Şehit Kadir Usta; Antakyalı. Bir Arap Alevisi. Bir PKK militanı. Tüm PKK militanlarının yoldaşı; benim ve Dr. Rubar’ınsa can yoldaşı. Yok yoldaş-can yoldaş diye bir ayrım yapmak istemiyorum, ama biz çok şey paylaştık. Biraz fark koysak yoldaşlarım alınmaz, biliyorum. Bilirdi benim bu türküyü çok sevdiğimi, ne zaman beni biraz yüzüm asık görse, hemen bu türküyü gözlerime bakarak, gözünün içi gülerek söylerdi. Sıcak demli çayı da unutmazdı, kendi elinden sunar ve herkesin elinden çay içilmez be Hayri derdi. Bilirdi bu türküyü onun sesinden, hele hele kendi elinden sunduğu demli çay eşliğinde dinleyince bütün sıkıntılarımdan uzaklaşacağımı. Dedim ya yaşam ustası, Kadir Usta.
Ona Usta derler bu dağlarda. Adı, Gayyaz Koyutürk. Kendisi Arap, adı Türk, hem de koyusundan. Buna hep gülerdi, bir anısında Önderliğin de bu isim meselesine çok güldüğünü anlatmıştı. Dedik ya bu dağlarda ona Usta derler. Gerillada ilk ismi kendin alırsın, ikincisini arkadaşlar koyar. Usta ismi de oradan geliyor. İsmi gibi bir çok şeye kadir Kadir Usta, bu kadirliğinden alıyor Usta’lığını.
Bir deyim var, yok söylemeyeceğim, anlatayım, siz tahmin edeceksiniz. Bazı insanlar vardır, bulundukları her ortamda, hiçbir şey yapmasalar, öyle dursalar bile hiç kimse onlarsız iş yapmaz, onlarsız karar almaz, onların bulundukları ortamlarda ciddi sorunlar yaşanmaz, yaşanan ufak tefek sorunlar da hemen hallolur.
Tahmin etmişsinizdir, “varlığı yeter”. Varlığı yeterdi Kadir Usta’nın. Varlığın yeterdi be Kadir Usta…
Dağ filozofu, yok yok dağlı filozof desek daha iyi olur sanki. İsim tamlaması ile yanlış anlaşılabilir, sıfat tamlaması yapalım. Bir filozof, dağda yaşayan bir filozof. Ayrıca doğa bilimcisi, veteriner, tıp doktoru.
Mücadele Arkadaşları
Geçen sene bugün PKK militanlığının en seçkin örneklerinden olan Zerdeşt Dersimi yani Ali Gezer yoldaşımızı bir eylemde kaybetmiştik. Yine 9 yıl önce yani 2003 yılının 17’isini 18’ine bağlayan ağustos’unda PKK militanlığının çok ileri düzeyinde başka bir seçkin örneği olan Erdal yani Engin Sincer yoldaşı bir kaza sonucu kaybetmiştik.
Birisi Elbistanlı birisi Pazarcıklı ve her ikisi de seçkin aydın, seçkin basıncı, seçkin savaşçı, seçkin yoldaş sevdalısı, seçkin mütevazilik abidesi, seçkin devrimci romantik ve de seçkin kararlı, inançlı, keskin PKK militanı.
Erdal yani Engin Sincer yoldaş benim çocukluk ve gençlik arkadaşım ve de militanlıkta yol arkadaşım, yoldaşım. Zerdeşt Dersimi ise yaklaşık 18 yıl boyunca tanıdığım, şurada ya da burada hep karşılaştığım ve her halükarda çok fazla sevdiğim ayrı bir yoldaşım.
Erdal yoldaşı yazmak isterken Zerdeşt yoldaşın da Erdal yoldaşla aynı günde şehit düştüğünü fark ediyorum. Tesadüf mü(?) bilemiyorum. Yaşamın kendisi tesadüflerle dolu…
Tam 9 yıl önce kaybettiğim bana sivil ve devrimci yaşamında en yakın durmuş olan yoldaşımı unutmam mümkün olmadığı gibi ilerleyen her yıl ona olan bağlılığım, duygularım, saygım ve de sevgim katlanarak artıyor. Çünkü her geçen yıl bu durum, beraberinde daha fazla ağır sorumluklar yüklüyor insana. Zamanında onun söylediği: “ Bir militan militanlığın gereklerini yapmalıdır” tespiti bu bağlamda her gün yeniden kendimi kendimizi sorgulayarak ne kadar militanlığın gereklerini yerine getiriyoruz(?)un cevabını istiyor. Bu ise hep yeniden, daha canlı bir şekilde Erdal’ı aramaya götürüyor.
Erdal ile yoldaşlık kolay olmadığını bir ara söylemiştim. “Erdal’la arkadaşlık onun gibi Golgatha tepesine çarmıhını Kudüs’ten sırtlayarak yukarıya tırmanmakla olur. Çarmıha gerdirilirken dahi gülümsemesinden bir şey yitirmeden ‘tanrım çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar, af et onları’ demesini söyleye bilmekle ancak Erdal’la arkadaş olunur. Aksisi ona tersliği ifade eder.
Şartlarımızda Golgatha’ya çıkmak devrimin tüm yüklerini –tüm sorunlara rağmen-taşımakla olur. Devrimle sonuna kadar yürümekle olur. Tüm zorluklara, inançsızlıklara, saldırılara, bireysel rahatsızlık ve hastalıklara, ayrı görüş ve duruşlara rağmen önderlik çizgisinde daha fazla kenetlenerek yürümekle Erdal’ın arkadaşı, dostu, akrabası ve yoldaşı olunabilir.
Başka da asla!” demiştim.
Evet, Erdal ile yoldaş olmak, çocukluk ve gençlik arkadaşı olmak daha farklı misyonlar yüklüyor insana. Öncelikli olarak böyle seçkin bir militanın yoldaşı olmak dediğim gibi çok fazla sorumluluklar yüklüyor. Ve bu sorumluluk onun yolunun iyi bir takipçisi olmayı emrediyor. Kimisinin yaptığı gibi seviyorum ama duruşu başka bir duruşla bu olmuyor.
“Seni seveceklerini söyleyecekler ama senin tarzından çalışmaya katılmayacaklar.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama ardından başka yaşam arayışlarına girecekler.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama militan çizgiye ve yaşama gelmeyecekler.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama senin gerillaya olan hayranlığından onlarda eser görmeyeceksin.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama her gün parti ve örgütü çekiştirecekler.
Seni sevdiklerini söyleyecekler ama o kadar ağır yükün altına senin tarzından elini koyarak çalışmayacaklar hatta tersinden köstek olacaklar.
Seni sevdiklerini söyleyecekler senden hep uzak olan o mızmız tarzını bırakmayacaklar.”
Evet, Erdal yoldaşa doğru bağlılığın nasıl olması gerektiğini ararken, ister istemez nasıl olunmazına da bakıyorum. Eksiklere düşmemek için, senin yoldaşlığına ihanet etmemek için ve tabii sana senin tarzından bağlı yaşayabilmek için bunu yapıyorum yoldaşım…
Erdal’la yoldaşlığı onun şahadet yıldönümünde tazelemeye çalışırken bu kez Erdal kadar olmasa bile Erdal’a olan yoldaşlığımda da az olmayan birde Zerdeşt yoldaşın sorumluluğu şimdi boynumuza kaldı. 1993 yılından başlayarak geçen sene yani 2011 yılının 18 ağustos’unda şehit düştüğü güne kadar hep benim için özel olan Zerdeşt’in sorumluluğu… dünya güzeli bir ana, dünyalar kadar değerli bir baba ve birde 29 temmuz 1993 şehit düşen mütevaziliğin sembolü Mizgin, Zerdeşt’in ablası Mizgin…
Zerdeşt yoldaşı: “Onu yıllardır tanıyan biri olarak, ona ilk günden bugüne kadar hep özenle yaklaşan biri olarak onun şahadeti çok derinden beni ve yoldaşlarını yaraladığını söylemek istiyorum. Giderek büyük adımlarla kendisini geliştiren Zerdeşt yoldaş böyle erkenden gitmemesi gerekirdi diye de hayıflanmadan edemiyor insan. Onun bu davaya katacakları her geçen gün daha fazlalaşıyordu. Partinin istediği bir militan çizgiye doğru hızla ilerliyor olması genel mücadele açısından da çok büyük bir kayıp olmuştur.” Bu ise ona yakın duranlar için yeniden daha fazla sorumluluklar demektir. Daha fazla çalışmak demektir. Daha fazla militanlaşmak demektir.
Eğer, doğru yoldaşlık gidenlerin inandıkları değerlerin iyi takipçisi olmak ise, o zaman yapmamız gereken onların yaptıklarını daha ileriye taşırmak olmalıdır. Onların yarım bıraktıklarını tamamlamak olmalıdır. Ve birde tabii ki onların boşluklarını doldurmak olmalıdır. Bu ise daha fazla ve güçlü bir disiplinle çalışmak demektir.
Hele tarih bize daha büyük devrimci hareketler için imkanlar sunmuşken, daha fazla iş yapma ortamı açmışken, inadına faşizmden daha fazla hesap isteme olanağı ortaya çıkmışken…
Evet, yeni bir 17-18 ağustos gününü günlerini yaşarken, Şehit Erdal ve Şehit Zerdeşt yoldaşlarımın bana, bize yükledikleri sorumluluklara daha fazla sarılacağıma, öncelikli olarak Erdal ve Zerdeşt yoldaşlarıma söz verirken, genel olarakta tüm özgürlük şehitlerine yeniden söz veriyorum.
Şehit Kurtay Faraşin yoldaşın: “Belki düşman bizi vurabilir ancak hiç kimse bize boyun eğdiremez, kimse bizden bunu bekleyemez” sözünün yanına birde Şehit Simko Serhildan yoldaşın: “Bize ölümü ve imhayı öğretmesinler, idamı ve yok oluşu öğretmesinler; biz onlara özgürlüğümüzü öğreteceğiz” diyerek inadına şehitlerimizin izinden yürümenin sözünü veriyorum.
Ve birde Şehit Zerdeşt Dersimi yoldaşın: “Bir çentik de biz atmalıyız bu kayalıklara” dediği gibi, bir çentikte biz atmalıyız ki; “Yüzyıllar, bin yıllar sonra bile sürülebilecek bir izde biz olmalıyız.”
Kasım Engin
Andok ve Eriş yoldaşların anısına…
İki yiğit evladın daha olması onurunu yaşıyor Kürt Halkı, Onurlu olmanın zor olduğu bu dünyada yine onur tacını takmış gururla başı dik Kürt analarının, onların ak sütüne layık evlatlar olmanız Kürt halkının başını göğe erdirecek kadar ölümsüzleştiniz kutsal toprağınız Mezopotamya ve halkınızın gönlünde...
Bir sevdaya tutulmak böyle olsa gerek, güneşe tutulma gibi... Kürt Halkının yiğitlik destanlarına şahit olan bu dağlar, topraklar ve her zaman umutla gülümseyen mavi gökyüzü şimdi zafere daha yakın olmanın sevincini haykırıyorlar. Bu yüzden kuşlar şenlik havasındalar gökyüzünde, toprağımız daha verimli ve daha da bir gururla başını kaldırmış dağlarımız. Ektiğini biçer gibi Kürt halkı yıllardır direnişini ektiği bu topraklarda şimdi yine direnişlere tanıklık ediyor. Bir örf olmuş, ruh olmuş bu Kürtlerde. Direnmek sonuna kadar ölümüne kadar direnmek... En doğal hakkı olan özgürlük uğruna nefesinin, kanının son damlasına kadar direnmek... Zaten yaşamanın ta kendisidir, “direnmek” dediler büyüklerimiz ve başlattılar sonu görünmeyen bu halayı. Her dönemde en yüksek zılgıtı çeken zafer bayrağını devralır gibi mendili alıp başa geçti. Yani bir halaydır çekilen, sonu gelmeyen PKK saflarında zılgıtların sardığı bu dağlarda. Zaten PKK’nin olduğu yerde direniş, direnişin olduğu yerde de PKK ruhu vardır. Şimdi yiğitlikleriyle yeri göğü inleten Andok ve Eriş yoldaşımız var bu halayın başında. Halaya durmuşçasına bir bablekan bir Amed çepikesi oynar gibiydiniz eylemde. Zaten biri Amedli biri Botanlı olduğu için çok iyi bilirlerdi bu halayı. Apocular da bu halayı çekenleri bir coşku, bir heyecan sarar ki yüreklerini sormayın. İfadeye kavuşması en zor duygudur bu belki de. Sonra şenlendirirler aynı halaya durdukları yürekleri. Sonra mı, bir şenlik havası sarar ki Mezopotamya topraklarını, özgürlük havasını solar gibi. Artık daha bir içten gülümser tüm ezilenlerin tek vurgunu olduğu ay ışığı ve bu ahenge kendini kaptırmış gibi bu sese sesini katmak istercesine daha da korkusuzca sallanıyor dallar, yapraklar. Kuşların cıvıltıları daha bir gür çıkıyor, mavimsi geceyi gizemli kılan yıldızlar bile daha parlarlar şimdi. Ve susuzluktan çatlamış toprak gibi özgürlük hasretinde çatlamış dudaklar, diller daha bir coşturuyor özgürlük türküsünü. En güzeli de Kürt çocuklarının gözbebekleri daha bir parlıyor özgürlük aşkıyla, umuduyla. İşte tüm bunları armağan edişiniz, ölümsüzleştiriyor sizi yüreklerimizde. Adınız gibi ardınızda bıraktıklarınızla kutsadı sizi toprağınız ve dağlarınız. Bir devrimci kimliğine, adına yaraşanı yapmalıdır. İşte siz ikisinin ifadesi olanı yaptınız. Fedailiğin en somut-pratik ifadesi olanını, yani yüreğinizi avucunuzda taşıdınız. Ve onu en kutsal varlıklarımız uğruna feda ettiniz. Bu yüzden destanlaştınız dillerde. Bir halk uğruna halklaşan bir önder uğruna kendini feda etmek kadar yüce, kutsal bir şey yoktur ve bunu toplumsallıktan bütün bağlarını koparmış egemenlerin, sömürenlerin yüzüne bir şamar gibi indirenlerin ardılları ve gerçek yoldaşları oldunuz. Ve gerçekten de adınıza yaraşanını yaptınız. Andok yoldaş yüreği Andoklar gibi yüce ve korkusuzcaydı. Andok dağı gibi tüm baskılara her Kürt çocuğu nasıl göğüs germişse ‘O’ da o yüceliği ile göğüs germekteydi. Amed gibi, o çocukça gülüşünü, içtenliğini, gülünce yüreğinin berraklığı gözlerindeki umutlu bakışlara yansırdı. Gülmeyi güldürmeyi sever, bir gülmenin bin umut serptiğine inanır ve gülüşünü bile yoldaşlarıyla paylaşırdı. Böylece gülen insanın en umutlu insan olduğu inancını en çok yaşamsallaştıranımızdı. Andok yoldaşın olduğu yerde moralsiz olmak, durgun olmak da ne demek? Girdiği her ortamı kendisiyle coşturur, canlandırırdı. Çoğu gerilla yürüyüşümüzde öncülük ettiği marşlarla yeri-göğü inletir, söylediği marşlarla adeta coşar, coştururdu.
Ve adı gibi ruhu olan Êriş yoldaş, sonsuzluk gibi bir imge bıraktın belleklerimizde. Êriş ruhuna sahip olmak cesaret, fırtına yürekli olmak demektir. Toprağında filizlendiği Sümbül, Samuray ve Semedar dağları gibi asi olmaktır. Hiç bir basitliğin ulaşamayacağı kadar asi olmaktır Êriş ruhuna sahip olmak. Kutsal anlamı ifade etmesi için, yaşam uğruna fırtınaların koparılması gerektiğinin somut abidesiydi her zaman, bundandır ki yürekleri hoplatan her işe korkusuzca fırtına gibi girişirdi. En doğal ve sade yoldaşlığıyla olduğu her yerde renkli kişiliğiyle renk katardı yaşama. Onlar hem adına yaraşanı yaptılar hem de damla damla kanlarını döktükleri bu kutsal topraklara layık oldular. Onlar yiğit halkının, yüreği avucunda olan birer çocuğuydular. Yoldaşları olarak her geçtiğimiz patikadan anıları gibi mekap izlerine rast gelsek de ve kulaklarımızı çınlatsa da ölümle alay eden, dağlarda yankılanan gülüşleri siz bizim yüreğimizde ölümsüzleştiniz.
Evet yürekli yoldaşlar bir sevdadır, bu tutulduğumuz ardı sırası gelmeyen bir hasrettir. Yüreklerimizi mavilendiren bir türküdür bu, çoğu zaman yaralasa da derinden her daim coşturan bir aşk gibidir. Gönül bağladığımız bu nehir coştukça, coşacak, ırmaklar boyu denizleri arşınlayacak, ta ki kabuk bağlamayan yaramız mavi deryamız, Önderimize kavuşuncaya dek. Yine de her gece maviliğinde yıldızlara taktığınız gülüşünüzden, o destan yazan direnişçi yüreğiniz karşısında saygı ile eğiliyoruz.
Yiğit Çocuk
Neden yüreğimi yaralar gibi bakıyorsun çocuk
Gözlerin neden boşalmaya hazır gibi dolu
Neye hasret kime özlemdir bu isyanın
Bilirim özgürlük yükünü omuzlamış küçük omuzların
Bundan mıdır böyle bükük duruşun
Yılların hasretini gizlemiş gibisin yüreğine
Bundan mıdır gözbebeklerindeki mavi gizem
Bu maviden midir bilinmez ama
Gülüşün hala yeşilimsi ve umut dolu
Efkarlanma çocuk yürekli
Bak daha da mavi bugün Mezopotamya’da gökyüzü
Her şeye inat kanat çırpan kuşları seyre dal...
Ve daha da büyüt umutlarını
Gör bak...
Ha bugün ha yarın
Özgürlük çok yakın…
Sarya RUGEŞ
Ölüm bir kez daha gösterdi zamansız yüzünü ve beklemediğimiz bir anda çaldı yüreğimizin kapısını. Zamansız diyorum, çünkü her zamansız gelen misafire kapı açılır. Ve nasıl olursa olsun konuk edilir. Böylesi bir durumda kapıyı açan için tek yaptığı şey şaşırmak oluyor. Kapıyı çalan için ise karşısında neyi bulacağını bilmez ama kapı açılınca da içeri alınmaması mümkün değildir. Çünkü o artık bir tanrı misafiridir. Kim olursa olsun nerden gelmişse gelsin!..
Bize gelen misafir öyledir ki sadece konuk edilir. Ona konuk olunmaz. Ona konuk olmak onunla olmaktır. Oysa bizde o bizimle olur. Bizde ölüm sadece bir konuktur. Kapıyı çaldığı gibi öylede gider. İşte gül bakışlım sende ölümü sadece konuk ettin. Onunla gitmedin. Zamansızda olsa gidişin, Yüreğimizin acı bahçesinde bizimle yoldaş oldun. Ölümü seçmedin çünkü ölüm bitiştir. Kör, sağır ve dilsiz olanlar için. Yaşam sadece var olmadır onlarda. Vatansız, ülkesiz ve kölece. Ardına kadar açarlar anlamsızlığın kapısını. Onlar için ölüm üç günlük ağıt ve üç saatlik ölüler semtine ziyarettir.
Azrail’le kardeş olurlar. Konuk olurlar, Dünyanın öte tarafına.
Bizde ise ölüm denen şey anlam yitimine ulaşmıştır. Yerine direnişin ahengini ezgileştirmek, Yaşamı yeniden anlamlaştırmak ve onuru kutsal bir mabede dönüştürmek kalmıştır. Zamansız da olsa, acı gerçektir ve gerçekte bir tufan gibi vurur duygu Deryamızı. Varsın vursun Gül bakışlım. “Ölmeyi bilmek de kahramanlıktır” der yüce önderimiz. Ölüm binlerce yoldaşta efsaneleştiği gibi sende de özgürlüğe yürüyüşün adımları oldu. Çünkü Dağlar ölümsüzleşmenin arayışında olanların mekânıydı.
İnsanlık dağların zirvelerinde yüceldi. Zağroslardan Toroslara kadar uzandı. Tanrıçalar kadınca kutsal yaşamın adını bu dağların kavisinde oluşturdu. Aradan binlerce yıl geçmesine rağmen tarih tekrar tekerrür ediyor, Sende ve senin gibi yoldaşlarda.
Kimse sanmasın ki tanrıçalar terk etmiş bu diyarları. Yüzyıllar boyunca uzak kalmış olabilirler ancak şimdi tekrar dağlara özgür yaşamı geri getirmek için yüzlerce kadın yoldaşta buluyorlar temsilini. En sonda sen ve Beritan yoldaş da Tanrıçaların diyarına yolcu oldunuz. İnsanlığa beşiklik etmiş zirvelerde, önce İnannaya misafir oldunuz, sonra Zerdüşte. O nedenledir ki adını Avesta Zerdüşt koymuştun. Zerdüşti yaşamın arkasından giderken özgür yaşam patikalarında, dağların yüce zirvelerinde hep bir Kartal gibi uçmak istedin. Ta ki soluğu Munzurlarda alana dek…
Orada buluşmak istesen de hayallerinle Dersim hep seni bekleyecek. Nasıl ki Dersimi yüreğine kazdıysan şu an Botan, Amed, Serhad, Mardin Amanoslar tüm onura bahçe olmuş sevda mekânları seni yüreğine kazdılar. Ve oralarda soluğu aldın. Çünkü bu mekânlar özgürlük tarihinin motiflerle nakşedildiği destansı aşkların yazıldığı kutsal mekânlardır. Lanetli Tarih bazen bunun böyle olduğunu unutmak istese de yaşanılanın unutulamayacağı hele birde şahitleri varsa yaşanılmamış gibi göstermeye çalışsa da, zamanın kendisi de buna tanıklık etmiştir, sana ve senin gibi binlerce yoldaşa.
Bunu görmezden gelmez. Bazen zaman, zamansızda gösterse yüzünü, bir kere yaşanılanları yaşamıştır.
Evet Gül bakışlı yoldaşım seni okumak, seni yazmak zorda olsa çocuksu coşkunu, yaşamsal olgunluğunu görmemek mümkün değil. Hani diyoruz ya insan hayalleri büyüklüğü oranında yaşar. Bunu sen de kendi duruşunla her anına sığdırmaya çalıştın. Yaşam ve anlamı, zamanın bizi kuşatmaya çalıştığı bir anda tüm kötülük tanrılarının Marmara’yla savaştığı ama derinliğine yenilmekte kendilerini kurtaramadığı bir direniş çağında sende dağların derinliğini bir kez daha düşman gerçekliğine gösterdin. Derinlikler her zaman gizemlidir. Ve korkutur. Cesaret onun yoldaşıdır. Cesarete yoldaş olanlar derinlikle bütünleşir ve anlamaya çalışır. Ama cesaretsiz olanlar ise boğulmaktan kendilerini alı koyamazlar. Tıpkı sizin direnişiniz karşısında boğulan düşman gibi.
Dedim ya gül bakışlı yoldaşım,
Zamansızda olsa gidişin,
Dikenlide olsa güller,
Onların güzelliğinden kendini alıkoyabilmek mümkün mü?
Gül bahçesinden geçerken koklayamamak elde mi?
Ve bülbül,
Bülbül Gülsüz olur mu?
İşte, zamansızda olsa gidişin her gitmelerin birde yarattıkları var. Zamansızlık artık yitime uğramış ve yaşam yeni zamanlarda arayışa devam edecek. Onurun kutsal mabedine ulaşana dek.
Bu uğurda seninle olmak seninle yaşamak için bir kez daha and olsun yoldaşım.
Özgür yarınlarda buluşacağız.
HAVİN TEKMAN
Başkan Apo ile yoldaş olmak, devrime yönelik ciddi bir saldırının olgunlaştığını erkenden öngörebilmek, onun yönünü tespit ederek kendini siper etmeyi başarmak demektir. İşte Zilan yoldaş, henüz bir buçuk yıllık devrimcilik yaşamına rağmen içerisinde bulunduğu ortamın zorluklarına, günlük yaşamın meşgul edici ayrıntılarına takılmadan, onlar içerisinde boğulmadan Özgürlük hareketinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri görmeyi başarmış, '96 yılı içerisinde gelişen operasyonların bilincine varmış ve bunun karşısında PKK militanının geliştirmesi gereken eylem tarzının nasıl olması gerektiğini tespit etmiştir. Ulaştığı sonuçların bir gereği olarak da kaynağını ideolojik derinleşmeden alan bir inanç ve mücadelenin yenilmezliğine duyduğu güvenle devrim tarihimizde ilk kez bedenini patlatacak düzeyde yüce bir kahramanlık eylemini gerçekleştirmiştir. Zilan arkadaş, bu kararlaşmayı şöyle ifade ediyor:
"Başkanım;
Kendimi intihar eylemini gerçekleştirmek için aday görüyorum. Bizler, sizin bitmez tükenmez emek ve çabalarınıza karşılık canımızı bile versek yeterli değildir. Keşke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı. Siz yaşamınızla bir halkı yeniden yarattınız. Bizler sizin eseriniziz. Tüm Kürdistan halkının ve dünya insanlığının geleceğinin teminatısınız. Yaşamınız bize onur veriyor; sevgi, cesaret, inanç veriyor. Tüm Kürdistan halkı ve milyonlarca insan size ölümüne bağlıdır. Sizin bu çekiciliğiniz bizi de oldukça etkilemektedir. En zorlandığımız anlarda sizin bizlere olan sevginizi düşünüyor ve manevi güç alıyoruz. Şehide en çok bağlı olan sizsiniz. Bu temelde gözümüz kesinlikle arkada kalmayacaktır. Bu eylemi, gerçekleştirmem gereken bir görev olarak görüyor ve kendimi sorumlu hissediyorum. Mevcut geriliklerimi aşmanın, özgürleşmenin ve kendini gerçekleştirmenin savaştan geçtiğini ve bu savaşın da gereğinin yerine getirilmesinin gereğine inanıyorum.
Mazlum, Hayri, Kemal, Ferhat, Bese, Beritan, Berivan ve Ronahi yoldaşların direnişlerine sahip çıkmak ve Onların takipçisi olmak istiyorum. Halkımın özgürlük isteminin ifadesi olmak istiyorum. Emperyalizmin kadını köleleştiren politikalarına karşı, bombayı kendimde patlatarak hıncımın ve öfkemin büyüklüğünü göstermek ve Kürt kadınının dirilişinin sembolü olmak istiyorum.
Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Başkan Apo önderliğinde yürütülen Ulusal kurtuluş mücadelemiz çok yakında zafere ulaşacak ve mazlum halkım dünya insanlık ailesi içerisinde hak ettiği yerini alacaktır."
Apocu hareketin ortaya koyduğu mücadele çok zorlu bir mücadeledir ve dünyada eşine ender rastlanır kahramanlıklar, adanmışlıklar ortaya çıkarmıştır. Bu zorluk, kadın açısından kendisini çok daha yakıcı bir biçimde hissettirmiştir. Bunun nedeni, kölelik düzeyinin derinliği, yaşam dışına itilmişliğin yoğunluğu, düşünceden uzaklaştırılmışlığın ve iradesizliğin alabildiğine köklü hale getirilmiş olmasıdır. Bu gerçeği yerle bir edecek özgür kadını yaratmak, kadını yaşamın ve siyasetin dışına iterek küçük dünyalara hapseden gelenekleri parçalamak, bu geleneklerin kadın zihninde ve yüreğinde kendisini kurumlaştırdığı kaleleri yıkmakla mümkündür. Bu, bedeli en ağır olan süreçleri gerektiren bir gerçekliktir. Zayıflığın tersi olan güçlülük, diyalektik bütünlüğü böyle oluşturmakta, zayıflığa duyulan öfke bir enerji yaratmakta, bu da eyleme götürmekte ve eylem zayıflığı kendi karşıtına dönüştürerek ortadan kaldırmaktadır. Düzenin sunduğu yaşamın özündeki kimliksizleştirmeyi, ilişki adına sunduğu sahtekarlıkları görmek, onlara öfke duymak, diğer yandan alternatifini kendi kişiliğinde tam yaratamamak; Zilan arkadaşın eylemdeki kahramanlık düzeyi, bu şiddetli çelişkide gizlidir.
Zilan arkadaşta gerçekleşen, yaşamdaki zayıflıkların korkunç dayatıcılığı karşısında kadın yüreğindeki aşkın filizlenmesidir. Bu aşkı Başkan Apo şöyle ifade ediyor:
"İnsanlığı tercih etmek Zilanların dilinden olmak, düşüncesinden olmakla mümkündür. Şehadetlerin toplam ifadesi, ideolojik donanımın üst düzeyde temsili, duygunun, düşüncenin bireyi aşarak, toplumun örgütlü dili haline geldiği Zilan gerçeği ile kurumlaşarak, kurtuluş çizgisinin somut ifadesi olmuştur. Bu nedenle özgür yaşam uğruna ne varsa; ulusal aşk, özgür kadın ve erkek, her türlü geriliğin reddine dayalı ilkeli bir yaşam, bunun için de düşmana karşı müthiş bir kin ve kıyasıya savaşım Zilanlaşma çizgisinin kapsamıdır. Bu çizgi, ideolojik ve felsefik olduğu kadar, duygunun en üst düzeyde temsilidir. Onunla yürüyenler eylemde, yaşamda, örgütlülükte, sevgi anlayışında, tarz ve tempoda militanca yaklaşımların sahibi olmaya çalışanlardır."
Zilan arkadaş, tarihin ilerleyişindeki diyalektiği çok iyi çözümleyerek her halkın tarihinde döneme damgasını vuran lider kişiliklerin ortaya çıktığını görmüş, hiçbir mücadelenin öndersiz başarıya ulaşmayacağı gerçeğini yakından hissetmiştir. Bu doğruyu Kürt halk gerçekliği özgülünde ele alarak Önderliğin temel özelliklerini bilince çıkarmıştır. "Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş, hiçbir halkla kıyaslanmayacak kadar kendisine yabancılaştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal, siyasal değerleri sömürülen bir halk gerçekliği karşısında PKK Önderliği kuşkusuz çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği birçok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin yaşamıyla yaşatan ve kendi yaşamını adeta koskoca bir insanlığın yaşamına adayan bir durumdadır. Belirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır."
Zilan arkadaş, bu özgünlüğü militan ile önder arasındaki bağda da kurarak Başkan Apo ile yoldaş olmanın, Onunla sözleşmenin gereklerini yerine getirmeyi esas almıştır. "PKK, Parti Önderliği'nin şahsında ifadesini bulmuştur. Kürdistan tarihinde sağlanan bu gelişme, O'nun emeği, O'nun gelişmesidir. Kendisi sevgi kaynağı, birleştirici ve bütünleştiricidir. Kendi şahsında yeni insan tipini profilini çizmiştir. Bir insanın ne kadar gelişebileceğini kanıtlamıştır."
9 Ekim'le başlayıp 15 Şubat 1998 tarihinde Önderliğimizin esareti ile en üst noktaya varan uluslararası komplo saldırısı, uluslararası gericiliğin mücadelemiz gerçeğindeki bu özgünlüğü tespit etmesiyle harekete geçmiştir. Mücadelenin sürekliliğini ve her koşulda yenilmezliğini sağlayan temel etken olarak Önderlik gerçeğinin yenilmezliğini tespit eden gericilik, bu gerçeği temel hedef olarak belirlemiştir. Burada, Başkan Apo ile yetersiz yoldaşlığın sonuçlarını bir kez daha görüp kendimizi yeniden sorgulamamız gerekiyor. Eğer Zilan arkadaşın yaptığı gibi, Başkan Apo ile yoldaş olmanın gereklerini yerine getirebilseydik, Önderliğimizi tek hedef haline getirmeyecektik. Bu noktada özeleştiri gerçeği, Zilan arkadaşta şöyle somutlaşıyor: "Zaferin öngünlerini yaşadığımız yeni süreçte halkın kurtuluş umutları olan bizlerin, Parti Önderliğimizin yaşamı, düşünceleri ve mücadelesine yakışır bir biçimde, dönemsel bütün görevlerimizi en iyi bir şekilde yerine getirmemiz gerekiyor. Sıkça tekrarlanan küçük burjuva, köylülük, feodal anlayışların kişiliklerimizdeki yer etmişliği, düşmanın şekillendirmesi, özel savaşın etkileri ve buna benzer gerekçelere sığınarak çeşitli özeleştirilerin bizleri ilerletmediği açıklık kazanmıştır. Verilecek en iyi özeleştirinin doğru bir pratikten geçtiğine inanıyorum."
Ruhunu bireysel kaygılardan, hesaplardan ve bencilliklerden kurtarmayı başarmak, kendi varlığını bir halkın varlığına adama yüceliğinin ilk adımıdır. Bu özellikler, aslında egemen sistemin insan ruhunda oluşturduğu putlardır. İnsan ruhu, onu işgal etmiş olan bu putları kırmayı başardıkça özgürleşir. Özgürleşen bireyde, tüm insani yeteneklerin ayaklanarak en sağlam ve renkli bileşimi oluşturması imkan dahiline girer. Zilan arkadaşın böyle bir arınmayı gerçekleştirmesi, düşüncesine engelsiz bir akışkanlık kazandırmış, bu da tüm yeteneklerini bir araya getirerek en doğru ve etkili eylem tarzını tespit etmesine, ardından planını başarıyla hayata geçirmesini sağlamıştır. "PKK, akıl sınırlarının almakta zorlandığı büyük kahramanlık, direniş, emek, kararlılık ve inançla yaratılmıştır. Direniş, PKK'nin temel karakteri olmuştur. Bizlerin bu tarihi mirasa sahip çıkmamız ve sürecin gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor. Süreç, intihar eylemlerini gerekli kılıyor. Bu hem bir taktiksel çıkış olacak hem de bizim açımızdan bu süreçte düşmana verilecek en iyi cevap olacaktır."
Tüm bu özellikleriyle Zilan arkadaş, beş bin yıllık erkek egemenlikli sistemin özellikleriyle kuşatılmış geriliklerden sıyrılarak, neolitiğin yaratıcısı olan Tanrıçalara uzanan bir köprü olmuş, böylelikle geleceğin güvencesi, özgür kadın kişiliğinin sembolü olmuştur. Zilan arkadaş şahsında neolitik devrimin yaratıcısı, dolayısıyla insanlaşmanın öncüsü olan, fakat erkek egemenlikli sistemin gelişimi ile beş binyıl boyunca karanlığa gömülen kadın cinsi ile ezilenlerin insanlık tarihi ile aynı yaşta olan ve son olarak Apocu harekette ifadeye kavuşan fedai özün buluşması gerçekleşmiştir. Bu buluşma, Mezopotamya topraklarında ve Başkan Apo'nun mimarı olduğu özgürlük hareketi içerisinde gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda Kürt kadını şahsında dünya kadınlarının mücadelesi yeni bir aşamaya girerken, Apocu hareket de Başkan Apo önderliğinde giderek daha fazla cins mücadelesi eksenine oturmuştur.
Apocu hareketin gelişim diyalektiğinde, teori ile pratik birbirinden farklı olan iki ayrı olgu değil, birbirini kapsayan ve birlikte ilerleyen olgulardır. Teorik gelişme pratikle sınandıkça yeniden teorileşir, yani yeniden yaratılır ve tekrar pratiğin yakıcı gerçeği içerisinde çelikleşir. Apocu felsefenin gelişimi de bu şekilde olmuştur. Başkan Apo'nun militanı olmayı başaranlar, bu ideolojik ve felsefik derinleşme sürecinde nitel bir sıçramanın gerçekleşmesini sağlamışlardır. Bu yönüyle de Zilan yoldaş, Apocu dünya görüşünün giderek daha fazla kadın eksenli gelişme rotasına kavuşmasında belirleyici bir role sahip olmuştur. "Zilan'ın vasiyetine uymalıyız. Tanrıça emridir onun ki, unutmak en büyük ihanettir" diyen Önderliğimiz, bu çizgiye cevap olarak 8 Mart 1998 tarihinde kadın kurtuluş ideolojisini ilan etmiştir.
Mücadele Arkadaşları
Şehitleri yazmanın zor olduğunu söyleriz, ya da nereden, nasıl başlayacağımızı bilmeyiz. Biz onlarla fiziki yaşamaya alışığız. Bu yüzden kolay kolay alışamayız fiziki ayrılıklara. Bundandır onları anlatırken zorlanmamız. Şehitleri yüreğimize gömdüğümüz zaman onları daha iyi anlatacak, onlara şiir yazma gücümüz artacaktır. Önder Apo, “Şehitleri toprağa değil, yüreğimize gömmeliyiz” diyor. Şehitler tarihin ve halkın şehitleridir. Onları en iyi biçimde anlatacak ve tarihe, halka mal etmeliyiz. Onlar tarih ve insanlık için savaştılar. Onlar tüm gericiliğe karşı mücadele ettiler. Katledilen çocuklar, yurdundan edilen halkları, zulme uğrayanlar, faili meçhullerle katledilenler, işkencelerden geçenler ve her gün soykırımdan geçenler için mücadele edip yaşamlarını onların özgürlüklerine adadılar. Onlar yaşamın ta kendisi. Yaşamın adı oluyorlar. Onlar ki umut kıvılcımları, nasıl yaşamamız gerektiğini öğretenler. Her şeyden de önemlisi öncülerimiz…
Şahadet olgusu bizim için kutsal bir olgu. Kendini bir halkın özgürlüğüne adamak ve özgürlük için mücadele etmek kadar onurlu bir şey olabilir mi? Onlar yaşarken de onlarlaydık, ama onlardan fiziki olarak ayrılıp onları ölümsüzlük yolculuklarına uğurlarken de onlardan hiç ayrılmayız. Çünkü biz onların özgürlük hayalleri ve umutları için yaşarız.
Onların yürüdükleri patikalardan yürüdük. Vurdukları tepelere vurduk, girdikleri mevzilere girdik. Yıldız altında sohbet ettikleri yerlerde sohbet ettik. Onların takipçisi olmaya karalıydık. Onların ayak bastığı bu topraklar bizim mekanımız oldu. Bazen bir ağacın dibinde, bazen bir kayalığın altında, bazen düşmanın tepelerinde, bazen ovalarda bulduk onların cenazelerini. Onları çıkartıp yoldaşlarının yanına gömdüğümüzde belki de en çok onlar mutlu olmuşlardır. Şehitleri uyurken gördüğümüzde en çok biz kıskanırız onları. Bir daha hiç gözlerini açmamacasına yumduklarında bir yandan kıskanır bir yandan da büyük bir acı duyulur tüm yüreklerde. Tüm anılar tek tek canlanır yoldaşlarında. O anda “Heval kalk uyuma, uyku ölümdür” desen de boştur. Şehit o an ölümle değil, yaşamla bütünleşmiştir çünkü. Yaşamın her karesinde artık o vardır. O ismini tarihe yazdırmış, halkının gönlüne nakşetmiştir.
Gelecek yaşanılabilir özgürlüklü günlerle dolu olsun diye en büyük fedakarlığı gösterenlerdir onlar. Onların göstermiş olduğu bu sonsuz fedakarlık ve çabaya karşılık olarak bizler de onların anılarına bağlı kalacağımızı ve onları daima mücadelemizde yaşatacağımızı ve hep anlatacağımıza dair söz veririz.
Onları anlatmaya çalışırken, kuşkusuz onları tam anlatamayız. Fakat mücadelelerini özgürlükle taçlandıracağımızın sözünü verebiliriz.
Bawer arkadaş üniversite yılları boyunca bir Kürt genci olarak özgülük mücadelesi için aktif rol oynar. Düşmanın katliamcı yaklaşımlarına cevaben 97’de bir grup arkadaşıyla birlikte özgürlük mücadelesine katılır. Eğitimini Yunanistan sahasında gördükten sonra diplomasi ilişkileri için Avrupa’ya gönderilir. Avrupa’da ülke hasreti çeken Bawer arkadaş yürüttüğü diplomasi işi esnasında kendini ülkede yapılacak konferansa önerir. Konferans bir nevi Bawer arkadaşın ülkeye kavuşmasının bir köprüsü olur. Konferanstan sonra Avrupa’ya gitmemek için ısrar eder ve ülkede kalır. Bawer arkadaş adı gibi her boyutta güven veren birisiydi. Örgüt içerisinde genelde örgüttün hassas görevlerinde yer almıştır. Hep küçük birimlerle çalışmıştır.
O bir Serhat sevdalısıydı. Serhat onun için bir aşk türküsü gibiydi. Öyle yanık ve cezp edici. Tendürek ise bir hayat suyuydu onun için. Yine son yolculuğunu Serhat eyaletine yaparken “kaybettiğim yerden kazanmalıyım” diyerekten yola çıkmıştı. Bawer arkadaş kendisini örgütün her görevi için hazır hale getirmişti. O asla disiplinsizliği, kuralsızlığı sevmezdi. Kendi yapısına disiplin, kural ve örgüt ölçülerini dayatan bir komutandı. Arkadaş yapısının eğitimine çok önem veren bir yoldaş, komutandı. Zorlanan arkadaşlar kendilerini Bawer arkadaşın yanında çok rahat hissederlerdi. Bawer yoldaş kazanımcı yöntemlerin arayışçısıydı. Yaptığı işin başarılı ve örgütün hizmetinde olmasını isterdi. Ne örgüt yaşamına, ne de örgüt kadrosuna asla basit yaklaşmazdı. İyi bir yaşam gözlemcisiydi. Bazen hiç alıp vermediği bireylerin bile ne yaşadıklarını söyleyip hepimizi şaşırtırdı. İnisiyatifi nerede kullanacağını iyi hesaplayan birisiydi. Asla hesapsız harekete geçmezdi. Her şeyin hesabını ve örgütlemesini yapıp öyle harekete geçerdi. Denetimindeki arkadaş yapısını eğitmek için elinden gelen çabayı sergiler, gece gündüz kendisini eğitirdi ki arkadaşları eğitsel anlamda doyurabilsin. Görev ve sorumluluklarının bilincinde olup asla onları başkalarına yüklemeye kalkışmazdı. O gördüğüm en disiplinli komutanlardan bir tanesiydi.
Onunla 2008 yılında tanıştım. Arkadaşları sınır hatlarından geçiren bir kurye birimi içerisinde yer alıyordu. Yapmış olduğu bu işi büyük bir ciddiyet ve titizlikle ele alırdı. Çünkü yoldaşlarının yaşamı ona emanet edilmişti. Gözleri gibi koruyordu onları. Sorumluluğunda hiçbir yoldaşının parmağının bile kanamasını istemezdi. Çünkü o yoldaşlığa büyük bir değer biçerdi ve yoldaş aşığıydı. Hasta yoldaşlarını kilometrelerce yollardan sırtlayıp sağ salim güvenlikli yerlere ulaştırandı.
Onunla yaşayanlara daima örnek olurdu. PKK ocak eğitimini gördükten sonra Haftanin alanına bölük komutanı olarak gelen Bawer yoldaş, bir bölük komutanı olarak ilk kez kadın arkadaşlarla birlikte, ortak çalışır. Önderliğimizin kadın mücadelesine ve özgürlüğüne verdiği önemin farkında olarak, yaklaşım ve tutum sahibi olurdu. Kadın yoldaşlarını anlama arayışı içerisindeydi. Kadın Kurtuluş İdeolojisini anlamaya çalıştıkça, daha çok kadını esas alırdı.
Evet Serhat’a giderken çok mutuydu, onu kıskanmamak elde değildi. “Kaybettiğim yerde kazanmaya gidiyorum” demişti ve kazandı…
Heval Bawer’in şahadet haberini aldığımda çok etkilenmiştim. Kendime birçok boyutta seni örnek almıştım. Her Serhat ya da Tendürek denildiğinde seni hatırlayacağım. Sizlere söz hayallerinizi gerçekleştireceğiz ve davayı başarıyla sonlandıracağız. Meşaleyi aslında sizler zirvelere taşıdınız. Bizler ise onu hep zirvelerde tutacağız. Sizlerin ardılları olarak özgürlük mücadelesinde sonuna kadar yürüyeceğimizin sözünü veriyoruz. Binlerce Kürt oğulları ve kızları sizlerin takipçisi olacak. Yeni katılımlar adını Bawer yapacak. Yani bizde ölüm yoktur. Ölümün olduğu yerde yaşam yeniden başlar. Bawer ölmedi. Yeni bir Bawer daha katıldı. Bu dava hiçbir zaman düşman tarafından bitirilmeyecek. Biz kazanacağız. Özlem dolu sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.
Sema Eylül
2009 yılının Mayıs ayıydı, kalabalık bir çemberin ortasında ellerine kasatura bıçaklar almış, yeleklerini Amed kırıklarının arkalarına astıkları ceketleri gibi arkalarına atmış, Amed şivesiyle tekerlemeler söyleyen ve bir yandan da çalan müzikle oynayan iki genç gerilla ile tanıştım. Herkes söylenen tekerlemelere ağız dolusu gülüyor ve gerillanın birleşen ağız dolusu gülüşleri büyük kahkahalara dönüşüp dağlarda yankılanıyordu. Adına Avare oyunu dedikleri ve Amed yöresine özgü bir oyundu oynadıkları. O kocaman çemberin ortasında o kadar rahat ve kaygısız oynayan ve çok zekice birbirine uydurulup söylenen o güzel ve güldüren sözleri hiç unutamadım. Ne oyunu ne de oyunu sergileyen o sevimli iki kahramanı…
Oyunlarında bile o kadar sıcak ve içtendiler ki tanıdık tanımadık herkesi oyunlarının içine alabilmiş ve herkesle o oyun vesilesiyle arkadaşlık kurmuşlardı. Sadece tokalaştım ben de onlarla, ama oyunlarından sonra sanki yıllardır onları tanıyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Kendimi onlara o kadar yakın ve tanıdık hissettim.
Oyunun ismi Avare, oyuncular Amed ve Kendal isimli iki Amedli genç. İkisinin Amedli olduğunu duyduktan sonra ancak iki Amedli Amed şivesi ve Amed’de özgü bir oyunu bu kadar güzel oynayabilirim dedim. Amed Dersim’e, Kendal ise Erzurum’a gidecek gerilla grupları içerisinde yer alıyordu. Yeni başlangıçlar yapmanın büyük heyecanı ve coşkusu içerisindeydiler. Oyununun sonunda büyük bir alkış tufanı koptu. O kalabalık ve büyük çember arasında olan herkes, alkışlarıyla onlar o an büyük bir zafer kazanmış gibi gidip onlara sarılmak ve onlara başarılar der gibi alkışladı onları. Onlar oynadıkları oyunda ne kadar içtendiyseler onları o an izleyenler de onlara karşı o oyundan sonra o kadar içten oldular.
Avare oyununun o sevimli ve yürekli oyuncularından ilkini aynı yıl kendi alınana gitmek üzereyken kaybettik. Amed’i kaybetmenin acısı içime oturmuştu. Ölümü hiç yakıştıramadım bir türlü ona. Aklımda hep güler yüzlü ve çok zekice arka arkaya dizdiği sözlerle kaldı. O kadar kaygısız ve rahattı ki sanki yıllarca büyük kalabalıkların önüne çıkmış ve tiyatro oynamış gibi. Bir sanatçının tüm ustalığını üzerine almış ve en önemlisi de seyircisiyle gönül bağı kurmuştu. Seyircisini de oyununa ortak etmişti.
Kendal, dün akşam Sterk Tv’den haberleri izlerken hayatını kaybettiğini öğrendim. Kendal hem çok masum hem de çok utangaçtı Amed’e göre. Seyircinin tüm dikkatini söylediklerine değil de kendisine odaklayan biri. Heyecandan karıştıran, kekeme olan ve hep kaçamak kaçamak gülen Kendal…
O saf ve masum çocuk hallerinden büyümüş olmasına rağmen hiç çıkmayı başaramayan Kendal. Oyun boyunca hep seyircisi için güldü. Güldürdüğü kadar gülendi de. Demiştim ya hiç tanışmadık, adımı bile bilmiyor. O kadar kalabalık içerisinde aklında kalabilmem bile imkansız. Ama ben ne Amed’i ne de onu hiç unutamadım. Her şeyin o oyun esnasında olduğu gibi neşeyle, mutlulukla geçmesi imkansız biliyorum. Onların acısı da mutluluklarımızın üzerine bir gölge gibi düştü. Ama ben o oyunu ve de onları o an yarattığı tüm atmosferle zihnime, belleğime öyle kaydettim. Anımsadıkça hala gülüyorum. Şimdi ise Kendal için gözyaşlarımı tutamıyorum. Bir kahkaha tufanı koparan, yaşama bu kadar sıkı sıkıya bağlı, büyük ideallerle yola çıkan o korkusuz, cesur ve gülen Kendal’ı unutamam. Yaşama yansıyan başka halleri de vardır, belki de Kendal yaşama yansıyan diğer yönleriyle daha da sevilesi ve asla unutulamayacak kadar etkileyici. Oyunlar da yaşamın bir parçasıdır derler. Oyuncunun tüm ruh halleri ve kişiliği olduğu gibi oyuna yansır. Ben onları hep mutlu eden ve güldüren halleriyle bildim. Ki zaten onlar mutluluk getirmek için yola çıkan yolculardı. Gülmeyi unutmuş, oyunlarına korku sinmiş kardeşlerini ve tüm çocukları daima güldürmek için, onlara neşe yaratmak için yola çıkmışlardı.
Kendal, bugün son kez sahneye çıkacaksın. Seni kocaman bir kitle karşılayacak ve halkın seni başarılarından, emeğinden dolayı omuzlarında taşıyacak. Sen onlara layık bir biçimde yaşadın ve onlar da senin emeğine, çabana hakkını verebilmek için seni hak ettiğin bir biçimde son yolculuğuna uğurlayacaklar. Ellerine kına yakılacak ve zılgıtlar eşliğinde ülke toprağına, Amed’e saracaklar seni. Ve sen de artık Amed’in ruhuna sinenlerden, Amed’in kalbine gömülenlerden olacaksın. Kendal, sen şehrine şehrin de sana yakışır…
Biz sahneyi kapatmadık ve sen oyundan hiç çıkmadın. Yüreğimize öyle bir yerleştin ki, gözümüzün baktığı her yerde sen, Amed ve daha niceleri hep olacak… OXURBE KENDAL…
Rojbin Golav
Adım Rezzan Andok, 1986 Diyarbakır Silvan doğumluyum. Aslen Batman’ın Kozluk ilçesi Beştarak(Golaye) köyündenim. Devlet baskısı ve ekonomik sebeplerden kaynaklı aile Diyarbakır’ın Silvan ilçesine göçtüğünden dolayı orada doğup büyüdüm. Ailem yurtseverdir. Özellikle çalışmaların yoğun olduğu ve bu çalışmaların ciddi bir biçimde çevrede de etkisini gösterdiği bir dönemde yurtseverliğini korumuş, düşman karşısında duruş sahibi olmuş bir geleneğe sahiptir. Bunun yanında içinde büyüdüğüm çevre de aynı biçimde bir tuttum sahibi olduğu için partiyle tanışmam çok zor olmadı. Çatışmaların Silvan’a yayıldığı, devletin kontra-gerilla örgütlemesi, Hizbullah’ın katliamları, faili meçhullerin yoğun olduğu dönemi yaşamam partiye olan ilgi ve katılımım üzerinde ciddi bir etkisi oldu. Yaşanılan olaylar, devletin aile üzerindeki baskısı (özellikle babamın o dönemde sık sık gözaltına alınıp işkence görmesi), düşmana büyük öfke ve intikam duygularımın gelişmesine neden olurken bununla birlikte örgüte büyük özlem ve tutkuyu yarattığını, küçük yaşta olmama rağmen yaşanılan çelişkilerden bu sonuca ulaştığımı söyleyebilirim. Ancak o dönemde pratik anlamda yapabileceğim bir gücün olmadığı kadar pratiğe sevk edecek bir bilincimin de geliştiğini söyleyemem. Daha çok ailenin de desteğini tam alarak düşmanın yozlaştırma mekanı olan okula yöneliyordum. Ailenin değimi ile ‘’Büyük adam olma’’ istemi ve çabasını veriyordum. Çünkü böylesi korkunç düşmana ancak büyük adam olunarak cevap vereceğime inanıyordum. Zamanla oluşan kişiliğin düşmana darbe vurmayı bir yana düşmanla bir işbirliğinin geliştiğini hissetmeme rağmen bunu aileye, çevreye anlatabilmek büyük bir ikna gücü ve çabayı gerektiriyordu. Bunu yapacak kapasitem yoktu. Ancak her zaman başvurduğum dostluk ilişkilerimle güç olmayı, düşmana karşı öfkemi canlı tutma yönelimi içerisindeydim. Şunu hiç unutmamam gerektiğine inanıyordum: Düşmana karşı öfkem ve partiye olan tutkum büyüdükçe büyük özlem ve büyük “İNTİKAM” gerçekleşecekti.
Genç yaşlarda çalışmalara başladım. Çalıştıkça Önderliğin yaratımlarını görüyor, heyecanlanıyor ve moral alıyordum. Ama hala bir teorik birikimim yoktu. Sadece duygularım ve düşmana olan kinim örgütlememi sağlıyordu. Beli oranda çevremdeki arkadaşlarımı harekete geçirmeye yetiyordu. Ama sorumluluk ve bilinç geliştikçe, Önderliği anlamaya, doğru bir mücadeleye yönelmem gerektiğini hissediyordum. Çok iyi biliyordum ki bende oluşan kin ve nefret kendi açımdan başlangıç için büyük bir etki oluşturmuşsa da partiye tam olarak fedai bir biçimde katılma yönünden yetersiz kalıyordu. Her insanın hayatında dönüm noktaları ve yeni oluşumlara sebep olabilecek tarihi önemde olaylar olur. Kendi açımdan da bu olaya denk, bu noktaya denk bir kaç olaya değinmek isterim. Birincisi, ‘92 veya ‘93 döneminde çevremde milis örgütlemesi biçiminde oluşan birimler vardı. Bir seferinde bu gruplarından biri devlet güçleri ile yaşanan çatışma sonucu saatlerce direnmiş sonunda da dört şahadet yaşanmıştı. Bu şahadetlere uygulanan bazı yöntemler insanın kabul edebileceği tarzdan değildi. Direniş sonucunda şehit düşen: Hadi, Feremez, Nazmi ve Vedat arkadaşların cenazeleri ile oynanmış, beyinleri çıkarılarak tavada kızartılmıştı. Onurlu ve vicdanlı bir insan sadece bu olayı bile kendisine esas alırsa dünyanın en büyük kinini taşır ve düşmana çok büyük bir intikam duygusu geliştirmesine yeter. Bu olayı hatırladığımda insanlığın ne hale düşürüldüğünü sorguluyorum.
İkincisi: Önderliğin ‘99’da uluslararası komplo sonucu esir düşmesi ve yaratılmak istenen ortam. Kendi açımdan ciddi bir şok etkisi yaratmış ve Önderliğe büyük tutkuyu geliştirmiştir. Sanki her şey bitmiş ve tek tek herkes alınıp öldürülecek havası vardı. Bu tabiî ki Önderliğin Kürt halkı için neyi ifade ettiğini açıklamak açısından önemli bir olaydır. Yani herkes bitmişti. Çünkü Önderlik Kürt halkı için her şeydi.
Üçüncü önemli bir olay olarak da yavaş yavaş katılmaya başladıktan sonra 2006 kışında Viyan Soran arkadaşın şahadeti bende ciddi bir sarsıntı yaratmış ve ciddi anlamda yoğunlaşmaya sevk etmişti. İlk defa “FEDAİ” kavramıyla tanışmış, arayışlarımın bu yönlü bir seyir kazanmasını sağlamıştı. Özgürlük mücadelelerinde egemen sistem sinsi, koplovari, kirli yöntemlerle direnişin önünü kesmeye çalışıp, bastırmaya yönelmiştir. T.C devleti de fırsat bulduğu her dönemde halka, harekete ve Önderliğe pervasızca yönelmiştir. Özellikle Önderliğe dönük tecrit koşullarını ağırlaştırarak İmralı sisteminin ağır koşullarını bir koz olarak kullanmaya ve bunu kadro ve halka kabul ettirmeye çalışmıştır. Kuşkusuz düşman bunu kadro ve savaşçıların etkisiz olduğu dönemlerde yapmıştır. Bu yönüyle İmralı tecridinin yaşanması başta kadronun cevapsız, direnişsiz, zayıf olduğu dönemlerde ağırlaştırılmaktadır. Ağır yönelimler geliştikçe fedai duruşların çıkması olması gerekenleri ifade etmektedir. PKK özgürlük tutkusunun Kürdistan’da canlanmasının zeminini, Kürdistan da fedai kişilik, duruş ile yaratmış ve fedai bir mücadelenin gerçekliğini oluşturmuş bir partidir. Bunun için diyoruz ki “fedailik PKK’nin yaşayan özüdür.” Fedai bir parti ve bunun en büyük fedaisi Önderlikdir. Bundan kuşku duymak ve gerekeni yapmamak en büyük ihanettir. Fedailik her zaman halkın toplumun ve bireyin özgür irade ve vicdani sorumluluk olarak en özgür eylemi ve en büyük yoldaşlığın zirveleştiği odaktır. Fedailer güvendikleri değerler için eylem yaparlar. Biz de en büyük amaç bu yönüyle Önderliğe bağlılık, Önderlik çizgisinin sevilen bir yoldaşı ve fedaisi olmaktır. Bireyin bu gerçekliği görüp yapabileceği en kısa zamanda özgürlük mekanı olan dağlara ve onun yoldaşlarının yoldaşı olmak kararını vermesi gerekmektedir.
Beş bin yıldır sömürülen kadın değerlerinin eylemcisi tüm dünya güçlerini karşısına alan en büyük savaşçı Önder Apo’nun eylemcisi, yine yüzyıllardır herkesin kendisine göre sömürülüp değerleri gasp edilen Kürdistan ve halkının bir eylemcisiyim. En önemlisi kapitalist sistemin genlerime kadar işlediği kendi öz değerlerime ulaşma yönünde bir eylemciyim ve ben çocukluk hayallerimin gerillasıyım. Bu müthiş bir sorumluluk ve aynı düzeyde bir mücadeleyi gerektirmekteydi. Fiziki olarak katılmış ama bazı his ve duyguların dışında her yönü ile sistemin oluşturduğu bir kişi ile karşı karşıyaydım. Paramparça edilmiş bir kişilik ile ancak sürüm sürüm sürünerek bir savaşım verilebilinirdi. Bu tabii ki yetmiyor, ciddi bir bilinç örgütlülük ve eylem istiyordu. İşte dağlar, gerilla ve eğitim bunun ilacıydı. Kendi değerleri ile yozlaşan kişiliğim aşılması çok zor bir anlamı ifade ediyordu. Zorlanmıyor muydum? Kesinlikle zorlanıyordum ama moral, irade, azim ve fedakarlık gerillayı ayakta tutan değerlerdir. Bunlarla yaşandığı sürece oluşuyor ve hedefime yaklaştığımı düşünüyordum. Yoldaşlarımı ve gerilla yaşamını seviyorum. Bir ilke olarak yaşama kendi irademle katılmayı esas aldım. Oluşan irade tamamıyla Önder Apo’nun yarattığı değerler ile açığa çıkıyordu. Yaşamak için savaşmak, büyük savaşabilmek için de doğru yaşamak gerekiyordu.
PKK’de yaşam kendini tüm özgürlük değerlerine adamaktır. Bu yönüyle bizler artık kendimizin değil tüm insanlığındık. Çünkü Önder Apo kadar hiç kimse tüm insanlık için bir ruh ve bilinç yaratmamıştı. Önder Apo’nun yaratmış olduğu paradigma tüm insanlığa hitap ediyor. Bizler katılacaksak bu paradigmaya göre, savaşacaksak bu paradigmaya göre savaşmak zorundayız. Bende olduğu gibi kuşkusuz herkesin birçok gerekçe ve intikam duyguları vardır. Önemli olan bunları örgütlemek, düşmana büyük darbe vuracak düzeye getirmektir. Bizler Önderlik ile buluşmadıkça bir hiçiz. Bunun için düşmana büyük vuracak koşulları barındıran partiye katılmak gerekiyor. Varsa bir gücümüz parti ile yoğurmamız gerekiyor. Ancak partileşerek büyük bir savaşım verilebileceğinden hiç kuşku duymamak gerekir.
Tüm bunların yanında birey yaşarken, kendini oluştururken, belli amaçlar doğrultusunda kendine yön vermek durumundadır. Amaçlar kişinin yaşadığı ortam ve o dönemdeki koşullar çevresinde belirlenir. Yine vicdani bir yansımanın ifadesi olarak da açığa çıkar. Kendi amacımı belirlerken beni en çok etkileyen olgunun vicdan olduğunu söyleyebilirim. Sorgulamalarım bana her zaman bazı gerçekleri açık bir şekilde gösteriyordu. Ben yaşamımı belirlerken; Önderlik gerçeği, halk gerçekliği ve parti gerçekliklerini göz ardı edemezdim. Bu yönüyle bir karar verilirken bu çerçevede olmasına özen gösterdim. Dolayısıyla amaç büyük ve Önderlik gerçekliği ile bütünleşmeliydi. Yine Kürt halk gerçekliğine denk bir çıkış ve partilileşmiş bir militan ile yola başlanmak zorundadır. Kendimi bunlar ile kıyasladığımda çok büyük ve ciddi bir çaba verdiğime inanıyordum. Çabamım büyük olması bende belli dönemlerde amacımdan uzaklaştıran bir duruşu göstermiş olsa da kendimdeki kararlılık ve bağlılığın canlanması ile her zaman amacıma ulaştığıma inandım. PKK oluşmuş ve yaşanılan yeni bir yaşamın mekânıydı. Önder Apo da bunu en çok yaşayan ve yaşatandı. Dolayısıyla yönelimlerin olduğu ve Önder Apo’ya saldırıların gerçekleştiği dönemlerde gelişen fedai duruşlar beni amacımda netleştirdi. Daha öncede belirttiğim gibi bu saldırılar bütün yetersiz yoldaşlığımızın bir sonucuydu. Bu noktada ben de diğer yoldaşlar gibi tarihin bir daha tekerrür etmemesine katılıyordum. PKK gerçekliğinde saldırılar Kemal’ce, Hayri’ce, Mazlum’ca durdurulur. Önderliğe yönelimi durdurmak Zîlan’ca bir tavrı göze almakla gerçekleşebilir. Ben de bunlardan kopuk bir yaşamı asla kabul edemezdim, etmeyeceğim de.
Gelinen aşama, yaşadığım dört buçuk yıllık gerilla yaşamı beni bu gerçeklikleri görmeye yöneltti. Çok değerli, anlamlı yoldaşlıklar yaşadım. Harun Ahmet, Azat, Tirej Erdal ve şu an bile her an her saat şahadet haberlerini aldığımız bir çok yoldaşımız. Tabii ki hiçbir mücadele bedelsiz başarıya ulaşamaz. Ancak bizler, son dönemlerde verdiğimiz bedeller ile bu savaşı başarıya götürmemiz gerekiyordu. Halkımız her gün işkence tutuklama yaşarken, çocuklarımız artık ihanet etmeyecek hayaller kurmamak için 5 yaşından alınıp eğitilmek bir yana öldürülüyor, işkence görüp tutuklanıyorlar. Gerçekten de tarih hiç bir zaman böyle bir düşman ile karşılaşmamıştı. Tarihte yaşanılan tüm savaşların bir kuralı, ilkesi, ahlakı vardı. Ama T.C ve AKP bu kural ve ilkeler bir yana ahlaksızlaşmış bir gerçekliğin somut ifadesidir. Ahlaksızlık en somut bir biçimde taçlandırılıyor. İmralı tecridini görmeyen, sarsılmayan iliklerine kadar hissetmeyen bir kişinin militanlığından, savaşçılığından, yurtseverliğinden, insanlığından kuşku duymak gerekir. Bu gerçekliği görüp de PKK’nin yaşayan özüyle bütünleşmeyip kendini, bu özle yani fedailikle gerçekleştirmeyen kişilik kesinlikle unutuyor, duygusuzlaşıyor, direngenliğini yitiriyor ve teslimiyeti yaşıyordur.
Kürt gerçekliğinde hisler, duygular, sevgiler ve umutlar körelmişken Önder Apo bunları tekrar canlandırdı. Hissettiği için Zîlan’ca tavırlar açığa çıktı. Sevdiği için Fikriler, Semalar oluştu. Direndiği için Beritanlar tanrıçalaştı. Ve zalimler tarihin en büyük direnişi ile karşı karşıyadır. Ancak bu zalimler tarihin en büyük savaşına da kendini hazırlamışlardır. O zaman bizim yapabileceğimiz kendimizi en büyük savaşa hazırlamak ve fedaileşmektir. Bu yönü ile bende kendimi fedai eyleme hazırlarken yaşamın ne kadar güzel olacağını görebilmekteyim. Yaşamı sevenler ancak büyük eylemler yapabilirler. Çünkü bizler özgür yaşamı yaratmak için bir mücadelenin içindeyiz. Zilanca tavır sergileme isteminin bende müthiş bir heyecan yarattığını belirtebilirim. Zilan en büyük sorumluluk duygusudur. Ve ben bu süreçte kendimi sorumlu hissediyorum. Büyük bir çıkışın yaşanması gerektiğine inanıyorum. Biliyorum ki şuanda benim gibi yüzlerce arkadaş var. Hareketimizin belirttiği gibi düşman bunu bildiği için baharın gelişinden müthiş korkuyor ve köşeye sıkışmış her yere pervasızca saldırıyor. 2012 senesi, PKK’nin tarihten almış olduğu direniş geleneği ile bir başarı ve özgürlük yılı olacaktır. Buna katkı sunmak, bunun savaşçısı olmak en onurlu pratik olacaktır. Ve kesinlikle zafere yakın olduğumuza inanmak zorundayız. Zafere kilitlenmiş bir savaşçının yaşamı anlamlı olabilir. Bizler kesinlikle düşman karşısında elini kaldırmış bir gerçekliğin savaşçıları değiliz. Biz buna ihanet deriz. Bizler bin sefer ölür ama yine kalkıp düşmana mermi sıkmasını kendine esas alan ve düşmanı bin kere öldüren bir gerçekliğin savaşçılarıyız. Bizler bize yaşama hakkı vermeyen, yaşamı haram eden ve yaşatmayan bir gerçekliğe karşı savaşanlarız.
Biz özgürlük savaşçıları kendimizi savaşın sanatıyla donatır ve savaş alanına öyle çıkarız. Bizler kadınla kölece yaşamı ve bunun ifadesi olan güdülerle yaşamayı değil kadınla anlamlı, özgür, onurlu bir yaşamın aşığıyız. Kadına aşığız. Çünkü kadın toplumsallığın oluştuğu merkezdir. Bizler kadınla beraber savaşırken, güzelleşiyor, güzelleştikçe seviliyor, sevildikçe de özgürleşiyoruz. PKK yaşamı yönünü anatanrıçaya dönmüş öyle savaşıyor. Bunun içindir ki erkek, devlet, iktidar bir korku içerisindedir. O da biliyor ki bu savaş zafere ulaşırsa adalet, eşitlik, doğallık, iyi, güzel, gerçek sevgi ve aşk tekrar canlanacak; kâr, çıkar, sömürü ortadan kalkacaktır. Bunu gören insanlık tüm gücü ile ana kadına dönecek ve özünü yaşayacaktır. Kadın köleliğin kalktığı mekanlar, özgür mekanlardır. Biz bu mekanlarda yaşamış bireyler olarak özgürlüğe olan tutkumuz gereği kadınla yaşamayı ve savaşmayı anlamlı buluyoruz. PKK’de kadın savaşmasını bilen, boyun eğmeyen, melekleşen, özgür yaşayan, erkeğe teslim olmayandır. Yaşanan bazı düşkünlükler PKK’nin özüyle çelişmekte, ne PKK erkeğini ne de kadınını temsil etmektedir. Biz buna müthiş karşıyız ve yaşamayacağız. Nasıl ki yıllardır içimizde teslimiyeti yaşayan anlayışlar son süreçte bir bir açığa çıkmışsa, kadına yaklaşımda güdüsel, düşürücü anlayışlar da yerle bir edilecek ve tümden bitecektir. PKK’deki kadın bunu hak etmiyor, diyoruz. Bunu yaşamamak için bilinç, irade, örgütleme, savaş, Önderlik felsefesine bağlılık gerekmektedir. Biz kendimizi ancak bununla donatırsak özgürlüğe yürüyebiliriz. Biz bu yürüyüşlerin yoldaşıyız. Kadının yoldaşı olabilmek, kadınla beraber savaşabilmek, zafer elde edebilmek zihniyet devrimini gerçekleştirebilmek bizim vazgeçilmezimizdir. Onun için kadın özgürleşmedikçe toplum özgürleşemez, diyoruz. Kürt toplumunun özgürlüğü kadın özgürlüğünden geçer, diyoruz. Çünkü erkek kendini yalana dayandırır. Yalanla oluşturulmuş bir sistemle yıllarca savaşıyoruz. Kürt kadını hiç bir zaman bu sistemin kadını olmadı, sürekli direndi. Belki günümüz gibi elinde kıleşi, bombası, ağır silahı yoktu ama sevgisi ile dili ile kültürü ile direndi. Özü ile yaşadı ve doğurduğu çocuklarına aktardı. En çok şiddetle karşılaşmasına rağmen yılmadı, umut ve ışık gördüğü her düşünceye bağlandı, aşık oldu. Ama kandırıldı, metalaştı, tecavüze uğradı. Kimse bu kadınlar Önderliğe nasıl bu kadar bağlıdır dememeli, gerçeklik tüm çıplaklığıyla ortadaydı. Önderlik erkeği öldürmüştü. Bu gerçeği görüp savaşmayan, Önderliğe katılmadan bir kadın nasıl dayanabilir ki. Bir militan erkek ya da kadın bu gerçeklikten asla uzaklaşarak yaşayamaz, uzaklaştığında düşer, gelenekselleşir ve sistemi yaşar. Biz de yaşanan sorunların kaynağında da bu uzaklaşma yatmaktadır. Biz Ronahi, Beritan, Berivan, Viyan , Nuda, Dicle, Bese, Tekoşin, Çiçek ve Zilan tarzını yaşamsallaştırdığımız oranda aşkımızı güçlendirebiliriz.
Zafer ve özgürlük tutkusu ile Önderliğine bağlı bir halkın çocuğu olmak gurur verici bir duygudur. Tüm soykırım, imha-inkar ve gasp ile karşılaşan Kürt halkı PKK ile yeniden direndi, dirildi. Tam anlamıyla yeniden yaratıldı. Kürt halkı özgürlük mücadelesine binlerce çocuğunu feda etti. Yetmiyor birçok çıkışta en büyük fedai duruşları sergiledi. Tarih boyunca var olma-yok olma savaşımının içinde olan bu halk Önderlik ile artık varlığını kanıtlamış ve özgürlük mücadelesine kollarını sıvamış bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Bu halkın geleceği artık kendi elindedir. Özgür olacaksa kendisi, köle olacaksa yine kendisi karar verecektir. Kürt halkı şunu çok iyi biliyor: İmralı’da tutsak bırakılan Önder Apo değil Kürt halkının özgürlük tutkusu, mücadele azmidir. Önderliksiz bırakılmayı bir kader olarak bize kabullendirmek istiyorlar. Hayır, beş bin yıldır Kürt halkı Önderini arıyor ve bulmuştur. Bu bir kader de olsa onu alıp değiştiriyoruz. Bir halk ancak Önderliği ile var olur. Bu saatten sonra artık kimse Kürt halkını birbirine düşman edemez, yok edemez ve savaştıramaz. Önder Apo Kürt halkının zihni, ahlakı, politikasıdır. Bir toplum ancak ahlak, zihniyet ve politika ile ayakta durabilir, varlığını sürdürebilir. Onun için Önderlikle en çok bütünleşmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz. Tabii ki Beko’larımız hala var ama onlar bizim için artık bitmiş gücünü yitirmiştir. Bu gerçekleri gördükçe de kahrolmaktadırlar. Önder Apo işbirlikçiliği, ihaneti ve teslimiyeti yok etme savaşımında büyük devrimler yaratmıştır. PKK halkı ile bütünleştiği bir dönemden geçmiştir.
Topyekün bir saldırı var. Bizlerde ancak topyekün direnerek bu komployu boşa çıkarabiliriz. Önderlik kendi açısından yaratmış olduğu yeni paradigma, felsefe, taktik ve strateji ile komployu boşa çıkarmış, “görüşmeye çıkmıyorum” tavrı ile yeni dönemin ruhunu yansıtmıştır. Bizler de bu ruha denk bir duruş ile süreci karşılamamız gerekiyor. Ruh direniş ruhudur. Ruh serhildan ruhudur. Ve artık zafer, özgürlük ve başarının tam zamanıdır. Buna inanıyor bunun da fedaisi olduğumuz için çok şanslıyız. Değil tutuklama, gözaltı, soykırım, asimilasyon bu halkı durdurmak bin tane atom bombası da artık bizi durduramaz.
BîJî SEROK APO
BîJî RAPERİNA GELEKî
AN JîYANEKî AZAD AN Jî NE DANA JîYANKIRIN
YAŞASIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELEMİMİZ
AİLEME;
Raporuma yazdığım tüm noktaları sizin de anlayacağınızdan hiç şüphe duymamakla beraber başta size hitaben bir yazı yazmama kararını vermiş olsam da özellikle düşmanın basın oyunlarından haberdar olmanız için bir kaç noktayı dile getirmek istedim. Belki yapacağım eylem televizyona, basına farklı yansır kaygısı ile sizin beni anladığınıza inanıyor, size müthiş bağlı olduğumu belirtiyorum. PKK’de kararları hiç kimse vermez, tarihi sorumluluklar ve vicdani muhasebeler insanı karar almaya götürür. Şunu iyi bilmenizi isterim: Bu yaşam tamamıyla kendi irademle seçilmiş ve bu tarzda bir eylemi de ben kararlaştırdım. Gerillada yaşadığım süre boyunca sizi çok özledim. Bir kaç kere arama ve ulaşma fırsatı bulsam da hem sizin hem de kendimi hazırladığım eylemim için güvenlik noktasında sıkıntı yaratacağını düşündüm ve aramadım. Bu eylemle onurlanacağınızı biliyorum. Siz de biliyorsunuz ki fedailerin arkasından ağlanmaz, gurur duyulur. Bunun için diyorum, beni güçlü karşılayın düşmana olan kininizi haykırın, kültürünüzü ve dilinizi koruyun. Bu noktada bir özeleştiri vermek istiyorum; gerilla ortamında dımılki konuşacak çok arkadaş olmadığı için ben son süreçteki çabama rağmen tam olarak dilimi koruyamadım. Ama rüyamda kendimde ve hayalimde hep öyle konuştum. Fazla bilgi sahibi olmadığım için tam olarak kimin ne iş yaptığını, öldüğünü bilmiyorum ama tüm insanlarımı sevdiğimi, onlar için mücadele ettiğimi bilmelerini isterim. Sadece babamı bir kaç kez TV’de gördüm yıpranmış ve yaşlanmıştı. Sağlığına dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Benim böylesi bir mücadelenin içine girmemde katkılarını unutmayacağım. Onun için borçluyum, böyle bir tarzla ödeyeceğime inanıyorum. Canım anam, benim katılacağımı ilk senin hissettiğini anladığımda korkmuştum. Sonra anladım ki sen sonuna kadar benimlesin. Ve ben senin için de savaşıyorum, bunu biliyordun. Sen tüm annelerin acısını her zaman hissettin. Güçlü olmanı istiyorum. Senin vermiş olduğun ahlak, terbiye ve eğitimin olmasaydı bu günlere gelemeyeceğimi biliyorum. Bunun için ben aslında senin eyleminim. Sana aşığım, bağlıyım seni çok seviyorum. Ve kesinlikle diyorum ağlama beni sahiplenmek istiyorsan güçlü olman gerekiyor, sonsuz sevgilerimle oğlunuz REZZAN
Devrimci Selam Ve Saygılar
Rezzan Andok
Her insan doğduğunda doğduğu yerin ve mensup olduğu halkın içinde bulunduğu durumla eş değer bir gelişim gösteriyor. Tabi Kürt halkı için yaşamın adının ‘’ÖLÜM’’ olduğu gerçeğini unutmadan , hep yalan yanlış bir tarihle yaşamaya inandırılmışlık üzerinde her türlü soykırımların denendiği, kendi kimliğimizin, gerçeğimizin dışında bir yaşam mücadelesi içinde yaşamaya, aslında yaşamamaya mahkum bırakılmış yaşam biçimini bizler de kapitalist modernite sisteminin ördüğü ağlar içinde sürüklenerek yaşamaya çalışıyorduk. İnsanlar isimlerini koyamadığı şeylerin karşısında nasıl davranacaklarını ve kendilerini nasıl savunacaklarını bilemezler. Bu kadar yalan bir dünyada bir de kişilik ve aile çarpıklığı eklenince içinden çıkılması zor yaşamlar yaşanıyor.
Kürdistan, tarihe ve insanlığa analık yapmış gerçeklik, bağımsızlığın ve özgürlüğün sonlanmaz olanı, tarihin ardı arkası kesilmeyen iktidar ve özgürlük ikileminin yol açtığı savaşların en büyük tanığı, Hz. İbrahim’in halkına isyan etmeyi öğrettiği yer, İskender’e geçit vermeyen coğrafyasıyla halkların umudu ve dünyanın akan kanına kan bulma yeridir. Kürdistan halkı bu paha biçilmez zenginlikler üzerinde yaşayan dünyanın en eski özgür halkı olduğundan dolayı hegomonik güçler için hep tehdit olmuştur. Bizler için yaşam hakkı hiç olmamıştır. Her zaman soykırımlardan katliamlardan geçirilmiş, sessiz ve etkisiz kılınıncaya kadar, her türlü asimilasyon, imha ve inkar politikaları uygulanmıştır. Tüm bu insanlık dışı uygulamalar ve canavarlaşan sistem karşısında Kürtler kendi varlıklarını muhafaza edebilmek için her zaman bir biçimiyle direnmişler ve kesinlikle teslimiyeti kabul etmemişlerdir. Nasıl ki şimdi özgürlük mücadelemizin en büyük dostu dağlarsa, o zaman da Kürtler’in en büyük meşru savunmaları dağlara çekilerek yapılmış, bu şekilde kendi hayatlarını, gelenek ve göreneklerini koruyabilmişlerdir. Kürtler böylesi eski bir tarihe ve özgür yaşama mücadelesine sahiptirler. Kürtlerin neolitik devrimden sonra özgür yaşama sahip olmamasındaki en büyük engel, işbirlikçi-teslimiyetçi önderlerdir. Bunların iktidara benzeşerek Kürt toplumunun çıkarları yerine kendi dar menfaatlerinin etrafında hareket etmeleri, bölge ve aşiret kısır döngüsünden kurtulamamaları, halka bu şekilde öncülük yapmalarından dolayı bir türlü akan kan durmamış, Kürt halkı insanlık tarihi içerisindeki hak ettiği yeri alamamıştır. Sistem Kürtlerin askeri ve isyancı yönlerini bildiği için, Kürtleri hep parçalı bırakarak ve çok küçük tavizler karşılığında yaralı biçimde tutarak kendi hükümranlığını sürdürmüştür.
Önderliksel çıkış, hem kendi Kürt gerçekliğimizi hem de yok edilmemiz üzerine yapılan hesapları ve imha-inkar siyasetini açıkça bize göstererek, bundan sonra Kürt halkının kendi özgürlüğü için savaşmaktan başka çaresinin kalmadığını, bunun da ancak Önderlik etrafındaki PKK saflarında olduğunu net bir şekilde gösterdi. Kürtler, kapitalizmin Ortadoğu ve özellikle Kürdistan’da ördüğü sistemin ağlarını ancak ahlaki ve politik toplumun öncüsü olma rolünü alan ve bunun için büyük bedeller veren PKK sayesinde iyi anlayıp, onunla hareket ederek dünyada hak etmiş oldukları yeri alabilirler.
Zaten içinde bulunduğumuz zaman diliminde kapitalizmin ulus–devlet anlayışı tamamen bir çıkmaza girmiş durumdadır. Kendini tümüyle deşifre etmiş bir sistem son çırpınışlarını yaşarken, insanlığın doğuş beşiği olan Ortadoğu halkları da artık kendi hür ve özgür iradeleri ile yaşamak için baş kaldırmış bulunuyorlar. İnsanlar ardı arkası kesilmeyen özgür yaşam tutkuları ve kendilerine yeni nefes boruları açmak için mücadele veriyorlar. Bir gencin kendini ateşe vermesi ile adeta domino taşı gibi ulus- devlet anlayışları bir bir yıkılıyor. Tabii sistem boş durmuyor ve bu onurlu halk direnişlerinden kendine pay çıkarmak için Truva atı rolünü oynayacak kesimlere yönelik desteklerini artırdıkları göz önündedir. Bu yeni Ortadoğu dizaynını en çok etkileyecek kesim PKK olacağından, ABD’in uşakları ve T.C. her şekilde Kürtleri kıskaca almaya çalışıyorlar. Hegonomik güç şunu biliyor; Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının çoğu örgütsüz, öncüsüz ve ideolojisiz, yani kapitalizme herhangi alternatif sistemleri yok. Kürt halkı ise Önder Apo etrafında örgütlü, ideolojik-askeri düzeyde kazandığı birikimi ve mücadele tarzıyla sisteme alternatif, demokratik moderniteyi kurmada son derece kararlı, inançlı ve tecrübelidir. İşte sistemin belini kıracak olan budur. Kürtlere karşı yapılan tüm soykırım ve katliamlara karşı dünya üç maymunları oynuyor. Ortadoğu yeniden şekillenirken Kürtler ne pahasına olursa olsun bu sefer hak ettikleri özgür yaşama kavuşacaklardır. Arap baharı diye nitelendirilen sürece Kürtler damgasını vuracaktır. PKK, Kürt halkının gücüne dayanarak yarattığı muazzam direniş geleneği sayesinde hiçbir güce dayanmadan halkların demokratik konfederal sistemini kuracaktır. Yeter ki demokrasi, sosyalizm ve özgür yaşam için mücadele veren onur, şahsiyet, şeref ve namus sahibi insanlar, topluluklar olsun. Halkların birliktelik gücünün önünde duracak hiçbir teknoloji ve sistem yoktur.
T.C tüm sistemini Kürleri yok etme ve Türkleştirme üzerine kurmuştur. Su yatağını ve kendini akıtacağı yeri mutlaka bulur. Bu suyun içinde çok şey sürüklenir. Bazen hırçın akar ve önündeki her şeyi sürükler, bazen normal akar -bu da bazı şeyleri sürükleme gücüne sahiptir- bazen de çok durgundur kendi ile hiç bir şey sürükleyemez. Fakat balıklar suda kendilerine bir yaşam yönü ve doğrultusu çizmişlerdir. Balıkların yaşamı bu suya bağlıdır. Yani bunlar için yaşam suyun hızı kadar, kendi güçlerine ve iradelerine de bağlıdır. PKK de gittikçe çoğalan bir damla gibi başladı. Her geçen gün kendine yeni kollar katarak önünde durulması güç olan bir debi oluşturdu. PKK’de önemli olan, partinin hızı kadar bireyin de hızıdır. Bitmemesi ve tükenmemesi bu iki doğrultunun aynı hıza ve tempoya ulaşması sayesinde sağlanabilir. Kişinin hızı dediğimiz şey ise; bağlılığı, kararlılığı, inancı ve iradesidir. Yoksa genel bir ölçü her zaman vardır. Bu zaten inkar da edilemez.
Ben birey olarak bu dağlara, vermiş olduğum kararlara ulaştığımda, bunun bir hızının olması gerektiğini ve sadece sürüklenerek değil çok kulaç atarak doğrultuya gitmenin kararlılığı ile yaşama katılmaya, Önderlik gerçeğini anlamaya, gerillanın büyük kahramanlıklarla kanıtladığı mücadelesine bağlılığımı güçlendirmeye ve yoldaşlığına olan büyük inancımla, özgür Kürt ve Kürdistan’ı yaratmaya olan büyük umudumla pratiğimi geliştirmeye çalıştım. Fakat kişilik yetmezliklerim, sorunlarım, siyasal-askeri ve örgütsel eksikliklerim oldu. Tabii içinden geldiğimiz sistemin etkilerinden kurtulmak çok kolay olmuyor. Örgütü çok zorladığımız konuların başında zaten eski alışkanlıklarımızı değiştirmemizdeki zayıflıklardır. Kapitalizmin hiçleştirdiği ve bireycileştirdiği bir toplumdan kopup tam tersi bir sisteme geldiğinde insan da mutlaka zorlanmalar olacak. İçinde olduğum çevrenin ve ailemin etkisi bende epey hissediliyordu. Ailem Gever’in en yerli ailelerindendir. Bu özelliklerinden dolayı ne tam sistemle bir olmasından ne de tam bir yurtseverlikten bahsedilebilinir. Feodal-liberal ve küçük burjuva özellikleri bir arada yaşanıyordu. Şu açık ki, içinde olduğumuz bölgenin gerçekliğinden kopuk olmamız da beklenemezdi. Ben lise yıllarında çalışmalara katıldım. Her yeni bir şey yaptığımda ilgim ve merakım daha çok artıyordu. Bu durum legal çalışmalar derken illegal çalışmalarda baya kendini hissettirirdi. Şunu açık söylemek gerekirse; illegal çalışmalar beni daha çok çekiyordu. Dediğim gibi ailemin durumu daha çok uzaktan bakan, yani Kürdistan adına bir şey olacaksa bizim çocuğumuz olmasın zaten biz oyumuzu veriyoruz bizden bu kadar, yaklaşımı vardı. Beni de bu şekilde etkilemeye çalışıyorlardı. Herhalde çevreden aldığım en iyi özellik doğru gördüğüm şeyin kararını verip o şekilde devam etmemdi. Ailem bu yönümü çok iyi biliyordu. Gittikçe evde siyasi konuları daha açık konuşur ve tartışır hale geldim. Ailemde gözle görülür değişimler yaşanıyordu, bu beni daha çok sevindiriyordu. Nasıl Önderlik ilk gruptan sonra herkesi kendi aile çevresinden örgütlemeye başladıysa ben de az da olsa bunu yapmaya çalıştım. PKK’nin mücadele gerçekliği beni etkilediği kadar ailemi de etkiliyordu. Belki sistem içerisindeki yaşamımda yaşadığım en büyük heyecan ve mutluluklardan biriydi. Benim için katılmak artık kaçınılmazdı. Daha evdeyken bir sözüm vardı: Eğer gerçekten katılma kararı almışsam ve bunu gerçekleştirmişsem, bu mücadeleyi en üst düzeyde yürüteceğim ve ne olursa olsun hiç bir zaman PKK dışında bir yaşamı kabul etmeyeceğim. Benim için bir şeye karar vermek demek mutlaka onun gerçekleşmesi demekti. PKK’de olmakla PKK’ye çalışmanın arasındaki farkı çok iyi hissettim. Örgüt içinde benim de artık bir yurtseverden çok bir militan gibi davranmam gerektiği ve sorumluluklarımı en iyi şekilde yerine getirmem gerektiği yoğunlaşmaları beni hep zinde tuttu. Yani anlayacağınız o küçük dünyamdan çıkıp PKK’nin büyük okyanusunda yol aldıkça ne kadar cüce olduğumu hissettim. Kişilik sorunlarım beni baya bir zorladı. Sistemde zorluklardan ve güçlü şeylerden hep kaçıyordum. PKK’de ne olduysa zorluklar hep hoşuma gitmeye başladı. Kendimle olan mücadeleyi artık iliklerime kadar hissediyor ve vazgeçmiyordum. Nasıl söylesem tamamen kendine hayran bırakan bir Önderlik, PKK ve halk gerçekliği yaşıyordum. İnsanın neler yapabileceğine ve insan gücünün sınırsızlığına ilk defa PKK içinde tanık oldum. Sistemdeki aile, arkadaşlık, aşk, dostluk, yurt sevgisi insanı hiçleştirmeye ve bunalıma sürüklerken PKK’ de büyük özgürlük tutkusuna, aşk derecesinde yurt sevgisine, birbirini yücelten büyük yoldaşlık ilişkilerine, insanda yaşamak için büyük bir irade kararlılık, inanç ve bağlılık geliştirdiğini fark ettiğimde benim için kendimizi kandıran yalan gerçekliklerin ve bir türlü doğru bir militan kişiliğine kavuşamamanın bahaneleri artık tamamen ortadan kalkmıştı. Ben kişilik gerçekliğimin gerçekliğine, PKK gerçekliğinin gerçeği içinde gerçeğimin gittikçe gerçek olduğunun gerçekliğine, Önderlik gerçekliğine yavaş yavaş yaklaşıyordum.
Bir gün dört tane kelebek karşılarında bir şeylerin olduğunu (ateşin yandığını) görürler, hepsi farklı yorumlar. Bu şeyin ne anlama geldiğini öğrenmek isterler ve yola koyulurlar. Birincisi ateşin etrafı aydınlattığını, ikincisi ısı verdiğini, üçüncüsü biraz daha yaklaşır kanatlarının yandığının ve o da tam içine girmeden yakıcı olduğunu anlar ve gelir. Dördüncü kelebeğe söylerler fakat dördüncü kelebek bunların tam bir anlam ifade etmediğini görür. Çünkü hiç biri ateşin tam içine girmemiş “O’’ anı yaşamamıştır. Son kelebek yola koyulur, ateşe her yaklaştığında farklı anlamlar çıkarır ve gittikçe arkadaşlarının söylediklerini görür, hisseder ve hep daha ileriye gider ateşin aydınlattığını, ısıttığını ve yakıcı olduğunu anlar ama onu çeken bir hakikat vardır, o da devam eder ve ateşin içine girer. Ateşin gerçek sırrına ulaşır. Ve mutluluk içinde kanatlarını çırpar. Çünkü o can’ı pahasına bile olsa hakikate ulaşmıştır. Önderlik hakikate ulaşmış bir kişilik olarak karşımızda ve bizi hakikate çağırıyor. O anı yaşamak ve ölümsüzleştirmek gerekiyor. Oraya ulaşmak için Önderlik felsefesi ve ideolojisinden mayalanarak PKK’de gördüğüm yaşamın gerçek sırrı ve yaşam bilincini yüksek kavrama düzeyi doğrultusunda yürümek ve o anı kanatlarımı çırpıp özgürlüğe ulaşmanın eylemi içinde olmak istiyorum. Önderliği anımsatan, anlatan, yaşayan, yaşatan, hisseden ve pratikleştiren herkes ve her şey beni daha çok kendine çekiyor. Her yönüyle anlamlandırma beni daha çok eylemli kılınmaya yetiyor. Kendimi ve Kürt gerçekliğini tanımama yol açan Önderlik gerçeğine karşı kişi olarak kendimi daha pratikleştirerek eylemli kılmak az da olsa cevap olmak istiyorum.
İnsanlar kendilerine mutluluk getiren şeyler için muazzam anlamlar biçerler. Bunlar kimisi için yaşamın anlamı, kimisi için özgür yaşam, kimisi için bir aile kurma, kimisi için iktidar olma. Herkesin farklı bir mutluluk payesi vardır. Tabi biz Kürtler ve APOCU fedai militan olma yolundaki adaylar için en büyük mutluluk ve heyecan Önderliğin, demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigmasını oluşturmaktır. Ben de bu gerçeklikler karşısında kişiliğimi, duruşumu ve Kürdistanlı olarak her şeyimi gözden geçirip “kendini bilme, tüm bilmelerin temelidir’’ deyişiyle, yüksek erdemlilik ve hakikat savaşçılığına ben de eylemimle az da olsa bir katkıda bulunmaktan başka hiç bir şey düşünmüyorum. En son Önderlik üzerinde uygulanan tecride karşı bedenlerini ateşe veren ve fedai militan duruşu ile eyleme giden ve eylem yapanlar, artık bize tamamen yüksek düzeyde Önderliği sahiplenme ve savaşmamız gerektiğini gösterdiler. Örgüt hem halkı hem de kadrolarını bu şekilde eğitiyor ve hazırlıyor. Fakat biz kadroların tarihi sorumluluğu yüklenme ve pratikleştirmedeki zayıflıklarımız buna engel oldukça düşman da bundan yararlanarak daha alçakça Önderliğimize yükleniyor. Onur ve şeref sahibi hiç kimse bunu kabul edemez. Belki eskiden Kürtler sadece askeri yönlerini kullanarak bazı isyanlar yapmışlardır. Fakat Önderlik gerçeği Kürtlerin bu özelliklerine yeni bir yaşam felsefesi ve ideolojisi ekleyerek örgütlü bir halk hareketi ortaya çıkardı. TC’nin tüm saldırılarına rağmen bunun bedeli ne olursa olsun Önderlik ilkelerinden ve tutarlı duruşundan tek bir adım bile geri atmadı. Önderliğimizin ilkeli ve açık olan mesajları ile özgürlük hareketimizin topyekûn direniş çağrısı temelinde imha ve inkara karşı büyük özgürlük savaşı; yok edilmeye karşı her alanda var olduğumuzu, sessizleştirmeye ve silikleştirmeye cevap niteliğinde her yerde sesini Kürtçe duyurma ve olduğumuz her alanı özgür direniş kalesine çevirme, siyasi ve askeri bir bütünlük temelinde devrimci halk savaşını gerçekleştirerek eskinin özgür ve kimseye boyun eğmeyen binyıllarca kendi toprakları ve yurtları üzerinde özgür yaşamış Kürt halkı için yeniden özgür olma ve bu bilinci bize kazandıran tüm bu mirasın kurucusu olan Önderliğimizin fiziki özgürlüğünü gerçekleştirmenin çağrısıdır. Önderliğimizin ve Kürdistan’ın özgürlüğü için her yerde örgütlenmiş parti gerçekliğini, örgütlenmiş ve pratikleşmiş halk gerçekliğini, bunları gerçekleştirecek olan bizlerin yani PKK’nin militan kadrosunun dördüncü dönemin militan görev ve sorumluluğunu büyük bir tarza dönüştürüp kendimizde içselleştirerek ve pratikleştirerek gerçekleştirebiliriz. Bu dördüncü stratejik dönemin bize verdiği APOCU fedai militan perspektifidir.
Bize dayatılan ölümü PKK ile yaşama çevirerek, özgür yarınları inşa etme temelinde kanımın son damlasına kadar büyük intikam eylemcisi ve savaşçısı olacağım. Ulus-devlet ve TC’nin bize açıkça savaşmadan özgürlüğün geçekleşemeyeceğini göstermektedir. Benim için Önderliğe ulaşmak; yaşama doğru bir anlam biçmek ve bu gerçeklikler karşısında kendimi sorumlu görmektir. Biz savaşımımız ve mücadelemizdeki kararlılıkla büyüdük, halkımıza özgürlük tohumları ektik. Son zamanlarda artık tamamen kendi sistemimizi gerçekleştiriyoruz. Önderliğin belirlediği ilkeler doğrultusunda düşman yola gelirlerse gelir, gelmezse artık Parti tamamen devrimci halk savaşını devreye koyacaktır. Yani bu yıl, 2012 artık Kürtlerin özgür yaşam yıllı olacaktır. Birey olarak devletin hiç bir zaman samimi olduğuna ve olacağına da inanmıyorum. Çünkü Türkiye’nin tarihi hep komplo ve katliamlar ile dolu. Aslında tüm sistemler yani devletin var olduğu tüm sistemler Kürtlerin yok edilmesine bağlıdır. Bir Kürt olarak bu devletten hiç bir şey beklemiyorum ve zaten PKK de bundan dolayı Kürtler’in ve ezilen halkların hakkını bir bir mücadele vererek alıyor.
Örgütte olduğum süreden içinde örgütün büyük emeği ve çabasına, halkımızın düşman gerçekliği karşısındaki duruşuna, cezaevlerindeki yoldaşlarımızın kendi dillerine ve özgür yaşama olan bağlılıklarındaki irade ve ısrarlı duruşuna, gerillanın büyük mücadelesine ve bunların hepsinin yaratıcısı olan Önderliğin duruşu, kişiliği ve gerçekliği karşısında kişi olarak ancak fedai eylemle cevap olabilirim. Ne kadar cevap olabilirim onu bilemem. Süreç kendini işe doğru verme ve gereklerini yerine getirme zamanıdır. Düşman bizi toplum olarak hep yaralı bırakmaya çalıştı. Fakat şu bir gerçek ki yaralarımızı bir bir sarıyoruz. Kendi yarasını kendi iyileştiren her canlı mutlaka intikamını alır. PKK de Kürt halkının tarihi intikamını mutlaka alacaktır. Ben de birey olarak bu gerçeklikler karşısında bu anlamlı ve büyük mücadeleye eylemim ile cevap olmak istiyorum. Kahraman şehitlerimizden M. Hayri Durmuş arkadaşın “Mezar taşıma halkımın borçlusuyum’’ diye yazılmasındaki büyük görev anlayışı ve sorumluluğu, Mazlum Doğan arkadaşın ihanete ve teslimiyete karşı “BERXWEDAN JîYANE’’ eyleminin inancı, Zilan arkadaşın doğru militanlaşan ve fedaileşen eyleminin iradesi, Beritan arkadaşın işbirlikçiliğe karşı Kürt kadınının Önderlik etrafındaki muazzam kararlılığı, Güneşimizi Karartamazsınız eylemini gerçekleştiren tüm yoldaşlar Önderliğe, özgür yaşama olan inanç ve umutlarını hep dile getirmiş ve pratikleştirmiştirler. Ben de büyük kahramanlarımızın ardılları olarak sizin şahsınızda yok edilmeye çalışılan özgür Kürt ve ilerici insanlığa olan tutkumu eylemimle selamlayacağım...
BU YAŞAMI YA ÖZGÜR YAŞAYACAĞIZ YADA BU YAŞAMI YAŞANMAMIŞ SAYACAĞIZ
DEVRİM BÜYÜK TUTKULARIN ESERİDİR
BÊ SEROK JİYAN NABE
ÖZGÜR KÜRT VE KÜRDİSTAN’IN YARATICISI ÖNDERLİĞİME;
Önderliğim, aslında şu an neler yazacağımı ve neler dile getireceğimi yine şaşırdım. Çünkü siz söz konusu olduğunuzda her şey düğümleniyor, sanki karşımdasınız da heyecandan donup kalmışım. Önderliğim sizin yaratmış olduğunuz PKK ve Kürt halkının içine tam girdiğimde, yaşadığım eksiklikleri, asimilasyonu, aldatılmışlığı, aile çarpıklığını ve sistemin düşürücülüğünü gördüm. Böylece sizi daha çok anlamaya çalıştım. Bu doğrultuda bir katılım sahibi olmaya çalıştım. Fakat bu katılımım tam istendiği gibi ya da sizin gerçekliğinizin, ölçülerinizin belirlediği düzeye ulaşmadı. Ben de sizin yaratmaya çalıştığınız yeni Kürt kişiliğinde kendi gerçekliğimi hissettiğim ve bu doğrultuda size daha çok yaklaştığımı görüyorum. Bu bana çok heyecan veriyor ve bu heyecanımın sizin çizmiş olduğunuz doğrultuda şekillenmesi için yaşamın hakikatini anlamada, özgür kişilik ve toplum yaratımında kendime daha çok yükleniyorum. Önderliğim, bu gerçekler karşısında yaşamımızın, kişiliğimizin gelişimini size borçlu olduğumu ve bu borcu azda olsa hafifletmek istiyorum. Önderliğim, 13 yıla yakındır düşmanın elindesiniz bunu dile getirmek bile bana çok zor geliyor. Alçak düşman belki sizi bizden ayırmaya çalıştı fakat yüreklerin birbiri için çarptığı kuşku götürmez bir gerçekliktir ki sizin yarattığınız mücadele zafere doğru ilerliyor. Önderliğim siz büyük çaba ve emekleriniz ile yaratmak istediğiniz özgür ve bilinçli toplumu ortaya çıkardınız. Bunların karşılığını hiç bir zaman veremeyeceğimiz ortadadır. Öyle ki size karşı gelişen her saldırıda, baskıda, tecritte kahraman gerilla ve Kürt halkı sizin için kendini ateş topuna çevirip düşmanı bertaraf ediyor. Bu sizin nasıl milyonlaştığınızın, toplumsallaştığınızın kanıtıdır. Önderliğim, ben de sizin bir militan adayınız olarak sorumluluklarımı ve görevimi yerine getirmek istiyorum. Size yapılan her baskı, tecrit, zehirlenme ve alçakça saldırılar, yarattığınız her bir gerillanın şahadete ulaşması, halkımızın her gördüğü işkence az değilmiş gibi özel savaş yöntemlerinin sanki hakkımızı verecekmiş gibi davranması karşısında kinim ve öfkem milyonlarca büyüyor. Önderliğim, kalbim bazen o kadar hızlı atıyor ki durdurmak bir yana daha da büyüyerek kendini düşmanda patlatmak ve bu düşmana amacımıza, size olan bağlılığımızın kararlılığına, özgür yaşama olan büyük tutkumuzun iradesini bir daha göstermek istiyorum. Belki tasvip etmediğiniz bir eylem ancak size yapılan alçak saldırılar, halkımızın her gün sokaklarda katledilmesi, yüce kahramanlık sergileyen yoldaşlarımın kahpece kimyasal silahlarla yok edilmeye çalışılması, bize doğanın kanunu olan ve amacımıza ulaşmak için mecburi zor kullanımını yani ölmemek için savaşmayı tek seçenek olarak önümüze koyuyorlar. Artık herkes Kürtlerin hiçbir şeye boyun eğmeyeceğini anlamalıdır. Önderliğim, ben de bu kadar başkası için olabilmeyi yani sizin ve Kürt halkının özgürlüğü için kendimi fedai eylem için hazır görüyorum. Her bir an daha yoğun duygular yaşıyorum ve bu yoğunlaşmaları sizin yarattığınızı bilerek sizi fedai eylemimle kendimde daha vazgeçilmez kılmak ve yaratmak istiyorum. Düşmanın yaptığı bu kadar şeyin mutlaka cevabı olmalı yoksa ne tarih ne biz kendimizi af etmeyeceğiz. Bu yüzden bunu gerçekleştireceğim, layıkıyla cevap olmaya çalışacağım. Ben gerçek kişiliğime veya bir başka değişle öz kimliğime PKK de ulaştım. Benim asıl adım ERİŞ AVENT GEVER DİR. Ve bu böyle kalacaktır. Sistemdeki, yalandan örülmüş yaşamdan ibaretti. Ne yazarsam yazayım sizi hissetmeden, yaşamadan, yaşatmadan söyleyeceğim her şey anlamsız kalabilir. Artık sözden çok eylem zamanıdır. Bundan dolayı yazdıklarımdan çok yapacaklarım sizi benden daha çok anlamlandıracaktır.
BE SEROK JîYAN NEBE
BîJî SEROK APO
Bi CAN Bi XWİN EM Bİ TERENE EY SEROK
ÖZGÜRLÜK İNANCI VE TUTKUSU İLE SAVAŞAN TÜM YOLDAŞLARA;
Önderliğimiz ve halkımız üzerinde uygulanan tecrit, soykırım ve katliamlar hat safhasına çıkmıştır. Belki düşman şuana kadar bizi tamamen yok edememiştir. Fakat şu da bir gerçek ki biz de düşmana ölümcül darbeyi vuramamışız. Şunu herkes biliyor ki: Gerilla savaşı ve böylesi coğrafya ile halkıyla bütünleşmiş bir hareket çabuk çabuk bitirilemez. Süreci zamana yayarak, bıkkınlık yaratarak halk üzerindeki etkimizi kırmak istiyorlar. Böl, parçala, yönet politikasını her zamankinden daha fazla uygulamaya çalışıyorlar. Kürt özgürlük mücadelesi fedai savaş tarzı ile gücünü ispatlamıştır. Tabii bireysel taktik yetmezliklerimiz, kişisel zayıflıklarımız ve sürecin hassasiyetine tam giremediğimizden örgütün istediği savaş düzeyini yakalayamadık. Bu da düşmana moral vermiştir. Klasik savaş tarzımızı aştığımızda Çele, Şemdinli, Farqin eylemlerindeki gibi sonuçlar ortadadır. Düşmanın özel savaş medyası ile sanki bitiriliyoruz gibi propaganda yapması aslında korku imparatorluğunun gittikçe daralmasıdır. Yine Kürt halkının şahlanan mücadelesinin getirdiği kazanımların korkusundan dolayı kendilerini hiç o rüyadan uyandırmak istemiyorlar.
Yoldaşlar, hiç bir zaman sizin Önderlik çizgisinde ve ideolojisindeki bağlılığınızda şüphem olmadı. Siz duruşunuzla, eyleminizle, pratiğinizle zafere büyük kilitlendiğinizi gösterdiniz, gösteriyoruz, göstereceğiz. Ben eylemime giderken sizin bu büyük inanç, irade, karalılık ve özgürlük tutkusu ile Önderlik paradigmasının korucu teminatı olduğunuzu ve bu yolda ne pahasına olursa olsun dönmeyeceğinizi bildiğim için eylemime çok büyük moral ve size yakışır bir yoldaş olmanın verdiği heyecanla yöneleceğim. PKK yoldaşlığı, tarihte az rastlanır bir durumdur, çünkü et ve tırnak gibi birbirinin olma söz konusu. Ben hiç bir mutluluğun, doğru yoldaşlık ve özgürlük savaşçısı olmanın verdiği gurur kadar değerli olduğunu sanmıyorum. Önderliğimiz boşuna yoldaşlığını muazzam, hassasiyet, duyarlılık ve inançla yoğurmadı. Bizler Önderliğimizin teminatı olmak zorundayız. Artık bizler kendimize orta düzeyde bir sahiplenmeyi kabul etmemeliyiz. Önderliğimize yapılan her baskıda T.C’ye kan kusturmalıyız. Kimse Önderlik etrafındaki ateş çemberinden geçip el uzatma cüretini bile göstermemelidir. Süreç çok kritik ve hassastır. Bizler de mücadele ve eylemlerimiz ile Önderliğimize karşı olan hassasiyetimizi ve duyarlılığımızı göstermeliyiz. En ufak bir şeyde bile kır ve kırsalda düşmana atacak adım hakkı vermemeliyiz. Önderliğimizin “24 saat gerillacılık’’ perspektifi ile sürece katılmalı ve bu süreci büyük eylem bilinci ile en yüksek seviye ye taşımaktan başka bir sorumluluğumuz olmadığını bilmeliyiz. Yaşamımızı Önderlik, hareket, halk ve mücadele uğruna gözümüzü kırpmadan veriyoruz. Biz ölüm bilincine vardığımız için yaşamımızı böyle taçlandırıyoruz. Bizler Haki’lerin, Kemal’lerin, Sema’ların, Zîlan’ların, Beritan’ların, Nuda’ların ve Harun’ların yoldaşıyız. Bu kahramanların yoldaşı olmak ancak onların izinde doğru bir militan kişiliğine ulaşmakla olunur. Bizler bunda kararlıyız ve onların başlattığı maraton koşusunun finalini ellerinden aldığımız bayraklar ile Önderliğe ulaştırmaya çalışacağız. Bizler için başka hiç bir şey söz konusu olamaz.
Değerli yoldaşlarım, sizinle geçirdiğim tek bir dakika bile bana çok heyecan vermiştir. İnanınki sizinle halaya durmak, sohbet etmek, yürümek ve dağlardaki o büyük haykırışlarımız bana tarifi imkansız duygular yaşattı. Şuna inanıyorum ki; biz birbirimiz ile o kadar bütünleşmişiz ki her bir yoldaşta binlerin yüreği çarpıyor. Sistemin bizden bu kadar korkması, var gücü ile saldırması bu yüce mücadele yoldaşlığındandır. Düşmanın belki çok şeyi yok etme imkanı var ama Önderliğin yarattığı yeni toplum biçiminin kurmay gücü ve uygulayıcısı PKK yoldaşlığını asla yok edemez. Örgütte iki şey için çok keşke dedim. Birincisi; Kuzey’de savaşmadığım için, fakat savaş alanlarında yoldaşlarımın yaptığı savaş akan kanıma az da olsa derman oluyordu. Benim için T.C devletine karşı savaşmak geçmişin intikamını almak çok farklı. İkincisi; PKK’ye daha erken katılmadığımdır. Ne mutlu bize, öyle bir halk gerçekliğimiz var ki çocuklarını tereddüt yaşamadan gönderiyor. Biz eylemimizle şehitlik mertebesine ulaşacağız ama inanıyoruz ki bizim yerimize gelenler Kürdistan özgürlük teminatı ve koruyucuları olarak gözümüzü arkada bırakmayacaklar.
ÖNDERLİK FELSEFESİ VE İDEOLOJİSİ İLE TANRIÇALAŞAN ZİLAN HEVALİN ÇİZGİSİNDE MÜCADELE EDEN ÖZGÜRLÜĞÜN YARATICILARI KADIN YOLDAŞLARA;
Önderlik nasıl Kürt halkını küllerinden yarattıysa kadının toplumdaki yerini yeniden alması ve özgür bir toplum için rolünü oynaması gerektiğini ortaya çıkararak Kürt kadını şahsında tanrıça kültürünü yeniden yarattı. Tabii ki Önderlik öyle bir gerçeklik ortaya çıkardı ki, toplumda en çok ezilen ve yok edilen kesim, dağlarda özgürlük mücadelesi ve halkı için inanılmadık işlere girişip ve gerçekleştirerek bu konudaki irade, bağlılık ve kararlılıklarını gösteriyorlar. Bizler PKK’yle birlikte kadının özgür olması hatta toplumdaki belirleyici rolünü oynaması gerektiğini anlamaya başladık. Erkek-iktidarcı bakış açısı ve geleneksel yönlerimden dolayı doğru bir cins mücadelesi yürütemedim. Ailemden aldığım bazı özelliklerim sanki yetecekmiş gibi davranmam ve kendimi böyle yansıtmam aslında yeterince zayıflığımın bilincinde olmadığımı gösterdi. Örgüt içinde belki kendimi korumaya çalıştım. Bu konuda bireycilik vardı, fakat cins mücadelesini doğru yürütemediğim kesindir. Fakat Önderlik öyle bir tanrıça kültürü yarattı ki, her şeye rağmen hem halk içinde hem de cins mücadelesinde büyük bir tempoyla yani özgür toplumu kurmadaki belirleyici rolünü ortaya koyuyor. Kadın savaş içerisindeki mücadelesi ile herkese ve her bakımdan kadının gücünü göstermiştir. Sokaklarda annelerimiz ve Kız kardeşlerimiz, dağlarda kadın yoldaşlarımız bu mücadelenin dinamik gücü olduklarını ortaya koydular. İnanıyorum ki Önderlik çizgisinde doğru bir cins mücadelesi ile dünyadaki tüm kadın ve erkeklere, Kürt kadınının tanrıça kültüründeki ısrarını ve toplumun korucu rolünü oynadığını gösterecektir. Tanrıçalaşan kadın şehitlerimiz, duruşları ile irade, fedai yaşam tarzı ve bağlılıkları ile bu potansiyeli açığa çıkarmıştır. Örgütün içinde Önderliğin yaratmaya çalıştığı özgür erkek ve kadın yaratımını tam yerine getiremediğimden dolayı başta tanrıçalaşan tüm şehitlerimize, kadın yoldaşlara ve tüm Kürt annelerine eylemimle özeleştirimi vermeye çalışacağım.
ONUR VE ŞEREFİYLE SAVAŞIP BÜYÜK DÖNÜŞÜMLER YAPAN KAHRAMAN KÜRT HALKINA;
Her millet ve toplumlar kendi özgürlükleri için savaştılar, savaşıyorlar ve şehit veriyorlar. Tabi biz hiçbir halkla kendimizi kıyaslanmayacak kadar katliamlardan, soykırımlardan geçirildik. Kürt ve Kürdistan kelimesi adına dünya üzerinde hiç bir şey bırakılmak istenmiyordu. Böyle bir zulme başkaldırmak öyle kolay olamazdı. Önderlik bir bir toplumun kangrenleşmiş haline çözüm bularak yeniden halkı diriltti. Kürt halkı yeniden dirilmenin verdiği ruhla özgürlük hareketine katıldı ve her şeyi ile destek oldu. Çünkü tarihte Kürtler hep kendi gelenekleri ile yaşamış ve gelişim göstermişledir. Ta ki Türkler Anadolu’ya gelip bizden yardım alıp, güç olana kadar. Kürtler için yaşam Türklerle aynı çıkarlar doğrultusundaydı. Fakat Türkler hiçbir zaman bize karşı samimi ve doğru yaklaşmamışlardır. Güç olduktan sonra bizi hep ikinci plana atmışlar ve asimile etmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır. Biz beraber içtiğimiz bir tas suyun değerini bilirken onlar o bir tas suyun içine zehir koymasını kendilerine layık görmüşlerdir. Kürtçe ve Kürt giysileri giymek suç sayılmış ve öldürülmüşsüz. Bizler Şeyh Saitleri, Seyit Rızaları, Alişerleri ve Koçgirileri unutmadık ve unutmayacağımız için bugün özgürlük mücadelesini durmadan yükseltiyoruz. Dünyada her halk kendi dilini konuşurken bizlere kendi dilimiz yasaklandı. Bir toplum kendi dili, rengi, cinsi ve kültürü ile yaşayamıyorsa, nasıl o toplumun var olduğunu söyleyebilirsiniz. İşte Kürtler için can alıcı nokta burasıdır. Yani Kürt ve Kürtlük adına ne varsa yok etmeye ve bizi de bu duruma mahkûmmuşuz gibi alıştırmaya çalışmışlar ki reflekslerimiz yok denilecek kadar azalmış. Başka bir yerde bir toplumun dilini, bayrağını, rengini inkar edin kıyametler kopar. TC yöneticileri gelip Amed’de Kürtçe medeniyet değil anadilde eğitim hakkı tanımayacağız diyor, bir başkası bizim bayrağımıza paçavra diyor, bir başkası Kürtlere her türlü soykırımı reva gören açıklamalar yapıyor ve bütün bunların karşısında biz sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz. Biz bu kadar kendimiz olmaktan çıkarılmışız. Onur, gurur, şeref ve yurtseverliğe dair azıcık bir damarımız bile varsa bu bizim için her gün serhildan ve her yeri ayağa kaldırma gerekçesidir. Kürt halkının ayağa kalkması ve mücadelesine olan bağlılığı inanın tüm medeniyetlere örnek oluyor. Evlatlarını tereddütsüz özgürlük savaşına gönderiyorlar. Fakat Kürt ve Kürtlük adına hassasiyetimiz ve duyarlılığımız çok gelişmemiş. Hiç kimse gelip Amed gibi bir yerde gelip rahat rahat her şeyi konuşmamalı, bu onun ölüm fermanı olmalı, kimse gelip halkın seçtiği kişileri halkın içinden alma cesareti göstermemelidir. Kimse o değerli annelerimize dokunamamalıdır. Kimse mücadelemizin yaratıcısı olan Önderliğimize saldırı düşüncesini bile aklına getirme cesaretini gösterememelidir. Bunlar bizim her şeyi topyekun savaş alanına çevirme nedenimiz olmalıdır.
Kürt halkı kahramanlıkları ile mücadeleye her zaman sahip çıkmıştır. Fakat içinde olduğumuz süreç çok daha yüksek düzeyde sahiplenmeyi ve direnişi yükselmemizi gerektiriyor. Bu gereklilik tüm maddi ve manevi şeylerden önce gelmelidir. Artık Kürtler Önderlikleri ile özgür ve statüye kavuşmuş bir Kürdistan’da ne pahasına olursa olsun özgür yaşamalıdırlar. Bizim için bu süreç bunları gerçekleştirmeyi farz kılıyor. Bizler dünyanın en eski halkı olarak kendi hür ve özgür irademizle kendi kendimizi yönetmek ve yaşamak istiyoruz. Kürt halkı içine girdiği kararlılıkla bunu gerçekleştirecektir.
Gençler tarihe yön veren duruşları ile toplumun en dinamik gücü olduğunu ispatlamışlardır. Kürdistan gençleri için ise, artık her yeri eylem alanına çevirmeli ve gerilla saflarına katılarak mücadeleyi daha da başarıya götürmelidir. Kürt gençleri, Kürt halkı ve Önderliği etrafındaki ateş çemberini daha da büyüterek sürece katılmalı ve özgürlüğün teminatı olmalıdır.
Kürt halkının yükselen mücadelesi karşısında bizler gerilla olarak ancak pratiğimiz ve eylemlerimiz ile cevap olabiliriz. Kürt özgürlük gerillaları olarak Kürt halkının özgürlüğü için kanımızın son damlasına kadar hep mücadele edip savaşacağız. Eskiden Kürtlüğümüzden hep utanıyor, lanetlenmiş bir halk olarak gösterilip başımızı hep öne eğiyorduk. Fakat şimdi Kürtler özgürlükleri için savaşıyor ve mücadelesi ile var olduğunu gösteriyor. Artık kimseye karşı boynumuzu eğmeyeceğiz. Kim bizi kurbanlık koyun yerine koymaya çalışırsa biz onu kurbanlık yapmalıyız. Kürtler için derlerdi; iki Kürt yan yana geldi mi anlaşamazlar mutlaka kavga ederler. Önderlik öyle bir Kürt ruhu yarattı ki; şimdi her yerde milyonlarca Kürt aynı mücadele için ayağı kalkıyor. Bu büyük kalkışla beraber düşmana son darbeyi iyi vurmak gerekiyor. Bu bilinçle sizlerin bir evladı olarak, halkımın bu onurlu özgürlük mücadelesinin şehidi olmak benim için büyük bir görevdir.
Her yurtsever insan bu sürecin getirdiği görev ve sorumlulukla mücadele etmeli ve bulunduğu her evi, mahalleyi örgütlemeli ve direnişi geliştirmelidir. Şunu hiçbir Kürt unutmamalı: Kürtler hep yalnız bırakılmış ve kimsesizleştirmiş bir halktır, kimseden medet ummamalıyız. Bize yapılan her saldırı karşısında dünyanın gözü görmüyor, kulakları duymuyor, sesi çıkmıyor. Bu gerçekler bizi daha çok birbirimize bağlamalıdır. Ancak böyle özgürleşebiliriz.
AN AZADÎ AN AZADî
HERBİJîTEKOŞîNA AZADÎYA KURT
BÎJÎ PARTİYA KARKEREN KURDİSTAN
ÖNDERLİĞE ÖZGÜRLÜK KÜRDİSTANA SİYASİ STATÜ
BÊ SEROK JÎYAN NABE
AİLEME;
Her insan belirli bir bilinçlenmeden sonra bir amaç için yaşar. 20 yaşıma kadar size layık olmaya çalışarak hep yaşamımı düzenlemeye çalıştım. Sizin iyi bir çocuğunuz olmaya çalıştıkça aslında ülkemden ve halkımın gerçekliğinden uzaklaşıyordum. Yurt ve özgürlük sevdası gelişmiyordu. İnanın benim üzerimdeki emeğinizi ve çabanızı bildiğim için bunun cevabını ancak özgürlük mücadelesinde özgür yarınlar için savaşarak verebileceğimi düşünüyorum. Kimse kendi çevresinden bağımsız kendini ele alamaz. Sizi mutlaka özledim. Sizi andığım zamanlar çok oldu. Aslında şunu söylemek gerekirse; benim üzerimde belirli emekleriniz vardı. PKK ‘ye katılma kararımı biliyordunuz. Bilmenizi belki ilk başta istemiyordum. Ama zamanla iyi ki gitmeden bu konuları tartıştık ve bana katıldığınızı düşünüyorum. Yani size açık ve net bir biçimde neden katıldığımı söyledim. Örgüt içerisindeyken zamanla benim annem Kürdistan’ın değerli yurtsever anneleri olmaya başladı. Ailem ise Kürt halkı olmaya başladı. Evim gittikçe Kürdistan oldu. Hayatım gittikçe PKK oldu. Arkadaşlarım gittikçe özgürlük savaşçıları, yoldaşlarım oldu. Küçücük dünyam gittikçe evren oldu. Annemin iyi bir aile evladı olmaktan çok Önderliğin iyi bir militan adayı olma bilincim oldu. Aslında söylemek istediğim, PKK çok farklı ve ben halkım için savaşmak istedim. İnsan PKK’de çok değer ve bilinç kazanıyor. Kazandıkça daha çok seviyorsun. Örgüt kimseye zorla iş yaptırmaz ama beni savaşa göndermesi için örgütü bir hayli zorladım. Yarın eylem haberimi duyarsanız inanın bu benim istemim ve örgüte dayatmamla olmuştur. Kim ne derse desin bunların dışındaki hiçbir şeye inanmayın. Anne biliyorsun, ben en gizli şeylerimi de sana söyledim. O zaman nasılsa şimdi de bunu böyle başın dik bir şekilde tilililer çekerek karşılamanı istiyorum. Bu eylemim sizi örgüte daha çok yakınlaştırsın hatta gençlerimiz onur ve gurur içerisinde yaşayacakları PKK’ye katılsınlar. Benim bildiğim ailem artık bu işe sonuna kadar bağlanacak, özgürlük mücadelesini büyük kararlılıkla sahiplenecektir.
ANNEME;
Ben senin evladın olarak büyüdüğüm için bazı konularda gerçekten çok şanslıyım. Senin o boyun eğmez yönün ve otoriten karşısında hep etkilenmiştim. Tam bir Kürt annesi profilin vardı. Şimdi bir gerilla annesisin ve buna göre davranmanı senden istiyorum. Her gerilla artık senin evladın olmalı. Bana içinin yandığı kadar yoldaşlarımı da yaşa ki biz büyük yüreklerle bu mücadeleyi zafere ulaştıralım. Senden tek bir istediğim daha var o da eylemimi duyduğunda başın dik, gururlu, onurlu bir şekilde tilililer çekerek karşıla. Gözlerinde tek bir damla yaş olmamalıdır. Siz annelerin değeri çok büyüktür.
BABAMA;
İnan ki senin için ne yazacağımı bilmiyorum. Ne zaman ve ne kadar da zor durumda olsan da bizi iyi yetiştirmeye çalıştın. Duygusal ve onurlu oluşunuz benim üzerimde de yansımasını bulmuştu. En azından dünyaya sizin evladınız olarak gelme benim için bir şanstı. Size toplumda tek küçük kelime söylenmemesi için dağlarda mücadeleme elimden geldiğince dürüst ve samimi katılmaya çalıştım. Sizin verdiğiniz terbiyeye birde örgüt terbiyesi eklemeye çalışarak, halkımın özgürlük savaşçısı olmaya çalıştım. Bunu başarırsam size ve bu özgürlük çizgisine layık olduğumu, bu çizginin doğru bir temsilcisi olduğumu gösterecektir. Baba, senden de annem gibi bu olayı karşılamanı istiyorum. Erkan, Eylem ve Mazlum Doğan’a çok selamlarımı söylüyorum. Onlar da kendi halkı için doğru bir temelde savaşsınlar, en büyük onur ve gurur özgürlük için savaşmaktır. Benim üzerimde emeği olan amcalarım, dayılarım, teyzelerim yengelerim, halalarım ve tüm akrabalarıma selamlarımı gönderiyorum. Gençlerin ise benim için hep ayrı yerleri olmuştur. Sizler de ne pahasına olursa olsun hep Kürt halkı için savaşmalısınız. Kendinize layık göreceğiniz tek şey PKK etrafında doğru bir mücadelenin sahibi olmaktır. Şimdi tek tek isim yazsam çok olur. Fakat herkese verdiğim değer ortadaydı iyi biliniyor ve bu şekilde beni mahsur görürseniz sevinirim. Belki içinizde bazıları katılmıştır (ben sadece Agit arkadaşı biliyorum) fakat yine de daha çok katılmanız gerekiyor. Burada samimi, doğru ve içten arkadaşlık yaptığımız tüm dostlarımıza da selamlarımı söylüyorum. Tüm korku kapılarını kırıp Kürt gerçekliğinin içine girin ve sizi ne kadar hoş karşıladığını, ısıttığını göreceksiniz. Annem şahsında tüm yurtsever annelerin ve babam şahsında tüm yurtsever babaların ellerini öpüyorum. Evlatlarınız sizlere layık oluyor. Ben de layık olursam ismim ERİŞ AVENT GEVER diye anılırsa çok mutlu olurum, mezar taşıma bile bu ismi yazın.
BÎJÎ SEROK APO
YAŞASIN ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ
KAHROLSUN ULUSLARARSI 15 ŞUBAT KOPLOSU
DEVRİMCİ SELAM VE SAYGILAR
ERİŞ AVENT GEVER
11 ŞUBAT 2012
Sadece özgürce yazılmış bir masalı çocuklara anlatmayı istemek, bunun için yola çıkmak ve bu yolda masalın kahramanı olmak... Sonrasında yalnızca çocukların değil, tüm insanların kahramanı olmak. İşte bizim anlatacağımız masalın kahramanı biraz böyle. Çünkü Kürt çocukları hayali masal kahramanlarıyla büyümediler. Onların masallarında uykuya götüren yalanlar değil, hep gerçeğe yol aldıran uyanışlar var oldu. Onlar hep kendi masallarının kahramanları oldular…
“ Geleceği anılarında arayan.
Sırt çantasında yalnızlık.
Dağ gibi yaralı, nehirler gibi suskun.
Gün batmış, güven taşıyor,
gün bitimi şafaklarda.
GÖZLERİ HÂLÂ ÇOCUK…’’
Tıpkı Hasan Sayar ya da Mirza Yusuf gibi… Aslında ikisi de aynı kahraman, iki isim, iki yaşam, tek yürek, tek masal…
Onu ilk Eskişehir’de on yedisini tamamlamış, on sekizinde cıvıl cıvıl, heyecan dolu, yaşama sıkıca sarılmış, yüzünde hep tebessüm olan bir genç olarak tanıdım. Ona baktığında insanın ondaki iç güzelliği görmemesi mümkün değildi, çünkü o yüzünde hep yüreğinde taşıdığı çocuğu yansıtırdı. Yüzü hep bir çocuğun yüzü gibi tertemiz ve berrak, gözleri ise hep bir arayış içindeydi. Tıpkı sistemin kirine bulaşmayan ya da bulaşmamak için büyük çaba, mücadele içinde olan diğer Kürt çocukları gibi. Kürt olmayı o kadar çok seviyordu ki, ona yeni bir dünya dahi bahşedilse asla Kürt olmaktan vazgeçmez, Kürt olmayı bir gurur kaynağı olarak ele alır ve bunu tüm arkadaşlarına dayatırdı. Çünkü o Kürt olmanın anlam ifadesini çok iyi biliyordu. Çünkü Kürt olmak, ne Türk, ne Arap, ne Alman olmaya benzerdi. Zaten yaşadığı yerde Kürt olmak, olmamak demekle özdeş sayılırdı. O bu olmamaya inat olmak, olduğunu kanıtlamak isteyen bir Kürt çocuğuydu ama Kürt olmanın, Kürt olarak varlık kazanmanın hikâyesini tam olarak bilmiyordu.
Çocukluğundan beri bir yandan okuduğu okullarda hep “Türküm, doğruyum…’’ ile başlayan yalandan, ona ait olmayan hikâyeler dinlemiş, diğer yandan anasının kulağına fısıltıyla, gizliden gizliye söylediği, onu kendisi ile buluşturan, mutlu kılan hikâyeler. Anlamadığı, anlam vermediği durum ise neden kendisine ait bu masalları, hikâyeleri, efsaneleri fısıltıyla dinlediğiydi. İşte on sekizine geldiğinde, bunun nedenlerini yavaş yavaş anlıyor, anladıkça daha fazla anlamak, kendine - Kürtlüğe - ait olan her şeyi bilmek ve bildiğini, öğrendiğini, Kürt çocuklarına daha özgür zamanlarda, mekânlarda anlatmak istiyordu. Çünkü o yalanlarla dolu masalların, Kürt çocuklarından neleri çaldığını çok iyi bilmekteydi.
Hep gülen yüzü ile tanıdığım bu çocuğu, bir gün çok öfkeli ve kızgın gördüm. Nedenini anlamak istedim, çünkü biliyordum ki, bu güler yüzlü çocuğu asla basit şeyler öfkelendirmezdi. Eğer öfke duymuşsa mutlaka önemli bir sebebi vardır diye düşündüm. Ben bu düşünceler içindeyken birden “ Neden?” dediğini duydum. “Neden kadınlar intiharı tercih ediyorlar, başka bir şey yapsınlar, dağlara gitsinler, dağlar onlar için en büyük özgürlük mekânı değil mi?”
Artık anlıyordum ki Hasan büyüyordu ve büyüdükçe sorgulamaları arayışları daha çok çoğalıyor, derinleşiyordu. Kadını tanımak istiyordu, kadını tanıdığında tüm yaşamı tanıyacağını, bütün sorularına cevap bulabileceğini anlamıştı, bu yüzden kadını anlamak istiyordu. Batmanlı bir genç olması bu durumu daha da tetikliyordu. Çünkü Batman’da her geçen gün kadın intaharları artıyor ve kadına yönelik şiddet hiç azalmıyordu. Zaten duyduğu kadın intihar haberi de Batman’dan gelmişti. O gece uzun bir tartışmamız olmuştu, anlamak istediği her şeyi soruyor, ikna olmadığı cevaplar olduğunda yeni sorularla anlamaya, kavramaya çalışıyordu. Aslında Hasan o gece farkında olmadan bana çok fazla şey öğretmişti. Bir kadın olarak benim bile çok farkında olmadığım ya da öncelikler arasına almadığım bir durumun önemini anlatmak istiyordu. Ben bile bu gerçekleri yeni yeni bugün fark ediyorum.
O tartışmadan sonra Hasan’ı bir daha görmedim. Bir süre sonra özgürlük mekânlarına yol aldığını duyduğumda ise hiç şaşırmadım, çünkü bu arayışlarının onu özgürlüğe yakınlaştıracağını hep hissetmiştim. Özgürlüğe yolculukta onu en çok tetikleyen ise okuduğu Nasıl Yaşamalı? kitabıydı. Kendisine, çevresine sürekli sorduğu tüm soruların cevabını bu kitapta bulmuştu. Geriye kalan bu kitaptan öğrendiklerini yaşamsallaştırmaktı, bu da ancak özgür mekânlarda gerçekleşebilirdi. O, bunun çok iyi farkındaydı. O mekânlara gitmeliydi ve çocuklara özgür yarınlar yaratmalıydı. Kadınların ölümü değil yaşamı tercih ettiği bir dünya yaratmalıydı ve bunu yaratmaya çalışan kadınlara yoldaş olmalıydı.
O kadınla gerçekleşebilecek özgür yaşamın çok erken farkına varmıştı. Kadınla en çok yoldaş olmayı hak eden değerli yoldaşlardan birisiydi ve öyle de oldu. “Ben, nasıl yaşamalı? Sorusuna cevap bulmuşken, nasıl burada yaşamayı kendime tercih edebilirim” dedi ve tercihini özgür yaşamdan yana koyarak yola koyuldu.
İnsanlar gidecekleri yolları tanımadıklarında bazen tereddüt yaşarlar, kaygılanırlar ama gözlerinde her zaman umut barındıranlar asla umutlarına arkalarını dönmezler. Çünkü onların umutları hep güzel olandan, doğru olandan yanadır. Umutlar güzelliğe, doğruluğa dairse, umut besleyen asla yılmaz. Umudun zafere ulaşması için gerekirse ölümü göze alırlar. Yeter ki umutları hep olsun ve Kürdistan çocuklarına özgür yarınlar bıraksın, bu uğurda veremeyecekleri bedel yoktur. Hasan da böyle bir çocuktu ve bu çocuk Mirza olunca daha da büyüdü, o büyüdükçe hayalleri, umutları ve kavgası da büyüdü. O artık yalnızca umut besleyen değil umudun amansız kavgasını veren olmuştu.
Ben de onun umut yolculuğuna kapıldım. Onun başlattığı bu serüvene katılmamak içten bile değildi. Onun rüzgârına kapılarak yola koyuldum. Ona ulaşmanın umudunu hiç yitirmedim, aynı mekânlara ulaşmıştık ama birbirimizi görme imkânını ise hiç yakalayamadık. Ta ki ben onun yeni bir yolculuğunu duyana kadar…
Tam iki yıl sonra çantamı hazırlamış, onun kaldığı alana gitmek için yola çıkmışken, haberini duydum. Dur durak bilmeyen çocuklar gibi, yine yolculuğa çıkmıştı, arayışlarının macerasını hep yaşamak istiyordu ve bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa yapıyordu. O da Kürt efsanelerindeki diğer kahramanlar gibiydi ölümü hep sırt çantasında, umudu ise yüreğinde taşıyordu. Sırt çantasında taşıdığı ölüm onu bizden ayıramadı çünkü yüreğinde taşıdığı umut bizlere yaşam sundu. O yaşam bizlerden çok Kürdistan çocuklarını yaşatmak, yeni Hasanlar, yeni Mirzalar yaratmak içindi. Kürt çocuklarına kendi masallarını anlatabilmek içindi.
Şimdi soruyorum; hangi ülkede çocuklar kendi masallarının kahramanı oluyor ve kahraman olmak için ölümüne bir bedeli yaşama sunuyorlar? Her şey çocukların bedel vermeden dinleyecekleri masalları olsun, kendi masallarında daha çocukken ölmesinler, hep yaşasınlar diye…
Hasan diğer adıyla Mirza Yusuf bunun bedelini verdi ve yeni Hasanlar, Mirzalar bu bedeli vermeye devam ediyorlar, edecekler… Ta ki özgür bir ülkede, mavi göklere uçurtma uçuran çocuklar, savaş değil kendi barış oyunlarını oynayana kadar.
Elbette bu masalda başkaları da vardı ama onlar şimdi gölgede kaldılar. Çünkü onlar kendi masallarını değil, başkalarının yazdığı -tıpkı tarihleri gibi- masalları tercih ettiler. Kürt çocuklarına anlatılacak, kendi masalının kahramanı olmak Hasan’a yakışırdı. Gözleri her zaman çocuk olan Hasan büyüdü, Mirza oldu. Mirza Kürt çocuklarının yarınları için umut...
Mayıs 2009’da Şehidan Alanında Şehit Düşen Mirza Yusuf ( Hasan SAYAR ) arkadaşın anısına…
Dersim Uğur Kaymaz