Cîgerxwîn arkadaş Mardin’in Kızıltepe ilçesinde dünyaya gelir. Okul yaşı geldikten sonra okula başlar ve üniversiteye kadar okur. Okul yıllarında PKK hareketinin gelişimini daha yakından takip eder. PKK hareketinin çıkışından günümüze kadar Mardin halkı PKK’yi kabul etmiş ve kapılarını açmıştır. Yurtseverlik görevini yapmaya çalışmıştır. Çocuklarını harekete vermiş, işkence ve tutuklamalara maruz kalmıştır. Ayrıca birçok faili meçhul cinayeti göze alarak mücadeleyi sahiplenmiştir. Belki de devrimin yükünü bir dönem omuzlayan bir bölgemizdir. En fazla katılımların olduğu bir bölgedir. Gerçi şimdi Afrin bu görevi üstlenir gibidir. Afrin halkımız da en fazla çocuklarını vermiş bir halkımızdır.
Mardin gibi başlangıcından bugüne PKK hareketinin yanında yer alan bir yörede yetişen Cigerxwin arkadaşın bu hareketi tanımaması ve ondan etkilenmemesi mümkün değildi. Çünkü PKK hareketi bir halkı tarihten silinmenin eşiğinden kurtararak özgürleştirirken, kaçınılmaz olarak birçok saldırının da hedefi olmuştur. Gerici dünya güçlerinin birleşmesi sonucu Önderliğimiz esaret altına alınarak halkımızın umutları kırılmaya çalışılmıştır.
Egemen güçler Kürtlerin tarihini ve isyanlarını iyi incelemişlerdi. Önderin yakalanması veya vurulmasıyla hareketin nasıl dağıldığını biliyorlardı. Bu sefer de öyle düşündüler. Ama bu sefer yanıldıklarını daha komplonun ilk haftasında anladılar. ABD Dışişleri Bakanı, Kürt halkının Önderliği sahiplenmesini ve fedai duruşunu görünce “Tepki bekliyorduk fakat bu kadarını beklemiyorduk” diyerek yanıldıklarını ifade ediyordu. Bu duruşla Kürt halkı tarihten ders almış bir temelde tarihin tekrar egemenlerden yana tekerrür etmesini engellemişti. ‘Güneşimizi karartamazsınız’ şiarıyla halkımız ayaklanmış, halkımızın Cîgerxwîn arkadaş gibi evlatları da gerillada gereken cevabı vermişti. Önderliğimizin İmralı’daki eşsiz direnişi ve geliştirdiği siyasi hamleler halkımızın serhıldanlarıyla ve gerillanın fedai duruşuyla birleşince komplo boşa çıkarılmıştı. Kürt halkı komploculara şu mesajı açık bir şekilde vermiştir:
Eğer beni tanımıyorsan, bana yaşam hakkını fazla görüyorsan, beni yok etmek istiyorsan o zaman beni tanımayanı ben de tanımam, bana yaşamı zehir edene ben de yaşam hakkını tanımam diyerek Kürtler de tavrını açıkça ortaya koymuştur. Önderliğimiz halkı eğiterek her koşula hazır hale getirmiştir. Önderliksel bir hareketin, Önderliğin kurumsallaştığı bir hareketin dağılması mümkün mü? Tabii hayır. Önder APO “Ben mezarda da olsam rolümü oynarım” dememiş miydi? Bu biçimiyle hareket halklaşmış ve etle tırnak olunmuştur. Cîgerxwîn arkadaş bu fedai halkın bir evladı olarak yapılan haksızlığa ve komploculara karşı tepkisiz kalamazdı. Elbette en sert tepkiyi gençlik verecekti. Cîgerxwîn arkadaş tepkisini gerillaya katılıp komploculara karşı savaşarak vermiştir. Gerillaya katılım komplocuların umutlarını kırmıştı. Onlar dağılmamızı beklerken hareket ve halk büyüdü ve fedaileşti. Onlar teslim olmamızı isterken en sert direnişi gördüler. Onlar iç komplolarla kendimizi tüketeceğimizi hesaplarken birlik halinde mücadele edildi. İşte bu temelde komplo boşa çıkarıldı. Eğer bugün Önder APO’nunNewroz’da ilan ettiği bildirgeyi ABD ve batılı güçler destekliyorsa ve kabul ediyorlarsa bu da yaşanan direniş sayesinde olmuştur. Cîgerxwîn arkadaş ve Cîgerxwîn arkadaş gibi direnişler sayesinde olmuştur.
Cîgerxwîn arkadaş 2010’da gerilla saflarına katılmış, yaşam duruşu ve pratiğe katılımıyla kısa zamanda bulunduğu bölge ve birlikte arkadaşların sevgisini ve saygısını kazanmıştı. 2 yıl içerisinde takım komutanı olarak görev yapar düzeye geldi. PKK’de gelişmenin bir ölçütü de görev almak, yani daha fazla hizmet etmektir. PKK’de görev demek daha fazla hizmet ve aktif katılmak demektir. PKK’de görev yapmak öyle kolay olmamaktadır. Görev alabilmek için yaşam duruşunun net, bütün çalışmalara katılımın da aktif olması gerekir. Bunun yanında yoldaşlık ilişkilerinin doğru temelde olması ve savaşta cesaretin yanında öncü olunması gerekmektedir. Kısacası görev almak öyle kolay olmamaktadır.
Cîgerxwîn arkadaşla 1 yıllık bir tanışmışlığımız vardı ve birlikte de kalmıştık. Gerçekten de bir militanda olması gereken ve saygı uyandıran birçok özellik onda vardı. Hani denir ya ‘tanrı insan doğarken tüm olumlu özellikleri sanki ona vermiş’ diye. Ben de Cîgerxwîn arkadaşa bazen “Hevalxadêhemutaybetmendîyên baş dane te” dediğimde mütevazı bir yaklaşımla “Yok o kadar da değil” diyor ve gülüyordu. Yani Cîgerxwîn arkadaş biraz öyleydi. Okumuş ve gezmişti. Bilinçliydi. Okumuşluğunu PKK’nin yaşam tarzı ve eğitimiyle birleştirdiğinde büyük bir güç açığa çıkarıyordu. Bütün işlerini düşünerek yapardı. PKK’de iş yapılırken düşünülmez, düşünürken iş yapılır. Cîgerxwîn arkadaş böyle davranır, düşünerek çalışırdı. Bu konuda bilinçli bir duruş ve katılıma sahip olduğundan hata payını en aza indirirdi. Az hata yapanlar zaten sevilir ve sayılırlar.
Mütevazı bir yaşam tarzına sahip olmasının yanında herkes gibi yaşar, en az imkanla yetinip iş yapmayı esas alırdı. Üslupta ‘us’u yani aklı ve ‘lub’u birlikte ve yerinde, içten bir şekilde öyle kullanırdı ki kimse ondan rahatsız olmazdı. Bunun yanında okumuşluğun ve bilinçliliğin getirdiği örgütsel olgunluk ve duruş da olunca sevilip sayılmayacak da ne olacak?
Cîgerxwîn arkadaş 2012 yılında devrimci halk savaşı hamlesine kendi bölgesinde en aktif katılım yapan bir arkadaştı da aynı zamanda. Bölgede yapılan eylemlerin çoğunda yer aldı. Düşmanı yenmek ve darbe vurmak için çok yoğunlaşırdı. Bunun için sürekli olarak arayışlarını geliştirirdi. Her zaman keşifler yapardı. Yapılanların hepsi düşmanı yenmek içindi. Sürekli olarak düşmanın peşinde olmak isterdi. Bunun için hep görüş ve öneriler geliştirirdi. Fedai katılım ve duruşa sahip bir arkadaştı. Zaten cesaret sorunu tartışılmazdı. Yoldaşlık ilişkilerinde herkese saygı gösteren, değer veren, geliştirmeyi esas alan, paylaşımcı bir yaklaşıma sahipti. Bunun yanında pratiğe katılımda emekçiliğine hiçbir şey denilemezdi. Şehit düştüğü ana kadar da istikrarlı bir duruşa sahipti.
Karataş eylemine gidilirken de Cîgerxwîn arkadaş bir saldırı kolunda kol komutanıydı. Zaten eylem planlamasında da “Eğer Cîgerxwîn arkadaşın saldırdığı mevziler düşerse karakolun hepsi düşer” diye dile getirilmişti. Karakolun en stratejik mevzilerine saldıracaktı. Cîgerxwîn arkadaşındüzenlemesi duruşu, yaşama katılımı en önemlisi de cesaret ve savaş üzerine yoğunlaşmaları temelinde bu mevzilere yapıldı. Bütün arkadaşların Cîgerxwîn arkadaşın görevini yerine getireceğine olan inançları tamdı.
Sofi arkadaş toplantı yaparken saldırıda yer alan bütün arkadaşlar görevleri hakkında soru soruyorlardı. Cîgerxwîn arkadaş da görevi hakkında soru sormuştu. S. arkadaş “HevalêCîger, tu çidibejî?Tuyêkaribîmevzîyenxwebixî?Digrubêwe de biryarçawayê?” diye sormuş ve bunun yanında başka bazı sorular da sorulmuştu. Cîgerxwîn arkadaş “Eger em biçin berî cîhêxwe ev mevzî hiç li berxwenade’ diyerek grubunun kararlılığını ortaya koymuştu. Yani o kadar net ve kararlıydı. Tek kaygısı yerine ulaşmadan eylemin deşifre olmasıydı.
Eylem deşifre olunca Cîgerxwîn arkadaş hedefinden çok uzak olmasına rağmen saldırıya geçmiş ve yoğun bir çatışmadan sonra stratejik olan mevziiyi düşürmüştü. Normalde eylem deşifre olduğunda hedeften bu kadar uzak olup da saldırıya geçmek risklidir ve hedefin düşürülmesi de bir o kadar zorlaşır. Çünkü düşman fark etmiş ve mevzilere kapanmış olduğundan dolayı uyanık bir şekilde saldırıyı bekliyor. Bu da başlı başına büyük bir risk oluşturuyor. Cîgerxwîn arkadaş komutasındaki grup çok kararlıydı. Eylem deşifre olmuşsa da saldırı talimatını aldığı gibi emri yerine getirmek için hiç tereddüt etmeden hedefine yönelmişti.
Çatışmalar bitince bu kolda sadece Kurtay arkadaş şehit düşmüş ve Lezgîn arkadaş da yaralanmıştı. Yaralı arkadaşı getirmek için gittiğinde Cîgerxwîn arkadaş da şehit düşer. Bu yaklaşım hem yoldaşına ne kadar bağlı olduğunu, yoldaşını kurtarmak için nasıl gerektiği yerde kendini feda ettiğini gösterirken, diğer yandan da cesaret konusunda aynı örneği sergiler.
Eyleme katılan tüm arkadaşlar sadece eyleme katılmışlardı. Cîgerxwîn ve Lezgîn arkadaşlar ise eylemin tüm hazırlıklarını yapmışlardı. O bölgede kış aylarında havalar o kadar soğuk olur.Arazinin çamurlu ve havanın yağışlı olmasına rağmen karakolun tüm yakın ve uzak keşiflerini yapmışlardı. Karar konusunda görüş oluşturmuş ve öneriler geliştirmişlerdi. Eylemin tüm altyapı hazırlıklarını yapmışlardı ve bütün doçkaları ve mermilerini yakın bir yere kadar da götürmüşlerdi. Yollarda öncülük yapmalarından tutalım da eylemin yapılmasına ve yaralı yoldaşını getirmek için kendisini feda etmesine kadar bütün çalışmalarda ön saflarda yer aldılar.
Sonuç olarak Cîgerxwîn arkadaş bilinçli katılımıyla, doğru yaşam tarzıyla, yoldaşına olan sevgisi ve bağlılığıyla, emekçiliğiyle, yerinde ve zamanında konuşması, eleştirmesi ve özeleştirisel yaklaşım sergilemesiyle, örgüt oluşturma anlayışıyla, olgun ve mütevazı duruşuyla bütün arkadaşların sevdiği ve saygı duyduğu bir arkadaştı.
3 yıllık katılım ve duruşuyla halkımızın geleceği içinbüyük tecrübelerin oluşmasını sağlamış,özgür geleceği daha çok garantiye almıştır. Halkımız da bu yüce değerlerin verdiği bilinç, örgütlülük ve fedai duruş üzerinden kendi çıkarları doğrultusunda siyaset yapabilir bir konuma gelmiştir. Özgür geleceğini inşa ederken, Ortadoğu halklarının özgür geleceği için büyük bir değer yaratarak öncülük yapacaktır. Şehitlerimizin verdiği güç, moral, karar ve inançla özgürlüğe ulaşacağımızın sözünü bu temelde bir kez daha veriyoruz.
Mücadele Yoldaşı
Ali Pılıng
Tabii o daha çok kitaplardan örnekler veriyordu. Lenin’den, klasiklerden, dergilerden pasajlar okuyordu. O dönemde yeni sömürge olarak değerlendiriliyordu Kürdistan. O tahlilin içine oturtulmaya çalışılıyordu Kürdistan. Önderlik ikinci kez değerlendirme yapmıştı. Hem o değerlendirmeleri de değerlendirerek, hem de biraz daha bazı konulara yeniden açıklık getirerek. Sakin, çok yapıcı, çok etkileyici bir biçimde değerlendiriyordu. Herkes dikkatle dinliyordu. Gece geç saatlere kadar bu toplantı sürmüştü. Kapsamlı bir değerlendirme ortaya çıkmıştı. Eleştiriler de vardı tabii. Kürt sorununu inkâr, Kürdistan’a yaklaşımındaki yanlış tahliller, yanlış değerlendirmeler, çağa yönelik değerlendirmeler, Türkiye’deki rejim ve siteme yönelik değerlendirmeler, genel olarak devlet- sosyalizm konularında ciddi eleştiriler geliştirdi Önderlik. Onlara açıklık getirdi. Çok olumlu bir havada toplantı bitirildi. Arkadaşlar fazla yansıtmasa da toplantının sonlarında bir gerginlik yaşandı. Toplantı da epey uzamıştı. Güvenlik açısından erken bitirilmesi gerekiyordu.
Elazığ’da Önderliği koruyacağımız çok sağlam bir evimiz yoktu
Tekrar Elazığ’a döndük. Elazığ’a döndük ama bizim Önderliği koruyacağımız öyle çok sağlam bir evimiz yoktu. Kaldığımız komün evleri fazla elverişli değildi. O açıdan rahat değildik. Daha önce ayarlanmış bir ev vardı. Birvan köyünden Ali Dursun diye biri vardı. O sonradan bıraktı, eşi öğretmendi. Ailece bir evde kalıyorlardı. İki katlı bir evdi. Alt katta kendileri, üst katta ailesi kalıyordu. Biraz uygundu, böyle basıktı, yol üstüydü. Tabii o dönemde bize göre en uygun yerdi. Başka bir tercih ve alternatifimiz yoktu. Önderlik alt katta, diğer herkes üstteydi.
Bir tabanca vardı, çıkardık. Önderliğin yanına indirdik. ‘Biz gidip, geleceğiz’ dedik
Bizim, Rıza ve Aytekin Tuğluk arkadaşların kaldığı bir eve gitmemiz gerekiyordu. Ben ve Sağır Metin -ki sonradan ayrıldı- hem tedirginiz Önderliği nasıl yalnız bırakacağız diye, hem de gitmek zorundaydık. Bir tabanca vardı, çıkardık. Önderliğin yanına indirdik. “Biz gidip, geleceğiz” dedik. İki kapısı vardı evin. Biri arka tarafta bahçeye açılıyor. Güvenlik açısından uygundur diyoruz. Kendimizi rahatlatıyorduk aslında. Bir de caddeye açılan bir kapı var. Çıktık gittik ama biraz da oyalandık. Çok çabuk gelmedik. Rıza ve diğer arkadaşlarla konuşuyorduk. Oyalandık yani. Biz çıktıktan sonra polis evi basıyor. Üst kata çıkıyor. Ayak seslerinden Önderlik polisinin olduğunu düşünüyor ve ışığı kapatıyor. Tabancayı alıyor eline ve bekliyor. Polisler içeriye giriyor üst kattan.
Biz geldiğimizde polisler ayrılmıştı evden. Başkan güldü ama eleştirdi bizi.
Ali Dursun’nun eşi -ki tip olarak çekici bir kadındı- rahattı ve durumun farkındaydı. Polislere, ‘Buyurun, içeri gelin’ diyor. Polisler, Önderliğin orda olduğuna dair kesin bilgi alıyor. Ayakkabılara bakıyor. Ayakkabılar fazla ama içeriye girdiğinde ev halkıyla karşılaşıyor. Polis, “Altta kim oturuyor?” diye soruyor. “Biz oturuyoruz. Burası kaynımgilin evi, altta da biz oturuyoruz. Buyurun gidelim” diyor Ali Dursun’un eşi. Öyle deyince polisler, “Kusura bakmayın” deyip gidiyor. Ancak polis rahat değil,“Kesin ordadır” diyor.
Biz geldiğimizde polisler ayrılmıştı evden. Başkan güldü ama eleştirdi. “Siz böyle mi çabuk gelecektiniz... Böyle mi güvenliğimi sağlıyorsunuz? Polisler geldi” dedi. O anda kaynar sular tepemden dökülmüş gibi olmuştum. Çıkmak gerekiyordu.
Önderliği korumak önemliydi ama Önderlik bizi koruyordu
O durumda Önderliği orda tutmak doğru değildi. Telaşlı ve panik içindeydik, Önderliği hangi eve götürelim diye. O mahallenin hizasında Keban köylülerinden Mişelili bir aile vardı. Onların kızlarıyla ilişkilerimiz vardı. O eve gittik, rica ettik, bizim önemli bir misafirimiz var dedik. Arkadaş olduğunu biliyorlardı. Ama kim olduğunu tahmin etmiyorlardı. Evde yaşlı bir neneleri vardı, genç kızlar vardı, anneleri ve babaları yoktu. O eve götürdük Önderliği. Önderlik bazen böyle arada hatırlatıyordu bize “Burası da iyi midir? Buraya da gelmesinler mi?” diyordu. Önemliydi tabii ki. Önderlik o zaman alana gelmişti ve duyulmuştu. Önderliği korumak önemliydi ama Önderlik bizi koruyordu. Önderliği korumasını bilmiyorduk. Farklı olanaklar yaratamıyorduk.
Önderliğe yaklaşımlarımız farklıydı, Önderliğin yarattığı etki tabii ki farklıydı
Haki Karer ve Kemal Pir arkadaşların Türkiyeli olduğunu bildiğimiz için yaklaşımlarımız çok farklıydı. Büyük bir saygı ve sempati duyuyorduk. Böyle bir harekete baştan beri katılmaları, öncülük etmeleri, Önderliğin en üst düzeyde yoldaşları olmaları hepimizi çok etkilemişti. Bizim Önderliğe yaklaşımlarımız farklıydı. Önderliğin yarattığı etki ve güç tabii ki farklıydı. Ama bu arkadaşların da çok özgün bir yeri vardı bizim yanımızda. Tartışmalarda hep örnek veriyorduk. Bu arkadaşların hareket içerisinde olmalarını, öncü kadro olmalarını her konuşmamızda belirtiyorduk.
İlkel-milliyetçilikle mücadele eden bizdik. O temelde aslında geliştik
Bize farklı yaklaşan gruplar vardı. Sosyal şoven ve inkârcı gruplar bizi herşeyle suçluyorlardı. Milliyetçilikle de suçluyorlardı. En çok ilkel-milliyetçilikle mücadele eden bizdik. O temel üzerinde aslında geliştik. Bu kadar net bir ideoloji yaklaşımımız vardı ama belli suçlamalar hep oldu. Bu açıdan arkadaşları hep örnek veriyorduk. Haki arkadaşın şahadeti zor oldu. Sterka Sor adlı bir ajan-provokatör örgütü tarafından gerçekleştirilmesi bize çok daha ağır gelmişti. Bütün arkadaşlarda etki yaratmıştı. Ve ben kendim de ilk afişlerini gördüğümde ağlamıştım. Afişlerin sözleri çok önemliydi tabii ki. Sloganlar vardı, çok çarpıcıydı. O afişler gelip kampüste gören herkesi etkiliyordu, düşündürüyordu. Bbiz o zaman İzmir’deydik ama genel olarak bütün arkadaşlarda devrimci intikam alma, bunu karşılıksız bırakmama, bu konuda bu katliamı ve şahadeti geliştiren ajan-provokatör güçlere karşı mücadelede kararlılık var. Önderliğin yaklaşımı çok farklıydı. Örgüt yaratmayı esas alıyor.
Haki arkadaş hem Kürt halkıiçin hem de Türk halkı için önemliydi
Ama düşmanın bu yönelimini göz ardı etmeden, bunu çözerek ve değerlendirerek, bunun ne anlama geldiğini ortaya koyarak, kavratmaya çalışarak yapıyordu. Daha sabırlı, soğukkanlı, bilimsel ve uzun vadeli bir yaklaşım var. Bizdeki yaklaşım ise daha duygusal ve doğal bir tepkiydi. Haki arkadaşın seçilmesi çok önemliydi. Haki arkadaş hem Kürt halkı için hem de Türk halkı için önemliydi. İki halkın mücadelesini birleştiren, istemlerini, özlemlerini birleştiren bir temsil gücü vardı. Bu açıdan o temsile yönelme, Önderliğin en yakın yoldaşlığına yönelme bir tehlike olarak algılanıyordu. Ve buna karşı daha ciddi mücadele etmeyi getirdi. Önderliğin yaklaşımı belirleyici oldu ve Kürdistan’da örgüt yaratıldı.
İdeolojik mücadele veriyorduk, farklı bir mücadele yoktu
Hareketimiz kısa bir sürede politik bir güç haline geldi. 75, 76, 77’ye doğru gençlik hareketini aştı. İlk dönemde daha çok öğrenci gençlik üzerinde etki yapmıştı. Girdiğimiz bütün alanlarda, okullarda nitelikli ve militan gençlik etkilenmişti. Okulların çehresi ve anlamı değişti. Bahsettiğim öğretmen okulu vardı. Öğretmen okulunda daha önce hem faşistler vardı hem de Türk solunun etkin olduğu bir okuldu. Fakat kısa sürede faşistler terk etti, bir mücadele gelişti. Bu tür odaklar engelliyordu. Onun dışında sosyal şoven gruplar vardı. Yani inkârcı yaklaşıyorlardı. Her adımda karşımızda onlar vardı. Engelleniyorduk. Propaganda, ajitasyondu, düşünceleri yayma mücadelesiydi. İdeolojik mücadele veriyorduk, farklı bir mücadele yoktu. Ama bunun karşısında bir engel vardı. Sürekli inkârcılık dayatılıyordu.
KUK’un yoğun saldırıları vardı, bizimle ilişkide olan yurtsever kesimlere yöneldiler
Bizim kendimizi ifade etmemiz, yansıtmamız engelleniyordu. Bu engelleme doğal olarak ideolojik bir çatışmayı yaratıyordu. Aydın Gül arkadaşın vurulmasından sonra şiddet gündeme geldi. Bunu biz yaratmadık, bu bize dayatıldı aslında. Biz buna karşın ideolojik-politik mücadele ve devrimci şiddeti esas alıyorduk. Kendimizi korumak amacıyla... Aslında meşru savunma bu hareketin baştan beri esas aldığı bir mücadele yönetimiydi. Hemen hemen sol grupların birçoğu da bizimle bu yönlü ideolojik çatışmaya, giderek şiddeti içeren çatışmalara, saldırılara girdi. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar vardı. Bunların da yaklaşımıydı. Bunlar içinde en belirgin olarak KUK öne çıktı. Daha çok Mardin yöresinde KUK’un yoğun saldırıları oldu. Bizimle ilişkide olan yurtsever kesimlere yöneldiler. İlk kurşunu bize sıktılar aslında. Bunlar belgelidir.
Mücadelemiz kitleyi bilinçlendiriyordu, her kesimi sarstı aslında
Diğer tarafta Hilvan-Siverek ve Batman’da Bucaklar, Süleymancılar ve Raman aşiretleri vardı. Kürdistan’daki gerici feodal-aşiretçi yapının saldırıları vardı. Çünkü mücadelemiz kitleyi bilinçlendiriyordu. Her kesimi sarstı aslında. Her kesimin çıkarına dokundu. Bizim bir bütün olarak sistemi eleştiren bir ideolojimiz vardı. Sistemin oluşturduğu bütün yapıya yönelik bir eleştiriyle çıktık hareket olarak. O açıdan hepsi de karşımızdaydı aslında. Elazığ ve Bingöl’de faşist odaklar vardı. Kürt ilkel milliyetçi gruplar dışında onların saldırıları vardı. Ona karşı bizim mücadelemiz vardı.
Sosyal şoven, ilkel-milliyetçiliğe karşı mücadelemiz gündeme geldi
Sterka Sor, ajan-provokatör bir örgüt olarak Partimiz tarafında deşifre olunca Tekoşin adı altında örgütlendiler. Bazı yönlendirici kadroları Dersim’dendi. Tekoşin’in de kısa sürede Kürtlükle bir ilgisi olmadığını, Kürdistan halkının davasıyla bir ilgisi olmadığını, tamamen bize karşı örgütlendirilmiş bir saldırı grubu olduğu açığa çıktı. Çünkü saldırıyla başladılar. Hem ideolojik hem de fiziki olarak saldırıyla başladılar. Arkalarında devletin kurumları vardı. Bu çok netti. Çoğu zaman polisle birlikte bize saldırılıyordu. Bunlar böyle açık yönelimlerdi. Tabii bu konuda bizim hem feodal-aşiretçi yapıya karşı, hem sosyal şoven ilkel-milliyetçiliğe karşı mücadelemiz gündeme geldi. Her yerde bu konuda bizim de etkin bir mücadelemiz vardı. Topyekûn saldırıya karşı bizim hareket olarak kendi varlığımızı koruma gibi bir sorunumuz vardı. Bunun yöntemlerini de yoğun olarak tartışıyorduk. Önderlik bu konuda kitleyi ve halkı esas alan bir mücadele tarzını hep önümüze koydu.
Türk solundan katılanlar oldu bize, bir de KUK’tan bir grup gelmişti
Elazığ’da faşist odaklara karşı mücadele, faşistler içindeki kesimleri de etkilemişti. Bunlar MHP’nin örgütlediği Kürtlerdi. Bizim mücadelemizle birlikte bunlar da etkilenmişti. Yani bunların içinde de bir kopuş oldu. 70’in üzerinde bir grup kopmuştu. Hatta Türkeş’in katıldığı bir Kongre vardı. O Kongre içinde de bir tavır ve tutum takınılıyordu. Bu her kesimi etkiliyordu. Türk solundan katılanlar oldu bize. Bir de KUK’tan bir grup gelmişti. Merkez düzeyinde de kopuşlar olmuştu. Çözülüşler vardı. Önceki yapılar çözülüyordu. Bu çözülüş bizim mücadelemizle birlikte oluyordu. Bu konuda bunun sonuçlarını değerlendirmek önemliydi.
Yoğunlaşmamızı Elazığ’da bir grup arkadaş ile yaptık. Sonra Kongre’ye gidildi
78’de Program taslağı dağıtıldı. O zaman biz Elazığ’daydık. Program taslağını okuyup yoğunlaşmamız gerekiyordu, o belirtildi. Bunun farklı bir çalışmaya bizi götüreceğini tahmin ediyorduk. Çok geniş bir arkadaş yapısına yansıtılmadı. Belli bir grup arkadaş taslağı okuyordu. Tabii bunun yanında diğer ülkelerdeki Partilerin ve devrimlerin tarihi inceleniyordu. Rusya’daki Ekim Devrimi, Bolşevik Parti Tarihi, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Tarihi, Vietnam İşçi Partisi Tarihi ve Afrika’da devrimlerini gerçekleştirmiş ülkelerin tarihleriyle ilgili kitaplar da ek olarak okunuyor ve inceleniyordu. Nasıl bir Parti? Oradaki Partiler nasıl kurulmuş? Bunların tartışması ve yoğunlaşması vardı. Biz bu yoğunlaşmayı Elazığ’da bir grup arkadaş ile yapabildik. Onun sonrasında Kongre’ye gidildi.
Hilvan-Siverek’te kitlesel bir potansiyelimiz gelişiyordu;78’e gelindiğinde Dersim’de önemli bir potansiyel ortaya çıkmıştı. Hareket genişlemişti, kitleselleşmişti. Hemen hemen bütün okullarla, gençliğin bulunduğu alanlarla, halkla ve esnafla ilişkiler geliştirilmişti. Daha önce diğer sol grupların belli ilişki alan ve merkezleri vardı. Hatta Alevi kesimlerini kapsayan çalışmalar vardı. Her kesime ulaşıldı. Antep’te önemli bir potansiyel vardı. Yine Hilvan-Siverek’te kitlesel bir potansiyelimiz gelişiyordu. Bingöl’de önemli bir kadro potansiyeli vardı. Denile bilir ki 77’yle birlikte bir kabarış oldu. 78’de de kitlesellik daha çok gelişmişti. Sorun daha çok güvenlik sorunuydu. Ben o tartışmaları bilemiyorum ama delege seçimi ve sayısı arkadaşlar tarafından belirlenmişti.
Hareket neyi emrediyorsa onu yapma istemi vardı
Aslında eğer güvenlik sorunu olmasaydı çok sayıda arkadaş katılabilirdi. O açıdan bölgeleri temsil eden bazı arkadaşlar gelmişti. 23 veya 24 kişilik bir gruptuk. Elazığ’dan Cuma arkadaş, Hüseyin Topgider ve ben delege olarak gittik. Tabii büyük bir heyecan vardı. Hareket neyi emrediyorsa onu yapma istemi vardı. Kadro şekillenmesi ve göreve yaklaşması böyleydi. Ne dense o yapılıyordu. Ona ruhen hazırlık vardı. Kürdistan devrimciliğinde, devrimcilerinde işe hazır olmama yoktu. Belki kişilikler ayrıldı, kopanlar ve göğüslemeyenler oldu, bunlar ayrı ama bu işe karar vermiş yürüyen arkadaşlarda gerçekten genel bir karakterdi. Önderliğin yarattığı bir karakterdi. Hiç kimse ben hazır değilim, acaba nereye gidiyorum, yapabilecek miyim böyle çok değişik kaygılara gidilmiyordu…
Sara Dersim - Sakine Cansız
Önderlik, Sosyalizm konularında ciddi eleştiriler geliştirdi
Tabii o daha çok kitaplardan örnekler veriyordu. Lenin’den, klasiklerden, dergilerden pasajlar okuyordu. O dönemde yeni sömürge olarak değerlendiriliyordu Kürdistan. O tahlilin içine oturtulmaya çalışılıyordu Kürdistan. Önderlik ikinci kez değerlendirme yapmıştı. Hem o değerlendirmeleri de değerlendirerek, hem de biraz daha bazı konulara yeniden açıklık getirerek. Sakin, çok yapıcı, çok etkileyici bir biçimde değerlendiriyordu. Herkes dikkatle dinliyordu. Gece geç saatlere kadar bu toplantı sürmüştü. Kapsamlı bir değerlendirme ortaya çıkmıştı. Eleştiriler de vardı tabii. Kürt sorununu inkâr, Kürdistan’a yaklaşımındaki yanlış tahliller, yanlış değerlendirmeler, çağa yönelik değerlendirmeler, Türkiye’deki rejim ve siteme yönelik değerlendirmeler, genel olarak devlet- sosyalizm konularında ciddi eleştiriler geliştirdi Önderlik. Onlara açıklık getirdi. Çok olumlu bir havada toplantı bitirildi. Arkadaşlar fazla yansıtmasa da toplantının sonlarında bir gerginlik yaşandı. Toplantı da epey uzamıştı. Güvenlik açısından erken bitirilmesi gerekiyordu.
Elazığ’da Önderliği koruyacağımız çok sağlam bir evimiz yoktu
Tekrar Elazığ’a döndük. Elazığ’a döndük ama bizim Önderliği koruyacağımız öyle çok sağlam bir evimiz yoktu. Kaldığımız komün evleri fazla elverişli değildi. O açıdan rahat değildik. Daha önce ayarlanmış bir ev vardı. Birvan köyünden Ali Dursun diye biri vardı. O sonradan bıraktı, eşi öğretmendi. Ailece bir evde kalıyorlardı. İki katlı bir evdi. Alt katta kendileri, üst katta ailesi kalıyordu. Biraz uygundu, böyle basıktı, yol üstüydü. Tabii o dönemde bize göre en uygun yerdi. Başka bir tercih ve alternatifimiz yoktu. Önderlik alt katta, diğer herkes üstteydi.
Bir tabanca vardı, çıkardık. Önderliğin yanına indirdik. ‘Biz gidip, geleceğiz’ dedik
Bizim, Rıza ve Aytekin Tuğluk arkadaşların kaldığı bir eve gitmemiz gerekiyordu. Ben ve Sağır Metin -ki sonradan ayrıldı- hem tedirginiz Önderliği nasıl yalnız bırakacağız diye, hem de gitmek zorundaydık. Bir tabanca vardı, çıkardık. Önderliğin yanına indirdik. “Biz gidip, geleceğiz” dedik. İki kapısı vardı evin. Biri arka tarafta bahçeye açılıyor. Güvenlik açısından uygundur diyoruz. Kendimizi rahatlatıyorduk aslında. Bir de caddeye açılan bir kapı var. Çıktık gittik ama biraz da oyalandık. Çok çabuk gelmedik. Rıza ve diğer arkadaşlarla konuşuyorduk. Oyalandık yani. Biz çıktıktan sonra polis evi basıyor. Üst kata çıkıyor. Ayak seslerinden Önderlik polisinin olduğunu düşünüyor ve ışığı kapatıyor. Tabancayı alıyor eline ve bekliyor. Polisler içeriye giriyor üst kattan.
Biz geldiğimizde polisler ayrılmıştı evden. Başkan güldü ama eleştirdi bizi.
Ali Dursun’nun eşi -ki tip olarak çekici bir kadındı- rahattı ve durumun farkındaydı. Polislere, ‘Buyurun, içeri gelin’ diyor. Polisler, Önderliğin orda olduğuna dair kesin bilgi alıyor. Ayakkabılara bakıyor. Ayakkabılar fazla ama içeriye girdiğinde ev halkıyla karşılaşıyor. Polis, “Altta kim oturuyor?” diye soruyor. “Biz oturuyoruz. Burası kaynımgilin evi, altta da biz oturuyoruz. Buyurun gidelim” diyor Ali Dursun’un eşi. Öyle deyince polisler, “Kusura bakmayın” deyip gidiyor. Ancak polis rahat değil,“Kesin ordadır” diyor.
Biz geldiğimizde polisler ayrılmıştı evden. Başkan güldü ama eleştirdi. “Siz böyle mi çabuk gelecektiniz... Böyle mi güvenliğimi sağlıyorsunuz? Polisler geldi” dedi. O anda kaynar sular tepemden dökülmüş gibi olmuştum. Çıkmak gerekiyordu.
Önderliği korumak önemliydi ama Önderlik bizi koruyordu
O durumda Önderliği orda tutmak doğru değildi. Telaşlı ve panik içindeydik, Önderliği hangi eve götürelim diye. O mahallenin hizasında Keban köylülerinden Mişelili bir aile vardı. Onların kızlarıyla ilişkilerimiz vardı. O eve gittik, rica ettik, bizim önemli bir misafirimiz var dedik. Arkadaş olduğunu biliyorlardı. Ama kim olduğunu tahmin etmiyorlardı. Evde yaşlı bir neneleri vardı, genç kızlar vardı, anneleri ve babaları yoktu. O eve götürdük Önderliği. Önderlik bazen böyle arada hatırlatıyordu bize “Burası da iyi midir? Buraya da gelmesinler mi?” diyordu. Önemliydi tabii ki. Önderlik o zaman alana gelmişti ve duyulmuştu. Önderliği korumak önemliydi ama Önderlik bizi koruyordu. Önderliği korumasını bilmiyorduk. Farklı olanaklar yaratamıyorduk.
Önderliğe yaklaşımlarımız farklıydı, Önderliğin yarattığı etki tabii ki farklıydı
Haki Karer ve Kemal Pir arkadaşların Türkiyeli olduğunu bildiğimiz için yaklaşımlarımız çok farklıydı. Büyük bir saygı ve sempati duyuyorduk. Böyle bir harekete baştan beri katılmaları, öncülük etmeleri, Önderliğin en üst düzeyde yoldaşları olmaları hepimizi çok etkilemişti. Bizim Önderliğe yaklaşımlarımız farklıydı. Önderliğin yarattığı etki ve güç tabii ki farklıydı. Ama bu arkadaşların da çok özgün bir yeri vardı bizim yanımızda. Tartışmalarda hep örnek veriyorduk. Bu arkadaşların hareket içerisinde olmalarını, öncü kadro olmalarını her konuşmamızda belirtiyorduk.
İlkel-milliyetçilikle mücadele eden bizdik. O temelde aslında geliştik
Bize farklı yaklaşan gruplar vardı. Sosyal şoven ve inkârcı gruplar bizi herşeyle suçluyorlardı. Milliyetçilikle de suçluyorlardı. En çok ilkel-milliyetçilikle mücadele eden bizdik. O temel üzerinde aslında geliştik. Bu kadar net bir ideoloji yaklaşımımız vardı ama belli suçlamalar hep oldu. Bu açıdan arkadaşları hep örnek veriyorduk. Haki arkadaşın şahadeti zor oldu. Sterka Sor adlı bir ajan-provokatör örgütü tarafından gerçekleştirilmesi bize çok daha ağır gelmişti. Bütün arkadaşlarda etki yaratmıştı. Ve ben kendim de ilk afişlerini gördüğümde ağlamıştım. Afişlerin sözleri çok önemliydi tabii ki. Sloganlar vardı, çok çarpıcıydı. O afişler gelip kampüste gören herkesi etkiliyordu, düşündürüyordu. Bbiz o zaman İzmir’deydik ama genel olarak bütün arkadaşlarda devrimci intikam alma, bunu karşılıksız bırakmama, bu konuda bu katliamı ve şahadeti geliştiren ajan-provokatör güçlere karşı mücadelede kararlılık var. Önderliğin yaklaşımı çok farklıydı. Örgüt yaratmayı esas alıyor.
Haki arkadaş hem Kürt halkıiçin hem de Türk halkı için önemliydi
Ama düşmanın bu yönelimini göz ardı etmeden, bunu çözerek ve değerlendirerek, bunun ne anlama geldiğini ortaya koyarak, kavratmaya çalışarak yapıyordu. Daha sabırlı, soğukkanlı, bilimsel ve uzun vadeli bir yaklaşım var. Bizdeki yaklaşım ise daha duygusal ve doğal bir tepkiydi. Haki arkadaşın seçilmesi çok önemliydi. Haki arkadaş hem Kürt halkı için hem de Türk halkı için önemliydi. İki halkın mücadelesini birleştiren, istemlerini, özlemlerini birleştiren bir temsil gücü vardı. Bu açıdan o temsile yönelme, Önderliğin en yakın yoldaşlığına yönelme bir tehlike olarak algılanıyordu. Ve buna karşı daha ciddi mücadele etmeyi getirdi. Önderliğin yaklaşımı belirleyici oldu ve Kürdistan’da örgüt yaratıldı.
İdeolojik mücadele veriyorduk, farklı bir mücadele yoktu
Hareketimiz kısa bir sürede politik bir güç haline geldi. 75, 76, 77’ye doğru gençlik hareketini aştı. İlk dönemde daha çok öğrenci gençlik üzerinde etki yapmıştı. Girdiğimiz bütün alanlarda, okullarda nitelikli ve militan gençlik etkilenmişti. Okulların çehresi ve anlamı değişti. Bahsettiğim öğretmen okulu vardı. Öğretmen okulunda daha önce hem faşistler vardı hem de Türk solunun etkin olduğu bir okuldu. Fakat kısa sürede faşistler terk etti, bir mücadele gelişti. Bu tür odaklar engelliyordu. Onun dışında sosyal şoven gruplar vardı. Yani inkârcı yaklaşıyorlardı. Her adımda karşımızda onlar vardı. Engelleniyorduk. Propaganda, ajitasyondu, düşünceleri yayma mücadelesiydi. İdeolojik mücadele veriyorduk, farklı bir mücadele yoktu. Ama bunun karşısında bir engel vardı. Sürekli inkârcılık dayatılıyordu.
KUK’un yoğun saldırıları vardı, bizimle ilişkide olan yurtsever kesimlere yöneldiler
Bizim kendimizi ifade etmemiz, yansıtmamız engelleniyordu. Bu engelleme doğal olarak ideolojik bir çatışmayı yaratıyordu. Aydın Gül arkadaşın vurulmasından sonra şiddet gündeme geldi. Bunu biz yaratmadık, bu bize dayatıldı aslında. Biz buna karşın ideolojik-politik mücadele ve devrimci şiddeti esas alıyorduk. Kendimizi korumak amacıyla... Aslında meşru savunma bu hareketin baştan beri esas aldığı bir mücadele yönetimiydi. Hemen hemen sol grupların birçoğu da bizimle bu yönlü ideolojik çatışmaya, giderek şiddeti içeren çatışmalara, saldırılara girdi. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar vardı. Bunların da yaklaşımıydı. Bunlar içinde en belirgin olarak KUK öne çıktı. Daha çok Mardin yöresinde KUK’un yoğun saldırıları oldu. Bizimle ilişkide olan yurtsever kesimlere yöneldiler. İlk kurşunu bize sıktılar aslında. Bunlar belgelidir.
Mücadelemiz kitleyi bilinçlendiriyordu, her kesimi sarstı aslında
Diğer tarafta Hilvan-Siverek ve Batman’da Bucaklar, Süleymancılar ve Raman aşiretleri vardı. Kürdistan’daki gerici feodal-aşiretçi yapının saldırıları vardı. Çünkü mücadelemiz kitleyi bilinçlendiriyordu. Her kesimi sarstı aslında. Her kesimin çıkarına dokundu. Bizim bir bütün olarak sistemi eleştiren bir ideolojimiz vardı. Sistemin oluşturduğu bütün yapıya yönelik bir eleştiriyle çıktık hareket olarak. O açıdan hepsi de karşımızdaydı aslında. Elazığ ve Bingöl’de faşist odaklar vardı. Kürt ilkel milliyetçi gruplar dışında onların saldırıları vardı. Ona karşı bizim mücadelemiz vardı.
Sosyal şoven, ilkel-milliyetçiliğe karşı mücadelemiz gündeme geldi
Sterka Sor, ajan-provokatör bir örgüt olarak Partimiz tarafında deşifre olunca Tekoşin adı altında örgütlendiler. Bazı yönlendirici kadroları Dersim’dendi. Tekoşin’in de kısa sürede Kürtlükle bir ilgisi olmadığını, Kürdistan halkının davasıyla bir ilgisi olmadığını, tamamen bize karşı örgütlendirilmiş bir saldırı grubu olduğu açığa çıktı. Çünkü saldırıyla başladılar. Hem ideolojik hem de fiziki olarak saldırıyla başladılar. Arkalarında devletin kurumları vardı. Bu çok netti. Çoğu zaman polisle birlikte bize saldırılıyordu. Bunlar böyle açık yönelimlerdi. Tabii bu konuda bizim hem feodal-aşiretçi yapıya karşı, hem sosyal şoven ilkel-milliyetçiliğe karşı mücadelemiz gündeme geldi. Her yerde bu konuda bizim de etkin bir mücadelemiz vardı. Topyekûn saldırıya karşı bizim hareket olarak kendi varlığımızı koruma gibi bir sorunumuz vardı. Bunun yöntemlerini de yoğun olarak tartışıyorduk. Önderlik bu konuda kitleyi ve halkı esas alan bir mücadele tarzını hep önümüze koydu.
Türk solundan katılanlar oldu bize, bir de KUK’tan bir grup gelmişti
Elazığ’da faşist odaklara karşı mücadele, faşistler içindeki kesimleri de etkilemişti. Bunlar MHP’nin örgütlediği Kürtlerdi. Bizim mücadelemizle birlikte bunlar da etkilenmişti. Yani bunların içinde de bir kopuş oldu. 70’in üzerinde bir grup kopmuştu. Hatta Türkeş’in katıldığı bir Kongre vardı. O Kongre içinde de bir tavır ve tutum takınılıyordu. Bu her kesimi etkiliyordu. Türk solundan katılanlar oldu bize. Bir de KUK’tan bir grup gelmişti. Merkez düzeyinde de kopuşlar olmuştu. Çözülüşler vardı. Önceki yapılar çözülüyordu. Bu çözülüş bizim mücadelemizle birlikte oluyordu. Bu konuda bunun sonuçlarını değerlendirmek önemliydi.
Yoğunlaşmamızı Elazığ’da bir grup arkadaş ile yaptık. Sonra Kongre’ye gidildi
78’de Program taslağı dağıtıldı. O zaman biz Elazığ’daydık. Program taslağını okuyup yoğunlaşmamız gerekiyordu, o belirtildi. Bunun farklı bir çalışmaya bizi götüreceğini tahmin ediyorduk. Çok geniş bir arkadaş yapısına yansıtılmadı. Belli bir grup arkadaş taslağı okuyordu. Tabii bunun yanında diğer ülkelerdeki Partilerin ve devrimlerin tarihi inceleniyordu. Rusya’daki Ekim Devrimi, Bolşevik Parti Tarihi, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Tarihi, Vietnam İşçi Partisi Tarihi ve Afrika’da devrimlerini gerçekleştirmiş ülkelerin tarihleriyle ilgili kitaplar da ek olarak okunuyor ve inceleniyordu. Nasıl bir Parti? Oradaki Partiler nasıl kurulmuş? Bunların tartışması ve yoğunlaşması vardı. Biz bu yoğunlaşmayı Elazığ’da bir grup arkadaş ile yapabildik. Onun sonrasında Kongre’ye gidildi.
Hilvan-Siverek’te kitlesel bir potansiyelimiz gelişiyordu
78’e gelindiğinde Dersim’de önemli bir potansiyel ortaya çıkmıştı. Hareket genişlemişti, kitleselleşmişti. Hemen hemen bütün okullarla, gençliğin bulunduğu alanlarla, halkla ve esnafla ilişkiler geliştirilmişti. Daha önce diğer sol grupların belli ilişki alan ve merkezleri vardı. Hatta Alevi kesimlerini kapsayan çalışmalar vardı. Her kesime ulaşıldı. Antep’te önemli bir potansiyel vardı. Yine Hilvan-Siverek’te kitlesel bir potansiyelimiz gelişiyordu. Bingöl’de önemli bir kadro potansiyeli vardı. Denile bilir ki 77’yle birlikte bir kabarış oldu. 78’de de kitlesellik daha çok gelişmişti. Sorun daha çok güvenlik sorunuydu. Ben o tartışmaları bilemiyorum ama delege seçimi ve sayısı arkadaşlar tarafından belirlenmişti.
Hareket neyi emrediyorsa onu yapma istemi vardı
Aslında eğer güvenlik sorunu olmasaydı çok sayıda arkadaş katılabilirdi. O açıdan bölgeleri temsil eden bazı arkadaşlar gelmişti. 23 veya 24 kişilik bir gruptuk. Elazığ’dan Cuma arkadaş, Hüseyin Topgider ve ben delege olarak gittik. Tabii büyük bir heyecan vardı. Hareket neyi emrediyorsa onu yapma istemi vardı. Kadro şekillenmesi ve göreve yaklaşması böyleydi. Ne dense o yapılıyordu. Ona ruhen hazırlık vardı. Kürdistan devrimciliğinde, devrimcilerinde işe hazır olmama yoktu. Belki kişilikler ayrıldı, kopanlar ve göğüslemeyenler oldu, bunlar ayrı ama bu işe karar vermiş yürüyen arkadaşlarda gerçekten genel bir karakterdi. Önderliğin yarattığı bir karakterdi. Hiç kimse ben hazır değilim, acaba nereye gidiyorum, yapabilecek miyim böyle çok değişik kaygılara gidilmiyordu…
Haruna aşiretinden olan Cesur arkadaş Şêwê köyünde dünyaya gelir. Harunî aşireti Gabar’ın güneybatısına düşen bölgede yaşamlarını devam ettirirler. Haruna aşiretinin yarısı yurtsever, devrime birçok hizmette bulunmuş, birçok evladını gerillaya katmış, işkencelerden geçmiş ve köyleri boşaltılarak sürgünlere zorlanmış, diğer yarısı da Biho Axa öncülüğünde koruculuğu kabul ederek Kürt özgürlük mücadelesine karşı savaşmakla yetinmeyip birçok arkadaşımızın kanına elleri bulaşmıştır. Halk üzerinde de büyük baskılar yapıp özgürlük hareketinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Haruna aşireti Base, yani Güçlükonak ve çevre köylerinde yaşamaktadırlar.
İşte Cesur arkadaş böyle bir çevrede dünyaya gelir. Aşiretin yurtsever olan parçasındandır. Yurtseverliği ve ihaneti görerek büyür. Büyüdükçe de çelişkileri fark eder. Daha 1984 yılında devrimin ilk kıvılcımları yanı başlarındaki Gabar’da çakar. Önderliğin bin bir emekle geliştirdiği gerillaların mücadelesini görür. Birçok defa gerillalar onların köyüne gider. Aşiretin diğer parçasının gerillaya karşı düşmanlıklarını görür. Cesur arkadaş doğru yolu bulmak için arayışlara girer ve 1991’lerde gerillaya katılmaya karar verir.
Çok uzun yıllar Botan’da,Gabar’da kalır. Birçok eyleme katılır. Bu eylemlerde birçok defa yaralanır. Cesur arkadaşın yaralarını görenler kesinlikle gerillada kalmaması gerektiğini dile getirmiştir. Şahsen ben bunu dillendirenlerdenim. Fakat Cesur arkadaş Önder APO’dan aldığı bilinç ve düşünceyi fiziğe hâkim kılmış iradeli bir arkadaştı. Ben ilk olarak Cesur arkadaşı 2012 yılının mayıs ayında gördüm ve bu vesileyle de tanıştık. O süreçte Ş. Rüstem Bölge sorumlusuydu. Ama tanışmadan önce de adını çokça duymuştum.
Gabar halkı Gabar’ın kalelerinden de anlaşıldığı üzere kendilerini her türlü saldırıya karşı koruyacak tedbirlere ve kendi kendisini idare edebilecek üretkenliğe de sahiptir. Mükemmel coğrafyasıyla, toprağının verimli ve zengin olmasıyla, insanının saf, dürüst, emekçi, fedakâr ve cesur olmasıyla Gabar uzun süreli bir savaş yürütmek için ideale yakın bir konum arz etmektedir. Zira Gabar gerilla eylemleri için en uygun coğrafya olmakla birlikte, vur-kaç taktiğinin en sonuç alıcı bir şekilde uygulanmasına da elverişlidir. Nitekim Kürtler ta tarihin başlangıcından bu yana sürekli istilacı ve sömürgeci uygulamalara maruz kalmış bir halk olduğundan dolayı bu tür taktikleri her zaman kullanmışlardır. Nicel olarak aralarındaki farkı kapatabilmek için küçük çaplı gücün büyük çaplı güçle savaş tarzı ancak böyle bir taktikle mümkün olabilmekte ve açığa çıkan boşluk ve fırsatları değerlendirme temelinde başarı sağlanabilmektedir. Bu nedenle vur-kaç taktiği büyük güçle dengede veya eşit olmanın yolunu oluşturan bir taktiktir.
Cesur arkadaşı ilk gördüğümde örgütsel durum, savaşın gidişatı ve yapılması gerekenler ile Önderliğin durumu ve üzerindeki ağır tecrit koşulları çerçevesinde tartışmalarımız olmuştu. Ayrıca bu sohbet ve tartışmalarımızda Cesur arkadaş kendi durumuna ilişkin olarak her fırsatta eylemlere katılma istemini de dile getirmişti. Öyle öneriler sunuyor ve eylem planları yapıyordu ki ben“Cesur sen delisin” diyordum. Hatta yanından ayrılırken Cesur arkadaşı yakından tanıyan arkadaşlara da “Acaba deli mi değil mi?” diye sormuştum. Fakat zamanla kendini o temelde hazırladığını ve kilitlediğini anladım. Tüm yoğunlaşmaları Devrimci Halk Savaşı hamlesi üzerineydi. Bu hamleye aktif bir şekilde katılmak ve pratiğe geçmek için sabırsızlanıyordu. Bunun en temel nedeni tabii ki düşmanın Önderlik üzerinde geliştirdiği ağır tecrit ve izolasyon, hareketimiz ile Önderlik arasındaki ilişkileri koparmaya çalışması ve 10 bin Kürt siyasetçiyi cezaevlerine doldurmasıydı. Yanı sıra sömürgeci rejimin gerillaya topyekûn savaş ilan edip Tamil gerillaları gibi imha etmeyi amaçlaması da hamlenin güçlü bir şekilde geliştirilmesini şart kılıyordu. Nitekim Önder APO ve özgürlük hareketimiz tüm bu saldırılara karşı büyük bir direniş temelinde Devrimci Halk Savaşı ile Demokratik Özerkliği kuracağını planlamış ve tüm dünyaya deklare etmişti.
Cesur arkadaşın da yoğunlaşmaları sürekli olarak eylem planları yapma ve bu temelde bu direnişi zaferle sonuçlandırma üzerineydi. Hatta bu çerçevede bir anıyı da anlatmak isterim. Bir grup arkadaşla birlikte Qurek Tepesi’nin keşfine gitmiştik. Gittiğimiz yer zozanlık ve rut (çıplak) bir yer olduğundan dolayı kendimizi helizlekamufle etmiştik. Öyle kamufle etmiştik ki uzaktan bakıldığında insan ot sanırdı. Üstelik bazı yerleri sürünerek, bazı yerlerde ise kaz yürüyüşüyle geçiyorduk. Cesur arkadaş ise askeri kefiyeyi omzuna atmıştı ve kefiyeyi kamuflaj malzemesi olarak kullanıyordu. Zaten o kadar çok yaralanmıştı ki ne sürünebiliyor ne de kaz yürüyüşü yapabiliyordu. Eğer o zozanlık arazide görüntü vermiş olsaydık kesinlikle tankların, topların atışları sonucunda kayıp verebilirdik.
Tehlikeli yerlerden geçtiğimizde Cesur arkadaş sürekli olarak “Benim kamuflajım nasıldı?” diye soruyordu. Tabii bu söze Cesur arkadaş da dâhil hepimiz güldük. Cesur arkadaş “Ne oldu, neden güldünüz?” diye sorduğunda ise ben “Senin kamuflajın keklik kamuflajıdır”şeklinde cevap verdim. Dılxwaz arkadaş “Çok iyi bir kamufle” diyerek Cesur arkadaşa takılmış, Harun arkadaş da “Ne kamuflajı, böyle kamuflaj mı olur?’ diye çıkışmıştı. Sonunda Cesur arkadaş kamuflajının iyi olmadığını anlamış “Gelecek sefer daha iyisini yaparım” dedikten sonra keşif sonuçları ile ilgili tartışma yürütmüştük. Ortak bir düşünceye ulaşıp üste aktarmamız gerekiyordu fakat biz ortaklaşamamıştık. Zaten keşfini yaptığımız yer boştu.
Buna rağmen Cesur arkadaşın kafasında bazı planlar vardı. Eriş karakolu üzerine de bazı planlar yapmıştı. Cesur arkadaşta yok diye, olmaz diye bir şey yoktu. Her zaman olur, yaparım ve yapabiliriz vardı. Buna rağmen biz ortak bir düşünceye, fikre varamadan noktaya geldik. Yolda Cesur arkadaşın yaptığı kamuflaja ilişkin şakalar yapıyor, ona takılıyorduk. Hatta noktada bile Cesur arkadaş eylem yapalım dedikten sonra bizden ayrılmıştı.
Ayrıca Cesur arkadaş o kadar temiz duygulara sahipti ki her şeyi kaygısızca söylerdi. Ne zaman doğal toplum üzerine eğitim görülse veya o dönemin insanlarından söz edilse aklıma Cesur arkadaş gelir. Kimi zaman Cesur arkadaşın dünyaya geç geldiğini düşünür, doğal toplum döneminde yaşaması gerektiği kanaatine varırdım. O kadar temiz, dürüst, var olanı paylaşan, samimi ve sürekli toplum için olan bir arkadaştı.
İlişkilerinde genel olan ve ayrım gözetmeyen, karşısındakini güçlendirmeyi ve özgüveni geliştirmeyi esas alan bir yaklaşıma sahipti. Bunun yanında yapıcı olmaya çalışır, bölge gücünün gündemini doğru belirler ve bu temelde eğitim çalışmalarını yürütürdü. Yeni gelen arkadaşları sıcak karşılar, onlarla ilgilenir ve eğitirdi. Arkadaşların sorunlarını çözmek için önce dinler, sorunu anlamaya çalışır ve çözme yöntemini bulana kadar da durmazdı.
Cesur arkadaş sürekli yanında radyo bulundurur, tüm gelişmeleri takip eder ve arkadaşlarla da paylaşırdı.
Önerdiği eylem planlarından da ne kadar cesaretli olduğu anlaşılıyordu. Eylemlere katılmak için sürekli olarak kendisini önerirdi. Düşmanın zayıf noktaları ve aynı zamanda coğrafyanın ayrıntıları üzerinde sürekli yoğunlaşırdı. Örneğin Erdal arkadaşla Çîyareş alanında bulunan Şîker Tepesi’nde öyle bir yerde konumlanmıştı ki biz o yeri gördüğümüzde nasıl burada kaldığına şaşırmıştık. En son Karataş Karakol eylemine katılmak için gösterdiği tavır da her şeyi açıkça ortaya koyuyordu.
Karataş karakol eyleminden önce hareketimiz Oramar karakolu için kapsamlı bir eylem planlamıştı. Eyleme gidileceği gece saldırı grubu komutanlarının anlayış bazında yaşadıkları sakatlıklardan ve Oramar arazisinin sarp olmasından kaynaklı bazı sorunlar çıkmış olmasına rağmen, eylem planlamasına göre Cesur arkadaş yerini almıştı. Herkesten önce yerini gider ve eylem saatini beklerdi. Zaten Oramar eylemi deşifre olduktan sonra tüm arkadaşlar yaşamda Cesur arkadaşın yaklaşımlarını tartışıyordu.
Karataş karakoluna dönük yapılacak eylemin hazırlıkları yapıldığı süreçte Cesur arkadaş Oramar eylemi için Avaşin Eyaleti’ndeydi. Tüm hazırlıklar bittikten sonra Avaşin Eyaleti’nde olan gücümüz geri gelmiş, tam da eylem için düzenlemeler yapılırken Cesur arkadaş hiç kimseye söylemeden ve izin almadan eylem gruplarının yanına gitmişti. Salt eyleme girmek için kendisini dayatmakla kalmayıp, herkesi tehdit eder bir tarzda kararlılığını ve iddia düzeyini ortaya koyarak eyleme kesinlikle katılması gerektiğini söylemişti. Oysa C. arkadaş Cesur arkadaşın eyleme katılmaması için yönetimi uyarmış, S. arkadaş da eyleme katılmaması için çok yoğun bir çaba sarf etmişti.Eyalet yönetiminin de bu uğraşı vermesine rağmen hiç kimse Cesur arkadaşı ikna etmeyi başaramadı. Bu durum üzerine H. arkadaşla yerleri değiştirilerek saldırıda kol komutanı olarak eyleme katıldı.
2012 yılı biterken düşman Amed’de 10 arkadaşı şehit düşürmüştü ve bu arkadaşlar içerisinde Amed Eyalet Komutanı olan Numan arkadaş da yer alıyordu. Eylemin amacı da bu arkadaşların intikamını almaktı. Bunun yanında 2012 yılında yarım kalan hamleyi tamamlamak üzere, 2013 yılının ilk aylarından başlayarak, mücadeleyi zafere kadar götüreceğimizi dost düşman herkese gösterme temelinde ne kadar ısrarlı ve kararlı olduğumuzun mesajını vermekti.
Bu eylem için çok emek verilmiş ve hazırlıklar yapılmıştı. Çok yoğun tartışmalar sonucunda sıra uygulamaya gelmişti. Planlamaya göre 7 Ocak 2013’te saat gece 8’de eylem başlayacaktı. Sisli ve yağışlı bir havaydı. Uygulama aşamasında sadece Cesur arkadaş ve grubu sızma yaparak yerlerini almaya gitmişlerdi. Diğer gruplar gereken kurallara uymamış ve disiplinli davranmamışlardı. Bu nedenle yapılan hatalar sonucu eylem belirlenen saatten yaklaşık bir buçuk saat önce başlamıştı.
Daha Cesur arkadaş ve grubu yerlerini tam olarak alamadan eylem deşifre olmuştu. Eylem inisiyatifimizde olmamasına rağmen ilk başlardaki gidişat olumluydu. Fakat eylem istenilen düzeyde gelişmediğinden, hazır olmamasına rağmen Cesur arkadaş ve grubu saldırıya geçmişti. Bir bütün olarak ‘iyi bir eylemdi’ denilse bile, geri çekilmede 2 yaralı arkadaşı eylem yerinde bırakmamak için tam 10 arkadaş şehit düşmüş ve eylem ters dönmüştü. Bu grubun sorumlusu Cesur arkadaştı. İyi örgütlendirilmiş olsa belki de bu kadar arkadaş şehit düşmeyebilirdi. Fakat kimi hatalar sonucunda ağır bedeller vermemize rağmen ne pahasına olursa olsun yaralı arkadaşları bırakmadığımız bu eylemle de ispatlanmış oluyordu.
Yoldaşlık ruhu ve bağının her şeyin üstünde olduğunu Cesur arkadaş pratiğiyle ortaya koymuş ve 2 arkadaşını kurtarmak için gözünü kırpmadan kendisini feda etmişti. Cesur arkadaş yoldaşlığa bağlılığını hayatıyla, duruşuyla ispatladı. Ben de Cesur arkadaşın yoldaşlığa bağlılığını esas alıp sonuna kadar bu bağlılığın gereklerini yerine getirme temelinde sürekli olarak mücadeleyi yükselteceğimi belirtiyorum. Nitekim Cesur arkadaşın 7 Ocak 2013’te şehadete ulaşması her ne kadar bizleri üzse de halkımızın onur ve özgürlük mücadelesini de yükseltmiştir.
Mücadele Yoldaşı
Ali Pılıng
Türk Ordusu, HPG gerillalarına karşı yürüttüğü savaşta savaş hukuku, kural ve kaidelerini tanımadığı gibi savaş yiğitliğine ve cesaretine de sahip değil.
Aynı şekilde Türk medyasının da basın etiği ve kuralına göre izlediği bir yayın çizgisi yok. Siyaseti de böyle.
Bir şairin dediği gibi “teke tek dövüşte yenemedikleri” gerillaları kimyasal silahlarla katlederken, “o katliam emrini veren terörist öldürüldü” gibi manşetleri atmayı en kutsal görev bilen medya.
Wan Eyalet Komutanı Mehmet Kaplan (Mehmet Goyi) yaşamını yitirdiğinde, 2008 yılında Amed’dehava pilotlarına yönelik bir eylemin sorumlusu diye manşetler atılmıştı. Oysa Mehmet Goyi eylemin yapıldığı tarihte Amed’de değildi. 2004 yılından sonra Amed’e hiç uğramadı.
HPG Askeri Konsey Üyesi, Amed Eyalet Komutanı Numan Amed’in (Ertem Karabulut) şehadetinde de aynı özel savaş propagandasına başvurdular. Numan Amed, 2006 yılında Amed’de olmadığı halde, üstelik Türk İntikam Tugayı’nın açıktan yaptığı, kendi internet sitesinde üstlendiği, bombalama emrini verenin Türk subayı olduğu mahkeme tutanaklarına girmesine rağmen, Amed Koşuyolu katliamının bile Numan Amed’in talimatıyla yapıldığına dair yalan haber yaptılar.
Onlar HPG gerillalarını her ne kadar duygusuz, katliamcı, cani, vahşi, canavar göstermeye çalışsalar da aslında kendilerini ifade ediyorlar.
Numan Amed gibi HPG komutanlarının ne kadar insancıl, ne kadar duygu inceliğine sahip ve bir o kadar fedai ruhlu PKK militanları olduğunu da çok iyi biliyorlar.
Numan Amed’in “normal insanlar Kürdistan’da gerilla olamaz, ancak normal insan olmayı aşanlar gerillacılık yapabilir” sözünden daha iyi gerillayı tanımlayan bir ifade olabilir mi acaba?
O, özü itibarıyla gerillayı böyle tanımlarken, ben de çok kısa ve öz olarak Numan Amed’i şöyle tanımlayabilirim: Kürdistan halkının zarafet dolu, servi boylu, yakışıklı, güler yüzlü, sempatik ve içli sohbetiyle çekim merkezi olan ender gerilla komutanlarından biriydi Numan. Gerilla elbisesi içinde heybetli bir duruşu vardı. İki üç defa kendisiyle röportaj yaptığım için tanışıklığımız vardı. Kendisini iyi tanırdım.
Onu anlatmak için yazılacak çok şey var ama bunun yerine 2007 yılında Amed’e gitmeden önce Kürtçe verdiği röportajından bazı bölümleri buraya aktarmak istiyorum. Numan Amed kimdir, yaşamını yitirene kadar nasıl yaşadı, Kürdistan dağlarını neden mesken tuttu, gerillayı nasıl tanımlıyordu, Numan Amed’in 20 yıllık gerilla mücadelesini, kendi sözleriyle okuyun istedim. Onu kendisinin anlatımlarıyla tanıyın istedim.
KENDİ ANLATIMLARIYLA NUMAN AMED
“Adım Numan Amed. 1973 Bismil doğumluyum. Ekonomik olarak orta halli, sosyal olarak köylü bir ailede şekillendim. Ailenin ikinci çocuğuyum. Aile kalabalıktır. 11 kişiydi. Kişiliğim ailede şekillendi. Bir yaştan sonra toplumun da etkisi belirleyici oluyor. Kendi halinde biri olarak büyüdüm. Benden büyük ağabeyim Kürdistan dışına çıktığı için ailede en büyük çocuk olarak ben öne çıkıyordum. Bu nedenle tutuluyor, güveniliyordum. Herhalde deniyordu ki okuyacak, memur olacak! Ben ise buna fazla istekli değildim. Liseyi bitirdim, isteseydim daha da devam edebilirdim ama etmedim.
Ortaokulda Kürtlükle tanıştım. O dönemler Kürt toplumu açısından mücadelenin zirveleştiği bir dönemdi. Gençlik ve serhildan örgütlenmelerinde yer aldım. 90’lar sonrası serhildanlar ve şehadetler PKK’ye katılmamda etkili oldu.
1993 yılının başında üç arkadaşla birlikte Amed Eyaleti’nde gerilla saflarına katıldım. Gerilla zorluklarını da hesapladım. Hatta kendimi denedim de, yapabilir miyim diye.
Dörtlerin gecesini okumuştum. Oradaki fedailik, iradi duruş çok etkileyiciydi. Acaba bu iradi duruşu sergileyebilir miyim diye kendi kendime sorarak bu kararla katıldım. Duygusal değil, bilinçli bir katılımdı.
Amed’in tüm bölgelerinde kaldım. 96 sonbaharında Önderlik sahasına gittim. 2 devre Önderlik eğitimi gördüm. 97 sonbaharında da tekrar Amed eyaletine yöneldim. 99 geri çekilme sürecinden sonra Güney’e geçtim. Güney’in hemen hemen tüm alanlarında kaldım.
En çok 94 yılında zorlandım. Düşman topyekûn saldırıya geçti. Amed’de köyler yakıldı. İnsanlar katliamdan geçirildi, ama düşman istediğini yapamadı. Gerilla saldırılara karşı kendisini koruyabildi, direnebildi, savaşabildi. Hemen hemen her günümüz çatışma ya da eylemdi.
NE SÖYLEDİKLERİ DEĞİL NASIL YAŞADIKLARI BENİ ETKİLEDİ
Benim de en aktif, pratik ve girişken olduğum yıldı 1994. Savaşan arkadaşların cesareti bana örnek oldu. Önderlik diyor ya; ‘Ne söylediğinden çok nasıl yaşadığın önemli,’ işte benim için de öyle oldu. Yaklaşımlar, maneviyat güç oldu.
Bu biçimiyle Önderlik sahasına gittim. Önderlikle buluşma her PKK militanının istemi, hayali oluyor. Bunu duyunca uçar gibi oldum. Şaşırdım, çok sevindim. Başta heyecanlandık. Heyecanımız hemen geçti. Önderlik davranışıyla, üslubuyla insanı rahatlatıyor. Önderlikten ayrılmak zordu. Önderlikle vedalaştım. Hemen ardından beni tekrar çağırdı, bana dedi ki, ‘Kolay ölmeyeceksin!’ O sözü vermek biraz zordu, savaş gerçekliği var. Ama Önderliğe söz verdim; ‘Başkanım kolay ölmeyeceğim.’ dedim.
Normal insanlar çetin mücadele gerçekliğine katlanamaz. Psikolojik ağırlığı var. Düşünsel ağırlığı var. Fiziksel zorluğu var. Normal bir insan kaldıramaz. Normali aşmış insanlar ancak bunu başarabilir.
Sen savaşıyorsun nihayetinde, savaş kadar ciddi bir mücadele yoktur. Bir gerilla olarak bunu yapıyorsun. Gerillacılığı tanımak başlı başına bir sorundur. Bizim gibi imkânları sınırlı olan bir toplumun ayakta kalabilmesi, başarabilmesi herkesin başaramayacağı bir durum oluyor. Teorik olarak bakıldığında rahat gelebilir. Pratik olarak savaşın içine girildiğinde çok farklı oluyor. Savaşın gerçekliğine göre katılmak güç istiyor. İrade istiyor. Yüksek bir kabiliyet istiyor. Dağda yaşamak bile başlı başına bir mücadeledir.
HEDEFSİZ YAŞANMAZ, GERİLLA NE İÇİN MÜCADELE ETTİĞİNİ BİLİYOR
Tüm bunlara ancak kendisini feda etmekte karar kılan bir insan güç getirebilir. Dağa anlam yükleyeceksin. Yürüttüğün mücadeleye anlam yükleyeceksin. Savaşa anlam yükleyeceksin. Anlam yükleyeceksin ki, onunla bir olacaksın. Anlam yükledikçe güçlü oluyorsun. Amaçsız, hedefsiz olmaz.
Gerilla kendisini adıyor. Bir yere bağlanıyor. Bir yere kenetleniyor. Ne için mücadele ettiğini biliyor. Ne için feragat ettiğini biliyor. Amaca bağlılık, senin her türlü zorluğun üstesinden gelmen için güç kazandırıyor.
BİZDE HERŞEY GEREKTİĞİ KADARDIR
Çetin savaş koşullarında amaçsız, hedefsiz yaşamak zordur. Hangi amaç için yaptığını bilmezsen, yapamazsın. Yaşamını bir çizgi temelinde örgütlemezsen, seni duygusuzlaştırır. Biz dağa çok farklı bakıyoruz. Bizim dağa yüklediğimiz anlam farklıdır. Dağlar bizim için özgürlük alanlarıdır. Bizim için mücadele sığınağıdır. Hem kendini korumanın, kendini geliştirmenin hem de doğru mücadele için kendini örgütleme alanlarıdır. Bu anlamda bizim dağa yaklaşımımız farklıdır. Dağı bu anlamda severiz. Gerillacılık bu anlamda güzeldir.
Bizde her şey gerektiği kadardır. Bizde hiçbir şeyin aşırısı olmaz. Önderliğin felsefesi böyledir. Bir hedefe ulaşma temelindedir. Dağa yaklaşımımız da, savaşa yaklaşımımız da böyledir. Bu, PKK militanlığının farkıdır. Apocu militanlığın farkıdır.
PKK militanlığı hiçbir militanlığa benzemez. Apoculuk yeniden insanı yaratma işidir. Aslında bütün insanlığı ilgilendiren felsefik bakış açısıdır.
Apocu militanlığın sorumluluğu ağırdır. Bu hedef seni dağda yaşatıyor. Hiçbir insan Apocu militan kadar kendisinden feragat edemez. Apocu militanlık en üst militanlık ölçüsünü yakalamaktır. Apocu militanlığın binlerce örneği var. Yaşayan örnekleri var.
PKK’nin bir militanı olmaktan gurur duymak gerekiyor.
Savaş gerçekliği, daha fazla savaş içinde öğrenilir. Buna göre savaşı tanımış olur. Düşmanın gerçekliği öğreniliyor. Düşman halkımıza nasıl saldırıyor. Gerillaya nasıl saldırıyor. Bunlar öğreniliyor. Bu bir gerçeklik. Acımasız bir gerçeklik.
Burada bir dengesizlik var tabii. Savaş gerçekliğimizde öyle bir durum var. Bizim karşımızda büyük bir ordu var. Hatta bir ordu değil, daha farklı güçler de var. Bizim gücümüz nicel olarak az, teknik açıdan da öyle.
BU İŞ YÜREĞİ BÜYÜK, BEYNİ BÜYÜK İNSANLARIN İŞİDİR
Hangi iradedir ki, bu güç adaletsizliği içinde kendini ayakta tutabiliyor? Hatta buna karşı duruyor. Buna karşı mücadele ediyor. Hangi iradedir? Bizim böyle bir savaş gerçekliğimiz var. Bu gerçeklik içerisinde olan savaşçılık anlayışımız var. Şimdi her yerde bu savaşçılık anlayışına rastlanabilir mi? Hayır.
Herkes buna güç getirebilir mi? Mümkün değil.
Düşmanın avantajları var. Bizim de avantajlarımız var. Amaca bağlılık önemlidir.
Bu iş beyni büyük, gerçekten yüreği büyük, cesareti büyük insanların işidir. Bu herkeste oluşmaz. Bu normal insanın işi olmaz. Apocu militanlığın, PKK militanlığının özellikleri oluyor bunlar. Bir insan salt ölmeye, öldürmeye gelir mi hiç? Bir amaç için olmazsa, bunu yapanlar çıkar mı? Çıkmaz.
Biz savaşıyoruz, başarılar elde ediyoruz. Düşman bundan korkuyor. Amaca bağlılığımızdan korkuyor. Yaşam anlayışımızdan korkuyor.
Önümüzde bir yolculuk var. Tekrardan uzun bir süreçten sonra Kuzey’e gideceğim. Çeşitli görev ve sorumluluklar bizi bekliyor. Örgütün güveni var. Benim de kendime güvenim var.
Bu yolculuğa çıkarken amaç nedir, tabii ki başarıdır. Benim amacım ve hedefim, bu
güvene layık olmak, bu görevin gereklerini layıkıyla yerine getirmektir.”
Türk Ordusu, HPG gerillalarına karşı yürüttüğü savaşta savaş hukuku, kural ve kaidelerini tanımadığı gibi savaş yiğitliğine ve cesaretine de sahip değil.
Aynı şekilde Türk medyasının da basın etiği ve kuralına göre izlediği bir yayın çizgisi yok. Siyaseti de böyle.
Bir şairin dediği gibi “teke tek dövüşte yenemedikleri” gerillaları kimyasal silahlarla katlederken, “o katliam emrini veren terörist öldürüldü” gibi manşetleri atmayı en kutsal görev bilen medya.
Wan Eyalet Komutanı Mehmet Kaplan (Mehmet Goyi) yaşamını yitirdiğinde, 2008 yılında Amed’dehava pilotlarına yönelik bir eylemin sorumlusu diye manşetler atılmıştı. Oysa Mehmet Goyi eylemin yapıldığı tarihte Amed’de değildi. 2004 yılından sonra Amed’e hiç uğramadı.
HPG Askeri Konsey Üyesi, Amed Eyalet Komutanı Numan Amed’in (Ertem Karabulut) şehadetinde de aynı özel savaş propagandasına başvurdular. Numan Amed, 2006 yılında Amed’de olmadığı halde, üstelik Türk İntikam Tugayı’nın açıktan yaptığı, kendi internet sitesinde üstlendiği, bombalama emrini verenin Türk subayı olduğu mahkeme tutanaklarına girmesine rağmen, Amed Koşuyolu katliamının bile Numan Amed’in talimatıyla yapıldığına dair yalan haber yaptılar.Onlar HPG gerillalarını her ne kadar duygusuz, katliamcı, cani, vahşi, canavar göstermeye çalışsalar da aslında kendilerini ifade ediyorlar.Numan Amed gibi HPG komutanlarının ne kadar insancıl, ne kadar duygu inceliğine sahip ve bir o kadar fedai ruhlu PKK militanları olduğunu da çok iyi biliyorlar.Numan Amed’in “normal insanlar Kürdistan’da gerilla olamaz, ancak normal insan olmayı aşanlar gerillacılık yapabilir” sözünden daha iyi gerillayı tanımlayan bir ifade olabilir mi acaba?O, özü itibarıyla gerillayı böyle tanımlarken, ben de çok kısa ve öz olarak Numan Amed’i şöyle tanımlayabilirim: Kürdistan halkının zarafet dolu, servi boylu, yakışıklı, güler yüzlü, sempatik ve içli sohbetiyle çekim merkezi olan ender gerilla komutanlarından biriydi Numan. Gerilla elbisesi içinde heybetli bir duruşu vardı. İki üç defa kendisiyle röportaj yaptığım için tanışıklığımız vardı. Kendisini iyi tanırdım.
Onu anlatmak için yazılacak çok şey var ama bunun yerine 2007 yılında Amed’e gitmeden önce Kürtçe verdiği röportajından bazı bölümleri buraya aktarmak istiyorum. Numan Amed kimdir, yaşamını yitirene kadar nasıl yaşadı, Kürdistan dağlarını neden mesken tuttu, gerillayı nasıl tanımlıyordu, Numan Amed’in 20 yıllık gerilla mücadelesini, kendi sözleriyle okuyun istedim. Onu kendisinin anlatımlarıyla tanıyın istedim.
KENDİ ANLATIMLARIYLA NUMAN AMED
“Adım Numan Amed. 1973 Bismil doğumluyum. Ekonomik olarak orta halli, sosyal olarak köylü bir ailede şekillendim. Ailenin ikinci çocuğuyum. Aile kalabalıktır. 11 kişiydi. Kişiliğim ailede şekillendi. Bir yaştan sonra toplumun da etkisi belirleyici oluyor. Kendi halinde biri olarak büyüdüm. Benden büyük ağabeyim Kürdistan dışına çıktığı için ailede en büyük çocuk olarak ben öne çıkıyordum. Bu nedenle tutuluyor, güveniliyordum. Herhalde deniyordu ki okuyacak, memur olacak! Ben ise buna fazla istekli değildim. Liseyi bitirdim, isteseydim daha da devam edebilirdim ama etmedim.Ortaokulda Kürtlükle tanıştım. O dönemler Kürt toplumu açısından mücadelenin zirveleştiği bir dönemdi. Gençlik ve serhildan örgütlenmelerinde yer aldım. 90’lar sonrası serhildanlar ve şehadetler PKK’ye katılmamda etkili oldu.
1993 yılının başında üç arkadaşla birlikte Amed Eyaleti’nde gerilla saflarına katıldım. Gerilla zorluklarını da hesapladım. Hatta kendimi denedim de, yapabilir miyim diye.Dörtlerin gecesini okumuştum. Oradaki fedailik, iradi duruş çok etkileyiciydi. Acaba bu iradi duruşu sergileyebilir miyim diye kendi kendime sorarak bu kararla katıldım. Duygusal değil, bilinçli bir katılımdı.Amed’in tüm bölgelerinde kaldım. 96 sonbaharında Önderlik sahasına gittim. 2 devre Önderlik eğitimi gördüm. 97 sonbaharında da tekrar Amed eyaletine yöneldim. 99 geri çekilme sürecinden sonra Güney’e geçtim. Güney’in hemen hemen tüm alanlarında kaldım.En çok 94 yılında zorlandım. Düşman topyekûn saldırıya geçti. Amed’de köyler yakıldı. İnsanlar katliamdan geçirildi, ama düşman istediğini yapamadı. Gerilla saldırılara karşı kendisini koruyabildi, direnebildi, savaşabildi. Hemen hemen her günümüz çatışma ya da eylemdi.
NE SÖYLEDİKLERİ DEĞİL NASIL YAŞADIKLARI BENİ ETKİLEDİ
Benim de en aktif, pratik ve girişken olduğum yıldı 1994. Savaşan arkadaşların cesareti bana örnek oldu. Önderlik diyor ya; ‘Ne söylediğinden çok nasıl yaşadığın önemli,’ işte benim için de öyle oldu. Yaklaşımlar, maneviyat güç oldu.Bu biçimiyle Önderlik sahasına gittim. Önderlikle buluşma her PKK militanının istemi, hayali oluyor. Bunu duyunca uçar gibi oldum. Şaşırdım, çok sevindim. Başta heyecanlandık. Heyecanımız hemen geçti. Önderlik davranışıyla, üslubuyla insanı rahatlatıyor. Önderlikten ayrılmak zordu. Önderlikle vedalaştım. Hemen ardından beni tekrar çağırdı, bana dedi ki, ‘Kolay ölmeyeceksin!’ O sözü vermek biraz zordu, savaş gerçekliği var. Ama Önderliğe söz verdim; ‘Başkanım kolay ölmeyeceğim.’ dedim.Normal insanlar çetin mücadele gerçekliğine katlanamaz. Psikolojik ağırlığı var. Düşünsel ağırlığı var. Fiziksel zorluğu var. Normal bir insan kaldıramaz. Normali aşmış insanlar ancak bunu başarabilir.Sen savaşıyorsun nihayetinde, savaş kadar ciddi bir mücadele yoktur. Bir gerilla olarak bunu yapıyorsun. Gerillacılığı tanımak başlı başına bir sorundur. Bizim gibi imkânları sınırlı olan bir toplumun ayakta kalabilmesi, başarabilmesi herkesin başaramayacağı bir durum oluyor. Teorik olarak bakıldığında rahat gelebilir. Pratik olarak savaşın içine girildiğinde çok farklı oluyor. Savaşın gerçekliğine göre katılmak güç istiyor. İrade istiyor. Yüksek bir kabiliyet istiyor. Dağda yaşamak bile başlı başına bir mücadeledir.
HEDEFSİZ YAŞANMAZ, GERİLLA NE İÇİN MÜCADELE ETTİĞİNİ BİLİYOR
Tüm bunlara ancak kendisini feda etmekte karar kılan bir insan güç getirebilir. Dağa anlam yükleyeceksin. Yürüttüğün mücadeleye anlam yükleyeceksin. Savaşa anlam yükleyeceksin. Anlam yükleyeceksin ki, onunla bir olacaksın. Anlam yükledikçe güçlü oluyorsun. Amaçsız, hedefsiz olmaz.Gerilla kendisini adıyor. Bir yere bağlanıyor. Bir yere kenetleniyor. Ne için mücadele ettiğini biliyor. Ne için feragat ettiğini biliyor. Amaca bağlılık, senin her türlü zorluğun üstesinden gelmen için güç kazandırıyor.
BİZDE HERŞEY GEREKTİĞİ KADARDIR
Çetin savaş koşullarında amaçsız, hedefsiz yaşamak zordur. Hangi amaç için yaptığını bilmezsen, yapamazsın. Yaşamını bir çizgi temelinde örgütlemezsen, seni duygusuzlaştırır. Biz dağa çok farklı bakıyoruz. Bizim dağa yüklediğimiz anlam farklıdır. Dağlar bizim için özgürlük alanlarıdır. Bizim için mücadele sığınağıdır. Hem kendini korumanın, kendini geliştirmenin hem de doğru mücadele için kendini örgütleme alanlarıdır. Bu anlamda bizim dağa yaklaşımımız farklıdır. Dağı bu anlamda severiz. Gerillacılık bu anlamda güzeldir.
Bizde her şey gerektiği kadardır. Bizde hiçbir şeyin aşırısı olmaz. Önderliğin felsefesi böyledir. Bir hedefe ulaşma temelindedir. Dağa yaklaşımımız da, savaşa yaklaşımımız da böyledir. Bu, PKK militanlığının farkıdır. Apocu militanlığın farkıdır.
PKK militanlığı hiçbir militanlığa benzemez. Apoculuk yeniden insanı yaratma işidir. Aslında bütün insanlığı ilgilendiren felsefik bakış açısıdır.
Apocu militanlığın sorumluluğu ağırdır. Bu hedef seni dağda yaşatıyor. Hiçbir insan Apocu militan kadar kendisinden feragat edemez. Apocu militanlık en üst militanlık ölçüsünü yakalamaktır. Apocu militanlığın binlerce örneği var. Yaşayan örnekleri var.
PKK’nin bir militanı olmaktan gurur duymak gerekiyor.
Savaş gerçekliği, daha fazla savaş içinde öğrenilir. Buna göre savaşı tanımış olur. Düşmanın gerçekliği öğreniliyor. Düşman halkımıza nasıl saldırıyor. Gerillaya nasıl saldırıyor. Bunlar öğreniliyor. Bu bir gerçeklik. Acımasız bir gerçeklik.
Burada bir dengesizlik var tabii. Savaş gerçekliğimizde öyle bir durum var. Bizim karşımızda büyük bir ordu var. Hatta bir ordu değil, daha farklı güçler de var. Bizim gücümüz nicel olarak az, teknik açıdan da öyle.
BU İŞ YÜREĞİ BÜYÜK, BEYNİ BÜYÜK İNSANLARIN İŞİDİR
Hangi iradedir ki, bu güç adaletsizliği içinde kendini ayakta tutabiliyor? Hatta buna karşı duruyor. Buna karşı mücadele ediyor. Hangi iradedir? Bizim böyle bir savaş gerçekliğimiz var. Bu gerçeklik içerisinde olan savaşçılık anlayışımız var. Şimdi her yerde bu savaşçılık anlayışına rastlanabilir mi? Hayır.
Herkes buna güç getirebilir mi? Mümkün değil.
Düşmanın avantajları var. Bizim de avantajlarımız var. Amaca bağlılık önemlidir.
Bu iş beyni büyük, gerçekten yüreği büyük, cesareti büyük insanların işidir. Bu herkeste oluşmaz. Bu normal insanın işi olmaz. Apocu militanlığın, PKK militanlığının özellikleri oluyor bunlar. Bir insan salt ölmeye, öldürmeye gelir mi hiç? Bir amaç için olmazsa, bunu yapanlar çıkar mı? Çıkmaz.
Biz savaşıyoruz, başarılar elde ediyoruz. Düşman bundan korkuyor. Amaca bağlılığımızdan korkuyor. Yaşam anlayışımızdan korkuyor.
Önümüzde bir yolculuk var. Tekrardan uzun bir süreçten sonra Kuzey’e gideceğim. Çeşitli görev ve sorumluluklar bizi bekliyor. Örgütün güveni var. Benim de kendime güvenim var.
Bu yolculuğa çıkarken amaç nedir, tabii ki başarıdır. Benim amacım ve hedefim, bu güvene layık olmak, bu görevin gereklerini layıkıyla yerine getirmektir.”
Türk Ordusu, HPG gerillalarına karşı yürüttüğü savaşta savaş hukuku, kural ve kaidelerini tanımadığı gibi savaş yiğitliğine ve cesaretine de sahip değil.
Aynı şekilde Türk medyasının da basın etiği ve kuralına göre izlediği bir yayın çizgisi yok. Siyaseti de böyle.
Bir şairin dediği gibi “teke tek dövüşte yenemedikleri” gerillaları kimyasal silahlarla katlederken, “o katliam emrini veren terörist öldürüldü” gibi manşetleri atmayı en kutsal görev bilen medya.
Wan Eyalet Komutanı Mehmet Kaplan (Mehmet Goyi) yaşamını yitirdiğinde, 2008 yılında Amed’dehava pilotlarına yönelik bir eylemin sorumlusu diye manşetler atılmıştı. Oysa Mehmet Goyi eylemin yapıldığı tarihte Amed’de değildi. 2004 yılından sonra Amed’e hiç uğramadı.
HPG Askeri Konsey Üyesi, Amed Eyalet Komutanı Numan Amed’in (Ertem Karabulut) şehadetinde de aynı özel savaş propagandasına başvurdular. Numan Amed, 2006 yılında Amed’de olmadığı halde, üstelik Türk İntikam Tugayı’nın açıktan yaptığı, kendi internet sitesinde üstlendiği, bombalama emrini verenin Türk subayı olduğu mahkeme tutanaklarına girmesine rağmen, Amed Koşuyolu katliamının bile Numan Amed’in talimatıyla yapıldığına dair yalan haber yaptılar.
Onlar HPG gerillalarını her ne kadar duygusuz, katliamcı, cani, vahşi, canavar göstermeye çalışsalar da aslında kendilerini ifade ediyorlar.
Numan Amed gibi HPG komutanlarının ne kadar insancıl, ne kadar duygu inceliğine sahip ve bir o kadar fedai ruhlu PKK militanları olduğunu da çok iyi biliyorlar.
Numan Amed’in “normal insanlar Kürdistan’da gerilla olamaz, ancak normal insan olmayı aşanlar gerillacılık yapabilir” sözünden daha iyi gerillayı tanımlayan bir ifade olabilir mi acaba?
O, özü itibarıyla gerillayı böyle tanımlarken, ben de çok kısa ve öz olarak Numan Amed’i şöyle tanımlayabilirim: Kürdistan halkının zarafet dolu, servi boylu, yakışıklı, güler yüzlü, sempatik ve içli sohbetiyle çekim merkezi olan ender gerilla komutanlarından biriydi Numan. Gerilla elbisesi içinde heybetli bir duruşu vardı. İki üç defa kendisiyle röportaj yaptığım için tanışıklığımız vardı. Kendisini iyi tanırdım.
Onu anlatmak için yazılacak çok şey var ama bunun yerine 2007 yılında Amed’e gitmeden önce Kürtçe verdiği röportajından bazı bölümleri buraya aktarmak istiyorum. Numan Amed kimdir, yaşamını yitirene kadar nasıl yaşadı, Kürdistan dağlarını neden mesken tuttu, gerillayı nasıl tanımlıyordu, Numan Amed’in 20 yıllık gerilla mücadelesini, kendi sözleriyle okuyun istedim. Onu kendisinin anlatımlarıyla tanıyın istedim.
KENDİ ANLATIMLARIYLA NUMAN AMED
“Adım Numan Amed. 1973 Bismil doğumluyum. Ekonomik olarak orta halli, sosyal olarak köylü bir ailede şekillendim. Ailenin ikinci çocuğuyum. Aile kalabalıktır. 11 kişiydi. Kişiliğim ailede şekillendi. Bir yaştan sonra toplumun da etkisi belirleyici oluyor. Kendi halinde biri olarak büyüdüm. Benden büyük ağabeyim Kürdistan dışına çıktığı için ailede en büyük çocuk olarak ben öne çıkıyordum. Bu nedenle tutuluyor, güveniliyordum. Herhalde deniyordu ki okuyacak, memur olacak! Ben ise buna fazla istekli değildim. Liseyi bitirdim, isteseydim daha da devam edebilirdim ama etmedim.
Ortaokulda Kürtlükle tanıştım. O dönemler Kürt toplumu açısından mücadelenin zirveleştiği bir dönemdi. Gençlik ve serhildan örgütlenmelerinde yer aldım. 90’lar sonrası serhildanlar ve şehadetler PKK’ye katılmamda etkili oldu.
1993 yılının başında üç arkadaşla birlikte Amed Eyaleti’nde gerilla saflarına katıldım. Gerilla zorluklarını da hesapladım. Hatta kendimi denedim de, yapabilir miyim diye.
Dörtlerin gecesini okumuştum. Oradaki fedailik, iradi duruş çok etkileyiciydi. Acaba bu iradi duruşu sergileyebilir miyim diye kendi kendime sorarak bu kararla katıldım. Duygusal değil, bilinçli bir katılımdı.
Amed’in tüm bölgelerinde kaldım. 96 sonbaharında Önderlik sahasına gittim. 2 devre Önderlik eğitimi gördüm. 97 sonbaharında da tekrar Amed eyaletine yöneldim. 99 geri çekilme sürecinden sonra Güney’e geçtim. Güney’in hemen hemen tüm alanlarında kaldım.
En çok 94 yılında zorlandım. Düşman topyekûn saldırıya geçti. Amed’de köyler yakıldı. İnsanlar katliamdan geçirildi, ama düşman istediğini yapamadı. Gerilla saldırılara karşı kendisini koruyabildi, direnebildi, savaşabildi. Hemen hemen her günümüz çatışma ya da eylemdi.
NE SÖYLEDİKLERİ DEĞİL NASIL YAŞADIKLARI BENİ ETKİLEDİ
Benim de en aktif, pratik ve girişken olduğum yıldı 1994. Savaşan arkadaşların cesareti bana örnek oldu. Önderlik diyor ya; ‘Ne söylediğinden çok nasıl yaşadığın önemli,’ işte benim için de öyle oldu. Yaklaşımlar, maneviyat güç oldu.
Bu biçimiyle Önderlik sahasına gittim. Önderlikle buluşma her PKK militanının istemi, hayali oluyor. Bunu duyunca uçar gibi oldum. Şaşırdım, çok sevindim. Başta heyecanlandık. Heyecanımız hemen geçti. Önderlik davranışıyla, üslubuyla insanı rahatlatıyor. Önderlikten ayrılmak zordu. Önderlikle vedalaştım. Hemen ardından beni tekrar çağırdı, bana dedi ki, ‘Kolay ölmeyeceksin!’ O sözü vermek biraz zordu, savaş gerçekliği var. Ama Önderliğe söz verdim; ‘Başkanım kolay ölmeyeceğim.’ dedim.
Normal insanlar çetin mücadele gerçekliğine katlanamaz. Psikolojik ağırlığı var. Düşünsel ağırlığı var. Fiziksel zorluğu var. Normal bir insan kaldıramaz. Normali aşmış insanlar ancak bunu başarabilir.
Sen savaşıyorsun nihayetinde, savaş kadar ciddi bir mücadele yoktur. Bir gerilla olarak bunu yapıyorsun. Gerillacılığı tanımak başlı başına bir sorundur. Bizim gibi imkânları sınırlı olan bir toplumun ayakta kalabilmesi, başarabilmesi herkesin başaramayacağı bir durum oluyor. Teorik olarak bakıldığında rahat gelebilir. Pratik olarak savaşın içine girildiğinde çok farklı oluyor. Savaşın gerçekliğine göre katılmak güç istiyor. İrade istiyor. Yüksek bir kabiliyet istiyor. Dağda yaşamak bile başlı başına bir mücadeledir.
HEDEFSİZ YAŞANMAZ, GERİLLA NE İÇİN MÜCADELE ETTİĞİNİ BİLİYOR
Tüm bunlara ancak kendisini feda etmekte karar kılan bir insan güç getirebilir. Dağa anlam yükleyeceksin. Yürüttüğün mücadeleye anlam yükleyeceksin. Savaşa anlam yükleyeceksin. Anlam yükleyeceksin ki, onunla bir olacaksın. Anlam yükledikçe güçlü oluyorsun. Amaçsız, hedefsiz olmaz.
Gerilla kendisini adıyor. Bir yere bağlanıyor. Bir yere kenetleniyor. Ne için mücadele ettiğini biliyor. Ne için feragat ettiğini biliyor. Amaca bağlılık, senin her türlü zorluğun üstesinden gelmen için güç kazandırıyor.
BİZDE HERŞEY GEREKTİĞİ KADARDIR
Çetin savaş koşullarında amaçsız, hedefsiz yaşamak zordur. Hangi amaç için yaptığını bilmezsen, yapamazsın. Yaşamını bir çizgi temelinde örgütlemezsen, seni duygusuzlaştırır. Biz dağa çok farklı bakıyoruz. Bizim dağa yüklediğimiz anlam farklıdır. Dağlar bizim için özgürlük alanlarıdır. Bizim için mücadele sığınağıdır. Hem kendini korumanın, kendini geliştirmenin hem de doğru mücadele için kendini örgütleme alanlarıdır. Bu anlamda bizim dağa yaklaşımımız farklıdır. Dağı bu anlamda severiz. Gerillacılık bu anlamda güzeldir.
Bizde her şey gerektiği kadardır. Bizde hiçbir şeyin aşırısı olmaz. Önderliğin felsefesi böyledir. Bir hedefe ulaşma temelindedir. Dağa yaklaşımımız da, savaşa yaklaşımımız da böyledir. Bu, PKK militanlığının farkıdır. Apocu militanlığın farkıdır.
PKK militanlığı hiçbir militanlığa benzemez. Apoculuk yeniden insanı yaratma işidir. Aslında bütün insanlığı ilgilendiren felsefik bakış açısıdır.
Apocu militanlığın sorumluluğu ağırdır. Bu hedef seni dağda yaşatıyor. Hiçbir insan Apocu militan kadar kendisinden feragat edemez. Apocu militanlık en üst militanlık ölçüsünü yakalamaktır. Apocu militanlığın binlerce örneği var. Yaşayan örnekleri var.
PKK’nin bir militanı olmaktan gurur duymak gerekiyor.
Savaş gerçekliği, daha fazla savaş içinde öğrenilir. Buna göre savaşı tanımış olur. Düşmanın gerçekliği öğreniliyor. Düşman halkımıza nasıl saldırıyor. Gerillaya nasıl saldırıyor. Bunlar öğreniliyor. Bu bir gerçeklik. Acımasız bir gerçeklik.
Burada bir dengesizlik var tabii. Savaş gerçekliğimizde öyle bir durum var. Bizim karşımızda büyük bir ordu var. Hatta bir ordu değil, daha farklı güçler de var. Bizim gücümüz nicel olarak az, teknik açıdan da öyle.
BU İŞ YÜREĞİ BÜYÜK, BEYNİ BÜYÜK İNSANLARIN İŞİDİR
Hangi iradedir ki, bu güç adaletsizliği içinde kendini ayakta tutabiliyor? Hatta buna karşı duruyor. Buna karşı mücadele ediyor. Hangi iradedir? Bizim böyle bir savaş gerçekliğimiz var. Bu gerçeklik içerisinde olan savaşçılık anlayışımız var. Şimdi her yerde bu savaşçılık anlayışına rastlanabilir mi? Hayır.
Herkes buna güç getirebilir mi? Mümkün değil.
Düşmanın avantajları var. Bizim de avantajlarımız var. Amaca bağlılık önemlidir.
Bu iş beyni büyük, gerçekten yüreği büyük, cesareti büyük insanların işidir. Bu herkeste oluşmaz. Bu normal insanın işi olmaz. Apocu militanlığın, PKK militanlığının özellikleri oluyor bunlar. Bir insan salt ölmeye, öldürmeye gelir mi hiç? Bir amaç için olmazsa, bunu yapanlar çıkar mı? Çıkmaz.
Biz savaşıyoruz, başarılar elde ediyoruz. Düşman bundan korkuyor. Amaca bağlılığımızdan korkuyor. Yaşam anlayışımızdan korkuyor.
Önümüzde bir yolculuk var. Tekrardan uzun bir süreçten sonra Kuzey’e gideceğim. Çeşitli görev ve sorumluluklar bizi bekliyor. Örgütün güveni var. Benim de kendime güvenim var.
Bu yolculuğa çıkarken amaç nedir, tabii ki başarıdır. Benim amacım ve hedefim, bu güvene layık olmak, bu görevin gereklerini layıkıyla yerine getirmektir.”
Türk Ordusu, HPG gerillalarına karşı yürüttüğü savaşta savaş hukuku, kural ve kaidelerini tanımadığı gibi savaş yiğitliğine ve cesaretine de sahip değil.
Aynı şekilde Türk medyasının da basın etiği ve kuralına göre izlediği bir yayın çizgisi yok. Siyaseti de böyle.
Bir şairin dediği gibi “teke tek dövüşte yenemedikleri” gerillaları kimyasal silahlarla katlederken, “o katliam emrini veren terörist öldürüldü” gibi manşetleri atmayı en kutsal görev bilen medya.
Wan Eyalet Komutanı Mehmet Kaplan (Mehmet Goyi) yaşamını yitirdiğinde, 2008 yılında Amed’dehava pilotlarına yönelik bir eylemin sorumlusu diye manşetler atılmıştı. Oysa Mehmet Goyi eylemin yapıldığı tarihte Amed’de değildi. 2004 yılından sonra Amed’e hiç uğramadı.
HPG Askeri Konsey Üyesi, Amed Eyalet Komutanı Numan Amed’in (Ertem Karabulut) şehadetinde de aynı özel savaş propagandasına başvurdular. Numan Amed, 2006 yılında Amed’de olmadığı halde, üstelik Türk İntikam Tugayı’nın açıktan yaptığı, kendi internet sitesinde üstlendiği, bombalama emrini verenin Türk subayı olduğu mahkeme tutanaklarına girmesine rağmen, Amed Koşuyolu katliamının bile Numan Amed’in talimatıyla yapıldığına dair yalan haber yaptılar.
Onlar HPG gerillalarını her ne kadar duygusuz, katliamcı, cani, vahşi, canavar göstermeye çalışsalar da aslında kendilerini ifade ediyorlar.
Numan Amed gibi HPG komutanlarının ne kadar insancıl, ne kadar duygu inceliğine sahip ve bir o kadar fedai ruhlu PKK militanları olduğunu da çok iyi biliyorlar.
Numan Amed’in “normal insanlar Kürdistan’da gerilla olamaz, ancak normal insan olmayı aşanlar gerillacılık yapabilir” sözünden daha iyi gerillayı tanımlayan bir ifade olabilir mi acaba?
O, özü itibarıyla gerillayı böyle tanımlarken, ben de çok kısa ve öz olarak Numan Amed’i şöyle tanımlayabilirim: Kürdistan halkının zarafet dolu, servi boylu, yakışıklı, güler yüzlü, sempatik ve içli sohbetiyle çekim merkezi olan ender gerilla komutanlarından biriydi Numan. Gerilla elbisesi içinde heybetli bir duruşu vardı. İki üç defa kendisiyle röportaj yaptığım için tanışıklığımız vardı. Kendisini iyi tanırdım.
Onu anlatmak için yazılacak çok şey var ama bunun yerine 2007 yılında Amed’e gitmeden önce Kürtçe verdiği röportajından bazı bölümleri buraya aktarmak istiyorum. Numan Amed kimdir, yaşamını yitirene kadar nasıl yaşadı, Kürdistan dağlarını neden mesken tuttu, gerillayı nasıl tanımlıyordu, Numan Amed’in 20 yıllık gerilla mücadelesini, kendi sözleriyle okuyun istedim. Onu kendisinin anlatımlarıyla tanıyın istedim.
KENDİ ANLATIMLARIYLA NUMAN AMED
“Adım Numan Amed. 1973 Bismil doğumluyum. Ekonomik olarak orta halli, sosyal olarak köylü bir ailede şekillendim. Ailenin ikinci çocuğuyum. Aile kalabalıktır. 11 kişiydi. Kişiliğim ailede şekillendi. Bir yaştan sonra toplumun da etkisi belirleyici oluyor. Kendi halinde biri olarak büyüdüm. Benden büyük ağabeyim Kürdistan dışına çıktığı için ailede en büyük çocuk olarak ben öne çıkıyordum. Bu nedenle tutuluyor, güveniliyordum. Herhalde deniyordu ki okuyacak, memur olacak! Ben ise buna fazla istekli değildim. Liseyi bitirdim, isteseydim daha da devam edebilirdim ama etmedim.
Ortaokulda Kürtlükle tanıştım. O dönemler Kürt toplumu açısından mücadelenin zirveleştiği bir dönemdi. Gençlik ve serhildan örgütlenmelerinde yer aldım. 90’lar sonrası serhildanlar ve şehadetler PKK’ye katılmamda etkili oldu.
1993 yılının başında üç arkadaşla birlikte Amed Eyaleti’nde gerilla saflarına katıldım. Gerilla zorluklarını da hesapladım. Hatta kendimi denedim de, yapabilir miyim diye.
Dörtlerin gecesini okumuştum. Oradaki fedailik, iradi duruş çok etkileyiciydi. Acaba bu iradi duruşu sergileyebilir miyim diye kendi kendime sorarak bu kararla katıldım. Duygusal değil, bilinçli bir katılımdı.
Amed’in tüm bölgelerinde kaldım. 96 sonbaharında Önderlik sahasına gittim. 2 devre Önderlik eğitimi gördüm. 97 sonbaharında da tekrar Amed eyaletine yöneldim. 99 geri çekilme sürecinden sonra Güney’e geçtim. Güney’in hemen hemen tüm alanlarında kaldım.
En çok 94 yılında zorlandım. Düşman topyekûn saldırıya geçti. Amed’de köyler yakıldı. İnsanlar katliamdan geçirildi, ama düşman istediğini yapamadı. Gerilla saldırılara karşı kendisini koruyabildi, direnebildi, savaşabildi. Hemen hemen her günümüz çatışma ya da eylemdi.
NE SÖYLEDİKLERİ DEĞİL NASIL YAŞADIKLARI BENİ ETKİLEDİ
Benim de en aktif, pratik ve girişken olduğum yıldı 1994. Savaşan arkadaşların cesareti bana örnek oldu. Önderlik diyor ya; ‘Ne söylediğinden çok nasıl yaşadığın önemli,’ işte benim için de öyle oldu. Yaklaşımlar, maneviyat güç oldu.
Bu biçimiyle Önderlik sahasına gittim. Önderlikle buluşma her PKK militanının istemi, hayali oluyor. Bunu duyunca uçar gibi oldum. Şaşırdım, çok sevindim. Başta heyecanlandık. Heyecanımız hemen geçti. Önderlik davranışıyla, üslubuyla insanı rahatlatıyor. Önderlikten ayrılmak zordu. Önderlikle vedalaştım. Hemen ardından beni tekrar çağırdı, bana dedi ki, ‘Kolay ölmeyeceksin!’ O sözü vermek biraz zordu, savaş gerçekliği var. Ama Önderliğe söz verdim; ‘Başkanım kolay ölmeyeceğim.’ dedim.
Normal insanlar çetin mücadele gerçekliğine katlanamaz. Psikolojik ağırlığı var. Düşünsel ağırlığı var. Fiziksel zorluğu var. Normal bir insan kaldıramaz. Normali aşmış insanlar ancak bunu başarabilir.
Sen savaşıyorsun nihayetinde, savaş kadar ciddi bir mücadele yoktur. Bir gerilla olarak bunu yapıyorsun. Gerillacılığı tanımak başlı başına bir sorundur. Bizim gibi imkânları sınırlı olan bir toplumun ayakta kalabilmesi, başarabilmesi herkesin başaramayacağı bir durum oluyor. Teorik olarak bakıldığında rahat gelebilir. Pratik olarak savaşın içine girildiğinde çok farklı oluyor. Savaşın gerçekliğine göre katılmak güç istiyor. İrade istiyor. Yüksek bir kabiliyet istiyor. Dağda yaşamak bile başlı başına bir mücadeledir.
HEDEFSİZ YAŞANMAZ, GERİLLA NE İÇİN MÜCADELE ETTİĞİNİ BİLİYOR
Tüm bunlara ancak kendisini feda etmekte karar kılan bir insan güç getirebilir. Dağa anlam yükleyeceksin. Yürüttüğün mücadeleye anlam yükleyeceksin. Savaşa anlam yükleyeceksin. Anlam yükleyeceksin ki, onunla bir olacaksın. Anlam yükledikçe güçlü oluyorsun. Amaçsız, hedefsiz olmaz.
Gerilla kendisini adıyor. Bir yere bağlanıyor. Bir yere kenetleniyor. Ne için mücadele ettiğini biliyor. Ne için feragat ettiğini biliyor. Amaca bağlılık, senin her türlü zorluğun üstesinden gelmen için güç kazandırıyor.
BİZDE HERŞEY GEREKTİĞİ KADARDIR
Çetin savaş koşullarında amaçsız, hedefsiz yaşamak zordur. Hangi amaç için yaptığını bilmezsen, yapamazsın. Yaşamını bir çizgi temelinde örgütlemezsen, seni duygusuzlaştırır. Biz dağa çok farklı bakıyoruz. Bizim dağa yüklediğimiz anlam farklıdır. Dağlar bizim için özgürlük alanlarıdır. Bizim için mücadele sığınağıdır. Hem kendini korumanın, kendini geliştirmenin hem de doğru mücadele için kendini örgütleme alanlarıdır. Bu anlamda bizim dağa yaklaşımımız farklıdır. Dağı bu anlamda severiz. Gerillacılık bu anlamda güzeldir.
Bizde her şey gerektiği kadardır. Bizde hiçbir şeyin aşırısı olmaz. Önderliğin felsefesi böyledir. Bir hedefe ulaşma temelindedir. Dağa yaklaşımımız da, savaşa yaklaşımımız da böyledir. Bu, PKK militanlığının farkıdır. Apocu militanlığın farkıdır.
PKK militanlığı hiçbir militanlığa benzemez. Apoculuk yeniden insanı yaratma işidir. Aslında bütün insanlığı ilgilendiren felsefik bakış açısıdır.
Apocu militanlığın sorumluluğu ağırdır. Bu hedef seni dağda yaşatıyor. Hiçbir insan Apocu militan kadar kendisinden feragat edemez. Apocu militanlık en üst militanlık ölçüsünü yakalamaktır. Apocu militanlığın binlerce örneği var. Yaşayan örnekleri var.
PKK’nin bir militanı olmaktan gurur duymak gerekiyor.
Savaş gerçekliği, daha fazla savaş içinde öğrenilir. Buna göre savaşı tanımış olur. Düşmanın gerçekliği öğreniliyor. Düşman halkımıza nasıl saldırıyor. Gerillaya nasıl saldırıyor. Bunlar öğreniliyor. Bu bir gerçeklik. Acımasız bir gerçeklik.
Burada bir dengesizlik var tabii. Savaş gerçekliğimizde öyle bir durum var. Bizim karşımızda büyük bir ordu var. Hatta bir ordu değil, daha farklı güçler de var. Bizim gücümüz nicel olarak az, teknik açıdan da öyle.
BU İŞ YÜREĞİ BÜYÜK, BEYNİ BÜYÜK İNSANLARIN İŞİDİR
Hangi iradedir ki, bu güç adaletsizliği içinde kendini ayakta tutabiliyor? Hatta buna karşı duruyor. Buna karşı mücadele ediyor. Hangi iradedir? Bizim böyle bir savaş gerçekliğimiz var. Bu gerçeklik içerisinde olan savaşçılık anlayışımız var. Şimdi her yerde bu savaşçılık anlayışına rastlanabilir mi? Hayır.
Herkes buna güç getirebilir mi? Mümkün değil.
Düşmanın avantajları var. Bizim de avantajlarımız var. Amaca bağlılık önemlidir.
Bu iş beyni büyük, gerçekten yüreği büyük, cesareti büyük insanların işidir. Bu herkeste oluşmaz. Bu normal insanın işi olmaz. Apocu militanlığın, PKK militanlığının özellikleri oluyor bunlar. Bir insan salt ölmeye, öldürmeye gelir mi hiç? Bir amaç için olmazsa, bunu yapanlar çıkar mı? Çıkmaz.
Biz savaşıyoruz, başarılar elde ediyoruz. Düşman bundan korkuyor. Amaca bağlılığımızdan korkuyor. Yaşam anlayışımızdan korkuyor.
Önümüzde bir yolculuk var. Tekrardan uzun bir süreçten sonra Kuzey’e gideceğim. Çeşitli görev ve sorumluluklar bizi bekliyor. Örgütün güveni var. Benim de kendime güvenim var.
Bu yolculuğa çıkarken amaç nedir, tabii ki başarıdır. Benim amacım ve hedefim, bu güvene layık olmak, bu görevin gereklerini layıkıyla yerine getirmektir.”
2012 yılı Devrimci Halk Savaşı temelinde önemli bir mücadelenin yürütüldüğü, PKK hareketi ve Kürt halkının özgürlüğü bağlamında kilit önemdegelişmelerin yaşandığı bir yıl olarak tarihe işlenmiştir. Bu yıl yaşanan gelişmelerin önemi sonraki yıllarda mutlaka daha da iyi anlaşılacaktır. Yanı sıra çok önemli değerlerin de bedel olarak verildiği ve hayatımızdan eksildiği bir yıl olarak aynı tarihe ayrıca işlenecektir. Bu önemli, çok önemli değerlerden bir tanesi de özgürlük mücadelesine yıllarını adamış, savaşın en zorlu yıllarını en uzak ve ücra alanlarda, türlü sıkıntı ve yokluklarla geçiren Renas Amed (Mehmet Biçecek) yoldaştır. O mücadele etmeyi sıfırdan ve bu yokluklar, zorluklar ortamında,diyebiliriz ki dişiyle, tırnağıyla kazıyarak öğrenmiştir.
Renas yoldaş 1973 yılında Amed’in Silvan ilçesine bağlı Sılake köyünde yurtsever bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Lise 1’e kadar okul okuyan Renas arkadaş, Özgürlük Hareketini 1990’lı yıllarda tanır ve ilgi duymaya başlar. Gelişen serhıldanlardan etkilenerek 1992 yılında PKK saflarına katılır. Başta Erzurum olmak üzereAmed, Kandil, Xakurke ve Zagros alanlarında mücadele yürütür.
21 yılını mücadeleye aktif bir şekilde katılarak geçiren Renas arkadaş, 31 Aralık 2012 tarihinde Lice-Genç-Hene kırsalında bulunan Çemalik köyü yakınlarında Türk ordusunun imha operasyonunda girdiği çatışmada 9 arkadaşı ile birlikte şehit düştü. Bu 21 yıllık mücadele sürecinin değişik kesitlerinde onun yanında bulunmuş yoldaşları Renas arkadaşa ilişkin pek çok şey söylediler.
İşte onunla kalmış bir yoldaşının sözleriyle Renas arkadaş. Onun nasıl dur durak bilmeden savaş sahalarında yer almak istediğinden söz ediyor. Yoldaşına göre Renas arkadaş için tek mola eğitim devreleri:“Oldukça eski bir arkadaştı. 21 yılını pratik alanlarda mücadele ederek geçirmişti.
Her şeyden önce, bir yaşam olacaksa ölçülü bir yaşam olması gerektiğini çok iyi biliyordu. Mücadelesi her zaman ölçüler üzerineydi. Arkadaşlar arasında ideolojik ölçüler oturtmak istiyordu. Bu duruşu da bir tarz haline getirme arzusundaydı. İşte, kendisi dezaten ölçüler çerçevesinde hareket ediyordu.
Renas arkadaş eğitime katılımda, arkadaşlık ilişkilerinde, yaşama katılım noktasında büyük bir emeğin ve isteğin sahibiydi. Her zaman ve en çok önem buna önem verirdi. Yine yoldaşlarını eğitime ilgili yaklaşma doğrultusunda teşvik etme çabasındaydı. “Bakın ben de eğitime katılıyorum. Eğer ben katılmasam siz de katılmayın.”diyerek de öncülük yapma konusunda her şeyi yapmaya hazır olduğunu ifade ederdi.
Zorlu mücadele yılları Renas yoldaşa yalnızca deneyim, olgunluk, emek, sevgi, saygı kazandırmamış, onu birçok hastalığın da sahibi yapmıştı. Evet, soğukta, karda uyumak, bazen aç, bazen tok yaşamak, yağmurda yürümek onun var olan iradesini müthiş geliştirmişti ama fiziksel anlamda da yıpratmıştı. Benzer şekilde yoldaşlarının şehadetlerine tanıklık etmek, kimi zaman ihanetler görmek onun kinini bilemiş ama çok duygusallaştırmıştı. Tüm bunlara rağmen kendisini hiçbir zaman yaşamdan ve örgüt çalışmalarından geriye vermedi.
Renas arkadaşla eğitim devresi bittikten sonra birlikte hastaneye, Kandil’e gittik. O günlerdeısrarla yeniden kuzeye, bu kez Amed’e gitmek istediğini dile getiriyordu. Renas arkadaş için pratik alanların dışında kalmak, düşüncesine bile katlanılamaz bir durumdu. Hastanede Renas arkadaşın tahlilleri yapıldı. 10’a yakın hastalık ortaya çıktı. Doktorun ona önerisi şuydu: “Biraz istirahat etmen gerekir. Bir süreliğine zorluğun olmadığı yerlerde kalır, zorluklardan biraz uzak durursan en azından sendeki hastalıklar azalır. Bazı hastalıkların iyileşmesi için böyle bir zamana ve koşullara ihtiyaç var.”
Ona, “Renas arkadaş neyin var?” diye sorduğumuzdaverdiği yanıt şuydu: “Hiçbir şeyim yok. Doktor 10’a yakın hastalığımı sıraladı. Eğer o kadar hastalığım olsa şuanda yaşamamam gerekirdi. Ne olursa olsun ben bu kadar hastalıklarımın olduğunu örgüt yönetimine söylemeyeceğim. Eğer söylersem beni Amed’e göndermezler.”
Gerçekten de büyük bir içtenlikle, “En onurlu, kıymetli olan davranış, savaş alanlarında yer almaktır.” şeklinde bir yaklaşımın içerisindeydi.
Ve şunu da söyledi; “Bu ilaçların belki hepsini kullanmayacağım. Zaten kullanamam.” Doktor da ona çok ilaç vermişti.
Renas arkadaş, “Ne olursa olsun Amed’e gideceğim.” diyordu. İnanıyorum ki ilaçlarını kullanmadı ve bu hastalıklarlaAmed alanına gitti.”
Bir başka yoldaşının söyledikleri de öncekinden farksız. Sıradaki, Renas arkadaşın, bir kuzey dönüşü birkaç yılını geçirdiği Zagros alanında onun komutasında kalmış bir yoldaşı. Daha çok onun komuta tarzına, ideolojik-politik kimlik kazanma çabasına ve elde ettiği başarıya odaklı:“Böyle öncü bir yoldaşı anlatmak güç bir iştir. Onu 2008 yılında Zagros alanında tanıdım. Renas arkadaş bulunduğumuz alanda bölge komutanıydı. Gerillacılık yaşamının büyük bölümünü Erzurum, Amed gibi alanlarda geçirdi. 1992 yılında Amed eyaletinden parti saflarına katılmış olduğunu orada öğrendim.
O her dönem Apocu ruhu, yoldaşlık ruhunu, fedailik ruhunu kendisine yedirmiş bir kişiliğe sahipti. Dönemin ruhunu anlamış bir militandı. Önderliğin insanlık için geliştirdiği projeleri anlamış bir kadroydu. İnsanların eşit, özgür ve özüne yakışır biçimde yaşamasının ne demek olduğunu anlamıştı.
2008 ve 2009 yıllarını Zagros’ta birlikte geçirdik. O alana, o alandaki yoldaşlarına harcadığı emekler tartışılmaz düzeydedir. Parti içerisindekiyılları, yaşam ve savaş deneyimleri biriktirmek ve bunları yoldaşlarıylapaylaşmakla geçti. Eylem anlarında yoldaşlarını etrafında toplamasını, onları koruyup yön vermesini bilirdi. Her an yoldaşlarının önündeydi. Parti eğitimlerinden güçlü bir biçimde çıkmasını bilmişti. Bildiklerini yaşama aktarır ve bu noktada güç verirdi. Tüm zamanını yoldaşlarınaayırmaktan, onların anlam düzeyinin gelişmesine katkı sunmaktan hiçbir şekilde sıkılmaz, aksine zevk alırdı. O tavır sahibi olmasını bilendi.
Renas arkadaş, sistem yaşamını çözerek kendisinde zihniyet değişimini yaratmıştı. Önderliğin alternatif olarak öngördüğü yaşam tarzına da öncülük etmekteydi. Bu yaşam, ahlaki-politik yaşamdı. Halka da bu açıdan örnek oluyordu. 2009 sonbaharında pratik süreç içerisinde Renas arkadaşın yanındaydım. Ondan yaşamsal anlamda olduğu kadar savaş anlamında da sayısız tecrübe aldım. O, ‘yaşamda başaramayan savaşta da başaramaz’ ilkesini esas alırdı. Örgüt yaşamını temel alır, Önderlik çizgisinde değişim yaratmanın arayışı içerisinde olurdu. Hayali, Önderliğe doğru yoldaşlık yapmaktı. Amacı, şehitlere bağlı kalmaktı. İlkesi, yaşamı korumaktı. Bunları anlamamız için yardım ederdi. O,PKK’nin doğru komutanlığını temsil eden arkadaşlardandı. İnsanları parti yaşam çizgisine çekerek kazanmayı esas alırdı. Yoldaşlarıyla birlikte görevlere gider, öncülük eder, herkesten fazla fedakârlık ederdi. Hep şunu derdi: “Parti bize komuta görevi vermiş. Biz bu görevi kişisel çıkarlar için kullanmamalıyız. Bu görev yoldaşlara öncülük, hizmet etmemiz ve fedakârlıkta bulunmamız kaydıyla verildi bize. Partinin bize verdiği eğitimi doğru yorumlamalıyız. En büyük tavırla halkın hizmetine koşmalıyız. Elimizden geleni yapmalıyız.” Renas arkadaş gerçekten buna göre de yaşadı.
2009 sonbaharında yapılan düzenlemeyle Renas arkadaş Zagros alanından ayrıldı. Bir yıl sonra onunla yine karşılaştık. Eğitimden çıkmıştı. Yeniden kuzeye gidecekti. Amed’e gittiğini ise 2011 yılında öğrendim. Oradan gelen arkadaşlardan Renas arkadaşı sordum. Üzerine düşen görevleri aynı biçimde aksatmadan yerine getirdiği anlatılmaktaydı. O zor koşullarda yoldaşlarına öncülük etmeyi sürdürüyordu.
Renas arkadaş, Numan arkadaşlarla birlikte komplo tarzında yapılan bir ihbarın sonucunda gelişen operasyonda şehit düştü. Düşman etraflarını sarmış. Arkadaşlar son ana kadar direnmişler. Orada on yoldaşımız vahşice katledildi. Böyle yoldaşların şahadeti insanı derinden etkiliyor. Son derece acı ve üzücü bir durumdu.
Onların anısına bağlı kalıp onlar gibi sonuna kadar direneceğiz. Onların amaçlarını gerçekleştirmek için mücadele etmeyi sürdüreceğiz.”
Bir başka yoldaşı da ilgi çekici bir yanına değinerek Renas arkadaşı tanıtıyor: “Alikar (yardımcı) soyadını kullanır, yoldaşları arasında Renas Alikar olarak tanınırdı. Onun değil, yoldaşlarının seçtiği bir nitelemeydi.O gerçekten yaşamda ve savaşta çok fedakâr bir insandı, yoldaşlarına her konuda öncülük ederdi. Bu nedenle yoldaşları ona bu soyadını uygun görmüşlerdi. Bu onun Önderliği iyi tanıdığını gösteriyordu. Çünkü biz zaten baştan beri işçilerin, emekçilerin partisiyiz, emeğin partisiyiz. O da bunun bilincindeydi.
Onunla 2006 yılında Xakurke alanında tanıştık. Sonra kuzeye geldi. 2010 yılında Amed eyaletinin Muş Güneyi bölgesinde karşılaştık. Renas arkadaş, Dorşin alan komutanlığını yapmaktaydı. Orada hem yönetimde, hem de pratik çalışmalarda birlikte kalıyorduk. Renas arkadaş alanı fazla tanımıyordu. Bu nedenle benimle sürekli diyalog halindeydi. Böylece onu yakından tanıma olanağını yakaladım. Renas arkadaş, gerçek bir askerdi. Sabahları kimse uyandırmadan kalkar, cihazını açar, dürbününü alarak alanı keşfetmeye çıkardı. Yemek ve ekmek yapar, suya gider, yaşamsal tüm çalışmalara katılırdı.
Renas arkadaş bunun yanında bilinçli biriydi. Parti saflarında yirmi yılını tamamlamıştı. Farklı eğitimlerden geçerek kendisini yetiştirmişti. Apocu militan kişilik özelliklerine ulaşmıştı. Teorik birikimini kendisine saklamaz, yoldaşlarıyla paylaşırdı. Onun çok yanını kendimize örnek alırdık. O gerçek bir komutandı. Her şekilde onunla kalıp çalışma yürütmek isterdiniz. Her kesimden insanda bu görülürdü. Renas arkadaş bu yoldaşlarını yaşama ve savaşa katmak için gerekli coşku ve morale her zaman sahipti.
Renas arkadaş şaka yapmayı severdi. Bu yanıyla yaşamı renklendirir ve neşeli olunmasını sağlardı. Hiçbir olay onun coşkusunu kıramazdı. Onun moral kaynağı Önder Apo’nun felsefesiydi. Şakaları bile ideolojik temele dayalıydı, derslerle doluydu. Rastgele konuşmaz, her sözü hedefini bulurdu. Şakaları hem güldüren, hem düşündüren nitelikteydi. Kendisini yarattığı kadar yanındaki yoldaşlarını da yaratmayı esas alan bir tarzı vardı.
Onunla savaş sahasında bir anımız oldu. Dorşin alanında düşmanla çatışmaya girmiştik. Çatışma sabah 4.45’te başlayıp akşam 6’ya kadar sürdü. Mevzilendikten sonra yerinden oynamak neredeyse olanaksızdı. Düşman her türlü tekniğini ve ağır silahını kullanıyordu. Renas arkadaş o çatışmayı koordine etme tarzının nasıl olması gerektiğini gösterdi. Bize verdiği güçle düşmana karşı pozisyon aldık. Yaralanan arkadaşları sağlam yerlere ulaştırdıktan sonra Renas arkadaş, onların boşluğunu da doldurdu. Bir ara çatışma şiddetlendi. Düşman çemberi daraltmış olduğu için yerimizi değiştirmek zorundaydık. Yaralanan arkadaşlar vardı. Bunlar arasında çatışmayı aktif olarak sürdüren yoldaşlar da bulunuyordu. Bundan dolayı oradan çıkmak zorunluluk halini almıştı. Biraz da olsa oradan uzaklaşırsak tekniğe daha fazla hedef olmaktan kurtulabilirdik. Buna karşın Renas arkadaş orayı bırakmak istemedi. Biz Renas arkadaşa aktif olarak çatışabilecek durumda yalnızca iki veya üç arkadaşın kaldığını, düşmanın çemberi daha fazla daraltması durumunda oradan artık çıkamayacağımızı söyledik. O arada bir boşluk oluşmuştu ve bunu değerlendirebileceğimizi belirttik. İşte o anda Renas arkadaş sahneye çıktı ve “Nasıl yani, buradan düşmanı bitirmeden mi çıkmamızı öneriyorsunuz?” diye tavır koydu.
Renas arkadaşın düşmana karşı kin ve nefreti büyüktü. Önderliğe yönelik olarak yürütülen tecridin acısını yürekten duyumsamaktaydı. Bu konuda arkadaşlara hep bir şeyler verme çabasındaydı. Renas arkadaş kinini o dakikada düşmana karşı göstermek istiyordu. Kısa bir düşünmenin ardından Renas arkadaş gerçeği gördü ve“Tamam, madem öyle çıkalım.” dedi. Böylece oradan uzaklaştık. Renas arkadaş yaralı yoldaşların yükünü de omuzlamıştı. Böylece tüm yoldaşlara destek sundu. Düşman çemberini sorunsuz yardık.
Burada PKK komutanının özellikleri açığa çıkmıştı. O dönemde alanda kadın yoldaşlar da bulunuyordu. Renas arkadaş onlara karşı örnek yaklaşımlar sergilemekteydi. Kadın arkadaşların ona yönelik kızgınlık belirttiğine hiç tanık olmadım. Felsefi, ideolojik ve örgütsel anlamlarda Renas arkadaşın belirleyici konumu vardı. Bu nedenle söylediği hiçbir şey boşa çıkarılmazdı. Kadın ya da erkek yoldaşları onun söylediklerini uygularlardı.”
Güney sahasında kaldığı dönemlerde tabur komutanlığı, yeni savaşçı eğitim sorumluluğu gibi önemli görevler üstlenen Renas arkadaş, bu çalışmalar sırasında yoldaşlarında hep olumlu izler bırakmış. Onlarına hafızalarında hâlâ canlı ve örnek bir kişilik: “Kişilik, tarz, yöntem ve duruş bakımından ondan çok şey aldım. Her çalışmada bizimleydi. Yaşı biraz ilerlemişti. Yine deher işe koşturarak kendisini yıpratırdı. Aynı zamanda askeri duruşu ve birikimi oldukça güçlüydü. Yeni savaşçı eğitim devremize o bakıyordu. Daha sonra onun taburunda da kaldım. Onun yanında kim kaldıysa katılımından, yoldaşlığından çok etkilenmiştir. Gerçekten yoldaşlığı güçlüydü, onu hep yanınızda hissedebilirdiniz.Askeri açıdan da bize çok şeyi öğretti, disiplini kavrattı. Güvenlikle ilgili konularda önemli ayrıntıları onun sayesinde öğrendik. Örneğin; görüntü verebilecek küçük bir nesne bile onun açısından önemliydi. Sorun sorundur ciddiyetiyle yaklaşırdı. Her zaman söylediği bir söz vardı: “Eğer siz sorunu küçük görürseniz gün gelir o sorun örgüttün karşısına çok büyük bir soruna dönüşerek çıkar.” Bunun için her zaman kişilik değişim dönüşümünün önemini anlatmaya çalışır, partileşme çizgisi doğrultusunda bizi eğitmeyi esas alırdı.Mimik hareketleri bile eğiticiydi. Renas arkadaşı komutan yapan da bu özellikleriydi.
Yola çıktığında kimse ona yetişemezdi. Ruhsal anlamda gençti.Bir arkadaş onun için çok yerinde bir tespitte bulunmuştu. Onun bir lokma bir hırka felsefesini esas aldığını, elindeki çalışmayı bitirmek için aç kaldığını, çoğu zamangüneşte dolaştığını söylemişti. Yoldaşlığa büyük önem verirdi.
2008 yılında Renas arkadaşın bulunduğu yerde bir hava saldırısı olmuştu ve Renas arkadaş olmasaydı çok arkadaş şehit düşecekti. İki bölüğü şahadetten kurtardı,kendisi de yaralandı. Bu da çok büyük bir fedai ruhunu gösteriyordu. İşte bence her militanım diyen kişide bu duruşun ve katılımın olması şarttır.
PKK hareketinin binlerce şehidi var ve biz onların sayesinde bu günlere geldik. Onların büyük mücadeleleri sayesinde burada bulunuyoruz. Her bir şehit bizim için bir mirastır. Renas arkadaş da bunlardan bir tanesidir. Duruşu, katılımı bize güç veriyor.Mirasına, direniş geleneğine bağlı kalacağımı belirtiyorum. Şehit yoldaşları her koşulda anmak bizim görevimizdir.Onlara sahip çıkacağıma veher zaman yaşatacağıma sözveriyorum.”
Mücadele Yoldaşları

Mazlum Dılgeş (Maku) arkadaşı bulunduğualana gittiğimde tanıdım. Mazlum arkadaş Maku kentindendir. Onların toplumsal özelliklerini örf ve adetlerini bilirim. Mazlum arkadaşın oralı olduğunu bilmiyordum, tahmin de edemezdim. Nedeni ise genellikle Makulu arkadaşların ilişki tarzlarında biraz dar olmalarıdır. Böyle tanınırlar. Mazlum arkadaş ise böyle değildi. O erken adım atmıştı. O kapalı toplumdan erken sıyrılmış ve erken de gelişmişti.
Şehit düşmüş oldukları için söylemiyorum; gittiğim alanda çalışma yürüten güç içerisinde Mazlum ve Şoreş arkadaşlar arasında çok güzel bir yoldaşlığın olduğunu daha o zamandan fark etmiştim. Herkesi de bu ortama çekmeye çalışıyorlardı. Yani doğru parti yoldaşlığının öncülüğünü yapma çabasındaydılar. Bu çok dikkatimi çekmişti. Ben o birliğe yeni gitmiş olduğum için ancak bir gözlemci düzeyinde kalabiliyordum. Oradaki yoldaşları tanıyıp ona göre kendimi uyarlamam gerekliydi. İşte orada o yoldaşları yaşam öncülüğü yapanlar olarak gördüm. Bir süre sonra arkadaşlar Mazlum arkadaşın Makulu olduğunu söylediler. Ben biraz da şaka yollu sevindiğimi söyledim. Makulu bir arkadaşın kısa sayılabilecek bir sürede bu düzeye erişmesine sevinmiştim gerçekten de. Kısa zamanda sorumluluk almıştı. Gelişmeye açıktı.
Mazlum arkadaş yaşama sıradan yaklaşmazdı. En küçüğünden en büyüğüne kadar her şeye karşı böyleydi. Şaka yapacaksa yerinde yapmaya önem verir, bunu da önemli bulurdu. Bir yaklaşımın eksikliğe doğru evirileceğini fark ettiği anda radikal bir tavır sergilerdi. Bir kez şaka yollu ona takıldığımda bile hemen tavrını gösterdi. Hemen ardından ona özeleştiri verme gereği duydum. Ona bu durumdan dolayı çok moral aldığımı söyledim. Nedenini sorduğunda yoldaşlığın taviz vermek anlamına gelmediğini belirttim. Ona göre yoldaşlıktan daha kutsal bir şey olamazdı.Kaldıkları alan rahat bir alan değildi, zorlukları çoktu. Orada özel savaş çok çeşitli biçimlerde yürütülür. İnsanlar maddiyata ve başka şeylere özendirilmeye çalışılır. Hakkını veremeyen, duruş ve irade sahibi olamayanlar orada uzun süreli ayakta kalmayı başaramazlar. Mazlum arkadaş gerekli duruşu kazanmış ve yoldaşlarına güven vermişti. Önüne konan her türlü görevi en iyi biçimde yerine getirirdi. Her işe koşturmasından ve çok emek harcamasından dolayı ona Proleter Mazlum deniyordu.
Mazlum arkadaş savaş söz konusu olduğunda oldukça cesaretliydi. O sınır boylarında düşmanın konumlanması geniştir ve hareketliliği de buna paralel olarak yoğundur. Ama Mazlum arkadaş bunları hiç umursamazdı. Komutanı ona gidip bir tepeyi düşürmesini söylese hemen giderdi. Soru sormazdı. O zamanki sorumluları Ş. Xeyri Batman arkadaştı. Arkadaşlar tarafından oldukça sevilen birisiydi Xeyri arkadaş. Orada böyle bir ortam, yoldaşlık oluşmuştu. Önlerine ne hedef koysalar yerine getirirlerdi.
O dönemde kapsamlı eylemler oldu. Korucu başları öldürüldü vs. Daha da önemli eylemler gerçekleştirildi. Etkisi de büyüktü. Gümrük çalışması yaptıklarından dolayı halkla ilgilenmek durumundaydılar. Halkta ona karşı büyük bir sevgi oluşmuştu. Mazlum arkadaşı görmedikleri gün hemen sorarlardı nerede olduğunu. O zaman anladım ki Mazlum arkadaş yalnızca arkadaşlar arasında değil halk arasında da sevilen birisi haline gelmiş. Her arkadaş böyledir ama bazılarının etkisi daha fazla oluyor.
Daha sonra ayrıldık. Birkaç yıl ondan haber alamamıştım. Kuzeye geçtiğini duydum ama. Şehit düştüğünü öğrendiğimde elbette çok etkilendim.
Bazen düşündüğümde onun gelecekte önemli ürünler açığa çıkarabileceği sonucuna ulaşıyorum. Özellikle Rojhılat alanı için bu böyleydi. Bu tür arkadaşlar gelecekte partinin oralarda yürüteceği çalışmalar için çekirdek kadro rolü oynayabilirlerdi. Partinin yüklerini omuzlayarak parti çizgisini her anlamda hâkim kılabilirlerdi. Ama işin özüne bakacak olursak Mazlum arkadaş doğu, batı, kuzey, güney gibi ayrımlar yapmadı hiçbir zaman. Daha benim gördüğüm dönemde bile evet, Doğu Kürdistan’ın iç kesimlerinde de çalışma yürütmekteydi ama kuzeye gitmeye niyetlenmişti.
Daha sonra onların yanından ayrıldığım için olayların nasıl geliştiğini bilemeyeceğim. Ama sonradan geçmiş kuzeye. Erzurum eyaleti gibi en zor alanlardan birinde yıllarca başarıyla çalışmalara katılmış. Onunla kalan arkadaşlara nasıl bir katılım sergilediğini sordum. Herkesin ondan son derece olumlu söz ettiğini gördüm. Onun bulunduğu yerde arkadaşlar sırtlarını sağlamda hissettiklerini belirtirlerdi. Yaptığı hiçbir işte herhangi bir eksikliğin görülmediğinden de söz edilirdi.
Mazlum arkadaş Erzurum alanına geçer ve orada kahramanca şehit düşer. Büyük bir direniş sergiler, direnerek şehit düşer. O ve onunla birlikte şehit olan yoldaşlarımız bu tarihi yazanlardır. Onlar tarihi günlere imza attılar. Onları bir tecrübe kaynağı, bir yücelik olarak görebilir örnek alabiliriz. Onların direnişini örnek almalıyız. Onlar en büyük hakikate ulaştılar ve buna layık oldular. Hakikati onlar yazdılar. Hakikat onların gerçeğinde anlam kazanıyor.
Mücadele Yoldaşı - Dılgeş Xoşmer