde böyle bir dünyayı yaşadığını görürdünüz.
Serhat arkadaş dar günlerin yoldaşıydı. Ne iş olursa olsun yoldaşlarını yalnız bırakmazdı. Onlarla yürür, ne sorun varsa çözülmesine yardımcı olmaya çalışırdı. Yoldaş olduğunu bir biçimde gösterme çabasıydı onunki. Zaten onun yoldaşlığını göstermesine gerek de yoktu, bu açıkça görülebilirdi.
Serhat arkadaş kişilik olarak sert gözükse de yüreği ince ve yumuşaktı. Duyguluydu. Sevgi olgusu onda yüksekti. Teorik anlamda çok derin sayılmazdı ama önderlik felsefesini ideolojik anlamda özümsemişti. Gücünü bundan alırdı. Kendisini sözle fazla ifade edemezdi. Onun bu saydığım özellikleri pratikte açığa çıkardı. Serhat arkadaş bir yerde oturmuşsa kadın ya da erkek yoldaşları onun etrafında toplanırdı. Orada sıcak sohbet ve tartışmalar yürürdü.
Duyduğum kadarıyla gerillaya gelmeden önce delikanlı, mert olarak tanımlanan bir yapısı vardır toplum içerisinde. Bu kişilik özellikleri bizde de devrimci, Apocu militan biçiminde gelişti. Askeri ve ideolojik anlamda gelişkin bir kişilik olarak ortaya çıktı. Apocu militan diye böyle insanlara denir. Onda fedai ruh sınırsızdı. Düşmana karşı içinde beslediği kin dışarıdan bakıldığında rahatlıkla görülebilirdi. Düşmana karşı hep eylem yapma isteğindeydi. Savaş alanlarına, kuzey sahasına gitme istemini sıklıkla dile getirirdi.
Xakurke Are taburunda olduğumuz günlerde bazı akşamlar bir araya gelerek Urfa sıra gecelerine benzer şenlikler düzenlerdik. O yöreye ait türküler seslendirilirdi. Fırat arkadaş o türküleri çok severdi. Bunlar arasında ‘Urfanın etrafı dumanlı dağlar, ağlama yar ağlama mavi yazma bağlama, ağam olasan Ömer paşam olasan Ömer’ gibi türküler vardı. Bu geceler düzenlendiği zaman bir topluluğun bir araya gelmesi gerekir. Bu topluluklarda çok sıcak bir atmosfer oluşur. O yıllarda keşif uçağı gibi bir sorun yoktu. Ateş yakarak etrafında otururduk. Çaydanlığı ateşe bırakarak çayımızın kaynamasını beklerken bir yandan da türkülerimizi söylerdik. Orada sınır yoktu. Duygulu anlar ve güçlü yoğunlaşmalar yaşanırdı. Bu duyguların tarifi zordur. Anlatırken o günler gözümde canlanıyor. Türkü söyleme faslı Serhat arkadaş ile başlardı.
Serhat arkadaşın böyle öncü bir rolü vardı. Yaşamın her alanında böyleydi. Bu nedenledir ki onun yokluğundan dolayı yüreğimde hep bir boşluk hissederim. Bunu boşu boşuna oluşmuş bir boşluk anlamında söylemiyorum elbette. Yeri kolay doldurulamayacak türden bir boşluktan söz ediyorum. Bu boşluk onu şehit eden sisteme, düşmana karşı kin ve hırsla dolmamı sağlıyor. Bu boşluk ancak böyle doldurulabilir. Onun şehadetinin ardından yoldaşlık anlayışımı daha bir geliştirmeyi esas aldım. Çünkü Serhat arkadaş bir ölçüydü. Onu böyle tanıdım.
Serhat arkadaşla bir anımızı anlatayım. 2007 yılı sonbaharının ilk ayında bir eyleme gidiyorduk. Sınırı keserek kuzeye geçecek ve eylemimizi yapacaktık. Geceleyin yol alıyorduk. Çok karanlık olduğu için yolu şaşırdık. Önümüzü bile göremiyorduk. İlerleyen saatlerde çıkan ay ışığı etrafı biraz aydınlattığında patikanın aşağısına indiğimizi anladık. Patikaya çıktık. Beş dakika yürüdükten sonra bir yılan beni soktu. Yanımızda çok genç bir arkadaş vardı ve yılanlardan çok korkuyordu. Bu nedenle bir türlü yanaşamadı yılana. Kalkıp bir ateş yaktı. Yaktığı ateş bir anda yangına dönüştü. Tam olarak Türkiye, İran, Irak sınır üçgenindeydik. Yangını gören karakollardaki Türk ve İran askerleri bizim olduğumuzu anlayarak havan ve top ateşine başladılar. Beni yılan sokmuş olduğu için Serhat arkadaş koltuğumdan omuzladı beni ve geri dönüş yolunu tuttuk. Bir süre öylece yürüdükten sonra onun çok yorulduğunu fark ettim. Yine de yoldaşına olan bağlılığı nedeniyle iradesine müthiş derecede yüklenmekteydi. Onu daha fazla zorlamak istemiyordum. O da beni orada yalnız bırakmak istemiyordu. Beni yavaş yavaş sağlam bir alana doğru götürüyordu. Hava soğuk olmasına karşın alnından ter atmıştı. Sonra beni sırtladı. Sırtının da terlediğini fark ettim. Bu duruma daha fazla dayanamadım ve beni orada bırakarak gitmesini söyledim. “Olmaz Hawar arkadaş! Ya birlikte gideceğiz ya da hiçbirimiz buradan gitmeyecek.” diyerek beni bırakmamakta kararlı olduğunu gösterdi. Dört saate yakın beni taşıdı. Zehirlenme tehlikesine karşı ayağımı bağlamıştım, jiletle sokulan yeri kesmiştik ve arkadaşlar zehri emerek tükürmüşlerdi. Dişleri çürümüş olanların bunu yapmasının onların da zehirlenmesine yol açacağını bildiğimizden ağzında çok sayıda çürük diş bulunan Serhat arkadaşın bu işlemi yapmasına izin vermek istemedik. Ama o bunu bile yaptı. Bu durum ona daha çok bağlanmam sonucunu getirdi.
Dört saat sonra sağlam bir yere ulaşmıştık. Serhat arkadaş beni usulca bıraktı. Bayağı acı çekiyordum. Serhat arkadaş bunu görünce bir annenin çocuğunu kucaklayıp öpmesi ya da onun için gözyaşı dökmesi gibi yaptı. Yüzümü öpüyor, yüzünü yüzüme vuruyor, beni kucaklıyordu. “Tamam, heval Hawar, bir şey kalmadı, az kaldı.” sözleriyle beni ayakta tutmaya çalışıyordu. Çok acı çektiğim için biraz bilinç kaybı da yaşıyordum. Aklıma yalnızca Serhat arkadaşın bu yaklaşımları geliyordu. Ne yaptığımın ise farkında değildim. Serhat arkadaş benim için bu fedakârlıkları yaptı. Birkaç saat sonra bir katır bularak getirdi ve beni o katıra bindirerek hastaneye götürdü. Beni yoldaşlara teslim ettikten sonra yerine döndü.
Serhat arkadaş sonraki yıllarda Erzurum eyaletine gitti. Onun bu dönemini bir yoldaşının anlattıklarından aktarmak istiyorum:
“Fırat arkadaş burada hızla gelişti ve bölge komutanı düzeyinde görev yürütmeye başladı. Denetiminde 10-12 yoldaş bulunuyordu. Örgütsel ve ideolojik anlamda belli bir düzey kazanmıştı. Yapısına güç ve destek verme, geliştirme, yardım sunma konularında güçlü yoğunlaşmalara girmişti. Düşman üzerine de önemli bir yoğunlaşması vardı. Temel hedefi düşmanı vurmak, eylem yapmaktı. Arkadaşların ondan yana herhangi bir şikâyet belirttiklerine tanık olmadım. Yanındaki yoldaşlarla ilgilenir, perspektif verir, yönlendirir ve harekete geçirirdi. Onların sorunlarıyla uğraşıp aşmalarına yardımcı olurdu. Eleştirilerini bu çerçevede sunar, gerektiğinde öz eleştirisini de vermesini bilirdi.
İlk kez bölük komutanlığına atanmıştı. İş yapma konusunda oldukça istekliydi. Bu nedenle de arkadaşların görev için en uygun bulduğu arkadaşlardan birisiydi. Örgütün yükünü en iyi omuzlayabilecek arkadaşlardan birisiydi. Üzerine düşen rol ve görevleri yerine getirdi.
Erzurum daha önce önemli kayıplarımızın yaşandığı bir eyalettir. Bu Serhat arkadaşın içinde derin bir yara açmıştı. Hep şunu söylerdi, “Şehit düşen yoldaşlarımızın intikamını almalıyız.” Yerinde durmazdı bu nedenle de. Dürbünü ve telsizi elinden düşmezdi. Keşif ve istihbarat peşinde koştururdu. Planlarını “Bir ay içerisinde üç ya da dört eylem çıkarabilirsem iyidir, bunun için de durmamam gerekiyor, hedef ve amacım budur, yerimizde durmamalı, hep düşman üzerine yoğunlaşmalıyız, bunun dışında hiçbir şey düşünmemeliyim.” sözleriyle dile getirirdi. Böyle bir çabasının olduğu da gözler önündeydi.
Yaşama katılımındaki duruşu da böyleydi. Bir komutan olarak yaptığı işlere, gösterdiği katılıma baktığımızda çoğu zaman kendimizden utandığımız olurdu. Doğallık vardı onda. Ona bir şey söylenmeden kendisi yapardı. Yanındaki arkadaşları da çalışmaya sevk etme gücü vardı.
Bir dönem sonra bölge komutanlığına atandı ve Yayladere bölgesinin sorumlusu oldu. Onun denetiminde kadınlı erkekli 10-12 arkadaş bulunmaktaydı. Önemli bir sorun yaşanmadı o dönemde o alanda. Birbirini kabul etmeme gibi yaklaşımlar çıkmadı. Onun şahsında örgütsel bir yaklaşım gördüğümü söylemeliyim. Çoğu arkadaşta işlerini erteleme, zamana yayma gibi sorunlar görülür. Serhat arkadaş bir planlama yaptığında anında pratiğe geçirir ve günlük olarak denetlerdi. Sıradan, boş ver mantığıyla yaklaşmazdı. Bu tür yaklaşımları da reddederdi. “Bizden bu eyalette istenen eylem yapmamızdır” derdi. Olanaklar ölçüsünde siyasal gelişmeleri izlerdi. Bir radyosu vardı, neredeyse günün yirmi dört saati o radyosu açıktı ve gelişmeleri öğrenmeye çalışırdı. “Düşmanın yönelimlerini boşa çıkarmalıyız, biraz daha güçlenip düşmanı yenebilirsek onu önderliğe muhtaç hale getiririz.” diyerek gelişmelere ne kadar duyarlı olduğunu gösterirdi. O süreçte önderlikle görüşmeler kesilmişti. Önderliğin koşullarının düzeltilip iyileştirilmesi için kampanyalar yürütülüyordu. İşte Serhat arkadaş da kendi cephesinden yapılabilecekler üzerine yoğunlaşıyordu. Yanı sıra Serhat arkadaşın belli bir birikimi vardı, öyle bilinçsiz birisi değildi. Neyin ne olduğunu seçebilirdi. Anlama kapasitesi yüksekti. Yaşamı rotaya koymak için de çaba sergilerdi.
Şahadeti şöyle oldu. Bir dönemdir çok sayıda yoldaşımız şehit olmuştu. Örgüt eylem istiyordu. Hepimizdeki gibi Serhat arkadaş da eylem çıkarma çabasındaydı. Bir dönem genel bir sessizlik olmuştu. Eyalet çapında fazla eylem çıkarılamamıştı. Serhat arkadaş bu durumu gururuna yediremiyor “Durmak bize haramdır, zamanımızı iyi değerlendirmeliyiz, bu anlar kolay ele geçmez.” diyerek bir arayış içerisinde gösteriyordu. Bunların sonucunda bir keşif yaptı. Keşfin sonrasında bir eylem de oldu. Eylemde iki düşman askerini öldürürler arkadaşlar. Üç erkek ve iki kadın olmak üzere beş yoldaş gitmiştir o eyleme. Düşman mevziilerini ağır silahlarla vururlar. İki mevziiyi hedef alırlar. Yanılmıyorsam her bir mevzide dört ya da beş asker bulunmaktadır. Serhat arkadaş roketatarla bir mevziinin yakınına sokulur ve mevziiyi düşürür. Orada bir asker ölür, bir diğeri de yaralanır. Arkadaşlar mevziinin üzerine giderler. Sağlam geri de dönerler. Aradan iki gün geçtikten sonra Serhat arkadaş yine eylem yapmaya gider. Çünkü yerinde durmaması gerektiğine inanıyordur. Bir köye gideceklerdir. Bazı insanlara ilişkin bilgiler vardır. Onların bilgi sızdırdığı düşünülmektedir. Bu nedenle onlarla konuşulup bu konu netliğe kavuşturulacaktır. Köy muhtarı da yapılan planlamanın kapsamına alınır. O gün gidip muhtarı almayı düşünmektedir arkadaşlar ve bu esasla giderler köye. Köye giden yol kesilir. Gelen aracın içindeki muhtarı alarak bir süre soruştururlar. Çevrede nöbetçiler tarafından güvenlik alınmıştır bu arada. Soruşturmanın ardından arkadaşlar belli konularda muhtarı uyararak salıverirler. Muhtara son şans verilir, bir daha olumsuz bir bilgi alınması halinde bağışlanmayacağı vurgulanır. İşlerini tamamlayan arkadaşlar noktalarına dönerler. Ertesi gün Serhat arkadaş aynı köye gider. Yanlış bilmiyorsam bu kez gidiş amaçları örgütsel bir iş nedeniyledir. Netleştirmeleri ve konuşmaları gereken bazı durumlar vardır. Önceki gidişlerinden sonra düşmana bilgi sızmıştır. Ama arkadaşların bundan haberi yoktur. Arkadaşlar yapmaları gereken işleri bir saat içinde hallederler. Beş arkadaş inmiştir köye. İşlerini bitirince de köyden çıkmak üzere harekete geçerler. Ama o arada düşman köyün etrafını sarmıştır. Tam köy çıkışında düşman güçleri arkadaşları taramaya başlar. Serhat arkadaş ve dört yoldaşı bu biçimde şehit olurlar.
Düşman aslında çok güçlü olduğu için yoldaşlarımızı şehit düşürmüyor. Bu olayda da bunu görebiliriz. Serhat arkadaş köye inerken insanları toplayıp biraz propaganda yapmayı hedeflemiştir.
Serhat arkadaş gelişmeye açıktı. Çalışmaları çoğu arkadaşınkinden daha iyi ve de başarılıydı. Hep başarıya odaklanırdı.”
Serhat arkadaş artık aramızda yaşamıyor. Onun yaratmak istediği yaşam ve mücadele amaçlarına layık olmak istiyorum. Bunları kendi açımdan hedef olarak belledim. Çünkü onda tükenmez bir yoldaşlık gördüm. Onun şahsında tüm şehit yoldaşların anılarının geleceğimizi aydınlatacağını belirtiyorum. Tüm çabam onların yarattığı bu yaşama sahip çıkmak ve bu temelde mücadele etmek olacağını belirtiyorum. Şehit yoldaşlarımıza ancak böyle layık olabiliriz.
Hawar Fırat Amargi
“6 Temmuz günü saat 20.30 sularında Van’ın Bahçesaray ilçesi kırsalında operasyona çıkan işgalci TC ordusuna bağlı bir kontra birlikle 1 gerillamız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Gece saat 00.30’a kadar süren çatışmada son mermisine kadar çatışarak direnen yoldaşımız bombasını kendinde patlatarak şahadete ulaşmıştır. Şehit düşen Dıjwar yoldaşımız çatışmada 2’si uzman çavuş, 2’si korucu 4 düşman askerini öldürmüş, 1 uzman çavuşu da yaralamıştır.
Apocu Militan Duruşun En Kararlı Örneğini Sergilemiştir Dijwar Yoldaş
Özgürlük mücadelemizde duruş ve kararlılıklarıyla binlerce fedai şehidimizin yolunda ilerleyen yoldaşlarımızdan olan Dıjwar arkadaş, bunu düşman karşısında en güçlü tarza uygulayarak APOCU bir militanın görevlerini nasıl görkemli karşılamamız gerektiğinin somut uygulayıcısı olmuştur. Onda kararlılığı, düşman karşısında üstün başarı azmini ve canının son anına kadar direniş gerçeğini görmek mümkün olmuştur.
Yurtsever Kürdistan halkının bir evladı olarak yetişen Dıjwar arkadaşımız özgürlüğün büyük bedelcisi olarak dağlarımızda aktif olarak mücadele yürüten bir yoldaşımız olmuştur. Edindiği kısa tecrübeyle güçlü bir gerilla olarak mücadelesini sürdüren Dıjwar arkadaş düşman karşısında en kararlı direnişi göstererek özgürlük şehitleri kervanına katılmıştır.”
HPG Ana Karargâh Komutanlığının Dıjwar Silopi yoldaşın şehadetine ilişkin yaptığı 11 Temmuz 2012 tarihli açıklama böyleydi. Örgüt bu anlamlı sözleri Dıjwar yoldaş için kullanmıştı.
Dıjwar arkadaş Silopi yöresindendi. Botan kültürü içerisinde büyümüştü. Bilindiği gibi Botan her dönem düşman karşısında mücadelenin yürütüldüğü bir yer olagelmiştir. Burada savaş ve mücadele en üst düzeyde yürütülmüştür. Botan halkı düşman karşısında asla boyun eğmemiş ve değerlerini korumuştur. Yine Botan, Kürtlerin birçok başkaldırısına, Kürt özgürlük hareketlerine de destek sunmaktan geri durmamıştır. Bizim hareketimiz de silahlı mücadeleyi burada başlattı. Bu silahlı mücadele gün geçtikçe büyüdü ve halkı etrafında birleştirdi, halk üzerinde büyük etkide bulundu. Bu etkiden payını alanlardan birisi de Dıjwar yoldaştı. O daha çocukluğundan başlayarak örgütü tanır ve bir PKK sempatizanı olur.
Dijwar arkadaş sekiz yıl okul okur, yalnız asla sistemin asimilasyon merkezi olarak işlev gören okullarını sevmez. Neye hizmet ettiklerini hissediyormuşçasına hep kendisine yabancı görür bu okulları. Bu yüzden de hep kaçar okuldan ve arkadaşlarıyla birlikte kırlara, dağlara gider. Dağlar onu daha fazla çekmektedir.
Silopi gençlik çalışmalarında yer alan Dıjwar arkadaş aktif bir biçimde katılır bu çalışmalara. Serhıldanlara katılmaları için gençleri örgütler ve onlara öncülük eder. Düşman güçleri tarafından birçok kez gözaltına alınmasına karşın o yine de örgüt çalışmalarından uzaklaşmaz. Son olarak da yedi ay Siirt zindanında yatar. Burada düşman gerçekliğini daha iyi gören Dıjwar yoldaş gerilla saflarına katılma kararı verir. Düşmana öylesine kinlidir ki her zaman onunla savaşmayı istemektedir. Ona göre düşmanla süresiz olarak savaş halinde olmak gerekir. Zaten salıverilmesinin hemen ardından yeniden serhıldanlara katılarak düşmanla olan mücadelesini sürdürür. Düşman hangi yolu denerse de onu bu davadan uzaklaştırmayı başaramaz.
Dıjwar arkadaş 2010 yılının Temmuz ayında örgütlediği sekiz arkadaşıyla birlikte parti saflarına katılır. Duruşuyla arkadaşlara güven verir ve savaş alanlarında kalmak istediğini belirtir. Arkadaşlar onun bu önerisini kabul ederek kuzey sahasında kalmasına onay verirler. İki aylık temel eğitimin ardından Çatak cephesine gönderilir.
Dıjwar arkadaş Çatak cephesine geldiğinde henüz on yedi yaşındaydı. On yedi yaş, pratiğe katılmak için küçük sayılabilecek bir yaştır. Örgüt asla bu yaştaki arkadaşların savaşa katılmalarını istemez. Ama Dıjwar arkadaşın öyle bir kişiliği vardı ki on yedi yaşında olduğu asla anlaşılmazdı. Yaşı küçüktü ama kişiliği oldukça büyüktü.
Teorik anlamda fazla gelişkin sayılmazdı. Yalnız yaşamına bakıldığında örnek alınacak birçok yanının olduğu görülebilirdi rahatlıkla. Kimi şeyleri yeterince ifade edemese de uygulamada dört dörtlüktü. Yani o ideolojik biriydi. Çünkü örgütü yaşamaktaydı. Apocu kişiliğe ulaşmak amacındaydı. Bunun için de büyük bir gelişme çabasına girişmişti. Sırf örgüt yayınlarını okuyabilmek için kısa zamanda okumasını geliştirdi. Önderliğe, örgüte, şehitlere büyük bir bağlılığı vardı, yürekten bir bağlılıktı bu. Dıjwar yoldaşın erkenden gelişmesini, onun büyük bir kişilik olmasını sağlayan, kısacası Dıjwar’ı Dıjwar yapan -ki şimdi hepimiz açısından o bir öncüdür- işte onun bu bağlılığıydı.
Dıjwar yoldaş eksikliklere göz yummazdı. Gördüğü yetersizlikleri yaşamda ya da resmi ortamlarda mutlaka eleştirirdi. Eleştirinin yerini bulması için de eleştiriyi nerede yapacağını iyi bilirdi; hem de eleştirdiği kimsenin kim olduğuna bakmaksızın. Çoğu zaman komutanlarını da eleştirmekten çekinmezdi. Onun için örgüt ölçüleri esastı. Pek eksiklik yaşamadığı için ona çok az eleştiri gelirdi.
Onun birçok özelliği eğitimlerde örnek olarak verilirdi. Yaratıcıydı. Her şeye bir çözüm bulurdu. Gelişkin bir pratik zekâsı vardı. Bu özelliklerinin yanında el becerileri de gayet iyiydi. Botan kültürüyle büyüdüğü için çok temiz kalmıştı. Gerçekten de sistem onu bozmayı başaramamıştı. O kültür onun erimesine izin vermemişti. O kadim bir Botanlı idi.
Dıjwar yoldaş yalnızca duruşu, iki çift sözü ve yoldaşlığıyla güç verirdi yanındaki yoldaşlarına. Onun yanında kendinizi sırtınız sağlamda hissederdiniz. Eğer Dıjwar arkadaş yanınızdaysa tüm Türk ordusu üstünüze gelse bile gam değildi. Çünkü o insana güç ve moral verirdi. Yalnızca bunlar değil elbette; disiplini ve duyarlılığıyla, insanda, onunlayken güvende olduğu hissini uyandırabilirdi. Onun duyarlılığı sayesinde yanındaki arkadaşlar birkaç kez düşmana hedef olmaktan kurtuldular. Gerillacılık anlamında güçlüydü. Karmaşık arazilerde bir kez geçtiği yolları hemen öğrenir, hiç şaşırmadan bir dahaki sefere grup götürebilirdi.
Arazide düşman güçlerini gördüğünde yerinde duramaz ve gidip vurmak yönünde yoğun ısrarda bulunurdu. Bunun dışında da bir eylem yapılacaksa o mutlaka içinde yer almalıydı. Eyleme katılmadığında morali bozulurdu. Bundan dolayı yapılan eylemlerin çoğuna katılmıştır. Bulunduğu eylemlerde de kimsenin ondan önce düşmanın üzerine gitmesine izin vermez, en önde giderdi düşman hedeflerine. Düşmana yöneliş tarzı tam fedaiceydi.
Şehit düştüğü yıl Miks (Bahçesaray) tarafına pratik yürütmeye gitmişti. Oralar yaylalıktır. İnsanları yurtsever değildir. Hepsi korucudur ve devlet ajanıdırlar. Arkadaşları gördükleri anda ya ihbar ederler ya da çatışmaya girerler. Sınırlı sayıdaki yurtsever insan arkadaşlara yardımcı olamadıkları için bu çevrede gerillacılık yapmak isteyenlerin çok güçlü olması gerekir. Buradaki hemen herkes düşman olduğundan ve oldukça sert bir arazi yapısı bulunduğundan güçlü bir fizik gerektirir.
Dıjwar yoldaş ve bir arkadaşı eylem yapmak için Bahçesaray ilçesine giderler. İşleri rast gitmez ve tasarladıkları gece eylem yapamazlar. Yanındaki kişi gün ortasında bir bomba alarak bir milisi çağırmaya gideceğini söyler. Dıjwar arkadaş buna ne kadar karşı dursa da o kişi onu yalnız bırakarak gider. Korucular onu görerek bizden biri olduğunu anlarlar ve yakalayarak işkence yaparlar. Dıjwar yoldaşın ihanete karşı büyük bir kin ve öfkesi vardı. Bundan dolayı da ne o Kürt korucuların ihanetini, ne de onu bırakarak giden arkadaşının yaptığını benimser. Ne olursa olsun bu ihanetin hesabını sorarak intikamını almalıdır. Arkadaşının yakalandığını gördükten sonra bu şekilde yoldaşlarının karşısına çıkmak istemez. Çünkü o hangi işe, hangi eyleme gitmişse başarıyla dönmüştür. Eylem yapmadan dönmek istemez. Bunu kabul de edemez. Onun yerinde kim olursa olsun yalnız kaldığını, deşifre olduğunu ve eylem yapma koşullarının kalmadığını rahatlıkla söyler ve geri dönerdi. Ama o büyük düşünmektedir. Derin hesaplar yapar. Bilir ki bu bölgede on beş yıldır eylem yapılmamaktadır; düşman burada kendisine çok güvenmektedir, hareketimizi fazla ciddiye almamaktadır. Dıjwar arkadaş bilir ki eğer bu şekilde dönecek olursa bu yıl orada eylem yapmanın ve bu ihanetin hesabını sormanın olanağı kalmayacaktır. Bunların hepsinin hesabını yapar. Her defasındaki gibi kaygısız ve tereddütsüz biçimde, ikirciklik yaşamadan eylem yapmaya gider.
Önce arkadaşını yakalayan iki korucuyu öldürür. Ardından da müdahaleye gelen askerlerle çatışmaya girerek üçünü öldürür. Bu sırada ayağından yaralanır. Kefiyesiyle ayağını bağlayarak o çırçıplak arazide çatışmayı sürdürür. Mermileri tükendikten sonra da bombasını patlatarak yaşamına son verir ve şehitler kervanına katılır. Dıjwar yoldaş orada öyle bir savaşır ki düşman güçleri, karşılarında dört ya da beş kişinin olduğunu sanırlar.
Oysa o yalnız başınaydı. Düşmanın gözünü o kadar korkutmuştu ki güpegündüz onun cenazesinin üstüne gitmeye cesaret edememişlerdi. Cenazesini korucular almaya giderler.
Başta da söylediğim gibi Dıjwar yoldaş yaşça küçük olsa da düşünsel boyutta, kişilik anlamında ve savaşçılığıyla oldukça büyük bir insandı. İşte tam da bundan dolayı örgüt onun şehadeti hakkında şu değerlendirmeyi yaptı: Dönemin Apocu ruhu, fedai gençlik sembolü.
Serhildan Egîd
Zozan arkadaşın amcakızı Melsa arkadaşla aynı çalışmalarda kaldığım olmuştu. Melsa arkadaş bana çok sıcak gelmişti. O şehit düşünce büyük acı yaşamıştım. Zozan arkadaşı Xakurke’de gördüm. Yıl 2011 idi. Beni daha önceden görmemiş olmasına rağmen galiba hisleriyle tanıdı. Tanıştık. Ona Melsa arkadaşı sordum. Amcakızı olduğunu söyledi. Adımı Melsa arkadaşın taktığını söyledim ona. Melsa arkadaşa olan bağlılığımdan dolayı onu tanımak istedim. Ona da tıpkı Melsa arkadaşa yaklaştığım gibi yaklaşmaya çalıştım. Melsa arkadaşa benzeyen yanları vardı.
Şemdinli hamlesindeydik. Bir eyleme katılmıştık. Eylem sonrası birlikte döndük. Eylemin yoğun duygularını yaşamaktaydık. Çok tartışma yapıldı. Değerlendirmelerini dinledim ve Zozan arkadaşa daha çok ısındım. O da bana yakınlaştı. Zorlandığı noktalar olmakla birlikte yüksek bir hırsa sahipti. Bu mücadeleyi çok seviyor, hakkını vermeye çalışıyordu. Bundan dolayı yaşamın her alanına aynı sıcaklıkla yaklaşıyordu. Esas aldığı katılım biçimi Önderliğin kadına biçtiği rol temelindeydi. O dönemde komutan değildi ama sorumluluk bilinci yüksekti, militan duruşa denkti. Arkadaşlarla sürekli tartışır ve kadın, erkek bütün yoldaşlarını sever, yüreğinin sıcaklığıyla yaklaşırdı. O Önderlik ideolojisinde derinleşmişti. Bunun için okuyup araştırırdı. Zamanını boş geçirmez, her anını eğitim amacıyla değerlendirirdi. Zaman onun için altın değerindeydi.
Zozan arkadaşın ilk katıldığı dönemlerde çekingenliğin de etkisiyle olacak çok konuşkan sayılamayacağı, hatta sessiz denebilecek durumda olduğu, onu o yıllarda tanıyan arkadaşların ortak görüşüydü. Yani çok girişken, ortamda çok fazla göze batan bir arkadaş olmadığı söyleniyordu. Sonradan anlaşılır ki bu, yeni olmanın etkisiyle ortamı anlamaya ve öğrenmeye dönük çabalar sonucu gelişen bir durumdur. Zamanla Zozan arkadaşın doğup büyüdüğü Kobani yöresine özgü özelliklerinin olduğu da -olumlu anlamda- bariz biçimde görülmeye başlanmış. Her şeyden önce açık sözlülüğü, sohbetlerde, resmi ortamlarda söylemek istediğini sözünü sakınmadan, doğrudan ifade etmesi, bunun medeni cesaretini göstermesi dikkat çekmiş. Kısa, öz konuşması ve saydığımız özellikleri sonraki yıllara miras kalarak onun karakteristik yanlarını oluşturdu. Bence en önemli yanlarından birisi Zozan arkadaşın ilişkilerinde, davranışlarında ölçülü olmasıydı.
2012 yılında Şemdinli Gare karakoluna düzenlenen eyleme Zozan arkadaşla birlikte ben de katıldım. Zozan arkadaş eylemde saldırı kolunda yer alıyordu. Zaten hırslı bir arkadaştı. O kendisini kanıtlamak için her şeyi göze alırdı. Eyleme iki yüz kadar arkadaş katılmıştı. Bu düzeyde kapsamlı bir eylemdi. Eylem daha başlamadan deşifre oldu. Zozan arkadaşı en son olarak geri çekilme sırasında gördüm. Eylemin başarısız olması sonucunda adeta çökmüştü. Çünkü o apayrı duygularla eyleme gitmişti. Hatta kendisini geri dönmemek üzere koşullandırmıştı. Onun için önemli olan eylemin başarısıydı. O fedai ruhunu esas alırdı. Bu şekilde geri dönmek ise onun canını çok sıkmıştı. Yanına gidip onunla tartıştım. Böyle şeylerin olabileceğini, bu sıkıntılı durumu aşması gerektiğini anlatmaya çalışsam da oldukça duygusal yaklaştı. Ağlamaya başladı. Bu eylemi çok önemli bulduğunu söyledi. Ama zaten hepimiz açısından böyle olduğunu, Önderlik tarafından başlatılan süreç gereği bu eylemin planlandığını ona anlatmaya çalıştım. Sanırım bu eyleme kendisi açısından ayrı anlam biçmişti. Bu eylemi varlığını kanıtlama şansı olarak görüyordu.
Tüm arkadaşlarda duygusal bir atmosfer oluşmuştu. Bu şekilde gruplar dağıldı. Zozan arkadaş Şemdinli birimine geçti. O hamle başlamadan önce bile kendisini sanki o çerçevede hazırlamış gibiydi. Bir mermi patlatmasının dahi çok önemli olduğunu düşünürdü.
Zozan arkadaş ilerleyen dönemde takım komutanı olmuştu, önemli deneyimleri vardı. 2012 Devrimci Halk Savaşı hamlesinin öncüleri arasında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İyice olgunlaşmış, cesareti daha bir bilinçle yoğrulmuş, fedakârlığı sınır tanımaz düzeye erişmişti. Örgüt tarafından önüne ne görev konursa konsun tüm varlığıyla yerine getirmeye çalışıyordu. Zozan arkadaşın son dönemleri bu büyük çabayla geçti. Özellikle yeni katılmış, gerilla ve yaşam deneyimi az arkadaşlarla özel olarak ilgilenir, zorlanmalarını aşmalarında yardımcı olurdu. Komutası altındaki yoldaşların ona yürekten bağlandıklarına çokça tanık olmuşumdur. Zaten Zozan arkadaş düşünsel olarak gelişkindi, insanları bu yanıyla etkileyebilirdi. Aynı zamanda fiziksel olarak da çekiciydi ve ondan bu yanıyla da etkilenmeyecek insan olamazdı.
Derin bir yurtseverliğin izlerini taşıyan Zozan arkadaş Kürdistan’ın değişik tüm parçalarına aynı gözle bakar, yoldaşlarıyla aynı düzeyde ilişkilenirdi. Hiçbir zaman diğer halkların değerlerine de gözlerini kapamadı. Bu tür konularda araştırmacı ve duyarlıydı.
Zozan arkadaş Şemzinan taraflarında yapılan bir yol kontrolü eylemi sırasında düşmanla girilen bir çatışma ve sonrasında gelişen hava saldırısı sonucu şehit düştü. Onunla birlikte üç yoldaş daha sonsuza uğurlanmıştı. Bunlar Sarina, Kemal, Murat yoldaşlardı.
Onu bir ortamda gördükten sonra onun oradan çıkmasını kimse istemezdi. Bu nedenle arkadaşlar onun şehit düştüğüne bir türlü inanmak istemediler.
Melsa Tılora
Başkası için yaşamak. Yaşamı yanındakinin yaşamına adamak. Yaşamı burada aramak. İlk bakışta olağanüstü görülür. Bir efsaneye ait satırlar sanılır belki. Gerçekte öyledir de. Gel gör ki insanların ‘nasıl yaşarsan yaşa’ demeye düşürüldüğü zihniyetin bunu kavraması zor. Öyle ya ‘başkasından bana ne yada sana ne’ demek daha kolay. Ondan da öte çok ucuz. İnsanın insanlık damarlarının küçülüşünün de bir tanımı bu oluyor. Başkasından bana ne dedin mi bir gün bir yerde yığılıp kaldığında bu ne veya kim demeden görmezlikten gelip geçilirsin. Çünkü yeğlediğin dünya buydu. Başkası bana ne öbürü sana ne diyerek ortada birbirini tanımaz en yakınında olanın bile çok uzakmışçasına yabancı kaldığı görülür. Sonra da ‘yakınız ama çok uzakmışız’ gibi de belki sitemlere başlarsın. Sonra bu sitemlerin senin en hakiki gerekçelerin olur. Çünkü dersin ki ‘zaten biliyordum kim kime dum duma herkes kendi yolunda’. Öyle ya bu sitemlerin sahibi de kendi yolunda ve kimseleri görmezdi. Yaşamdan ne beklersen onu biçeceğin kesin.
Onu yakından tanıyanların ‘bizim Kemal yada Kemal PİR arkadaş’ dediği ‘yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz’ sözleriyle tanınmıştı. Uğruna ölünecek yaşam bırakılmış mıydı bu dünya da diye sorulabilir. Doğrusu hayır. Nereden bakılırsa dünyada yaşam birileri için pahalı birileri içinse ucuzdu. Bu çelişkinin ömrü içinse önceleri hep şöyle derdik: dünya kuruldu kurulalı ezilme ve sömürülme var o zaman bu dünyayı değiştirelim. Sonra bildik ki öyle de değil. Bu çelişkinin ömrü insanlık açısından on binlerce yılın içerisindeki birkaç bin yıldı. Her ne ise ömrü yaşam çekilmez kılınmıştı. Eziklikler, aşağılık kompleksi, siliklikler, yüreksizlik, gözü başkasının elinde olma, kendisi olmaktan öte başkası olmaktan öte çaresi bırakılmamışlık vs insanlık yaşamına sindirilmişti. Bu yaşamın yeri birde Mezopotamya olunca ayrı bir tarih öyküsü trajik-komik olarak önüne serilir. Trajik yan büyük çoğunluğun payına düşerken, komik olanı da kendisini bey, paşa, mir sananların çoğunluğunun bu dünyayı ben yarattım edalarından bir adım geri atmayıp başkalarının kapısında onlara benzeşmede yarış halinde oluşun garip bir övünüşünü yaşayanlarındı. Böylesi bir zamanda ve mekânda başkaları için ölümü yeğlemek nasıl tanımlanabilirdi. Yada yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz diye temelinde ardındakilerin yaşamasını sağlamak ve tamı tamına onu demek anlamına gelen bu sözlerin sahipleri olmak için ayrı umutlar, heyecanlar, beklentiler ve ütopyalar sahibi olmanın yanında buna inanış da gerekliydi.
Yaşam uğruna ölünecek kadar sevilmeliydi. Bu yaşama delicesine vurgun olunuşun ortaya çıkardığı bir ilkeydi. Böylesi yaşama tutkunluğun kendisini ucuzundan bir yaşama yada ölüme yatıracağı düşünülemezdi. Yaşamı böylesine sevmek yaşamayı yaşatmaktan geçtiğini bilmekti de.
Yaşattığın kadar yaşayabilecektin.
Yaşatanlar yaratanlar unutulamazdılar.
Analarla tanrıların kolayca unutulamayışının altında yatan nedenlerden biride buydu.
Sevgi yaşamla yaşamı paylaşmakla adlanır.
Acıları paylaşmak.
Beklentileri paylaşmak.
Yarınları paylaşmak.
Umutları öfkeleri, hayalleri paylaşmak.
Paylaşılana göre davranmak.
Paylaşılanla bütünleşmek. Ona yanıt olmak. Sevgi de paylaşımın diğer bir adıydı. Sevdiğinin yaşaması yada sevdiklerinin yaşaması uğruna yaşamından seve seve vazgeçmek paylaşım adına yapılacak en efsanevi aşk girişimiydi. Kürt halkının tarihinde onu sevenlerden onun yaşaması uğruna ölecek kadar sevenleri vardı. Kürt halkının geleceğinde başka halkların kurtuluşunu görecek kadar seven. Kendi halkının da kurtuluşunu gören bir Türk. Acımasız yaşam koşullarına mahkûm oluşa rağmen yaşamı sevmek.
Yaşamın yaşamlarla bütünleşmeliydi.
Yaşamın paylaşımların olmalıydı.
Yaşamın umutlar vermeliydi.
Yaşamında hayatlar kurtulmalıydı.
Yaşamı kurutanlara karşı dinlemezliğin olmalıydı.
Kemal PİR olmak için tüm bunlar gerekliydi. Bu Kemal PİR'in bir tanımıydı. Kim böylesine yaşama tutkun olmuşsa o Kemal PİR'di. Türkmen’i teni, hafif açık yeşilimsi gözleri ışıl ışıl parıldayan çocuk saflığında bakışlarının içerisinde umutları, beklentilerini de koruyan asi duruşlu, ferman dinlemez Kemal PİR bizleri sevmişti. Bizleri yaşatmak için sevmişti. Yaşamamız, kimlik sahibi ve kendimiz olmamız için, kendimize yabancılaşmamız için isyanımızı, retlerimizi, paylaşmıştı. Hem de kendisi olarak. Türkülerimizi de sevmişti. ‘sere çiya bı dumane’ diyerek. Çawayi diye hatırımızı sorarak. Arkadaşlık adına elinde avucunda ne varsa paylaşarak. Yaşamı uğruna ölecek kadar sevme zamanı geldiğinde de Hayri DURMUŞ arkadaşının ardından onu ölüme gidişinde de yalnız bırakmayarak. Paylaşımın bir tarifi bu değil miydi? Her şeyde ve koşulda paylaşmak. Ortak yaşamak. Paylaşmak. Sevgiyi de acıyı da, ölümü de. Kendi ölümünden yaşamlar yaratmayı.
Bu topraklarda sevgilerle aşklar hep yarım kalmıştı. Sevmek bedel istemişti. Ancak yarım kalan tamamlanma yoluna girmişti. Paylaşımın kökleri kurutulmakla karşı karşıyaydı. Ancak paylaşıma geçiş başlatılmıştı. Bu kez arada önemli bir fark vardı:
İlkinde kendisince yaşamak için bile aman tanınmamıştı. Kendisince yaşamak öncelikliydi.
Bu kez ise kendisince yaşamak, yaşatmaktan geçiyordu. Aman tanınmasa da ardıllarını yaratıyordu. Küçük yaşam ve paylaşımdan öte büyük yaşamların ve paylaşımların yolu açılmıştı. Büyük paylaşımlar büyük sevgileri ve bağlılıkları da getirecekti.
Bireyci zihniyet ve duygular büyük sevgi arayışlarını ve çıkışlarını anlayabilecek miydi?
Kendisi olmak kendi yaşam koşullarını yaratmak için tutkun çabaların verilmesi gerektiği anlaşılabilecek mi?
Yaşamı uğruna ölecek kadar sevmenin bir geçmiş zaman olmayıp tüm zamanların yaşam ilkesi olduğu iman ve inanç edilmedikçe insan olmayı bilmek gerçekleşebilecek miydi?
Ölümsüzlük hep aranılandı. Oysa paylaşımla sevgi ölümsüzlüğün adıydı. Bireyci insanın gözü karalığında bunu görmek olanaksızdı. Ölümsüzlük otlarda diğer şeylerde aranmamalıydı. Sevginin bittiği yer ölümün kendiliğinden gelmesiydi. Kemal PİR gibi sevilince ölümsüzlük sevgi tahtını gönüllerde kuracaktı elbet. Paylaşılacaktı o. Herkes kendisince bir parça ondan alacaktı. Herkese yetecek kadar şeyler bırakmıştı. Dosta da düşmana da. Sözden, arkadaşlıktan, halkların kardeşliğinden anlayana da anlamayana da bir şeyler bırakmıştı. İnsan sevmenin onunla yaşamı, hayalleri paylaşmanın nasıllığını da bırakmıştı. Kolay değildi yine de bu topraklarda sevmek ve paylaşmak. Her şeyin zoru: en güzel ve sevileni değil mi. Kemal PİR bir sevgi ve paylaşım ölçüsü bıraktı hepimize. Hem de kanıtlayarak. Güzel temmuz sabahlarını korkusuz ve kendimizce yaşamamız için…
TİMUR FİDAN
“24 Temmuz günü saat 01.00 sularında Ardahan’ın Göle ilçesi Tilkidere alanı yakınlarında işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışmada bir yoldaşımız şahadete ulaşmıştır.
Van Başkale Doğumlu Hejar arkadaş özgürlük mücadelemize adım atarken Önderliğimizin özgür yaşam uğrunda gösterdiği emek ve çabalardan derinden etkilenerek bu görkemli mücadeleyi sahiplenmek gerektiği inancına varmıştır. “Yoldaşlığın sarsılmaz bağlılığı, güven ve irade yaratan paylaşımı, canını feda edebilecek kadar gösterdiği sevgi bu dağlarda bulunmamı sağlamıştır.” diyen Hejar arkadaş daha erken katılım sağlayamamanın üzüntüsünü yaşamıştır. Çünkü özgür bir toplumu yaratmakta asla gecikmemek gerektiğinin farkında olmuştur.
Önderliği tanımak, ideolojik olarak derinleşmek, taktik ve stratejik yönden gelişim sağlamayı esas alarak büyük bir çaba içinde bulunan Hejar arkadaş önemli bir düzey kazanarak pratik alanlarımızda bulunmuştur. Halkımızın direnişçi geleneği ve APO’cu fedai duruşta ısrar ederek mücadele eden Hejar yoldaş, düşmanla girdiği çatışmada özgürlük şehitleri kervanına katılmıştır.”
Bu açıklama benim yanımda şehit düşen bir yoldaşa, Hejar Başkale’ye (Nurettin Çakır) yönelik olarak HPG Ana Karargâh Komutanlığı tarafından 25 Temmuz 2012 günü yapıldı.
Hejar arkadaş 2011 yılında Serhat eyaletine geldi. Onu orada tanıdım. Erzurum’un Şenkaya ilçesiyle Kars ve Ardahan arasında kalan dördüncü bölgeye gönderilmek üzere örgütlendirildi. Bu bölge zorluklarından dolayı en nitelikli arkadaşların gönderildiği bir bölgeydi. İlk karşılaştığımızda kısa bir süre bir arada kaldık. Ama yaşam duruşu ve katılımıyla dikkat çeken bir arkadaştı. Daha önceden de ben dördüncü bölgede kalmış olduğumdan böyle bir arkadaşın oraya gidecek olmasına sevindim. Ama onu asıl olarak yeniden o bölgeye gittiğim 2012 yılında tanıdım. Aynı birimde yer aldık.
Arkadaşlar onun hakkında dikkat çekici şeyler söylemişlerdi. Eğitimden yeni çıkıp eyalete gelmişti, bu nedenle oldukça istekliydi. Pratik konusunda iddialıydı. Hatta arkadaşlar onun bu istekli duruşuna yanıt olmakta güçlük çekeceğimizi düşünüyor, bir olumsuzluk çıktığında çok kızdığını belirtiyorlardı. Bu istekli duruşuyla arkadaşları bile zorluyordu. Daha önce Şaho taraflarında kalmıştı, gerillacılık deneyimi vardı. Güney Kürdistan’ın Süleymaniye ve Halepçe kentleri kırsalındaki Asos alanında Doğu Kürdistan’a geçecek güçlere kuryelik yapmış, sonra da bu alanlarda pratik yürütmüştü. Yaşamdaki ağır duruşundan dolayı burada ‘Apocu’ unvanı verilmişti ona. O adın gereğine uygun militan duruştan hiçbir zaman taviz vermediğini biz de gördük. İşlerine ciddi yaklaşırdı. Arkadaşların güvenliklerini almak için üst düzeyde duyarlılık sergilerdi.
Ama diğer yandan oldukça olgun bir arkadaştı. Yoldaşlarına hizmet etmekten gocunmazdı. Bu nedenlerle kendisini kısa zamanda herkese sevdirdi. Eğitimden aldıklarını ve tecrübelerini iş yapma istemiyle birleştirme çabasındaydı. İstem düzeyi şaşırtıcı boyutlardaydı. Birlikte yaptığımız işlerde onu durdurmak olanaksızdı. Sonuç çıkmayınca müthiş bir sorgulama başlatırdı. İşsiz kalmak onun canını sıkardı. Onun karakterinde işlerin üzerine gitmek ve yapmak vardı. Bir görev için bizden ayrılan bir grupla birlikte gitmişti bir seferinde. Boru hattına yönelik eylem düzenleyeceklerdi. Bazı aksiliklerden dolayı arkadaşlar hedeflerini gerçekleştirememişlerdi. Tam dönmeyi düşünürlerken onları bu karardan Hejar arkadaş caydırmıştı. Ölüm pahasına da olsa bu eylemi yapmaları gerektiğini söylemişti yoldaşlarına. Hedefe bu düzeyde kilitlenirdi. 2012 hamlesine katılma istemi yüksekti. O eylemi ne yapıp edip başarmışlardı arkadaşlar. Eylem sonrasında ise arkadaşlar, Hejar arkadaşın gülmesinin önünü alamadıklarını söylüyorlardı. Eylem yaptıkları alanın çevresi tehlikelerle dolu bir alandı, korucu köyleri vardı, çıplak, ovalık bir alandı. Buna rağmen gülmesi durmamıştı.
Birlikte eylem biriminde kaldık. Ne kadar istekli olduğunu o zaman da gördüm. Çok planlı bir insandı. Gördüğü eğitim, verdiği söz üzerine hep yoğunlaşırdı. Eyalet yönetimindeki arkadaşlar onu bölge yönetimi düzeyinde hazırlıyorlardı. Bunu yapabilecek gücü de vardı, birikimi de. Onu bir an olsun moralsiz görmedik. Sabah erken kalkar, çevreyi gözetler, çay hazırladıktan sonra arkadaşları uyandırırdı. Hiç yerinde durmazdı. Yol yürüyüşlerinde tehlikeli yerlerde o öne geçerdi. Yolu bilmemesi önemli değildi. Eylem yapma istemi yüksekti. Bizim bölgeye bu nedenle gelmişti. Daha önce kaldığı bölgede eylem çıkmadığından oldukça daralmıştı. Ama yeni alanında üstün moralliydi. İlk zamanlarda sonuçsuz kalan işlerden dolayı olumsuz etkilense de sonra bunu aştı. Eylemlerden sonraki keyifli duruşu bizi de coştururdu. Sonuç alınan her iş sonrası böyleydi aslında.
Onu anlatmakta sahiden zorlanıyorum. Yardımlaşması, yaşamsal ve örgütsel duruşuyla bize çok katkısı dokundu. Kimi keyifsiz görse hemen gidip ilgilenirdi. Bunu hiçbir bireysel kaygı gözetmeksizin yapardı. Temiz bir insandı. Örgüt değerlerine çok bağlıydı. Başarısının sırrı eğitimde kendisini hazırlama düzeyinde yatıyordu sanırım. Gücünün sınırlarını zorladığını söyleyebilirim. Birlikte kısa bir süre kalabildik. Benim de katıldığım bir eylemde şehit düştü. Eylem öncesi çok sevinçliydi. Hatta yüksek sesle gülmesinden dolayı onu uyarmak zorunda kalırdık. Eylem planlaması sırasında da coşkuluydu. Eylemin başarısı için elinden geleni yaptı. Başarılı bir eylem çıkacağına inancı tamdı. Planlama gereği gidip bir ajanı tutuklayacaktık. O kişi için operasyona çıkacak düşman gücüne yönelik de eylem yapacaktık. İlk planımız sorunsuz yürüdü. Ama planlamayı yeterince anlatamamış olacağız ki arkadaşlar yanlışlıkla bir yeri bırakmışlardı. Biz yeniden o yeri tutmak isterken düşmanın yerleşmiş olduğunu gördük. Çıplak bir boğazdı. Kenarlarda orman vardı. Düşman bizi fark etmişti. Önce suikast, ardından küçük bir baskın tarzında bize yöneldiler. İkinci mermi Hejar arkadaşa isabet etmişti. Olay benim yakınımda gerçekleşti. . Biz elli metre kadar uzaklaştıktan sonra onun yokluğunu fark etmiştik. Hejar arkadaşın yanına gittiğimde onun şehit düşmüş olduğunu gördüm. Mermi kafasının arkasına değmişti. Hiç sesi çıkmadı, hemen oracıkta devrildi ve şehit düştü.
Onun katılımına söylenebilecek söz yoktu. O bizim sürükleyici gücümüzdü. 2012 devrimci hamlesinin ruhuyla doluydu.
Onları sözle anlatmak zordur, onlarla yaşamak gerekir ki anlayabilelim. Onların önümüzdeki engelleri kaldırırken bize yeni görevler yüklediklerini sonradan gelecek yoldaşlarının bilmesi gerekiyor.
HEJAR-NURETTİN ÇAKIR YOLDAŞIN ANISINA
Taylan Adıyaman
“6 Temmuz günü saat 20.30 sularında Van’ın Bahçesaray ilçesi kırsalında operasyona çıkan işgalci TC ordusuna bağlı bir kontra birlikle 1 gerillamız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Gece saat 00.30’a kadar süren çatışmada son mermisine kadar çatışarak direnen yoldaşımız bombasını kendinde patlatarak şahadete ulaşmıştır. Şehit düşen Dıjwar yoldaşımız çatışmada 2’si uzman çavuş, 2’si korucu 4 düşman askerini öldürmüş, 1 uzman çavuşu da yaralamıştır.
Apocu Militan Duruşun En Kararlı Örneğini Sergilemiştir Dijwar Yoldaş
Özgürlük mücadelemizde duruş ve kararlılıklarıyla binlerce fedai şehidimizin yolunda ilerleyen yoldaşlarımızdan olan Dıjwar arkadaş, bunu düşman karşısında en güçlü tarza uygulayarak APOCU bir militanın görevlerini nasıl görkemli karşılamamız gerektiğinin somut uygulayıcısı olmuştur. Onda kararlılığı, düşman karşısında üstün başarı azmini ve canının son anına kadar direniş gerçeğini görmek mümkün olmuştur.
Yurtsever Kürdistan halkının bir evladı olarak yetişen Dıjwar arkadaşımız özgürlüğün büyük bedelcisi olarak dağlarımızda aktif olarak mücadele yürüten bir yoldaşımız olmuştur. Edindiği kısa tecrübeyle güçlü bir gerilla olarak mücadelesini sürdüren Dıjwar arkadaş düşman karşısında en kararlı direnişi göstererek özgürlük şehitleri kervanına katılmıştır.”
HPG Ana Karargâh Komutanlığının Dıjwar Silopi yoldaşın şehadetine ilişkin yaptığı 11 Temmuz 2012 tarihli açıklama böyleydi. Örgüt bu anlamlı sözleri Dıjwar yoldaş için kullanmıştı.
Dıjwar arkadaş Silopi yöresindendi. Botan kültürü içerisinde büyümüştü. Bilindiği gibi Botan her dönem düşman karşısında mücadelenin yürütüldüğü bir yer olagelmiştir. Burada savaş ve mücadele en üst düzeyde yürütülmüştür. Botan halkı düşman karşısında asla boyun eğmemiş ve değerlerini korumuştur. Yine Botan, Kürtlerin birçok başkaldırısına, Kürt özgürlük hareketlerine de destek sunmaktan geri durmamıştır. Bizim hareketimiz de silahlı mücadeleyi burada başlattı. Bu silahlı mücadele gün geçtikçe büyüdü ve halkı etrafında birleştirdi, halk üzerinde büyük etkide bulundu. Bu etkiden payını alanlardan birisi de Dıjwar yoldaştı. O daha çocukluğundan başlayarak örgütü tanır ve bir PKK sempatizanı olur.
Dijwar arkadaş sekiz yıl okul okur, yalnız asla sistemin asimilasyon merkezi olarak işlev gören okullarını sevmez. Neye hizmet ettiklerini hissediyormuşçasına hep kendisine yabancı görür bu okulları. Bu yüzden de hep kaçar okuldan ve arkadaşlarıyla birlikte kırlara, dağlara gider. Dağlar onu daha fazla çekmektedir.
Silopi gençlik çalışmalarında yer alan Dıjwar arkadaş aktif bir biçimde katılır bu çalışmalara. Serhıldanlara katılmaları için gençleri örgütler ve onlara öncülük eder. Düşman güçleri tarafından birçok kez gözaltına alınmasına karşın o yine de örgüt çalışmalarından uzaklaşmaz. Son olarak da yedi ay Siirt zindanında yatar. Burada düşman gerçekliğini daha iyi gören Dıjwar yoldaş gerilla saflarına katılma kararı verir. Düşmana öylesine kinlidir ki her zaman onunla savaşmayı istemektedir. Ona göre düşmanla süresiz olarak savaş halinde olmak gerekir. Zaten salıverilmesinin hemen ardından yeniden serhıldanlara katılarak düşmanla olan mücadelesini sürdürür. Düşman hangi yolu denerse de onu bu davadan uzaklaştırmayı başaramaz.
Dıjwar arkadaş 2010 yılının Temmuz ayında örgütlediği sekiz arkadaşıyla birlikte parti saflarına katılır. Duruşuyla arkadaşlara güven verir ve savaş alanlarında kalmak istediğini belirtir. Arkadaşlar onun bu önerisini kabul ederek kuzey sahasında kalmasına onay verirler. İki aylık temel eğitimin ardından Çatak cephesine gönderilir.
Dıjwar arkadaş Çatak cephesine geldiğinde henüz on yedi yaşındaydı. On yedi yaş, pratiğe katılmak için küçük sayılabilecek bir yaştır. Örgüt asla bu yaştaki arkadaşların savaşa katılmalarını istemez. Ama Dıjwar arkadaşın öyle bir kişiliği vardı ki on yedi yaşında olduğu asla anlaşılmazdı. Yaşı küçüktü ama kişiliği oldukça büyüktü.
Teorik anlamda fazla gelişkin sayılmazdı. Yalnız yaşamına bakıldığında örnek alınacak birçok yanının olduğu görülebilirdi rahatlıkla. Kimi şeyleri yeterince ifade edemese de uygulamada dört dörtlüktü. Yani o ideolojik biriydi. Çünkü örgütü yaşamaktaydı. Apocu kişiliğe ulaşmak amacındaydı. Bunun için de büyük bir gelişme çabasına girişmişti. Sırf örgüt yayınlarını okuyabilmek için kısa zamanda okumasını geliştirdi. Önderliğe, örgüte, şehitlere büyük bir bağlılığı vardı, yürekten bir bağlılıktı bu. Dıjwar yoldaşın erkenden gelişmesini, onun büyük bir kişilik olmasını sağlayan, kısacası Dıjwar’ı Dıjwar yapan -ki şimdi hepimiz açısından o bir öncüdür- işte onun bu bağlılığıydı.
Dıjwar yoldaş eksikliklere göz yummazdı. Gördüğü yetersizlikleri yaşamda ya da resmi ortamlarda mutlaka eleştirirdi. Eleştirinin yerini bulması için de eleştiriyi nerede yapacağını iyi bilirdi; hem de eleştirdiği kimsenin kim olduğuna bakmaksızın. Çoğu zaman komutanlarını da eleştirmekten çekinmezdi. Onun için örgüt ölçüleri esastı. Pek eksiklik yaşamadığı için ona çok az eleştiri gelirdi.
Onun birçok özelliği eğitimlerde örnek olarak verilirdi. Yaratıcıydı. Her şeye bir çözüm bulurdu. Gelişkin bir pratik zekâsı vardı. Bu özelliklerinin yanında el becerileri de gayet iyiydi. Botan kültürüyle büyüdüğü için çok temiz kalmıştı. Gerçekten de sistem onu bozmayı başaramamıştı. O kültür onun erimesine izin vermemişti. O kadim bir Botanlı idi.
Dıjwar yoldaş yalnızca duruşu, iki çift sözü ve yoldaşlığıyla güç verirdi yanındaki yoldaşlarına. Onun yanında kendinizi sırtınız sağlamda hissederdiniz. Eğer Dıjwar arkadaş yanınızdaysa tüm Türk ordusu üstünüze gelse bile gam değildi. Çünkü o insana güç ve moral verirdi. Yalnızca bunlar değil elbette; disiplini ve duyarlılığıyla, insanda, onunlayken güvende olduğu hissini uyandırabilirdi. Onun duyarlılığı sayesinde yanındaki arkadaşlar birkaç kez düşmana hedef olmaktan kurtuldular. Gerillacılık anlamında güçlüydü. Karmaşık arazilerde bir kez geçtiği yolları hemen öğrenir, hiç şaşırmadan bir dahaki sefere grup götürebilirdi.
Arazide düşman güçlerini gördüğünde yerinde duramaz ve gidip vurmak yönünde yoğun ısrarda bulunurdu. Bunun dışında da bir eylem yapılacaksa o mutlaka içinde yer almalıydı. Eyleme katılmadığında morali bozulurdu. Bundan dolayı yapılan eylemlerin çoğuna katılmıştır. Bulunduğu eylemlerde de kimsenin ondan önce düşmanın üzerine gitmesine izin vermez, en önde giderdi düşman hedeflerine. Düşmana yöneliş tarzı tam fedaiceydi.
Şehit düştüğü yıl Miks (Bahçesaray) tarafına pratik yürütmeye gitmişti. Oralar yaylalıktır. İnsanları yurtsever değildir. Hepsi korucudur ve devlet ajanıdırlar. Arkadaşları gördükleri anda ya ihbar ederler ya da çatışmaya girerler. Sınırlı sayıdaki yurtsever insan arkadaşlara yardımcı olamadıkları için bu çevrede gerillacılık yapmak isteyenlerin çok güçlü olması gerekir. Buradaki hemen herkes düşman olduğundan ve oldukça sert bir arazi yapısı bulunduğundan güçlü bir fizik gerektirir.
Dıjwar yoldaş ve bir arkadaşı eylem yapmak için Bahçesaray ilçesine giderler. İşleri rast gitmez ve tasarladıkları gece eylem yapamazlar. Yanındaki kişi gün ortasında bir bomba alarak bir milisi çağırmaya gideceğini söyler. Dıjwar arkadaş buna ne kadar karşı dursa da o kişi onu yalnız bırakarak gider. Korucular onu görerek bizden biri olduğunu anlarlar ve yakalayarak işkence yaparlar. Dıjwar yoldaşın ihanete karşı büyük bir kin ve öfkesi vardı. Bundan dolayı da ne o Kürt korucuların ihanetini, ne de onu bırakarak giden arkadaşının yaptığını benimser. Ne olursa olsun bu ihanetin hesabını sorarak intikamını almalıdır. Arkadaşının yakalandığını gördükten sonra bu şekilde yoldaşlarının karşısına çıkmak istemez. Çünkü o hangi işe, hangi eyleme gitmişse başarıyla dönmüştür. Eylem yapmadan dönmek istemez. Bunu kabul de edemez. Onun yerinde kim olursa olsun yalnız kaldığını, deşifre olduğunu ve eylem yapma koşullarının kalmadığını rahatlıkla söyler ve geri dönerdi. Ama o büyük düşünmektedir. Derin hesaplar yapar. Bilir ki bu bölgede on beş yıldır eylem yapılmamaktadır; düşman burada kendisine çok güvenmektedir, hareketimizi fazla ciddiye almamaktadır. Dıjwar arkadaş bilir ki eğer bu şekilde dönecek olursa bu yıl orada eylem yapmanın ve bu ihanetin hesabını sormanın olanağı kalmayacaktır. Bunların hepsinin hesabını yapar. Her defasındaki gibi kaygısız ve tereddütsüz biçimde, ikirciklik yaşamadan eylem yapmaya gider.
Önce arkadaşını yakalayan iki korucuyu öldürür. Ardından da müdahaleye gelen askerlerle çatışmaya girerek üçünü öldürür. Bu sırada ayağından yaralanır. Kefiyesiyle ayağını bağlayarak o çırçıplak arazide çatışmayı sürdürür. Mermileri tükendikten sonra da bombasını patlatarak yaşamına son verir ve şehitler kervanına katılır. Dıjwar yoldaş orada öyle bir savaşır ki düşman güçleri, karşılarında dört ya da beş kişinin olduğunu sanırlar.
Oysa o yalnız başınaydı. Düşmanın gözünü o kadar korkutmuştu ki güpegündüz onun cenazesinin üstüne gitmeye cesaret edememişlerdi. Cenazesini korucular almaya giderler.
Başta da söylediğim gibi Dıjwar yoldaş yaşça küçük olsa da düşünsel boyutta, kişilik anlamında ve savaşçılığıyla oldukça büyük bir insandı. İşte tam da bundan dolayı örgüt onun şehadeti hakkında şu değerlendirmeyi yaptı: Dönemin Apocu ruhu, fedai gençlik sembolü.
Dıjwar-Hasan Algor Yoldaşın Anısına
Serhildan Egîd