Şubat karanlığını bir yandan kar beyazlığı örtmüşken, diğer yandan da gerillanın direnişi ve gencecik insanların fedai ruhuyla sarmıştı, tıpkı volkan etrafında halaya durmuş bedenler misali. Tüm zorluklara inat kucak açmıştı düşmanın hain saldırılarına. Pusuda beklercesine ilk merminin patlamasıyla saldırıya geçmek istiyorlardı özgürlüğün çocukları; çünkü artık gerçek sözün eylemi gelmiş ve kapıya dayanmıştı. Özgürlük savaşçılarına kalan tek şey, bunu büyük bir tutkuyla kucaklamak ve başarıyı kazanmak için direnişi yükseltmekti. Evet, bu direniş kendini yeniden Zap vadilerinde esen rüzgarlarla yükseltti bu özgür dağların yol vermez uçurumlarında. İnadına inat katarak yürüdüler Zap ve Zağroslara. Tüm engelleri aşarak zincirlenmiş rüzgarları yırtıp direniş ruhuyla savaşan bedenlerini özgürlüğe serperek, isimlerini tarihin boş sayfalarına yazdılar ve beyinlere nakşedildi teker teker isimleri. Evet bunlardan biri de çocuk ruhlu olan Tufan yoldaştı.
Tufan arkadaş yaşamında ve eyleminde sözü bir olandı. Gözlerinde hiç umut eksilmeyen bir tutku misaliydi. O bir kere özgürlüğü hissetmiş ve yoldaşlığı sevgisiyle bütünleştirmişti. Beyinde, ruhta İmralı’yı yaşayarak gerçek yaşama yol aldı. Devrimci yaşamında yoldaşlığıyla, morali ve fedakarlığıyla tanınırdı. Tüm yoldaşlar tarafından hiçbir yoldaşın kalbini kırmayan tersine tüm yoldaşlarını seven ve gerçek bağlılığı yaşatandı Tufan. Tüm sevgi değerleri gizemliydi. Benliğinde saklıydı yaşamın coşkusu, sevinci ve heyecanı. Her kaldığı ortamı coşkuyla neşeyle doldururdu. Bunun için hiçbir yolda Tufan’dan ayrılmak veya uzaklaşmak istemiyordu. Her göreve gittiğinde büyük bir özlemle sarardı tüm yürekleri, geleceğini dört gözle beklerdi tüm yoldaşlar; çünkü Tufan yoldaş bir kere bütün yüreklerde yer edinmiş ve büyük bir sevgi kaynağı olmuştu.
Tufan arkadaşla birlikte aynı eylemdeydik. Eylemden önce Geliye Zap taburundaydı. Ben ise ağır silah bölüğünde yer alıyordum. Zap operasyonu için güçlerimiz bir araya geldiler. Tufan arkadaş saldırı gurubundayken ben de ağır silah gurubunda yer alıyordum. Bizim grup onların savunmasıydı. Aramızda çok uzun bir mesafe yoktu. Hemen önümüzdeki tepeye yol alıyorlardı, yani Şirin tepesine saldırı yapacaklardı. İlk tepeyi vuran grup komutanıydı Tufan yoldaş. Çok genç olmasına rağmen güçlü ve cesaretli bir komutandı. Tepeye ulaştıklarında çok heyecanlıydı. Sabırsızlıkla koordine talimatını bekliyor ve ikide bir cihazda “haydi vuralım!” diyordu. Artık o vahşi düşmanın görüntüsünü görmeye dayanamıyordu. Sıcaklığı her halinden belli oluyordu ve bize yansıyordu. Bunun için onunla cihazda konuştum. Ona “biraz daha sabırlı olmalısın” dedim. Bana cevabı ise “tamam yoldaş, bizim savunmamızı iyi yap ki, bizde iyi saldıralım” dedi. Onu çok sevdiğimizden ve bir de esmer olduğu için ona hep Raşo diyorduk. Cihazda bu isimle onu çağırırken sanki tüm sevinçler onun olmuştu; çünkü o, bu ismini çok seviyordu. Bana tekrardan cevap vererek “Raşo başaracak ve sana bir de asker şapkasını getirecek ve ayrıca bizi iyi savunacağına inanarak talimat zamanı geldiği”ni de söyleyerek, “şimdilik hoşça kal, noktada buluşuruz” dedi. Tufan arkadaşın benimle yaptığı bu son konuşması olmuştu. Ben daha bunlardan habersizdim; çünkü bu konuşmasının ardından uzun bir ayrılığın gizli olduğunu bilmiyordum. Her ne kadar ben bunu hissetmemiş olsam da “Reşo” diye hitap ettiğim Tufan yoldaş, artık özgürlüğü kucaklamış ve onurlu ölümü hissetmiş, cesaretli, heyecanlı sıcaklığıyla yeni yaşama yol almıştı. Tufan arkadaş son dakikaya kadar düşmanla savaşarak direnişi yükseltmişti. Evet, Tufan arkadaş, bizim için bir yaşam abidesi oldu. Tufan arkadaşla geçirdiğim bu anı; her ne kadar benim için çok ağır ve hiç unutmayacağım bir anı olarak benliğimde saklı olsa da, cesareti ve direnişi benim için bir gençlik sembolü ve gerçek yoldaşlık ruhu olarak yaşayacaktır.
Aysel Dijwar
Kahramanlık nedir?
Kimdir kahraman?
Kahramanları kahraman yapan gerçeklik hangi gerçekliktir, nasıl oluşur?
Kahramanlıklar sıradan yaşamın olağan seyrinden sıyrılmakla ortaya çıkar ve tarihin sayfalarına büyük harflerle yazılır. Bu gelişimin her zaman ve her örnekte aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. Oluşum koşullarına, zamana ve mekânın karakter özelliklerine göre değişimler gösterir kahramanları ortaya çıkaran gerçeklik. Kişileri kahramanlaştıran, fazla belirginleşmeden yaşamın içine yerleşerek onları belirgin kılan kimi özellikleri vardır. Fedakârlık, cesaret, sonsuz inanç, adanma, sevginin en koyusu, intikam ve zafere kilitlenme bu gerçekliklerden bazılarıdır. Belirginleşmemesi insanın yaşamın en iyisini araması ve iyiyi normal karşılamasındandır.
Bireyler vardır ki yaşamlarını kahramanlıkla noktalarlar. Ölüm anında yaratılan kahramanlıklardır bunlar. Bir süngerin suyu çekip götürmesini istercesine bir eyleme meylederler ki yaşadıklarının tamamını son eylemleri silsin, çekip götürsün tüm yaşantılarını ve yerine sadece hatırlanacakları, anılacakları ve belleklerde kalacakları o son eylemi bıraksın. Bu yöneliş de bir kendini yaratma eylemidir. Zamanın direngen aralıklarına girememiş olmanın, geç kalmışlığın son anlarda telafi edilmesi şeklinde de olsa bu yöneliş o kişinin yaşamına yeni bir anlam katacağı gibi onu da bu anlamla yeniden yaratacaktır. Bu kahramanlıklar saygıyla anılmakla birlikte kendi zamanlarıyla sınırlı kalırlar. Sadece kendi zamanlarına söz geçirebilirler.
Ama kimi kahramanlıklar vardır ki kişiyi kahramanlık sözcüğünü telaffuz ederken dahi bir tedirginliğe çekerler. Çünkü sözcükler her zaman eylemlerden sonra oluşur ve yaratımın ilk ruhunu her zaman birebir yansıtmayabilirler. Kahramanlık yaratıldıktan sonra kahramanlık adı konulur o eyleme. Söz, eylemin ardından gelir ve kendini eyleme uyumlu kılmaya çalışır.
Yaşamın son noktası olarak ortaya çıkan kahramanlık tarzı, yaşarken insanların yüreklerinde bir ışık yakmazken ve soludukları havaya yeni bir yaratımın kıpırtısını yaymazken, diğerleri her yaşam ediminde insanların yüreklerinde bir ışık yakmanın, bir uyanışı, yenilenmeyi, anlamlı bir geleceğe yönelişi ve uyumu yaratan kıpırtıları yaymanın adı olurlar. Bu türden örnekleri yaratan öncü yoldaşlarımız yaşam kahramanlarımızdır. Yaşarken, yaşama biçimleriyle örnektirler. Acılar, zorluklar, ağır bedeller yanında özgürlük ve mutluluk özlemleriyle örülen bir yaşamı, ileri özgürlük arayışçısı düzeyinde yaşayamadan, bu zorlukları kabullenerek, onlarla birlikte olmaya boyun eğerek, tüketilen ömrü fedakârlığın, cesaretin, sevginin ve saygının doldurduğu bir anlam damlasına sığınan bir an ile noktalamak, özünde yeni bir yaşam kararlılığıdır ve ölümüyle kahramanlığı yaratmaktır. Oysaki son an’a sığınan kahramanlık noktasıyla yetinmemek, bunu kabullenmeyip aşmaya yönelmek bambaşkadır ve bir ömrün tamamına kahramanlık özünü yaymanın, yaşam kahramanlığına meyledişin kıvılcımı ve anlamlı yaşama kararlılığıdır. Yaşayan kahramanlarımızın şahadetlerinde de aynı yolu seçmeleri, kendi çizdikleri özgürlüğün ateşten yolunun olmazsa olmaz bir adımını atma kararlılıklarındandır. Bu ateşli yol Önderliğimizin etrafındaki ateşten çember gibi bizleri koruyan, yaşatan ve bizlere anlamlı yaşamasını öğreten soy değerimizle, öncü özgürlük şehitlerimizle örülü bir yoldur ve yarım kalan özgürlük özlemlerini gerçekleştirmeyi bizlere vasiyet etmişlerdir.
Özgürlük tanımı bireyde onun sıkıştırıldığı sınırları aşan, her an’ı bir adım ileriye, bir sonrakini aramaya ve yaratmaya yönlendiren tarzdaysa, bu tanıma ulaşmış olmak kendi başına uçurumun kenarında olmanın bir üst aşamasıdır ve uçma edimini gösterir. İnsanı insanlaştıran ve bugünkü bilimsel gelişmelerin temelini oluşturan olgu merak olgusudur. Bu uçma edimi de bir sonraki adımı merak ederek yeni ve ileriye yönelen adımlar atmak, yeni anlamlar aramak, yeniyi yaratmanın heyecanını duymak ve bunu bir aşk düzeyinde yaşamakla oluşur.
Viyan arkadaşın kişiliğini şekillendiren temel olgu özgürlük arayışının kendini yaratma eylemine dönüşmüş olmasıdır. Sınırsız, sürekli anlam kazanarak büyüyen, ütopyalarla yoğrulduğu kadar yeni yaşamın hayallerini bunları gerçekleştirme mücadelesiyle birleştiren, bulduğu kadar yeniye yönelen, sonsuz anlama ve yaratma merakıyla arayışlarını sürekli canlı tutan, salt arayışların rüzgârında kalmayıp ulaştığı özgür yaşam damlalarını derinliğine yaşayan, yaşattıran ve soluduğu havaya yayan, bunu günlük yaşamında sürekli bir akışa dönüştüren bir yaşam tablosudur Viyan arkadaş.
Yaşamak için yaşamayı öğrenmek, öğrendiklerini anlamak, anladığını uygulamak, uyguladıklarının sonuçlarını değerlendirmek ve bu değerlendirme ışığında yaşamayı ne kadar hak edip etmediğinin muhasebesini yapmak gerekmektedir. Viyan arkadaş bu muhasebeyi hücre hücre bedeninde yapmış, saç tellerine kadar kendi bedenini bu terazide tartmış, ruhunu buradan çıkan sonuçlarla anı anına muhakeme etmiş ve kendini, kendisiyle bu zorlu savaşımın sonucunda yaratmıştır. Yarattığı bu kişilik, yarattığını yaşamın akışına katan, kendini merkezleştirmeden, oluşanla yetinmeden, kendini hiçbir şeyin üstünde görmeden, öğrendiklerine rağmen öğrenme ve öğretme eylemini günlük yaşamın ayrıntılarına yerleştiren, aynı yolu paylaştığı arkadaşlarında yaratmak istediklerini gerçekleştirmenin çabasını veren, bunu yaparken bireyi reddetmeden, yıldırmadan, mütevazı bir yürek ve beyinle, değişimin gerekliliğine inanarak, değişimin kazanımlarıyla onurlandırarak ve bireyi bunun iç sorgulaması kadar kutsal çabasına yönelten sürekli bir esintiyi kendine kabul etmiş ve devrimin gerektirdiği fırtınalı kişiliğe bir örnek olmuştur.
Çünkü Viyan arkadaşın insan algılayışı ve insan yaklaşımı, hümanizmin yeniden yorumlanması, duygu ve akılla yoğrulan özelliklerin onurlu yaşamaya yönelen insan uğruna davranışa dönüştürülmesi, insanlığın bugün yaşadığı olgunluğun çocukluk çağındaki duygulanımlarla bütünleştirilerek bir yaşam tanımının oluşturulması hedefine kilitlenmiştir.
Viyan arkadaşın tüm yazıları, değerlendirmeleri, konuşmaları, son mektupları ve yaşamının tamamına yaydığı düşünceleri; Önderlik sevgisi, Önderlik öğretisi ve bu öğretiyi yaşama esası üzerine kuruludur. Bu sevgi O’nda aşk düzeyindedir ki onsuz yaşamayı düşünemez. Bu sevgi, gerekliliklerini her şeye rağmen yerine getirmenin, bedellerine hazır olmanın ve bunu yapabildikçe yaşamını anlamlandırmanın kendini dayattığı bir sevgidir. Onun yaşama biçimi bedenine dolan ve taşma ihtiyacı duyan Önderlik sevgisinin bir ifade arayışıdır. Yaşamın her anını, her alanını ve yaşama konu olan her şeyi bu ifadeyle anlamlandırma çabası O’nda bir doluluk oluşturmuştur. Viyan arkadaşın kişilik özellikleri olarak sayabileceğimiz tüm gerçeklikler bu doluluğun birer damlasıdır. Çünkü bu damlalar O’nda yaşamı yaratmış ve Önderlik denizine akan ırmakları oluşturmuştur.
Viyan arkadaşın kendini kalıcılaştırdığı eylemine damgasını vuran özellik, eylemin Şubat gerçekliğini reddetmesidir. Bu eylem Önderliğe yapılan komplo gerçekliğine, komplocu güçlere karşı olduğu kadar, komplo ile özgürlük hareketi içerisinde geliştirilmek istenen muğlâklaştırmalara, mücadele diyalektiğinden uzaklaştırmalara, verilen sözlerin kendi sınırlarını aşamayan ve yaratıma dönüşemeyen yanlarına, bir bütün olarak özgürlük hareketi militanlarının Önderlik ideolojisinden koparılmalarına karşıdır. Önderlik karşısında militanlar olarak sergilediğimiz yetersiz yoldaşlıklara ve özgürlük çizgisine giremeyen, örgüt yaratmayan ve sonuç alıcı pratiği yaratamayan kişilik dayatmalarımıza karşı bir tavırdır. Bu eylemin ateş diliyle bizlere haykırdığı temel gerçeklik Önderliğe sahip çıkmak ve bu sahiplenmeyi eyleme dönüştürmektir. Önderlik gerçekliğinin öğrettiği özgürlük aşkını en gerçek ve anlamlı haliyle yaratmak, özgürlüğe kilitlenmekten başka kadınca bir tercihin olamayacağını kendi düşünce ve eylemiyle ortaya koymak, bunu bireysel yücelişiyle bütünleştirerek toplumsal değerlere dönüştürmektir. Viyan arkadaşın eylemiyle O’nun zirveleşen gerçeğini doğru anlamak, anlatabilmek, doğru sahiplenmek ve yaşamak, kendi soy değerlerimizin en son, en canlı, en temiz ve parlak gerçeğini sahiplenmek anlamına gelir. Bu eylemle zirveleşen kişiliği anlamak bir güç kaynağı olduğu için özgürlük hareketi içerisinde yaşanan bütün yetersizlikleri ve yetmezlikleri aşmak için varoluşsal bir şarttır. Heval Viyan’ın ateşten gerçeğini unutmadan O’nu anlatmanın O’nun ateşinde kendini arındırmayı gerektirdiğini bilmek, O’nun kendisinde somutlaştırdığı köksel değerlerimizi yaşamak ve yaşatmak demektir. O’nu anlamak sadece şehide saygıyla sınırlandırılamayacak kadar canlı bir gerçekliktir. Heval Viyan en küçük ayrıntıdan en büyük gelecek hedeflerine kadar kapsayıcı bir açılımı şart kılan bir gerçekliktir.
Viyan kişiliği nedir, nasıl oluşmuştur? Kimdir Viyan arkadaş ve nasıl yaşar? O’nun kendine neleri miras olarak aldığını, neleri tarihten bugüne taşıdığını, hangi aşamalardan damıtarak kendini bugüne getirdiğini bilmek, bizleri O’nun şahsında gerçekleşen özgür kadın kişiliği hakkında aydınlatacaktır. Bu somut örnekle ortaya çıkan özgür kadın gerçekleşmesi bizler için yaşamın her anında, her türlü yaşamsal olguda ve hayallerimizde dahi kendimiz için örnek alacağımız bir öncünün portresidir.
Viyan arkadaş 25 Aralık 1981 tarihinde Süleymaniye’de Caf aşiretine mensup, memur bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Gerçek adı Leyla Wali Hüseyin’dir. Lise yılları olan 1996 yılında partiyle tanışır ve 1997 yılında gerilla saflarına katılır. Güney Kürdistan’ın toplumsal koşulları, feodal sistem etkileri, kadının ezilmişliği, özellikle bölgede gerçekleşen kendini yakmalar, kadınların çektiği acılar, kız çocuklarına erkek çocuklardan farklı yaklaşılması O’nda verili toplumsal özelliklere ve içinde şekillendiği sisteme karşı tepkilenmeyi, kabul etmemeyi ve sistem karşıtı bir duruş almayı getirir. Aşiret ilişkilerinin özellikle ataerkil geniş aile yapılanmasının kadın için hayatı çekilmez kılması O’nun için itici bir faktör olmuştur. Çünkü O’nun doğasında, yaşama bakış açısında küçük yaşlarda gelişen özgürlük eğilimi bu durumları katlanılmaz görmeyi, reddetmeyi ve karşısında durmayı getirmiştir. Bu çelişkiler içerisinde kendini bilinçlendirerek, eğiterek anlamlandırmaya ve toplumun kadına biçtiği kılıfı delmeye çalışır.
Viyan arkadaş Özgürlük hareketinin Güney Kürdistan’da henüz tam olarak sahiplenilmediği, kuzeye endeksli misafir bir örgüt gibi görüldüğü yıllarda mücadeleyi tanır. Arayışları O’nu önderlik felsefesiyle tanıştırır. Önderliğin kadına, özgür insana, Kürdistan özgürlüğüne ve dünyaya ilişkin perspektifleri O’nun mücadeleye sempati duymasını getirir. Bu tanımanın ardından 1997 yılında özgürlük saflarına katılım kararı alır.
Önderlik gerçeği Viyan arkadaşın PKK saflarını tercih etmesinde belirleyici olmuştur. Önderliğin görüşlerini okumuş, Önderlik öğretisinin kadını özgürleştireceği inancıyla mücadeleye katılmıştır. Bu anlamda Önderlik gerçeğini doğru temelde anlamaya çalışmış, katılımıyla kendini, anaları ve bütün kadınları kurtarmayı hedeflemiş ve uygulama amacıyla katılmayı esas almıştır. Bu nedenle özümseyerek ve gerçekleştirmeye yönelerek katılımını ideolojikleştirmiştir. Amaçlı ve bilinçli bir katılım olduğundan Önderliğin tüm perspektiflerini dinler, okur ve kendini Önderlik gerçeği karşısında sorgular. Bu sorgulamalarını O’ndan pek fazla beklenmeyen bir düzeyde derinleştirir. Beklenilmemesindeki temel etken yaşının genç olması olurken o dönemdeki Büyük Güney katılımlarının örgüte ve Önderliğe yaklaşımları da etkilidir. Önderliği anlamak O’nun örgüt yaşamının tamamına yayılmış bir tutkudur. Eylem kararlılığı yanında yaşamda bu temsilin en canlı örneği olması bu konudaki ısrarını bizlere göstermektedir.
Viyan arkadaşı anlamak Önderliği anlamak için temel bir yol göstericidir. Onu anlamadan Önderlik gerçeğinin bizlere verebileceklerini anlamak, anladığını sanarak uygulamaya yönelmek bir yanılgıdır. Aynı zamanda Önderliğin şehide, özgürlüğe, sevgiye ve mücadeleye yaklaşımını anlamak Viyan arkadaşı anlamamızı çabuklaştırır. Viyan arkadaştaki Önderlikle buluşma istemi Önderlik duyarlılığının, Önderliğe yoldaş olma isteminin yoğunlaşmasındandır. Önderliği görmek ve Önderlik eğitiminden geçmek en büyük isteğidir. Önderliği göremediği halde bu isteminin yoğunluğu O’nu, Önderliği en iyi anlayan militan kadın gerçekleşmesi haline getirmiştir.
Heval Viyan’ın eylemi bizlerle Önderlik arasındaki mesafenin kapatılması anlamında kendini bir köprü yapma eylemidir. Bir moral güç yaratarak bu mesafeyi kapatmayı amaçlamış ve eylemiyle Önderlik gerçeğiyle buluşmanın keskin ve ağır bedelli bir örneğini sergilemiştir.
Viyan arkadaş Önderliğin esaretini hiçbir zaman kabullenememiş, komplocu devletler karşısında her zaman bir mücadele içerisinde olmuş ve İmralı sistemini ortadan kaldıramayışımızı normalleştirmemiştir. Bundan dolayı Önderliğin yalnızlığını sürekli kendi içinde yaşatarak ona ortak olmayı, bu yolla Önderliği yalnız bırakmamayı tercih etmiştir. Bununla birlikte kendi kişiliğinde Apocu militanı yaratarak sisteme temel bir darbe vurmayı devrimcilik görevi olarak ele almıştır.
Önderliğe dayatılan İmralı sisteminin giderek ağırlaşan uygulamaları karşısında etkili, sonuç alıcı mücadele yürütemeyişimize, bu infaz ve işkence sistemini yok edemeyişimize, uluslararası komplonun iç ve dış uzantıları karşısında duyarsızlıklarımıza, bireyci yaşam arayışlarımıza ve Önderliği yeterince anlayamama ve uygulayamayışımıza karşı sorumluluklarımızın ne olduğunu ve nasıl yaşamamız gerektiğini hatırlatan bir eylemdir.
Viyan arkadaştaki Önderlik duyarlılığının en belirgin yanı Önderlik eylemleri ve bu yolda şehit düşen arkadaşlar karşısında gösterdiği tavırdır. Anlamın en çok yoğunlaştığı ve bir bedene toplandığı, tüm özgürlük ve mücadele değerlerinin bir eylemde zirveleştiği şahadetler Viyan arkadaşın temel duyarlılıklarından birini oluşturmaktadır. Zilan ve Sema arkadaşlar, Kemal Pir ve Beritan arkadaşlar ve bu arkadaşların eylemleriyle yaşamda yarattıkları, Önderliğimizin bu eylemleri ele alış tarzı ve bu eylemler karşısında yapılması gerekenler tüm değerlendirmelerinin odak noktasını oluşturmaktadır. Ayrıca YJA STAR 3.konferansının yapıldığı süreçte gerçekleşen Serdar Arı arkadaşın eyleminin O’nda yarattığı ruh hali buna bir örnektir. O eylemi duyduğu günkü bakışları, süreci başarıyla karşılamanın acele adımları ve geç kalma korkusunun yansıdığı hareketleri O’nun bu şahadet karşısındaki duyarlılığının kendinden taşan yanlarıdır. Sanki Serdar Arı arkadaşın ateşi O’nu da tutuşturmuştu o günlerde. Ve konferansta bu konuya değinmek O’nun için şehide saygının bir gereği olmuştu.
“Kürt halkına, özgür kadın hareketine karşı bir konsept var. Buna karşın örgütsel durumumuzu ele aldığımızda, gereken odur ki bu perspektifler doğrultusunda bu konsepte karşı direnişi, özgürlük konseptini geliştirmek gerekiyor. Bunun örneği Serdar arkadaş tarafından ortaya kondu. Bugün değerlendirdiğimiz bu büyük eylem ardından, önemli olan bizlerin bu perspektife göre, bu kapsama göre kendimizi imha konseptine karşı özgürlük ve direniş konsepti ile hazırlamamamız gerekiyor, ciddi örgütlenmemiz gerekiyor ki bu konsepte karşı daha güçlü karşı durabilelim ve cevap verebilelim.”
Viyan arkadaşın kadın kurtuluş ideolojisine yaklaşımı kendi toplumsal yaşamından ve örgütsel yaşamdan çıkardığı tecrübelerin birikimlerinden süzülmüş olsa da O’ndaki özgürlük eğiliminin Önderlikle yoğrulmasının somut bir ifadesidir. Toplumda ve ailede yaşadığı cins çelişkilerini anlamlandırma, çatıştırma ve çözme, bu yolla kendini özgürleştirme arayışını sürekli canlı tutmuştur. Sistemin ve Kürt toplumsal özelliklerinin kadında yarattığı düşünce kalıplarını çok kısa süre içinde kırmış ve özgür bir düşünce ortaya çıkarmıştır. Kadının özgürlükçü ruhunu yeniden yaratarak bu ruha sımsıkı sarılması, tarihsel olarak kadının yaşadığı acılardan kadın kurtuluş ideolojisi yoluyla intikam alacağını bilmesinden kaynağını alıyordu. Bu tarihsel zorlukları, sancıları kendinde hissetmesi bugünde tarihi yaşamasındandır ve bu his olmazsa doğru bir mücadele mümkün değildir.
Kadının cins değerleriyle buluşma anlayışı, kendi cinsinin güzelliklerinin tarihsel anlamını bulmak, özümsemek, bunu yaşadığı çağın gerçekliğiyle buluşturarak özgürlüğün tanımını yapmak istemiyle doluydu. Özgürleşme arayışı tutku düzeyinde olduğundan sorgulaması ve arayışları güçlü ve derindi. Bundan dolayı Önderliğin kadın perspektiflerini anlamak ve uygulamak için büyük bir çaba harcıyordu.
Ne olursa olsun kadını savunma gibi cinsiyetçi bir yaklaşımı kabul etmez, sürekli sorgulatan, doğru olanı bulmaya, benimsenir ve uygulanır kılmaya çalışan bir tarzı esas alırdı. Bu konuda klasik bir cins özgürlüğü anlayışından uzaktı. Sorgulatan, değiştiren, geliştiren, yenileyen bir tarzı vardı. Kadını seviyordu. Kadın inceliği, derinliği O’nda vardı. Bu derinlik yaşamda ortaya çıkan klasik, köle, geri kadın yaklaşımlarını reddetmeyi, bunun yapıcı bir mücadelesini vermeyi ve özgürleşme eğilimini çekici kılarak canlandırmayı getiriyordu. Kadın geleneksel yaklaşımlarına tepki duyuyor, kabullenmiyordu. Viyan arkadaş bir kadın olarak özgürlüğü kendisinde içselleştirmişti. Bu anlamda kadına yaklaşımında ilkesel, içsel ve ideolojikti. Biçimsel yaklaşımlardan, cins mücadelesini bir rant konusu yapmaktan, ve özellikle dostlar pazarda görsünler diye erkek eleştirisi yapmaktan kaçınıyor, özü yakalamaya, yakaladığı oranda gerçekleştirmeye çalışıyor, hiçbir zaman basit ve yoldaşlık ilişkilerini zedeleyici söylemleri kendine yakıştırmıyordu.
Kadın özgürlük çizgisini ve duruşunu her koşulda koruma sorumluluğu göstermiştir. Tavizsiz duruşu O’nu kadın özgürlük çizgisinin ender bir militanı yapmıştır. Bu anlamda kadın özgürlük çizgisine, şehit düşen kadın yoldaşlara, tüm şehitlere ve Önderliğe karşı sorumluluğunu yerine getirmiştir. Kadın konusunda yoğunlaşmalarını birey boyutunda geliştirdiği kadar örgütsel sistem boyutuyla da derinleştirerek bunu konferans ve toplantılarda dile getirerek bir mücadele alanı oluşturmuştur.
YJA STAR 3.konferansında yaptığı değerlendirmeler bu konudaki yoğunlaşma düzeyini göstermektedir.
“Yapımız yenidir, bu yapı özel savaşın etkisindedir, yoz bir toplumdan geliyor, bu toplumda gelişen bireyciliği taşıyor. Ve öyle oluyor ki bu kişiler örgüt ortamına geldiğinde sanki çok ağır bir yük onlara yüklemiş oluyoruz. Yapıya diyoruz ki ‘genel örgüt ortamında özgün duruşunu ortaya koymalısın, cins mücadelesini vermelisin.’ Yapamıyor. Toplumdan gelen bireyin düzeyi bellidir. Biz öylesi bir sistem geliştirmeliyiz ki en azından erkekten kopup da yoğunlaşabilsin, düşünebilsin diye bir zemin geliştirmeliyiz.
Önderlik özgür kadın hareketi için kopuş teorisini açıkladı. Bu kopuşu birçok noktada fiziksel olarak ele aldık, değerlendirdik. Zihinsel, ruhsal olarak kopamayanlar öncelikle fiziki olarak da kopabilmelidirler. Özgür kadın hareketinin ulaştığı düzey biraz da bu süreçlerden kaynağını alıyor. Önderlik bizi erkekten kopardı ki, biz az da olsa kendi kafamızla düşünebilelim. Ama şimdi de yapımızı koparmadan diyoruz ki, ‘yok sen bu genel sistem içerisinde kendini kopar.’ Bu bilimsel değil, gerçekçi de değil. Bu meseleyi biraz da sistem cephesinden tartışmamız gerekiyor. Daha demokratik, daha çok katılımcılığı esas alan bir sistem önemlidir. Sistem sorunumuz var. Bu sorunlardan biri de zihniyet sorunudur. Bu noktada arkadaşlar dedi, esas sorun bilinç sorunudur diye. Ama sadece bilinç sorunu da değil, bilinç ve pratikleşmemiz arasında çok büyük bir uçurum var.”
Kendi kendine yetebiliyordu. Yaptıklarını yürekten inanarak yapıyordu. Sorunlara düz, tek yanlı, determinist yaklaşmazdı. Yeni paradigmayı salt yeni bir söylem dizisi, bir dil yapısı olarak ele almaz, yeni düşüncenin yaratılarak iradenin bilinçle yükseltilmesi olarak ele alırdı. İdeolojik derinliğini kalıpçılığa ve muhafazakârlığa dönüştürmezdi. Tecrübelere saygılı olduğu kadar tecrübeli arkadaşlar karşısında taviz vermeyen, bağımsız duruşunu koruyan, iradi duruşunu sergilerdi. Pasifliği kabul etmiyordu. Bu nedenle bulunduğu her ortamda aktif bir katılımı esas alır, dolu yaşardı. Yaşayacaklarını ertelemezdi. Yükünün ağırlığını hisseder, sevinci de öfkeyi de dolu dolu yaşar, ağlayabilir ve kahkahalarla gülebilirdi. Bir ortamda bulunduğu zaman varlığı hissedilirdi, bulunmadığı zaman ise O’nun yokluğunun yarattığı boşluk hissedilirdi. Bilinci ve yüreğiyle karşısındakinin bütün hücrelerinde yer ediniyordu. İlişkilendiği bireye yabancılaşmış yanlarını sorgulatıyordu.
Heval Viyan kendine güvenmekle birlikte hiçbir zaman kendini abartmazdı. Kendine güveninin hissedildiği bir sadeliği ve ölçülülüğü hemen göze çarpardı. Ölçüleriyle, birlikte olduğu bireylere ölçü kazandırırdı. Doğal olanın özgür olması ilkesi Viyan arkadaşın kişiliğinde kendini en somut haliyle ortaya koyardı. Özgür sezgili tercihlerin maddenin özünde olduğu belirlemesi O’nun örneğinde doğallığıyla ahenk içinde gerçekleşmiştir. Çünkü o doğallığıyla ciddiyeti buluşturan ve herkesi kapsayan bir sadelikle saygınlık kazandıran bir duruşun sahibiydi. Bu doğallık O’nda biçimsel bir tarzda olmayıp özü yakalamış olmanın sakinliği, duruluğu ve çarpıcılığında ortaya çıkardı. Kalıplar O’nunla bütünleşmezdi. Kalıplara yer vermeyecek kadar kendi kişiliğiyle savaşmış, muhakeme yapmış ve ortaya yeni özgür kişiliğin bir örneğini çıkarmıştı. Kendini özgür bir kadın kimliği olarak gerçekleştirmesi, bu savaşımdan kendine güvenle çıkmasını sağlamış ve kalıplardan, kaygılardan, hesaplardan ve tereddütlerden sıyrılan bir duruşun sahibi olmuştur.
Özgür iradenin kolay yaratılamayacağını, özgür doğumların büyük sancıların, acıların ve bedellerin ardından gerçekleşeceğini bilmesine rağmen her gün yeniden sancılı, ama özgür bir doğumu gerçekleştirme çabasındaydı. En zor süreçlerde dahi umutsuzluğa kapılmamış her zaman coşku, umut ve moral kaynağı olmuştur. Özgün bir kişiliktir. Kendi bağımsız duruşu bu özgün kişiliğin oluşmasında temel olmuştur. Özgünlüğünün temeli de duygularındaki derinlik ve keskinliktendir. Öfkesi kadar sevgisi de net ve keskindir. Sevgisinin taştığı zamanlardaki coşkusu, sadeliği, heyecan ve canlılığı yaşam kaynağı olur. Onun toplumsallığını oluşturur. Öfkeyle dolduğunda da sarsılmaz irade, özgücüne güven, kararlı duruş, hedefe kilitlenen haliyle direnişe çağrıdır. Ret ve kabullerinde ilkeseldir. Reddettiğinden en radikal kopuşu gerçekleştirirken kabul ettiğiyle içten bir paylaşımı esas alır, eleştiri gerçeğinden kopmazdı.
O’nun özgür iradesinin somutlaşmasının temeli özgür kişilik özelliklerini yansıtma düzeyidir.
Viyan kişiliği, sürecin gerekliliklerini en derinden hisseden ve yaşayan özgür kadın kişiliğinin somutlaşmasıdır. Komple kişiliğin çok yönlülüğü, O’nda gerçekleşmektedir. Yeri geldiğinde iyi bir asker, yeri geldiğinde başarılı bir komutan, sonuç alıcı bir öncü, yeri geldiğinde iyi bir siyasetçi, iyi bir sanatçı ve iyi bir edebiyatçı olmasını bilen bir kişiliktir. İyi bir edebiyatçı olması mektuplarında bizimle konuşan bir özelliktir. Kendi ruhsal dinamizmini, düşünsel ve duygusal derinliğini, yüreğinin derinliklerinde yaşananları ifade etme düzeyi O’nun yaşadıklarının sadeliğiyle bağlantılıdır. Sadelikte yarattığı derinlik ve keskinlik, bunu doğayla, toplumla ve tarihle bütünleştirmedeki yaşam ustalığındandır.
Viyan arkadaşın özgürleşme tutkusu, köleleştiren ve iradesizleştiren sistemlere karşı tepkisinde çok net ortaya çıkıyordu. Köleci sistemleri reddediyor, bunun yaşamımıza olan yansımalarını yaşam ayrıntılarından çıkarıp atıyor ve özgür iradesi, bağımsız duruşundan dolayı her zaman için özgünlüğünü koruyordu. İradesizleştiren her türlü yaklaşımdan nefret ediyor, bunlara karşı mücadeleyi esas alıyordu. Egemen sistem yanında erkek egemen anlayışın iradesizleştirme yaklaşımına karşı mücadelesinde irade olmayı, iradesini örgütle bütünleştirmeyi ve çalışarak ürün almayı tercih ediyordu. Bu Viyan arkadaşın en güçlü kendini ifade biçimiydi.
Viyan arkadaşın kadın kurtuluş ideolojisinin örgütlülük ilkesine yaklaşımı da klasik olmaktan sıyrılmıştır. Kadın yüreğinin ve bilincinin derinliğini örgütsel bilinçle yoğuran ve kadının duygu zenginliğini yoldaşlık ilişkileriyle ve yaşam bakış açısıyla en iyi buluşturandır. Bizleri bir araya getiren gerçeğin örgütsellik olduğunun bilinciyle bu birliktelik gerekçemizi her şeye rağmen korumanın arayışı içindedir. Örgütsel mekanizmamızda ortaya çıkan eksiklikleri, yetmezlikleri ya da yanılgılı yanları radikal bir tutumla eleştirmesi, bu mekanizmanın kendini güçlü yapılandırması ve militan yapıyı bir arada tutacak karakteri kendinde somutlaştırması istem ve çabasının yoğunluğundan kaynaklanmaktadır. Örgütün oluşum koşulları ile bugüne kadar gelmesi için verilen bedeller her şeye rağmen örgüt gerçeğini korumanın bir şartı olmaktadır. Çünkü bunu yapmamak kendi varoluş gerekçesiyle karşıtlaşmak, kendini var eden mücadele zeminini ortadan kaldırmak anlamına gelir. Bu konuyu mektuplarında keskin bir ifadeyle dile getirmiştir.
Viyan arkadaştaki örgütsel bilinç düzeyi içselleşen bir bilinçtir. Çünkü O, bireysel ilişkilerinde en güçlü örgütselliği yaratmıştır. Tüm arkadaşlarla paylaşımlarında esas aldığı doğrular yanında birçok arkadaşa yazdığı mektuplarında neler yaşadığı, ruhunda neleri duyumsadığı, neler yapması gerektiğini belirtir. Sürekli özgür gelecek inancı, umudu ve doluluğunu yansıtır. Zafer inancı taşar satırlarında. Şehitlere, Önderliğe ve halka bağlılık, yoldaşlık sevgisi ve birlikte var olmanın heyecanı, güzelliği ve anlamı satırlarını biçimlendiren ruhtur. Yine bu mektuplarında coşkun bir edebi dil ve aradığını bulmuş olmanın, kendini bu doğrultuda gerçekleştirmiş olmanın kıvancı okunur. Ortak ve en belirgin yan ise Önderliği anlama çabasının nasıl olması gerektiğini ve nasıl bir katılımla başarıya ulaşılacağını belirtmesi ve yapamadıklarının özeleştirisini vermesidir. Bu yaklaşımı tüm ilişkilerinde salt kurumsal bir kuruluk ve tekdüzelikten uzak olması, paylaşımlarını derinleştirmesi ve ilişkilendiği bireylerin yüreğine girebilmesi yanında Önderlik çizgisini anlama, örgüt mücadelesiyle bu çizginin gerekliliklerini yerine getirme çabası verme ve özgürleşme konularında perspektif vermesiyle bağlantılıdır.
Örgütsellik konusunda mücadeleyi esas almasıyla birlikte kadın kurtuluş ideolojisinin mücadelecilik ilkesini her koşulda, her zaman ve mekânda, başarıyı getirecek yöntemlerle yürütmeyi hiçbir zaman ihmal etmiyordu. Mücadele yaşamını Önderlik okulu olarak ele alması O’nun mücadeleye verdiği anlamın göstergesidir. Önderlik çizgisine tam girememeyle bağlantılı olarak gelişen ideolojik perspektifimiz ile realitemiz arasındaki mesafenin bilincindeydi. Bu çelişkileri çatıştırmaktan çekinmediği gibi bunun mücadelesinden de hiçbir şekilde kaçınmıyordu. Çünkü Heval Viyan pek fazla eleştiri almamasına rağmen her zaman özeleştiri vermeyi esas alıyordu. Özeleştiri gerçeği ise bireyin mücadelesini anlamlandırdığı kadar kaygısız, tereddütsüz bir katılım sergilemesini getiriyordu.
Yaşamak duyarlılığı vardır Viyan arkadaşta. Nedir yaşam duyarlılığı? Doya doya yaşamak der kimileri, kimileri ise ülkemizdeki, bölgedeki ya da dünyadaki insanların yaşadıkları acıları hissedebilmek der. Mutlak mutluluk ya da mutlak acıyla genelde tanımlanır yaşam duyarlılığı ama özünde, yaşamı oluşturan olguları kendi varoluş gerçeklikleri dâhilinde yaşamak ve bu gerçeklerle kendi arasında bir uyum oluşturabilmektir. Bu gerçeklikten uzaklaştırmaya yönelen tüm edimlere karşı koymaktır. Bu edimler hiyerarşi, şiddet, cinsiyet ya da savaş iktidar anlayışının ürünleri olduğundan bunlara karşı koymanın tekmil yaşamı belirlediği örnekler yaşam duyarlılığının zirvesini oluştururlar. Viyan arkadaşın tüm kültürel, siyasal, ideolojik, bireysel sorunlara, yani yaşamsal olan her şeye yoğunlaşması, bu konularda yaşanan her tür zorlanmayı kendi zorlanmasıymış gibi sahiplenerek, onların acılarını duyarak, yaşanan sevinçleri de sahiplenecek hakkı kendinde yaratması O’ndaki yaşam duyarlılığının en keskin ifadesidir. Bu konulardaki sahiplenme yaklaşımı O’nda yeni düşünceler oluşturur, görüşlerini bir çözüme dönüştürerek kendini bu yaşam parçasının içine yerleştirmeyi doğurur ve bu yaşam parçasında yer almanın onurunu yaşamda hissetmek O’nda ayrı bir güzellik yaratırdı.
Yaşama aşk düzeyinde bağlıydı. Ondaki aşk anlayışı yücelmiş aşk anlayışıdır ve Önderliğin belirlediği aşk ilkelerinin kendi somutunda yaşanacağının kanıtıdır. Yücelmiş aşk, kavram olarak soyut bir algılama oluştursa da kendi özgürlük mücadelesi gerçeğimize, özgürlük değerlerimize ve bizlere bırakılan mirasa baktığımızda bunun soyut olmadığını, tersine somutlaştırmanın en anlamlı örneğini oluşturduğunu görebiliriz.
Viyan arkadaşta açığa çıkan sevginin yüceliği O’nun güzellik anlayışıyla bağlantılıdır. Çünkü kişiliğinde yarattığı özgürlük kadar Viyan arkadaşın sadeliği, mütevazılığı ve insana ilgili yaklaşması da ayrıca O’na karşı bir saygınlık ve sevgi oluşturmuştur. Doğallık ve sadelik O’ndaki güzelliğin açığa çıkmasının temel aracı olmuşlardır. Çünkü Viyan arkadaşın ruhunda yarattığı güzellik O’nun bedenine de yansımaktadır. Yüreğinde ve beyninde yarattığı düşünsel ve duygusal sadelik O’nun yaşam tarzına yansımış ve ayrı bir güzelliği ortaya çıkarmıştır. O’nun çekiciliği, dikkate alınırlığı, insanların O’na hemen ısınması ve yıllardır tanıyormuş izlenimini edinmesi, O’nun ruhsal güzelliğinin bedenine, hitabına, üslubuna bir bütün kişiliğine yansımasından kaynağını almaktadır. İnsanlarda samimiyet ve güven duygusu yaratması, içtenliği, özünü yansıtabilmesi ve bu özün insanlara güven verecek güzellikte olmasındandır. Genç yaşına rağmen insanlar arasındaki mesafeyi ortadan kaldıran, herkesi kucaklayan duruşu, Viyan arkadaşın kişiliğindeki, ruh ve beden uyumunun insan ilişkilerine yansımasının en sade ifadesidir.
Bu anlamıyla şunu çok net bir şekilde belirtebiliriz ki, Viyan güzel yaşadı.
Viyan arkadaş özgürlük mücadelesinin tüm alanlarında çalışma yürütmüştür. En son YJA STAR’a kendi öneri ve ısrarıyla gelmiş ve kadının meşru savunma alanına da kendi katkılarını sunmuştur. Eylemi üzerine uzun bir süre yoğunlaşmasına rağmen burada eylemini kuzey Kürdistan alanlarında, askeri bir hedefte gerçekleştirme yönünde derinleşerek eylemi üzerine somut düşünceler üretir. Kadın kurtuluş ideolojisinin mayalandığı savaş ortamında, Önder Apo’nun militanı olabilmenin ölçüsü cesareti yükseltmektir. Doğruları, ilkeleri savunmasında, her türlü gerilik ve haksızlıkla mücadele, adaletin ve sevginin savaşını verme ve kadın özgürlük ideolojisinin yaşamsallaştırılması da cesaretin keskinleşmesidir. Kadını erkekten koparma, kendisi olma arayışını başlatmak, bu arayışı somut adımlarla vücuda kavuşturmak cesaretin temelidir. Çünkü bu sistem karşısında bir atılımdır. Sistemin yükünü taşıyan temel odak olan kadının artık bu yükü taşımaması, sistem için hayati bir durumdur. Viyan arkadaş bu durumu derinden kavramış ve bu doğrultuda kararlaşmıştır. Artık meşru savunma savaşımında yerini almak O’nun için bir onur meselesi, bir var olma sorunudur.
Söz, onu ifade eden kişinin gerçeğiyse, eylemle bütünleşmişse ve saltık düşünceyi yaratmaya yöneliyorsa o zaman anlam kazanmış demektir. Ancak o zaman sözler birey gerçeğini bir bütün yansıtır ve dile gelmesi vicdanı rahatsız eden bir durum olmaktan çıkar. Bireyi günahkâr ya da suçlu konumundan çıkararak dile getiren bireyde gönül rahatlığı yaratır. Çünkü o zaman birey özü sözü bir olan birey olmuş olur.
Viyan arkadaş, özgürlüğün temel bir ilkesi olan söz eylem birlikteliğini kendi kişiliğinde en üst düzeyde sorgulayan, bunu gerçekleştirmenin mücadelesiyle yaşamını ören ve tüm özgürlük arayışçısı kadınlara bu olmazsa olmaz gerçeği anlatmayı yakıcı ve acı bir tarzda da olsa başaran özgür bir kadındır. Söz ve eylemin uyumu, aslında sözle özün uyumudur. Sözle özün uyumu gerçekleşiyorsa bunun eylemi ortaya çıkmak için sabırsızlanır.
Viyan arkadaştaki vicdan sorgulaması üst düzeyde olduğundan öğrenip kavradıklarıyla uyguladıkları arasındaki mesafeyi kapatmaya yönelik sorgulaması derindir. Önderliği tanıdığı andan itibaren öğrendikleri, kendi arayışlarıyla bütünleştirdikleri ve amaç haline getirdiklerini pratikleşenlerle kıyaslaması, bilip anladıklarıyla yaşadıkları arasındaki mesafenin ölçülmesi Viyan arkadaşta yaşamsal düzeyde önem taşımaktadır.
Sözün anlamı yanında söz ve eylem bütünlüğünün Viyan arkadaş tarafından özellikle vurgulanmasının önemi, hareketin düşünceye, düşüncenin bir ifade biçimi olan dile özgürlük kazandırması gerçeğinden kaynağını almaktadır. Ve bu gerçeklik bireydeki özgürlük umudunu güçlendirmektedir. Çünkü düşündüğünü ya da dile getirdiğini gerçekleştirmek bireyde öz iradeyi güçlendirmektedir ve bu da direkt olarak bireyin özgürlük düzeyini yükseltmektedir. Bireyin kendisiyle, birlikte yaşadığı insanlarla, uğruna savaştığı değerlerle arasındaki mesafe, güçlü bağların oluşturulması gerekliliğini bir kez daha vurgulamakta, bu bağların özgür ve onurlu yaşam için önemine dikkat çekmektedir.
Heval Viyan, Mazlum, Zekiye, Ronahi, Berivan, Rahşan, Sema, Fikri ve Serdar Arı arkadaşların ateşini yüreğinin ortasında yaşayarak bugüne taşıyan ve durmak bilmeyen bir tarih emekçisidir. Ruhun tüm kapılarını çalarak hakikatin çağrısını yapar, özgürlük mesajı ve ışığın müjdesini verir. Karanlık beyinlerde zihniyet devrimi için bir mum yakar. Donmuş vicdanları ısıtıp, hiçbir karşılık istemeden yolunda ilerleyerek hüzünlerimizi alıp götürür. O’nu Önderlik güzelliklerinin dünyasına ulaştıracak yolu fark etmesi ve keskin bir yürüyüşü gerçekleştirmesi Viyan arkadaşın olağanüstü kavrayışından kaynaklanır. Anlamak uygulamaktır O’nda. Ve bu ilke, O’nu öyle çok meşgul eder ki uygulamak için yolu Kaf Dağı’nın ardına da gitse O vazgeçmez. Yaşamda her zaman “Eğer istersek, kendimize inanırsak, amaca ulaşmak zor değildir, Kaf Dağı’nı bile aşabiliriz” diyordu. Mektuplarında belirttiği Apoizm okulunda böyle öğrenmişti.
Viyan arkadaş ülkemizin en büyük çığlığıydı. O bir ahlak sembolü, ahlak çığlığıydı. Değerlere sahip çıkmak, değerlerin pazarlanmasını engellemek O’nun için ahlaki bir konudur. Değerler üzerinden tasarruf geliştirmek ya da boşa harcamak, bireysel olarak kullanmak gibi hırslar O’nda yoktur. O değer yaratır ve sırtını büyük değerlere vererek bu değerler üzerinden yaşamanın ahlak kaybını yaşatacağını öğretir. Ve bunun en güçlü temsilciliğini halkımızın en büyük değerinin hapsedilmesine, tecrit edilmesine seyirci olmayı kabul etmeyerek göstermiştir. Tarihi emanetlere sahip çıkmamayı gerçeğe ihanet sayar. Mücadelemizin bir saniyelik acılarını bile başka yaşamların mutluluğuna değişmez. Ateş olmayı gerektirse dahi bu yaşamdan vazgeçmeme kararlılığını göstermiştir.
Viyan arkadaş tek kelimeyle adının anlamı gibidir. İradedir. En onurlu zamanımız olarak tarihe yazılmıştır. Anlatımlar, ifadeler ve sözler O’nun gerçeğinin gölgesinde kalsa da ve yeterli olmasa da O’nu anlatabilmek, eylemine yoğunlaşmak her kadın militan için kendini gerçekleştirmenin birinci şartıdır. O’nun ateş sıcaklığında yürümek ve büyük yaşamak ancak büyük değerleri yaratacaktır. O’nun eylem dilinde, tüm yaşamındaki gibi bir partileşme, Apocu öğretiyle buluşma ve özgürleşme çağrısı vardır. Cevap olmak, Önderlik düşüncesine sahip çıkmak, salt sözle değil, bunun ruhsal coşkusunu yaşayarak, yaratıcılığını açığa çıkararak bu ruhla pratikleştirmektir. Cevap olmak kadın özüne ulaşmak ve yeni paradigmayla kendini yeniden yaratmaktır. Önderlik paradigmasını anlayıp uygulayarak, kendini Önderlik çizgisine Viyanca yatırarak ve yenileyerek cevap olunur. Bizlere düşen görev de bu gerçeği doğru tanımlamanın ve uygulamanın onuruna erişmek, Önderlikle ve özgürlükle yaşamaktır.
Mücadele Arkadaşları
Seni hep sevdim ve sevmeye devam edeceğim. Özlemine ulaşmanın bu uğurda mücadeleyi gerektirir “Hedefinde net olan amacına ulaşır” şiarı şiarım olacaktır.
Seni ve eylemini doğru tanımlamak ve anlamlandırmak boynumuzun borcudur. Özgürlük hareketimiz, binlerce Şehidin yolunda yürüyen bir harekettir. Her bir şehidimiz mücadelemiz gerçekliğin de ayrı bir yere sahiptir. Her birinin bizlere yüklediği görev ve sorumluluk, mücadelemizi daha da güçlendirmek içindir. Siz yüce insanları anlatmak çok zor ve sorumluluk istiyor. ö sorgulayıp, kişiliğimizi tüm kirliliklerden arındırmamız gerekir. Çünkü sizler bizlere bir kez daha nasıl yürümemiz gerektiğini, nasıl bir militan ve kadro olmamız gerektiğini, Önderliğe bağlılığın nasıl olması gerektiğini öğrettiniz. Bunu bedellerinizle ispatladınız ve yaşamsallaştırdınız.
Özgürlük, özgürleşmek, özgürlük yürüyüşünün bir militanı olmanın öyle kolay olmadığını, çok sancılı ve zikzaklı, inişli-çıkışlı olduğunu, uzun soluklu bir maraton yürüyüşü olduğunu bir kez daha ispatladınız. Özgürlüğün büyük bedeller istediğini, bu bedeli vermek için ideolojik derinlik, örgütsel duruş, bilinç istediğini gösterdiniz. Özgürlüğün bir aşk, bir tutku, bir bağlılık ve amaca kilitlenme olduğunu yaşamlarınızla kanıtladınız. Egemenlikli devleti ve iktidarcı zihniyeti yenmek, onun karşısında örgütlü bir güç olmak, bıkmadan mücadele etmek, öfke ve kin duymak, onun tüm özel savaş teorilerini boşa çıkarmak, onun egemenlikli sisteminden kopmaktır.
Ateşin kızı Viyan yoldaş, Önderliğimizin esaretinin 8. Yılına girişte kutsal eylemini gerçekleştirdin. Uluslararası komplo gerçeğinin yapmak istediği bize bu esareti kabullendirmek ve marjinalleştirmekti. İşte Viyan gerçekliği buna cevaptı. Viyan gerçekliği özgür insanın esaretinin asla kabul etmeyeceğimizin cevabıydı, karanlık ve buz tutmuş şubat ayını ısıtan ve bedeniyle aydınlatan bir duruştu, Ehrimanlara vefasız ve gamsız duruşumuza cevap verendi.
Viyan yoldaş, Önderliğin esaretinin 11. Yılına giriyoruz. Uluslar arası komplo egemenlikli, devletçi, iktidarcı zihniyet her türlü savaş araçlarını kullanarak, başta özgür insana, onun yarattığı özgürlük hareketine ve direnen halkımıza karşı savaşı sürdürüyor. Her yerde büyük darbeler almasına rağmen şiddetinden vazgeçmiş değil. Tüm çırpınışları sonunun geldiğinin göstergesidir. Çünkü tüm yollara başvurdu; askeri operasyonlar, yoğun hava saldırıları, halka yönelim de baskı ve tutuklamalar, baskı ve yasaklamalar, dış ülkelerde diplomasi trafiği vb. Fakat istediği gibi bir sonuç yok.
“Başkan APO’nun ocağındaki ateşin soğumasına izin vermeyeceğim.” sözünü özgürlük hareketi ve onun militanları kendine esas aldı. Bugün daha çok özgür insan etrafında kenetlendik. Önder APO’yu kimsenin esir alamayacağını, onun özgür düşüncesi karşısında kimsenin O’na güç getiremeyeceğini, Önder APO yeni savunmalarıyla bir kez daha kanıtlandı. Kapitalist modernite’nin yarattığı zihniyeti, bu zihniyet sonucu insanlığın nereye doğru gittiğini, felsefik, demokratik, tarihsel yönleriyle çözümledi. Halkların, ulusların, kadınların kurtuluş ve özgürlüğü, kendi tarihlerini tanıma ve iradesel bilince ulaşması için büyük çabalar sergiledi.
Bu dönemde Gerilla ve halk daha güçlü bir şekilde birbirini tamamladı. Önderlik etrafında kenetlenen ateş çemberi daha da büyüyerek gürleşti. Senin bize bıraktığın mektuplarındaki eleştirilerini, hareketimiz ve onun militanları olarak kendimize esas alıyoruz. Çünkü mektupların bizim için bir manifesto ve talimattır. PKK söylediğini yapan bir harekettir. PKK ideolojisi yaşamın ispatıdır. Söz ve eylemi her zamankinden daha güçlüdür. Üyesi ve inşasında yer aldığın PKK, bu gün daha güçlü, daha kararlı, birliği yaratan ve ideolojik mücadelede radikalliği esas alan bir düzeydedir. 10. PKK kongremizi gerçekleştirerek militan ölçülerimizi, ideolojik bakış açımızı ve örgütsel duruşumuzu değerlendirerek daha güçlü kıldık. PKK ölçüleri elbette ki netti. Fakat içimizdeki çeteci tasfiyeci çizgi sahipleri yaşamımızı muğlâklaştırmak ve militanlık ölçülerimiz de çıtayı en alt seviye ye çekmek istediler ama her zaman ki gibi başarılı olamadılar. Kazanan PKK’nin özgürlük çizgisi oldu. Örgüt içi başlatılan ideolojik hamle, güçlü sonuçlar alarak her zamankinden daha net ve güçlü kararlılıkla bu komploya cevap olmuştur. Gündemimiz Önderliğin özgürlüğüne kilitlenme olmuştur. Buz tutmuş yürek ve beyinlerimizi sen ve senin ardılların çözdü. Şehitler kervanı çok büyüdü. Bu kahramanları görmemek, yaratılan değerlere katılmamak en büyük ihanettir. Biliyorsun, her zaman bir yanımızda büyük direniş ve kahramanlık, bir yanımızda da ihanet ve tasfiyeciler olmuştur. Bu kirler ve paslar silinip atılırken, büyük sancılar çeksek de sonuçta ruhlar temizlenmiştir. Çürükler atılmazsa koku yapar ve bütünü bozar. Bu PKK gerçekliğidir. PKK gerçekliği çıkışından günümüze kadar bu mücadeleyi hep vermiş ve vermeye devam etmektedir. Kaybeden ihanet ve tasfiyeci güçler olmuştur, kazanan onurlu ve kahraman hareketimiz olmuştur.
Senin de belirttiğin gibi “PKK de söz en büyük eylemdir” Biliniyor ki; sözün anlamını yetirmesi, büyük bir gaflet, vicdansızlık ve ahlaki çöküntüdür. Böyle bir durumun sonucu da şüphesiz ki ihanettir. Sizin gibi onurlu insanların eylemi, bizi bir kez daha PKK’nin özüyle bütünleştirdi ve anlam gücümüzü netleştirdi. Özlemin olan kuzeyi görmek, amacın düşmanın merkezinde eylem yapmak ve Önderliği görmek idi. Senin bu özlemini gerçekleştiren ve bu uğurda mücadele veren PKK ve PAJK militanları vardır. Heval Viyan, yüzlerce kadro kuzey yürüyüşüne katıldılar ve bu yürüyüş büyüyerek devam ediyor. Yüzlerce onurlu kadro daha fazla Önderliğe yakın olabilmek ve O’na layık olmak için düşmana büyük darbeler vurdular ve vurmaya devam ediyorlar. Önderliğin özgürlüğü için özgürlük hareketimiz, her süreçte yeni hamleler ve atılımlar yapmaktadır. Sizin eylemleriniz, bizlerde, halkımızda ve özgürlük mücadelesine inanan herkeste büyük sarsılma ve özgürlük mücadelesine, sizin anılarınıza sahip çıkmada anlamlı kararlaşmalar yarattı. Özlemini ve hasretini yaşamsallaştıran yoldaşların olmuştur. HPG’nin 4. Konferansı, PKK’nin 10. kongresi senin eylem ve bağlılık çizgine atfen gerçekleşti.
“Bu örgüt acı çeken halkın alın terinden, binlerce yürekli, sevdalı kız ve erkeklerin tatlı ve berrak kanıyla yaratılmıştır. Bu nedenle örgüte sahip çıkmak, halka ve şehitlere sahip çıkmaktır.” Bu yaklaşıma sahip olan kişiler ahlaklı ve değerli insanlardır. Bunun tersi ise ahlaksal ve vicdani yıkımdır. Özgürlüğün ateşi bir dönemler tasfiyeci, çeteci, ilkel milliyetçi unsurlar tarafından zayıflatılmak istendi. Bazı yönetimlerimizin şahsında örgüte karşı bazı kadrolar tepkilendirildiler. Yaşamsal sorunlar karşısında seyirci kalan liberal yanlarımız, tasfiyeci anlayışlara zemin oldular ve bundan dolayı da militanlık görevimizi tam olarak yerine getiremedik. Senin talimatların ve Önderliğin perspektifleriyle bu yanlarımızı yeniden çözümleyerek sorgulamaya başladık. Özgürlük mücadelemize karşı gelişen saldırlar ve örgüt içinde yaşadığımız sorunlar, bir kez daha Kürdistan ve Ortadoğu’da örgütsüz hiçbir gelişmenin olamayacağını gösterdi. Kendisini özgürlük ideolojisi karşısında netleştirmeyenler sonunda düştüler. Devletçi, egemenlikçi sistemin kucağına gittiler. Militan olmakta ısrar edenler ise militan olmanın mücadelesini vermektedirler. Senin de belirttiğin gibi, eleştiri ve özeleştiri mekanizması olmadan örgüt gelişimi sağlanmaz. Önderlik ve şehitler gerçeği karşısında sorgulama ihtiyacını derinden hissederek bir kez daha kendimizi eleştiri, özeleştiriye tabi tutarak eksikliklerimizden arınmaya çalışıyoruz. Bu hareketin diyalektiği şunu ispatlamıştır; muğlâk, ikircikli, net olmayan kişilikler bu örgütte kalamaz. Özgürlük Hareketi militan olanın, örgütsel olanın, fedakâr ve bağlı olanların partisidir. Bu hareket binlerce şehidin kanıyla yaratılmış bir hareket gerçekliğidir.
Özgürlüğün temsilcisi olan sen, genç yaşta örgütün en zor görevlerini üstlendin ve hiç geri adım atmadın. Ferhat ve Botan tasfiyeciline karşı zorlansan da bıkmadan mücadele etmeyi bildin. Sen Önderliğin yoldaşı oldun. Onun Örgütünde yer alırken, O’na yürekten inanarak mücadele ettin. PKK’nin inşasında yer alarak, PKK okulunda militanlar yetiştirdin. Irak gibi ( tasfiyecilerin kol gezdiği) bir yerde çok cesaretlice ve inançla mücadele ettin. Sen HPG’nin almış olduğu 1 Haziran direniş çizgisine katılmak için dayatma ve ısrarınla HPG ye geldin. YJA-Star’ın üyesi oldun. Bu senin için bir gurur ve onur ise, biz YJA-Star örgütü için de bir onur ve gururdu. Sen ilk geldiğin günden itibaren geriliklerimize, örgütsüz yanlarımıza ve liberal duruşlarımıza karşı mücadele ettin. Belki seni zamanında anlayamadık ve doğru anlamlandıramadık. Bu da bizim yetersiz yoldaşlığımızın sonucuydu. Sen YJA-Star’a geldiğin andan itibaren, hiç adapte sorunu yaşamadın. Çünkü sen, militan ölçülerini uyguladın ve o ölçüleri uygulatmayı esas aldın. Kadın hareketi olarak bir dönem tam rolümüzü oynayamadık. Tasfiyecilerin etkisi bizi de çarpmıştı. Bileşenler arası parçalı duruş, herkesin kendisiyle uğraşması, herkesin kendine göre militan ölçüleri yaratması, herkesin kendini yeterli görmesi gibi anlayışlar vardı. Bu durum ve durumlar, genel kadın hareketinin tam rolünü oynamasını engelledi. YJA-Star olarak da kendimizi yeterli görme ve en iyisi biziz yaklaşımı ne kadar gaflette olduğumuzu daha sonra yaşadığımız sorunlarda kendisini gösterdi. Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin amacı ve ilkeleri her yerde aynıdır. Biz mekânsal ayrışmalarının farklılığını anlayışsal ve yaklaşımsal alana da yansıtarak bir yanılgıyı yaşadık. Bu anlamda kadın hareketinde bir dönem parçalı duruşlarımız açığa çıktı. Bu durum Önderlik çizgisi karşısında bizlere kaybettirdi. Senin de belirttiğin gibi, özgürlük mekânlarımız olan dağlarımızı, doğru tanımlar ve doğru anlamlandırırsak başarı şansımız yüksektir. Kadın kendini bu dağlarda var etti Özgürlük bilincini, örgütsel gücünü, iradesel duruşunu bu özgür dağlarda var etti. Yani bu dağlar özgür kadını yarattı. Bu dağlara ve bu dağlarda yaratılan özgürlük değerlerine sahip çıkmamak en büyük ihanettir. Özgür yaşam mücadelesini veren biz kadın yoldaşlar olarak, Önderliğin “Herkes dağlardan inse de kadın inmemelidir” belirlemesinden de anlamamız gereken, herkesten daha fazla bu dağların değerini bilmek ve buralarda özgür yaşamı yaratmak olmalıdır.
Özgürlüğün sözcüsü sen, bu dağların özgür yaşam mekânları olduğunu ve bu dağlarda yaşanması gerektiğini bağlılığın ve inancınla bir kez daha bizlere kanıtladın. Sorun bu güzelliği ve yücelileşmeyi istemek ve bu uğurda mücadele etmesini bilmektir. Özgür olmak isteyen bu özgürlük yolunun zorluklarına katlanır. Sizler bedenlerinizi ateşe vererek bunu yakıcı bir biçimde ödediniz. Bu duruşunuz karşısında kadın hareketi ve YJA-Star olarak kendimizi, tarzımızı yanlış ve yetersizliklerimizi sorguladık ve anladık ki özgürlük yürüyüşünde yer almak su gibi berrak, ateş gibi kızgın ve sizler gibi büyük yürek sahibi olmayı gerektirir. Kadın hareketi ve YJA-Star güçleri olarak Önderlik etrafında kenetlenmeyi, daha güçlü ve kararlı yürümeyi kendimize esas almış bulunmaktayız. Yani senin onurlu katılımın bizim onurlu yürüyüşümüz olmaktadır. Kadın eksenli sistemi dağlarda, şehirlerde ve toplumun her alanında öz örgütlülüğümüze dayalı, özgür bilinçlenme temelinde mücadelemizi geliştiriyoruz. Eğitsel, örgütsel, akademik çalışmalarımız temelinde örgütsel ve ideolojik tartışmalar vardır. Bu temelde eğitimlerde egemen ve devletçi sistem zihniyetini çözümlemeye ve aşmaya çalışıyoruz. Toplumsal alanda kadın meclisleri, özgür kadın akademileri, kadın parkları vb. kurumsal çalışmaları geliştirerek toplumsal cinsiyetçi zihniyete karşı mücadelemizi geliştiriyoruz. Yine ‘Özgür kadın kimdir ve nasıl yaşar’ Konusunu gündemimizin ana ekseni yaparak ideolojik partimiz PAJK bünyesinde yoğunlaşarak, ideolojik ve örgütsel kimliğimizde derinleşmeyi esas alıyoruz. Viyan yoldaş, sen yaşamında ve duruşunda egemenlikli, geleneksel, geri anlayış ve yaklaşımlara karşı tavizsiz, istikrarlı, radikal tavırlarınla çizgi karşısında doğru eylem anlayışını ve özgür yaşam esaslarını kendinde yaşamsallaştırarak anın ve zamanın akışına yön verdin. Gerçek aşkın ve sevginin nasıl olması gerektiğini yaşam ve tutku düzeyinle gösterdin. Mektuplarında Önderliğe hitaben yazmış olduğun satırların arasında ‘Başkanım bazıları vardır el ele verip kaçar, ihanete giderler, buna da aşk ve sevgi derler. Ben ise, sana gelerek bir ışık olmak ve aşkımı ilan etmek istiyorum” diyerek gerçek aşkın ve hakikatin yürüyüşçüsü oldun. Senin aşkında sadelik, cesaretlilik, güzellik ve yaratıcılık var. Senin aşkın bireysel hesapları, ikirciklikli duruşları, bencil yaklaşımları, özgür yaşamın ilke ve ölçülerini dejenere eden sahte aşk ve sevgileri reddeder. Viyan yoldaş, sana ve sizin gibi manevi komutanlara aşık olmamak en büyük ihanettir. “PKK felsefesi aşkın ve sevginin kendisidir” sözünü bize kavrattınız. Ancak bu yola katılmayanlar da oldu. Özgürlük onurundan vazgeçip, ihanet yolundan giderek onursuzluğu tercih ettiler. Senin eyleminden, özgürlük aşkından etkilenerek özgürlük savaşına katılan yüzlerce kadın ve erkek savaşçı oldu. Senin savaşçıların senin adını alarak senin amacına bağlılığın sözünü verdiler. Eski arkadaşlar olarak senin eylemin karşısında sarsılarak, kendimiz de var olan sıradanlığı, pasifliği aşmanın mücadelesini vererek, militanlık çizgisinde sorgulamalarımızı derinleştirerek netleşmekteyiz. Kadına kader olarak görülen köleliği, ancak egemen sistemle mücadele ederek aşabiliriz. Önderliğin “İlk sömürülen ulus kadındır” ve yine “Beni sevenler fikirlerimi yaşamsallaştırsınlar” belirlemesini kendimize esas alarak Önderliği, tarihimizi ve kendimizi anlamaya ve tanımaya çalışıyoruz.
Gerçekleştirdiğimiz kadro konferanslarımızda, senin bize bıraktığın mektuplarını esas alarak kadro olmanın ölçülerini, özgürlük ölçülerini, kadın kurtuluş çizgisinin ilkelerini tartışmalarımızın temel merkezine koyduk. Pratiklerimizden de anlaşıldığı gibi henüz yetersizliklerimizin tümünü aşamadığımız bilinmektedir. Ama bu yetersizliklerimizi aşmanın mücadelesinde önemli düzeyde bir kararlaşmayı yaşamaktayız.
Haftanin’i çok sevmiştin. Doğası ve arkadaş yapısıyla bütünleşmiştin. Haftanin seninle daha da güzelleşti. Doğa ana daha da güzelleşti ve bizi bağrına bastı. Haftanin senin ve Erdalların diyarı oldu. Haftanin seninle sevildi ve bu yüzden saygınlığı daha da arttı. Viyan yoldaş, sen kendi şahsında bizim geriliklerimizi de kutsal ateşinle temizlemek istedin. Kuzey Kürdistan halkına, Güney Kürdistan halkına ilettiğin mesajlar yerine ulaştı. Onurlu ve kahraman halkımız, düşmanın yönelimleri karşısında büyüklüklerine denk serhildanlar ve eylemler gerçekleştirdiler.
Ateşin kızı seni anlatmak, seni doğru tanımlamak bir bilinç ve militan özelliklerine sahip olmayı gerektirir. Ben de bu hareketin bir üyesi ve savaşçısı olarak, tam rolümü oynayamadım tarih karşısında, benim de vermem gereken hesaplar var. Hep senin yoldaşın ve arkadaşın olmak istedim. Pratiğime baktım ki istemi fazla aşmış değilim. Bunun katılımı, yaşam duruşunu sergilemede eksikliklerim oldu. Bu anlamda böylesi tarihi bir süreçte sana layık olmaktan başka bir yaşam arayışım olmayacaktır. Sana yakın olmak seninle yürümektir. Seni sevmek senin düşünce ve eylem kararlığına katılmaktır. Seni hep sevdim ve sevmeye devam edeceğim. Özlemine ulaşmanın bu uğurda mücadeleyi gerektirir “Hedefinde net olan amacına ulaşır” şiarı şiarım olacaktır. Eyleme giderken ki moral gücün örgütlülüğünü ve kararlılığını hiçbir zaman unutmadım ve unutmayacağım. Kadın olmanın gurur ve onuruyla söz veriyoruz ki seni ve sizleri hiç unutamadık ve unutmayacağız. Özgür doğa anaya daha çok sarılıp, bilinçlenip, örgütlenip kadın sistemini ve yaşamını geliştireceğiz. Özgür insan etrafında ateşi ve mumları hiç söndürmeyeceğiz. Hareketimizin Şiarı olan “Önderliğin özgürlüğü özgürlüğümüzdür” anlayışı dışında başka bir yaşam anlayışımız ve arayışımız olmayacaktır.
Sizin gibi büyük manevi komutanlarımızın amacında yürüyerek, sizleri sahiplenmek ve amacınızı göklere çıkarmak ve sizleri zirveleştirmek bizlerin de temel amacı olacaktır. Bedeninle yaktığın ateş hiç sönmeyecek, her zaman daha da gürleşecektir. Yani kendimizi her gün yaktığın ateşin külleriyle arındırmaya çalışacağız. Viyan yoldaş, sana yazarken çok zorlandım. Çünkü şehitleri anlatmak, onları doğru tanımlamak oldukça zordur. Bizlerin sizlerin karşısında girdiği eksiklik ve yetmezliklerimizden dolayı sizlerin adaletli affına sığınıyoruz. Kadın olmanın bilinci ve iradesiyle bir kez daha senin şahsında tüm şehitlere söz veriyoruz ki, sizlerin eylemlerinizle daha da büyüyecek ve sizleri eylemlerimizde, yaşamlarımızda yaşatacağız. 2012 Yılının Önderliğimizin özgürlük yılı olması için bu mücadeleye tüm gücümüz ve kararlılığımızla katılacağız. Geçen süreç bunu gösterdi ki PKK ve PAJK militan ölçülerinde doğru partileşirsek kesin kazanacağız. Kadın olmanın sorumluluğu ve bilinciyle sözümüzü yeniliyor ve soylu şehitlerimizin onurlu eylemleri karşısında bir kez daha söz veriyoruz.
Ayten Dersim
Nusaybin sokakları bir anda hareketleniyor. Gençler bir anda toplanıyor. Kan kusmak için sokakları tutan faşist AKP polislerine karşı gençlik halkını savunuyor. Haber çabucak yayılıyor halk arasında 'bir gerilla direniyor'. Herkes bir yandan merak ediyor, bir yandan da dayanışma duygularıyla polislere taşlarla yanıt veriyor. O kahraman gerilla ile buluşmak, onunla kucaklaşmak istiyorlar. Gerilla halkına, halk gerillasına sahip çıkıyor. Halkın kahramanlığı ile gerillanın kahramanlığı birbirini sarıyor. Nusaybin serhildanlar kasabası bir kez daha ayakta...
T.C kendi varlığını Kürt halkının yokluğu üzerine kurduğu için, Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü kabullenmekte zorlanıyor. Çünkü Kürt Halkının varlığını ve özgürlüğünü kabul etmek T.C için yok olmak anlamına geliyor. Bunun için Kürt toplumunu dağıtmak T.C'nin temel görevi olmuş, kırlar boşaltılmış, köyler yakılmıştır. Bunun için 90'lı yılların başında yakılan ve yıkılan köylerin sakinleri kasabalara akın etti. Nusaybin'de bu kasabalardan biriydi. Devlet ' suyu kurut balığı yakala ' politikası kapsamında Kürdistan'da en vahşi, insanlık dışı işkenceleri uygularken bu katliama tanık olan bir yerde Nusaybin'dir. Akif yoldaş yıllar önce bu sokaklardaydı. Bu sokaklarda faşizmi tanıyarak büyüdü. Devlet zulmünü gözleriyle gördü. Toplum dışına çıkmak istemeyen yani koruculaştırılamayan yurtsever Kürdistan köylüleri, canını kurtarmak için can havliyle kasabalara gitti. Bunun için; ajanlaştırılamayanların şehridir Nusaybin...
Bugün, AKP devleti yalanlar söylüyor. Devrimci Nusaybin ise bu yalanların üstündeki perdeyi yırtıp atıyor. Halkımız bir kez daha 'halk iki ateş arasında kaldı' diyenlerin yüzüne tükürüyor. 90'lı yıllarda gecenin karanlığında halka kurşun sıkan takkeli sahte islamcılığın illegal güçlerini iyi tanıyan halkımız, bugünde bu eli kanlı ve yasallaşmış gücün kim olduğunu kuşkusuz biliyor. 'Kürtleri ben temsil ediyorum' diyerek teslimiyeti dayatan sahtekarlara karşı halk gerilla ile birlikte direniyor. 'Bunların tabanı yok, bunları kimse desteklemiyor' diyen halk düşmanlarına karşı halk ve gerillası savaşarak yanıt veriyor.
Akif yoldaş, ezilen ve sömürülenlerin özgürlük kahramanı, halk değerlerine saygının somut ifadesi, PKK milatanınlığı ve halk devrimciliğinin doruk noktasıdır. Tayyip Efendi bu gerçeği görmeli, 'PKK tehdit ediyor, PKK halkı kandırıyor diyen' aymazlığına son vermelidir. Yurtseverler zorla oy veriyor, zorla dükkan kapatıyor, hadi bunlara inandırdın diyelim. Halkın çatışmanın ortasına gidip gerillayı kurtarmak istemesi de silah zoruyla mı oluyor? Paris'te katledilen Rojbin arkadaşın dediği gibi ' biz Önder APO'nun Kürdüyüz. Başkan'ın Kürdüyüz, başkasının Kürdü de olmayız. Bu halk Önder Apo'nun halkıdır. Gerillası gibi korkusuz, yalansız, dolansızdır... PKK çoktan Kürt halkını kazanmıştır ve onunla bütünleşmiştir. Halk eylemlerde 'PKK halktır halk burada' derken bu hakikati dile getiriyor. PKK doğru söz ve eylemiyle halklaşmıştır. Kuruluşundan itibaren böyledir. Hilvan-Siverek direnişinden beri böyledir. Gerilla-halk bir bütündür. PKK'den halka kötülük gelmez, PKK'liler halkın menfaatinden başka bir şey düşünmez. Nusaybin halkı da biliyor ki, orda PKK direniyor ve onunla bütünleşmek istiyor. Akif arkadaş direniyor ve düşmanı teslim alıyor. O savaşta düşman gerçeği PKK gerçeğine teslim oluyor.
Televizyonda Akif yoldaşın söyleşisini seyrediyoruz. onu tanımayanlar, gülen yüzünü görüyor. Halk kahramanıyla tanışıyor. ' Savaştır, ölmek olabilir ama sağ ele geçip düşmanı sevindirmek olmaz, düşman bunu rüyasında bile göremez' diyor. Fedakarlığa, bağlılığa kendinden başlıyor yoldaşımız. Düşmandan uzakta kendini yaratmış bir kişilik. Devrimci halk savaşında APO'cu duruşun fedaisi...
PKK'yi biterebileceğini hayal edenler var. Kendini darı ambarında gören aç tavuklar misali, AKP bu hayali kuruyor. Kürt ayrı, PKK ayrı diyor. 'Bende biraz temsil ediyorum' diyor. Madem sen temsil ediyorsun; neden bu halka saldırıyorsun, on binleri tutukluyorsun, neden alçakça katlediyorsun demezler mi-sormazlar mı sana? PKK bir halk hareketidir, ey AKP, bunu inkar etmek gökyüzündeki güneşi inkar etmek kadar aptalca olmaz mı?
Kürt halkı egemenlik altından kurtuluyor. Dün tamamen esirdi. Bugün Önder Apo öncülüğünde özgürlüğü için savaşıyor. AKP, Özgürlük hareketimizin Kürt halkını temsil etmediğini söylüyor. yani aslında demek istiyor ki; bu halkı sömürge ve soykırım cenderesinden daha kurtaramadınız. AKP şunu iyi bilmelidir ki; PKK sadace 10-15 bin gerilladan ibaret değildir. PKK bir halktır, milyonlardır...
Akif arkadaş milyonların dili oluyor. Ey AKP şimdi sen mi kürdün temsilisin, yoksa halkı için canını verenler mi? Aslında AKP hiç kimseyi temsil etmiyor, edemez... Çünkü AKP imansızdır, vicdansızdır. AKP, Kürtleri, Müslümanları, Alevileri, muhafazakarları kimseyi temsil edemez. Ama PKK çok şeyi temsil ediyor. Onun militanı Akif yoldaş da çok şeyi temsil ediyor. Kürt köylüsünü, emekçisini, Alevisini, demokratını, kadını, gençliğini temsil ediyor. AKP sadece bir avuç orta sınıf burjuvayı, eli kanlı işbirlikçiliği temsil ediyor. Ama Akif yoldaş tarihi, toplumsal değerleri, halk için yaşamını ortaya koymayı temsil ediyor.
Devrim halkların eseridir, derler. Devrimcilerde halk önderlerinin eseridir. Akif yoldaş Önder APO'nun PKK ocağında yetiştirdiği bir devrimci halk gerillasıdır. Nusaybin sokaklarından, Kürdistan dağlarına uzanan bir yaşam hakikatidir. Olmaz yoktur kitabında, herkesin çok sevdiği korkusuz bir yoldaştır. En fakir ev onun evidir. O her zaman en fakir evin konuğudur. Yurtsever analar Akif'i çok severdi. Soğukkanlı ve sakin, işini kimseye bırakmayan mütevazi Akif, halkçı ve öncü Akif... Dost, düşman herkesi etrafında toplayan Akif.. Düşman yok etmek için, halk yaşatmak için Akif yoldaş'ın etrafında bir kez daha toplanıyor.
Akif yoldaş ölümsüzleşiyor. Anası gibi sevdiği Kürdistan toprağıyla bedeni buluştuğu gün anasıyla da buluşuyor AKİF yoldaş.. Kürdistan toprağı kucağını kızıl bayraklar içinde olan anası ve Akif için açıyor ve hem anası, hem Kürdistan şehidini bağrına basıyor.
Mazlum Ekin
Munzurlardan aldığı kara haberle Cilo kara bulutları bağladı yine efkarlı başına. Bunca yıldır inançla fedakarlıkla Onu koruyan melek ruhlu savaşçısı Munzurlara doğru yola düşmüştü. Ve daha Munzurları tanımadan, gözelerin kutsal suyundan içmeden, Cilo’yla yıllardır kurduğu dostluğu Munzurlara anlatmadan ve aynı dostluğu Munzurlarla kuramadan şahadete ulaşmış. Şimdi ne yapsın Cilo. Tanrıçalardan bu yana tarihin en güzel insanlarına mesken olmuş. Ama onca acılara da, tarihin en kanlı kavgalarına tanıklık etmiş. Bu yüzden bir yandan çok sağlam ve direngendir ama bir yandan hep hüzünlüdür Cilo, başı kara bulutludur hep. Eteğinde yaşayanlar Reşko derlermiş ona. Esmer teninden dolayı değil, başına bağladığı kara bulutlardan dolayı. Bulutlar hüznüdür Cilo’nun, O adeta başka topraklar güneşi görsün diye kara bulutları üzerine çeker.
Kimileri Cizreli olduğu için Çekdar Cizre diye anar Onu, Cilo’da çok kaldığı için Çekdar Cilo diyenlerde vardır. Ama bu adlardan hangisi ile anılsa da ‘hangi Çekdar’ denilir yine de. Herkesin benimsediği asıl adı Çekdar Melek’tir Onun. Herkes onu böyle tanır. Cizre’nin melek ruhlu dürüst oğlu, Cilo’nun fedakar savaşçısı, koruyucu meleğidir O.
Gerillada bir gelenektir, birine bir şey yakıştırıldığında, bu Onun özüne uygunsa, artık bu nasıl olduğu anlaşılmadan herkese ve her yere yayılır. Herkesin ortak ifadesi olur. Çekdar’a melek tabirini ilk kim yakıştırmıştır bilmiyorum. Kim ilk önce onun bir melek olduğunu keşfetmiş bilinmez, ama herkes bunu benimsemiştir. Onun kişilik duruşu ancak melek özellikleriyle ifade edilebilir. Melek saflığın ifadesidir,dürüst, sözünden çıkmayan, en özde ve temiz duygularla bağlı ve görevlerine sadık olmayı özelliklerini ifade ediyor. İnsan özelliği olarak melek ruhlu olmak, uygarlığın bencil duygularında kirlenmemiş özden, içten, dürüst insanlığın ifadesi. Buradan bakınca belki de melek tanımı da tanrıça kültüründen kalan bir gelenektir. Toplumuna özden bağlı ve hizmet eden herkes kadın veya erkek o toplumun melekleridir. Meleklik için bir nevi yarı tanrılıktır diyebiliriz belki de. Kendini tanrı ilan eden erkek iktidarlaşan erkektir çünkü. Yarı tanrı yada melek ruhlu erkek Tanrı kadar güçlü ama insanlık özünden kopmamıştır.
Çekdar yoldaş, ana tanrıçanın doğal toplumundaki erkekte somutlaşan meleğin saflığının, ateşi insandan çalanlara karşı savaş açan Prometheus’un hala yaşayan ruhunun örneğidir. Uygarlık tarihi boyunca bu özgür ruh her gün ölüm sınavlarından geçirilse de ölmemeyi başaracak kadar dirençli olmuştur. Ve bugün Çekdarlar’da nefes almaktadır. Çekdar yoldaş doğal toplumun ve tanrıça kültürünün beşiği olan Botan’ın hala özünü koruyan insan hakikatinin temsilcisidir. Çekdar yoldaşla melek bir imge olmadan çıkmış, yaşamın içinde bir karakterdir. Prometheus Kaf dağından inmiş, ateşi tekrar insanlara taşımak için mücadelesine kaldığı yerden devam etmektedir.
Çekdar yoldaş deyince ilk akla gelen saygıdır. Etrafına insanlara, yaşama, kavgaya saygı. Saygıyla dinler ve anlamaya çalışır. Tüm işlerini saygıyla yürütür ve insanları büyük bir saygıyla severdi. Bir melek saygınlığıyla yaşardı. Yaşam saygısıydı belki de onda dile gelen. Saygı kadar sevgi ile bakardı hayata. İşlerini severek yapardı. Bu yüzden kolay hata yapmaz, işinde eksik yetersizlik bırakmaz, büyük bir ciddiyet ve hassasiyetle, en güzel en başarılı bir şekilde tüm görevlerin ve zorlukların üstesinden gelirdi. Ve bir melek saygınlığıyla sevilirdi tüm herkes tarafından. Tüm yoldaşlarına ince bir ruhla bağlıydı. Onun ruhunun inceliğini fark edenler şaşırırlardı bir erkek nasıl bu kadar ince ruhlu olabilir diye. O uygarlığa teslim olmayan erkeğin temsilcisiydi. Uygarlığın erkeğe yakıştırdığı kabalıklardan olduğu kadar, bencillikten kurnazlıktan uzak bir insandı. Yaşama karşı dürüst ve açık olduğu kadar tüm insanlara karşı da büyük bir dürüstlükle açık yaklaşırdı. Bu nedenle kimse ondan rahatsız olmaz, ona saygı duymaktan kendini alamazdı. Tanrıçaların mekanı Botan’ın çocuğu olması melek özünün kökenlerini ifade ederken, Cilo’da pratik yürütmesi de melek özüne denk geliyordu, özgürlük adına verdiği mücadelede melek özü daha da kökleşmiştir.
‘Çekdar yanımda olsun, başka kim gelirse gelsin fark etmez, ne görev olursa üzerinden geliriz’ diyordu bir komutan arkadaş, bir düzenleme esnasında. Çekdar yoldaşın ne kadar işinde sağlam, sonuç alıcı ve dürüst olduğunun en açık ifadesi budur sanırım. Çekdar yoldaşın orada olması her şeye yeterdi. Her işe yetişir, herkesi çalışmaya sevk eder ve pratiğin her türlü sorumluluğuna öncülük edebilirdi. Yorulmak, yılmak bilmeksizin sonuç alana kadar ama büyük bir sabır ve kararlılıkla çalışır hedefine ulaşırdı. Kendisine verilen her göreve büyük küçük, önemli önemsiz demez büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve incelikle üzerinde dururdu. Sade ve kendi halindeydi bir yandan da, belki biraz da sessiz. Yeteneğine, gücüne, tecrübesine karşın bunları belli etmezdi. Şunu bilirim, şöyle yaptım gibi sözleri kimse ondan duymamıştır. Ama herkes Onun yaptıklarından ve yapabileceklerinden bahsederdi. Emeği Onun diliydi. Sözle değil emekle anlatırdı kendisini ve inandığı doğruları. Herkes onu, kendinden emin ve güvenli bir şekilde işlerinin üzerine gitmesiyle, emeğinin eserlerinden tanırdı. Onun olduğu yerlerde güven vardı, herkes Onun yanında olmak, Onunla çalışmak isterdi. Abartılı hiçbir yanı yoktu. Her şey kişiliğinde mütevaziliğin uyumundaydı.
Zagros arazisi sertliği hırçınlığıyla nam salmıştır. Onun inceliğini ve narinliğini ancak orada yaşayanlar bilir. Ve bu narin güzellik için her türlü zora zahmete ve acıya katlanırlar. Çekdar’da böyle bir Zagros gerillasıydı. Ruhunun incelikleri Zagros’un güzelliklerinde çiçek açandı. Cilo’nun çiçekleri nasıldır bilir misiniz? En asi uçurumlarda ve kayalarda kök salan asiliktedirler. Ve öyle narindirler ki hayran olmaktan kendinizi alamadığınız gibi dokunmaya da kıyamazsınız. İşte Cilo’da gerillacılık da böyle bir şeydir. En asi uçurumlarda kök salmaktır. Ama bir o kadarda ince ruhlu, moral dolu, dürüst, içten olunmazsa uçurumlarla baş edilemez. Çekdar yoldaş tam da böyle bir gerilla örneğidir. Cilo’nun karına, soğuğuna, yazın bile keskin rüzgarına, gökyüzüyle kavgalı uçurumlarına tutunarak yaşamın güzelliğini yaratmayı bildi. Cilo’da gerillacılık O asi dağla dost sırdaş olmaktır. Dağ yürekli olmaktır, onunla özdeşleşmektir. Sen Onu seversen Cilo’da sever seni ve korur. İşte böyle bir dostluktur Çekdar yoldaşın Cilo gerillacılığı.
Çekdar yoldaş, şimdi yıldızlar katına yükselmiş, gelmiş yerini Cilo’nun zirvesine en yakın yerden seçmiş, ve oradan gülümsüyor, Cilo’ya, Cilo’nun ve özgürlük hareketinin tüm melek ruhlu savaşçılarına. Cilo yıldızların dünyaya ve insanlara en yakın olduğu yerlerdendir. Zirvesinde yıldızlar sanki elini uzatsan tutacaksın gibi parlak, canlı ve yakındırlar. Cilo meleklerin diyarıdır ve melekler yıldızlardan gülümserler Ona, yıldızlardan korurlar Onu. Cilo’nun yamaçlarında yaşayan, özgürlük için savaşan bir melek ruhlu yoldaştı Çekdar. Şimdi, özünü aldığı tanrıçaların yıldızlardaki katına yükselmiş. Cilo’nun başı göklere karşı asi isyanını sürdürdükçe Çekdarların melek ruhu Cilo’yu korumaya, Cilo’da yaşamaya devam edecektir.
Emine ERCİYES
Soğuğun okşayıcı dokunuşlarına maruz kaldığımız, ıslak ve çamurlu bir günün ardından, bir ayrılık haberi daha yankılandı dağlarda. Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Bilmem ki bu mevsime ayrılığı reva gören kim? Neden hep payına düşen ağlamak olur bu ayın? Soranı çok bu sorunun. Cevabına ulaşan ise hala belirsiz. Bir belirsizliğin soğuk ve ıslak bakışlarıyla döşenmiş gibi…
Günlerdir yağıyor yağmur. Yorulmadan, bir an olsun duraksamadan, yüreğinde nice biriktirdiği öfkesini, belki de özlemlerini dökercesine… Ya çakan şimşekleri neye yormalı? Bir isyanın açı çığlığı mı yoksa… Başka bir ihtimal yoktu. Böylesine korkutucu ve öfke dolu olması bundandı. Bundandı, dolunaylı bir zaman diliminden geçmemize rağmen, yer yüzünün zifiri karanlıklara mahkum olması boşuna değil. Bir de hırçın, deli taylar gibi koşturan rüzgar var. Dalında kalmış, yağan yağmurun tüm şiddetine rağmen düşmeyip, direniş içinde olan her bir yaprağı döken rüzgar. Çoğu henüz sararmamış, düşecek zamanı gelmemiş yaprağın katili rüzgar. Bu gece düşmanımdır rüzgar. Kim ne derse desin, yağmura karıştı göz yaşı…
Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Islak, çamurlu ve şimşek çakmalarıyla dolu. Günler öyle yorgundu ki, gece ile gündüz bir birine karışmış gibi. Bugün bir başka karanlık. Bu gece bir başka ıslak. Akşamdı, akşam gece vaktine eviriliyordu. Zamanın bu kaos aralığında, yakaladı gülüşlerimizi şiddetli bir fırtına. Sarsıntısıyla irkildi bedenlerimiz. Yüreklerimizse, şimşek çarpmışçasına yangın yeri.
Henüz dün açmıştım albümü, bir bir dokunmuştum bakışlarına her bir resmin. Bir süredir yüzüne bakamadığım, çantamın bir yerinde saklı tuttuğum, nice anımın saklı olduğu albümün. Nedendir bilmem, şiddetle yağan yağmur ve çakan şimşek sesleri yöneltmişti beni. Dokunurken hafiften titreyen ellerime hakim olamamış, bir eylemin saldırı grubundaymış gibi, tüm cesaretimi toparlayarak dalmıştım anı denizine. Neleri göreceğimi bilsem de, bir korkunun soğuk ürpertisiydi bedenimde dolanan. Bilirim; sevginin, özlemin ve umudun bakışlarıdır karşıma çıkacak olan. Ama yağan yağmurun toprağı ıslatması gibi, her bir resminle yüzleştiğimde ıslandı gözlerim, ürperdi tenim, diken diken oldu tüylerim. Bir özlemin ağır baskısıydı belki de. Ya da… Bilmiyorum işte! Hüzünlenmiş, hüznüm dışa akmıştı.
Şimdi mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Günlerdense ıslak, çamurlu, rüzgarlı ve şimşek çakmalarıyla dolu bir gün… Takvimler dolunaylı bir zaman dilimi diyor ama zifiridir yer ve gök. Zamanın kaos aralığında geldi haberin. Ağır yaralı kurtulduğun eylemden, günler sonrasında ölümsüzler kervanına karışmışsın. Tutamadım gözyaşlarımı. Gözlerim engel olamadı yüreğime dayanmış duygu seline. Bilirsin, gözlerim asidir, söz geçiremedim. Usul usul indi, gözlerimden süzüldükçe gözyaşı taneleri, yüreğimin derinliklerine sessizce aktı gülüşün. Dayanılmaz bir acıyla, dışarda, yağan yağmurun altında buldum kendimi. Gözyaşıyla ıslandı bakışlarım. Yağmurla ıslandı bedenim. Yağmura karıştı gözyaşı, gözyaşımla ıslandı yağan yağmur.
Ne olur affet! Bilirim, istemezsin hiçbir yoldaşının gözlerinden yaşlar akmasını. Hep yürekten gülmelerle karşılanmak istersin. Bilge İnsan çok önceleri demişti; ‘Ağlamak kölelikten, gülmek ise özgürlükten gelir’ diye. Çaresizliğimin somut belirtisidir. Ne olur affet! Bu mevsim daha en başında ayrıksı durdu. Dolunaylı bir zaman dilimi ama gece karanlık, her yer zifiri. Buna rağmen yağan yağmurun altında, ayaklarım altında inleyen çamura bata çıka, çakan şimşeklerin aydınlattığı yolda yürüyorum. Yangın yeri olmuş yüreğimi serinletirim diye. Ya da…
Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Yakın bir zaman diliminde beyaza bürünecek buralar. Soğuk ve beyaz, ıslak ve beyaz, fırtına ve beyaz... Belki de güneş ve beyaz. Yüreğim yangın yeri olsa da şimdiden üşüyor bedenim. Soğuk ürpertiler sarmış tenimi. Nöbete tutulmuş bir hasta gibi, tir tir titremekte ellerim. Ama mevsimlerden sonbahar ve kasımın henüz başıydı. Bu anın gizemine ulaşmalıydım, yoksa sonrası bir lanetin yakın takibi olacaktı. Anda kendimi bulmalıydım. Islanan saçlarım, elbiselerim, tenim, gözlerim… Bir şeylerin benliğime yansıyan soğuk anımsamaları olarak iz bırakmamalıydı. Bundan belki de; ıslak, çamurlu, rüzgarlı ve şimşek çakmalarıyla dolu bu zaman dilimine inat, dolunaya dönüyorum yüzümü. Yineliyorum sözümü, tazeliyorum gülüşümü. Islak olan bakışlarımı, yağan yağmurun dokunuşuyla kutsuyorum.
Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım. Gecede şimşek çakmaları, yağmur, rüzgar ve çamur. Islak kalmasın diye bakışlarım, bu günümü not ediyorum anı defterime. Senli gülüşlerimi, özlemlerimi ve hayallerimi kutsuyor ve amaçlarımı büyütüyorum. Oluşturulacak özgür gülüşlü yarınlar için, gülüşünü baş ucuma alıp, yürümeye devam diyorum. Yolda yolcu olmanın hafif gururuyla biraz daha sıkı sarılıyorum çıkarsız ve yürekten gülüşüne. Ne de olsa, bin yıllardır ezilmiş bir halkı özgür yarınlara ulaştırma sözümüz var. Bu mücadelede bir an olsun tereddüt etmeden, gözlerini kırpmadan toprağa baş koyanlara sözümüz var. Özgür yaşam mücadelesinde her an kendisini yenileyen, kendisini yeniledikçe kendi beninin farkına varan ve kendisiyle yeni benler oluşturan dağlı çocuklara sözümüz var. Sözümüz var Önder Apo’ya, bu mücadelenin yaratıcısı ve bir halkın dirilticisi Bilge İnsana.
Sözüm var sana. Umutlarına, hayallerine, özlemlerine, sevdana… İşte bunun için, gülüşünü işliyorum bakışlarıma. Ki unutulmasın ve zamanın bu kaos aralığında kaybolmasın diye…
Şehit Demhat PEYAS(Deniz GEM) arkadaşın anısına…
Zerdeşt TOLHILDAN
Katoların fırtınalı bir gününde doğdu.
Öyle de yaşadı
Rojin!
Katoların asi,
Katoların esmer kızı
Rojin!
Hangi kalem anlatabilir ki
O fırtınalı yüreğin öyküsünü.
Yazılanlar sadece bir zerre.
Katolarda doğup
Katolarda savaşmaya başladı
O
Varoluşu özgürlükle
Özgürlüğü kavgayla
Hissetti.
Kavgayla büyüdü yüreği
Büyüdü sevgisi
Tanrıçalardan miras
Özgür yaşamı
Yine aynı topraklarda
Kavgasıyla yeşertti.
Katolardan tüm Botan’a
Zagros’a
Zagros’tan tüm Kürdistan’a
O
Dağ yürekli esmer kadın gerilla
Özgür yaşamın tohumlarını
Emekle, aşkla ekti.
Şimdi Zagroslarda Katolarda bir fırtına var
Zagroslarda bir rüzgar esiyor.
Rojin Esiyor
Rojin yaşıyor.
Tüm Kürdistan’da özgürlüğe susamış topraklarda
Her gün Rojin’ler doğuyor.
Yürüyor özgürlüğe,
Fırtınalı özgür yarınlar
Kızıl şafaklarla geliyor.
Rojin yaşıyor.
Hisset onu
Esen her yelde
Yaşa onu!
Unutma
Rojin Gevda savaştı bu günler için
En önde, hızla yürüdü.
Mesut Karataş
Diren TOLHILDAN(Emine ALTUN) Arkadaşın anısına…
Bilinmezliklerini söküp attım bugünümün. Gülüşünle kutsadım özlemlerimi ve biriken bulutlardan umut ettim; biraz yağmur yağsın diye.
Bilirim yağmasını seversin yağmurun. Yağarken yağmur, altında sırılsıklam oluncaya dek ıslanmayı. Bir de yürüyüş halindeyken bir başka duygular uyandırır yüreğinde. O yüreğin ki, özgür yarınlara sevdalı, yoldaşlarının hasretini nakşettiğin ve gülmekten, umut etmekten asla vazgeçmeyen…
Bilmedim, bilmek için bir çaba içine girmedim. Van’da, en soğuk günlerinde bile, yağan yağmurun tadına varmak için yüzünü Artos’a dönmüş ağır ağır yürümeni anlayamadım. Suspus olmuş, sessizliklere gömülmüş şehrin ıslak sokaklarında yürürken, utanır olmuştu sarı benizli lambalar. Herkes kaçarken, sığınacak bir yerler ararken, sen boşalan sokakların en orta yerinde gülen gözlerinle selam veriyordun damlalara. Damlaların tenine temasıyla rüzgarlar savrulurdu coşkunca biraz da sabırsız. Gölde açılan yarılmalara takılırdı bakışların, bakışlarında bin bir gülücük, bir de sol yanağında açılan gamzen.
Çok sonra, Artos kadar heybetli Erek kadar mağrur, Kürdistan’ımın diğer dağlarındaki buluşmamızda anlayacaktım ancak. Meğer ki birikmiş özlemlerinin dışa vurumuydu. Hasretliklerinin de akan yağmurların damlalarına karışmasını ve esen rüzgarın kanatlarında hasretini çektiğin nice olguya ulaşması içindi. Yağdıkça yağmur, Artos’un bakışlarıyla buluşur, Süphan’ın gölgesine sığınırdın. Bilirdin, dostundu onlar, yüreğinde yer edinmişti onun için.
Bir yerden başlanmalıydı. Henüz çocukken giriştiğin mücadelen olgunluk evresindeydi. Yurdunu seviyordun. Ama sevmenin yetmediğini de biliyordun. Yüce sevgini dağların kucaklayıcı, yürek ferahlatıcı ve güven aşılayıcı yanıyla birleştirmeliydin. Yaptığın buydu. Özlemlerin büyüktü, amaçların sonsuzdu. Amaçlarının kutsallığında, yaralı ülkenin, gülmesi bile yasaklanmış, oyunları elinden alınmış çocuklarına mutlu yarınlar sunacaktın. Ne de olsa çocuk olmak reva görülmemişti sana. Kendi farkına vardığın ilk andan itibaren, ülkenin yakılan bedenine su serpmek için kararlılıkla sarılmıştın mücadelenin gülen gözlerine.
Çok uzun sürmemiş, özlemini çektiğin, hasretini yağan yağmurların damlalarıyla buluşturduğun dağlara ulaşmak için yollara koyuldun. Yine yağmurluydu hava, ıslaktı şehir. Bu sefer hüzün vardı bakışlarında Artos’un. Süphan sessizliklere gömülmüşken, Erek yaşadığı son ayrılığını işliyordu not defterine. Bilincindeydin ve bir an önce ulaşmalıydın. Islaktı belki bakışlar ama kalıcı gülüşler işlensin diye bu topraklara, varmalıydın yüreğini yangın yerine döndüren diyarlara. Bir bir arşınlarken kara kaplı yolları, soluk benizli sınır taşları tanımadı ayakların. Kabullenemediğin buydu zaten. Çok önceden bedeni dört parça edilmiş bu toprakların yarası derindi. Bu yaraya merhem olmalıydı birileri. Kim diye sormadın kendine. Çünkü biliyordun, önce kendin baş koymalıydın bu mücadeleye ve yolculuğuna girişmeliydin özgür yarınların.
Çocuk umutlarınla ve hayallerinle, biriktirmiş olduğun nice özlemle ulaşmıştın dağlara. Dağlara sevdalı, özgürlük savaşçısı nice yürekle bir beden olup, öfkeni kustun. Elindeki kleşle düşmana kan kustururken, bakışlarındaki gülüşle, gözlerindeki kararlılıkla ve her an büyüyen özgür yaşam sevdanla yoldaşlarına yoldaş, dağlara sırdaş ve yağan yağmurlarla bir oldun.
Tesadüf müdür bilmem. Ama yine ıslak bakışlı bir günde uğurladık seni. Bir eylemin dönüşüydü, yağan yağmur damlaları derenin yüzeyinde halkalar oluştururken, dalgınlıklar içinde, hissetmiş gibi yağan yağmurla bir vedaya tutuşmuştun. Rüzgarlara yüreğinde biriktirdiğin nice söylenmemiş sözcüğü fısıldarken, yağmur daha hızlı yağıyordu, gökyüzü ağlar gibi gürlüyordu.. Hırçınlığı tutmuştu akan derenin. Bir isyan haliydi o an yaşanan. Yağmur, rüzgar ve akan derenin çığlığı… Hepsi bir olmuş haldeydi. Ama sen yine gülmeye devam ettin. Badem gözlerinden usul usul inen yaşların yağmurun damlalarına karışırken, özlemine alışamadığın yoldaşlarının silueti beliriyordu gözlerinin önünde.
Yaşadığı kayıplardan dolayı deliye dönen düşman güçleri, ellerinde ne kadar teknik varsa kullanmıştı o gün. Sizin direnişiniz karşısında biçare kalmış soysuzlar çareyi en çirkin, kalleşçe yöntemlerde aramışlardı. Çok geçmeden yağmur durmuş, biraz sonra olacakların haberini verir gibi esen rüzgar kesilmişti. Ama dere hala deli dalgalar savuruyordu sağına soluna. Ne geliyorsa önüne, savurup götürüyor, hiçbir şey bırakmıyordu arkasında.
Akan derenin haykırışları yayıldı tüm vadi boyunca. Gökyüzü suspus olmuştu. Yağmurdan ve rüzgardan eser yoktu. Bir acı çökmüştü dağların bağrına. Ama gülüyordu gözlerin, bakışlarında sonsuz bir huzur vardı. şimdi badem gözlerini işledim seyir defterime ve tüm hırçınlığıyla akan derenin akıntısında tazeliyorum hayallerimi. Her yağmur yağışında amaçlarımı büyütüyor, rüzgar esişinde senli özlemlerimi savuruyorum bu yaralı topraklara.
Akan derede
Göz yaşlarımın yansıması kaldı
Bir de
kucaklayamadığım nice sevda…
Sonra
uzaklaşmasına şahitlik etti bir çift göz
Özlemlerine,
gözyaşına
ve hırçınlığını ertelemiş
akan nehrin sessizliğine…
Bakma böyle dediklerime. Şimdi çok daha güçlüyüm. Anılarının aydınlığında açılan yolda yürümenin coşkunluğu ve kararlılığı var yüreğimde. Bir de sana ulaşacağım günün büyük heyecanı…
Zaman olur yağmaz yağmurlar
Zaman olur kesilir rüzgarlar
Zaman olur kurur dereler
Ama unutma
Unutulmayacak bir şey varsa
O da badem gözlerin
Yürekleri yangın yerine döndüren bakışların
Ve
Çocuk gülüşler büyüten mücadelendir…
Tüm yakıcılığıyla mücadele devam ediyor. Bu mücadelenin güzelliğine erişmiş nice onur ve özgürlük savaşçısını, yolumuza ışık oldukları için saygıyla anıyoruz. Mücadelelerinin takipçisi olacağımızın sözünü veriyoruz.
Zerdeşt TOLHILDAN
Yer suskun, gök eli koynunda ya dağlardan ne haber ola? Dağlarda boynunu bükmüş Agîrbaz mı der. Bakarda Agîrbaz’ın yürüyüşüne lal olurlar, sağırlığa vururlar kendilerini. Yer, gök dayanır mı? Ki dağlar için için kahrolmaz mı? Ki dövünmez mi delicesine? Zamana verip de vicdanını un gibi elemez mi yokluğunun acısıyla.
Kayıtlara geçer Varto doğumlu Oktay Çelik diye. Ama Agîrbaz Kortepe de doğar. Kortepe Diyarbakır da bir yerdir. O doğdu zaman ortalıkta fısıltı halinde dolaşan bir PKK ruhu vardır. Kemaller, Mazlumlar, Besêylerin özgürlük ruhu usul usul sarıyorken, özgürlüğün vuruşkanlığı ile ölümcül olan her şeye meydan okuyorlarken. Böylesi bir zaman da açar gözlerini dünyaya. Agîrbaz ölüm ile özgürlüğün artık Kürdistan topraklarında yollarını ayırdığı yıllarda doğar. Her şeyden habersiz ama bu fısıltıyı sezinler gibi. Sanki ömrünün bir yanına PKK’ nin yazgısı bulaşmış gibi.
Heval Agîrbaz doğduğu yerde büyümez. Muş da büyür. 9-10 yaşına kadar anne ve babası ile Muş-Varto da kalır. Çocukluğunun taze günlerini burada geçirir. Çocuk yüreği henüz göç yollarına alışkın değilken düşer Avrupa yollarına. Öyle ya ülkesi parça parça olanın yüreği de parça parça olur, öyküsü de parçalanır, yolları göçe sarar. Bir çocuk ise bir ömre sığmayacak denli şeyler toparlar içine. O da kısacık ömrüne çok şey sığdırdı.
Ailesi serpilen, canlı, kıpır kıpır olan güzel oğullarını okusun diye Almanya’ya gönderirler. Böylelikle bir fidan gibi taze ömründe Agîrbaz ağabeylerinin yanına gider. Heval Agîrbaz ele avuca sığmaz, ülkesinin güzel genci, anasının gözünün nuru, babasının umut demeti lakin Almanya da yaşamın yeni yeni yüzleriyle karşılaşır. Ve Almanya da okul okumaya başlar. Ama bir yandan da bir emek üreticisi olarak da çalışır. Kan davası meselesi yüzünde bir abisi de burada hapse düşer. Bu zamana kadar da okul okumaya devam eder. Ama okul içinde de yaşam suları keskin akmaktadır, sakin geçmemektedir.
11 Eylül saldırılarıyla bambaşka ama bildik bir hava eser okullarda. Üstün, görgülü Avrupa medeniyetini dıştan gelen yabancı, medeniyet dışı kalmışlar saldırmış gibi bir hava esmeye başlar. Yabancı olanlar ya en iyisinden benzeşmek ya da daha bir yabancılaşmak zorundaymış gibi kendilerini çemberin içinde hissederler. Adeta görmeyen kalmasın diye kapitalist modernite içinde yaşayanların ne kadar büyük ve üstün olduklarını. Bunun için yapılan bir saygı duruşuna okul içerisinde riyat etmeyen heval Agîrbaz okuldan atılır. Agîrbaz baş eğmenin, ruhun kalleşleşmesinden geçtiğini bilir gibi çocuk hissiyatıyla karşı durur. İçine girmediği çembere karşı içten bir direnç biler. Dimdik bakışlarını çevirir, üstüne üstene gelen galebeye.
O okuldan atıldıktan sonra başka bir okulda yeniden okumaya başlar. Heval Agîrbaz gençliğin basamaklarında çıkmaya henüz yeni yeni başlamışken oldukça keskin virajlarla karşılaşır. Ruhunda ki sesi anlamaya çalışır. Ama diğer bir yandan da durmadan emek verir, ihtiyaçlara göre kendinden istenen şeylere cevap olmaya çalışır. Ama ruhu özgürlüğe hasret, özlem biriktirir. Kendisi olmayı sezinlediği hava oralarda esmemektedir.
Kan davasından dolayı bir abisi hapse girdikten sonra okulu bırakmak zorunda kalır. Ve ağabeylerinin hesap işleriyle uğraşır. Güneş ülkesinin çocuğu olan Agîrbaz alın terinin ne anlama geldiğini solumuş bir gençtir. Gereklilikleri, zorunlulukları yudum yudum içmiş biridir. Anlar ve üstüne düşeni yapmaya çalışır. Bu süreç içerisinde market, fırın ve restoran gibi iş yerlerini işletir. Yaptığı bütün işlere o genç yaşına rağmen hakkını vermesini bilir.
Almanya da oturum hakları ellerinden alınana kadar bu böyle devam eder. Daha sonra İsviçre’ ye gider. O zaman da sonra gençlik faaliyetlerinde yer almaya başlar. PKK ile tanışması Avrupa gittikten sonra yurtsever olan abileri aracılığı olur. Kaldığı ortamlarda sadece Kürtlerle değil, İtalyan, Alman, Arnavut olan insanlarda arkadaşlıkları olur.
Partiyi tanımasında ve birçok şeyin içine girmesinde en büyük etken Önderliğin esaret altına alınması olayı olur. Yani komplo gerçekliğini öğrendikçe gerçeklikleri daha içten anlamaya başlar. Kabullenemeyeceği kadar ağır bir olay olarak kendi içinde değerlendirmeye başlar. Kendi deyimiyle de “bu temelde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme istemiyle 15 Şubat 2007 de partiye katılma kararı” alır.
Yüreği dağlara koşar. Ayakları dağlara yürür. Gözü artık dağda ki yeni doğan Agîrbaz’dadır. Kendini dağlara vurmayı düşlerken isim arayışına girer. Oktay’ın adı ne olacaktı. Ne olmak istiyorsa ona denk bir ismi olmalıydı. Ve ismine göre olmalıydı. Nasıl ki yiğit insan sözüne göre bir insan olmalıysa. Bir gerilla da adına göre olmalıdır. Adını aldığı şehide göre olmalıdır. Adını aldığı anlamı yaşamalı ve yaşatmalıdır.
Agîrbaz için gerilla olmak özgürlüğe doğru kanatlanmak demektir. Artık yüreği ferahlar, tertemiz bir havayı solur gibi dağları çeker içine. Ve gerillacılığın yollarına koyulur.
Dağlara doğru yollanırken en başta düşlerine ve en özelde de kendi kişiliğine göre bir isim arar. Adını Agir koyar. Oktay’ın ismi artık ‘ateş’tir. Kendini yeniden tanımlarken en başta ateş ile tanımlar. Ve soyadı ise Baz. Yani ‘şahin’. Ve yeni savaşçılar kampına ilk geldiğinde, o zaman yönetimlerinden olan bir arkadaş O’nu şöyle tanımlar:
“Adı gibiydi dersem en iyi değerlendirmeyi yapmış olurum. Doğru değerlendirme ancak böyle olur. Genç bir arkadaştı. Jehati idi. Yerinde durmazdı hareketli bir arkadaştı. Hep enerjikti diğer türlü yapamıyordu. Moralli idi. Yerinde durmadan yapamazdı. Yani ateş gibiydi. Yeni katıldığı zaman biz sorduk adın neydi diye dedi adım Agîr. Sonra yaşam içerisinde biz biraz takip ettik. katılımında, alıp-vermesinde, oturup-kalkmasında, arkadaşların arasına gidip gelmesinde, yaptığı herhangi bir çalışmada. Yani yerinde durmuyordu, o kadar enerjik biri idi. Dinamikti, canlıydı. Gerçekten de tam adına göre idi. Gerçekten de özellikleri şehit Agîr’in ki gibi idi. Gerçekten özellikleri ile şehit Agîr Baz gibi idi.
Baz, teyren bazı düşündüğümüzde de hareketimiz de toplumda da aynı zaman da askeri sistem içinde de şahin denildiği zaman başarıya doğru yürümek gelir akla. Savaşta başarıyı esas almak ve elde etmek demektir. Zafere ulaşmak demektir. Savaş meydanında düşmanını yenmek demektir. Şahin savaş taktiği sembolüdür. Hedefini iyi tespit eder, her şeyi hesap eder. Uzun süre düşmanın takip eder sonra süzülerek bir vuruşta avını ele geçirir. Soy adı da bu idi.”
Ama heval Agîrbaz için yoğunlaşma sürmektedir. İlerleyen zaman içerisinde adıyla soyadını birleştirir tek bir isim halin getirir. Artık adı Agîrbaz’dır. Bir süre içerisinde belli bir askeri ve ideolojik eğitim görüp savaş meydanlarına gitme ateşi ile yanıp tutuşmaya başlar. En önlerde yer almalıdır. Bunun için Nurhakları düşünmek; arayışları için bir bade gibidir. Uzun karanlık gecelerin ardından doğan aydınlıkla yavaş yavaş esen badısaba gibi dokunur düşlerine zorlu yerlerde gerillacılık yapmak istemi. Bir gerillanın ancak zorlu yerlerde ve alanlarda kalırsa kendini yapılandırabileceğinin farkındadır. Ruhun da savaşta şahin gibi yücelerde bulunma tutkusu giderek artmaya başlar.
Ve böylelikle savaşın içinde pişmiş bir gerçek olmaktan da öte hakikatin yolu ve eri olan Ahmet Rapolara denk bir yaşam heval Agîrbaz’ı kendi benliği ile buluşturmaya başlar. Adını Agîrbaz Rapo yapar. Artık O Ahmet Rapoların yolunda yürüyecektir. Bu yolda yürümek değildir tek hedefi bu yolun hakikatini sevdalanır. Bilir ki Önder Apo’nun dediği gibi “hakikatsiz gerçeklik uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat uykuda ki gerçekliğin uyandırılmış halidir. ”
Agîrbaz artık bir tek PKK gerçekliğini değil PKK hakikatinin hırkasını giymek ister. Bunun içinde kendisinin de ateşlerde yanması gerektiğini, şahin gibi kanatlanması gerektiğinin farkındadır. Ruhu hakileşmede kendine siperler açar. Bu mevzide kendini savunmaya çekerken yollar büyür önünde. Dağ da olmak her ne kadar gerçek ise O’nun için, hakikatini sırtlamak da O kadar önemlidir O’nun için.
Tüm bunların O’na yüklediği sorumluluk bilinci ile eğitime oldukça önem verir. Kendini eğitme arayışları kadar, güçlü bir askeri eğitimden de geçme yoğunlaşmaları ve önerileri olur. Bunun için katıldığı eylemlerde çıkarttığı bütün sonuçları iğne başı kadar da olsa anlamaya çalışır. . Çünkü gittiği bir diğer eylemde daha iyi olması gerektiğini bilir. Çünkü Rapolara yaraşır, yakışır olmak gerekir. Yanında ki arkadaşlar ile sürekli olarak bunları paylaşmaya çalışır. Ve bu paylaşımları ile etrafında ki yoldaşlarına güç veren birisiydi.
Ahmet Rapo’nun en belirgin özelliği fedakâr, cesur, atik, korkusuz ve yoldaşlığına sınırsız bir bağlılığı olan komutan olmasıdır. Ahmed Rapo bir destandır. Koçer’dir. PKK’ ye tutkundur. PKK değerlerini korumak için yenmeyeceği düşman birliği ve gücü olmayan bir komutandır. Çekincesiz, sakıncasız kendini müthiş adamış bir benlik ve yürektir O. 35 defa yaralanır. Önder Apo O’nun için “sen hiçbir zaman düşmanın güllesi ile şehit düşmeyeceksin” der. Düşmanı ruhunda yenmenin ötesinde tarzda da taktikte de yenmiş fedai bir komutandır. Hakikattir. Yaşanmış gerçekliğin ötesine de geçen mittir, PKK de yiğitliğin imgesidir yaşamıyla.
Ve O Önder Apo’nun dediği gibi bir cephane çekimi sırasında tam netleştirilemeyen bir olay ile şahadete ulaşır. Ve şahadeti ailesine ulaştığında erkek kardeşi “Önder Apo’nun başı sağ olsun ”der. Elbette ki böylesi bir destanın yolunda yürümek kolay değildir. Bu büyüleyici destanı yüreğinin içinde görür ve yaşar heval Agîrbaz. Gayri bundan başkası haramdır Agîrbaz Rapo’ya.
Yeni savaşçılar eğitimi gördükten sonra Xaxurkê ve Goşine taraflarında kalır. Şehit Şerif Taburunda kaldığı süre içerisinde yaşanan geri ve klasik sorunlardan kaynaklı hep bir iç sorgulamayı yaşar. Belli bir bilinç düzeyi olsa da ilk gördüğü yetmezlikler karşısında arayışları daha bir yoğunlaşır. Bir militanın nasıl olması gerektiği noktasında taviz koparmak isteyenlere karşı mücadele etme yöntemlerinde arayışları geliştiği gibi zorlanmaları da olur. Sonrasında üst üste gelişen sorunlar ile tabur da kaçışa varan sorunlar yaşanır. İyi gözlemleyen, gerçek anlamda eleştirebilen bir güce sahip olan Agîrbaz yoldaş tekleştirilmesi karşısında yapacağı örgütsel eleştirileri zamana bırakır. Ve bu sorunları bildirmek için örgüte yazdığı bir raporu olmasına rağmen nasıl olsa yerine ulaştırılmayacağı kaygısı ile göndermez. Ama Agîrbaz yoldaş bu içine düştüğü durumu açık yüreklilikle dile getirmekten ve her zaman özeleştirisini vermekten çekinmeyen bir yoldaştır. “Militanlık görevimi yerine getiremediğimden dolayı Partimize özeleştirimi veriyorum” diyerek nasıl bir yürüyüş sahibi olması gerektiğini bilen bir militandır.
Örgüt ortamı geri kişilikle, karakterle; Apocu kişiliğin ve karakterin karşı karşıya geldiği bir ortamdı aynı zamanda. Kişiliklerimiz de ya geri kişiliğe prim vereceğiz ya da sonuna kadar sorumlu davranıp mücadele ederek, kendimizi eğiterek Apocu kişiliğe ulaşacağızdır. Birçok zaman yaşamımızda gelişen partileşme sorunlarıyla aslında bu noktada kişiliklerimiz de bir sınavdan geçiyordur. Saç üzerine serilen hamurun ateşte pişmeyince kadar yenilmeyeceğini iyi biliyordu. Ekmeğin pişmesi için ateş lazımdı. Ve O’nun idrakinde, gayretinde, çabasında hiçbir zaman bu ateş eksilmedi. Ve özenle açılıp sel üzerine atılan hamur yanmadan pişemezdi. Yanmadan yenilemezdi. Pişmeden ekmek olamazdı.
Bundan dolayı da “coşkulu yaşam ilkesini esas alacağım” diyerek hiçbir zaman ruhunun efsunundan taviz vermemeyi bilmiştir. “Yaşam üzerine daha iyi yoğunlaşarak bunu aşacağım” diyerek kendini bir köşeye vermeye, kendi içinde kalmaya karşı meydan okumuştur. O’nun için özeleştirinin en iyi verileceği yer pratiğin kendisidir. Başarılı pratiğin kendisidir. En zorlu olan en fazla emek, çaba, fedakârlık gerektiren yerde yeşermeyi bilmenin kendisidir. Pratik gerçekleşmektir, kendini gerçekleştirene en çok saygının duyulduğu bir mekândaydı. Bunu bilincine iyi kazımış ve fark etmişti. Zaten kendine saygılı olmakta bundan geçiyordu.
Avrupa’dan dağlara uzanan bu yürüyüş en son gittiği alan olan Zağroslara kadar sürdü. Zağrosların en önemli taburun da yerini alır. Geliye Zap alanında üstlenen bir taburdu. Nitelik olarak farklı bir tabur olmanın ötesinde düşmana nefes aldırtmayan bir taburdur aynı zamanda.
Agîrbaz hayallerinin ateşinde ısınırdı bu taburda. Ondandı yerinde duramazlığı, gece demeden gündüz demeden yük taşıdığımız zamanlarda gayretinden, şen kahkahasından, esprilerinden, yük altında bile yürek dolusu gülüşünden hiç taviz vermedi. Hiç eksik etmedi alevini de heyecanını da. Yıl boyu oldukça zorlu görevleri üstlenmişlerdi. Birçok arkadaş gibi kendisi de gerillacılığın sinesine yaslamıştı başını. Uçarı bir mutluluğu vardı, konuşkandı. İnsana çabuk yaklaşan tabiatı belirgindi.
Ş. Çiçek Devrimci Operasyonu gibi bir eylemde en sıcak yerler de rol üstlenmiş ve bu rolün gerekliliklerine göre bir kişilikte olmayı başarmış bir militandı.
Ama o gece yer demir gök bakırdı. Her şey susmuştu. Bir tek direniş ve her şeye rağmen teslim olmamanın ruhu konuşmuştu. Ama yer demir gök bakırdı. Taşlar inliyor toprak serzenişte idi. Ama o gece yer demir gök bakırdı. Aydınlık yutulmuş karanlık kükremişti. Lanet zapt edilmezmiş gibi yorar durur kendini. Yine de nafile nasıl yaşadılarsa o ruha denk bedenleri düştü toprağa.
Yer sussa da gök çaresizliği ile dağlansa da dağlar koynunu açar yine bizlere; yüreğimdedir der benliğimdedir der Agîrbaz. Agîrbaz’ın gülüşü, teri, şen kahkahası ve ve de dökülen kanı eteğimdedir der. Agîrbaz ülkesinin özgürleşmesi için feda olan bir yangın yelidir der. Isınmak için ateşinde almak isterseniz ben buradayım der.
Nupelda Engin
Ardıç yaprakları yemyeşil, kayalıklarda boy atmış, boy dediysem, insan boyunu geçmez. Etrafı beyaz kar bürümüş ardıç, yalnız yapayalnız ama yaprakları yeşil. Yemyeşil yapraklı. Kim bilir kökleri kaç koldan ve kaç kaya yarığından toprağı, belki de dünyayı sarmış, biliyorum, güzel ardıç. Biliyorum. En az asırlıktır ömrün. Kaç kere kesildi sürgünlerini biliyorum. Ama sen bilirsin, hafızan zayıf değil benimkisi gibi, kaç kuş yuva kurdu dallarına. Kaç yalnız kış geçirdin, kaç pezkuwi yanında geçti, kaç keklik gölgene sığındı. Bilemem. Kaç çoban karşında durup bılur çaldı, kaç Berivan sana baktı, kaç gerilla yumuşak dallarına dokundu. Kaç gözde hangi sevince, kaç beyinde hangi düşünceye yol açtın.
Kim bilir! Kim bilir belki de Nerwehli o küçük gerillayı da tanıdın. Hani 89 yılında, daha on iki yaşlarında, kendini dağlara vurup gerilla olan, 92’de Haftanin’de elinde silah mevziden mevziiye koşan Kato’yu. Boyu daha uzamamış, fazla kilosu olmayan, sarışın yeşil mi, mavi mi gözlü Kato’yu hatırladın mı (?) diyeceğim diyemem çünkü unutan biz insanlarız. Bir ağaç hele hele senin gibi bir ardıç için unutmak var mı ki! Biliyorum yaşadığın duyduğun tanık olduğun her şeyi varlığına şifreliyorsun. Ama ben bir insanım, dilini anlamakta zorlanıyorum. Anlama kabiliyetim çok zayıflamış. Bazen kendimi belleksiz hissediyorum, koca bir boşluk gelip içime kuruluyor, bomboş gözlerle bakmış gibi yapıyorum. Bunu da isteyerek yapmıyorum. Böyle oluyor işte ve senin yanında küçüldükçe küçülüyorum. Bunu kabul etmiyorsun biliyorum. Nasıl kabul edersin ki!
Bana, Kato der gibisin. Hatırlatırcasına 92 yılında manga komutanı olmuş. Daha bir çocukmuş, çocukluğunu yaşamak istermiş ama ne yaparsın düşman acımasız, düşman vahşiymiş. Dünyayı arkasına alan düşman aç kurtlar gibi daha sivil elbiseli, yaralı çocuk demeden herkesi katlediyormuş, silah kuşanmak son ve tek çareymiş.
Yaşını unutmuş Kato, on yedisinde yüzündeki sarı tüyler daha sakala bıyığa dönmemişken tığ gibi, filinta gibi, fişeng gibi bir delikanlıymış. Düşman canavarı bir yoldaşımı vurduğunda uyumaz, duramaz, durdurulamaz olurmuş! Yoldaşının ne silahını ne de kanını yerde bırakmazmış. Daha çocuk yaşta bile, şehit düşmüş yoldaşım kurşun yağmuru altında ulaşıp BKC’sini de getirmemiş ve birkaç düşmanı vurmamış mıydı? Hem de kendi inisiyatifi ile tek başına.
Seni duymuyorum ardıç ağacım. Ama tuhaf bir şey oluyor bana, içim sesle doluyor. Belki de Kato bu savaşçılığın mayasını bölük komutanı olan Rojhatê Bluzerî’den aldı, demek istiyorsun. Yiğit komutanın yiğit savaşçısı, kim bilir nasıl da yoldaştılar!
Hacı Musa’yı da gördü tanıdı o biliyorum, Batı Kürdistanlı o ufak tefek, o civa gibi, o kabına sığmaz, inatçı, atılgan Hacı Musa! O da komutanlığı en iyi özümseyenlerden biriydi. Tıpkı Rojhat gibi. Eylemden eyleme koşardı. En önde hep saldırıda ilk bombayı ilk onun kurşunuyla devrilirdi düşman, panik yok, yılgınlık yok, yenilgi yok, geri durmak yok, hedeften sekmek yok, bombaların ard arda patlayışları, roket sesleri gülüşlerini bastıramazdı. Tıpkı senin gibi, tıpı Kato gibi.
Kato, Şehit Rojhat Bluzeri yoldaşın bölüğünde manga komutanı iken gittiği bir eylemde kol komutanıdır. Alnının soluna denk gelen bir kurşun kulağının üstünden deriyi parçalayarak ağır şekilde yaralanmasına yol açar. Damarları kopar, kan zapt edilemez, damarlarında zor duran kan bu yara nedeniyle tüm müdahalelere rağmen zapt edilemez. Kato yoldaşın sol eli ve ayağı hareketsiz kalır. Konuşamaz.
Senin yaprakların farklı bir tonunu andıran gözleri ıslansa da hayat doludur. Gecenin onunda parlıyor gözleri. Botan’ın yiğit Kürt kızı, Botan’ın aranan komutanı, Botan’ın ceylanı Şehit Zelal’de oradadır. Zelal yoldaş bu yaşı küçük yüreği büyük yoldaş bu yaşı küçük yüreği büyük komutanı kurtarmak için çırpınmaktadır. Yoldaşlarıyla birlikte Beruke'den taa Herekol’un zirvelerine kadar getirirler sırtlarında, Kato hala yaşıyor. Sarı yüzü daha bir sararmış solmuş.
Şafak çoktan sökmüş, yeni günün ışıkları bir kez daha doyasıya Kato’nun derya gözlerine dalmış. Ve öğlene doğru ayrılık vakti gelip çatmış. Vakit 13’ün bir yaz vaktiymiş, belki Temmuz belki Ağustos, Zelal yoldaşın gözleri ıslak ve gökten birkaç damla yeşil ardıç’ın üstüne düşmüş, ardıç’ın yaprakları zaten yaşmış! Yaşı büyük küçük ardıç, yaşı küçük büyük savaşçı zaten arkadaşmış, Zelal de onların Güzellik Kraliçesi imiş!
Ardıç güzel ardıcım. Seninkisi yeşil yapraklı bir yalnızlık çoğul sevdalar sığdırırsın, sevinçler, coşkular sığdırsın, umut sığdırırsın, yalnızlığına, yüceliğin, bilgeliğin bundan mı yoksa? Boydan boya yeşil ardıçlarla süslü o eski Herekol’u bodur boyuna ve yeşil yapraklarına şifrelenmişsin yoksa geleceği de mi görüyorsun? Ne! Geleceği içinde mi taşıyorsun?
Üzülme, doğa kendini yenileyecek, gün gelecek doğa kendini yenileyecek. O gün gelecek mi diyorsun? O halde o günler için, bu günlerin hatırına benden de bir hatıra kat koynuna, unutmalar, diyarına uğramasa da!
Ardıç'ım, güzel ardıç'ım. Nasıl oluyor anlamadım. Hiçbir yere gitmiyorsun. Ama tüm dünyayı gezen, gören, bilen gibisin. Konuşmuyorsun, suskunsun ama herkesi konuşturuyorsun. Beni konuşturuyorsun sanki içimde yeşermişsin gibi hissediyorum. Damarlarım damarların. Hiç gitmediğim, görmediğim halde beni Heşet köyüne götürüyorsun. Hani o Feqiye Teyran’ın gördüğü dolaştığı yerleri.
Şehit Zerdeşt Dersimi