Zaman senin baktığın sular gibi akarken, seninle yaşadığımız anılar derin dalmaların gibi birikir yüreğimde. Ve yaşadığımız o güzel anlar, birer birer özlem ve gözyaşı olup akıyor içime.
Günahsızdık, çünkü biz daha çocuktuk. Topraklarından kopartılarak, günahkar olarak suçlanıp, özgürlükleri ellerinden alınan ve yok sayılan Kürt çocuklarıydık. Bu kader değil ve kader olamazdı. Bu sadece Kürt olmanın suç sayılmasıydı. Dünyaya bir kere daha gelsek, baskılara, inkar edilmeye ve zulümlere karşı yine baş kaldırarak, dağlara çıkardık.
Sürgünlere gönderseler de biz hep Kürdistan’da olduk. Geceleri yıldızlarla örtmüşsek de üstümüzü, aç ve susuz kalmışsak da kendi topraklarımızda mutluyduk. içimizdeki çocuğu öldürmek istemelerine inat, hep diri tuttuk o hayallerimizi. Bu hayaller içindir ki, kimi zaman en sevgili insanları toprağa yar ettik, zamansız yolculadık onları sonsuzluğa...
Derinliklerde gizli olan özümüzle buluşmak için el ele verip, özgürlük dağlarına doğru yollara düştük.
İşte sen de özüyle buluşmak için Kürdistan dağlarında gerilla olmaya giden gençlerden biriydin, Ağrı'nın güzel çocuğu. Almanya’da doğup büyümen seni Kürdistan’dan uzaklaştıramamıştı. 2001 yılında ülke topraklarına yöneldin.
ismini Tufan koymuştun, ama dudaklarından eksik olmayan sade gülüşünle ne kadar da yumuşaktın oysa. Tufan denince esip gürleyen, önündekini yıkan değil; aklıma ilk gelen şey, çocukların bakışlarında gizli olan masumiyetti.
Yıllarca Kürdistan’dan uzak yaşamanın intikamı, hayatı çocukça sevmen de gizliydi. Çocukluğunu yaşayamamanın intikamını, hayatı doğalığında yaşayarak alıyordun sanki. Sadeliğin doğayla birleşince, bir başka oluyordun nazlı çocuk. Yaşamın bütün zorluklarına inat olsun diye, çocuk saflığıyla yaşamayı tercih ederdin.
Su gibi akışkanlığın, ateş gibi sıcaklığın karşısında, insanın çocuk olası gelirdi. Senin için hayat hep bir çocuk bahçesiyken, hayatın gerekliliklerini ise olgun tavırlarınla karşılardın.
Senin gibi nice güzel yoldaşımızın şahadetini duymak, yüreğimizde hiçbir zaman iyileşmeyecek yaralar açıyor. Bir zamanlar minicik olan yüreğimiz, yoldaşlarımızın şahadeti karşısında yaralar deryasına dönüşüyor ve ağırlaşıyor. Seninle yaşadığımız anlar, birer birer gözlerimin önünden geçiyor. Sanki seninle hala iki tarafı ağaçlarla kaplı derenin kenarında oturmuş, sohpet ediyoruz.
Geceleri odun toplayıp, ateş yakardık. Demleyerek, közün içine koyduğumuz çayı içerdik. Köz ile yaktığımız sigaramızı içerek, gecenin sessizliğini şarkılarımızla bozardık. fiarkı söylerken, sesini yükseltmeni isterdik.
Sesin hala kulaklarımda... Sen yine çok sevdiğin, “Gökyüzüne çizilmiş resimlere benzerdik” şarkısını söylüyorsun.
Yazın sıcaklığında ilk sığınağın dere kenarları olurdu. Oturur saatlerce suyun berraklığında düşüncelere dalardın. Belki de su sesiyle huzur bulurdun ya da güzel hayaller kurardın. Senin suya masum bakışlarını kıskanarak yanına gelir ve içinde kaybolduğun sessizliği bozardık. Sonra gülen gözlerle sürprizini yapardın, akan derenin içinden buz gibi karpuzu çıkarıp bize ikram ederdin.
Hele kış hazırlığına başladığımızda, sıva için yapılan çamurun içinde çocukça oynardın. Sanki o çamur duvarları sıvamak için değil de, oynamak için yapılmıştı senin için. Elin, yüzün, saçların çamura boyanırdı. Belki hayatında yapamadığın işleri yapmak istiyordun, nazlı çocuk. Ama iş yaparken, aslında hayatında hiç çalışmadığın ne kadar çok belli oluyordu.
Zaman senin baktığın sular gibi akarken, seninle yaşadığımız anılar derin dalmaların gibi birikir yüreğimde. Ve yaşadığımız o güzel anlar, birer birer özlem ve gözyaşı olup akıyor içime. O güzel dağların omzuna yüklediği tüm çalışmaları gönüllüce üstlendin, hepsini de başarıyla tamamladın. Sanki çok eski bir gerillaydın, dağların ustasıydın. Seni ele veren tek şey, Almanca aksanıyla Türkçe konuşmandı.
Şahadetini duymak ve yokluğunun acısıyla yaşamak çok zor, Ağrılı çocuk. Oysa ne hayaller kurardım. Tekrardan özgürlük dağlarında görüşecektik. Ateşler yakarak, “Gökyüzüne çizilmiş resimlere benzerdik” şarkısını söyleyecek ve gecenin sessizliğini bozacaktık seninle...
İhsan Yavuz (Tufan Agirî), 10 Haziran 2007’de Türk ordu güçleri tarafından Amed’in Kulp ilçesi kırsalına yönelik yapılan operasyonda girdiği çatışmada şahadete ulaştı.
Zilan LAÇ
NEDENDİR bilinmez,
Çeker derinliklerine
GEÇMİŞİMİZ,
Boğar,
Damarlarımızdan,
İliklerimize kadar,
Kurutur bizi…
Serilir bedenimiz TOPRAĞA,
TARİH, Selâ verir AN'a,
GELECEĞİMİZ, Gözyaşı döker,
UMUTLARIMIZ, Kefen olur,
Sarılır yüreğimize…
Bir düş görür gibi,
Dolaşırız mavilikleri,
Birden karanlık olur gökyüzü,
Parlar zifiri karanlık,
Işık sanır,
Peşine takılırız,
Koşar adımlarla,
Ölüme yaklaşırız!
1997 yılının Mayıs ayında Eskişehir Anadolu Üniversitesinde okuyan 14 arkadaş daha önceden birbirimize verdiğimiz sözü pratikleştirerek partiye katıldık. Bu arkadaşlardan Zelal (Nebahat Karataş), Merwan (Mustafa Yılmaz), Ferhat, Renas, Bawer arkadaşlar 1999 yılında daha ülkeye yeni ulaşmış ve daha bu cennet topraklara merhaba bile dememişken şehit düştüler. En son Mahir (Zakir Taş) Arkadaşın şehit düştüğünü duydum. Bu arkadaşların anısına yazı yazmak gerekiyordu, fakat yazmanın kendisi kolay olmuyordu. Kolay değildi, çünkü kısa zamanda onlarla mekânı olmayan bir zamanda buluşulunacaktı, zaman kısa olacak ve bir anda yaşama kapanan gözler, yeniden açıldığında ilk önce onların yüzleriyle karşılaşacaktı. Fakat bu olmadı, her geçen zaman, anılarına karşı bağlılıkta kendini sorgulattığında, vicdan sızlatan anlar yaşandığında, yazı yazmak büyük bir yük oluyordu. Suç ağır ve tek bir savunulacak yan kalmadı.
Mahir arkadaş şahsına yazacağım bu yazı bir anlamda bu yıllarda birlikte olduğum ve beraber partiye katıldığım o güzel yoldaşların anısınadır.
Mahir arkadaş Muş doğumlu, yurtsever ve ekonomik anlamda orta halli bir ailenin üyesiydi. Kendisiyle 1996 yılında üniversitede tanıştım. Belli bir süre sonra aynı evlerde kaldıkça kişilik anlamında Mahir arkadaşı tanımam gelişti. Okulda Kürdistan Gençlik Birliği (YCK) örgütlenmesi içinde aktif olarak yer alıyordu. O zamanlar YCK daha çok Türkiye Metropollerinde var olan Kürt gençliği içinde örgütlenmeye gidiyordu. Bir anlamda Gerillanın dağda yaptığını YCK metropollerde yapıyordu. Var olan Kürt gençliğini mücadeleyle, Kürdistan'la, önderlikle, buluşturuyordu. Bizlerin Gerillaya katılmasına ve Kürdistan halkı için mücadele etmeye götüren örgütlenmenin adıydı YCK.
Bu anlamda Mahir arkadaş mücadeleyle bizden önce tanışmış ve aktif olarak ta katılmıştı. Bu okul yıllarında ülke üzerine, önderlik üzerine ve uğruna milyonlarca insanın seve seve ölüme gittiği Sosyalizm üzerine tartışmalarımız oluyordu. Hepimizi en fazla heyecanlandıran ve hayallerimizi süsleyen gerçeklik ise gerillaydı. Bizler için Gerilla ulaşılmaz olunanın adıydı, ancak güzel ve iyi olanların oluşturduğu bir topluluktu.
Gerilla olmak, Kürdistan dağlarında ARGK saflarına katılıp savaşan bir militan olmak! Bu bizim için en büyük heyecan ve içimizi kıpır kıpır eden bir arzuydu. Ölüm bizim için anlamsız geliyordu. Kendi aramızda tartışırken “ Gerilla olalım, elimize kleşi alıp düşmana karşı savaşalım, ondan sonrası önemli değildir, en uzun yaşayanımız 8 ay yaşamalı, daha fazla yaşamak oportünizm olur” diyorduk. Birbirimize bu sözlerle takılıyorduk. Bu sözler yaşamayı anlamsız görmekten değil de mücadele için her şeyin yapılması gerektiğini safça anlatmanın kendisiydi. Tabi bu düşüncelerin bizde oluşmasının nedeni ve belirleyici olanı içinde bulunduğumuz YCK ortamıydı. Her ay Özgür Halk dergisini satın alır ve Ali Fırat’ın yazılarını büyük bir heyecanla okurduk. Bu yazılarda Ülke sevgisi, Gerilla yaşamı, özgürlük ve sosyalizm özlemleri o kadar net ortaya konuluyordu ki Gerillaya katılmak için gereken o kararlaşma sürecini daha da hızlandırıyordu. Elbette başka Kürt öğrenciler de vardı. Onlarda bizlerle ilişki içindeydiler ve hatta bazılarıyla aynı evlerde bile kalıyorduk. Fakat karar verme anı geldiğinde her kişi partiye, Gerillaya katılma kararını vermede aynı yüreklilikte yaklaşamıyordu. Aynı dergide Ali Haydar Kaytan ve Zeki Akıl adlarıyla çıkan yazılar bizi felsefi ve örgütsel anlamda derinleştiriyordu. Yine diğer arkadaşların yazıları üzerinde eğitim görüp, kendimizi kısmi de olsa eğitmeye ve hazırlamaya çalışıyorduk. O zamanlar partinin kurucularından olan arkadaşlara çok büyük bir ilgi duyuyorduk ve onlardan birini görmek bizim için hayal edilemezdi.
Eskişehir'de kendi aramızda yaptığımız eğitimlerde yoğun tartışmalar oluyordu. Özellikle Merwan, Zelal ve Mahir arkadaşlar bu tartışmalarda öne çıkıyorlardı. Üçünün de teorik olarak birikimli olmaları ve diğer arkadaşlarında yer yer onları bilinçlice tartışmaya çekmeleri tartışmaları bazen sabah saatlerine kadar sürdürüyordu. Bu tartışmalarda genelde bir birimizi ikna etmede zorlanırdık. Bir inatlaşma olur ve bu tartışmaları daha da derinleştirirdi. Fakat sosyalizm, Gerilla mücadelesi ve PKK konularında hemen hemen her kes aynı fikirleri paylaşırdı. Özgür bir Kürdistan, Özgür bir Türkiye demekti. Bizlerin ortak düşüncesi buydu. Sosyalizm ancak Kürdistan'da Gerilla mücadelesi verilerek, faşist Türk devleti sisteminin yıkılması ile yavaş yavaş kurulabilecekti.
İnatlaşma denilince aklıma Mahir arkadaş geliyor. Birikimi olan ve kendine güvenen bir yapıya sahipti. Bulunan ortamda söz söyleyen ve kendisini kabul ettiren yanı yanın da, birde duygusal ve kırılgan olan, her an küsmeye hazır duruşuyla ortamın havasını değiştiren davranışları vardı, ama herkes gibi bu özellikleri onun daha da mücadeleci olmasını gerektiriyordu. Mahir arkadaşın yönlendirme ve örgütleme yanları da vardı. Evet, Mahir yoldaş büyük bir askeri komutan adayıydı. Bu abartı değil, var olan gerçekliğin sadece dile gelişidir. Zaten daha sonra parti içinde hep askeri alanlarda kalmasının bir nedeni de bu özelliğinden kaynaklıdır. Teorik anlamda da kendini yetkinleştirme fırsatları varken o askeri yönü tercih etti. Bu bizim bir birimize verdiğimiz sözlerin ne kadar bağlayıcı olduğunu gösteriyor. Gerilla yaşam biçimi en güzel yaşam biçimiydi. Evet, zordu, büyük bir sabır, fedakârlık, inanç ve amaca bağlılık istiyordu, ama biz gençliğin hayallerini süslüyordu. İçinde bulunduğumuz ortamlar, aile, okul, arkadaş çevresi vb. ilişki biçimleri yeterli değildi. Gençlik yılları arayış yıllarıydı ve bizim arayışlarımızın yönü belirlenmişti.
Gençlik yıllarında verilen sözler unutulmaz olur, sözden dönmek o heyecanlı ve ateş gibi yakıcı, bir güzel rüya ya da tatlı bir seher vakti gibi kuşatıcı yıllara anlamsız bir bakışla ve ihanet dolu sözlerle yaklaşmak olur ki, bu bizden uzaktı. Sürükleyen sözün kendisiydi. Sürükleyen sözün kendisinde gizliydi. Verilen sözün anlamı bilinerek verilmişti ki gerekleri yerine getirilmeliydi. Bizlerde öyle yaptık. 1997 yılının Mayıs ayında partiye katıldık. Daha sonra 14 arkadaşın hepsi aynı alanda, eğitim sahasında tekrar bir araya geldik. Özellikle Yunanistan eğitim sahasında partiyi tanıtma, Gerillaya hazırlama amaçlı verilen eğitimlere aktif olarak katılım gösteriyorduk. Yaşama katılımda, görevleri yerine getirme, eğitimlere katılma da her kes gerekenleri yapmaya çalışıyordu. Bu esnada kişiliklerimizi de yavaş yavaş tanımamız gelişiyordu.
Mahir arkadaşın bu dönemde arkadaş yapısı içinde hem tartışmalarıyla ve hem de askeri duruş ve görevlere yaklaşımı yönüyle giderek dikkat çekmesi aynı zamanda bir ilgi toplamasını getiriyordu. Bu bir yönüyken bazen de derinlerde gizli olan ve kendisini dışarıya aniden vuran feodal yanlarıyla Mahir arkadaş ortamda şaşkınlıkların yaşanmasına da neden oluyordu. Dedim ya kişiliklerimizi her yönüyle tanıyorduk. Bu birbirimizi hem eleştirerek doğruya çekmeyi hem de doğru tarzda arkadaşlık ve yoldaşlık yapmayı getiriyordu.
Eğitim sahasında hepimizin yoğunlaşması ülke üzerineydi. Çünkü o zamanın rüzgârı ülkeye doğru esiyordu. Gerillaya gitmek için eğitimin bir an önce bitmesini bekliyorduk. Bir yandan da kaygılarımız doğuyordu ister istemez. Ya sağlık sorunlarımız ortaya çıkarsa, ya parti bizi farklı yere gönderirse diye. Devre sonu platformlarda bizi en fazla korkutan ve gelir diye korktuğumuz eleştiri, arkadaşın askeri duruş sorunları var, arkadaş ARGK' ye uygun değil, iyi bir Gerilla olamaz, eleştirileriydi. Devremiz bitip de gitmeyi beklerken yönetimde olan arkadaşlar bizleri çağırıp konuştular. Ve her yurtsever Kürt insanının hayali, binlerce yoldaşın isteyip de ulaşamadığı ve ulaşamadan şehit düştüğü o kutsal mekâna, güneşin mekânına gideceğimiz söylendi. Parti önderliğinin bulunduğu Suriye sahasında ki Mahsum Korkmaz akademisine gidecektik. Bizler Cuma ya da Fuat arkadaşı görmeyi bile hayal edemezken Önderliği göreceğimize bir türlü inanamıyorduk. Ben ve Mahir arkadaş aynı gruptaydık.
Yunanistan'dan ayrılmadan önce birlikte gidip Atina sokaklarını ve Zeus tepesini dolaştık. Atina'yı en yüksek tepeden seyrederken, gideceğimiz yer üzerine tartışıyorduk. Nisan 1998 de önderlik sahasına geçtik. Burada 6 ay eğitim gördükten sonra önderlikle sözleşemeden 9 Ekim komplosu nedeniyle bu sahayı geçici de olsa bırakmak zorunda kaldık. Ve 1999 başında bu sahada bulunan bir çok arkadaş Gerilla sahasına geçtiler. Mahir arkadaşla en son Maxmur kampında beraber kaldım. Ülkeye geçmesinden sonra bir daha kendisini görme imkânım olmadı. Sadece hangi alanda olduğunu öğrenebiliyordum. Daha sonrasında bu yazıyı yazmaya gerekçe olan şahadet haberini duydum.
Aslında ölüm sorun değildi de, önderliğin her zaman dediği gibi, zamanında ve gerekli olunan anda şehit düşmek gerekir. Tüm gidişler vakitsizdir belki de, fakat bizim için tüm yoldaşların gidişleri vakitsizdir aslında.
96 yılından 99 yılına kadar hep beraber olduğumuz, birlikte kaldığımız bir grubumuz vardı. O gruptan 6 yoldaş şehit düşerken, bazılarımız bu mücadele içinde bu yoldaşların umutlarını da yüklenerek yürümeye mecbur kılındı. Yürümek sorun değil de, anılara boğulup geride kalmak zor olanı, Umutlu olmak ayrı da umutları boşa çıkarmadan yürümek zor olanı.
Daha fazla söz söylemek lâzım, ama ben bu yazıyı Eskişehir Üniversitesinde Okuduğumuz o zamanlarda bu yoldaşlarla paylaştığımız ortak duygularımızı ve düşüncelerimizi, aynı o zamanın heyecanıyla ve o heyecanın diliyle, cümleleriyle sonuca bağlıyacağım.
"Devrimci olmak heyecan ister, kaygısız olmayı, ardına bakmamayı gerektirir. Kendine adanmış değil de adandığın bir amaç ister. Birçok zamanlar seni bağlayan, adım atamaz hale getiren hayallerine bir anda yüz çevirmen gerek. Ve yüzünü dönerken anlamsız hayallerden, çevirip yüzünü sol yanına, sol yanında bulunan o cevhere, bir anlık değil bir ömür seni yürütecek o sevdana sıkı sıkı sarılman gerek. Ötesi kendiliğinden olmasa da gelir. Yürüyeceksin o kadar! Her zorluk acı vermez ki, bilincinde dost olduğun, tanıdığın, olması gerekene giden yolun bir parçasıdır diyecek, bu sana huzur verecek, o kadar!
Genç olmak güzel olacak, yaşam anlam kazanacak o zaman, dahası güzel olacak elinizi uzattığınız her şey, siz bunu bilmeseniz de, bilenler olacak. Kedere boğduracak, hüzün verecek bir anınız olmayacak, en nihayetinde karışıp bu evrenin karmaşasına, bu ahenge renk katacaksınız. Yaşam, şu kısa erimli olan, kim bilir nasıl da kıskanacak sizleri o zaman.
Taşıması zor olsa da, anılar canlı tutulacak, söz anlamını yitirmeyecek, onur olacak, kendisinde gizini saklı tutacak, tılsımı çözülemeyecek, umut; o sürükleyen gizemli gerçeklik kendi ellerimizle oluşturulacak ve bu toprağın çocukları, kadınları, erkekleri, unutmanın ihanet olduğunu bilerek sizleri her zaman yâd edecek. Bu bizlerin sizlere sözüdür.
Sözümüz özümüzdür,Gizemli kılınan gerçekliğin huzurunda, Güneşin mekânında ortaya konulan onurumuzdur."
Yoldaşça Sevgilerimle
Edip Ezgisu
![]()
|
Çukurca’daydım dün gece, halaya durmuştu yıldızlar. Yedi tanesi gökyüzünde süzgün, yedi tanesi güleç, yedi tanesi umutlu ve onurlu. Utanarak baktım gözlerine, tek tek gülümsediler bana. Bir elvedaydı her şey, gece hüzünlü, gece çaresiz bir karartı içinde... Elimi uzattım, dokundum gidişlerine, gözlerimden usulca yedi damla yaş döküldü. Zordu, zorluydu gece. Tebessümüm acıydı, yürek elvermiyordu bu ayrılığa. Sabaha çıkmıyordu hiçbir şey, takılmış, tutulmuş bir zamanın en yitik anındaydık işte. Suskundu bütün ülkem, sessiz sedasız bir gidişe tanıktı insanlık. Utanacaktı düşman, ant olsun ki utanacaktı. Gökyüzü karardığında, aydınlığa muhtaç olduğunda tüm yürekler, işte o vakit utanacaktı tüm insanlık… Yedi özge cana kıymanın utancında boğulacaktı düşman.
Ama şimdi yüreğimde tarifi yapılmaz bir sızı var, orta yerinden kırılan bir zamanın içindeyiz. Peki özlem bu kadar erken yapışır mı yakasına insanın? Bu kadar yakıcı olur mu her gidiş?. Olmaz biliyorum, o Zagros yürekli kahramanlara bir elveda bile diyemeden yolcu etmek onları, henüz 14’lerin acısı dinmemişken yedi canı daha kaybetmek… İşte budur gidişlerindeki karşı konulmaz hüzne sebep, budur yüreklerde yeşerttiğimiz insanlık çiçeklerinin solmasına sebep…
Ölüm ne çirkin şeydir böyle, milyonların yüreğine bir canda milyon ateş düşürürken utanmaz mı bu? Utanmaz tabi, utanır mı hiç Azrail, Latif yoldaşım ona karşı olmamış mıydı kalkan? Düşman işbirlikçiliğinde ölümlere koşarken Azrail, o değimliydi canını siper eden, “canlı kalkan” olan, o değimliydi henüz 18 yaşında cihanın efendilerine başkaldıran. Gencecik bedeni ile durmuştu ölümlere, başı dikti, açık bir özgürlük, başkaldırış manifestosuydu onun kisi, kısa metrajlı bir ömre sığan dev bir mücadele. Ve Latif yoldaşın şahsında ilk şehidini veriyor insanlığa kalkan canlar, cihan ilk “canlı kalkan” şahadetine şahit oluyor. Şimdi savaşa karşı duran bütün diller sussun, susun ve bütün yürekler Latif yoldaşın yüzüne baksın. Eğer halen yürekler alınıp Zagros’a vurulmuyorsa, düşülmüyorsa ülkemin patika yollarına… O halde bütün diller lal olsun, tutmaz olsun tetiklere giden parmaklar…
Zilan bir yıldız oldu şimdi, asılı duruyor gökyüzünde, İştar’ın ardına takılıp gidiyor, gecenin kendi yarısında aydınlatıyor ülkemi. Yağarken üzerine bombalar, gülümsüyor o, gözlerinde görüyorum aksini İştar’ın ona sesleniyor… Halkımın gelini, halaya durmuş besbelli, ne korkar o ölümden, ne korkar zalim tanrılardan. Kocaman bir yüreği var onun emanet almış İştardan. Şimdi bakışlarında sessiz bir elveda, merasim havasında karışıyor tanrılara…
Zilan.. Tanrıçam; Sen bir sevdasın, uçurumlarda açan çiçek gibisin. Halkımın yüreğindeki narsı delen kardelensin sen. İsmin kadar onurlu, ismin kadar kahraman ve kutsal… Yüreğinden öpüyorum seni Zilan, ahtım olsun; geride bıraktığın tüm güzellikleri yaşatacağım, söz, selam olsun sana. Zagros şahidim olsun yaşatacağım seni yüce yüreklerde.
Şimdi yüreğimi mayınlıyorum, sınırların dikeni ellerime dolanmış kanatıyor içimi. Üstlerine yağan bombalar düşüyor aklıma, üşüyorum… Korkudan değil, ölüme duran yaşamların yitişinde üşüyorum. Bir yanımı Gabar’a diğer yanımı Zagros’a, sırtımı Cudi’ye veriyorum, bir dengbejin unutulmuş sesinde kürdün türküsünü söylüyorum. Usulca eğilip Dicle ile Fırat’ın kulağına fısıldıyorum; çağlayın dostlar, çağlayın bu gece, kulakları sağır edin, yedi canınıza kıymışlar, ne duruyorsunuz? Baksanıza Zap suyu nasılda kızıla kesmiş… Eğiliyor başları önlerine, gözleri birbirilerinin gözlerine değiyor ve utanıyorlar…
AGİT, LATİF, LEVENT, MAZLUM, SEYVAN, ŞAHO VE ZİLAN… İştar’la buluşuyor yedi güzel insan. Sözleşmişler bizden habersiz. Gece saklıyor onları, bildikleri tanıdıkları bir yerdeler sanki. Hepsi dizilmişler İştar’ın önünde, İştar’ın suratında ince bir tebessüm, usulca eğilip tek tek öpüyor hepsinin alnından. Zilan yoldaşla göz göze geliyorlar sonra, gözleri doluyor ikinsin de. “Ne çok özlemişim seni Zilan” diyor İştar. Latif hevale dönüyor bu sefer bir anne şefkati ile sarılıyor ona… Başkan Apo’yu soruyor güzel insanlara. Dönüyor yüzünü bütün yoldaşlar İştar’a, soruyor; Ne zaman özgürleşecek güneş? Lal oluyor İştar, gözlerinden akan yaşları silmeye çalışıyor çocuk acemiliğinde, başını çeviriyor öbür tarafa, susuyor…
Şimdi bende susuyorum, ayrılığın ince ve tiz sesi kulağımda. Gözlerimdeki yedi damlayı siliyorum, dönüyorum yüzümü İmralı’ya, güneşe selam duruyorum. Söz veriyorum güneşe; yedi yıldızın aydınlattığı milyonlar senin aydınlığında yıldızlaşana kadar koşacağım, Söz veriyorum düşmanın karanlığını senin aydınlığına boğana dek özgürlüğün ateşini yakacağım yüreğimde, Söz veriyorum güneşim; sen özgürleşmeden hayatı yaşadı saymayacağım, insanlık kazanmadan!! Tanrıya verecek hesabım olmayacak…
Söz veriyoruz…
Silah Arkadaşları
Değerli yoldaşımız Gulan (Filiz Yerlikaya ) arkadaşımızı 7 Haziran 2002 tarihinde önemli bir çalışma içerisinde hain bir komplo sonucu şahadete ulaştı.
Gulan arkadaş özgürlük mücadelesi içerisinde özelde uluslar arası komplo karşısında ideolojik, stratejik, ahlaki, siyasal ve örgütsel derinlik bakımından APO’cu çizgi de ideolojik mücadelesinin temsilciliğini en başarılı bir biçimde yerine getirmiştir. Hem yaşamsal hem de düşünsel anlamda uluslararası gericilik ile Önderlik arasındaki mücadelenin bilincinde olarak, Önderlik bağlılığının, dürüstlüğünün tüm özelliklerini kendisinde taşıyarak, Önderlikle yoldaş olmanın gerekliliklerini yaşamda ve savaşta yerine getirmeye çalışıyordu. Mücadele tarihimizin en kritik aşaması olan uluslararası komploya karşı fedaileşen hareketimizin ve halkımızın öncü militan gücünü göstermiştir.
Komployla hareketimiz arasındaki keskin mücadele çizgisinde Önderliği izleyen Gulan arkadaş, en zor süreçler de en ön saflarda yerini almıştır. Bu anlamda Ş. Gulan gerçeği, uluslar arası komplo ile hareketimiz arasındaki mücadele de Önderlik şahsında somutlaşan ve bir bütün olarak hareket ve halk düzeyinde Önderliğe bağlılığı ve Önderlik çizgisini uygulamanın timsali olmuştur. Bu bakımından, bizim için zorluğu tarif edilemez bir süreç olan ve süreç içerisinde Önderlik kadrosu ve yoldaşı olma yolunda sınandığımız bir dönemde, uluslararası komploya karşı ideolojik, siyasal ve örgütsel düzeyde doğru mücadeleyi vererek, tüm zorluklara rağmen Önderliğe yakınlaşmayı eylemi ve yaşamıyla gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle, örgüt mücadelesinde ve çizgi savaşımında net olan, mücadelemizin büyük zorluklarla yarattığı değerlere doğru biçimde sahiplenen ve değerlerden asla kopmamayı esas alan bir yoldaş olmayı her zaman başarmıştır.
Kararlı duruşundaki ısrarı ile 8. kongrenin ardından 4. kadın kongresine katılımını sağladı. Böylesi bir ortamda acımasızca katledilmesini, ideolojiden, siyasetten, örgütten, süreçten ve uluslar arası komployla, hareketimiz arasındaki mücadeleden kopuk ele alamayız. Gulan arkadaşın ideolojik siyasal ve örgüt içi çizgi mücadelesindeki keskinliğini bilerek, bunun bilincine varıp kavramak ve özümsemek, bizleri süreci hem doğru anlamaya hem de Gulan arkadaşın anısına doğru sahiplenmeye, dolayısıyla onun gereklerini pratikte yerine getirmeye götürecektir. Bu bakımdan komplo gerçeğini onun iç ve dış güçleriyle saldırı yöntemlerini, uluslar arası komploya karşı PKK mücadelesini yerinde ve doğru anlamak gerekir.
Gulan arkadaş, gerillanın direniş mücadelesine en aktif katılan arkadaşlardan birisiydi. Topyekûn savaş ve saldırılar ortamında, Önderliğin bitmez tükenmez çabaları ve bu temelde gerillanın gösterdiği kahramanca direniş süreci içerisinde, amansız mücadelenin en zor ortamlarında yerini aldı. Kendine komutan diyen tasfiyeci çizgiyi dayatanlar karşısında mücadeleye sarılmanın militanı oldu. Bu anlamda uluslararası gericiliğe, APO’cu duruşun ve özgür kadının hiçbir biçimde yenilmeyeceğini ortaya koydu. Hiçbir zaman mücadeleden ve direnişten vazgeçmedi. Mücadelenin gelişimi karşısında, Önderlik çizgisinin militanlık yürüyüşünde her hangi bir ikirciklik yaşamadı. Gulan arkadaş 15 Şubat komploculuğuna karşı, örgütte ve halkta gelişen fedai eylemliliğinin temsilciliğini yaptı. O Önderliğin uluslararası komploya karşı bizi içine çekmek istediği militan çizginin en iyi temsilcilerinden birisiydi.
Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı hareketimizin fedai çizgisine yöneltilen bir saldırıydı. Ve APO’culuğun özü olan fedailiğin tasfiyesini hedefliyordu. Diğer anlamda Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı gerillanın yenilenmesine, yeni bir komuta tarzının gelişmesine, askerleşme de kadının özgürlük gelişimine yöneltilmiş bir saldırıdır. Gulan arkadaşın bu dönemde tutarlı bir pratik tutum sergilediği, bunu tüm zor koşullarda gösterdiği bilinen bir husustur. Kadın özgürlüğünü pratikte geliştiren, zayıf kadını red ederken, kadını güçlendirmeyi esas alan özgürlüğün, örgütlenme, bilinçlenme ve güçlenmeyle olacağına inanan ve bunu pratikleştiren çizginin sahibiydi.
4. kadın kongresinin “Özgür yaşamda ısrar ve açılım” kongresi olarak tanımlanmasına da öncülük ederek Gulan arkadaş netleşme, pratikleşme, açılım ve eyleme geçmenin en seçkin temsilcisiydi. Dolayısıyla Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı özgür kadın hareketine onun 4. kongre ile ulaştığı netleşme ve açılım gerçeğine yöneltilmiş bir saldırı oluyor. Gulan arkadaşa yöneltilen saldırı özgür kadın hareketine yöneltilen bir saldırı anlamını taşıyor.
Gulan arkadaş bir kongre şehidi olarak her zaman anılacaktır. Şehit Gulan gerçekliği, kadın örgütlenmesinde ve kadın özgürlük çizgisinin geliştirilmesinde bizlere çok daha büyük sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluğun bilinciyle Gulan arkadaşı doğru bir biçimde anlayacak ve komplo gerçeği karşısında Gulanlaşarak yol alacağımızı bir kez daha belirtiyoruz.
Mücadele Arkadaşları
Amedin yiğit evladı Sait yoldaş Amedin Xançepek mahallesinde doğmuş, orada büyümüş. Heval Sait dürüst, bağlı ve içten arkadaşlığıyla, yüreği saf, korkusuz bir genç olarak tanınır, herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Kavgaları sevmezdi ancak arkadaşlarına zarar veren olsaydı, kayıtsızca kavganın ortasına atılır, ölümüne savaşırdı. Kimsenin ezilmesine dayanmaz, izin vermezdi, çünkü ezilmişliği iyi bilirdi.
Sait arkadaş fakir bir ailede yetiştiği için, emeğe, emekle yaşamaya anlam vererek yaşamasını bilen bir arkadaştı. Boş zamanlarını kendisine harcamaz, arkadaşların yardımına koşar, gün boyu onlarla dolaşır, onlara destek olurdu. Arkadaşlığa bağlılığı kusursuzdu. İyi ve kötüyü erken ayrıştırabiliyor, sistem karşısında yaşadığı çelişkileri yoğun yaşayıp, yaşamında gereken yol ayrımını bu çelişki ve tepki üzerinden temellendirerek mücadele saflarına katılmıştır. Sistemin çirkin gerçekliği, onun mücadele kararı ve hırsını güçlendiren temel bir etken olmuştur.
Sur kentli yoldaşım güney sahasında her ne kadar yorulmaksızın çalışmalara katılsa da, katılım düzeyi ile yetinmezdi. O, savaşın sıcak sahası olan Kuzey topraklarında yoldaşlarıyla omuz omuza savaşarak, yüreğini kavuran mücadele tutkusunu bir nebzede olsa hafifletmek istiyordu. Zor olan her zaman onun tercihi olmuştur. Görevlerde en ağır yükü kendisi kaldırır, Yürüyüşlerde ise önde yürürdü. Zor veya tehlikeli olanı yoldaşına bırakmaz kendisi üslenirdi.Yani fedakarlığı emekçiliği ve soğukkanlılığı ile örnek alınacak bir militandı Sait yoldaş.
Sait yoldaş ile 2004 yılının aralık ayında Bestanın Mergumare tepesinde Ş. Sorxwin arkadaşın Kampında tanıştık. Görür görmez kanım kaynadı Kekoya. Sonraları anladım ki beni ilk etapta etkileyen onun saf, temiz ve samimi duruşu olmuştur. Bizler Sait yoldaşa Sur kentli veya Keko derdik, çünkü Amed de saygın insanlara Keko derler ve Sait yoldaş saygın bir insandı. Morallere coşku katardı, çok sevdiği Kahtalı miçeyi söyler, avareyi oynar, atışmalarda istisnasız kazanan o olurdu. Çok sevdiği Dama oyununda nadir yenilirdi. Has Amed Şivesiyle konuşurdu, her şeyden önce fazlasıyla açık sözlü, yani bizim deyişimizle dobra dobra idi. Politize olmaktan nefret eder, her şeyi olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla ifade ederdi. Kaygısız, hesapsız duruşuyla çevresindeki yoldaşlarında sempati uyandırdığı gibi, güvenlerini de kazanırdı.
Sait yoldaş yoldaşlar arasında fark koymaz herkes ile ilişkilenirdi. Hesapçı, yaranmacı, çıkarcı yaklaşanlara karşı mücadele eder kaygısızca eleştirirdi. Kim olursa olsun, hani derler ya gözünün nuru da olsa kimsenin gözünün yaşına bakmaz, eleştirirdi. Sait arkadaşın yanında kimse kuralsızlık yapmaya cesaret edemezdi. Mücadele ve eleştiri tarzıyla kimseyi kırmazdı, çünkü herkes onun amacındaki dürüstlüğü samimiyeti ve çıkarsızlığı görebiliyordu. Duygusallığı ve hümanist yanları duruşuna ve davranışlarına yansırdı. Kadın ile yoldaşlığında da rahat, samimi ve doğal olduğu kadar düzeyli ve saygılı idi. Kadın yoldaşlarda kendisine sempati ve saygı ile yaklaşırlardı.
Kekomun hangi güzel özelliğini ifade etsem de yetersiz kalır. Masum bakışları, tatlı gülüşü ve asi yürekliliği ile hafızama yerleşmiş Sur kentli bir delikanlıdır o. Nice savaşlara, sevdalara ve direnişlere tanık Kato Jirka‘nın asi ve gizemli Kayalarına nakşedilmiş bir özgürlük abidesidir Kekom. Sur kentli asi çocuğun kanıyla sulanmış o kutsal toraklarda, yaşam filizlenir, umut yeşerir ve envai renklerden özgürlük çiçeklenir. Kekom gibi yiğitler oldukça halkımız yalnız, ülkemiz kimsesiz kalmayacaktır.
Andımız olsun ki bizleri zafere taşıyacak o kutsal izinizin sadık takipçileri olacağız ve özgür yarınlarda adınızı zafer türkülerinde haykırarak sizlerle yeniden buluşacağız.
Zindan Amed
Bazı gerçekler vardır ki inanmak, kabullenmek istemez yürek, tıpkı silah yoldaşlarının dönüşü olmayan zamansız gidişleri gibi. Bizleri yaşama bağlayan temel değerlerimizden biridir silah yoldaşlığı. Birlikte göğüsleriz en büyük zorlukları, birlikte aşarız en ifadesi zor acıları. Sevgilerin en yücesini, bağlılıkların en anlamlısını barındırır özünde. Her çatışma haberi geldiğinde yüreğin yoldaşlarınla çarpar, onlarla yaşarsın o çatışmalı anları. Merakla beklersin sonuçları. Sonra bir haber gelir, kurşun gibi iner yüreğine, tıpkı Alan arkadaşın şahadet haberi gibi.
Ne kelimeler nede sözler anlatabilir melek yürekli hevalimiz, can yoldaşımız Alanı. Alan yoldaş 1995 yılında Avrupa üzeri PKK’ ye katılır. Katılımından kısa süre sonra Önderlik sahasına gider. Önderliğin eğitim ve yaşam tarzından derinden etkilenen Alan yoldaş Önderliğe ve PKK’ ye tutku düzeyinde bağlılık sözü verir. Dürüstlüğü, sadeliği ve mütevazılıği ile Önderliğin dikkatini çeker. Özlü katılım ve duruşundan dolayı kısa sürede Önder APO’nun sevgisini kazanır.
Alan arkadaş ülke sahasında da savaşçılığında olduğu gibi komutanlığında da mütevazı duruşuyla tüm arkadaşların saygı ve sevgisini kazanmıştır. Sorumluluğunda ki savaşçıları ile ilgilenir, onlarla paylaşır, yetkinleşmeleri için önlerini açardı. Birlikte çalıştığı yoldaşları hiçbir zaman rahatsız olmamışlardır kendisinden. Komutanlaşma üzerine derin yoğunlaşmaları vardı. Klasik, hiyerarşik komuta tarzından kaçınır, mütevazı, yapısı ile bütünleşen, her şeyden önce yoldaş canlısı bir komutan olmayı benimsiyordu. Alan yoldaş APO’cu yaşam tarzı ve kültürünü özünde benimsemiş, olgun duruşu ve hesapsız katılımı bunun en somut ifadesi olmuştu.
Kendine has bir dünyası vardı Alan arkadaşın, bu nedenle kolay tanınmazdı. Maddiyata yer yoktu onun dünyasında. Heval Alanın dünyasını zengin ve anlamlı kılan manevi değerlerdi. Kapalı ve sakin kişiliğinden kaynaklı özü ve yetenekleri pratikle birlikte açığa çıkardı. Mücadele tarzında bireysel kaygılardan uzak örgütselliği esas alma hâkimdi. Bağlılığı ve dürüstlüğü ile yoldaşlarının ve örgütün güvenini kazanmış bir yoldaştı. Genel yoldaşlarla olduğu gibi kadınla yoldaşlığında da samimi ve sadeydi heval Alan. Diyalog ve sohbetlerindeki içtenliği, güler yüzlülüğü sıcak ve güvenilir bir ilişki tarzını yaratırdı.
Alan yoldaş 2003 yılında kendi öneri ve dayatması üzerine Mardin alanına geçer. Şehit düşmeden öncede Alan arkadaşın Mardin pratiğinden övgüyle bahsedilirdi. Aktif katılım ve öncülüğüyle önemli bir rol üstlenen Alan arkadaş başarılı eylemin sahibidir de. Yine eylem yapmak üzere Mardin'in Derik ilçesine giden Alan yoldaş, talihsiz bir baskın sonucu şehit düşer.
Ruhu gözleri kadar berrak yoldaşım;
Seninle son yolculuğunda vedalaşmayacağım, çünkü yüreğin yüreğimizde, ruhun ruhumuzda yaşayacak. Bizler kutsal izinizde yol alırken sizlerle yaşayıp, sizlerle savaşacağız. Çünkü karanlığa bürünmüş bu acımasız çağda, sizler yolumuzu aydınlatan, yüreğimizi umutla besleyen kutsal değerlersiniz. Bizlere emanet ettiğiniz mücadele değerlerini yükseltip zafere ulaştırmayı en kutsal görev bileceğiz.
Silah Arkadaşları
Zağroslar, tarihin en asi ve geçit vermez direniş kalesinin abidesi. İskender’e geçit vermedi, zorbalığa meydan okudu, asırlardır tarihe beşiklik edip evlatlarını yetiştirdi. Ana özgürlük kokan çocuklarına bağlılığı ve sözünü her zaman diliminde tuttu. Çocuklarını büyük bir şevkatle sarıp, tarihin her köşesine damarlarını saldı. Evlatlarını, tarihin değerleriyle büyüttü ve uygarlığın özüyle bütünleştirip özgürlüğe mal etti. Zağrosların silsilesi uygarlığın ana tanrıçasıdır. Nasıl ki Çarçela yaşamın su kaynağıysa, nasıl ki Govendê asiliğin kutsal abidesi ise, Cilo'da kahramanların yıkılmaz kalesi olup savaşçılarını sahiplendi ve evlatlarıyla tek vücut oldu. Bir yılanın süzülüşü gibi, dağların zirvelerinden sessizce akıp bu tarihe karışan Avaşin, sabrını batının sıkılan mermilerinde haykırdı. Govendê batısı Cilo'nun eteklerindeki Geliyê zap deresi, bitimsiz anıların canlı tanığıydı. Her birinde bir anlam, bir tarih ve bir tanıklık vardı. Her birinde bir sanat, bir kültür ve bir birlik vardı. Savaşçılar teker teker yollarını sürdürüp kararlı adımlarla Zağroslara doğru ilerliyorlardı. Şimdi hızlı ilerlemenin sırası gelmişti. Yeni bir zaman yolculuğunda, cilo sessizliğini bozmadan saygı duruşuna geçmişti.
Cilo'nun saygı duruşuna geçişi, Çarçela'nın ilham kaynağını dürtülenmiş yüreğindeki Diyarbakır sevdasının şarkısını evladı Amed için söylemişti. Amed yoldaş zamanı kendi bedeninde durduruyor ve sınırı basmış olduğu adımlarla ortadan kaldırıyordu. Çünkü o sınırı beyninde ve yüreğinde aşmıştı. Çünkü o gerillanın yenilmez birikim tecrübesiydi. Zağros’un vicdanı, yüreği ve beyniydi. Karlı yamaçlar onunla bütünleşmek için adeta yarışa giriyor ve güneşin sıcaklığına kendilerini bırakıp Amed’leşmek istiyorlardı.
Tüm doğa kendi derinliklerinde yol açmış, dağ taş doğanın ahenginde mermer olup önünde sıraya dizilen geçitler gibi selama duruyorlardı. Bütün yollardaki sular ve dereler bir kalbin duruşu gibi dona kalıyordu. Başı dik bir kararlılıkla Amed yoldaşa geçit veriyorlardı. Yaşamın anahtarı çözülmüş, kilitler kırılmış, kapılar sonuna dek büyük özgürlük yolculuğuna hazır bir halde açılmıştı. O gün Amed yoldaş hedefine ulaşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Bastığı her bir yerin tozu dumana karışıp, gökyüzünde halaya dururcasına halkalaşıyordu. Doğa mutluluğunu yaşıyordu süslerken tabiatını, reyhanlar kokusuna kavuşuyordu bedenlere sinen güzellikleriyle. Bu güzellik ruhun ve bedenin özgürlük buluşmalarıyla süslenince, Agit yoldaşın diyarıyla bütünleştiriyor ve Botan'ın asi duruşuyla büyüleniyordu. Arazi, susuzluğunu Amed yoldaşın alın terinde gideriyordu. Son geçit bütün yürek ve doğanın bütünleşmesi, özgür ruhun kendi mekanına ulaşmasına sahne olmuştu.
Bir bir bütün yaşadığı olaylar gözünün önünde canlanıyordu. Yıllar ispatlasa da gözler bir türlü inanamıyordu. Bu yolun sonu, başkentin direniş abidelerinde son adımını atmaya çalışıyordu.
Amed yoldaş yüreğinin sesini dinliyor ve yüreğindeki aşkın güzelliğiyle Kürdistanlaşıyordu. Amed de yaşadığı güzel ve hiç unutmayacağı iki yılın aşkı ve gücüydü, onu Botan ve Zağroslara aşık eden. Gerilla hayatını daha çok Zağros ve Botan da yaşamıştı. Amed yoldaş bedeniyle yazılacak olan direniş destanına tanıklık ederken, yeni bir sayfa açmıştı. Başkentten sonra özlemini içinde taşıdığı hasretliliğini, mekanı olan Zağroslara gelerek aşmaya çalışıyordu. Bundandı yüreğindeki sevinci ve coşkusu. Her ne kadar ayaklar yürümek istemese de, dizler kırılmış olsa da, Zağroslara dönmek onun için bambaşka bir anlamdı. Çünkü o Zağrosların dili, yüreği ve beyniydi.
Helwest Partizan
Umudun peşine takılmış çocuklar, sırtlarında taşırlar umudunu bir parça ekmek, ve birazcık tuz gibi. Gezerlerken tüm diyarları bu umut ile gittikleri her yer o umuttan bir parça bırakırlar, kendilerinden bir iz bırakmak için. Yüreğindeki güç ile arşınlarken teker teker toprağı, doğaya salarlar umut ettiklerini ve umut tohumlarını. Bir gezginci ya da bir serüvenci gibidirler onlar. Her bir insana farklı şeyler söylerler. Her bir mekânda farklı yaşam karelerini bırakırlar. Kendilerine dair bir şeyler bulmak zor olsa da, umutlarına, inançlarına, özgürlük ideallerine ve hayallerine göre birçok şey görür ve tanık olursun. Yürüdükleri yolda bir durak, aştıkları mekânlarda kendilerine ait bir yerleri yoktur. Her yer onların, her yerde hem varlar, hem de yoklar, sürekli ileri! Derler onlar. Onlar tüm özgürlüklerini, umutlarını ve kendilerine ait gördüklerini alıp giderler sırtlarında ekmek ve tuz gibi…
Belki de Şurkej arkadaşı en güzel bu anlatım tarif eder. O kendi yolunda ilerlemeye baş koymuştu. Bunun için ne onu kimse durdurabildi, ne de onu buralarda tutan.
Gençti, sabırsızdı, kendisinde sınırları taşımıyor ve kabul etmiyordu. Atılgan ve sıcakkanlı idi. Bütün umut ve hayallerini bir ana sığdırmaya çalışıyordu. Sanki yarın olmayacakmış gibi. Sanki bir daha gerçekleştiremeyecekmiş gibi. Belki de hiçbir şeyin hayatında yarım kalmasını istemiyordu. Arayışlarıydı onu bir anda birçok şeye yönelten. Gitmek istiyordu sadece, kendini bulacağı, ifade edebileceği ve kendini var edebileceği diyarlara… Onun için diyordu “Benim için sadece gitmek vardır.” Devrimciliğin böyle sıradan olmayacakmış gibi, devrimciliğin böyle bekleyerek, durarak olmayacağının bilincine varmıştı. Ve kendisi asla böyle durağan bir devrimciliği yapmamaya kararlıydı. Ve bu kararlılık ile ilerledi umut yolculuğuna. Doğrudur devrimciler durmaz, onlar yürür, ilerler ve ulaşmak istediği sona ulaşır.
Her insanın kendini anlatabileceği, ifade edebileceği ve kendisini bulduğu mekânlar, zamanlar vardır. Bu her insan için o kadar çok farklıdır ki, birini diğeriyle kıyaslayamazsın. Bu temel doğrultusunda insanın kendisine çizdiği bir yol vardır. Bu bazen dar engebeli patika, bazen doruklara yükselen kayalıklar, bazen de kendini sonsuzluğa bırakan uçurumlardır. Özgürlük mücadelesinde her şahadet yaşanılmış ve ayrıntılarda kendisini gizleyen bir gerçeği ifade etmiştir. Her birinde farklı yaşam anıları, farklı anlam damlaları vardır. Her biri kendisiyle beraber bizlerden bir parça alarak gider. Ardında bıraktığı birçok şey vardır insana ve mücadeleye dair. Ardında bıraktığı yaşam ve mücadele gerçeği vardır. Ardında bıraktığı tamamlanması ve yerine getirilmesi gereken amaç ve umutlar vardır. Ardında bıraktığı yaşam değeri ve yoldaşlık gücü vardır. Çünkü geride kalanlar vardır bu yolun ardılları olarak ilerleyen. Onlardan da birer parça alıp gider umudun yolcuları. Bu parçaları alıp götürür ki, yaşam yollarında onlarında izleri kalsın.
Şurkej arkadaşı ilk gören herkesin ona sorduğu soru “Senin ismin niye Şurkej” diye sorardı. Bu isim onun hayallerinin timsaliydi. Kendinde yaratmak istediği ve kendinde aşmak istediği hususları ifade ediyordu. Aslında kendindeki farklılığı ifade ediyordu. Tıpkı her insanın farklı olması gibi…
Rozerin Amed
“Biliyor musun güzel arkadaşım ben insanın iç yapısının hep temiz olduğuna giderek inanan biriyim. Kötülük dedikleri olgu sonra da insana bulaşıyor. İnsan özünde hep biraz adaleti, eşitliği, kardeşliği, beraberliği ve sevgiyi kendi içinde barındırıyor. Sınıflı toplum adeta her şeyi alt üst ediyor. Yılların alışkanlıkları tarz haline gelince neredeyse genetikleşiyor. Diyeceksin neden o zaman o kadar kötülük. Bende derim ki en kötü insanın o denli duygusal yaklaşım sergilemesini neyle izah edeceğiz o zaman. Çünkü insan gözlemliyor da, en kötü olan insan dahi o kadar duygu yüklüdür ki yaşamın pragmatist ve çıkarcı bakışı, ön yargılı eğitim biçimi, sınıflı toplum, dini dogmalar, kan bağı adına geliştirilen milliyetçilik insanı kirletiyor. Ve insan bu tuzakta kendisini kurtaramıyor.
İşte değerli arkadaşım ben buna inanıyorum. Daha fazlasına da inanıyorum. Biliyor musun her insan birazda doğuştan bu nedenlerden dolayı birazda PKK'lidir. Eğer PKK'li olma olgusu adalete, eşitliğe, kardeşliğe ve özgürlüğe adanmışlık ise her insandan bu değerler şöyle ya da böyle vardır. Önemli olan bu cevheri görüp açığa çıkarmadır. Kimi insan bunu açığa çıkaramıyor. Kolay olan sınıf eğilimlere esir düşme yolu seçiliyor. Verili olanı herkese uygulayabiliyor. Ama önemli olan verili olmayanı yani sıra dışı olanı uygulayabilmektir. Kendi içindeki bir nevi bilinçaltına itilmiş olan benini açığa çıkararak kendin olmayı becerebilme oluyor ki bunu da herkes yapamıyor ya da herkese buna cesaret edemiyor. Söylemek istediğim özcesi insanın toplumsal esaretinden dolayı kendi içinde var olan ilk insanı açığa çıkaramamasıdır. Kendi içindeki PKK’li olan insanı doğurtmamasıdır. Bu da insanlığın bir talihsizliğidir.
Güzel insan, ben PKK'li insanın çok temiz olduğuna içten inanan biriyim. PKK'li insan ilk sömürüsüz insandır. İlk tahakkümden uzak olan insandır. Hiyerarşiye hep kafa tutan insandır. Kan bağından uzaklaşmış olarak toplumsalmış insandır. Dini motifleri salt ayinle ilgili düzeyde ele alıp putlaştırmayan ilk insandır. Bak etrafında ki insanlara yani PKK'li insanlara hep başlangıçta böyle değil miydiler? Katılma kararı verirken hep böyle değil miydiler? Yine daha büyük amaç ve umutlar için yola çıkmadılar mı?
O kadar güzel insanlar bu uğurda gitti ki!
O kadar güzel insanın acısını yüreğine gömmek artık zor geliyor. Birde hevalim en seçkin, en güzel insanlar gidiyor. İnsan zorlanıyor.
Diyeceksin ki;
Gerilla bir özgürlük türküsüdür ve biz bu türküyü söylemekle görevliyiz. Bu türküyü söyleyenin morali düşemez. Düşmemelidir.
Diyeceksin ki;
Gerilla bir özgürlük arayışıdır ve bu arayışı güçlü olanların morali düşemez, tersine düş kırıklıkları yüksek coşku performansıyla giderilir.
Diyeceksin ki;
Gerilla bir güzelleşme eylemidir ve bu eylemi gerçekleştirebilecek olanlar ancak en üst düzeyde güleçliği koruyarak bunu yapabilirler.
Ve diyeceksin ki;
Gerilla bir kendini gerçekleştirme olayıdır ve o zaman kendini gerçekleştirmek için sonuna kadar gideceksin.
Bende diyorum ki; bunların hepsi doğrudur.
Buna varım diye bilmek için geldik bu dağların zirvelerine.
Ve hep yukarıda söylenen hayallere kavuşmak için tüm acılara inat direndik.
Hep biraz da bunun için ayakta kaldık.
Hep birazda bunun için bizi pazarlamak ve satmak isteyen tiplere karşı dimdik ayakta durduk.
Ve tabii ki biraz da şeyh Bedrettin misali ‘yârin yanağından gayri her yerde her şeyde hep beraber diye bilmek için ‘ bu yollara düştük ve devam ettirilmesinde ısrarlı olduk. Ancak güzel yoldaşım dedim ya, devrimciler birazın ötesinden insanlar olarak birazın ötesinde duygu yüklü yaratıklardır. Ondandır ki; her yoldaşının bir yıldız misali kayışı bedeninden ve ruhundan kayan bir parça oluyor. Ve seni senden alıp götürüyor. Bu gerçekten dayanılması zor bir duygudur.
“Peki, Kürt gençleri bu dayanılması zor olan acıya nasıl cevap vereceklerdir?
Elbette Delila tarzında vereceklerdir. Onun gibi dağları kendine mesken ederek “benim meskenim dağlardır” diye haykıracaklardır. Bir Delila yerine bin Delila olursa yaşanan acılar biraz hafifleyecek ve Delila’lar uzandıkları topraklarda rahat uyuyabileceklerdir. Aksi takdirde gençlik, insanlık ve Kürtlük adına yapılacak olan sadece ve sadece gaflet ve hatta birazda ihanet olacaktır. NURİ DERSİMİ’NİN halen bugün kulaklarımızda çınlayan “onların sana tek bir kelimede amansız, emredici ve kahredici bir vasiyeti var; intikam intikam intikam. Girdaplara atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın feryadını dindirmek için intikam…”
İşte bunun için diyoruz Delilaların arkadaşı, yoldaşı, adaşı, hemşerisi, hısım ve yakını olunabilinir. Başkası da asla!
Tekrardan ama daha tok bir sesle;
BİR İKİ ÜÇ DAHA FAZLA DELİLA VE DELİLALAR İÇİN KÜRT GENÇLİĞİ DAĞLARA !!!
*Bir gerillaya yazılan mektuptan alınan alıntı.
Kasım Engin
Yalnızlık nedir? Yığınlar kalabalığı içerisinde diğerlerine benzememe savaşımı mı, yoksa diğerlerine benzeşme mi. Özünde yalnızlık tek başına yaşanılmaz, en acı yalnızlık kalabalık içerisinde öteki olarak yaşamaktır. Yaşam, doğasına aykırı bir biçimde farklılıkları sindiremeyen monoton bir akış içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Diğerlerine benzeşirsen ilkesizleşiyor ve kendin olmaktan uzaklaşıyorsun. Diğerlerine benzemezsen yalnızlaşıyorsun. Yüreğini güzelliklere ve gerçeklere açmışsan bir o kadar da acıya ve yalnızlığa açmışsındır. Sinan arkadaş kendi olma kavgasını verdiğinden yüreğini acıya da yalnızlığa da açmıştı. Sinan arkadaş tüm zorluklarına, acılarına rağmen kendi olmayı ve kendi kalmayı başardı. Kendi olma savaşımını sürekli olarak verdi. Nedense hiçbir öncü kişilik içinde bulunduğu çağ içerisinde anlaşılamamıştır. Heraklitos adlı doğa filozofu kendi çağdaşları tarafından anlaşılamadığından yaşadığı aydınlanma karanlık olarak adlandırılır yine kendini bilme ve hakikat aşkıyla yanıp tutuşan Sokrates’in düşüncelerinden dolayı cezalandırılması, Hezarfen Ahmet Çelebinin uçacağına kimsenin inanmaması, Şeyh Bedrettin’in urganın ucunda güneşin batmadan önceki hali gibi solması, inandığı doğrulara sahip çıkma adına bu güzel insanların eril gerçeklik içerisinde yalnız yaşamalarına ama başları dimdik ayakta ecelsiz can vermelerine neden olmuştur. Değişenler yanında değişmeyen çok şey var yaşamımızda. Hala Aristo mantığını ve Newtoncu bakış açısını aşmış değiliz. Yaşama ve insanlara yaklaşımımız bir tekrardan ibaret. Beraber yaşadığımız gerçek ve güzel insanlar olan devrimcileri tanıyamıyoruz. Şahadetini hala kabullenemediğim sanki bu yazıyla şahadeti kesinleşecek olan Sinan arkadaş da bu güzel devrimci ruhlu insanlardan. Belki de o genç yaşına rağmen saçlarına yıldız misali düşen aklar yol arkadaşlarına kendini tam olarak anlatamamaktan ya da anlaşılamamaktan.
Sinan arkadaş 1977 Maraş Elbistan doğumludur. Devrimci hareketlere çocuk yaşlardan itibaren ilgisi vardır. Kürdistanlı olması ve yaşanan çelişkileri derinden yaşaması Onda sisteme muhalif bir karakter yaratmıştır. Sistem dışı arayışları oldukça güçlü olan Sinan arkadaş özgürlük arayışlarına cevabı PKK ideolojisinde ve onun yaşam anlayışında bulur.
Sinan arkadaş, 94 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünde okurken özgürlük hareketiyle tanışır. Üniversitedeyken yurtsever gençlik çalışmaları içerisinde sorumlu düzeyde görev yürütür. Olgun, zeki, tutarlı, disiplinli duruşuyla arkadaşların ilgisini çeker. Öğrenci gençlik içerisinde çalışmalarını örgütledikten sonra özlemi olan gerilla sahasına ulaşmaya çalışır. 1998 yılında Yunanistan’da Georgidas Thepıhılos Akademisine gelir. Yaşamdaki duruşu, eğitimdeki özlü katılımı, ilişkilerindeki paylaşımcılığı kısa süre içerisinde eğitim sahasında belirginleşmesine neden olur. Kısa bir süre eğitim gördükten sonra eğitim çalışmalarında yönetim düzeyinde görev alır. Sinan arkadaşın düşüncelerindeki sistemlilik, üslubundaki çekicilik, bilgilerindeki derinlik iyi bir eğitimci olmasını sağlar.
Yavaş ancak istikrarlı bir biçimde ilerlemeyi seven Sinan arkadaş fazla girişken değildi ve duygularını herkesle paylaşamıyordu. Az gülerdi ama içten gülerdi. Duygularını dışarıya yansıtmakta zorlanırdı. Onu tanımayanlar için oldukça analitik görünen Sinan arkadaş duygu yüklü yanıyla aklını dengelemişti. Mücadeleyle tanıştıktan ve Önderliğin çözümlemelerini okuduktan sonra derin bir yurtseverlikle duyguları kökleriyle buluşmuş kendinde var olan insanseverlik özgürlük hareketi ile bilimsel bir karakter kazanarak daha kapsamlı ve çok yönlü bir kişilik kazanmıştı. Özgürlük ideolojisiyle etkileşim içerisine girdikçe özkarakteri daha fazla gün yüzüne çıktı. Duruşuyla her zorluğu göğüslemeye hazır olduğunu ve ölümüne bu mücadeleye sarıldığını kanıtladı. Sinan arkadaş bireydeki bilinç ve duygu birliğinin yürek ve beyin ortaklaşmasının anlamlı ve güzel bir örneğidir. Özgürlük hareketine katılımının temelinde de hareketimizin yoldaşlık ilişkilerindeki sadeliği ve paylaşımlarda yaşanan derinliği vardı. İnsana verdiği değer ilişkilerinde somut ifadesini buluyordu. Onun için insanların insan olma savaşımını yürütmeleri sevilmeye değer kılardı onları. Bireylerin yaşadıkları ne olursa olsun anlatmaya ve anlamaya yürek ortağı olmaya çalışırdı. Bunu yaparken hem iyi bir dinleyiciydi hem de iyi bir eğitmen. Sinan arkadaş yaşamıyla, sohbetleriyle hatta duruşuyla insanları etkilemeyi ve karşısındakine yön vermeyi başarıyordu. Bunu yaparken karşısındakine de hissettirmeden, iradesine ve yaşadıklarına saygı göstererek bunu yapıyordu. Sevmek Onun için emek harcamak ve birbirinin iradesini kırmadan paylaşmaktı. İlişkilerinde karşısındakinin kendisine benzemesini istemez, herkesin özsel gerçekliğiyle yaşama katılması gerektiğine inanırdı. Kendisiyle yürüttüğü en büyük savaşım ise duygularını daha güçlü dışa vurmaya yönelik savaşımdı. Kolay değildi kendisine yıllarca duygularını dışa yansıtmaması öğretilmişti. Sinan arkadaş girdiği her çalışmaya büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve o çalışmayı herkesten daha iyi bir biçimde başarırdı. Çok yönlü olan Sinan arkadaş’ın Yunanistan’daki eğitim sahamızda yaşama her yönlü katılımı söz konusuydu. Eğitim sahasında görülen eğitimlerden sonra yapılan moral çalışmaları eğitim konularıyla bağlantılı olarak yapılan tiyatrolarla yoğunlaşmaların yansıtılması biçiminde eğitim olarak geçiyordu.
Mücadelenin zorlu ve çetrefilli süreçlerini yeni olmasına rağmen tek başına ayakta kalarak aşmaya çalışan beyniyle ve yüreğiyle etrafını aydınlatmaya çalışan bir arkadaştı. Sinan arkadaşta kabalık yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlardı. Mücadele ederken de, emek harcarken de, seni eleştirirken de bunu hep çaktırmadan yapardı. Göstermelik olan herkesin göreceği şeyleri yapmayı sevmezdi. Bu yüzden çoğu zaman yüzeyselliğimle onun uzlaşmacı olduğunu söylediğimde kendini içtenlikle anlatmaya çalışırdı. Sinan arkadaş hemen ret etmeyi sevmezdi ve mücadelesini anlık değil zamana yayarak yürütürdü. Yaşama ve insanlara ucuz yaklaşmazdı. Emek harcarken de bunun karşılığını beklemez ve değişimin kolay olmadığını bilirdi. Onun için önemli olan karşısındaki insanın özgürlük arayışlarını güçlendirmek ve kafasında kişinin kendisine ilişkin soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu nedenledir ki birçoğu anlayamazdı Onu. Bu derinlikli dünya yüzeysel yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Kuzeye gitme ve pratikleşme istemi olmasına rağmen bunu birçokları gibi yaygara kopararak yapmamış ama sürekli olarak pratikleşme istemini örgüte yansıtmıştı. Sinan arkadaş için hiçbir zaman kendi istemleri önemli değildi. Onun için örgütün istediği yerde ve biçimde çalışmak en doğrusuydu. Bunu anlatamamanın ezikliğini sürekli olarak yaşadı. Biraz da bu atmosferin yarattığı ağır etkilenmeyle gidişine hız kazandırdı. Uzun yıllardan sonra ülkede ilk kez Mahsum Korkmaz Akademisinde gördüm bu görüşmemizin son görüşmemiz olacağını nereden bilebilirdim ki. Yağmurun altında saatlerce tartıştık sırılsıklam olsak ta yüreğimizde yıllardan sonra birbirimizi görmenin sıcaklığı vardı. Birde ben Onu anlatılanların dışında gördüğüm için, eski özünü yitirmediği için mutluydum. O ise kendini anlatmanın ve yürek ortağı olmaya çalışmanın iç huzurunu yaşıyordu. Bir daha birbirimizi hiç görmedik. Uzaktan da olsa haberlerini alıyordum. Amed’ten güçlü bir komutan olarak döneceğine ve hareket içerisinde önemli görev ve sorumluluklar üstlenebileceğine inanıyordum. Sinan arkadaş devrim yükünü omuzlamada öncü düzeyde katılabilecek, güzel düşünceli ve temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı. Kadınla ilişkisinde sürekli olarak özgürleşme mücadelesini kendisiyle yürüten, kadını tanımaya çalışan, kadınla geleneksel güdüsel yaklaşımlar dışında dostluk kurmaya çalışan bir arkadaştı. En ufak bir yanlış anlamanın, karşısındakini kırmanın o kişinin yaşamına mal olacağından korkuyordu. Sade, çıkarsız, sakin ve insanı derinden tanımak isteyen bakışları, pırıltılı gözleri genç yaşta olmasına rağmen saçlarına düşmüş aklarla ve kendi kimliğine ait olgun duruşuyla görmüş geçirmiş kişilere ait yaşam bilgesi edası çevresindekileri etkilemesine yetiyordu. Arkadaşları etrafında toplamak için özel bir çaba içerisine girmesine gerek yoktu. Gerçek bir devrimci olduğunu öncelikle kendi yaşamıyla insanlara kanıtladığından çekiciydi.
Bu yazıyı yazana kadar yazmanın konuşmadan daha kolay olduğuna inanıyordum. Ama bu yazıyı yazarken bunun hiç de böyle olmadığını anladım. İlk defa bir yazıyı yazarken bu kadar zorlandım ve yokluğuna hala inanamadığımı gördüm. Kışları hiç sevmem. Gerilla için ölümdür, hareketsizliktir kış. Bir de senin 2007 kışında Amed’de belirsizlikler içerisinde tam olarak bilmediğim bir tarihte yitip gitmen kışa olan öfkemi daha fazla arttırdı.
Heval Sinan gerçek bir devrimciydi. Adı Taylan’dı. Taylanken de devrimciydi. Taylan Sinan oldu ve daha da bir güzelleşti. Bir gün çıkıp geleceğinin inancını bunları yazarken dahi taşıyorum. Bu kadar erken olmamalıydı be heval. Artık kimseyle derin paylaşımlar yaşamama kararı aldım çünkü en güzeller en erken gidiyorlar ve şuna inanıyorum. Kurşun adres tanır bu yüzden hep en iyileri, en güzelleri seçer. Ölüm sana hiç yakışmıyor. Utangaç ama muzır gülüşünle karşımızda dur yine. Biliyor musun heval Sinan, hani derler ya kendim için istiyorsam dönüşünü namerdim. Bu tür zorlu süreçlerde senin gibi düşünen ve yaşayan insanlara ihtiyacımız var. İçinde yaşadığımız süreç senin gibi gerçek devrimcilerle yürütülebilecek bir süreç. Sen gerçek bir devrimcisin. Sen gerçek bir Apocusun heval Sinan. Ve bu yüzden kabul edemiyorum bizleri bu kadar erken bırakıp gitmeni. Daha yapacağın çok şey vardı heval. İnsanın içindeki acının yarattığı zehiri intikam alması akıtırmış. Senin ve diğer yoldaşlarımın intikamını almadıkça acınız içimde zehir gibi kalacak ve akıtmayacağım. Seni şimdiden çok özledik gerçek devrimci…
Ş. Mazlum