Celal Başkale yoldaşla özgürlük saflarında yoldaşlık yapmış olmak gerçekten de sadece ve sadece insanı onurlandırır.
Celal yoldaşı ilk kez 1996 yılında Başkale zozanlarında tanımıştım. O yıllarda bizler Botan güçleriyken onlar ise Zagros güçleriydi. 1997 yılında yine bir araya gelmiştik. Bu kez örgüt Hakkari güçleriyle Başkale güçlerinin birleşmesine ve de Başkale gücünün Hakkari gücüne dâhil olmasına ilişkin karar almıştı. Alınan bu karar doğrultusunda güçlerimiz bir araya gelmiş ve adım adım birleşmişlerdi.
Başkale ve Hakkari zozanları deyip geçmemek gerekir. Ferit Edgü’nün “O” kitabında tarif edildiği kadar güzeldir Başkale ve Hakkari zozanları. Sözün tam manasıyla uçsuz bucaksızdır.
Her çeşit otun yetiştiği, insanı her zaman şaşırtan buz gibi suları, yürürken hiç incitmeyen arazi yapısıyla tam bir coğrafik cennettir. Herkes Kürdistan’ı sert coğrafyasıyla tanır. Hele hele Hakkari ve Van derken bu daha da böyle kabul görür. Yalnız Hakkari’nin Zap suyunun kuzeyine düşen coğrafik alanın, Berçelan’dan Kırnasa’ya, oradan Berareş Bandırbeg’e derken tam kuzeyinde heybetli duran Spireziyle yükseklerde seyreden bir alan olduğu kesindir, ancak bir o kadar da yürümeye, gerilla yürüyüşüne de elverişlidir. Çiya Reş’ten havanın açık olduğu zamanlarda Kürdistan’ın en yüksek dağı olan Ararat’ı, yani Glidağı görebilirsiniz.
Dediğimiz gibi bu coğrafyanın bol suları vardır. Gecenin en geç saatlerinde bile bu çeşme şu çeşme derdini yaşamasınız, çünkü her yerde su kaynakları mevcuttur. Yine araziyi şaşırmış iseniz bile yanınızda sadece kuru ekmeğiniz olsa yenilebilecek çeşitli otlarıyla sizi besleyecek bir coğrafyadır buralar.
İnsanları ağırlıklı hayvancılıkla geçinir. Ziraat sınırlıdır. Kaçakçılık herkesin yaptığı iştir. Esrar ekimi de buraların en fazla rağbet gören işidir. Yöre insanı bu işe “kırkır” diyor. TC devleti buraları şöyle ya da böyle kendisine muhtaç etmek için ciddi yatırım yapmadığından buranın insanı da geçimini sağlamak için en tehlikeli işlere girişmekten geri durmaz, istese de duramaz.
Celal yoldaşla işte böyle güzel ve insanı efsunlayan, büyüleyen bir coğrafyada tanışmıştım. Ve o yıllardan sonra da şöyle ya da böyle, o kuzey eyaletlerine gidene kadar da hep yakın durduk. Yer yer aynı alanlarda, aynı güçlerde birlikte kaldık.
Hakkari zozanların cephe komutanı, o zaman tüm yoldaşların yüreğinde yer alan ve asla unutulmayacak olan Rojhat Bluzeri yoldaştı. Yardımcısı ise gerillamızın en seçkin ve en efsanevi komutanı olan Mehmet Guyi yoldaştı. Yine Başkale gücümüzün unutulmaz komutanı, yoldaşların en mütevazısi ve de en yoldaş canlısı Eşref Nodiz yoldaştı.
Celal Başkale yoldaş o yıllarda yeni görev almıştı. Manga komutan yardımcısıydı. Ancak herkesin yanında görmek istediği, yanına almak istediği bir kişilikti. Henüz 22 ya da 23 yaşlarındaydı. Ahmet Arif’in deyimiyle bir filintaydı.
O yıllara göre yeni sayılırdı. Ancak pratik çalışmalara katılımı, fedakârca duruşunun yanı sıra yoldaşlara karşı gösterdiği ilgi ve saygı onu birçok yoldaştan farklı kılıyordu. Bir kere o yıllarda Celal yoldaş bir çalışmaya el atmış ise kimsenin bir daha o çalışmanın nasıl yürütüldüğüne ilişkin soru sormasına gerek kalmıyordu. Herkes bilirdi ki bir çalışmanın içerisinde Celal arkadaş varsa o çalışma kesinlikle başarıyla yerine getirilmiştir. Herkeste Celal yoldaş böyle bir intiba bırakmıştı.
Yine Celal yoldaşın kabul görmesinin ve de sevilmesinin başka bir nedeni ise güleçliği, insan canlısı oluşuydu. Öyle çok konuşkan değildi ancak soğuk hiç değildi. Gözlerinin parlayan ferleri her zaman yoldaşları tarafında özenle ele alınmışlardır.
Evet, Celal yoldaş bir müddet Hakkari zozanlarda en aktif pratiğin içerisinde oldu. Daha sonra ise bir aralar Özalp ve Kelareş hattında kalmıştı. Daha sonrası biliniyor, geri çekilme süreçleri yaşandı.
Geri çekilme sürecinde onu bu kez Xınere’de görmüştüm. Başkale bölüğü olarak geri çekilmişlerdi. Yine daha sonra bir ara Kandil’de birlikte kalacaktık. Ve sonra da 2005 yılında Nucan Dirlik yoldaşın gurubuyla birlikte Dersim yolculuğuna çıkacaktı. Beşiri’de Nucan ve 5 yoldaşı şehitler kervanına katılırken Celal yoldaş bu çatışmalarda çatışarak bir grup yoldaşıyla kurtulmuş ve Dersim yürüyüşünü devam ettirmiştir.
Celal Başkale yoldaş Dersim’de ağırlıklı olarak en zor alanlar olarak bilinen açılım sahalarında kalmıştır. Karadeniz ve Koçgiri alanları onun esas kaldığı alanlar olmuştur.
Şunu peşinen belirtelim; son yılların düşmana şok etki yapan birçok eylemine imzasını atan Celal Başkale olmuştur. Karadeniz ve Koçgiri hattında o istediği anda, istediği yerde eylem ortaya koyan bir kişiliktir. Öyle ki yer yer 20 saat üst üste yürüse de, coğrafyayı ve oranın halkının tanımasa da bir yolunu bulup eylem ortaya koyan bir militandır. Öyle ki iklimsel şartlar elverişsiz olsa bile o Tokat, Amasya, Sinop, Samsun, özcesi istediği yerde, örgütün istediği zamanda eylem ortaya koyan bir gerilladır. Kürdistan’da gerillaya, halka ya da Kürt halk önderliğine karşı bir saldırı gerçekleşmişse bu saldırılara ilk cevap verenlerden bir tanesi her zaman Celal Başkale olmuştur.
Eylemci denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Gerilla denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Ve irade, dayanırlık denilecekse bu vasıflar yine Celal yoldaşa yakıştırılmalıdır. Ve tabii inisiyatif, iddia ve hareketlilik ile hız denilecekse bu vasıflar yine ona verilmelidir.
Celal Başkale’yle kalanlar bilirler ki 1.90’a yakın boyu ve çok güçlü fiziki yapısıyla o bir dağ gibidir. Sadece fiziki böyle dağ gibi değildir. Onun iradesi adeta çeliktendir. Bükülmez. Büküldüğü an onun zaten düştüğü, yani kırıldığı andır. Bunun içindir ki o yıllarca en sert irade gerektiren alanlarda sorumlu düzeyde çalışmalarda bulunmuştur. Onun yanındaki yoldaşlar bu tempoya, bu ağırlığa, bu zorluklara dayanamadıkları için yerlerini değiştirmelerini hep istemelerine rağmen o adeta açılım sahalarının sigortası olarak her zaman en ağır ve imkânsızların yaratıcı militanı olmuştur.
Teke tek dövüşte zaten asla yenilmeyecek olan bir kişiliktir. Ancak o sadece teke tek dövüşte değil aynı zamanda on binlerce düşman gücü içerisinde adeta yıllarca dönüp dolaşıp yılının kuyruğunu ısırır gibi düşmanı perişan etmiştir. Çaresiz kılmıştır. İşlevsiz kıldığı gibi çıldırtmıştır.
Özgürlük saflarında düşman listelerinin ön sıralarında olan yoldaşlarımız hep olmuştur. Ancak son yıllarda TC faşist devletinin imha etmek için en çok Celal Başkale yoldaşla uğraştığını açıkça belirtmek gerekiyor. Düşmanın üzerinde en fazla beyin patlattığı, üzerinde katletmek için uğraştığı PKK militanı kesinlikle Celal Başkale olmuştur. Çünkü Celal Başkale bir yerde bulunuyorsa orada kesinlikle eylem vardır. Orada kesinlikle düşmandan intikam almak vardır. Ve orada hiç kimsenin ulaşamadığı sahalara ulaşarak ortaya eylem çıkarma vardır.
Celal Başkale ile kalan biri olarak ona her zaman Fransızların meşhur öyküsü olan Asterix ve Obelix aklıma gelir. Ve bu öyküde gücüyle Romalara karşı kafa tutan Obelix gelir. İşte Celal yoldaşı bir tarihi kişiliğe benzetecek ise kesinlikle bunlardan bir tanesi Obelix olacaktır.
Yine Kürtlerin ve Farsların tarihlerinde Rüstemê Zal vardır. Gerçekten de Celal bir Rüstemê Zal’dır. Boyuyla bir Rüstemê Zal’dır. Gücü ile bir Rüstemê Zal’dır. İradesiyle bir Rüstemê Zal’dır. İddiası ve Cesaretiyle bir Rüstemê Zal’dır. Savaştaki ustalığıyla bir Rüstemê Zal’dır.
Evet, Celal Başkale yeniçağın Kürt Rüstem Zalıdır dememiz kesinlikle abartı olmayacaktır. Onunla kalanlar, onunla yaşayanlar, onunla yoldaşlık yapanlar yanlarında her zaman bir dağ kadar güçlü ve heybetli kişinin bulunduğunu ruhlarında, duygularında kesinlikle hisseder ve bunu yaşarlardı.
Evet, Celal Başkale yoldaş yeni tarihimizin Rüstem Zal’ı olmuştur. Onu mutlaka özelde onunla Dersim’in görkemli dağlarında gerillacılık yapanlar daha genişçe yazacaklardır.
Celal Başkale yoldaşın bu savaşçılığının yanı sıra bir de kişilik olarak oldukça güleç yüzlülüğü vardı. Yüzünde asla ama asla eksilmeyen o gülüşler, o sıcak tebessümler her zaman yoldaşlarının yüreklerinde yerini koruyacaktır.
Celal Başkale bir de alçakgönüllülüğü ve sevecenliğiyle de anılacaktır. Öyle ki neredeyse bir insanın kalbini kırmayan Celal yoldaş sözün tam manasıyla bir yoldaş sevdalısıydı.
Celal Başkale yoldaş bir de mücadeleye olan bağlılığıyla anılacaktır. Onun kadar mücadele içerisinde herhalde zorluklarla karşılaşan az militan olmasına rağmen o her zaman en güçlü moral temsilcisi olmasını bilmiş ise bu onun büyük devrimci ve yurtsever değerlere olan bağlılığıyla alakalıdır.
Onun fedakârlığından söz etmenin bile anlamı yoktur. O nerede bir yardım isteniyorsa orada her zaman hazırdır. Ondan istenmeyen durumlarda bile o yoldaşlarına en fazla el uzatan ve yardımlarını esirgemeyen militandır.
Devasa cüssesiyle bilinen Celal Başkale yoldaşın bir de nezaketini anlatmamız gerekir. İnsanlarla ilişkilenirken kırmamak için adeta renk atan, kızaran, utanan bir incelik abidesiydi.
Evet, Celal Başkale yoldaşı anlatırken tüm bu güzel devrimci militan özeliklerinin yanı sıra bir de onun sporcu kişiliğini açmamız gerekir. Siz Celal arkadaşı voleybol oynarken görecektiniz. Hem blok yaparken hem de küte kalktığında adeta vurduğu topla yerden su çıkaran bir sertlikle vurmasını görecektiniz. İstisnasız Celal yoldaş küt vurduktan sonra arkadaşlar gitmiş topun değdiği yere bakarak arkasından hemen Celal yoldaşa takılmışlardır. Bir de voleybol oynayışı sadece sertliğe ve küt vurmaya dayalı değildi. Sporunda da incelik, zarafet üst düzeydeydi. Hele onun bir de genel manada güzel sporcu karakteri yok muydu görmeye değerdi.
Evet, Celal yoldaşı böyle saatlerce anlatabiliriz, güzellikleri saymakla bitiremeyiz. Gerçekten de bir İslamiyet’te dile gelen “Eşrefi Mahlûkat”ın ta kendisiydi. Böyle güzellikler dolu olan bir militan, PKK’li ve gerillaydı.
Bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Celal yoldaş bir ara Kandil’de bir kaza yapmıştı. Takım komutanıyken bir yoldaşı kazara onun silahından çıkan mermiyle şehit düşmüştü. Olayın soruşturması yapılmış, bir kaza olduğu, ayrıca Celal arkadaştan kaynaklanmadığı da netleşmişti. Buna rağmen görev yapmamıştı. Ciddi zorlanmış ve adeta bunalıma girmişti. Bunun üzerine görev yapmayarak karargâha gelmişti. Karargâhta kalıyor. Yaşadığı zorlanmadan dolayı birçok yoldaş onunla konuşmuştu. Kendim de bir ara eskiden tanıdığım için onunla tartışmıştım. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Celal arkadaş sabah erken görülmemişti. Öğlen olmuştu görülmemişti. Akşam olmuştu görülmemişti. Bazı yoldaşlar onun çok zorlandığını bildikleri için “Kaldıramadı ve muhtemel firar etti.” demişlerdi. Kendim olup bitene zaten inanmamış ve kaçmadığını söylemiştim. Ancak bir, iki, üç, dört gün geçti. Ve günler geçmeye devam ediyordu. Bana göre o örgüt yönetiminin bulunduğu yere gitmişti. Çünkü özgürlük saflarını asla terk etmeyecek bir yoldaştı. Ona kesinlikle inanıyordum. Bir de onunla savaşın en sert ortamında birlikte kalmıştım. Yoldaşlığını, yurtseverliğini ve de savaşçılığını görmüştüm. Bunun için birçok yoldaşa, özelde de yönetimlere “onun gitmediğini” söylemiş olsam da zaman benim aleyhime işliyordu. Ne de olsa artık aradan bir haftalık zaman geçmişti. Artık sesli olarak kimseyle bu durumu tartışmasam da içimde “o gitmez” sözümden dönmemiştim. Ancak dediğim gibi zaman benim söylediklerimin tersine işliyordu.
Tam artık umudumu yitirecekken baktım bir haber geldi: “Celal Başkale arkadaş Kelareş’e gitmiş” dediler. Yani en iyi tanıdığı alanlara gitmiş. Nedeni ise hızla kuzeye geçmek, aktif çalışmalara girerek yaşadığı durumun telafisine çalışmaktı.
Evet, Celal Başkale böyle mücadeleye köklü bağlı olan bir militandı. Bu olayı duyar duymaz tabii sesimi bu kez eskisinden çok daha yüksek dozajda yükseltmiştim. Elbette sorun doğru çıkıp çıkmama değildi, asıl sorun böyle değerli bir militanla yapılacak o kadar çok iş vardı. Asıl sevincimiz ve mutluluğumuz buydu.
Ve şimdi de o aramızdan ayrılmış olsa bile Rüstem Zal gibi bir militanı tanıdığım ve tanıştığım için son derece mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşı özgürlük saflarında tanıdığım için mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşla özgürlük saflarında aynı alanda, aynı şartlarda silah arkadaşlığı yaptığım için mutluyum.
Evet, Celal Başkale gibi bir yoldaşımız olduğu için PKK’liler olarak her zaman gurur duyacak ve onu her zaman hak ettiği gibi anacağız.
KASIM ENGİN
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan
15 Ağustos Atılımı’nın 21. yıldönümü kutlamalarımızın arifesini yaşadığımız bugünlerde başta Reber APO'yu saygıyla selamlıyor, hareketimizin gelişip güçlenmesinde, yaratılan değerlerin geliştirilip korunmasında yaşamlarını ortaya koyan tüm devrim şehitlerimizi büyük komutan Agit yoldaş şahsında şükranla anıyoruz.
Her şeyden önce Kürtler açısından önemli bir gün olan silahlı mücadelemizin başlangıç günü 15 Ağustos Atılımı’nı ortaya çıkaran o günkü Kürdistan ve dünya koşullarını anlamak ve bu atılımın neden ve sonuçlarını bilince çıkarmak, geleceğe dair daha güçlü adımlar atmada bizler için kılavuz olacak, daha kararlı ve inançlı olmamızı sağlayacaktır. Nitekim geçmişini bilmeyenin, geleceği de tehlike altındadır. Bu çerçevede yaklaşıldığında görülecektir ki, 15 Ağustos Atılımı macera olsun diye yapılmış ya da kendiliğinden ortaya çıkmış bir şey değildir. 15 Ağustos’u ortaya çıkaran ve tarihin derinliklerinde saklı tutulmak istenen nedenler vardır. 15 Ağustos, haksızlığa uğramış, kimliği ve kişiliği yok sayılmış, aşağılanmış, hakarete uğramış milyonların ilk diriliş çığlığıdır. Elbette ki bu, Kürdistan’daki aklı başında hiç kimsenin kabul etmeyeceği bir durumdur. Egemenler tarafından Kürde reva görülen ve kadermiş gibi kabul ettirilmek istenen bu adaletsizliği kabul etmek, insanlıktan çıkmak anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla Apocu harekete katılan Türk ve Kürt çekirdek kadrolar, bu gidişata dur demenin ve kendi insanlığına sahip çıkmanın adı olmuştur.
1970’li yıllar, ulusal kurtuluş mücadelelerinin geliştiği, özgürlük, demokrasi, ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi insanlık değerlerinin revaçta olduğu yıllardı. Fakat büyük mücadele ve direnişlerle yaratılmış bu insanlık değerleri, Kürdistan söz konusu olduğunda geçerliliğini yitiriyor, Kürt halkına baskı, işkence, zulüm ve katliam layık görülüyordu. Çağdaşlık ve insanlık değerlerini ağızlarından düşürmeyen hem kapitalist, hem de sosyalist ülkeler, Kürdün yaşadığı bu durum karşısında üç maymunu oynuyor, çıkarları için Kürt halkı yokmuş gibi yaklaşıyorlardı. Böylesi bir ortamda Kürtlük adına ortaya çıkmak, hele hele Kürdistan ve Kürt halkı için mücadele yürütmek büyük cesaret ve fedakarlık gerektiriyordu. Fakat hiçbir halk için layık olmayan bu durum Mezopotamya’nın en eski halklarından biri olan Kürt halkı açısından da kabul edilebilecek bir durum değildi ve buna dur denilmesi gerekiyordu. Bu kadar adaletsizliğe, bilim ve tarihle alay edilmesine, bütün gerçeklerin tersyüz edilmesine, insanlık değerlerinin, hakkın ve hukukun göz ardı edilmesine sessiz kalınamazdı. İşte 15 Ağustos Atılımı, Kürt halkında dirilişi gerçekleştirerek başaşağı gidişin önüne set çekmiştir. 15 Ağustos Atılımı Kürdistan ve Kürt halkı şahsında, insanlığa sahip çıkma coşkusu, insanlık suçu işleyenlere anladıkları dilden cevap verme kararlılığı, azim ve ciddiyetidir. 15 Ağustos Atılımı aynı zamanda özgürlük ve demokrasi atılımıdır.
15 Ağustos Atılımı’nın yarattığı ruh Kürdistan’da köklü bir değişim ve yenilenmeyi gerçekleştirmiş ve bu anlamda üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. 15 Ağustos Atılımı Kürt halkını ölümün eşiğinden alarak çözüm gücü olma düzeyine taşımıştır. Bugün halkımız, demokratik kurtuluş mücadelesinde kendisine ve davasına sahip çıkabilecek dili, anlayışı ve gücü yakalamıştır.
15 Ağustos eyleminin komutanı Agit yoldaşın bütün bunların gerçekleştirilmesinde üstlenmiş olduğu misyon ve rol oldukça önemlidir. Agit arkadaşın mücadeleci yanını örnek almak, onun zorluklar karşısındaki sınır tanımazlığını benimsemek, kısacası Agit yoldaşı tüm yönleriyle tanımak oldukça önemlidir. Bizim her zaman için komutanımız olan, sürekli ve fiili olarak bize yol gösteren, öncülük eden Agit arkadaşın tarzını, yaşamını, eylem şeklini anlarsak gerçek komuta ve devrimci vuruş tarzını yakalayabiliriz.
Ankara’da çerçevesi netleştirilen ideoloji ve teori, daha sonra çekirdek kadrolar tarafından Kürdistan’a taşırılmış ve yerel kadrolarca pratiğe geçirilmeye başlanmıştır. Yerel kadroların katılım ve coşkuları Kürdistan’da bu ideolojinin başarılı olacağına dair ilk önemli işaret olması itibariyle bütün kadrolarda bir güven yaratmıştır. Bu temelde, bir kısım kadro 75-78 yıllarında Apocu ideolojiyle Kürdistan’da tanışıp katılım sağlamış ve bunların birçoğu sonradan mücadelede çok büyük roller üstlenmişlerdir. Özellikle o süreçte, Kürdistanda ideolojimizin en rahat girebildiği, hareketimizin üslenebildiği, sadece öğrencilerin değil, halkın da desteklediği yer Batman olmuştur. Agit yoldaş da bu süreçlerde Batman merkezdeki öncü militanlarımızdan biri olarak görev yürütmüştür.
Agit arkadaş, daha sonraları yurt dışına çıkış sürecinde de eğitim amacıyla Filistin sahasına gelen ilk grupta yer almış ve eğitim sürecinden sonra Kemal Pir yoldaşla birlikte ülkeye dönmüştür. Bu süreçte başlarına gelen bir olay sonucu Kemal Pir yoldaş düşman tarafından yakalanırken, Agit yoldaş arabadan atlayarak kurtulmuştur. Askeri eğitim görmüş olan Agit arkadaş, 1981 yılında o zor koşullarda Seyfettin Zoğurlu arkadaşla birlikte Garzan’da arazide kalmıştır. Daha sonra birlikte Lübnan sahasına giderek I. Konferansa katılmışlardır. Türkçe ve Kürtçe’yi çok iyi bilen Agit arkadaş, her iki dilde de çok net ve düzgün konuşup sözcükleri tam yerli yerinde kullandığından, o dönemde Önderlik genelde diyalogları Agit arkadaşla yapmıştır.
Konferans ve sonrasında sürecin ardından 1982 yılında, yirmi iki kişilik ilk ülke grubunda Mehmet Karasungur, Şahin Kılavuz, Gözlüklü Ali gibi arkadaşların arasında Agit yoldaş da yerini almıştır. Yoğun eğitimlerden sonra Botan ve Garzan alanını tanıyan Agit arkadaş da öncülük anlamında gruba katılmış ve Botan’a geçerek 15 Ağustos Atılımı’na öncülük yapmıştır. Eylemin esas olarak Çatak, Şemdinli ve Eruh olmak üzere üç yerde yapılması planlanmış fakat sonuçta Şemdinli ve Eruh’ta eylem gerçekleştirilirken, Çatak’ta ise Terzi Cemal, yaşadığı korku ve kararsızlıktan dolayı eylemi yapmamıştır. İdeal ölçülerde planlama, tarz, saldırı ruhu, hakimiyet sağlama, kesin başarıyı hedefleme ise Eruh eyleminde gerçekleşmiştir. Eylemde kol komutanı olan Erdal (Mustafa Yöndem) arkadaş, o kadar yüksek bir tarz ve tempo sergilemiştir ki, karakolu bir dakikada ele geçirmiştir.
15 Ağustos Atılımı’ndan kısa bir süre sonra Agit arkadaş tekrar Lübnan sahasına gelmiştir. 15 Ağustos ardından 1985 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında gerillanın çok ciddi darbeler yemesi söz konusu olmuş, bu yıl içerisinde 85 arkadaş şehit düşmüştür. 15 Ağustos saldırı ruhundan uzaklaşma ve sağ savunmacı yaklaşım ciddi kayıplara yol açmıştır. Basit eylemlerle yetinme mantığı gerilla pratiğini tehlikeye düşürmüştür. İşte Agit arkadaş, bütün pratiği boyunca bu tür yaklaşımların panzehiri olmuş ve Önder Apo’nun gerçek bir militanı ve askeri olma özelliğini hiçbir zaman yitirmemiş ve tamamen bu doğrultuda çalışma yürütmüştür. Gerillanın Kürdistan’da gelişip gelişmeyeceği konusunda zerre kadar dahi kuşku taşımayan Agit yoldaşın bütün çabası gerillayı Kürdistan’a yerleştirmek ve konumlandırmak olmuştur. Büyük bir cesaretle ve her yönüyle pratiğe katılan Agit yoldaşın gittiği her yerde tüm arkadaşlar büyük bir moral ve coşkuyla çalışmalara katılmışlardır. Bu anlamda Agit arkadaş, Kürdistan’da gerillanın geliştirilmesinde en fazla rolü olan, bu noktada emek ve çaba harcayan militan bir kişiliktir.
Agit arkadaş, 1985 yılının darbe yenen aylarından sonra, 1986 yılında yeni bir bahar hamlesi başlatmak amacıyla hazırlıklara başlamış, Gabar’dan Çukurca’ya kadar eylemler geliştirerek adeta 15 Ağustos hamlesi niteliğinde bir hamleyi amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda bulunduğu Gabar’da hareket ettikleri esnada grup düşman tarafından pusuya düşürülmüş ve 15 Ağustos’un yaratıcısı komutanımız Agit yoldaş şehit düşmüştür.
Agit arkadaş Kürdistan özgürlük mücadelesi için amansız bir çabanın sahibiydi, gerçek bir militandı ve hiçbir zaman durmazdı. Mücadelenin ruhu, çalışmanın coşkusu olan Agit arkadaş, sistemli, düzenli, disiplinli bir kişiliğe sahipti ve sadece cesaret ve fedakarlığı ile değil bütün yönleriyle öncüydü ve gerçek bir askeri sistemi temsil ediyordu. Bundan dolayı Agit yoldaş, devrimci mücadelemizde, özellikle de askeri mücadelemizde günümüzde de büyük bir rol oynamakta ve bizi yürüten güç olmaktadır. Herkes, Agit yoldaşı daha bilimsel ele almalı, sonuç çıkarmalı ve onun ardılı olma gücünü gösterebilmelidir. Çünkü Agit komutanlaşmanın, ordulaşmanın çizgisidir. Agit son nefesine kadar gerillanın Kürdistan’a yerleşebilmesi için her şeyini feda etmiş bir kişiliktir. Bundan dolayı Agit arkadaşın gerçekliğini doğru kavramalı ve bu çerçevede günümüzdeki komuta tarzını doğru tahlil etmeliyiz. Agit yoldaşın gerçekliği ve komutanlığı nedir ve biz bu gerçekliğin neresinde duruyoruz? Herkesin bu soruları kendisine sorması ve bu temelde kendine yaklaşması gerekmektedir. O koşullarda Agit arkadaş büyük bir coşku ve azimle mücadele vermişse, bizim bunlardan büyük sonuç çıkarmamız gerekmektedir. Parti Önderliği bu nedenle şöyle bir belirlemeyi yapmaktadır; “Komutanlaşmada, komutan Agit, ruhta ve fedaileşmede komutan Zilan” Aslında Agit yoldaşın tarzı, fedai ruhun temsilidir. Fedai ruhun, en zor koşullarda pratikleştirildiği Amed zindanlarında gerçekleşen direniş, 15 Ağustos Atılımı’yla Kürdistan dağlarında en üst düzeyde temsil edilmiştir. Bu fedai ruhun devamını Zilan arkadaş getirmiş ve bunu formüle etmiştir. Zilan arkadaş, Başkan Apo’nun çizgisi için insanın kendisini nasıl parça parça yapabildiğini ve bunu yaparken de nasıl bir bilinç ve planlamayla yaptığını çok açık ortaya koymuştur. İşte bundan dolayı Zilan yoldaş, ruhta fedaileşmede Agit yoldaşın tamamlayıcısıdır. Bu nedenle komutan Agit ve komutan Zilan bizim sembollerimizdirler.
Şehitlerin bize bıraktıkları bayrağı yükselterek, silahlarını omuzlayarak onların mücadelesini başarıya götürebilir ve bu şekilde onlara olan borcumuzu ödeyebiliriz. Agit yoldaş gibi büyük emek sahibi olan ve özellikle de büyük şehitler kervanına öncülük eden bu yoldaşlar, kendi yaşamlarıyla bizim için büyük mesajlar vermişlerdir. Tabii ki bu mesajlar bizim için birer talimattır ve bizim bu mesajları doğru kavrayarak dönemin görevlerinin önem ve aciliyetini kavrayarak omuzlamamız gerekmektedir. Ancak bu şekilde şehitlere olan borcumuzu ödeyebiliriz. Şehit Agit'in çizgisini yaşamımızda pratikleştirmeli ve adeta yaşamımızda Agit'i yaşamalıyız. Onlara olan borcumuzu ödemek için onların çizgisinde derinleşmeli ve bu şekilde şehitleri yaşatmalıyız.
15 Ağustos Atılımı’nın başarılı olmasının temel nedenlerinden biri, Agit arkadaşın ideolojideki netliği, başarma azmi, inancı ve kararlılığıdır. Bunun yanında yoldaşa olan güven de çok önemlidir. Eylem planının titizlikle hazırlanması ve kararlılıkla pratiğe geçirilmesi başarının yarısıdır ve bu özellik Agit arkadaşta mevcuttur. Mücadelemizin önemli bir dönemini yaşadığı bugün dahi, 15 Ağustos saldırı ruhunun, başarma azim ve kararlılığının yaşatılması, esas alınması ve pratikte takip edilmesi hayati önemdedir. Apocu fedai ruhun şimdiye kadar yaratılan bütün gelişmelerin ana kaynağı olduğu gerçeği, geçmiş pratiklerimizde ortaya çıkmıştır. İşte 15 Ağustos eylemini başarıya götüren en temel etmenlerden biri de Apocu fedai ruhla donanmış yoldaşların kararlılığı ve eylemin Kürt halkında yaratacağı derin sarsıntı sonrasında halkın kendine geleceğine dair olan inançlarıdır. Nitekim gerçekleşen de bu olmuştur. 15 Ağustos Atılımı, Kürt halkında dirilişi ortaya çıkarmış, halkın kendisini toparlamasına ön ayak olmuştur.
15 Ağustos diriliş ruhu; bir cesaret, kararlılık ve mücadele ruhudur. Büyük fedakarlık, inanç ve coşku ruhudur. Bu ruhu yaratan yüce insan Başkan APO’nun ideolojisinde netleşme, hiçbir tereddüde yer vermemedir.
15 Ağustos Atılımı’nın yirminci yıldönümü kutlamalarının yaklaştığı içinde bulunduğumuz süreçte Kürdistan özgürlük mücadelesi tarihin en önemli bir dönemine girmiştir. Önderliğimizin “Artık tek taraflı ateşkes olmaz. Devlet 1 Eylül’e kadar bazı adımlar atmalıdır.” açıklaması, içinde bulunduğumuz sürecin kader belirleyiciliğini tüm yakıcılığıyla gözler önüne sermektedir. Bu nedenle günümüzde 15 Ağustos ruhuna, onun atılımcı, çözümleyici ve sonuç alıcı tarzına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır. Bu sürecin dayattığı devrimci görevleri layıkıyla yerine getirmek, sorunların üstesinden gelmek, çözümleyici olabilmek ve meşru savunma stratejimiz temelinde 15 Ağustos ruhunu doğru pratikleştirmek sonuca gitmeyi imkan dahiline sokacaktır.
Böylesi tarihi bir sürecin ruhuna ve temposuna denk düşmeyen, olanla yetinen, kendinden katmayan, üretmeyen, yaratıcılığı geliştirmeyen bir duruşla sürece yanıt olunması mümkün değildir. Genelde var olan yeterlilik anlayışıyla sürecin karşılanamayacağı açıktır. Bu tür yetersizlikler ciddi bir engeldir, yanılgıdır ve derhal aşılması gerekmektedir. Bunun yerine mücadele azmi ve kararlılığı her zamankinden daha ileri düzeyde canlı tutulmalıdır. Güçlerimizin sürece daha derli toplu bir şekilde hazırlanması, 15 Ağustos ruhuyla donatılması, mücadeleye hazır hale gelmesi en temel görevlerimizden biridir. 15 Ağustos’un keskinliği, kararlılığı, atılganlığı, sonuç alıcılığı, bir bütün olarak Apocu militan tarzın hakim kılınması dönemin aciliyet arzeden temel çalışması durumundadır. 15 Ağustos Atılımı dirilişi yaratmıştır ve şimdi de sıra demokratik kurtuluştadır. Demokratik kurtuluşun gerçekleşmesi de Apocu militan tarzın tüm çalışma sahalarına egemen kılınmasından geçmektedir. Böylesine tarihi ve hassas bir süreçte tüm çalışma alanlarımızda 15 Ağustos ruhunu yaşatmak, bu temelde faaliyetlere militanca yönelmek, başarıyı beraberinde getirecek ve bizleri demokratik kurtuluşa götürecektir.
Sürecin hassasiyeti dikkate alındığında, HPG güçlerinin meşru savunma çizgimiz temelinde savaş sanatında yetkinleşmesi, tekniği taktiğin hizmetinde ustaca kullanma noktasında yeterliliğe kavuşması, profesyonel gerilla ölçülerine ulaşması gerekmektedir. Şu unutulmamalıdır ki, 1 Eylül; Önderliğimizin açıklamaları temelinde önemli bir dönüm noktası olacaktır. Yaşanan süreç itibariyle ortaya çıkan gerçeklikler, dört yıldan bu yana tek taraflı olarak sürdürülen ateşkesin artık bu şekilde devam ettirilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Önümüzdeki süreçte ya devlet demokratikleşme yönünde gereken adımları atmalı ya da her iki taraf da ateşkese uymalıdır. Sürecin bu şekilde gelişmemesi durumunda HPG güçleri sürece en iyi bir şekilde cevap olabilecek hazırlıklarını tamamlamış ve hazır hale gelmiş bir konumda olacaktır.
Bu gerçekler temelinde, gelişen operasyonlar karşısında gerillanın meşru savunma çizgisi doğrultusunda kendini koruyacağı açıktır. Operasyonların devam ettirilmesi, güçlerimiz üzerine imha amaçlı saldırı operasyonlarının düzenlenmesi halinde, gerillanın da buna yanıtsız kalmayacağı herkes tarafından bilinmelidir. Böyle bir durum da beraberinde savunma savaşını getirecektir. Bundan dolayı HPG güçleri, her türlü olasılığı dikkate alarak sürecin hassasiyetinin bilincinde olmalı ve hazırlıklarını bu temelde hızlandırmalıdır.
Gerilla geçmiş dört yıllık süreçte üstüne düşenleri fazlasıyla yapmıştır. Demokrasi ve barışın teminatı olarak gereken fedakarlığı göstermiş, süreci sabote edici yaklaşımlardan uzak durmuştur. Bundan sonraki süreçte ise, gerillanın caydırıcı rolü öne çıkacaktır. HPG bir savunma gücüdür ve gerillanın öncelikli görevi de, kazanılan mevzileri ve yaratılan değerleri korumaktır. Bu yüzden HPG güçlerinin caydırıcı bir düzeyi yakalaması şarttır. İdeolojide derinleşmiş, siyasallaşmış, örgütlenme ve sistemde bir performans kazanmış militan bir gerilla gücü karşısında hiçbir gücün tutunamayacağı bir gerçekliktir. HPG güçleri, dört yıllık yoğun eğitim ve hazırlık temelinde ve geçmiş tecrübeler ışığında, olası her türlü saldırıyı meşru savunma çizgisi temelinde cevaplayabilecek kapasite, yetenek ve güce sahiptir. Bu temelde çizgiyle bütünleşen, yaşamda ve eylemde Apocu fedai ruhu yaşayan bir düzeye ulaşmak gerekmektedir.
15 Ağustos’un yirmibirinci yıldönümünü her türlü karşı saldırıyı göğüsleyen, atik, canlı, tempolu, yüksek moralli bir düzeyle karşılayalım. Döneme denk düşmeyen ve bizi geriye çeken her türlü yetersizliği aşan, ideolojide netleşmiş, askeri çizgide uzmanlaşmış, hiçbir engel karşısında yılgınlığa düşmeyen, Apocu militan tarzı uygulayan bir düzeye ulaşmak için her şeyimizle kendimizi çalışmalara katalım. Başarılı, önüne konulan görevi mutlaka yerine getiren, her türlü askeri manevra güç ve kabiliyetine sahip olan, taktik zenginliği yakalayan, bu anlamda askeri sanat ve örgütlenmede en ileri düzeyi temsil eden bir düzeye ulaşarak 15 Ağustos atılım ruhunu temsil edebilir ve ancak bu ruhla mücadelemizi zafere taşıyabiliriz.
Bu temelde 15 Ağustos atılım ruhunu yaratan Başkan Apo’yu saygıyla selamlıyor, 15 Ağustos bayramını kutluyor, büyük komutan Agit yoldaş şahsında bizleri bugünlere ulaştıran devrim şehitlerimizi tekrar hürmetle anıyor, her koşul altında kararlı takipçileri olacağımızı belirtiyoruz.
AGİT'i anmak, O'nun mücadelesini anlatmak; gerçekte ulusal ve toplumsal özgürlük ve demokrasi mücadelemizin önde gelen kahramanlarından birini anmak ve bu destanını anlamaktır. Bir halkın ve yine onun mazlum sınıflarının soylu geçmiş ve geleceğini kişiliğinde birleştirmiş olanların ölümünden ya da yitirilmesinden bahsedilebilir mi?
Büyük insanları, seçkin önderleri, halkların kurtuluş umudu olan yaşamı yaratanları anlatmak çok zor. Yaşamları, bilinen anıları, bugüne ulaşmış söz, belirleme ya da tutum- davranışları düşünülebilir. Onların sıradanlığı aşan yanları, ayırt edici özellikleri bir bir sayılabilir. Ama yetmiyor. Her biri bir roman kahramanı, yaşamlarının her bir anı destan konusu olan bu seçkin insanları anlatmaya yetmiyor. Çünkü onlar sıradanlığı aşıp doğaüstü güçlerle donanmayı başaran, maddi yaşam içindeki duruşlarıyla yıkılmaz değer yaratanlar, kutsallığa erişmiş insanlar oluyor.
Örgütçülüğü, disiplini, dinamik yapısı, ilkeli yaklaşımı, emekçiliği, mütevazi yaşamı, birleştirici yanları ile O, 'bir çizgi militanı olarak Apoculuğun havarisi olarak' işe başladı. Binlerce yıllık Kürdistan tarihinin yarattığı umutsuzluk ortamı karşısında o hep bir umut kaynağı oldu. Ve ayrılıkları değil, birlik yanları öne çıkararak bölücülüğe, parçalanmaya karşı amansız bir savaş verdi. Hepsinden önemlisi O, değer tüketen değil, yaratandı. Yaratılan değerlerin savurganlığı karşısında bir öfke yumağıydı. Hep öğreniyor ve öğrendiklerini paylaşmak için hep öğretiyordu. Yoldaşlarına, dostlarına bu kadar güç, moral veren, karşıtlarına ve ihanetçilere de elbette ki korku salar. Onun için hep karşıtlarınca izlenen ve etkisizleştirilmek için çaba harcanan bir hedefti. Bin yılların tarihini bugünle buluşturup gelecekle köprüsünü kuran bu eşsiz insan, en verimli çağında, yani halkımız/halklarımız için en yararlı çalışmaları üreteceği bir dönemde 28 Mart 1986'da Şırnak'ın Gabar (Küpeli) dağı kırsalında haince bir komplo sonucu ölümsüzler kervanına katılırken; geride bir korku, kaygı değil, korkunç bir kararlılık ve kazanma hırsı bıraktı.
Layık olmak, bizleri tarihle buluşturanları tarihin sonsuzluğu içinde yaşatmak tarihi, kutsal bir görev olarak karşımızda duruyor. Büyük örgütçü, büyük mücadele adamı, 15 Ağustos Atılımı'nın büyük komutanı, büyük insanlık militanı Mahsum KORKMAZ’ı (AGİT) anmak, anısını yaşatmak; ancak sarsılmaz bir inançla geleceği yaratma mücadelesinde, O'na layık bir yaşamla dimdik ayakta durmakla mümkündür.
Çünkü; "Şehitler dünde kalmadı, şehitler sadece geçmiş tarihimiz olmadı, bugünün çelişkilerinin çözümüne öncülük ettikleri gibi geleceğimizi de aydınlatmaya; tarih bilincimiz ve geleceğe yol gösteren öncülerimiz olmaya devam edecekler".
Mazlum DOĞAN Hareketimizle tanıştırdı
Mahsum KORKMAZ (1956) aslen Silvanlı olduğu halde, henüz genç yaşlardayken ailesinin Batman'a yerleşmesiyle Batman'da büyümüş, ilk devrimci çalışmalara burada katılmıştır. 1970'lerden sonra Kürdistan genelinde gelişen aydın-gençlik hareketinden etkilenen KORKMAZ, PKK öncü kadrolarından ve Amed zindanında direnerek yaşamını yitiren Mazlum DOĞAN aracılığıyla PKK'yle tanışır. Mahsum KORKMAZ o yıllarda PKK'ye sunduğu raporunda şunları belirtir: "Yurtsever düşüncelerin yaygın olduğu bir yöreden (Silvan) oluşum, Türkiye devrimci hareketinin etkisi, insancıl duygulara sahip olmam ve ilerici aydın-gençlik kesimiyle olan bağım gibi etkenler devrimci olmamda rol oynadı... Devrimci hayata atılmam Hareketimizle başladı. Daha önceleri devrimciliğe karşı sempatim vardı. Fakat herhangi bir siyasi hareketle ilişkim olmadı. Hareketimizle ilişkim 1977 yılında başladı. Dernek etrafında kümelenen aydın-gençlik arasındaki saflaşma sonucu meydana gelen siyasi grup ayrışmalarında Hareketimizin ihtilalci yapısına olan ilgim ve yakın arkadaşlarımın çoğunun ortak düşüncelerde olması, beni diğer reformist ve sosyal-şoven gruplara karşı hareketimizin yanında yer almaya itti. Daha sonraları bu atılımı araştırmalarım sonucu bilinçli olarak sürdürdüm."
15 Ağustos Atılımı
Mahsum KORKMAZ, ilk devrimci faaliyetlere Batman'da başladı. Daha sonraki tüm mücadelesinde daima en önde yer aldı. O, içerisinde doğduğu ortamın tüm olumsuzluklarına karşı yoğun bir ideolojik, politik ve örgütsel savaş açarak büyük gelişmeler sağladı. Halk savaşı yolunda daha büyük atılımları gerçekleştirmek için Ocak 1980'de Lübnan'daki Filistin kamplarına giden Mahsum KORKMAZ, yedi aylık bir eğitim sürecinin ardından büyük sorumluluk ve umutlarla Kürdistan'a döndü. Bu dönemde PKK önder kadrolarından Kemal PİR ile birlikte Türk ordu güçlerinin pususuna düşer ve bu pusudan ağır yaralı kurtulur. Kemal PİR ise esir alınır.
1982 sonları ve 1983 baharında PKK'nin ülkeye yönelik pratik faaliyetlerini başlatması sırasında birimlerin hazırlık faaliyetlerine katılan Mahsum KORKMAZ, Kürdistan'ın birçok bölgesine devrimci öncü birimlerin ulaştırılmasında aktif rol oynar.
15 Ağustos arifesinde PKK'nin Merkez Komite üyeliğine seçilen Mahsum KORKMAZ, kurulan Hezên Rizgarîya Kurdistan HRK)'nin Merkez Konseyi'ne de seçilerek oluşturulan ilk HRK birliklerinden "14 Temmuz Silahlı Propaganda Takımı"nın komutanlığını da üstlenir. Ve "14 Temmuz Silahlı Propaganda Takımı" ilk eylemini 15 Ağustos Atılımı'nın en güçlü eylemi olan Eruh baskınıyla gerçekleştirir...
Kahramanlık döneminin sembolü
Agit yoldaş!
Evet, O'nu tanımak ve anlamak gerekir. Agit yoldaş şirin, Agit yoldaş cesur, Agit yoldaş fedakâr insan!
Bu can yoldaşı anmak ve aramak gerekir. Hele hele günümüzde tarihin o utanılası mirasını hala boynunda ve ayağında bir zincir gibi taşıyan halkımızın o katlanılmaz yaşam tablosu gözler önündeyken böylesi bir kişilikle tanışmak, O'nun oluşturduğu akımın içinde yer almak, O'nun yoldaşı olmak ve büyüklüğüne erişmek nefes alıp vermek gibi bir zorunluluktur. Agit yoldaş, başından sonuna kadar tüm şehitler zincirinin beyni ve yüreği olmasını bilmiş, yine tüm halkın yüreğini ve beynini bir kişiye sığdıracak güce ulaşmış büyük bir insandır. Bir kişi eğer onun niteliklerine ulaşabilmişse yücelik ve yiğitlik sıfatlarına layık olabilir. Böylesi bir gerçekliği yaratmış biri için ölümden bahsetmek ne kelime! Yaşamın en soylusu içinde erimiş, onun ta kendisi olmuş biri ölebilir mi?
Eğer yaşam sayısız niceliğin kısa bir zaman aralığında bir araya gelmesi ise bunun belli bir süre sonraki adı da ölümdür denebilir. Ama eğer yaşam, evrenin sonsuz bir kavranışı ve insan soyunun gelişim halkalarının sonsuzluğu olarak ele alınacaksa, yaşamın bu soylu kavranışını kişiliğinde abideleştirmiş birinin ölümünden söz edilemez. Böyle bir kişiliğe ve Öndere sahip olan halkımız da O'nun şahsında gerçekte şanlı bir dirilişe ve ölümsüzlüğe ulaşmıştır. PKK ve halkımız Onunla gurur duyuyor. O, her zaman ulusal direniş mücadelemizin kahramanlık döneminin sembolü olarak anılacaktır.
Reber APO
Çekdar-Osman Güneş Yoldaşın Anısına
28 Şubat 1984’te Batman’da dünyaya gelen Çekdar arkadaş, 7 çocuklu yurtsever bir aile ortamında büyür. Müziğe ilgi duyan Çekdar arkadaş, ortaokul mezunudur ve siyasi davalardan ötürü yaklaşık 5 ay cezaevinde kalmıştır. Daha küçük yaşlarda savaşın kirli yüzüyle tanışan Çekdar arkadaşın milis olan dayısı Nuri Özdemir ve kardeşi Selahaddin Özdemir 1996 yılında HİZBUL-KONTRA tarafından katledilirken, amca çocukları Dr. Ali Abbas (Nadim Topal) 1990'lı yıllarda PKK saflarına katılmış ve 2000’de Hasankeyf’in Reşide köyünde askerlerle girdiği bir çatışmada şehit olmuştur.
HPG Ana Karargâh Komutanlığı Çekdar arkadaşa ilişkin 10 Şubat 2012 günü yaptığı açıklamada şu ifadelere yer veriyor: “Kürdistan da özel savaşın halkımız üzerinde yürüttüğü inkâr ve imha politika ve uygulamalarının yakın bir şahidi olarak yetişen Çekdar arkadaş, Kürdistanlı olmanın düşman tarafından imha edilme gerekçesi yapıldığının bilincinde olur. Yaşadığı derin sorgulamalar sonucunda anlamlı bir mücadeleyi özgürlük hareketiyle buluşmakta bulan Çekdar arkadaş 2009 yılında gerilla saflarımıza katılım sağlar. Aldığı eğitim ve gerçekleştirdiği yoğunlaşmalarını pratik sahalarda uygulama konularında önemli derinleşmeleri sağlayan Çekdar arkadaş, en son Garzan alanımızda bulunmuştur. Çekdar arkadaş verilen tüm bedellerin güçlü ve kararlı bir savaş ile sağlanacağına olan inancıyla bu önemli görev sürecine başlamıştır. Gamze gülüşlü ve sempatik özellikleriyle Çekdar arkadaşımız bulunduğu görev alanlarında her zaman sevilen, arkadaşların yüreğinde güçlü yer edinmesini bilen bir duruşu sergilemiştir. En son konuşmalarında Çekdar arkadaşımız “Önderliğimizin Özgürlüğü ve halkımıza layık bir pratiğin sahibi olacağız” temelinde büyük bir mücadele kararlılığı olmuştur.”
“Şehitlerin kanlarıyla, mücadeleleriyle şu an nefes aldığımın farkındayım.” diyen Çekdar arkadaş; kendisinin de dahil olduğu Şehitler Kervanının yolcularına ilişkin şu değerlendirmeleri yapıyor: “O onurlu insanlar olmasaydı mücadele etmeselerdi şu an Kürt diye bir şey olmayabilirdi. Her şey Önderliğin sayesinde olmuştur. Onun için ideolojik eğitimi esas tutuyorum. Önderliği daha iyi anlamak için kendimi ileriki zamanda ideolojik eğitime vereceğim. Kendime birinci esas olarak göreceğim ideolojik eğitimdir. Katılım nedenim Önderliktir. Hedefim de Önderliğin özgürlüğüdür. Önderliğin zindanda olduğunu kendime hazmedemiyorum. Onuruma dokunuyor. Ne engeller çıkarsa çıksın Önderliğe bağlı bir asker olacağım. Önderliğin çizgisinde yürüyeceğim ve şehitleri esas alacağım.”
Çekdar arkadaş ile daha sivil yaşamdan tanışan Karker Gabar; “Çekdar arkadaşla gerilla saflarında hiç karşılaşmamıştık. Çekdar arkadaşla sivilde tanışmıştık. Aynı okulda okuyorduk, aynı mahallede oturuyorduk ve beraber büyümüştük.” ifadelerine yer veriyor. Gabar; Çekdar arkadaşı şöyle anlatıyor. “Çekdar arkadaş ailesinin yurtsever olmasından dolayı partiyle küçük yaşta tanışmıştı. Parti faaliyetlerinde bulunmuştu. Şehit Çekdar’la birlikte birçok defa parti çalışmalarında yer almıştık aynı alanlarda. Şehit Çekdar’ın en temel özelliği düşmanın Batman’da geliştirdiği kontra faaliyetlerine karşı duyduğu tepki, öfkeydi. Şehit Çekdar arkadaşta, Batman’da 90’lı yıllarda ön planda olan Hizbullah’ın yaptığı faaliyetler büyük etki bırakmıştı. Hepimiz üzerinde bırakmıştı. Şehit Çekdar üzerinde bu daha belirgindi. Onun için sürekli düşmandan intikam alma peşinde koşmasını bilen bir yoldaştı. 2006 yılında partiye katılmamın ardından şehit Çekdar arkadaşı bir daha görmek kısmet olmadı. Gerilla saflarına katıldığını duymuştum. Ama kaldığımız alanlar birbirinden uzak olduğu için birbirimizi göremedik.”
Çekdar arkadaşın sanata çok büyük bir ilgisinin olduğunu belirten mücadele arkadaşlarından Ş. T. şunları dile getiriyor; “Sanata karşı çok fazla bir sevgisi vardı. Sanatsal yönde kendisinde gelişme yaratmak istiyordu. Çünkü sanat bir kültürün temsilini yapar. Ve arkadaş bu bilinçteydi. Buna göre de kendisine bir şekil vermek istiyordu. Sanat yönünde kendisini o düzeye ulaştırmak istiyordu. Çünkü kültüründen uzaklaşmış bir insan bir kişiliği temsil de edemez. Arkadaş bunu görüyordu ve kendisine belirlediği hedeflerden birisi de buydu. Diyebilirim ki, gelecekte Kürt kültür-sanatında çok önemli bir rol oynayabilirdi. Yine yapacağı sanatla insanları doğru yola getirebilirdi. Sistemdeki gençlerimiz asimile olmuşlar, kültürlerinden uzaklaşmışlar ya da kapitalist kültür ve sanatın içinde eriyerek kültürlerinden, sanatından tamamen uzaklaştırmışlardır. Arkadaşın geliştirdiği sanat insanı kendisine çekerdi. Böyle bir sanatı vardı.”
Çekdar arkadaşın yaşama çok iyi katıldığını hatırlatan silah arkadaşı W.R. ise; “Yaşama çok canlı katılıyordu. Arkadaşları çevresinde topluyor ve sürekli olarak onlarla tartışıyor, konser verir gibi her akşam moral yapıyordu. Kuzeye gitme isteği çok güçlüydü. Sürecin bize verdiği sorumluluk ve görev gereğini yerine getirme çabasındaydı. Yaşamda duruşunda çok mütevazıydı ve her arkadaşa da örnek oluyordu. Yapı içinde öncü bir arkadaştı. Yeni savaşçılarla sürekli tartışıyor ve örgütü onlara anlatmaya çalışıyordu. Örgütte aldığı her şeyi arkadaşlarla paylaşmak istiyordu. Garzan’a gitti ve kış sürecinde şehit düştü. Onun şahadeti bize çok ağır geldi, çünkü birlikte kalmıştık, bize emekleri vardı. Biz yeni savaşçıyken bize çok yardımcı olmuştu. Eğitsel anlamdan tutalım da yaşamdaki ihtiyaçlara kadar bize çok yardımcı oldu. Çok çalışan ve fedakâr bir arkadaştı.” diye anlatıyor.
“Çok fedakâr, yaklaşımları çok özlü, kişiliği özlü, dürüst, saf bir arkadaştı.” diyerek Çekdar arkadaşın kimi özelliklerini sayan mücadele arkadaşı X.D. şunları dile getiriyor. “Zorlanan arkadaşlara yardımcı olması, ilgilenmesi biraz da onun yoldaşlık ilişkisini ortaya koyuyordu. Onun temel özelliği yoldaşlık ilişkileri ve dürüstlüğüydü. Hem örgüte karşı, hem şehitler gerçeğine karşı, hem önderliğe karşı çok dürüst yaklaşan bir arkadaştı. O dürüstlüğünü de mücadeleye akıtan bir arkadaştı. Gerçekten de mücadeleyi çok değerli bulurdu. Sürekli savaş alanlarında bir şeyler yapmak isterdi. Haksızlıklara karşı çıkması, sürekli doğruları savunması, bunu da örgütsel temelde yapması söz konusuydu. Bu da birçok arkadaşı taburda etkilemişti. Doğal kişiliğiyle insanları örgütsel çizgiye çekiyordu. Belki de çok fazla ideolojik, çok fazla teorik düzeyde yapmazdı ama yaşam duruşuyla yapardı ve bu da doğal olarak arkadaşlar tarafından çok sevilmesine yol açıyordu.”
Mücadele Arkadaşları
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo sonucu yakalanarak Türkiye’ye getirilişinin 7. yılında bedenini ateşe vererek protesto eylemi gerçekleştiren Viyan Soran yaşamını yitirişinin 3. yılında anılıyor. Avrupa, Maxmur, Kandil ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan anma etkinliklerinde Viyan Soran’ın yaşamı, özgürlük anlayışı, gerçekleştirdiği eylem üzerinde durularak, Kürt kadınının özgürlüğe ilerlediği yolda önemli bir isim olduğuna dikkat çekildi. Viyan Soran için kadınlar çeşitli yerlerde eylemler gerçekleştirirken; PKK, KJB ve YJA-STAR’da yayınladıkları mesajlarla Viyan Soran’ı andı.
‘Viyan ‘Êdî Bes e ‘ çığlığıdır’
Viyan Soran’ın yaşamını yitirişinin yıldönümünde yayımladığı açıklamayla anan PKK , Soran’ın eylemini uluslararası komploya karşı ‘Êdî Bes e çığlığı olarak tanımladı. PKK mesajında, ‘Viyan gerçekleştirdiği tarihi eylemiyle Kürt mücadelesi içerisinde yerini alarak sembolleşmiştir’ denildi. Viyan’ın eylemini Kürt mücadelesine karşı geliştirilmek istenen saldırılara yönelik bir çıkış olduğu ifade edilen açıklamada, ‘Viyan eylemini, hem uluslararası komploya hem de, PKK ‘yi bölüp parçalama ve tasfiye etme politikalarına karşı gerçekleştirmiştir. Ulusal parçalanmaya karşı demokratik ulusal birliğin sembolü olmuştur’ ifadelerine yer verildi. ‘Uluslararası komplo kendisini yenileyerek bir kez daha sonuç almak istemektedir’ vurgusunun yapıldığı açıklamada, ‘Bugün eğer 10. kongremizde tasfiyeciliğe karşı zafer ilan etmişsek, bunda Viyan’ın yaşam duruşu ve mücadelesi belirleyici olmuştur. Eğer bugün partileşmede bir düzey yakalanmışsa, bunda Viyan arkadaşımızın büyük emeği ve çabası vardır’ denildi.
‘Mirasını sürdüreceğiz’
YJA- STAR ise yayımladığı mesajında Viyan Soran için ‘Hakikat ve aşk felsefesinin meleğidir’ ifadesini kullandı.
Açıklamada, uluslararası komplonun Öcalan şahsında başta tecrit olmak üzere, imha ve inkar konseptini Kürt halkı ve hareketlerine karşı derinleştirdikleri bir süreçte Viyan’ın gerçekleştirdiği eylemle bunları boşa çıkardığı ifade edildi. YJA-STAR açıklamasında, ‘Bedeninin ateşiyle sınıflı toplum uygarlığının buz tutmuş yürek ve beyinlerini eriterek, batının insan hakları mahkemelerinin sahtekarlığını ortaya çıkarmak ve tarihin adaleti önünde şahit olmak isteyen Viyan Öcalan’ın yaratmak istediği ‘Hakikat ve Aşk Felsefesi’nin koruyucu ve uygulayıcı meleği olmuştur’ denildi.
‘Viyanların yarattığı özgürlük ateşini alevlendirmek, zafere giden yegane yoldur’ denilen YJA – STAR açıklamasında, Viyan’ın emanet ettiği vasiyetlerin şaşmaz uygulayıcıları olacağı vurgusu yapıldı.
Sonuna kadar mücadele
Viyan Soran’ın yaşamını yitirişinin yıldönümü nedeniyle bir mesajda KJB yayımladı. KJB tarafından yapılan yazılı açıklamada, Viyan Soran şahsında tüm yaşamını yitirenler anılarak, vasiyetlerini gerçekleştirme sözü verildi.
KJB, adına yapılan açıklamada ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemleri kapsamında yaşamını yitirenler bir kez daha anılırken, uluslararası komplonun Kürt halkı üzerinde denemek istediği tasfiye politikaların sonuçsuz kaldığı hatırlatılması da yapıldı. Viyan’ın her türlü dayatmaya karşı çok kararlı, sonuna kadar mücadele ettiğinin kaydedildiği açıklamada, şunlara yer verildi: ‘Öcalan’ın ve hareketimizin tasfiyesini amaçlayan uluslararası komplonun saldırıları sadece dışla sınırlı kalmamış, içeride ideolojimizi ve özgür yaşam anlayışımızı saptırarak, örgüt içi yozlaşma geliştirmek amaçlamıştır. Böylelikle bizleri amaç ve değerlerimizden uzaklaştırarak, ihanet ve gafleti örgüt içinde hakim kılmak istemişlerdi. Viyan komplocuların bu amacını derinden fark ederek, bu yönlü gelişen her türlü dayatmalara karşı kararlı bir şekilde sonuna kadar mücadele etti. Yaşama ve mücadeleye büyük anlamlar katarak gerek kendisini, gerekse de bulunduğu ortamın gelişimine öncülük etti. Viyan, yaşamında her zaman sözle eylem bütünlüğünü temel ilke edinirken, aynı zamanda anlamlı ve amaçlı yaşamın öncü militanı oldu. Söz ile eylem arasındaki bağı eylemiyle çok net bir biçimde ortaya koydu.’
Ulusal birlik yaratılmalı
Viyan’ın Öcalan’ın özgürlük felsefesine aşk derecesinde bağlı olduğu hatırlatılan açıklamada, ‘Viyan, kadını gerçek özgürlüğe taşıyan yolun, Öcalan’ın özgürlüğünden geçtiğini biliyordu. Bu nedenle ‘Öcalan’ın esaretine alışmak ihanettir’ dedi. Öcalan’ın tutsaklığına alışmanın, kadının tutsaklığına ve köleliğine alışmak, kanıksamakla özdeş olduğu gerçeğinin bilincindeydi. Kürt kadınını karanlıklardan çekip çıkaran, ona güç, irade, bilinç kazandıran temel kaynağın Öcalan olduğunu ve onun şahsına yönelik gelişen komplonun kadın özgürlüğüne de dönük bir komplo olduğu gerçeğini, kadına olan bağlılık ve sevgisini eylemiyle ortaya koymuştur. Her koşul altında Öcalan’ın yolunda doğru yürümeyi ve doğru yoldaşlık yapmayı bilmiştir. Kadına ve onun özgürlük yürüyüşüne her zaman inanmış ve öncülük etmekte tereddüt etmemiştir. Güney Kürdistan parçasından olan Viyan, o parçadaki Kürt kadının diğer parçalardaki kadınlarla buluşmasının öncüsü olmuştur’ ifadelerine yer verildi.
Viyan’ın bıraktığı mirasa sahip çıkılmasını isteyen KJB, ‘Arkadaşlarımızın yaratmış olduğu değerleri sahiplenmek ve gelişiminde sorumluluk üstlenmek herkesin borcudur. Bu vesileyle herkesi Viyan şahsında tüm arkadaşlarımızın amaçlarına denk bir katılım sağlayarak, başta Öcalan’ın özgürlüğü olmak üzere, Kürt halkının ulusal birliğini yaratmaya ve Kürt kadınının özgürlüğü için çalışmalara daha güçlü katılım sağlamaya çağırıyoruz’ vurgusu yapıldı.
Kandil’de de anıldı
Viyan Soran için Kandil’de Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) tarafından düzenlenen ‘Şehit Viyan’ı Anma’ toplantısına yüzlerce Kandilli kadın katıldı. Anma toplantısında Enze, Bukruska, Zergele, Perdaşale, Bergırke ve Boçere köylerinde yaşayan kadınlar da yer aldı. Anma toplantısında konuşan PÇDK Başkan Yardımcısı Necibe Ömer, ‘Viyan’nın tüm Kürt bölgelerinde olduğu gibi özellikle Güney Kürdistan’da özgür kadın kimliğini oluşturduğunu ve bunun bir sembolü olduğu’ belirtti. Elefterya, Zilan ve daha birçok kadını örnek olarak veren Ömer, ‘Arkadaşlarımız özgürlük ve ülke tutkusu için örnek duruşlar sergilemişlerdir’ diye konuştu.
Viyan Soran kimdir?
1981 yılında Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde doğan Viyan Soran’ın gerçek adı Leyla Wali Hasan’dır. 1997 yılında Kürt mücadelesinde yerini alan Viyan Soran, 1 Şubat’ı 2 Şubat’a bağlayan gece Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi ve Kürt halkına karşı geliştirilmek istenen komploya karşı durarak Haftanin’de bedenini ateşe verdi. Viyan Soran eylemini gerçekleştirmeden önce Abdullah Öcalan'a yazdığı mektupta özetle şu cümlelere yer vermişti: ‘Başkanım! Gerçekleştirdiğim eylemin nedeni, senin ve Kürt halkının üzerindeki komployu kabul etmemek ve egemen devletler tarafından size ve Kürt halkına karşı uygulanan haksızlığa başkaldırmak içindir. Bir tek kişi kalsak bile senin ideolojik çizginin ve felsefenin başarıya ulaşacağına dair iddialı ve inançlıyım.’
Derleme
Biz tüm insanların eşit ve özgür yaşamasını istiyoruz. Biz, dil, din, ırk, cins, mezhep ayrımı olmasın istiyoruz. Biz, Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Ermeni tüm halkların ortak yaşamasını istiyoruz. Biz kadının da bir insan olarak kabul edildiği bir dünya istiyoruz. Bunları anlatırken sana sessiz, sakin ve merakla dinliyordun. O kadar sakindin ki içimden acaba gerçekten dinliyor mudun diye soruyordum kendime. Ama dinlemezse söyler herhalde deyip devam etmeye çalışıyordum. Çok çabuk kabul etmedin birçok şeyi ama çok geç de olmadı aslında. Aslında ilk seni tanıdığımız günden sonra çıkıp bizim kampüs kantinine geleceğini düşünmemiştim doğrusu. Seni bir hafta sonra orada görünce şaşırmıştım aslında. Fakat aynı zamanda sistemden bir kişiyi daha kopardım diye düşünüp korkunç mutlu da olmuştum aynı anda.
Emekçiydin Şiyar yoldaş. Ailenden sana maddi yardım gelmemesi için boş zamanlarında çalışıyordun. İhtiyacı olduğunu düşündüğün herkese yardıma koşardın. Önüne koyulan görevlerin en iyisini yapmak için çaba sarf ederdin. Herkes seni çok severdi. Hiçkimsenin kalbini kırmak istemezdin. Moralsiz birini hemen fark eder, yanına ilişir ve onu güldürmeden kalkmazdın. Çocukla çocuk, büyükle büyük olurdun. Evine gittiğimiz işçi ailelerdeki kadınlarla bile rahat ilişki kurardın. Sen insanı anlar, insanı gerçekten sever, her şeyini onun yeniden yaratımı için vermeye hazır olduğunu gösterirdin. Artık dayanamıyorum, bu şehir beni boğuyor, dağlara gitmek istiyorum diyordun. Bir süre daha çalışmalarda kalmak senin için zor oldu. İlişkiler yıprandığı için iki ay boyuca seni yolculadık, sen geri geldin, biz yolculadık, sen geldin. En son gidişinde de akşama geri gelirsin diye seni bekledik ama sen gelmedin. Anladık ki sen yoldasın. Ailen bize korkunç öfkelenmişti. Senden sonra intikam alırcasına yaklaştı. Çok aradılar seni ve bizi çok zorladılar. Şimdi senin gidişinden sonra duyduğuma göre daha iyilermiş. Bu da yine senin kazanımın. İlk güneyabatıya, engizeklere gitmiştin. Senden sonra gelen yoldaşlardan haberini almıştık. İyimişsin, bir de askerleşmede iddialı olduğunu söylediler, çok sevindik. Ve senin başaracağına inancımız pekişti. Özgürlük güneşimizi, başkanımızı görmeyi çok isterdin. O büyük insanı görmek bile yeterlidir derdin. Ben gördüm, senin ve bütün yoldaşlarının yerine de bakmaya çalıştım Şiyar yoldaş. izledim, incelmeye çalıştım. Bu da onun için dedim bakarken, ama sana bunu anlatamadım. Amanoslarda kalmışsın yoldaş. Onca zorla süreçlere, tasfiyeci yaklaşımlara ve düşmanın yönelimlerine rağmen ayakta kalmışsın. Hem de inancını, kararlılığını arttırarak. Hiçbir zorluk senin karşında dayanamamış. Hepsine merhaba deyip açmışsın göğsünü dağlara ve yürümüşsün. Geri çekilme sürecinde güneye gelmiştin. Yine durumunun iyi olduğunu duyduğumda. İşte bizim Şiyar böyle olur demiştim. Yaşanan düşman yönelimleri karşısında 2001 yılındaki güneydeki hamlelere hiç tereddütsüz katılmıştın. O zaman da yanında olan yoldaşların, senin fedakarlığını anlata anlata bitiremiyorlardı. Sonrasında halkının fedaisi olmak için Özel Kuvvetlere geçmiştin. Seni kıskanmamak elde değildi. Bu kadar kesintisiz ve güçlü katılımı sağlayan bir yol arkadaşını kıskanmamak elde değildi tabi. Yıllar sonra takımımızı ziyarete geldin. Eski sakinliğin, sabırlı duruşun halen vardı. Daha bir olgun, daha bir kararlı gördük seni. Önceden tanıdığımız yoldaşlardan bahsettik seninle. Süreçten, istenilen görev ve sorumluluktan konuştuk. Yine yazmıyor musun diye sormuştun sana, fazla değil demiştin. Biraz diye cevap verdin. Yine kızmıştım, olmaz yoldaş daha çok yoğunlaşmalısın demiştim. Tuhafıma giden bir nokta da tütün içişindi. Oysa öğrenciyken en büyük sigara düşmanı sendin. Başladım işte demiştin. Bense neyse diye geçirdirmiştim. Seni görmek beni sevindirmişti. Hele gelişme düzeyin her ne kadar istenilen düzeyde olmasa da çabanın oluşunda ve kararlılığında oluşun sevindirmişti. En son Amanos’a gitmeden akademiye gelmiştiniz. O zamanki gözlerindeki parıltı aynı ülkeye gelişindeki gibi gelmişti bana. Yine çok coşkuluydun. Başarılarınız bizi sevindiriyor demiştin. Ben de bunun içinde bütün yoldaşlar var demiştim. Karanlıkta yaptık törenimizi ve sizi sessizce uğurladık. Yüreğimizin yarısını alıp yola koyuldunuz. Bu yüzden kendinize iki kat daha iyi bakacağınızı düşündük. Görüşmeden düşmek yok demiştik. Yineledik sözlerimizi, ama gitmek diyorum ben buna. Başka bir şeye ne dilim, ne de yüreğim varıyor. Belki de kolaya kaçmak diyeceksin, ama gitmek demek daha kolay oluyor. Gittiğini Zağros’ta radyodan duydum. O anı anlatmak istemiyorum. Erken gittin Şiyar yoldaş. yüreğimizin yarısını da kendinle alarak bizi sensiz yaşamak zorunda bırakarak. Erken gittin, görüşmeden düşmek yok sözüne rağmen. Gittin, kalbimizin yarısı peşinizde inan, yüzünüz hep yolumuza dönük, umutlarınız bize bağlayıcı bir miras, sevdanızı taşıyabilmek için büyüyecek bu yürek. Son haykırışlarınız asla dinmez kulaklarımızda. İşkence yapmışlar size, komplo ile olmuş. Nasıl vardı elleri, nasıl kıydı bu insan güzellerine. Yaşadıklarımıza anlam verecek insanlar yok bizden başka. Ancak biz çözeceğiz bu kördüğümü. Ancak biz can yoldaş, o büyük günün gelişinde ülkemin güzel çocuklarına verilmiş olacak adınız. Ve ülkemin güzel çocukları taşıyacak bayrağı. O gün hepimiz orada buluşacağız yine. Erken gidişinin hıncını çıkaracağız. Seni ve sizi yazmak o kadar zor ki sizleri yaşabilmek gerek. Bunu yapmak için olacak bundan sonraki yürek çarpışı, nefes alışı. Seni ve sizi yaşamak için ant olsun sevgiyle kalın yoldaşlar.
Mücadele Arkadaşları
14 Ocak, tarih seni lanet ve nefretle anıyor 2012’den Qamışlo’dan beri ve böyle anmaya devam edecek.
Zaman coşkun bir nehir gibi akmaya devam ediyor. Engel tanımıyor insanlık savaşıyor barikatlarında onurun, şeref ve özgürlüğün, çiçekler her bahar açmaya devam ediyor ama 2011 baharında bıraktıkları koku yok artık. Tabii değişime inanmak gerekir, her şey ve herkes gibi doğa da, gelişiyor yada geriliyor ama değişiyor. İnsanlar da doğa gibidir.
Senden sonra da bu diyalektik işlemeye devam etti. Ama bu doğal işleyişte büyük bir boşluk oldu bu sefer sen yoktun. Birçok şey eski ruhunu yitirdi. Mesela gülmek bile artık o zaman ki gibi dolu dolu içten gelmiyor. Anılar iğne gibi oluyor, vicdan azap duyuyor, ağıt söylüyor. Bir komutanın ardından değil sadece her yönüyle insan olan bir insanın ardından konuşmak çok zor oluyor. Eskisi gibi güç kalmıyor, sözler anlam taşıyor ama anlam yaşamı sırtında ağır bir yük gibi taşımaktan zorlanıyor.
Bazen ekranlarda görüntün çıkıyor; gülerken, konuşurken, yürürken yada çay içerken yani herkesin yaptığı yada yapabileceği şeyleri yaparken işte o görüntüler anlatmaya çalışırken seni senin varlığın-yokluğun daha çok hissettiriyor kendini…
Qamışlo'dan bir ihanet haberi geldi, radyodan dinledik ama haberi veren bile inanmıyordu. Sesi titriyordu yine de bir umut taşıyordu o da herhalde. Bizde bir ümit yada hangi hisse artık “Her haber doğru olacak değil ya savaş sürecidir, çelişkili haber olabilir diye düşündük” yada öyle olmasını istedik. Ama gerçek kendini paslı bir bıçak gibi sapladı sırtımıza ve öldü ruhumuzun yüreği, bir sessizlik başladı, ömür boyu sürer gibi çünkü ömrümüzün en değerli yoldaşlarını kaybettik ardı ardına Xebat Botan öncü devrimci, bayrağını taşıdı ve yürüdü.
Şuan devrim meclisi kuruldu ayak izlerinden bağımsız, Özgür Kürdistan kuruldu bir parça özgür ev kazandı dört parça olmuş yüreğiyle, evi yakılmış Kürt gerçeği ve vatanın tüm sathında özgürlük savaşını sürdürüyor yetiştirdiğin nesiller. Yine de hiç bir şey sen varken ki gibi değil. Ama sen yapacağını yaptın varlığın savaştı gidişin hüzün oldu, acı oldu, kin oldu, öfke oldu, ordu oldu, ülke kurdu ve zafer oldu. Yine de içimizde yanan ateş sönmedi. Sessizlik hala sürüyor. Çünkü biz hesap sormanın kutsallığını senden öğrendik. İntikamı alınmış şehadet kadar kutsal bir barış olmaz. İnsanın en büyük savaşı nasıl ki iç savaşıysa en büyük barışı da sorulmamış hesap, alınmamış intikam bırakmadan yaşadığı iç barıştır.
Rojava Devrimi bunun en güzel örneği oldu. Bir şehadetin ardı sıra yürümek onun sorumluluklarını bilmeyi ve hem vurup hem de kurma gücü göstermeyi gerektirir. İşte Rojava da Şehid Xebat şahsında tüm kutsal devrim şehitlerine gösterilen yaklaşım bu olmuştur. Onların açtığı yol ordulaşmış ve sistemleşmiştir. Şuan da devrim dünya gericiliğinin tüm saldırıları karşısında kendini savunurken şehid kanıyla kutsallaşan Anavatan Kürdistan topraklarında kuruluş çalışmalarını sürdürmektedir.
Savunma, eğitim, diplomasi, politika, ekoloji, ekonomi, hukuk, kültür gibi demokratik modernitenin temel boyutları örgütlenmeye ve işlevselleştirilmeye devam etmektedir. Devrim kurucu kişilik gerektirir. İşte Şehid Xebat böyle bir kişiliktir. Devrimin ihtiyaçlarını belirleyip bunların içerisinde de, aciliyet arz eden öncelikli çalışmaları seçmesini ve uygulamasını bilendi. “Ortadoğu’da silahsız bir yaprak bile kımıldamaz “ ilkesini en iyi bilen yoldaştı. Bunun bilinciyle öncelikle savunma kuvvetlerinin yani YPG’nin kurumsallaşmasında öncülük yaptı. Bu tarihsel adım kendisiyle birlikte meclis, komün örgütlenmelerinin daha güçlü bir biçimde gelişmesini sağladı.
Devrim ayakları yere basan somut kurumsallaşmalar üzerinde bugüne kadar ilerlemesini sağlıklı bir biçimde sürdürebildi. Yaratılan bu zemin üzerinde de gelişimini devam ettirebilmektedir. Bu ilerleyiş devrimci tarzın nasıl olması gerektiğini somut, pratik olarak göstermektedir. Şehid Xebat kurucu tarzı esas almıştır. Savunmanın kurumsallaşmasıyla güçlü bir zemine kavuşan devrim halk yönetim organlarını daha sağlıklı bir biçimde örgütlemeye devam etmektedir. Şehid Xebat kurumsallaşmaya verdiği önem ve bu uğurda hem gerilla alanlarında hem de Rojava devriminde gösterdiği bu büyük çabalardan dolayı bir devrim inşacısıdır. Şimdi Şehid Xebat şahsında Kürdistan özgürlük şehitlerinin yarattığı bu zemin, üzerinde tüm Kürdistan’da bağımsızlık ve özgürlük devrimini örmenin büyük bir fırsattı olmuştur. Yeter ki mukaddes değerlerimiz olan Kürdistan devrim şehitlerinin takipçisi ve amaçlarının gerçekleşmesi için çalışma arzusu, azmi, kararlılığı ve zihniyeti olsun.
ŞEYH SAİD Efendi özgür, bağımsız Kürdistan uğruna yoldaşlarıyla birlikte verdiği büyük savaştan sonra idam sandalyesinde şöyle haykırır. “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar”.
Ali Xebat Botan
14 Ocak, tarih seni lanet ve nefretle anıyor 2012’den Qamışlo’dan beri ve böyle anmaya devam edecek.
Zaman coşkun bir nehir gibi akmaya devam ediyor. Engel tanımıyor insanlık savaşıyor barikatlarında onurun, şeref ve özgürlüğün, çiçekler her bahar açmaya devam ediyor ama 2011 baharında bıraktıkları koku yok artık. Tabii değişime inanmak gerekir, her şey ve herkes gibi doğa da, gelişiyor yada geriliyor ama değişiyor. İnsanlar da doğa gibidir.
Senden sonra da bu diyalektik işlemeye devam etti. Ama bu doğal işleyişte büyük bir boşluk oldu bu sefer sen yoktun. Birçok şey eski ruhunu yitirdi. Mesela gülmek bile artık o zaman ki gibi dolu dolu içten gelmiyor. Anılar iğne gibi oluyor, vicdan azap duyuyor, ağıt söylüyor. Bir komutanın ardından değil sadece her yönüyle insan olan bir insanın ardından konuşmak çok zor oluyor. Eskisi gibi güç kalmıyor, sözler anlam taşıyor ama anlam yaşamı sırtında ağır bir yük gibi taşımaktan zorlanıyor.
Bazen ekranlarda görüntün çıkıyor; gülerken, konuşurken, yürürken yada çay içerken yani herkesin yaptığı yada yapabileceği şeyleri yaparken işte o görüntüler anlatmaya çalışırken seni senin varlığın-yokluğun daha çok hissettiriyor kendini…
Qamışlo'dan bir ihanet haberi geldi, radyodan dinledik ama haberi veren bile inanmıyordu. Sesi titriyordu yine de bir umut taşıyordu o da herhalde. Bizde bir ümit yada hangi hisse artık “Her haber doğru olacak değil ya savaş sürecidir, çelişkili haber olabilir diye düşündük” yada öyle olmasını istedik. Ama gerçek kendini paslı bir bıçak gibi sapladı sırtımıza ve öldü ruhumuzun yüreği, bir sessizlik başladı, ömür boyu sürer gibi çünkü ömrümüzün en değerli yoldaşlarını kaybettik ardı ardına Xebat Botan öncü devrimci, bayrağını taşıdı ve yürüdü.
Şuan devrim meclisi kuruldu ayak izlerinden bağımsız, Özgür Kürdistan kuruldu bir parça özgür ev kazandı dört parça olmuş yüreğiyle, evi yakılmış Kürt gerçeği ve vatanın tüm sathında özgürlük savaşını sürdürüyor yetiştirdiğin nesiller. Yine de hiç bir şey sen varken ki gibi değil. Ama sen yapacağını yaptın varlığın savaştı gidişin hüzün oldu, acı oldu, kin oldu, öfke oldu, ordu oldu, ülke kurdu ve zafer oldu. Yine de içimizde yanan ateş sönmedi. Sessizlik hala sürüyor. Çünkü biz hesap sormanın kutsallığını senden öğrendik. İntikamı alınmış şehadet kadar kutsal bir barış olmaz. İnsanın en büyük savaşı nasıl ki iç savaşıysa en büyük barışı da sorulmamış hesap, alınmamış intikam bırakmadan yaşadığı iç barıştır.
Rojava Devrimi bunun en güzel örneği oldu. Bir şehadetin ardı sıra yürümek onun sorumluluklarını bilmeyi ve hem vurup hem de kurma gücü göstermeyi gerektirir. İşte Rojava da Şehid Xebat şahsında tüm kutsal devrim şehitlerine gösterilen yaklaşım bu olmuştur. Onların açtığı yol ordulaşmış ve sistemleşmiştir. Şuan da devrim dünya gericiliğinin tüm saldırıları karşısında kendini savunurken şehid kanıyla kutsallaşan Anavatan Kürdistan topraklarında kuruluş çalışmalarını sürdürmektedir.
Savunma, eğitim, diplomasi, politika, ekoloji, ekonomi, hukuk, kültür gibi demokratik modernitenin temel boyutları örgütlenmeye ve işlevselleştirilmeye devam etmektedir. Devrim kurucu kişilik gerektirir. İşte Şehid Xebat böyle bir kişiliktir. Devrimin ihtiyaçlarını belirleyip bunların içerisinde de, aciliyet arz eden öncelikli çalışmaları seçmesini ve uygulamasını bilendi. “Ortadoğu’da silahsız bir yaprak bile kımıldamaz “ ilkesini en iyi bilen yoldaştı. Bunun bilinciyle öncelikle savunma kuvvetlerinin yani YPG’nin kurumsallaşmasında öncülük yaptı. Bu tarihsel adım kendisiyle birlikte meclis, komün örgütlenmelerinin daha güçlü bir biçimde gelişmesini sağladı.
Devrim ayakları yere basan somut kurumsallaşmalar üzerinde bugüne kadar ilerlemesini sağlıklı bir biçimde sürdürebildi. Yaratılan bu zemin üzerinde de gelişimini devam ettirebilmektedir. Bu ilerleyiş devrimci tarzın nasıl olması gerektiğini somut, pratik olarak göstermektedir. Şehid Xebat kurucu tarzı esas almıştır. Savunmanın kurumsallaşmasıyla güçlü bir zemine kavuşan devrim halk yönetim organlarını daha sağlıklı bir biçimde örgütlemeye devam etmektedir. Şehid Xebat kurumsallaşmaya verdiği önem ve bu uğurda hem gerilla alanlarında hem de Rojava devriminde gösterdiği bu büyük çabalardan dolayı bir devrim inşacısıdır. Şimdi Şehid Xebat şahsında Kürdistan özgürlük şehitlerinin yarattığı bu zemin, üzerinde tüm Kürdistan’da bağımsızlık ve özgürlük devrimini örmenin büyük bir fırsattı olmuştur. Yeter ki mukaddes değerlerimiz olan Kürdistan devrim şehitlerinin takipçisi ve amaçlarının gerçekleşmesi için çalışma arzusu, azmi, kararlılığı ve zihniyeti olsun.
ŞEYH SAİD Efendi özgür, bağımsız Kürdistan uğruna yoldaşlarıyla birlikte verdiği büyük savaştan sonra idam sandalyesinde şöyle haykırır. “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar”.
Ali Xebat Botan
“Sıcakkanlı, çalışmalarda, pratikte beraber kaldığımız o sıcakkanlı arkadaşları anarak selamlarımı Dersim alanında yer alan arkadaşlara gönderiyor ve Önder APO çizgisinde, özgürlük çizgisinde şehit düşen arkadaşların huzurunda saygıyla eğiliyorum.”
Bu sözler Sason arkadaşla Dersim’de birlikte kalan bir gerillanın sözleridir.
Sason yoldaş Urmiyeli bir gençtir. Henüz 18 yaşına basar basmaz dağların yolunu tutmuştur.
Doğu Kürdistan’ın incisi olarak bilinen Urmiyeli olan Sason yoldaş Urmiye kentine layık bir şekilde yurtseverlik duygularıyla doludur.
Urmiye kenti hiçbir zaman özgürlük mücadelesinden uzak yaşamamıştır. Gerillayı fiilen görmeseler bile her zaman gerillanın sıcaklığını yanı başında hissetmiş ve yaşamışlardır.
Sason yoldaş da bu duyguları erkenden yaşayanlardan bir tanesidir. Artık kendi ayakları üzerinde kalabileceğine inandığı andan itibaren bir dakika bile yerinde durmayarak dağların yolunu tutar.
Önce eğitimini alacaktır. Sonra biraz gerilla pratikleri yaşayacaktır ve sonra da daha sert olan dağlara yani kuzey dağlarına kendisini önerecek ve kuzeyin en uç noktasına gidecektir. Yani Dersim’e.
Dersim aslında her gerillanın hayallindeki coğrafyadır. Dersim derken akla Ali Şer, Zarifeler gelir. Beseler gelir. Zilanlar gelir. Ve tabi nice yiğit kahraman gelir. Bunun için her Kürdistanlı yüreğini önce Dersim’e açar ve yönünü Dersim’e verir.
Sason yoldaş da bunu yapacaktır. Onun yönü Dersim’dir.
Kişi olarak ailenin verdiği özelikleri PKK militan özelikleriyle bütünleştiren Sason yoldaş, yoldaşlık sevgisiyle doludur.
Yine olgundur. Belki de bu İslami geleneklerin verdiği bir olgunluktur. Ancak o İslam’ın bu güzel yönlerini PKK'nin o seçkin özelikleriyle birleştirerek adeta yaşamın her sahasında kabul görecek bir kişiliği kendinde yaratacaktır.
Yaşam şevki inanılmazdır. Morali yüksektir. Öyle ki onun bir gün olsun moralsiz görmeyen, daraldığını görmeyen bir yoldaşına, “sende sinir adına bir şey yok mudur” dedirtecek kadar sakindir.
Onda varsa sinir, asabiyet o da düşmana karşı olan sinir ve asabiyettir. Yoldaşlarına karşı yumuşaklığın simgesi gibidir. Nezaketin ve narinliğin bir kimliği gibidir.
O bir önderlik hayranıdır. Bunun için fırsat bulur bulmaz önderliği okuyacaktır. Önderliği okudukça önderliğe de daha yakın görecektir kendisini.
Genç ama ilgili bir genç olarak insanları çok erkenden etkilemesini bilen Sason yoldaş gençliğin verdiği o sıcak kişiliğinden kaynaklı da erkenden sevilecektir.
Hesap kitabı olmayan, açık, kaygısızlığın yanı sıra bir beyaz yaprak gibi adeta tertemiz olan Sason yoldaş doğalında yoldaşlarının çok seveceği ve sayacağı bir genç olacaktır.
Gerçek bir aile terbiyesiyle büyüyen Sason yoldaş PKK ahlak kültürünü de kendisine ekerek bir çekim merkezi olacaktır.
Bir genç olarak zaten bir fırtına gibidir. Pratik alanda engel tanımayan, zorluk bilmeyen, olmazı tanımayan, zayıflığı hazmetmeyen yapısıyla da bir duruş sahibidir Sason yoldaş. Kişiliği sorunları tanımadığı gibi kabul da etmez.
Öyle ki yer yer bu sorun tanımama, engel tanımama durumu onun aşırı derecede kendisine güvenmesine yol açar. Devrimcilik hiç şüphe yoktur ki kendine güven üzerine kuruludur. Ancak bir gencin bu kadar kendine güvenmesi, hem de ileri düzeyde bu durumu ya da ruhsal duruşu yaşamasının sakıncaları da vardır. Yoldaşları onu yer yer bu aşırı güvenden dolayı eleştirseler de esasta her devrimcinin yaşaması gerekli olan duygularının başında kendine güven duygusu gelir. Gizliden gizliye bunun için onun eski gerilla yoldaşları ve komutanları ona hayrandırlar.
“Bu noktada neden kendine güvenmede çok iddialısın” sorularına, “Örgütsel alanda, kişiliğimde militan olmayı belki uzun bir süre içerisinde oluşturabilirim iddiasındayım” diye cevap verecekti.
Sason yoldaşın en belirgin özeliği savaşa ilişkin yaşadığı yoğunlaşmadır. Savaşa adeta kilitlenmiştir. Çok fazla savaşı araştırır, düşmana nerede, nasıl vuracağının hesabını hep yapar ve yoldaşlarıyla bu çıkardığı sonuçları paylaşır.
Zaten kişilik olarak oldukça paylaşımcı bir gençtir. Yaşamı tümden kolektif ve komünal olan Sason yoldaş düşünce dünyasında da bu ortaklaşmayı yaşar.
“Ben askeri alanda ileri bir adım atmak, birebir düşman gerçeğiyle karşı karşıya gelmek istiyorum. Biraz tecrübe kazanmışım, istiyorum ki bu konuda sorunlarım kalmasın” demesi söylediğimiz bu kilitlenme ve yoğunlaşmayı göstermektedir.
Bu dolu dolu duyguları yaşarken tek kaygısı: “Ben eğer bu acemilikten dolayı bir darbe yesem bana çok ağır gelir ve böyle bir acemiliği asla yaşamamalıyım” diyerek başarılı olmanın yolunu kendisi için seçtiğini göstermiş olur.
Önderlik üzerine yoğunlaşma içerisindedir. “Eğer askeri alanda kendimi geliştirirsem başka sorunlarım olmaz” diyerek de gerillalaşmasını dile getirmeye çalışır.
Önderliğin, “ben yüzde doksan beş kendimle savaşıyorum. Yüzde beş ise düşmanla savaşıyorum” sözü onun en çok esas aldığı sözdür. Bu sözden yolda çıkarak: “bu tespit çok anlamlıdır, tam bana uyuyor. Savaşın farkındayım. Bu savaş acımasızdır” diyerek kendi savaşını göstermiştir.
“Kendimi, kişiliğimi savaşta oluşturayım, savaşın gerçekliğinde kendimi örgütleyeyim. Cesaretimi savaşta göreyim militan bir kişiliği oluşturabileyim” diyerek yaşayan Sason yoldaş bulunduğu her ortamda bu yoğunlaşmasını tüm yoldaşlara yediren bir gençtir.
Hem savaş üzerine ciddi yoğunlaşırken hem de yoldaşlık ilişkilerinde adeta bir timsal gibi herkesin yüreğine kendisini eken Sason yoldaş, yüreklerin ve gönüllerin yoldaşı olmuştu Dersim gibi bir diyarda.
Böyle güzel bir genç olan Sason yoldaş, 30 Aralık günü Dersim’in Pülümür ilçesinde işgalci TC ordusu ile yaşanan bir çatışmada 7 yoldaşı ile birlikte şehitler kervanına katıldı.
Doğrusu böyle gelecek vaat eden, pırlanta bir yiğit Kürdistan militanını kaybetmek, onunla birlikte savaşan yoldaşları olarak bize zor gelmektedir.
Onunla Dersim gibi bir diyarda mücadele etmiş olmayı sadece ve sadece onurlanmak olarak ele alıyor ve her zaman onun iyi bir takipçisi olacağımın sözünü veriyorum.
Mücadele Arkadaşları Adına Seyitxan Rojhılat
Tarih 30 Aralık 2011, Rabat silah sesleriyle çılgına dönmüş. Bembeyaz örtüye bürünmüş bu asi vadide üç gündür aralıksız silah sesleri yükseliyor. Silah sesleri Rabat’ın yalçın kayalıklarında yankılanıp dipsiz uçurumlarında kayboluyor!
Rabat silah seslerini yutmaya alışıktır, tıpkı yılların ağır acılarını yutmaya alışık olduğu gibi! 38 katliamında onlarca kadının çığlığını yutan Rabat uçurumları, şimdi de yedi yiğidin direniş çığlığını yutuyor!
Rabat metrelerce karın altında adeta kaybolmuş. Üzerine örttüğü beyaz yorgan birazdan yedi yiğidin kanıyla kızıla boyanacak. Rabat birazdan beyazın altında dinlenmeye çekilen bereketli toprağına bereket akıtacak. Kanla beslenen bereketi birazdan yedi evladına besin olacak ve yeni bir direniş efsanesi yazılacak! İnsan avcıları bu direniş karşısında küçülecek, büzüşecek, alçalacak ve yitip gidecekler!
Aziz Dersim, İsa Cihat, Sason Zagros, Mahsum Çayan, Zınar Siirt, Özgür ve Dıjwar Batman’ın direnişi Dersim’de yeni bir özgürlük sesi olacak. Özgürlük türküsü olup Dersim’i dolaşacak, yaşlı insanının kederli, öfkeli, inatçı, asi, direngen ve bilge yüreğini ferahlatacak. Genç yiğitlerin yüreğine onuru, erdemi, asaleti ekecek. Dersim kendi direnişçi kimliğine bu onurlu yiğitlerin direnişiyle yeniden kavuşacak. Bu direniş Dersim’i kendisiyle yeniden buluşturacak, yeniden barıştıracak ve yeniden ayağa, isyana, direnişe kaldıracak!
Yedi yiğit özgürlük sloganları atarak onurlu, cesur yürekleri ve gür sesleri ile Dersim’e seslenecek,
‘‘Yüreğimizin kanayan yarası Dersim
Artık içini dolduran acıyı bırak
Aldırma acıya,
Direnişe kilitlen
Direniş
Dindirir acının şiddetini
Tutuşturur ruhunu
Ferahlatır yüreğini
Acıyı özgürlük sevdasına dönüştürür
Aydınlığı doğurur
Bırak acıyı Dersim
Durma acının uçurumunda
Kanatlan
Kanatlanma yeridir uçurumun ucu
Tak acını kanadının ucuna
Dehlizlerine bırak uçurumun
Uçurumlar yutar acıyı
Yüreğini biler
Güçlendirir
Eker yüreğine tekrardan
Özgürlüğün, onurun, cesaretin tohumunu
Seni umuda
Seni direnişe
Seni özgürlüğe
Seni hakikate götürür
Bizi götürdüğü gibi Dersim!’’
Tarih 30 Aralık’ı gösterdiğinde yedi yiğit efsanesini kendileri yazar Dersim’de. 30 Aralık’ta Dersim’in direnişler tarihine yeni bir direniş efsanesi daha eklenir.
Aziz, kayıp tarihinin patikalarını adımlarken hakikati ile buluşur. 2009 yazında bana dediği gibi ‘‘ben hakikatimle buluşmaya, kendimi tamamlamaya gidiyorum’’ sözünü eylemleştirir. Aziz tarihinin yüklediği büyük acılarını Rabat’ın uçurumlarına bırakarak kendisini tamamlar.
Aziz’i her düşündüğümde insanın kendisini TAMAMLAMA arayışına anlam vermeye çalışırım. İnsanın hep kendisini bir parça eksik hissetmesi gelişmeye, değişmeye açık olmanın, hakikatin izinde yürümenin olmazsa olmazı gibi gelir bana. O yarımlık duygusu insanı doğanın, evrenin, yaşamın içine sürükler. Yaşamın hakikatleri ile buluşturur, insanı insanlığıyla tanıştırır. Keşfettirir insanı insana! Gözüne göz, yüreğine yürek, beynine beyin ekler, açar önüne yaşamın sonsuz akışını, kendi akışını buldurur!
Aziz’i her düşündüğümde insanın kendisini TAMAMLAMA arayışına anlam vermeye çalışırım. Hakikati çalınan, talan edilen bir ülkenin çocuklarının hep yarımlık duygusu içinde yaşadığını düşünür, hissederim. Hele bu ülke sürekli bir katliam ülkesi ise... Aziz katliamlarla dolu bir ülkenin sürgün çocuğudur. Büyük katliam yemiş bir halkın son direniş çığlıklarından biridir.
Aziz’in ailesi Aziz henüz üç yaşında iken 1973 yılında Dersim’den Kayseri’ye sürgün edilir. Bu aile de tıpkı binlerce Dersimli aile gibi 1971 faşist darbesinden sonra iskan kanunu gereği topraklarından sürülür. Aziz’in kendi deyimiyle ‘Dersim sürgünleri, mülteci kampını andıran bir kenar mahallede adeta küçük bir Dersim kurarlar.’ Dışa güvensiz, içe kapanık yaklaşık yüz hanelik bir mahalledir bu. Faşistlerle çevrili bu mahalle sürekli şiddetli çatışmalara ve kavgalara tanıklık eder. Birçok gece silahlı çatışmalar yaşanır, gündüzleri ise gençlerin taşlı sopalı kavgaları. Maraş katliamı mahallenin başında demoklesin kılıcı gibi tutulur. Dersim katliamının taze anıları Maraş katliamı ile birleşince mahallenin insanı daha da içe kapanır, her Türk’ü faşist ve her faşisti katliamcı görmeye başlar. Mahallenin dışına çıkmaya korkar, gece nöbetini tutar, gizliden evinde tabanca saklar. Aziz ulusal, mezhepsel, sınıfsal çelişkilerin yüksek şiddeti altında büyür. Dürüst, sade, mütevazı, toplumsal değerlerine bağlı bir ailenin, dört çocuğundan üçüncüsüdür. Aziz oldukça dürüst, sade, akıllı ve cesur bir çocuktur. Katı Alevi kültürü içinde yetişen, Aleviliğin ‘eline, diline, beline sahip ol’ ilkesini derinliğine özümseyen, okul süreci boyunca sosyalist yayınlarla yüreğini, beynini, ruhunu besleyen, yaşam tarzı ve anlayışıyla çevresinde hayranlık uyandıran bir gençtir. PKK ile tanıştığı Bolu üniversite yılları Aziz için hakikatine yol alma yılları olacaktır.
Aziz Ekim 1993 yılında gerillaya çıkış yapacaktır. Aziz kendisini tamamlama serüvenini nefes nefese bir mücadele ile sürdürecektir. Katıldığı bir dönem Botan’da, ardından uzun yıllar Mardin’de derken Kandil ve Behdinan’da uzun yıllar kalıp mücadele edecektir. Bölük ve Tabur komutanı düzeyinde görev alacaktır. Tüm arkadaşları onu mütevazılığiyle, büyük yoldaşlık ve insan sevgisiyle, dürüstlüğüyle, emekçiliğiyle, zeki ve birikimli oluşuyla tanıyacaktır. Herkes onu çok sevecek ve büyük bir saygı duyacaktır.
Aziz uzun mücadele yılları boyunca yine de hep kendini yarım, tamamlanmamış, hissedecek ve Dersim’e doğru yol alacaktır. Katledildiği, sürgün edildiği topraklarda tamamlanacağına yürekten inanacak ve büyük bir özlemle Dersim’e ulaşacaktır.
Hakikat insanın kendisini bulduğu, tamamlandığı yerdir, zamandır. Tamamlanma hakikattir. Hakikate ulaşan insan ölüm korkusunu aşar, özgürleşir. Yarımlık özgürleşmeyen insan gerçeğidir. İnsanın özgürlüğe kapalı yanıdır, katledilen yanı! Aziz katledilen yanını özgürleştirerek kendisini tamamladı, altı yoldaşıyla birlikte hakikate ulaştı! Böylece Dersim, Kürdistan yedi yoldaşımın hakikatinde bir kez daha kendi hakikatini buldu!
Anıları önünde saygıyla eğiliyorum!
BESÊ ŞÎMAL