“3 Aralık 2011 günü Amed’in Lice ilçesine bağlı Merg ile Mehmed Eli köyleri arasına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün operasyona çıkan işgalci TC ordusu askerleri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Gece saat 21.00’dan sabah saat 04.00’a kadar süren ve kobra tipi helikopterlerle zırhlı araçların yoğun bombalama yaptığı çatışmada 3 yoldaşımız kahramanca direnerek şehadete ulaşmıştır. Yaşanan çatışmadaki düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir. Bu çatışmada şehit düşen yoldaşlarımızdan birisi de Canfeda yoldaşımızdır.
2011 yılında mücadelemize katılım sağlayan Canfeda arkadaş bulunduğu alanda aktif mücadeleye başlamıştır. Kürdistan halkının direniş ve uyanış kültürüyle kendisini yetiştirmiş ve özgürlüğe olan bağlılığını özgürlük dağlarında sürdürme kararını vererek başarı iddiasıyla pekiştirmiş Canfeda yoldaşımız her koşul altında Apocu militan duruşu sergilemiştir. Coşkulu, özverili bir katılımı sağlayan, büyük iddiayı ve başarıyı Kürdistan halkının özgürlüğüne adayan bu yoldaşlarımızın kararlı mücadelesini her zamankinden daha fazla görkemlice sahiplenecek ve yürüteceğiz. Düşmanın her türlü saldırısı karşısında yenilmez direnişi sağlayan hareketimizin militanca duruşunu ortaya koyan tüm şehitlerimizi saygı ile anarken şehitler kervanına katılan değerli üç yoldaşımızın anılarına layık bir mücadeleyi sürdüreceğimizi kararlılıkla belirtiyoruz.”
HPG Ana Karargâh Komutanlığı 5 Aralık 2011 günü yaptığı açıklamada Canfeda arkadaşa ve onun şehadetine ilişkin bu vurgulara yer vermişti. Gerçekten de onların şehadeti kanla sulanan bu topraklarda işgalci düşmana vurulan yeni bir darbeydi.
Canfeda arkadaş genç yaşta parti saflarında katıldı. 1994 yılında Batman’da dünyaya gelmiş, 2011 yılında daha on yedi yaşında Amed eyaleti Muş güneyi sahasında gerillacılığa başlamıştı. Ama büyük bir şanssızlık sonucu daha dört ayını doldurmadan iki yoldaşıyla birlikte Lice alanında şehit düştü.
Onun katıldığı dönemde gençler PKK saflarına akın ediyorlardı. Başta Amed ve Batman olmak üzere Kürdistan’ın birçok yerinden gençlerin yoğun katılımları vardı. Gruplar halinde gelişler oluyordu. Canfeda arkadaş da bu gençlerden birisiydi.
O süreçte Batman gençliği mücadelenin kazandığı düzeye denk bir duruş gösteriyordu. Sürecin gerektirdiği rolü fazlasıyla yerine getirdikleri söylenebilirdi. Canfeda arkadaşta da Batman’daki gençlik çalışmalarında aktif bulunmuş biri olarak serhıldan ruhunun yarattığı coşkuyu görmek mümkündü. O ruhla donanmış halde geldiği gerilla ortamına aynı kararlılık ve iddiayı yansıtmak dışında bir amacı yoktu.
Evet, legal alan çalışmaları veya mücadelenin diğer alanları birbirinden ayırt edilemez. Her biri diğerini bütünleyen olgulardır. Yalnız özellikle gençlerin gözünde gerilla farklı görünür, gerillanın ayrı bir anlamı vardır;ne türden çalışma yürütmüş olurlarsa olsunlar, gerilla gücü içinde değillerse kendilerini yeterli görmezler. Ayrıca gerilla saflarında olmayı düşmana verilmiş büyük bir mesaj olarak algılarlar. Son dönemdeki katılımlarda ve Canfeda arkadaşta bu gerçek rahatlıkla görülebilirdi. Onun en temel hedefi Önderliğin ideolojisini anlayıp kendisini bu doğrultuda geliştirmek, üzerine ne sorumluluk düşüyorsa yerine getirmekti.
Genç yaştaki kararlılık düzeyiyle, coşkusuyla, istekli ve moralli duruşuyla çevresinde olumlu etkiler uyandırmıştı. Herkes ondan umutluydu.
Muş Güneyi alanındaki yeni savaşçı eğitiminin ardından Amed tarafına gönderildi Canfeda arkadaş. Orada onun açısından daha iyi pratikleşme olanakları vardı. Lice bölgesine bağlı Şehit Serxwebun alanında pratik çalışmalara ilk adımını böylelikle atmış oldu. Sınırsız bir çalışma ve gelişme istemi vardı. Öğrenmeye açıktı. Kabına sığmaz yapısıyla gençliğin enerjisini birleştirdiğinde bir yerde durması olanaklı değildi. Çabuk aktifleşti. Son derece çalışkandı. Her gün bir göreve giderdi. Görevlerde ve günlük yaşamda gösterdiği fedakârlık, birlikte olduğu yoldaşlarıyla sorunsuz ve sıcak ilişkilenmesini, çok sevilmesini sağlamıştı.
Güzden kışa geçişte Kürdistan gerillasının çalışma ve hareket tarzı daha özgün bir şekle bürünmek durumundadır. Ağır kış koşullarını kayıpsız atlatmak ve bahar sürecine yeterli donanımla çıkmak önemlidir. Bunun için de üslenme hazırlıklarının iyi yapılması gerekir. Ağaçlar yapraklarını dökmüştür. Yağan yağmurlardan dolayı adım attığınız her yerde iz çıkma olasılığı vardır. Bu etkenler seçeceğiniz konumlanma yerlerini sınırlar. Düşman da bunu fırsat bilerek operasyonlarını bu dönemlerde yoğunlaştırır. Amaçları olası üslenme yerlerini saptamak, bunun yanında gerillaya kış öncesi darbe vurarak moral üstünlüğü ele geçirmektir.
İşte böyle koşullar altında, aralarında Canfeda yoldaşın da aralarında olduğu bir grup arkadaş, kapsamlı bir düşman operasyonuna takıldılar. Gece boyunca süren çatışmada düşman,yalnızca her tepeyi tutarak çok sayıda askeriyle yoldaşlarımıza saldırmakla yetinmedi, en ileri teknolojiyle donatılmış silahlarını da kullanmaktan geri durmadı. Çünkü karşılarında Apocu bilinçle donanmış, halkı için fedai ruhla ölümüne direneceklerini çok iyi bildikleri PKK militanları vardı. Nitekim öyle de oldu. Saatleri bulan direnişin ardından üç yoldaşımız şehit düştüler. Böylece düşmanın planları da boşa düşmüş oldu.
Canfeda yoldaş gencecik yaşında yalnızca dört aylık bir süreyle yürüttüğü gerilla mücadelesine neleri sığdırdığını bize gösterdi. Yoldaşlarıyla birlikte son nefesine kadar direnip ölüme meydan okumanın ne demek olduğunu bir daha anladık. O da kendisinden öncekileri örnek almış, onların fedai ruhlarına eklenmişti son nefesiyle. Kendisinden sonra gelecek olan Kürt gençlerine de ışık tutuyor.
Canfeda yoldaşı sonsuzluğa Batman gençliği uğurladı. Öfkeli oldukları kadar umutlu ve kararlıydılar.Onun ölümsüzlüğünü haykırırlarken, yeni Canfedalar’ın gelişi yakındır diyorlardı.
Mücadele Yoldaşı - Aram Bekes
Batman’da doğup büyüyen Agit yoldaş emekle ve Kürtlükle yoğrulmuş bu kentin tam da bu yüzden PKK hareketiyle erken tanıştığı yıllarda yaşama merhaba der.Kürtlük bilincini çabuk edinen Agit arkadaş fazla zaman kaybetmeden 1996 yılında daha on altı yaşındayken gerilla saflarına katılır.
Gerillacılıkta ilk deneyimini Mardin alanında başarıyla yerine getiren Agit yoldaş, çalışkanlığı, fedakârlığı, dürüst ve temiz yoldaşlığının yanında üstün duyarlılığıyla yoldaşlarında umut yaratır.1999 yılındaki gerillanın kapsamlı geri çekilmesiyle birlikte Kandil alanına gelen Agit yoldaş,pratik deneyimlerini örgütün merkezinde gördüğü eğitimler karşısındatarttıktan sonra yeniden pratiğe atılma kararlılığıyla dolar. Sonrası 1 Haziran 2004 atılımı çerçevesinde var gücüyle her çalışmaya katkı sunmaktır. Onun yaşamının dopdolu geçen bu kesitini birlikte kaldığı yoldaşlarının gözlemlerine başvurarak anlamaya çalıştık.
Agit arkadaşın yurtseverlik duygularının güçlülüğünü daha onunla tanıştığı 1998 yılında fark ettiğini söyleyen bir yoldaşı sonraki yıllarda aralıklarla da olsa onu gördüğünü ve daha pek çok olumlu yanını keşfettiğini belirtiyor:
“2004-2005 yıllarında onunla Botan sahasında çalışma yürüttük.
O dönemde Agit arkadaş halk çalışması yürüttüğünden, çoğu zamanını halkın içinde geçirirdi. Arkadaşlar için gerekli altyapı ihtiyaçlarını karşılamak onun görevleri arasındaydı. Bu işleri yaparken Agit arkadaşın halkla bütünleştiğini rahatlıkla söyleyebilirim. O doksanlı yıllarda katılmış oldukça eski bir arkadaştı. Toplum ahlakına göre davranmasını iyi bilirdi.
Bir gün olsun örgütün önüne koyduğu hiçbir göreve hayır demedi. Kerboran gibi bir yerde çalışmaktaydı, Dicle nehrinin kıyısındaki köylerde. Üslenme için gerekli ihtiyaçları karşılamak için cephe çalışmasıydı yaptığı. İyi bir yüzücüydü. Böyle olmasa o suyun kenarında her an tehlikelerle karşılaşma durumu olabilirdi.
O alanda halk çalışması yürüten birimin sorumlusuydu.
Çalışmalarında hep başarı vardı. Örgüt değerlerine sahip çıkmaya çalıştı. İşlerini duyarlılıkla yapar, bir işi yapmaya, enine boyuna düşündükten sonra karar verirdi. Yaşamın her anında sorgulama ve yoğunlaşma içerisindeydi.”
Agit arkadaş çatışma ve eylemlerdeiki kez yaralanır. 2008 yılındaki yarası ağır olduğundan tedavi görmesi gerekir. Bu nedenle de güney sahasına çekilir. Tedavisini tamamlayan Agit arkadaşın pratikten uzakta kalmaya niyeti yoktur:
“Agit arkadaş 2008 yılında Haftanin’e gelerek bir kış orada kaldı. Yaralanmıştı. Tedavisini gördü. Mardin’e gitmek için hazırlanıyordu. Orada çalışma yürütecek onun gibi arkadaşlara ihtiyaç vardı. O bu gerekliliği görerek önerisini yaptı. Bu temelde 2009 yılındaKerboran tarafına gitti. Onun adı o alanla özdeşleşmişti artık. Orayı çok iyi bildiğinden bizim gözümüzdeo alanın bir parçası haline gelmişti. 2010 yılında Gabar alanına geçti. Gabar alanına karşı da ayrı bir sevgisi vardı.”
Kişisel özellikleriyle olduğu kadar kültürel anlamdaki duyarlılıklarıyla da ilgi kaynağı olan Agit arkadaşın Kürtçe konuşulmasına dönük çabasını da aynı yoldaşı şöyle anlatıyor:
“Kürtlük duyguları bakımından güçlüydü. Batmanlı idi. Bazen Batman’dan gelen insanları gördüğünü, onların Kürtçe konuşmuyor olmalarına çok üzüldüğünü belirtirdi. Ona göre bu, düşmanın kültürümüze dönük gerçekleştirdiği politikaların bir sonucuydu. Yeni savaşçı katılım işlerini de organize ettiğinden toplumun durumunu daha iyi gözlemleme olanağına sahipti. Temel eleştirisi gençlerin Kürtçe sorulara Türkçe yanıtlar vermesine yönelik idi. Batmanlıların neredeyse Kürtlüklerinden utanır hale geldiğini ifade ederken kendisini kültürünü kaybetmemiş olarak tanımlar ve bununla övünürdü. Bu nedenle kendisine Batmanlı değil Botanlı veya Gabarlı denmesini isterdi. Halkın bu durumundan dolayı sorgulama içerisindeydi.Halkla toplantılar yaptığında Kürtçe konuşmanın önemini sıklıkla vurgulardı. On yıl okul okumuş olmasına karşın kendisiyle Türkçe konuşanlara verdiği yanıt da tam buna göreydi; ‘Anlamıyorum.’
Devlet için hizmet yapılmaması gerektiğini onlara aşılamaya çalışırdı. Toplumdaki bozulmanın, hep devlet kaynaklı olduğunu insanlara kavratmayı temel yaşamsal görevlerden birisi olarak bellemişti.
Agit arkadaşın şakacı bir mizacı vardı. Oradaki insanlarla o kadar içli dışlı olmuştu ki neredeyse doğan çocuklarına kendisinin ad takmasını istedikleri esprisini yapardı. Hatta çalışma yürüttüğü köylerdeki çocukların hepsinin adlarını Agit yapacağını söylerdi. Böylece hem kendi adının sonsuza kadar yaşayacağını, hem de bir kültürün yaşatılacağını söylerdi. Ona göre oralardakierkek çocuklarının adları Agit Gabar, kız çocuklarının adları da Dicle olmalıydı.”
Agit arkadaşın yalnızca kültürel ve kimliğe dönük kaygılar beslemediğini, Önder Apo felsefesi temelinde biçimlenen ekolojik toplum yaklaşımını da bakış açısının odağına yerleştirdiğini, ayrıca kaldığı alanlarla arasında anlaşılmaz bir bağ kurulduğunu anlatan yoldaşısözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ömrünün çoğu Botan çevresinde geçmişti; Gabar, Kerboran, Mava hatlarında. O oraların bir değeriydi artık. Hasankeyf konusunda duyarlıydı. Devletin orasını bilerek yok ettiğini düşünürdü.”
Uzun yıllar halk çalışmalarında bulunan Agit yoldaşın halka olan yaklaşımı, onlarla olumlu diyalogları her zaman beğeni toplamıştır. Kime nasıl yaklaşacağını çok iyi bilen Agit yoldaş, yoldaşlarının olduğu kadar halkın da yüreğinde büyük bir yer açmıştır kendisine. Basit kurnazlıklara, yoldaşlarını yanıltmaya hiç yeltenmemesi dürüstlüğünden ileri gelmektedir. Tersinden yoldaşları için her tür fedakârlığı yapmaya hazır oluşu ona duyulan güvenin boyutlarını genişletmiştir. Bunun yanında kolay oyuna gelmeyen, kandırılamayan yapısıyla halk çalışmalarındauzun yıllar tutunmasını bilmiştir:
“Agit arkadaş fedakâr olduğu kadar dürüst, yoldaşına bağlı bir insandı. Dış görünüşü itibarıyla kendisini pek eğitmiş, gelişkin biri olarak göstermezdi. Ama yaşamı ve yoldaşlığı bu görüntüsünü yanlış yorumladığınızı fark ettirirdi. Köylü görünümünün altında ayrı bir cevher yatıyordu. İşlerinin ciddiyetinin bilincindeydi. Arkadaşlar onunla çok şakalaşırlardı; adını bile Agit Kayseri yapmışlardı. Kimse onun bir komplo ile şehit düşeceğine inanmazdı. Ona Kayserili lakabı takılmasının nedeni erken kandırılamamasındandı. Mardin’de kuryelik yapma, buna uygun hareket tarzı tutturma zahmetli bir iştir. Bu işi yapan her arkadaş pusulara düşerdi. Ama Agit arkadaşın pusulara düştüğü fazla görülmemiştir. Duyarlı ve dikkatliydi.”
Agit arkadaşa ilişkin bu yorumları yapan bir başka yoldaşı ise sözlerini şöyle sürdürüyor.
“Oldukça doğaldı. İnsanları bu yanıyla etkilerdi. Onun yanında yaşamayı herkes isterdi. Yıllardır örgüt saflarında olmasına ve zorlu alanlarda kalmış olmasına rağmen fazlasıyla mütevazıydı. Bunu bir sermaye olarak değerlendirmez, çıkar sağlama peşinde koşmazdı.
Bir yanlışınızı görse eleştirirdi. Darbe almaya açık yanları, zayıflıkları görüp uyarırdı. Pusuya düşmeyeceği, komplolara gelmeyeceği konusunda kendisine fazlasıyla güvenirdi. Çok sayıda özelliğini sayabiliriz ama önde gelenlerine değindim. Ondaki fedailik diğer şehitlerimizinkine benzerdi. Bu PKK ruhundan bağımsız da değildir. Fedai bir kişiliği dile getirmek de çok zordur.”
Onun üst düzeydeki duyarlılıklarını ve sorumluluk bilincini bir başka yoldaşıayrıntılarıyla dile getiriyor:
“Bazen, eğer Gabar alanında kurnaz bir arkadaş varsa o da Agit arkadaştır diyorduk. Kendini gizlemede, kendini korumada, tedbir almada çok duyarlı ve dikkatli bir arkadaştı. Gözü kulağı açıktı, kuşlar kadar hassastı. Görevli olsun ya da olmasın devrimci sorumlulukla yaklaşırdı. Noktaya gelen izleri siler, parlayan ve görüntü verebilecek olan şeyleri ortadan kaldırırdı. Ateş duman çıkarıyorsauzaktan seslenmez, gidip kendisi müdahale ederdi. Kış mevsiminde havanın açık olduğu günlerde,daha duyarlı yaklaşacağını öngörerek gönüllü nöbetçilik yapardı. Pratikte gerillanın yürüyüş kurallarını ve diğer tüm kurallarını uygulardı. Günde birkaç kez keşif yapardı. Çoğu zaman bir saat süreyle elinden dürbünü düşürmeden çevreyi gözetlerdi.”
Agit arkadaşın emekçi, pratikçi yapısına olan hayranlığını sıklıkla vurguladıktan sonra sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çalışmadan edemezdi. Bir gün noktada kalsaydı ikinci günü rahatsız olurdu. O gün planlanmış bir çalışma yoksa bile kendisine bir iş çıkararak gezmeye,keşfe ya da avlanmaya giderdi.”
Agit arkadaşın eleştirilen bir yanının olduğunu da eklerken bunu şu şekildeaçıklıyor:“Son yıllarda Agit arkadaş ‘Ne olursa olsun kişiliğimde gelişme yaratmam gerekiyor.’ diyerek kendisine yüklenmeye başladı.Özellikle 2010-2011 kış eğitiminde önemli bir yoğunlaşma yaşamaya başladı. Tüm boş zamanlarını kitap okuyarak geçirir olmuştu.Öyle ki gözlerini bozacağı kaygısı yaşamaya başlayan arkadaşlar ona okumaları biraz azaltması gerektiğini söylemeye başladılar. Gözlük kullanarak gereken önlemi aldığını belirtirdi.”
2011 yılı pratiği için Agit arkadaşın çalışma yürütmesi öngörülen alan Şırnak İdil bölgesinde bulunan Cehennem Deresi bölgesidir. Orayı en iyi tanıyan arkadaştır. O, Gabar alanında kalmak istese de yoldaşlarının örgüt gereksinimleri çerçevesinde öngördükleri bu görevlendirmeyi geri çevirmez ve o alanasorumlu düzeyde gider. Yıllarca aynı alanda kalmış olmanın getirdiği değişiklik beklentisini ve Gabar sevdasını bir kenara bırakarak, kış eğitiminden çıkardığı sonuçlar çerçevesinde örgütü esas alması yönündeki içinden yükselen sese kulak vermiştir.Gerillacılık pratiğinin bu en sonuç alıcı döneminde düşmanı oldukça zor durumda bırakan Agit yoldaş bir komplo sonucunda şehit düşer. Onun şehadeti ve etkileri yoldaşlarınca şöyle yorumlanıyor:
“Agit arkadaş Cehennem Deresinde bir komplo sonucunda şehit düştü. Şehadeti bizi zorladı. Duyarlılığından dolayı ona bir şey olmayacağını düşünürdük. Onun şehadetinin ardından gerçekten de çalışma yürüttüğü çevreden onlarca Agit katıldı. Çünkü o halkın değerleriyle bütünleşmesini bilmişti.
Agit yoldaşın ve tüm şehit yoldaşların intikamlarını alma sözünü veriyorum.”
Mücadele Yoldaşları
Cardin peyv li ser dilê min gonê xwe vedaye. Nizanim kîjan peyv bikar bînim ji bo ku bi karibe hestên min vegotin bike. Belê turîkê dilê min tijî hestên ku min ji bo te hewandiye hatiye dagirtin. Ew turîkê ku bi hest û ramanên hevaltiyê hatiye ti jî kirin. Min te di hûndirê dilê xwe de daye hewandin. Ew dilê min yê ku bi hevaltiyate re lê dida. Me bi hevre stranên azadiyê di gotin. Ew stranên ku ji bo me di bûn peyvên vegotina azadiyê. Belê carna mirov tinê dixwaza hestên xwe guhdar bike. Yê min jî niha wisa bûye. Lê ew peyvên ku li ser dilê min gonên xwe vedane nikarin ew xweşik bûyîn û bedew bûna te vegotin bike. Erê delal erê heval… Tu bû bû lêgerînvanê xeyalên xwe yê zarokatiyê. Te xwe bu xeyalên xwe ye mezin re mezin kir. Xeyalê te ew bû ku tu xwe bigihînê azadiyê. Tu tişt ji bo te qandî gerîlatî mezin û bêhempa ne bû. Tu bûyî gerîlayê xewn û xeyalên xwe. Tu tiştek pêşiya ezweriyên te ne bû asteng. Ji ber ku te xwe gihandina wateya jiyanê di cewhera gerîlatî de dîti bû. Ji bo vê yekê te dilê xwe bi êvîna azadiyê meyandi bû. Temenê rêheval Zîlan biçûk bû, lê armanca wê mezin bû. Ji bo armanca xwe tu kevneşopiyan û toreyan nasnekir. Berxwedaniya rêheval Zîlan ji helweşandina kevneşopîyan de hate destpê kirin. Ji ber ku ew evîna xwe, pêşeroj û paşaroja xwe û azweriyê xwe ji tirêjên ku di Îmraliyê de derdiketin di girt. Êdî ji bo rêheval Zîlan ew dem bû ku, bibe rêwiyên xeyalên xwe.
Wek her jinekê, çîroka jiyana rêheval Zîlan jî hebû. Ev çîrok bi êş û hestiyarî hati bû dagirtin. Lê, rêheval Zîlan ti carî vê çîrokê nexist nava jiyana xwe û hewilda ku vê çîrokê vegerîne rastiyê. Rêheval Zîlan, temenê xwe yê biçûkte rastiya pergala bavik salarî dît û li hember wê jî kete nava berxwedaniyê de. Ti carî rastiya ku pergala bavik salarî ji bo jin avakiriye û jin xistiye navde ne pejirand û seri li hember ne tewand. Mixa bin diyardeya ku dinava eşirande tê jiyan kirin, malbat jî vê di pejirîne. Malbat çiqasî welat parêz bê jî lê, diyardeya eşirtî vê guhdar nake. Malbat jî li gor pîvanê civak û eşirtiyê tevdigere û dixwaze bi wê awayî jiyanek bide avakirin. Lê, rêheval Zîlan bi cesaretekê bê hempa li hember vê pergalê şer kir, tucarî xwe neda paş û stûyê xwe xwarnekir. Di rêheval Zîlan de taybetmendiyê jina şerker pir pêşde bû. Di ruh û bedena rêheval Zîlan de rastiya tevgera azadiyê ango PKK jiyan dikir dihat jiyan kirin. Ji bona vê yekê, pir bi hêz û bê tirs şerdikir. Şerê ku bi bavê xwere dida meşandin jî, şerê xuda û xudawenda bû. Şerê dû ramanan, du çand û du pergalan bû. Yêk ji bo jiyana azad bû, yêk jî ji bo jiyana koletiyê bû. Lê, her tim evîna heqîqetê ser dikeve. Rêheval Zîlan jî ser ket û ber bî jiyana azadiyê vê per û bask bû. Kete nav pêk anîna xeyalên xwe. Ew xeyalên ku bi salan bû bendê bû û pêre jiyan dikir. Firiya û li ser şaxê ku bi salan bû pêre jiyan dikir danî. Tu evîn qandî evîna PKK bi hêz nîne. Ew evîn dil û mejiye rêheval Zîlan ewqasî bi hêz kiri bû ku, çi xistiba dilê xwe de bi misoger pêk tanî. Erê rêhevala min ya dilawer û dilpak… Ma te ne dizanî ku çawa ku te ew dilê xwe yê mezin de ewqasî rêhevalên xwe yê bedew hewandiye, rêhevalên te jî te xistine nava dilê xwe de. Te dilê xwe yê mezin tijî heskirina hevaltî kiri bû û te wê heskirinê belav dikir. Ew heskirina te xwe gihandina rastiya jiyanê û ji heskirina te ya li hember jiyanê dihat.
Rêheval Zîlan her timî dixwast xwe dinava şerde avabike. Ji bo ku xeyalên xwe pêk bîne her timî dinava lêgerinek tê bû. Ji bo wê lêgerîn pir pîroz bû. Taybetmendiyê rêheval Zîlan yêk din jî tiştekê xwastiba û kiriba dilê xwe de wê bikiriba. Her timî dixwast xwe dinava zor û zehmetiyê de avabike. Dizanî ku maneviyata herê girink û bingehîn, hevaltiya xurt dinava zor û zehmetiyê de tê avakirin. Rêheval Zîlan dinava pratîkê de xwe naskir, ji bo vê yêkê ji xwe pir bawer bû û hêza xwe di nêz de dîtî bû. Rêheval Zîlan her tim digot; wê tekoşîna min bi hêle ku ez her nêzî Serokatî bibim. Hêviyên ku ji bo dîtina Serokatî jiyan dikir û bêrikirinên xwe de ti carî bê hêvî ne bû. Dema navê Serokatî jî derbas di bû ji bo heval Zîlan avên di herikî di sekinîn. Dema roj derdiket berê xwe di da rojê û ew bayê ku ji Îmraliyê dihat bê ku behna xwe bide wê bayê dikşand hûndirê xwe. Ew çirûskên ku ji çavên wê derdiketin çirûskên, hêvî, bawerî, xweşik bûyîn û heskirina li hember jiyanê bûn. Heskirina wê ya li hember jiyanê weke bazdana maratonê bû. Ruhê rêhevaltiyê pir pêşde bû, tu zindî ji heval Zîlan aciz ne di bûn. Di armancê xwe de rikdar bû, lê jiyanê de pir dilnizm bû. Pir fedekar û bi nîzam bû. Li hember kêmasiyan ti carî bêdeng ne dima. Ne ji bo xwe, ne jî ji bo derdor. Temenê wê biçûk bû lê raman û dilê wê mezin bû.
Rêheval Zîlan dinava dibistana PKK’ê de dil û mejiyê xwe bi hêvêna rastiyê meyand. Dinav vê rastiyê de pênûs û lênûsa rastiyê girt destê xwe û çîroka xwe ya rastiyê nivîsand, xwand û fêr bû ku ew hemû nirxê mirovahi yê meyandiye. Dil û fikrê xwe bi raman û felsefeya Rêbertiyê xwedî kir. Heycan û meraqa wê ew bû ku bi xwe Serokatî bi xwîne û nasbike. Dema Serokatî got; “keçên ji min hesdikin, bila berê xwe bidin çiyayên Bakur.” Ev di heval Zîlan de heycanek û heskirinek pir cûda dide avakirin. Di dilê rêheval Zîlan de warên xudawanda rêheval Zîlan şîn bû bûn. Lê ji bo wê xeyalê Botan jî cûda bû. Ji bo ku di herema Dersîm de ango warên xudawanda rêheval Zîlan de jiyan kirinê û şerkirinê ji bo xwe weke erkê herê sereke girti bû dest. Ev rastiyeke ji bo ku mirov rêheval Zîlan bîne ser ziman pêwîste mirov pêra jiyan bike. Wê di dilê rêhevalên xwe de xwe şin dikir. Rêheval Zîlan di çiyayên Kurdistanê de şax da û li çiyayen Dersimê jî fêkiyên xwe belav kir.
Rêheval Zîlan ew temêne xwe yê biçûk kirasê ji agir xwe kir û dîlana azadiyê girt. Rêheval Zîlan di welatê rojê de çavên xwe ji cîhanê re vekir. Di welatê rojê de jî ji bo jiyanekê azad kete nava pakrawanên azadiyê. Rêheval Zîlan di zanî ku, tekoşîna azadiyê, tekoşîna ji bo Rêbertî û rêhevalên pakrawane. Ji bo vê ye kê dilê wê bû bû nerinçoka bombeya xwedawanda Zîlan.
Agirîn Agir
Destan yoldaşın şehadetinin ardından HPG Ana Karargâh Komutanlığı 14 Kasım 2012 günü şu açıklamayı yapmıştı:
“8 Kasım günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Xapuşke alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından binlerce askerin katılımıyla düzenlenen operasyon hakkında daha önce kamuoyu bilgilendirilmişti.
Bu operasyon hakkında ulaşılan yeni bilgilere göre, daha önce bilgileri verilen çatışmalar dışında, 9 Kasım günü Xapuşkê alanında işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Ölü ve yaralı asker sayısının tespit edilemediği bu çatışmada 3 yoldaşımızın daha şahadete ulaştığı bilgisini netleştirmiş bulunuyoruz.
Devrim Operasyonlarımız karşısında büyük yenilgi yaşayan TC ordusu binlerce asker ve her türlü teknolojiyi de kullanarak operasyonlarına devam etmiştir. Bu operasyonlara karşı APO’cu direniş çizgisinde duruş ve kararlılıkla mücadele eden gerillalarımızdan üç yoldaşımız daha özgürlük şehitleri kervanına katılmıştır.
Kürdistan’ın kalbinde her biri yepyeni bir umudu yeşerten fidan olan Agit, Dılgeş ve Destan arkadaşlarımız değişik tarihlerde özgürlük hareketimize katılım sağlayan ve birçok alanımızda aktif olarak çalışmalara büyük fedakârlıkla katılan yoldaşlarımız olmuşlardır. Her birinin yüreğinde özgürlüğe yürüyüşün kararlı bakışlarını, büyük yoldaşlık sevgisini, canfeda bir ruhu gördüğümüz yoldaşlarımız, aldıkları eğitimlerle APO’cu direniş ruhunu sergileyerek düşmanlarını kahretmişlerdir. Onlar şahadete özgürlük haykırışı içinde yürümüş, bizlere tarihi sorumluluklar vererek şehitler kervanına katılmışlardır. Anılarına bağlılığımız büyük mücadele yürüyüşümüz olacaktır.”
Doğu Kürdistanlı olan Destan arkadaş yazdığı bir raporda yetiştiği ortamı ve gerillaya katılım hikâyesini kısaca şöyle anlatıyordu:
“1994 İran Selmas Kelareş köyünde doğdum. 3 erkek 2 kız olmak üzere beşkardeşiz. İlkokul beşe kadar okudum. Ailem yurtsever, arkadaşlar sürekli bizim eve geliyorlardı. Yurtsever bir köyde büyüdüm. Arkadaşlarda sürekli geldiği için örgütü o şekilde tanıdım. Duygusal anlamda Önderliğin ve halkımın özgürlüğü için gerillaya katılıp savaşarak mücadele etmek ve güçlü bir militan olmak istiyorum. Bunun içinde ne gerekiyorsa, örgüt benden ne istiyorsa yapmaya hazırım. Bundan üç yıl önce gerillaya katılmak istedim. Ama arkadaşlar koşulların uygun olmadığını, beklemem gerektiğini söylediler.
Ailem amcamın oğluyla evlenmemi istiyordu. Benim evlenmek gibi bir niyetim yoktu. Onun için abim ve amcam bana sürekli baskı uyguluyorlardı. Abim feodal olduğu için benim yaptığım her şeye karışıyor ve bana şiddet uyguluyordu. Bazen de günlük yaşam içerisinde annem ve ablamla da tartışıyordum. Ama babamla aram iyiydi. Belki de yaşımdan kaynaklı ailede yaramazdım...
Örgütsel anlamda bir birikimim yok. Şu ana kadar hiç kitap ya da dergi okumadım. Okumayı sevmiyordum. Ama buraya geldikten sonra okuma isteğim gelişti. Burada kitap okuyorum. Buraya gelirken hava koşullarından kaynaklı çok zorlandım. Arkadaşlar bizim eve geldiklerinde onlarla konuştum. Bir süre sonra amcamın kızıyla beraber arkadaşlar bizi köyden çıkardılar. Birkaç günlük yolculuktan sonra gerilla alanlarına ulaştık. Burada kendimi eğitip güçlü bir gerilla ve Önderliğin fedaisi olmak istiyorum. Çocukluğumdan beri gerilla olma hayalim vardı. Şimdi bunu gerçekleştirmek için ilk adımı attım. Önderlik çizgisinde sonuna kadar yürüyeceğimin sözünü veriyorum.”
Raporunda belirttiği gibi çocukluktan itibaren büyüttüğü hayallerini gerçeğe dönüştürmek isteyen Destan arkadaş 2010 yılında amcasının kızıyla birlikte gerilla saflarına katıldı. Yeni savaşçı eğitimlerini Kandil’de gördüler. Bir süre Kandil’de kaldıktan sonra Zagroslara geçti.
Onu, gerillacılığa yeni adım attığı bu günlerde tanıyan bir kadın yoldaşı şöyle anlatmıştı:
“Destan arkadaşı yeni savaşçı eğitimimin bitmesinin ardından gittiğim özgün bölükte tanıdım. İlk başlarda bana biraz sessiz biriymiş gibi geldi. Ama onunla yaşamı paylaştıkça bu önyargının yersiz olduğunu anladım. Zamanla onu tanımaya başladım.
Destan arkadaş pratikçi ve fedakâr birisiydi. Fiziksel olarak güçlü olmasının yanında girişken ve iş bitiriciydi. Bir işe el atmışsa başarıyla sonlandırmayı esas alırdı. Hedefe ulaşmak onun açısından önemliydi. Birlikte bir kış eğitimi geçirdik. O süreçte Doğu Kürdistanlı bir kadın olarak onun özgürlük arayışlarının ne kadar güçlü olduğunu gördüm. Yaşama ve eğitime katılımı bu temelde güçlüydü. Her konuya merak ve ilgiyle yaklaşırdı. Kendisini okuma yazmadan tutalım daha birçok konuya kadar geliştirmek için çaba harcadı.
Destan arkadaş Önderliğe ve yoldaşlarına çok bağlıydı. Önderliği anlamayı çok istiyordu. Bu nedenle önderlik üzerine yazılmış yazıları okurdu. Önderliği hissederek yaşadığı belliydi.
Yoğunlaşmalarını ben de dâhil olmak üzere yoldaşlarıyla paylaşırdı. Yoğunlaşması bu biçimde gittikçe derinleşti. Aile çözümlemesindentutalım kişilik çözümlemesine kadar gösterdiği çabalar, yoldaşlarında umut ve güven oluşturmuştu. Hepimizde var olan zorlanmalar onda da görülürdü. Destan arkadaşın farkı, bu zorlanmalar karşısında asla pes etmeden mücadele yürütmesiydi. Yanlışlıklara göz yummaz, önünü almaya çalışırdı. Radikal bir duruşa sahipti. Hatta bazen bu nedenle dar yaklaşımlarına dahi rastlandığı olurdu. Bazı şeyleri kabul etmesinin mümkün olmadığını açıkça dile getirirdi. Başta kadın ilkeleri olmak üzere temel yaşamsal konularda taviz vermezdi. Kendi cinsini sever, değer verirdi.”
Özgün bölükte kaldığı 2012 yılında devrimci halk savaşı hamlesine katılmak için yazdığı öneri raporunda şunları ifade etmiş: “Bilindiği gibi hareketimiz 2010 yılında devrimci halk savaşı temelinde yeni bir hamle başlattı. Ancak Önderliğin sorunu diyalog yöntemiyle çözme çabaları nedeniyle biz bu süreçte sadece çok kısa bir süreliğine saldırı konumunda kaldık. Bu nedenle 2011 yılı başlarına kadar da genel olarak pasif savunma konumunda kaldık ve böylece sorunun çözümünde muhatap olabilecek devletlere bir şans tanıdık. Ancak Önderliğimizin ve hareketimizin tüm çabalarına rağmen TC devleti bu sürece samimi yaklaşmadı. Halkımızda ve hareketimizde beklentiler oluşturarak hareketimizi oyalamaya çalıştı ve böylece kendi tasfiye planını devreye koydu. TC devletinin bu yaklaşımı yine Önderliğin çabaları sayesinde deşifre edildi. Bize, hareket ve halk olarak 4.stratejik sürecin şiarı olan “Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama”yönteminden başka bir seçenek kalmadı. Bunun üzerine Önderlik tavrını net bir şekilde ortaya koydu.
...Vicdani olarak arkadaşlar ön cephede savaşırken ben burada kalmayı kabullenemiyorum. Yine de örgüt benim için nereyi uygun görürse örgütün kararına saygı göstereceğim ve pratiğe güçlü bir şekilde katılacağım.
Bu temelde pratik süreç için iddialı ve hazır olduğumu belirterek sözümü yineliyorum. Belki bu raporumda da yoğunlaşmalarımı açma noktasında eksik kaldım ama kendimi bu kadar ifade edebiliyorum. Eksik kaldığım tüm noktalar için özeleştirimi veriyorum.”
Özgün bölükte olduğu süre boyunca ön cephelerde yer alan Destan arkadaş, doçka eğitimi aldıktan sonra da yine ön hatlarda yer alan Ronahi tepesine gitti. Orada eylemlere ve her tür çalışmaya başarılı biçimde katıldı.Destan arkadaş coşkulu ve moralli, güler yüzlü bir arkadaştı. İş yapma gücüyle yoldaşlarına güven vermişti. İşini temiz yapardı. Bir kadın olarak sürece yanıt olma arayışıyla çevresine moral verirdi. Kendisinde önemli değişimler de yaratmıştı. O her daim güleçti, şaka yapmaktan da geri durmazdı. Zorluklar onu yıldırmazdı.
Oldukça cesaretliydi, düşmana karşı kin ve öfke doluydu. Hep kuzeye gitme önerisi yapardı. Gidip oralarda savaşmak istiyordu. 2012 yılı için öngörülen hamlenin başarılması esasına dayalı olarak Destan arkadaş da kendisini geliştirmeyi,sürece bu biçimde yanıt olmayı arzuluyordu.
Destan arkadaş oldukça hırslı bir yapıya sahipti. Bir şahadet yaşansa bundan çok etkilenirdi.Düşmanın, yoldaşlarını kolayca şehit düşürmesini içine sindiremiyordu. Hep hareket halinde olmak, keşiflerde ve eylemlerde yer almak onun temel öncelikleriydi. Tolhıldan arkadaşın şehadetinden çok etkilenmişti, onun intikamını mutlaka almak istiyordu.
Çoğunlukla dengbej türküleri dinlerdi. Bu türküler yoluyla Kürt tarihini daha iyi anlamaya çalışırdı.
Destan arkadaşın en etkileyici yanlarından birisi, yoldaşlarına elinden gelen desteği sunması, yardımcı olmaya çalışmasıydı. Onun cesaretini kendime örnek aldım. Onun kini üzerine hep düşündüm. Yoldaşlarını tanımak için emek vermekten kaçınmazdı. Birlikte çok uzun süre kalmış olmasak da onu biraz tanıdım ve çok değerli bir insan olduğunu gördüm. Yoldaşlarını daha fazla tanımak için olduğu kadar,kendisini onlara daha iyi tanıtmak yönünde de çabaları oldu. Gelişme istemi yüksekti. Bu çaba sürece yanıt olmak içindi.
Doçka kullanmayı çok severdi. Bir eylemde silahıyla önemli rol oynadı. Bu biçimde yoldaşlarının sağlam biçimde geri çekilmelerini sağladı. O eylemde örnek gösterildi. Düşmanı da şaşırtmıştı.
Onda saldırı ruhu zirvedeydi. Doçka kullanarak düşmanı vurmaktan yana sorunu olmadığını ama düşmanın üzerine giderek savaşın sıcaklığını daha yakından hissetmek istediğini her fırsatta dile getirirdi. Birkaç eylemin ardından saldırıya girmekteki kararlılığını belirtmeye başladı.
Xapuşke tarafındaki bir eylem için o alana gittik. Destan arkadaş doçkacı olarak gelmiş olsa da bu kez saldırı kolunda yer alacağını söylüyordu. Arkadaşlar, görevinin yoldaşlarını savunmak olduğunu hatırlatarak bunun önemini ona anlattılar. Destan arkadaş zaten bunun bilincindeydi.
Eylem kapsamlı olduğundan üç parçaya bölündük. Biz üç kişilik bir kol olarak bir hattan ilerliyorduk. Yanımızda doçka da vardı. Birkaç yerde sulardan geçmek zorundaydık. Destan arkadaş sulardan korkardı. İki katırımız vardı. Destan arkadaşa katıra binmesini teklif etsek de o, katırın kendisini suya düşüreceğini söyleyerek binmek istemedi. Suya girdiği gibi paniklerdi. Onu sudan karşıya her geçirişimizden sonra bize güçlük çıkardığını düşünerek –gerçekten de zar zor geçirebiliyorduk suyun karşısına- özür dilerdi. Böylece alçak gönüllü kişilik özellikleri açığa çıkardı.
Destan arkadaş eksikliklere göz yummaz, eksiklik çıktığında yerinde ve zamanında üzerinde durulması gerektiğini bilirdi. Bir militana yaraşır tarzda yaklaşım sergilerdi. Radikal duruşu, eylem esnasında tüm yanlarıyla açığa çıkıyordu. Geçtiğimiz hatlarda düşmana görüntü vermemek için oldukça duyarlı yaklaştığını gördüm. Zamanında eylem alanına yetişerek yoldaşlarımıza gereken desteği sunmamız gerektiğini belirtiyordu. Karakollara görüntü veren yerlerden geçiş sırasında şemsiye açarak ilerliyorduk. O mesafeyi bir an önce kesmek için Destan arkadaş elinden geleni yapıyordu. Orada düşman karşısındaki sorumluluk ve hassasiyet düzeyi açığa çıktı.
Destan arkadaş örgüt talimatıyla planlanan Besosın karakol eyleminde yine doçkasının başındaydı. Eylem ardından düşmanın başlattığı operasyon sonucunda araziye çıkan askerlerle içlerinde Destan arkadaşın da olduğu bir grup arkadaş arasında çatışma çıkar. Arkadaşlar arazide konumlanmıştır. Ama düşman askerleri tarafından birer birer suikast edilerek şehit düşürülürler.
Biz alana ulaştığımızda operasyon çıkmıştı. Arkadaşlar da çıkan düşmanı vurmak üzerine planlama yapmışlardı. Destan arkadaş kendi ısrarıyla bir saldırı kolunda yer aldı. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra gruplar eylem yapmak için harekete geçtiler. Düşmanın yoğun ateşi sonucu arkadaşlar dağılmak zorunda kalırlar. Destan arkadaş aldığı bir mermiyle yaralanmıştır. Bir sürelik çatışmanın ardından şehit düşer.
Destan arkadaşın son mermisine kadar direnerek şehit düşmesi başta erkek arkadaşlar olmak üzere alanda bulunan tüm arkadaşları derinden etkiledi. Yoldaşlık anlamında bir farkımız olmasa da Destan arkadaşın kadın olması,hem de genç bir kadın yoldaşımız olması yarattığı etkinin derecesini daha da arttırmıştı. Burada ayrıca fedai bir ruhla düşmanın üzerine gidiş söz konusuydu. O kolun komutanı olan arkadaşın anlattığına göre bir noktadan sonra Destan arkadaş grubun önünde ilerleyerek düşmanın üzerine gitmeye başlamış. O arkadaş bundan hayli etkilenmişti.
Şehit olmasından sonra bir iki güne kadar arkadaşların onun akıbeti hakkında bilgisi yoktu. Kendisini kurtararak arazinin bir yerlerinde kalmış olabileceği düşünülüyordu. Bir süre sonra arkadaşlara ulaşacağına dair bir umut vardı. Onun manevra gücüne duyulan güven, kendisini kurtarabileceği inancını doğurmuştu herkeste. Operasyon sürdüğünden çıkma şansı bulamadığını düşündük. İkinci günden sonra endişelerimiz arttı. Şehit düştüğü kanısı ağır basmaya başladı. Üçüncü günden sonra bir kadın arkadaşın cenazesinin ellerinde olduğu düşman tarafından duyuruldu. Yoldaşları buna inanmak istemeseler de o sahiden şehit düşmüştü.
Destan arkadaş on dokuzuna henüz girmişti. Ama yaşamla bütünleşmesini bilmişti. Bu nedenle onun şahadetinden çok etkilendim. Oradaki diğer yoldaşlar da çok etkilenmişlerdi. Gençti, çok şey yapabilirdi ama olmadı. Her şehit yoldaşımız gibi onu da kendimize örnek almalıyız. Onu unutmamalı, her anımızda yaşatmalıyız. Onun ruhuna sahip olarak izinde yürümek bizim için esas olacaktır.
Destan arkadaşın hep kullandığı bir söz vardı. Yazdığı her yazının sonuna da bu sözü eklerdi. Türkçe olarak söylediği söz şöyleydi:
“Sen olmadan sevgi olmaz
Gül olmadan diken olmaz”
Onu hep bu sözüyle anımsarım. Andıkça da acı duyarım.
Mücadele Yoldaşları
Şevin, cesur bir Kürt kızı. O narin bedeninde dağ gibi bir yürek taşıyan, yüreği bir sevgi okyanusu olan bir kadın. İçinde herkese yer vardı. Sadece iyi ve güzel olana değil, güzelleşebilecek her şeye yer vardı onun yüreğinde. Damla damla işlemişti bütün yücelikleri o sağlam kalbe. Bir sevdaya dönüşmüştü hayalleri ve yüreği kıpır kıpırdı bu yüzden. İşte bu sevda ile bu coşku ile atıldı kavgaya. Kavganın önde gidenlerinden oldu, vasat, sıradan bir duruşu hiçbir zaman kabul etmedi kendi için. İçine sindiremezdi bunu ve yaşama da böyle yaklaştı. Daha doğrusu hep önlerde yaşamayı bildi. Sözün ve özün ahengini ne de güzel oluşturdu kendi içinde. Güzel bir örnek oldu yanındaki yoldaşlarına. Yoldaşlarının Şevin hevaliydi. Yoldaşlarına gülen gözlerle bakan, yoldaşlığın anlamını bilen bir gerilla oldun hep. Evet, Şevin yoldaş; insan senin yanında kendini farklı hissederdi, ilk görüşte kişiyi kendine çekerdin, yüreğindeki sıcaklık bütün davranışlarına, hal ve hareketlerine yansıyordu. O yüzden insanlarla o kadar çabuk kaynaşırdın ki. Sanki yıllardır tanışıyormuşsun gibi. Çünkü yoldaşlarını çok seviyordun, özellikle de kadın yoldaşlarını… Yüreğin insan sevgisiyle doluydu.
İlk olarak 2006 yılının son baharında karşılaştık; fazla uzun bir birliktelik olmadı belki ama aklımda bir çok özelliğin kendisine yer bulmuştu. Duruşundaki olgunluk çok dikkatimi çekmişti. Hareketlerin yumuşak ve nazikti. Güldüğün zaman o kadar cana yakın oluyordun ki. Seni fazla tanımıyordum ama çok dikkatimi çekmiştin. Hani olur ya, birden kanı ısınır insanın, hemen tanışmak istersin ve kısa bir zaman içerisinde de güzel bir arkadaşlık başlar. Sanırım bizimki de öyle oldu. Çünkü ikinci defa karşılaşmamızda sanki birbirini çok iyi tanıyan ve uzun yıllardır görüşmeyen iki kişi olarak karşıladık birbirimizi. Oysaki sadece dört gün kalmıştık beraber. Ama bu dört gün çok şey katmıştı yüreğimize birbirimize dair. Birlikte daha uzun zaman geçirme şansını tattık. Böylece daha iyi tanıdık ve daha iyi anlayıp hissettik birbirimizi. Ve gittikçe ben sana daha çok hayran olmaya başladım. Özün ile bizi kendine hayran bıraktın. Ne kadar güzel bir insan olduğunu hepimiz çok daha iyi gördük ve seni çok sevdik Şevin yoldaş…
Billur gibi sesinle ne de güzel şarkılar söylerdin. Şarkı söyleyen sesin dağlarda yankılanır, sanki doğa da sana eşlik ederdi kendi sesi ile. Şarkı söylemek, senin için kendini ifade etme biçimiydi. Yüreğindeki çağlayanı bu şekilde akıtırdın yaşamın anlarına. Sevinçlerini, hayallerini ve bazen de zorlanmalarını, yani hasret duyduğun şeyleri hep şarkılar ile dile getirirdin. Şarkı söylemek sende bir tutkuydu. Şarkı söylemek senin için özgürlük anlarıydı. Seni tanıyan herkes sesinin ne kadar güzel olduğunu biliyordu. Bundan dolayı toplu sohbet ortamlarında arkadaşlar hep senin şarkı söylemeni isterlerdi. Bir de bazı şarkılar özel istenirdi, çünkü sen çok güzel söylerdin bu şarkıları. Hatırlıyorum ben de senden hep “Al mendil” şarkısını isterdim. Sen bilmiyorum derdin, ama ben ısrarcı olurdum, sen de beni kırmamak için başka bir şarkı söylerdin. Seni dinlediğimiz zaman yüreğimize işlerdi bütün duygular, kendimizi unutur dalıp giderdik kendi hayallerimize. Çok az insan bunu yapabilir; yani insanları alıp götürür bir yerlere, o yumuşak sesin ile sen şarkı söylerken işte biz yanındakiler böyle düşünürdük senin için.
Şimdi seninle yaşadığım her an, yaşamın her karesi geliyor gözümün önüne; herkesle paylaşımın ne kadar da güzeldi, Yaşama işlemiş güzellikleri; ne şanslıyız ki biz de bu güzellikleri görme, paylaşma mutluluğuna eriştik. Her şey dünmüş gibi aklımda, bir anını bile unutmadım, unutamadım ve unutamayacağım. Zap’ta iken birlikte ilk göreve gidişimizi hatırlıyorum. Randevu verilen yere yetişmek için o kadar acele ediyorduk ki, etrafımıza bakmaya bile fırsat bulamamıştık. Geri dönerken fark etmiştik ne kadar güzel bir araziden geçtiğimizi. Biz buradan mı geçmiştik diye sormuş, sonra ikimiz de gülmüştük nasıl olup da bu güzelliği fark edememişiz diye. Bir o kadar da hayıflanmıştık. O zaman sen “Ne tuhaf, gerilla bu dağlarda en özgür ve dilediğince dolaşan insan. Ama bazen o kadar çok çevremize karşı kayıtsızız ki bu patikalarda yürürken etrafımızdaki güzellikleri fark edemiyoruz. Bu insanı üzüyor.” demiştin, bana da bu doğru söze katılmak kalmıştı sadece.
Sen gerillaya aşk düzeyinde bağlıydın. En büyük amacın güçlü bir gerilla olup kuzeye gitmekti. Kuzey senin için bir sevdaydı hasretini çok çektiğin. Sohbetlerinde hep kuzeyde gerilla olmak vardı. Kuzeyde daha güçlü yoldaşlıklar kurmak istiyordun. Orada düşmanla daha büyük bir savaş içerisinde olmak istiyordun. Bütün yoğunlaşmaların buna dönüktü, istemin buydu. Kendini böylesi büyük bir kavga için hazırlıyordun. Böylece Önderliğe, şehitlere, halka cevap olabilmeyi düşünüyordun. Bu sana güç veriyordu, seni daha aktif kılıyordu. Gittiğin her yerde katılımın, duruşun, öncülüğünle yoldaşlara moral veriyordun, gittiğin her yerde herkese destek oluyor, açığa çıkan boşlukları doldurmasını biliyordun. Kendine düşen yükün daha fazlasını güçlü bir şekilde omuzlamak senin için kutsal bir işti. Sen olduğunda yoldaşların kendilerini daha rahat hissederdi; bilirlerdi Şevin yoldaşlarının orada olduğunu. Bilirlerdi Şevin yoldaşlarının hiçbir zorluk karşısında yılmadığını, bazen içi ne kadar yansa da bazı durumlar karşısında asla geri adım atmadığını. O yüzden hep daha çok seviliyordu, herkes onunla yoldaşlık yapmak istiyor, onunla kalmak istiyordu. Yoldaşlar mutluydu onun yoldaşları oldukları için, bu heval Şevin için de en büyük moral ve güç kaynağıydı, yaşama gerekçesiydi. Heval Şevin yoldaşların yoldaşı olmayı en iyi bilenlerdendi; düşüncesi, duygusu, duruşu, pratiği buna ispattı. Tek gayesi Önderlik ile yirmi dört saat yoldaş olmayı başarabilmekti, bundandı bütün çabası, uğraşları. Binlerce şehit yoldaşına cevap olmak istiyordu, onların yarım kalan hayallerini, istemlerini tamamlamanın mücadelesini veriyordu. Bu yolda karşısına ne kadar zorluk çıksa da bundan dolayı geri adım atmamayı kendine görev bilmişti. Bu onun en kutsal saydığı olguydu, o da bu kutsallığın bir parçası olmak istiyordu. Ve bunu başardı. Bu kutsal yolun yolcusu oldu. Omzundaki silahı ona yoldaş oldu bu yolda. Yüreği ona yol gösterdi, rehberlik yaptı ona ve bu yürek hiçbir zaman boşa çıkarmadı bu cesur Kürt kızını. Hisleri ile düşünceleri o kadar güzel bir uyum içinde oldular ki; Heval Şevin kadın yüreğine büyük sevdaları, büyük özlemleri, büyük heyecanları sığdırdı. Bir kadın gerillanın güzelliğini, iradesini, bağlılığını ne de güzel sergiledi. Onun kadın yüreği kadın yoldaşlarını hep çok sevdi. Olduğu yerde kadın duruşunu daha da güçlendirmek, kadın olarak zorlukları başarmak için çok çaba harcardı. Önderlikten sonra en büyük moral kaynağı kadın mücadelesiydi. Kadın mücadelesinin iyi bir savaşçısı olmak için etrafındaki geriliklere karşı mücadele etmek, onları bertaraf etmek en büyük yoğunlaşmasıydı. Bir kadın olarak neler yapabileceğini, bir kadının hele de bu bir gerilla ise ne yüce duygulara sahip olacağını, olması gerektiğini kendi yaşamı ile göstermenin çabası içerisindeydi ve bu onu mutlu ederdi. Mücadele etmek onun için mutluluktu, emek vermek onun için büyük bir zevkti. Yaşam her an mücadele içerisinde olmak demekti heval Şevin için.
Şimdi elimde bir resmin var uzun saçların iki yana örülmüş bir şekilde, esmer tenin ile tam bir Kızılderili kadınına benziyorsun. Ve ben o resimdeki gülen gözlere bakıyorum şimdi. Gözleri karşısındakine çok şeyler söylüyor. Bu gözlerde umut var, sevgi ve şefkat var. Bir kadının bin yıllardır hasretini çektiği özgürlük istemi var bu gözlerde. Neler anlatmıyor ki sana bu bakışlar. Bir resmin ile dahi ne kadar çok şey ifade ediyorsun insana, bunu herkes yapamaz işte. Bunu yapabilmek çok şeyler ister. Şimdi senden bize kalan resimlerin ve kulağımızda çınlayan güzel sesin. Şimdi bize kalan senin bütün hayallerin, istemlerin, özlemlerin, bize öğrettiklerin. Şimdi bize kalan kalbimizde kocaman bir yer açan sevgin. Sana olan özlemimiz o kadar büyük ki, o kadar hasretle iç çekişlerimiz var ki senin ardından. Şahadetini kabullenmek o kadar zor ki, olmayacak bir şey bu. Bana şimdi çok uzaklardaymışsın gibi geliyor, bir gün geri gelecekmişsin gibi geliyor. Sensizliğe bütün şahadetlerde olduğu gibi asla alışmayacağız. Biz sensiz değiliz, bizim Şevinimiz hep bizimle, hep yanımızda, sevgisi bizimle birlikte. Hatıran her yerde, sen arkanda çok şey bıraktın. Kalbimizde çok şey bıraktın. Bunlar hep aklımızda.
Evet, Şevin heval, evet esmer tenli, kara gözlü kız. Dağların asi gerillası, fedakâr komutanı. Yoldaşlarının bir tanesi, iyilik ve güzelliğin savaşçısı. Şimdi bizler de senin hayallerini, umutlarını omuzladık, sen ve diğer şehit yoldaşların ardından yürüyoruz. Seni çok seviyoruz ve bu sevgidir bize her zaman güç verecek olan.
Evet, Şevin yoldaş, şimdi sesin dağların sesine karışmış, her rüzgâr esişiyle senin bu dağlarda yankılanan türkülerin, kahkahaların geliyor kulaklarımıza. Bu sesi duymak yüreğimizi ferahlatıyor.
Hoşça kal güzel kadın, dağların kızı…
Mücadele Yoldaşları
Serfiraz arkadaşla Amanos alanında tanıştık. 2010 yılında bizim kaldığımız yere geçmişlerdi. Doğal olarak grup geldiğinde herkes birbirini sorar, sohbetler gelişir. Ama Serfiraz arkadaşın bir özelliği vardı ki siz gidip onunla konuşmasanız o sizinle, sizi tanımıyorsa konuşmazdı. Onu bir yere bırakıp on gün orada beklemesi gerektiğini söyleseniz orada öylece kalırdı. Öyle mütevazı bir duruşu vardı ki insanı utandırırdı.
Yaralanmış olduğundan dolayı arkadaşlar, onun pratik alanlara geçmesini istemezler. Ama o bunu kabul etmez ve Abbas arkadaşın yaptığı bir toplantıda “Kuzeye gitmesi gerekenlerden birisi de benim” der. Onu Amanos alanına getiren işte bu ısrarı olmuştu.
Pratik süreçte de bir dönem beraber kaldık. O her şeyiyle yaşamımızın moral kaynağıydı. Fazla konuşmazdı ama söylediği her söz hedefini bulurdu. Arkadaşlar ona takılır, kızarlardı. O susar, bekler ama sonunda bir sözle herkesi sustururdu. Arkadaşlar bunun üzerine “Serfiraz arkadaşa ne söylesek bize dönüyor” derlerdi.
Hangi birimde yer alıyorsa o birimin moral kaynağıydı. Büyük emek sahibiydi. Onun olduğu yerde, yaşamsal işlerde sorun çıkması bile düşünülemezdi. Bunun için ona söylenmesine de gerek yoktu, bunları kendiliğinden yapardı. Onun yoldaşlığından sıkılmak, ona kızmak olanaksızdı. Sizinle en sert tartışmalara bile girse araya beş dakika girmeden yanınıza gelip sizden bir sigara isterdi. Ya da gelip başka bir konu açar veya yanınıza gelip gülmeye başlardı. Bu şekilde insanı acayip şaşırtarak moral kaynağı olmasını bilirdi.
Serfiraz arkadaş, önceki süreçlerde yaralanmış olduğundan fiziksel anlamda bazı zorlanmalar yaşar ve işlere diğer arkadaşlarla aynı düzeyde katılım sağlayamazdı. Bir defasında geceleyin erzak getirdik noktaya. Serfiraz arkadaş yorulmuş ve biraz geride kalmıştı. Yükü ise hepimizinkinden ağırdı. Bu düzeyde fedakâr bir arkadaştı. Amanos ormanları sıktır. Biz noktaya ulaşmış onu beklerken bir yandan da onun gecenin karanlığında doğrudan noktaya çıkabilmesi için yön vermeye çalışıyorduk. Arkadaşlar “sağa” ya da “sola” biçiminde onu çağırırlarken Serfiraz arkadaşın sesi yankılandı: “Sağımı solumu bilsem zaten size gerek kalmadan gelebilirdim.” Onun bu tarzda o kadar çok anısı vardı ki anlatılabilecek. Onunla kalmış arkadaşların her biri bunun gibi onlarca anı anlatabilir. Onu yaşamımızda bir örnek olarak ele alıyoruz. Serfiraz arkadaşa ilişkin ne söylesem de az kalır.
Savaşta çok cesaretliydi. Kırıkhan-Güzelce eyleminde şehit düşüş tarzı da bunu kanıtlıyor. Serfiraz arkadaş, o eylemde B-7 silahını kullanmakla yükümlüdür. Fiziksel sorunlarını bu konuda engel yapmaz. Silahın ağır olmasını önemli bulmaz. Zaten zorlayarak saldırı grubuna girmiştir.
Düşman arkadaşları erken fark ederek önlem alır. Amaçları arkadaşları bir yere kadar çektikten sonra vurmaktır. Panzer gelir, yönünü arkadaşlara çevirir. Gece olduğundan termal kamera sistemli silahlarla arkadaşları tek tek suikast etmeye çalışırlar. Bu arada ağır silahlarını da yoğun biçimde çalıştırmaktadırlar. Serfiraz arkadaşın karnına bir A-4 mermisi isabet eder. Mermi karnını yırttığından bağırsakları dışarı çıkar. Buna karşın yoldaşlarının zor durumda olduğunu bildiği için roketatarını omzuna yerleştirir, diz üstü çömelerek nişan alır ve roketi panzerin tam ortasına ateşler. Hedefi vurmuştur. Panzerin bu biçimde imha olmasının sonucunda arkadaşlar oradan çıkmayı başarırlar. Yoldaşlarının sağlam bir biçimde çıkmaları için Serfiraz arkadaş kendini feda etmiştir. O olmasa orada belki de on kayıp yaşanabilirdi. Onun fedakârlığı işte bu düzeydedir.
Birçok arkadaşın “Hepimiz şehit düşseydik de o şehit düşmeseydi” dediğini kendi kulaklarımla duydum. Sahiden o melek gibi bir insandı. Çok temiz bir insandı, apayrı bir yoldaşlık anlayışına sahipti. Onu tanımlarken onun kişiliğini anlatmaya en yakın kavram olarak melek kavramını kullanacak olursam, onu ‘yeryüzüne konmuş bir melek’ olarak tanımlama gereksinimi duyuyorum. Onun parti içerisinde olduğu dönem boyunca hiç kimse ona karşı en ufak bir kırgınlık duymamış, ondan yanlış bir yaklaşım görmemiştir. Çoğu zaman arkadaşlar onu eleştirmekten utandıklarını ifade ederlerdi. Onun tüm yönlerini örnek almayı düşünürsek yüzde yüz isabetli davranmış oluruz. Onun yabana atılır bir yanı bile yoktur.
Serfiraz arkadaşı, fiziksel zorluklarına rağmen öylesi zor alanda tutan o ruh ve iradeydi. Onun bu yapısı fazla söze de gerek bırakmıyor aslında. Ancak O’na anlam verebiliriz. Onunla birlikte yaşanır ise onunla ilgili şeyler söylenebilir.
Mücadele Yoldaşı
Dılgeş Xoşmer
“2012 Bahar aylarıyla başlayan ve Kuzey Kürdistan’ın birçok bölge ve alanını kapsayan gerilla hamlemiz Önderliğimizin destansı direnişi, halkımızın büyük fedakârlığı ile ortaya çıkan bağlılığın Apocu Fedai ruh ile zirveleştiği bir dönem olarak Devrimci Operasyonlarla görkemli hale gelmiştir. Botan sahamızın Beytüşşebap ilçesinde gerçekleşen Şehit Adıl ve Şehit Nuda devrimci harekâtımız, sömürgeci sistemin ve soykırım rejiminin hedeflenerek büyük zayiat yaşatıldığı kapsamlı gerilla harekâtımız olmuştur. Bu harekâtımız, güçlü ve kararlı vuruş tarzını ortaya çıkaran gerilla güçlerimizin başarısı sonucu gerçekleşmiştir. Bu eylemimizin başarısında en önemli sorumluluk ve görevleri üstlenerek fedai bir ruhla düşmanla çarpışan ve görkemli direniş sergileyen yedi yoldaşımız, şahadete ulaşmıştır.
Başta Mêrxas arkadaşımız olmak üzere Önderliğimize büyük bir bağlılığı yaşayan yoldaşlarımızın Önder Apo etrafında kesintisiz bir direnişi yükseltme kararlılığını ortaya koymuşlardır. Önder Apo’nun ve Kürdistan halkının özgürlüğü için attıkları her adımı, yürüttükleri her çalışmayı, düşman karşısında geliştirilecek her hamleyi sevinçle ve coşkuyla karşılayan arkadaşlarımız bunun bilinciyle Şehit Adıl ve Şehit Nuda Devrimci Harekâtında bulunmuşlardır.
Rêvan arkadaşımız Zagros, Gare, Kandil, Botan sahalarımızda kalan öncü kadın yoldaşlarımızdan olup her koşulda Şehit Beritanların ve Zilanların direnişçi ruhuyla bağlılığını sergileyen yoldaşlarımızdan olmuştur. Onun kadın özgürlük mücadelesindeki kararlı yürüyüşü Botan sahamızda gerçekleşen yeni hamlesel sürecin başarısında da belirleyici olmuştur.”
Bu, şehadetinin ardından HPG Ana Karargâh Komutanlığının Revan yoldaşa ilişkin yaptığı açıklamaydı. Açıklama 10 Eylül 2012 tarihli.
Rêvan yoldaşla ilk karşılaşmamız 2004’te PAJK kongresinde oldu. Kongre sonrası yine aynı grupla Behdinan’a gelirken yolda geçen iki günlük süre içinde biraz alıp vermiştik o kadar…
2009’da Haftanin’de Botan konferansında tekrardan karşılaştığımda Botan gruplarında YJA Star Eyalet komutanı olarak yer alıyordu.
Hakkari’ye gitmeyi aklımın ucundan bile geçirmezken, konferansta Botan'a öneri yapmam üzerine önerimin kabul edildiğini, ancak Hakkari’ye düzenlememin olduğunu duyunca epeyce içerlenmiştim.
Gruplara geçtiğimizde Rêvan arkadaşın benim ilk grupla geçeceğimi söylemesi bende ona karşı derin bir merak uyandırmıştı. Çünkü on yıldır gitmek istediğim kuzey dağlarına nihayet düzenlemem olmuş ve kısa sürede o baharın Botan'a geçen ilk grupta yer almıştım.
Rêvan yoldaş içtendi, içtenliği beni ona yaklaştıran ilk özelliği olmuştu. Kadına özgü bir anlayış ve doğallık vardı, komuta duruşunda.
Yaklaşık dört yıl Hakkari’de Rêvan yoldaşla aynı alanlarda kaldım. Kadının Botan gibi kutsal özgürlük mekânına ne vereceğinin, kendi özünden ne katacağının, nasıl bir hakikatin peşinden gittiğinin bilincindeydi.
Bir duruş yaratmanın zamanını kolluyordu adeta. Açıktı Rêvan yoldaş, sade ve doğaldı. Bir özgün duruş sahibi olmanın çabası ve anlamını taşıyordu yüreğinde. Kadın için en güç riski de göze almasını biliyordu.
Bir kış Faraşin’de üslenme yapmak için çok büyük bir çaba verdi. Alana ilk gittiğimiz yıldı. Bazı arkadaşların tüm karamsar yaklaşımlarına rağmen ısrarı çok önemliydi Rêvan yoldaşın, kolay geri adım atmazdı.
Kadın arkadaşları tek tek tanıyıp büyük bir anlama çabası verirdi. Her arkadaşın nerede yapabileceğini, nerelerde zorlanabileceğini, zorluklar karşısında nasıl refleks vereceğini inceden inceye hesaplardı. Hakkari alanlarında kadına dayalı açılım yapmayı ve açılımda öncülük edecek arkadaşları hazırlardı. Bir pratik içerisinde ne gibi zorluklarla karşılaşılabileceğini adeta önceden görerek, derin kadın algısıyla sezerek perspektif verirdi.
Her arkadaşla önce yoldaş olmaya çalışır, onunla yoldaşça iletişimi kurardı. En eski arkadaştan en yeni savaşçısına kadar yoldaş olarak o sade ve doğal iletişimin içten sıcaklığıyla paylaşırdı.
Alana yeni bir kadın arkadaş katılım yapmıştı. Yaşı daha çok gençti bu arkadaşın. Bir de çocukluktan beri kulakları duymuyordu. Kulağında kulak cihazı olduğu için biz duyduğunu fakat dilinin lal olduğunu düşünüyorduk. Akşam olunca o yeni arkadaşla uyumaya gittiğimizde, cihazı kulağından çıkarmaya çalıştığını görünce aslında kulaklarının sağır olduğunu öğrendik. Rêvan arkadaş her zamanki derin duyarlılığıyla yeni arkadaşla sürekli konuşarak onu konuşmaya teşvik ediyordu. Tek tek arkadaşların adını ona söylüyor, sonra da tekrarlatıyordu. Gün boyunca bıkmadan, usanmadan, sıkılmadan büyük bir özveriyle o yeni kadın arkadaşa her şeyi anlatmaya, kavratmaya, ona da sözleri söyletmeye çalıştı.
Halkın içine gidince de kısa sürede Hakkari halkıyla kaynaşarak onlarda da derin bir sevgi kazanmıştı. Analarla, genç kızlarla, yaşlılarla sohbet kurar, onlara PKK ve örgüt kültürünü anlatırdı. Yurtseverlik anlayışının nasıl olduğunu, oradaki halka onların anlayabileceği bir dille anlatır ve kavratırdı.
Beytüşşebap eylemi öncesi onunla bir araya geldiğimde Rêvan arkadaşın çok çok yoğun olduğunu görebiliyordum. Daha aylar öncesinden eylem hazırlıkları yapılıyordu. Rêvan arkadaşa göre yapılacak bu büyük eylem kesinlikle sonuç alıcı ve en önemlisi de sürece ve Önderliğimizin özgürlüğüne kavuşmasına cevap verecek bir eylem olmalıydı.
Eylem zamanı yaklaştıkça heyecan artarken, bir yandan alanda bulunan on bir kadın arkadaşı nasıl bu eylemde aktif rol sahibi yapacağını düşünürken, diğer yandan da eylemde şahadet riskinin çok yüksek olduğunu tahmin ediyordu Rêvan yoldaş.
Bu yüzden çok hassas ve duyarlı yaklaşmaya çalışıyor, her bir kadın arkadaşı kendi sorumluluğunun bilincinde hazırlama çabasını veriyordu.
Çok güçlü bir eylem yapıldı nihayet ve tek bir arkadaş şehit verilmedi. Fakat yaralılar vardı. Geri çekilme sonrası onların yanına gittiğimde Rêvan arkadaşı en son o zaman gördüm.
Onun ve diğer yoldaşlarımın şahadetlerine hâlâ inanmış değilim. Hala o günkü gibi capcanlı simaları gözümün önündedir. Sizleri ve Rêvan yoldaş seni yazmayı ya da yazmakta ifade etmeyi asla beceremediğimi dönüp bu yazıma baktığımda da anlıyorum. Çünkü bazı şeyler ve anlar ancak yaşanılır, anlatılmaz. Anlatılsa da kelimeler bunun hakkını vermez.
Sterk Amargi
Çırav arkadaş bölük komutanımızdı. Onunla Xakurke alanında bir yıl kadar bir süreyle birlikte kaldık. Acı çekerek pişmiş bir insan görüntüsü vardı. Benim gördüğüm; acının yarattığı, bilinçle bezenmiş isyankâr bir yapıydı. Kendi şahsında çektiği acıdan yola çıkarak halkının acısına anlam vermiş, bir anlamda acısını halklaştırmıştı. Hep tartışma ve diyalog halinde olduğum ilgi çekici bu komutan yoldaş belleğimde böyle ve acılarının hesabını sormaya ant içmiş yapısıyla yer edindi.
Hem yetiştiği sisteme hem de aileye boyun eğmemiş; imha, inkâr siyasetini ve toplumu tek tipleştirmeyi kabul etmemiş. Partiyi tanımış, toplumun kurtuluşunun partiden geçtiğine inanmış ve küçük yaşta gerilla saflarına katılmış. İlk geldiğinde arkadaşları ve partiyi, düşünsel olarak, amaç olarak daha iyi anlamaya çalışmış. Önderliğin ideolojisinde derinleşmeyi esas almış. Bir süre Rojhılat çalışmalarında da kalmış.
Çırav arkadaşın İran rejimine karşı çözüm gücü olma yönündeki hareketimizin çabalarını ilgiyle izlediğini belirtebilirim. Bu yönlü adım atmanın arayışında olduğunu gördüm.
Orada çalışma da yürütmüş olduğundan sistem gerçeğini çok iyi tanımıştı. Fırsat olursa yine oralarda çalışmak istediğini dile getirirdi. Bunun nedeninin İran sistemini kırmak ve ona karşı daha aktif mücadele etmek olduğunu belirtirdi. HPG içinde görev yapmaya geldiği zaman da bunu hiç yadırgamadı. Erken uyum sağlamakta güçlük çekmeyeceğini, “Özgür düşünce alanlarına geldik, ona layık olalım ve ona göre de çalışalım.Dağ güzelliği içinde insan daha da güzelleşiyor, elimizdeki silahımızla daha da özgürleşiyoruz. Dağı daha çok sevmeliyiz. Eğer dağı sevmesek mücadeleden ve amaçtan uzaklaşırız” ifadelerindeki sorgulama ve kararlılık düzeyinden anladım.
Çırav arkadaş sessizliği ile tanınan bir arkadaştı. Arayışlarında söz konusu olansa keskinlikti. Onun yaşamdaki duruşundan, yaşam ölçülerine, ilkelerine yaklaşımından öğrenilecek çok şey vardı. Niçin emek verdiğini, neye hizmet ettiğini biliyordu. Düşmana karşı içinde her zaman büyük bir kin, öfke vardı. Niçin savaştığını biliyordu. Ne adım atacağını, halk için ne yapacağını sürekli olarak dile getiriyordu. “Kürt toplumunun kendi gerçeğini iyi tanımadığını partiye katıldıktan sonra fark ettik. Sistemin üzerimdeki tüm etkilerini öldürüp, ondan sonra adım atmalıyım. Gideceğim alanlardaki insanlarımıza sistemin gerçek yüzünü anlatmalıyım ve insanlarımızı sistemin etkisinden kurtarmalıyım.Kendimizi derinleştirip topluma cevap olalım. Partiyi anlayalım. Hem Ortadoğu zihniyetini değiştirelim hem de bir sarsıntı yaratalım” sözleri bu sessiz arkadaşın ne derinlikli yoğunlaşmalar yaşadığının belirtisiydi. İnsanın kendi özünü yakalaması ve ona göre de yaşaması gerektiğini söyleyen Çırav arkadaş, ağzından çıkan sözlerin gereğine göre hareket etmesini de bilen biriydi.
Önderliğin felsefesi, örgüt ideolojisi yönünden derin bir arkadaştı. Bilinçliydi. Yoğunlaşmasında bir kopukluk yoktu. Onu hep bir şeylere kafa yorarken gördüğümü hatırlıyorum. Bunlar yaşamsal, örgütsel ve askeri konulardı. Duruşundan bunu anlamak kolaydı. Örgütten aldıklarını hem kendisinde oturmak hem de arkadaşlara vermek istiyordu.
Bu sonda birbirimizden ayrıldığımızda bana; “Örgüt için yapacaklarını bilinçli yapmak gerekir. Örgüt için yaptıklarımız örgütün hizmetinde, çıkarına olmalı” demişti. Çırav arkadaş çevresindekileri eğitmek, bilincini onlara aşılamak istiyordu. Hiçbir zaman yaşamdan uzak durmazdı. Dünyası büyüktü. Küçük düşünmezdi.
Doğrusu, Çırav arkadaşı dile getirmekte zorlanıyorum. O her yanıyla fedai ruhu kişiliğinde oturtmuş bir arkadaştı. Şehit düştüğü için söylemiyorum. Her zaman çok alçakgönüllüydü; kolay kolay kimsenin kalbini kırmazdı. Kimseye kırılmazdı.
Fiziksel anlamda biraz yıprandığı için bazı zorlanmaları vardı ama bir gün bile kendisini geriye çekmedi. ‘Yapamam, yapmam, bilmiyorum’ gibi bahanelere onda kesinlikle yer yoktu. Bu gibi arkadaşların emeklerine sahip çıkmak gerekir.
Rojhılat çalışmaları ve diğer çalışmalar sırasında hep aktif pratik sahalarda yer alan Çırav arkadaşın savaşçılık yanları gelişmişti. Kendi ayakları üzerinde durabilen biriydi. Eylemlere katılmış, yanında yoldaşları şehit düşmüştü. Bu onda yoldaşlarına karşı ayrı bir bağlılık oluşturmuştu. Onun için; kendi emeğiyle, bileğinin gücüyle ve yetenekleriyle bir yerlere gelmiş birisi tanımını kullanabilirim. On parmağında on hüner vardı desem yeridir.
Sanatsal ve edebi anlamda gelişkindi. Okul okumuş olmanın etkisiyle de olacak, güzel şiirler ve yazılar yazardı. Şiir ve yazılarında çoğunlukla şehit arkadaşları işler, önderliğe ve yaşamsal konulara ilişkin içinden geçenleri güzel bir dille kâğıda aktarırdı. Yazılarında önderliğe ve yoldaşlarına olan sevgisinin yanında düşmana olan kinini görmek zor değildi.
Ayrıca teknikle uğraşmayı çok severdi. Bozuk araç ve gereçleri, silahları onarmak onda hobi haline gelmişti. Bir yandan da “Eğer bunları yapmasam yaşamın ne anlamı olacak” diyerek yapılan her işi yaşama olan bağlılıkla ilintilendirirdi. Çırav arkadaş bu yeteneklerini kendisine saklamaz, o anda yanında hangi arkadaş varsa öğretmeye çalışırdı.
Birçok örgüt eğitiminden geçen Çırav arkadaşın olduğu yerde birlik havası vardı. Kendisini ve çevresini güçlü örgütlüyordu. Zamanının çoğunu yeni arkadaşlarla ilgilenmekle geçirirdi. Çevresini toparlayandı. Örgütten aldıklarını arkadaşlarıyla paylaşmak, yeteneklerini örgütün hizmetine sunmak onda yaşamsal bir ilkeydi.
Çırav arkadaşın “2012 yılını Önderliğin özgürlük yılına çevirelim” sözleri onun dördüncü stratejik hamle döneminin çizgisinde yürüdüğünün kanıtıydı. Hamleye en yüksek düzeyde katılım gösterdi. Sürekli olarak fedai eylem önerisi yapıyordu. “Sınır karakollarını ortadan kaldıralım ve sınırları da bitirelim” diyerek taktik ve tarz üzerine önemli yoğunlaşmaları olduğunu gösteren Çırav arkadaş “Eylemlere fedaice gitmeliyiz” şeklinde dile gelen kararlılığıyla, devrimci halk savaşına hazırlık düzeyini herkese göstermişti. Üst üste fedai eylem önerileri sunuyordu. Buna gerçekten de hazırlıklıydı. Bir yerde arkadaşlar şehit düştüğünde onların yolundan gitmemiz gerektiğini söylerdi. Her zaman şehitlerin intikamı için yaşayacağını ve mücadele edeceğini dile getirirdi. Eylemlere intikam ruhuyla gidiyor ve intikam da alıyordu.
Şemzinan hamlesi kapsamında Şehidan alanına geçen Çırav arkadaş birkaç eylem de yaptı. Bu eylemlerin sonuncusu olan Şemzinan ilçesi sınırlarındaki Haruna karakoluna yönelik eylem, onun şehit düştüğü ama her yanıyla doruk noktasına ulaştığı bir eylem olarak belleklerde yer edindi.
Çırav arkadaş eyleme, ‘karakolu temizlemeden çıkmama’ parolasıyla hazırlandı. Yoldaşlarının haklı kaygıları karşısında fedai ruhunun ölmek için değil, yaşamak için olduğunu söyleyerek onlara umut verdi. Diğer yandan hiçbir kaygısı yoktu. Başarılması gereken temel hedefler vardı. Bu tarz eylemlerle sürece gereken cevapların verilmesi gerekiyordu.
Çırav arkadaş güçlü örgütlediği bilincini ve ruhunu saldırı kol komutanı olarak yer aldığı eylemde yoldaşlarına pay etmişti. O ruh düşmanı korkuya boğdu. Bu korku onlara yetti. Oradaki her bir arkadaşın ne değerde olduğunu tüm dünyaya göstermesi açısından da ayrı bir anlamı oldu onların eyleminin.
Karakola planlandığı gibi girdiler. Gereken sonucu aldıktan sonra çıkmaları yönünde arkadaşların talimat vermesine karşın Çırav arkadaş başta vermiş olduğu sözleri anımsattı. Karakolu tümden temizlemeden çıkmamaya yeminliydi. Yanındaki yoldaşlarıyla birlikte bu uğurda çarpışırken şehit düştü.
Sessizliği yaşamın güzelliğini olduğu kadar onun yaşama bağlılığını ifade ediyordu. Şehit düştüğü zaman haykırdığı “Be Serok Jiyan Nabe” sloganları yoldaşlarına ve halkına sessizlikten ses, yeni bir yaşam yaratmanın adıydı.
MÜCADELE YOLDAŞLARI
Değerlerimizi anlatmak zor. Anılarına bağlı kalmak büyük bir uğraş ve çaba ister. Zor, zorun üstüne gitmek de zor. “İnsanlar zorun üstüne gitti mi başarır.” diye yazmıştı Ş. Harun Sıne yoldaş anı defterime. “Bir gün şehit düşersem beni unutma, ‘insanlar zorun üstüne gitti mi başarır’ sözümü yani. Umarım sen de uğraştıkça, emek harcadıkça başarırsın.” diye de eklemişti. Şimdi Harun yoldaş, seni ve senin gibi meyve bahçelerine konuk olmuş yoldaşları ‘unutmak ihanettir’ bizim için.
Heval Harun, devrim o kadar acı ki! Bizde bir devrim aşkı var ve ayrıca epeyce birikmiş anı var unutulmaması, yaşatılması gereken. Mücadeleye sıkı bir şekilde sarılmamızı sağlayan senin gibi yoldaşlarımız var.
Harun yoldaş; özgürlük tutkusunu, Önder Apo’ya, partiye bağlılığını en sade ve temiz şekilde ifade eden Zilanların yoldaşı, komutan Agit’in savaşçısı!
Doğu Kürdistan’ın Sıne şehrinin tarihten gelen yurtseverlik bilinciyle ve en temiz duygularıyla Kürt özgürlük hareketine katılım yapmıştı. Ailesinde köklü bir yurtseverlik geleneği hâkimdir. Saflarımızda birçok yakın akrabası ve şehitleri vardır.
Harun arkadaşın da şehit düşen birçok değerli arkadaş gibi çok değerli emekleri olmuştur. Harun arkadaşı anlatmamak demek, onun gibi birçok yoldaşın tarihimizde kaybolması demektir.
Harun arkadaş pratikçi, emektar ve coşku dolu bir insandı. Heval Harun için çalışmak, kendini vermek, zorluğa göğüs germek bir zevkti. Zorluğun olduğu yerde o vardı. Nerede yoğun bir tempo varsa, her zaman orada olmak onun için bir moraldi. Öncü duruşuyla, militan kişiliğiyle ve dürüstlüğüyle insanı kendine çeken bir yapıya sahipti. Bundan dolayı da Harun arkadaşın olduğu yerde herkes onunla çalışmak istiyordu.
Harun yoldaş için bütün örgüt çalışmaları bir zorunluluk değil, sadece yerine getirilmesi gereken bir devrimcinin görevleri idi. Bunun için iradesi güçlü, azmi yüksek, coşkusu ve morali önde olan biriydi. Hiç kimse Harun yoldaşa zorla bir iş yaptırmamıştır, çalıştırmamıştır. Kimse bunu inkâr edebilir mi? Kesinlikle hayır! Her zaman severek, bilerek yapmıştır. Savaşmayı ve çalışmayı bir tutku haline getirmiş, gittiği her yerde saygınlık uyandıran birisi olmuştur. Bu bir yönüdür Harun yoldaşın.
Diğer bir yönü özgücü ile hareket etmesi. Bu yönü, o daha yeni savaşçıyken, temel eğitim devresinde şube komutanımız olan bir yoldaşın ona ilişkin değerlendirmesiydi. Özgücü ile hareket etmesi, yaşama katılması dikkat çeken yön olmuştur. Bunu pratiği ile de göstermiştir. O hiç kendisini düşünmemiş, onda bireyciliğin adı bile hiçbir zaman olmamıştır. En zor koşullarda dahi kendisinden çok yoldaşlarını düşünmüştür. Bildiği her şeyi, tecrübesini arkadaşıyla paylaşmayı esas almıştır. Yoldaşlığı içtendir ve dürüstlük temeline dayalıdır. Yoldaşının yaptığı hataları telafi edip onları aşmasına yardımcı olmuştur. Her zaman yapıcı bir karakterde ve anlayıştadır.
Diğer yandan Harun arkadaşın sorunlara yaklaşımı, yaşama bakış açısı ve insanlarla ilişki tarzı; bilgi ve birikimi üst düzeyde olmadığı, teorik açıdan fazla gelişkin sayılamayacağı halde çok ustacaydı. Kısa bir pratik deneyimle çok büyük tecrübeler elde etmişti. Yaşam tarzıyla, yanlış yaklaşım ve anlayışlara ne zemin, ne de taviz veriyordu.
PKK’de komutanlık, yönetim olmak daha çok hizmet edebilmektir. Harun yoldaş bunu bildiği için birçok zaman yönetimde yerini aldı. Komutan olmayı başardı. PKK’de komutanın daha çok hizmet ettiği ilkesini her zaman kendine esas aldı. Harun yoldaş komutan kişiliğiyle çok cesaretli, fedakâr ve fedai bir ruha sahipti. Cesareti, emeği, isteği, coşkusu, ülkesine olan aşkı, halkına olan sevgisi, yoldaşına olan saygısı Harun yoldaşı yaşamla bir kılıyordu. Diğer yandan yoldaşlarıyla o kadar içli dışlıydı ki yoldaşları onunla hiçbir çekince yaşamadan ilişkilenirlerdi. Ama söz konusu örgüt olunca da Harun yoldaşın sınırları oldukça netti.
Harun arkadaşın intikamcı yönü, onun yoldaşlarına olan bağlılığının ayrı bir kanıtıydı. Bir yerde bir yoldaş şehit düşmüşse, ne yapıp edip onun intikamını almak adına misilleme eylemi yapılması konusunda dayatıcı olurdu. Onun bu yaklaşımı, bulunduğu ortamda güçlü bir yoldaşlık ruhunun oluşmasına önayaktı.
Bütün hayali kuzeye gitmekti. Buna çok iyi de hazırlanmıştı. Bulunduğu alan neresi olursa olsun çalışmalara en üst düzeyde katılım sergilemesi bu hazırlık düzeyiyle bağlantılıydı. Kuzeye bu kadar gitmek istemesinin nedeni Önderliğe ve sürece cevap olmak içindi. Bu konuda iddialı ve ısrarlıydı. Onun düşüncesinin ve yaşamının merkezinde Önderlik vardı.
Harun yoldaşı bunlarla ifade etmek elbette yetersizdir. Ben, Harun yoldaş şehit mertebesine ulaştığı için bunu bir görev bildim. Anısına sahip çıkma temelinde bu yazıyı kaleme aldım. Harun Sıne yoldaşı tanıyan, gören arkadaşlar bu yazıyı okurlarsa yetersiz kaldığım görülecektir.
“Kendimizi yetiştirip geliştirmezsek düşmanın istemini yerine getirmiş oluruz. Bir an önce kendimizi geliştirmek zorundayız.” dedi Heval Harun. Bunun için ne kadar yetersiz de olsa çaba harcıyorum ve başaracağım, çünkü mecburum Harun yoldaş. Komutanımsan, yoldaşımsan buna mecburum. Sana ve senin gibi manevi değerlerime layık olacağım. Mücadeleye, anılarınıza sıcak bir şekilde sarılacağım.
Heval Harun;
PKK PARTİYEKİ ŞEHİDANE
ŞEHİT NAMIRIN
Sidar Mazlum
Merhaba iki nehrin arasındaki şehirlerin esmer tanrıçasının esmer çocuğu! Mavi gülüşlü, kara gözlü esmer tanrıçanın kahraman çocuğu. Merhaba dağların asi ve cesur gerillası!
Sana merhaba demek ne kadar onurludur, ne denli güzel ve kutsaldır. Tek bir kelime, sana olan bütün hasretimizi, özlemlerimizi dillendiriyor. Şimdi merhaba diyerek sana anlatıyoruz anılarımızı. Yürekte közleşen özlemin, intikam yeminleriyle bütünleşiyor. Ama yürekte yanan yangını anlatıyor ağızdan çıkanlar. Binlerce defa merhaba sana Zagrosların kartalı!
Sen şimdi bütün zarafetinle selamlıyorsun güneşi Zagrosların zirvesinde. Her sabah güneşin doğuşunu selamlarken, yeni güne, yeni umutlara senin kara gözlerinden yelken açıyoruz. Güneşe doğru ve de özleminle yol alıyoruz zamana. Zamanı senle yaşıyoruz. Hani şu limanı olmayan sonsuzluğun zamanını. Hani bütün zamanların limanı olan Zagroslarda seni yaşıyoruz. Esmer teninde, esmer tanrıçanın özlemlerini, kara gözlü çocuğundaki özlemlerini yüreğimizin derinliklerinde hissediyoruz.
Aşkın hakikat yolculuğundaki yolcunun hak ile buluşmasını yaşıyoruz. Anılarımız da dile geliyor sevda yolcusu ile. Kulaklarımızda çınlıyor şen kahkahaların. Bizi alıp evrenin sonsuzluğuna yolcu yapan kara gözlerinde anlaşılıyor o anlar. O anlar ki gözümüzün önüne gelince bir gülümseme olup yayılıyor doğanın en güzel mekânında. Evrene, sonsuzluğa yayılıyor. Sana olan sevgimizin özlemindeki yansımasıdır bu. Yüzümüzde, bu anlarımızda canlanansın. Çünkü sen ki yıkılmayan özün yansıması olan yaşadıklarını, anladıklarını paylaşan, yetiştiren ve her zaman yoldaşlarını yaşamın derinliklerine, sorumluluklarına yoğunlaştıransın. Onları gülümseyerek karşıladığın gibi, onları sevgi dolu bir kalp ile uğurlardın da. Yüreğin yoldaşlık sevgisi ile kocaman oldu, hepimize yetti bu sevgi. Hepimize mücadele oldu, azim, kararlılık oldu. Saygı, fedakârlık ve emek oldu.
Hani Önderliğin bir sözü var ya; “Yıkmayan, beli kırmayan darbe güçlendirir. Eleştiriye büyük anlam yükleyen, özeleştiriye de doğru ve dürüst yaklaşan hiçbir zaman kaybetmez. Daima güçlendirir ve de yüceltir.” Sen değil miydin bu kadar zorluklara göğüs geren, onlara büyük anlamlar veren ve en büyük anlama ulaşan yoldaşımız? Belki de bütün bunları dökemem beyaz sayfalara ama bir gerillanın en büyük yaşam ve mücadele gerçeklerinden biri de yoldaşlık değil midir? Evet, yoldaş, yanımızdaki yoldaşa bağlılığımız, sevgimiz onun uğruna ölüme bile götürür bizi. Hem de hiç gözümüzü kırpmadan. İşte bunun en somut örneklerinden biri oldun sen bize. Yoldaş olmanın ne kadar kutsal olduğunu senin gözlerinden okuduk, o kara gözlerinden. Yoldaşlığın yaşamlaşan güzelliğini yaşadık seninle. Çünkü o gözler hep içtenlikle, yaşam heyecanı ile baktı dünyaya, ülkeye. O gözlerdi karşıdakini mücadeleye sürükleyen, güven ve cesaret veren, sevmeye devam eden, en büyük paylaşmaların kapısını aralayan. Bir bakıştı, bir sözdü yaşamı anlamlı kılan, bu anlamı hafızalarda canlı tutan. Evet, yoldaş, senin bütün anıların, ömür denilen zaman diliminde yaşadıkların şimdi bizim düşüncelerimizde, duygularımızda. Bunları dillendirmek zor, hem de çok zor.
Kolay mı evrenin en güzel insanını, onun harikasını dile getirmek? Evrenin can damarına onun oluş ve de varoluş kaynağına bağlanmış, onu anı anına yaşayan bir insanı, o güzel insanı dile getirmek. Evrenin tek can damarı, yani tek güneşine bağlanmış, ona âşık olmuş olan insanı dile getirmek. Kolay mı senin gibi yoldaşların hakkını vermek? Belki de artık mayalanmış, klişeleşmiş bir söz ama gerçekten de kelimeler yetmiyor gerçeğini anlatmaya. Bildiğim bütün sözler, kelimeler boğazımda düğümlenir. Gözlerimden dile gelir. Ve kelimeler şimdi çaresiz kalmış senin gerçekliğinin yanında. Senin o iç dünyanın güzelliklerini anlatmaya yetmiyor. Seni anlatamamanın acısını yaşıyor bu yürek. Cahil kalmışız senin gönül gözlerinin aşk dünyasının karşısında. Seni anlatmaya gücümüz yetmez. Seninle yaşayanlar bilir ne demek istediğimizi.
Zagroslara geldiğim ilk gün geliyor aklıma ve iç dünyamdan gelen bir söz söylemiştim; “Muhammed, bu coğrafyayı ya görmüş ya ona anlatılmış ya da ondan önceki kutsal kitaplardan öğrenmiştir ki ilk Tevrat bu coğrafyada yazılmıştı. Yahudilerin diasporada olduğu dönemde Tevrat’taki cennet tarifi de bu coğrafyayı anlatıyor, bu coğrafyanın cennet olduğunu.” Ve sen bana şunu demiştin, “Bu cennet güzelliğinin tanrıçası da iki nehrin arasındaki şehirlerin esmer tanrıçasıdır. Yani Amed…” Şimdi benim ilk defa bağlandığım bu coğrafyanın özelliklerini ve de güzelliklerini anlatan o tarifler karşısında yaşadığım heyecan, senin ise sanki kırk yıldır tanışıyormuşçasına insana güven veren ve kendini bu cennette rahat hissettirmesini sağlayan tariflerin… Ve de o tariflerle bütünleşen davranışların, o kara gözlerindeki anlam… Bizim bu cennet parçası olan Zagroslara bir aşk ile bağlanacağımızı iddia eden söyleyişin karşısında etkilenmiştik. O zaman bu cennete yeni adım atmış bir insan için iyi bir öğretmendin.
Sonra duydum ki ‘Meleklerin Küllerinden Kendini Yaratan Halk’ adlı kitapta okumuştun dört kutsal kitapta da geçen cennet tarifesinin bu ülke toprakları olduğunu. Bu cennetin, yani dört kutsal kitapta geçen cennetin baş meleği ve bekçisi olan Rıdvan da Kürt’müş. Dinler tarihi adlı kitabın yazarı böyle diyor. Sonra seni tanıdıkça bu cennet ülkenin bekçilerinin de güneşin ve de ateşin çocukları olduğunu gözlerimle gördüm. Bir de aklıma İslamiyet’in bir efsanesi olan mehdi ordusu geldi. Mehdi ordusunun ayakları kırmızıymış. Kürdistan gerillasının ayaklarındaki kırmızı Mekap’ı görünce “Bunların ayakları da kırmızıdır. Acaba bu cenneti işgal eden cellatlara karşı savaşan Mehdi ordusu PKK midir?” diye düşündüm. Beni bu düşünceye sürükleyen senin öğretmenliğin ve komutanlığındı. Sen örgüte olan bağlılığın ve sadeliğinle öğretiyordun PKK’yi ve cennet olan ülkeyi. Davranışların, yaptıkların bir militanın nasıl olması gerektiğini gösteriyordu bizlere.
Ben Zagros dağlarını, onun güzelliğini, asiliğini ve koruyucu melekliğini Kürtlerin nasıl yaptığını hep senden dinleyip öğrenmiştim. Zagroslarda yaşanan savaşı, buralarda şehit düşen birçok değerli yoldaşı hep senden öğrendim. Senden onları tanıdım. Hele sen onları anlatırken hep o yoldaşların yerine koyuyordum kendimi ve sen anlatırken tekrardan yaşıyordum o anları. Aslında o kadar akıcı anlatıyordun ki o anılara kendinle beraber bizi de alıp götürüyordun o yaşanılmış destanlara, zamanlara. Ve biz o mekânlardaydık. Anılar içinde, o tazelenen anılarla yaşıyorduk Zagrosları. O kadar akıcı oluyordu ki o sende yaşanılan, Zagroslarda dile gelen; Zagros'un her bir dağında, her bir kayasında, her bir çiçeğinde, fidanında, ırmağında adeta yeniden canlanıyordu ve bu canlılığın tanığı da biz oluyorduk. Yani, o yaşanılan anların, zamanların mekânına adım atan bizlere o akışı anlatışın –ki insan dinlemeye doyamıyordu- hele anlatılan şehit arkadaşlara bağlılığın… Onları anlatırken sesinin tonundan ve kara gözlerindeki ışıktan anlaşılıyordu onları ne denli yaşadığın ve Güneş’e, ülkeye olan bağlılığını ifade ediyordu yaşam duruşun.
Göğüs kafesinde iki nehrin arasındaki dağlık ülkenin yarattığı dağlı bir yürek atıyordu. Ve dağların asiliğine olan bağlılığın, hayranlığın… Bütün vücuduna, o esmer tenli derine, onun altındaki damarlardan güneş ile ışınlanan kan pompalanıyordu. Tabii senin için dağlara duyulan hasret önderliğe, yoldaşlara, özgürlüğe olan bağlılığın demekti. Gerilla ülkeye can veren bir nehirdi. Gerilla için de dağlar mücadelemizin can bulduğu mekânlardı, ülkenin, halkın can bulduğu. Canlarını vermiş on binlerce yoldaştı. Sen bunun anlamını en iyi bilenlerdendin ve bunun bizde yaşanmasına, oturtulmasına öncülük edenlerden oldun. Birçok yoldaşta olduğu gibi sen de bir sel olup aktın dağlara, Zagroslara, Garzan'a…
Yıllardan sonra tekrar kavuştun Zagroslara. Bu sefer daha da zirveleşti bu mücadele, daha da güçlüydü adımların. Önünde uzun bir yol vardı. Sen koşar adımlarla ilerledin bu yollarda, bütün zorluklara rağmen dolaştın Kürdistan dağlarını. Cennet ülkenin görkemliliğini yaşadın. Âdem’i, Havva’yı bu topraklara atan tanrıyı, Nuh’un başına tufan koparan tanrıyı kıskandırarak Âdem’e ve Havva’ya cennet bahçesi, Nuh’a liman oldun. Tanrıları kıskandıran ülkemin ocağından, onun külünden kendini yaratan halkın özgürlük savaşçısı oldun. Çağdaş Zeuslara, firavunlara ve Ehrimenlere karşı Zerdüşt’ün mekânı olan dağlar, senin de mekânın oldu. Yani Kürdistan dağları, Kürt gerillası ile daha görkemli yaşayan cennet ülke: Daha görkemli buluşlara, buluşmalara şahit olacaksın.
Tekrardan dönüp gittin eski mekâna. Doyasıya içine çektin oranın havasını ciğerlerine. O zaman Zagros'un patikalarını arşınlarken tanıdığın yoldaşları andın tek tek; Ruken’i, Rojhat’i, Şaho’yu, Zilan’ı, Fırat’ı, Serhıldan’ı, Jin’i, Botan’ı, Agit’i ve onlarcasını. Şimdi seni düşünüyorum orada, onlarla o kutsal mekânda. Birbirimizden kilometrelerce uzakta olsak da bunu çok iyi hissediyorduk. Irağı yakın eden birbirini düşünmek, hissetmektir. Yoldaş hasretini dayanılır kılan da tekrar görüşme umududur. Biz hep bu umudu taşıdık yüreğimizde. Yüreğimize nakşettik güneşin aşkını.
Onun hakikatinde güneşe âşık, ülkeye bağlı olan Delil Çınar arkadaşı anlatmaya yetmiyor kelimeler; onun heybetini, onun duruşunu. Onun göğüs gerdiği zorluklara rağmen sergilediği yoldaşlık ve de bağlılık bize yetti. Bize mücadele, azim ve her şeye rağmen sarsılmayan bir kararlılık ve irade oldu Kürdistan dağlarında. Ondan dolayı onu en iyi anlatacak Kürdistan dağları olacak gene, Zagros coğrafyası anlatacak onu. Ve onunla kalmış onu tanıyan arkadaşların eksik bıraktığım yanlarını daha iyi anlatacaklarına inanıyorum. Onun gibiler anlatılmalıdır. Delil arkadaşın yoldaşlığı ve komutanlığı benim için öğretmen olacaktır bütün yaşamım boyunca…
Tayhan Rozerin