Halil Dağ'ın Botan Dağı Günlüğünden - 5
'Sizden de bir iki arkadaş bizimle gelebilseydi, iyi olurdu' dediğinde karanlık bir patikada karşılaşmıştık ve bir komutandan çok bir arkadaşın duygularıyla söylenen bu sözler dile geldiğinde, 2007 yılının tamamlanmasına sadece bir kaç saat kalmıştı.
'Ben geliyorum' deyip sırtımdaki eşyaları arkadaşlara bırakıp geriye döndüğümde, içten içe burkulmuş ayağımın ağrısını düşünüyordum ama ne yılın bu son görevinin dışında kalmak, ne de bu arkadaşlığı karşılıksız bırakmak istemiyordum.
Botan eyaletinin bu çiceği burnunda, genç komutanı en önde, savaşçıları arkasında, ben de en arkada erzak çekmek için yola koyulduğumuzda, O'nu düşünüyordum. O'nun için çiçeği burnunda dediysem, gençliğindendir, tecrübesizliğinden değil. O'nun çekirdekten yetişmiş bir komutan olduğunu hem ben, hem de bu gece ardı sıra yürüyen bütün savaşçıları çok iyi biliyorduk.
Henüz otuz üç yaşında olan Botan eyaletinin bu genç komutanı yürüyüş kolumuzun en önündeydi ve zifri karanlık bu gecede yeni bir yıla doğru yürüyorduk. Çocuk denecek yaşta gerillaya katılan, savaşın birçok alanında kalan, ateş içinde yoğrulan bu komutanın masmavi gözlerini göremesem de, altın sarısı gülüşünü duyuyordum.
Yılın bu son ayaz gecesinde diğer bölgedeki arkadaşlara götüreceğimiz erzağın gömülü olduğu yamaca tırmanırken arkadaşların neşeli sesleri vadinin uçurumlarında yankılanıyordu. Her zaman gerilla kuralları konusunda uyarıcı olan Ferhat arkadaş, bu gece arkadaşları uyarmanın ötesinde, gecenin en çok şaka yapanıydı.
Bütün dünyanın yeni bir yıla girmek için harıl harıl hazırlandığı şu saatlerde Botan gerillası, komutanından savaşçısına kadar yine görev başındaydı. Ve benim dışımda bu gece herkes gülüyordu. İçten içe ben de gülüyordum ama bu sol ayğım başıma bela olmuştu. Bir türlü arkadaşların yürüyüşlerine ve gülüşlerine yetişemiyordum. Yaban keçileri gibi tırmandıkları uçurumlarda arkada kalmak zoruma gitse de, geriden de olsa bu geceye katılmak mutlu olmama yetiyordu.
Ferhat arkadaş ise, bu gece herkese takılıyordu ama en çok da, içimizdeki en yaşlı ve en kısa boylu olan Herekol isimli arkadaşa takılıyordu. Herekol da bir an için bile olsa ondan geri kalmıyordu. Erkendi'lilere özgü uslubuyla Ferhat arkadaşın her sözüne hızla cevap veriyordu.
Ulaştığımız her kayalıkta Ferhat arkadaş Herekol'a seslenip 'Herekol seni bu kayalıktan atayım mı?' diye soruyor, Herekol da, her defasında büyük bir içtenlikle 'at da, kurtulayım' diye cevap veriyordu. Ve Herkol'un bu sitem dolu sözlerinden hemen sonra bir kahkaha tufanı sarıyordu geceyi. Nedense, dondurucu ayaza, kaygan uçurumlara rağmen bu gece arkadaşlar her şeye, ağız dolusu gülüyorlardı.
Komutanından savaşçısına kadar bir ordu hep beraber gülebiliyorsa, bu ordu asla yenilmeyecektir, diye düşünmemin nedeni, düzeyleri ne olursa olsun, hangi kesimden gelmiş olurlarsa olsunlar, birbirlerini sevdiklerini hissetmemdi. Mevsimin ve düşmanın bütün gücüyle üzerlerine gelmek için hazırlandığını bildikleri halde, kendi iradelerinden başka hiç bir silaha sahip olmadıkları halde ve var olan yiyeceklerini önce diğer arkadaşlarına taşıdıkları halde böylesine içten ve böylesine ortak gülebiliyorlarsa, onları yenmek mümkün müdür, diye kendi kendime sorup duruyordum, arkalarından yetişmeye çalışırken.
Gömme yapılmış erzağı toprak altından çıkarmaya başladığımızda yeni yıla çok az bir zaman kalmıştı.Un torbalarını ikiye bölüp tek tek paylaştırırken Ferhat arkadaş, kendi elleriyle hazırladığı en hafif torbayı da getirip bana verdi. İtiraz etmeme rağmen 'bu gece sen hafif alacaksın' demesi zoruma gitmedi değil. Zoruma giden O'nun yoldaşça yaklaşımı değildi elbette. Zoruma giden bu geceye bu düzeyde katılıyor olmamdı.
Başta eyalet komutanımız olmak üzere, herkes yarım çuval unu sırtlayıp diğer arkadaşlarla randevulaştığımız yere doğru yola koyulduğumuzda, ben ve Herekol önden hareket etmiştik. Önden çıkmıştık çıkmasına da, Herekol yine yolu karıştırmış, beni burkulmuş ayağımla aşılması imkansız uçurumlara sürüklemişti. Arkadaşlar bize yetişip, neşe içinde yanımızdan geçtikleri sırada artık ellerimle yürümeye başlamıştım. Arkadaşlar geçerken yine Herekol'a takılsalar da, bende bir terslik olduğunu da fark ettiler.
Yol boyunca, her geride kalışımda bütün grubun beni bekliyor olması, beni iyice rahatsız etmeye başlamıştı. Katkı sunmak için katıldığım yeni yılın bu ilk görevinde ağırlık pozisyonuna düşmem canımı iyice sıkar olmuştu. Ara vermek için durduğumuz ilk mağaraya en son ulaştığımda karanlığın içinde duyduğum gülüşlere başkalarının da eklenmiş olduğunu hemen fark ettim. Diğer bölgeden bir kısım arkadaş bizi karşılamaya gelmişti. Ama yürüyüş devam edecekti.
Ferhat arkadaş 'hem ayağının burkulduğunu söylemiyorsun, hem de kendini en önde öneriyorsun' dediğinde bu gece boyunca ilk defa şaka yapma fırsatı bulmuştum ve hemen 'bu yılbaşı partisini kaçırmak istemedim' diye karşılık verdim. O bu sözlerime gülse de, beni burada bırakmaya kararlıydı.
'Biz gelinceye kadar burada kalıyorsun' dediğinde ise yükümü arkadaşlara paylaştırmaya başlamıştı bile. Ben ise ikircilikliydim. Bir yandan ağır yürüdüğüm için grubun sık sık beni bekliyor olması görevi geciktiriyordu, diğer yandan ise yükümü arkadaşlara vermek istemiyordum ama her iki durumda da arkadaşları yavaşlatıyordum.
Ferhat arkadaş, bu ikircilikli halimi fark etmiş olacak ki, yanıma gelip 'sen görevin en zor bölümünü yaptın, bu unu o yamaçtan indirdin ya, yeterlidir. Daha fazla zorlamana gerek yok, zaten az kaldı' deyip tekrar yola koyulduklarında içim rahatlamamıştı ama o mağarada onlar geri gelinceye kadar beklemeyi kabul etmiştim.
Neşe içindeki sesleri hızla uzaklaştığında, Botan topraklarında harcanan bu tarifsiz emeğin ve gencecik Kürt çocuklarının yarattığı bu eşsiz değerlerin bir halkın yükselişini ifade ettiğini çok biliyordum. Ve İmralı Adası’ndaki o güzel insanın denizler ötesinden bizlere ulaşan 'nasıl ki doğada var olan bir şey yok olmazsa, toplum için yaratılmış bir değer de hiç bir zaman kaybolmaz' sözleri ise dağlardaki Kürt çocuklarının, saldıran kim olursa olsun, bu savaşı kazandığını anlatıyordu.
Bir an için saate baktım. Saat gece yarısını yedi dakika geçiyordu. Sanırım uzaklarda koca bir dünya, milyonlarca insan 2008 yılının bu ilk dakikalarını, benim hayal bile edemeyeceğim bir biçimde eğlenerek kutluyordu. Ve sanırım eğlenen bu dünyanın insanlarının hemen hemen hepsi, Botan gerillasının bu gece görevde olduğundan habersizdi.
Bense burkulmuş ayağımla arkalarında da kalsam, komutanından savaşçısına kadar Kürt halkının en sade çocuklarıyla, Botan'ın bu eşsiz gerillasıyla yeni yılın bu ilk dakikalarını karanlık patikalarda paylaştığım için mutluluk duyuyordum.
Halil DAĞ / BOTAN
Halil Dağ'ın Botan Dağı Günlüğünden - 3
'Buralar tam inziva yerleridir, heval Xelil' dediğinde sobaları yakma zamanı henüz gelmemişti ve su getirmeye gidecek olanlar sabırsızlık içinde havanın kararmasını bekliyorlardı. Sibirya soğuklarının Kürdistan dağlarını da vurduğu şu günlerde henüz istediğimiz karlar yağmamıştı ama biz kış kamplarımıza çekilmiş, tartışmalarımıza başlamıştık. Takvimler Ocak ayının yirmi birini gösteriyordu ve yer altında kurduğumuz bu karanłık odalardaki hayatımız yerli yerine oturuyordu.
Gaz lambasının kırmızı ışığında oturmuş Botan Eyaleti'nin otuz yedi yaşındaki bu kadın komutanının simsiyah gözlerine bakıyor ve Beritan filmini tamamladığımız o günden beri böyle bir inzivaya çekilmeyi ne kadar çok istediğimi düşünüyordum. Ama var olan bulgur ve pirincimizin bardak bardak hesabını yaptığımız, çay şekerimizi teker teker dağıttığımız, ekmeğimizi günlere bölerek paylaştığımız gerçek bir inzivayı aklımın ucundan bile geçirmiyordum.
Bu düşüncelerimi ona anlatırken, geceler boyunca kan-ter içinde uğraşarak, bir kilo unun bile hesabını defalarca yaparak, bir de bütün bunların ötesinde, Türk ordusunun bütün saldırılarını göğüsleyerek hazırladıkları bu kış üslenmesinin büyüklüğünü vurgulamak istiyordum. Işıksız, ateşsiz, güneşsiz bu mağarada yaşadıklarımızın, benim için çok daha iyi ve çok daha anlamlı olduğunu dile getirmeden edemedim. Çünkü, yaratıcı ve özgür ruhlu insanların en büyük saldırılar karşısında en güçlü arınma ve direnmeyle karşılık verilerek yaratılacağına bütün kalbimle inanıyordum.
Bu nedenle, daha önce bir minnet borcum olan Gülnaz Karataş'ın bu en eski arkadaşına ikinci bir minnet borcumun oluştuğunun farkındalığıyla aynı gaz lambasının ışığında ben de susuyordum. Susarken aklımın labirentlerinden böyle bir inzivaya, bu inziva içinde karşımda oturan Nuda isimli bu kadın gerilla gibi susmaya ne kadar ihtiyaç duymuş olduğumu düşünüyordum.
‘92' yılında Almanya'nın Mannheim kentindeki bir gece okulunda başladığım ve Beritan filmini tamamlayıp kuzeye yöneldiğim 2007 yılının Temmuzuna kadar süren kameramanlık hayatımı ve kameramanlığımla başlayan ve onunla paralel yürüyen gerillacılığımı, sanat ve savaşın iç içe geçtiği bu dağlarda merak ve heyecanla atıldığım çalışmalarımı, bu çalışmalar içinde kurulan arkadaşlıklarımı, yoldaşlıklarımı, ilişkilerimi, bu ilişkiler içinde yaşadığım doğrularımı ve yanlışlarımı, yanlışlarımın ve doğrularımın toplamından oluşan hayatımı karşıma koyup cesaretlice tahlil ettikten ve acımasızca yargıladıktan sonra, şimdiye kadar yaptığım bütün herşeyi bir kenara koyup, sanatıma ve savaşıma kendimi tekrardan yaratarak, bir kez daha ve 'İbrahimhalil' ismiyle başlamayı hep hayal etmiştim.
Bilgeliğin ve doğal toplum ruhunun halen hüküm sürdüğü Botan dağlarının, Botan dağlarında sadece yaban keçilerinin ziyaret ettiği bu kuytuluk uçurumun, bu kuytudaki ellerimizle kazdığımız yer altı mağarasının, bu mağaradaki bu soğuk odanın, bu odadaki kadın gerillanın karşısında oturduğum bu sessizliğin otuz beşimden sonra kendime bir kez daha başlamak için en uygun yer olduğunu iliklerime kadar hissediyor, yıllardır aradığım o başlangıcı bulmanın sevinciyle heyecanlanırken, Botan'ın bu kadın komutanına Beritan filminden sonra bir kez daha borçlandığımı unutmuyordum.
Nuda arkadaş sessizce oturduğu gaz lambasının bu kısık ışığında bütün bunları düşündüğümden habersizdi elbette ama O da, ben de yaşadığımız bu inzivanın bu topraklarda yaşanan ne ilk, ne de son inziva olmadığını, bizden önce binlerce yıl boyunca bilincin ve iradenin özgürlüğü için Kürt insanının bu kuytuluklara sığındığını ve aydınlanmanın önüne geçmek için Türk ordusundan önce nice orduların ihtişamla kurulup bu topraklara seferler düzenlediğini de çok iyi biliyorduk.
Beritan filminin çekimleri esnasında Gülnaz Karataş'ın vurulduğu günden beri kayıp olan mezarının izlerini bulduğumuz ve hiç beklemeden aramaya koyulduğumuz o günlerde, Beritan'ın cenazesini nasıl teşhis edeceğimizi düşünüyordum. Yıllar önce gizlice, sessizce yoldaşları tarafından saklandığı gömütünü açtığımızda, Bertan'ın kendini uçurumdan attığının işareti olan boynunda, göğsünde ve bacaklarındaki kırılmış olan kemikleri gördüğüm halde içim bir türlü rahatlamamıştı. Beritan'ın kayıp bedenini bulup, O'nun toprak altındaki güzel yüzüne dokunmuş olsam da, dokunduğumuzun O olduğundan tam olarak emin olmak istiyordum. DNA testi yapma olanağımız yoktu ama ayağındaki ayakkabılarından belindeki şutığine, sarı elbisesine kadar, son fotoğrafındaki bütün izler birbirini tutuyordu. Yine de, O'nu tanıyan birisinin son noktayı koymasını istiyordum.
Nuda arkadaş bu çelişkileri yaşadığımız sırada 'Beritan benim arkadaşım' diyerek ansızın çıkıp geldi ve O'nu görmek istedi. Beritan'ın gömülü olduğu mezarı bir kez daha onun için açarken ben sessizce Nuda arkadaşı takip ediyordum. Beritan'ın yüzüne on üç yıl önce kapatılmış olan beyaz örtüyü kaldırdığımız o ilk anda Nuda arkadaşın yüzünde gördüğüm o ifade benim için yeterli olmuştu. Yıllar sonra arkadaşının gülen yüzünü ve o yüzü sevimli kılan gülümseyen ön dişlerini hemen tanımıştı ve ilk defa o zaman filmimizi gerçeğe çeviren bu ifadeye borçlandığımı hissetmiştim.
Şu gaz lambasının kırmızı ışığında O'nun yüzünde gördüğüm gülümseme ve ondan daha derinde gördüğüm ise yine aynı ifadeydi. Bu ifade nasıl Beritan'ın filminde içime su serptiyse ve sinema alanında yaptığım son çalışmama hayal ettiğimden daha büyük bir anlam kattıysa, ilk kez vurulduğum ve ilk kez kanımın aktığı Botan dağlarının bu soğuk ve ateşsiz gecelerinde sanata ve savaşa en baştan ve yeniden, bir kez daha atılırken, karşımda duran aynı ifade hem cesaret veriyor hem de anlamlandırıyordu.
Nuda arkadaş kalkmak için davrandığı sırada ansızın durdu. Daha önce bir kez minnet borcumun oluştuğu o ifadeyle yüzüme bir anlığına baktı ve ne kadar sürdüğünü tam olarak bilmediğim bu sessizlikte aklımdan geçen bütün bu düşünceleri okumuşcasına şu sözleri söyleyip gittiğinde heyecanlanmamak elimde değildi:
'Halil arkadaş, sen çok güzel çalışmalar yapacaksın.'
Halil DAĞ / BOTAN
Halil dağ'ın Botan Dağı Günlüğünden - 2
'Kuzey yollarında da sana şarkı söyleyeceğim...' diyordu bardaktan boşanırcasına yağan ilkbahar yağmurları altında sırılsıklam olduğumuz ama yine de o son video klipleri çekmekten vazgeçmediğimiz günlerde. Çok sevdiğim ve gözüm gibi koruduğum kameramın ıslanıp bozulma riski olduğu halde, her şeyi göze alıp 'bu sese değer...' diyerek Delila'nın peşine düştüğüm Zap vadilerinde yaptığımız bu çalışmanın Kürt halkının yazılmamış tarihine kalacağını içten içe hissediyordum.
Sırtına davulunu alıp şarkı söylemek için Zap'ın en yüksek tepelerine tırmanan bu kızın, O'nun ruhundaki güzelliğin ve sesindeki içtenliğin aklımı çelmiş olduğunu söylesem kızmazsınız değil mi? Her ikimiz de kuzey yolculuğuna hazırlandığımız o günlerde Delila'yı klip çekimleri için alıkoymam komutanları tarafından eleştirilse de, yine de her defasında izin veriliyor olması bu sesin, bu güzelliğin, bu ruhun bütün herkes tarafından onaylandığına işaret ediyordu.
Ve Delila'yı şarkı söylemeye ikna etmek ise hiç de zor olmuyordu. Şarkı söylemeyi her şeyden çok seven bu kız birazcık olsun içtenliğinizi hissetsin yeter, açıverir gönlünün bütün kapılarını, yüreğinde demlediği bütün ezgileri döküverir akarsulara... Onunla çalışırken hiç zorlanmazsınız. O çoktan hazırlanmış sizi bekliyordur ve isteğinizden daha çoğunu, daha güzelini seve seve verir.
Yağmurların göz açtırmadığı baharın o ilk günlerinde O'nunla çekim yaptığımız her klip çalışmasının, başlarken tasarladığımdan daha güzel olmasının tek nedeni O'nun katılım biçimiydi. O her defasında tahmin ettiğimizin ötesine geçer, bir ölçü daha yukarı çıkar ve hepimizi hayretler içinde bırakırdı. Ben ise her çalışmaya başlarken 'Delila bu defa ne ekleyecek acaba?' diye düşünmeden edemezdim. Belki de bir tek bu nedenden dolayı O'nunla çalışırken büyük bir sevinç duyardım.
En sevdiğim yanı ise kendini sevmesiydi. Hepimiz O'nu beğenirdik ama sanırım O'da kendini beğenirdi. Bunu belli etmemek için elinden geleni yapardı ama içindeki bu çocukça duyguyu bir türlü gizleyemezdi. Bunun farkında oluşum ve imâlı sözlerim O'nu çok kızdırırdı. O'nun bu kızgın hallerini çok severdim ve kendini sevmeyen insanın başkalarını sevemeyeceğini de çok iyi bilirdim.
Bu düşüncemi O'na hiç bir zaman söylemedim ama kızdığı zamanlarda da kendimi sakınmasını bildim. Eli çok ağır ve yumrukları çok güçlüydü. Ve çekimini yaptığımız kliplerin yönetmeni bendim. Her ne kadar O şarkı söylemeye başladığında hepimizi peşinden sürüklese de, son söz benim olurdu. Bazı çekimleri tekrar ettirdiğim zamanlar oldukça sinirlenir ve O'na yönetmenin ben olduğumu hatırlattığımda ise hemen sıkılı yumruklarını gözlerinin hizasına kaldırır 'heval Halil gardını al!' derdi. Ben gözlüklerimi korumak için hazırlanırken, O atılır 'zaten önce o gözlüklerini lens yapacağım' derdi. Derdi de, yine de bütün söylediklerimi harfiyen yerine getirirdi. O bizim neşemizdi...
Zaman zaman kuzeye birlikte geçeceğimizi hayal ediyor ve yol boylarında çekeceğimiz klipleri tasarlıyor olsak da, ben bir daha karşılaşmayacağımızı hissediyor ve zamanı bir kez yakalamışken yapabileceğimin en iyisini yapmak ve bu Kürt kızının en güzel resmini çekmek için uğraşıyordum.
En büyük korkum ise, yıllar önce Kandil Dağ'ının bir kuytusunda karşılaştığım ve Delila'nın yakın arkadaşı olan Newal Beritan'ın çekimleri sonrasında yaşananları tekrardan yaşamaktı. Newal Beritan'ın, dinlendiği zaman dillerden düşmeyecek olan 'be kes mam' isimli Soranca söylediği şarkısını iki bin yılının ilk aylarında kaydetmiş, görsel yayın yapan kurumlarımıza göndermiş, ancak bundan dört yıl sonra televizyonlarda Newal dışında hepimiz seyredebilmiştik.
Çünkü Newal o yılın baharında Zap suyuna kapılıp yaşamını yitirmişti ve bana ise 'sana bir daha şarkı söylemeyeceğim, çektiklerin kaybolup gidiyor' diyen sitemli sözleri kalmıştı...
Delila ile çalışırken her defasında Newal'i konuşuyor ve yaptıklarımızın sonucunu kuzeye geçmeden önce görmesi için elimden geleni yapıyordum. En büyük isteğim Kürt halkının bu sesi, bu güzelliği, bu ruhu daha o aramızda iken tanımasıydı. Yine başaramadım...
Ondan önce yola koyulup kuzey topraklarına ayakbastım ve arkamdan gelenlere sorduğumda, kliplerimizin sadece bir kısmının yayına uygun görüldüğünü ve Delila'nın da ancak bu kadarını görebildiğini söylediler.
O'nun ulaşma hayallerini kurduğu Garzan topraklarına doğru yola koyulduğumuz Ağustos ayının son günlerinde radyolardan O'nunla çektiğimiz bütün kliplerin müzikleri yayınlanıyordu. Yürüdüğümüz bütün patikalarda yoldaşlarla birlikte O'nun sesini dinliyor ve ben dinlediğim bu şarkılar için çektiğim sahneleri bir bir gözlerimin önünde canlandırıyordum. Televizyon seyretme olanağı olan yoldaşlara sorduğumda ise koca bir halkın Delila'nın daha önce yayınlanmamış olan klipleri dahil bütün şarkılarını ard arda istediğini öğreniyor ama bir türlü sevinemiyordum...
Çünkü Delila Meyaser Kürt halkının huzuruna bütün şarkılarıyla çıkmadan önce on yoldaşıyla birlikte Tanin dağlarında çatışmaya girmiş, son mermisine kadar direnmiş ve son mermisini kendisine sıkmıştı. Ve Kürt televizyonları bir kez daha gerilla sanatına yetişememiş, onu ancak geriden takip edebilmişlerdi.
Garısa çatışmasında yaralanıp geri geldiğimde Delila'nın şarkıları bütün bir halkın kalbine yer etmiş ve Kürdistan'ın bütün dağlarına yayılmıştı. Benim yaralı koluma bakıp, bundan sonra yola devam edip etmeyeceğimi soran yoldaşlara, bahar yağmurları altında sırılsıklam ıslanırken Delila'nın 'sana o yollarda da şarkı söyleyeceğim' sözlerini söylemiyor, bu sözleri bir sır gibi içimde saklıyordum.
Ama bana bu soruyu soran herkese şu cevabı da veriyordum;
'Delila şarkı söylüyor...'
Halil DAĞ / BOTAN
Halil Dağ'ın Botan Dağı Günlükleri - 1
'Sen yüzde yirmi beş gerilla olmuşsun...' dediğinde, Metina ormanlarının en gizli kuytusundaydık ve ben uydu telefonumuzun ahizesi elimde olduğu halde neredeyse sevinçten uçacaktım. O'nun dudaklarından dökülen bu oran benim için çok büyük bir orandı ve beklemediğim bu konuşmanın O'nunla yaptığım son konuşma olduğundan habersizdim.
Metina Dağı'nda kayaların ve ormanların bir araya geldiği bir alanda toplanmıştık. Zağros'tan yeni gelmiştim ve arkadaşlar Başkan Apo ile yapılacak telefon konuşması için heyecanla hazırlanıyorlardı. O zamanlar telefon teknolojisi böylesine ilerlememiş olduğu için, gözümüz gibi baktığımız ve dağ dağ sırtımızda taşıdığımız uydu telefonumuzu özenle kurmuş ve yaklaşık kırk beş arkadaş etrafında toplanmıştık.
'98' yılının o amansız son baharında adım adım uluslararası komplonun başlangıcı olan dokuz ekime yaklaşılırken, Başkan Apo dağlarda bulunan gerilla yapısını bir an olsun ihmal etmiyor ve telefon görüşmelerini düzenli olarak sürdürüyordu. Ve bu son görüşmeler Başkan'ın en zorlu anlarında bile devam edecekti.
Türk Ordusunun ve Kürt işbirlikçilerinin yoğun saldırılarının yaşandığı o günlerde Merkez Karargah durumunda olan Behdinan'ın ve ülkenin tüm eyaletlerinin savaş tekmillerini Başkan Apo'ya aktaran ise Abbas arkadaşın kendisiydi. Başkan genel tekmilleri aldıktan sonra gerekli gördüğü perspektifleri vermeye ve yoğun eleştirilerini yapmaya başlayınca, telefondan gelen sesi daha iyi duymak için en arkadan kalkıp telefonun hemen yanında oturdum. Açık havada yapılan bu görüşmenin eşsiz cümlelerini rüzgarın alıp götürmesini engellemek istiyordum.
Başkan Apo, Abbas arkadaş başta olmak üzere o zaman ki yönetimin hepsiyle tek tek konuştuktan sonra 'Orada başka kim var?' diye sorduğunda O'nunla konuşmak için can atmıyor değildim. Buna rağmen Abbas arkadaş 'Halil var' dediğinde o büyük şaşkınlığa yuvarlanmaktan kurtulamadım. Beni bundan daha çok şaşırtan ise, ahizeyi kulağıma götürüp Başkan Apo'nun beni hatırladığını hissettirdiği, en içten gelen sesiyle söylediği 'Nasılsın Halil?' sözleri oldu. Oysa şaşkınlığı yaşadığım o kısa anda beni hatırlayıp hatırlamayacağını merak ediyordum.
O'nun tarafından hatırlanmanın eşsiz sevincini o gün yaşadım ve o günden sonra bu duygunun benim hayatımın ve çalışmalarımın odağına oturduğunu kaçınılmaz bir şekilde fark ettim.
'İyiyim Başkanım, siz nasılsınız?' diye cevap verdiğimde resmiyetin dışına çıktığımı ve yanlış bir şeyler yaptığımı, dimdik bıyıklarının altından gülümseyen Abbas Arkadaş olmak üzere bütün diğer arkadaşların gülüşlerini duyunca fark ettim. Kendimi toparlamaya çalıştıysam da, Başkan Apo konuşmaya başlayınca heyecanım yeniden bütün bedenimi ve ruhumu teslim aldı.
'Başkan her zaman tanrı gibi olmak zorundadır, Halil' dediğinde ise sinsice yaklaşmakta olan komplo gerçeğini anlamaktan çok uzaktım. 9 Ekim Koplosu’nun dünya çapındaki yönelimini ve yeri geldiğinde komplo içinde komplo yapacak kadar alçaklaşan bu güçlerin sinsice uyguladıkları zehirleme girişimleri dahil, bütün saldırılarını göğüslemenin ancak Tanrıların işi olabileceğini de yıllar sonra anlayacaktım.
'Neler yaptın, Halil?' diye davam edince, O'na ne anlatabilirdim ki... Bu kıyasıya savaşın içinde gencecik hayatlarını gözlerini kırpmadan veren ve vermeye hazır olan yoldaşlarımın yanında ne söyleyebilirdim ki...
'Ülkeye gelirken gerilla olmak için söz vemiştim, ama...' diye konuşmaya başladığımda O çoktan sözümü kesmiş ve 'Ne kadar oldun? Yüzde kaç oldun? söyle...' diye sormuştu bile.
Hemen karşımda yılların gerillalarının oturduğu şu ortamda kendim için ne söyleyebilirdim ki... Kendimi arkadaşlarımla kıyaslamaya kalksam altından kalkamazdım. Ne söyleyeceğimi bilemez bir halde kelimeler boğazımda düğümlenirken, yine kendisi yardımıma yetişti.
'Ben söyliyeyim... Seni televizyonda gördüm... Biraz zayıflamışsın... ama yüzde yirmi beş gerilla olmuşsun...' dediğinde sevinçten kanatlanacaktım. Bu an hayatımın en güzel anıydı. Sevinç içinde karşımda oturan Abbas Arkadaş'a baktım. Bıyık altından gülüyordu.
‘97' yılında Şikefta Birindara'da arkadaşların vurduğu operasyon koordinesini taşıyan helikopterin düşüşünü görüntüledikten sonra, bir de enkazın üzerine gidip bir kaç söz söylemekten kendimi alıkoyamamıştım. Çok hazırlıksız da olsa helikopterin vurulduğu tarihi ve yeri dile getirmenin boynumun borcu olduğunu hissetmiştim. Tek başıma indiğim enkazın araziye savrulmuş parçalarını biraraya topladıktan sonra helikopterin kanadına kameramı yerleştirmiş ve kayda girip kendi kendime kısa bir sunuş yapmıştım.
Sanırım Başkan Apo bu çekimlerimi seyretmişti ve sanırım bu görüntülerim ve görünümlerimden yola çıkarak yüzde yirmi beşlik oranı bana uygun görmüştü.
Şimdi yağışların olanca gücüyle bastırdığı Ocağın son günlerinde, Botan dağlarını kaplayan bembeyaz örtülerin altında kurduğumuz yer altı okulumuzda, Başkan Apo'nun 26 Kasım 1994 tarihli çözümlemesini seyrediyoruz. On sekiz arkadaştan oluşan kampımızın bazı yerlerinden damlayan suların çıkardığı seslerin dışında hiçbir ses duyulmuyor.
Bütün arkadaşlar pür dikkat kesilmiş Başkan Apo'nun, Abbas arkadaş ile yaptığı diyaloğu dinlerken, bense yıllar boyunca peşinden koştuğum çalışmaları bir bir gözlerimin önünden geçiriyor ve girdiğim her çalışmadan sonuç alarak çıkmamın sırrını kendi kendime itiraf ediyorum.
Dağlara geldiğim ilk günden bu güne kadar yaptığım ve sonuçlandırdığım her çalışmada ister istemez 'acaba Başkan Apo bunu seyretti mi? Acaba beğendi mi?' diye düşünüyorum. Yaptığım her çalışmayı O'na ulaştırmak, O'nun görmesini istemek belki çocukça bir duygu ama bu duygu bana büyük bir heyecan ve yaratıcılık veriyor. 15 Şubat sonrası süreçte ise bu duygu benim için daha büyük bir anlama büründü. Yaptıklarımla denizler ötesindeki O güzel insana ulaşacağıma her zamandan daha çok inanıyorum.
Eğer bu dağlarda başarılı çalışmalar yaparsam, O'nun beni bir kez daha hatırlayacağına eminim. Bu nedenle kameramla birlikte Ağrı Dağı'na yürüyorum. Beritan filmiyle yarım kalanı bu çalışmayla tamamlayacağım ve bir şekilde mutlaka O güzel insana ulaşacağım.
Beritan filmiyle O'na çok yaklaşmıştım. Başkan Apo seyredemese de, Beritan'ın filminin yapıldığını duysaydı bile mutlu olacaktı. Büyük ihtimalle bu filmi yapanın kim olduğunu da tahmin edecek ve on yıl önce uygun gördüğü yüzde yirmibeşlik orana belki bir puan daha ekleyecekti.
Ama olmadı... Belki oldu da, ben duymadım, bilmedim...
Halil DAĞ / BOTAN
Cuma Bilikî (Selim Ülker) Yoldaşın Anısına
Cuma Bilika yoldaş, Botanlıdır. Botan'ın Cudi dağının göbeğinde yer alan, Bilika köyündendir. Botan, Kürdistan tarihinde düşmanlara her zaman uzak kalan bir saha olmuştur. Tersten ele alacak olur isek düşmana karşı direnişin sönmeyen kalesidir Botan.
Kürdistan topraklarının düşman tarafından en son fethedilen parçalarıdır buralar. Öyle olunca, Kürtlüğünde en derin yaşandığı sahalar olması yadırganamaz. Düşmanın tüm hışmına rağmen buralar, Kürtlüğün atan atardamarlarıdır.
Botan daha doğrusu, Mezra Botan, hep kendi kendine yeten, kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalan bir halkın toprağına verilen addır.
Mezra Botan, bunun için tarihinde düşmanlarının dikkatini ve öfkesini üzerine çekmiştir. Botana gelip hükmetmek isteyenler, öncelikle kendi kendine idare eden yaşam tarzını, tek başına bu halkın ayakta kalışını yok etmeye çalışmışlardır.
Mezra Botanlılar coğrafik koşulların ağırlığı, düşmanlarının onları çepeçevre kuşatmaları ve dünyayla bağlarını koparmalarından dolayı birazda setleşerek büyümüşlerdir. Onlar, birazda her şeye yetecek yetenekle donatılarak büyümüşlerdir. Doğal olarak, yaşamın en ağırına cevaplar üreterek, çözerek, yaşam yollarını çizmişlerdir.
Cudi, bu gerçeklik içerisinde bir başka yeri temsil eder. Bir rivayete göre Nuh’un gemisi, Cudi’nin navserine, yani Sefin diye tabir edilen yere büyük tufan sonrası konar. Tevrat’ta genişçe ele alınan mitolojik destana göre, gemide-yani Sefin de–80 tür yaratık vardır. İnsanıyla, hayvanıyla ve bitkisiyle tam 80 tür! 80 sayısının Kürtçe adı Heyşte’dir. Özcesi buralar birazda peygamberler yeridir. İnsanlığın tekrar yaşamaya başladığı yerlerdir.
Cuma arkadaş ise böylesine Nuh’un Gemisini konduğu, güzelim bir dağın tam ana rahminde bulunan bir köyde yer alır ve yetişir. Dağın içine yerleşmiş bu güzelim köyün adı Bilika'dır. Üç mahalledir. En yukarıda Şkefta Fellah diye bir Şkeft vardır. Birde “Der” yani kilise vardır. O kilise ki gerillalara az yataklık yapmamıştır. Köyün üstünde üç tane harika kaynak, gün boyunca bir çayın akması gibi tepelerden derin vadilere akarken, Bilika'nın yamaçlarında bulunan her türlü meyveyi sulayarak kendilerini Hezil suyuna bırakırlar.
Hani vardır ya kartal yuvaları, işte aynen öyledir Bilika. Yüksek, şahinlerin bakacağı bir tarzda derin vadilere bakar. Suriye, Irak ve Türkiye üçgeninde bulunan köy geçmişten beri kaçakçıların, silahşorların, mahkûmların ve son yıllarda da peşmergelerin mekânıdır. Bu köyün, herkese kapısı açıktır. Ve çok doğaldır ki Kürt Özgürlük Hareketi, Botan’a girdiğinde ilk yer alacağı yerlerden birisi Bilika olacaktır.
Böylesi arka perdesi olan bir köyde dünyaya gelmek, hele hele bu köy Cudi’nin eteklerinde bulunuyorsa, buna birde Cudi’nin görkemliğini ekleyin. Cudi doğalında bir kale. Silopi ovasını üzerinde Küçük Güney diye tabir ettiğimiz Suriye’nin çölüne uzanmanız ve oralarda dönüp Cudi’ye bakmanız yeter de artarda. Tüm muhteşemiyle bir korunak, bir savunma duvarı olarak durur. Hemen karşı yakada Haftanin’in sırtları görülüyorsa o zaman dünyalar sizindir.
İşte buralı olmak, buralarda büyümek, buraların havasını koklamak, esen rüzgârıyla tüm Kürdistan'a umut olarak esmek. Ve akan her suyunda, damla damla derinliklere akarak, kendini bir gümbür gümbür akan Hezil çayının akıntısında bularak kendin olmak. İşte burası Cudi deyip heybetlenmek, ancak buralıyı ifade edebilecek bir duygu olabilir.
Çok sonralardan bir gerilla yoldaşın, Cudi üzerinde yaptığı bir programda belirttiği gibi “Cudi’yi öğrenebilirsiniz, ancak yaşamadıkça anlayamazsınız.” Evet, Cudi’nin eteklerinde bulunan köylerin ruhsal durumun anlamak için birazda Cudi’li olmak gerekir.
Cuma Bilika-yani Selim Ülker-yoldaş 1961 yılında dünyaya gelir. O, Türk ordusuna askerlikte yapar. Burada görecekleri onun sonradan gerillayla tanışmasında ve hızla milislik yapmasından büyük etkide bulunur. O, evlidir. O’nun eşi, o 1994 yılında Cudi’ye geçerken onun kendi köyünden çıkarak gerilla kamplarına doğru giderken karşılaşır. Bir kardeşi de saflara gelecek ve o şehit düştükten sonra ismini Cuma yapacaktır.
O, uzun bir süre milislik yapacaktır. O, genelde olgunluğu, yardımseverliliği ile bilinecek ve hatırlanacaktır. Birde iş yaparken, kılı kırk yararak yapan biri olarak bilinecektir. Bu köy ortamındayken göze çarpacaktır. Ve o, saflara geldikten sonra henüz çok fazla zaman geçmeden Haftanin'de bölge komutanı ve ardından aynı düzeyde Cudi alanına geçmesi bu özelliğiyle bağlantılıdır. İş yaparken etraflıca düşünendir. Bir anlamda işi yaparken, örgütleme boyutunda yeteneklidir.
Kimisi vardır yırtıcılığı ile göze çarpar, kimi vardır pratik yetenekleriyle öne çıkar. Cuma yoldaşın ise yaşamdaki sade duruşu ve olgunluğu, ilk elden göze çarpar. Giderek çalışmalar içerisinde rasgele harekete, yer vermeyen ele alış biçimi onun hızla komutanlaşmasına götürecektir. Komutanlık, birazda işleri Ahenkli götürülmesi değil midir? Cesaretli olabilirsin, koparıcı olabilirsin ancak eğer siz yapılan ya da harcanan emekleri toparlamasını bilmezseniz nasıl komutan olacaksınız ki?
İşte o böylesine özelliklere 1989 yılında gönüllü bir katılımcı olarak gelecektir. Ve ilk gelişi sessizdir. Belki dediğimiz o olgunluktur, belki de o gözlemleme sürecidir. Nedeni ne olursa olsun o ilk katılırken oldukça sessizdir. Belki de birçok yoldaşından yaşça büyük olmasından kaynağını da almış olabilir. O yıllarda komutanlar hariç ağırlıklı fazladan genç ve dinamik savaşçılar vardır.
Ben onu ilk kez 1989 yılında Çırav’ın Xare’sında göreceğim. O, da yaşanan kimi eylemliklerden sonra olacaktır.
Arkadaşlar, Afkamasi karakolunu vuracaklar. O, ise bu eylemde yer alacaktır. Diğer taraftan koordineli bir şekilde Adil Aslan arkadaşlar ise Cudi eteklerinde köylülere toplantı yaptıktan sonra 9 genci katacaklardır.
Caferi Sori
Erdal (Engin Sincer) Yoldaşın Anısına
Kürdistan halkı harabe zar olmuş bir halktır. Ermenilerin Yahudilerin diasporası meşhurdur, ancak Kürtlerin bu diyardan başka diyarlara ya askeri zorla sürülmeleri ya da öyle sanki “gönüllü kendi topraklarını terk etmeleri çokça gördüğümüz durumlardır. Ve her zaman bu “gönüllü” ayrılışların altında bizim bulabileceğimiz devletlerin sinsice aç bırakarak kaçışlarının hızlandırılmasıdır.
Dediğim gibi herkes Yahudilerin böyle olduğunu iyi bilir. Lakin açın bugün dünyanın nüfus kontrol belgelerini, siz her yerde birkaç kürde rastlayacaksınız. Adeta dünyaya dağılmış ve savrulmuş bir gerçeklikle karşı karşıya Kürtlerin kaldıklarını göreceksiniz.
Erdal yani Engin Sincer yoldaşın ailesi de Kürdistan’ı erkenden terk ederek yurtdışında yaşama imkânı bulmak isteyen ailelerdendir.
Engin yoldaş Pazarcıklıdır. O önderliğin deyimiyle “Pazarcıklı derken ülkesini kolay terk eden insan” diyarındandır. Ailesi çok erkenden Avrupa’ya çıkmıştır.
Kürdistan’ın aç bırakılması politikasının bu denli ince yürütülmesi belki dünyanın hiçbir yerinde görülmez. İnsanlar ülkelerini terk ederler. Ve terk ederlerken “gönüllü” terk ederler. Çünkü onların birçoğu gerçekten bu toprakları “gönüllü” terk ettiklerine inanırlar. Hâlbuki gelişen dünya devrim süreçleri dikkate alındığında bazı plan ve programların kimseye çaktırmadan yapıldığını siyaset bilimi bize öğretir. Egemenler bir yerlerde oluşacak büyük tehlikeleri önceden önlemek için öyle Ali Cengiz oyunu yaparlar ki kimsenin ruhu dahi duymaz.
Pazarcıklıların topraklarından bu denli ucuz kopartılmaları bu oyunlarla bağlantılıdır. Çünkü yıllar sonra gelişen Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde en çok devrime arka çıkacak ve evlatlarını vererek Kürdistan dağlarına gönderecek olanlar yine buralı halkımızdır.
Dediğim gibi Erdal yoldaşımız Pazarcıklıdır 1969 doğumludur ve o ailesini takip ederek 1976 yılında Avrupa’ya çıkar. Küçüklük yılları ve gençlik yılları Avrupa da geçecektir. O henüz genç bir Kürdistanlı genç iken Avrupa da PKK saflarına 1990 Nisan mayısında katılacaktır.
O PKK saflarına profesyonelce katılmadan öncede birçok çalışmada aktif yer alacaktır. Özelde gençlik ve kültür çalışmalarında aktif olacaktır. O alanın ilk kültür ekibini kuran yoldaşlardandır.
O gençtir. Güleçtir. Sıcaktır. Minyondur. Yıllar sonra ben onu dağlarda gördüğümde o halen genç, dinamik, atik, sevecen, güleç ve minyon tipli gerilla olarak kalacaktı. Gerilla da her yoldaş onu yaşça neredeyse kendisinden küçük bilecek ancak onun kıvrak zekâ ve yaşam içerisindeki otoriter ve iknacı gücünün yanında ise her zaman sevginin yanı sıra saygısından da kusur etmeyecektir.
O Avrupa da çalışmalardayken 1988 yılında bir trafik kazası geçirecek ve biz bu kazanın ne kadar ağır olduğunu şahadetinden sonra yapılan programlarda öğrenecektik. Onunla yıllarca dağda kalan bir arkadaşı olarak bu düzeyde ağır bir yaralanmayı yaşadığını tahmin etmemiz dahi düşünülemezdi. Çünkü o sadece beyniyle yüreğiyle çalışan bir yoldaş değil. O fiziki olarak her an her yerde olan ve çalışmalara katılan bir yoldaştır. Özelde Gabar yıllarında o erzaksız günlerimizde komutanlık ettiği gücüyle gidip günler süren yolculuklarda sırtıyla erzak sırtlayıp getirmesini bilen birisi olarak fizikken o kadar geçmişte hırpalandığını görmemiştim, anlamamıştım. Hepsini, ona o kadar yakın olan bir yoldaşı ve komutanı olarak yıllar sonra öğrenecektim.
Siz bu durumu eleştirebilirsiniz. Diyebilirsiniz ki “nasıl yakın arkadaştınız?” Bende size derim ki siz Erdal yoldaşı tanımıyordunuz. Ve böyle sıradan alışık tanımlamalarla yaklaşırsanız onu anlayamazsınız. Çünkü o hiçbir zaman kendisine ait hissettiği ve devrimin önünde engel görebilecek bir durumunu dile almamıştır, diline dolamamıştır. O bir gerilladır. Hem de hesapsız devrime bilinciyle gönlüyle yüreğiyle gelmiştir. O bizim alışık olduğumuz o derdini bu derdini dile döken değildir. O dağlara halkın derdine derman ve deva olmak için gelmiştir. O dertlere merhem sarmak için gelmiştir. Dertlere lokman hekim olmak için gelen birisi kendi yaralarına KİLİS parçasında olduğu gibi “yarama tütün sardım hekim gelecek sandım” misali o kendi zorluklarına tütün basarak kendisine tutmasını hep bilmiştir. Onun bir şikâyetini duyan olmamıştır. Onda Devrimci şikâyet eden değil, devrimci şikâyetleri çözendir.
O gençlik yıllarında PKK saflarına katıldıktan sonra en aktifleşeceği saha diplomasidir. Yani dış ilişki çalışmasıdır. O bu yıllarda birçok çalışanın yapamayacağı ilişkileri sağlayarak bir aktivite sağlayacaktır. Yıllar sonra halen yer yer onu Avrupa’ya gelmesini isteyen yönetim üyesi arkadaşı ben görmüşüm. O kadar etkilidir ki yıllar sonra geri istenecek ve onun gibileri aranacaktır.
Evet, o genç bir diplomattır. Yer yer geçmiş çalışmalarını anlatırken-ileride tekrar Avrupa’ya gideceğini bilmeden-takılarak anlatırdı. Özelde ERNK adına dış ilişkili çalışmaları yürütürken birçok Avrupalının ona yaklaşımı minyonluğunda dolayı farklı olduğunu, yer yer “görüşmelere gittiğimizde yanımda götürdüğüm pos bıyıklı yurtseverlerle onların muhatap olduklarını ancak muhatap ben ya da konuşanın ben olduğumu görünce şaşa kalacaklardı” diyerek epey gülerdi. Evet, o hep sevecen ve espri dolu olarak dağlarda yaşadı. Ve biz onun anılarını paylaştığımızda o ince espriye sivilde de sahip olduğunu öğrenmiş olacaktım.
Erdal yoldaş 1992 yılının eylül aylarına doğru Ortadoğu ya yani Mahsum Korkmaz Akademisi’ne gidecek ve orada fazla kalmayacaktır. Uluslar arası güçlerin dayatmasıyla kapatılacak olan Mahsum Korkmaz Akademisi’nden erken ayrılacaktır. Onun 1987 yıllarda kendine aldığı kod ismi Hayri’dir. Henüz folklor ekibinde yer alırlarken kullandığı bir isimdir. O Avrupa da o şirin olan Hayri’dir. Ancak önderlik sahasında önderlik muhtemelen büyük komutan Mustafa Yöndem-Erdal yoldaşa benzetmiş olacak ki onun ismini Erdal yapacaktır. Kimi yoldaşa göre önderlik onu görünce dikkatini çeker. Atiktir. Cıvıl cıvıldır. Ve bir yerlerde tanıdığı hissi vardır. Onu çağırıp nereli olduğunu soracak ve onun Pazarcıklı, Topal uşaklı ve büyük Erdal yoldaşının teyzesinin oğlu olduğunu öğrenince zaten Erdal yoldaşa benzettiği bu gencin isminin Erdal olmasını isteyecek ve Hayri yoldaş artık Erdal yoldaş olarak devrimimize damgasını vuracaktır.
O 1992 yıllında Botan’a daha doğrusu Haftanin’e geldiğinde ismi Erdal’dır. Güney savaşı başlamıştır. O bu savaşın içine ayağının tozu ile katılacaktır. Bir ara hafif yaralanacaktır. Sonra da Sakine Karakoçan arkadaşın anlatacağı “yaralı bir genç. Çok sıcak ve sempatik. Sağlıkçılar onu yani Erdal yoldaşı tedavi etmeye geldiklerinde. “Heval benim ki hafiftir. Siz şu yoldaşa bakın” demesi çok dikkatimi çekmişti. Onun üzerine ben kim olduğunu nereli olduğunu soracağım ve benim saflarda her zaman en çok sevdiğim yoldaşlardan olan Erdal yani Mustafa Yöndem yoldaşın yakın akrabası ve onun ismini taşıdığını görerek bu davranışından epey moral alacaktım. Ve ben sonra da uzun yıllar sürecek olan bir yoldaşlığı böyle başlayacaktım “ diyerek Erdal arkadaşın farklılığı ilk günden başladığını dile getirerek söyleyecekti.
O Güney savaşına aktif katılacak ve savaşın ortasında Cemal arkadaşın yanında muhabereci olarak kalacak. O dönemler içimizde yeni olan muhabereciliğe önemli bir giriş yapacaktır. O düşman cihazlarını takip ederek düşmanın hareketini öğrenecek ve bir üst komutanına düzenli tekmil verecektir.
O ilk deneyimini böyle yapacak ve bu deneyim üzerinde giderek adım adım binasını inşa edecektir.
Bana göre devrim içerisinde muhaberecilik ve öncülük yapanlar her zaman avantajlıdır. Muhabereyle uğraşan insanlar doğalında yönetim çalışmalarını bilecek ve erkenden olup biteni öğrenecek deneyim edinecek ve giderek gelişme kaydedecektir. Yine öncülerde doğalında gidiş geliş hatlarını yönetimle tartıştıkları ve hep bir nevi onların yanında tartışmalara katıldığı için öncü de erkenden gelişme sağlayacaktır.
O muhaberecilik üzerine gelişmeyi yaşarken ben pratikte öncülük yaparak deneyimlerimi kazanmıştım.
Güney savaşı ardından o Haftanin de Cuma Bilika arkadaşın yanında muhabereci olarak kalacaktır. Bunun için Botan da yapılacak olan Çalan’daki Botan 1. Konferans’ına katılmayacaktır.
Devrimimizde her zaman aydın köylü çelişkisi var olmuştur. Ama Erdal yoldaş hangi komutanın yanında kalmışsa onunla oldukça uyumlu çalışmıştır. Örneğin Cuma Bilika yoldaşla uyumlu çalışmış, Adil Bilika yoldaşla uyumlu çalışmış ve yıllar sonra biz uzun süre Gabar’da birlikte kaldığımızda gerilla yaşamımda en çok uyumlu çalıştığım ve bir yönetim üyesi olarak her zaman aradığım yoldaşım Erdal olmuştur. O sadece bir iki kişi ile uyumlu değil o adeta devrim için hangi çalışma yapılacaksa çalışma üzerinde herkesle uyumludur. Bir aydın olmanın gerçek karakteri toplumu kendi bağrında toplayarak bir uyumu yakalama durumu değil midir?
Cuma Bilika yoldaşın yanında sadece muhaberecilik yapmayacak o Kela Meme ve Tanin alanlarına çıkarak askeri deneyim kazanacaktır. Manga komutanıdır. Onunla o yıllarda kalanlar onu hep arayacaklardır. Avrupa’da büyümüştür. Ama o genç bir guyidir. O Kürtçesini hızla geliştirecektir bu yıllarda. Onun büyüdüğü yerlerde ki Kürtçe “örtmüşka, kapatmişka, açmişka” Kürtçesidir. Ancak o Uludere de o güzelim Kürtçesini hafiften guyi aksanıyla geliştirerek Botan da nasıl uyum sağlanır ve feodal yapıların hâkim olduğu alanlarda aynen komiser Memo gibi gönüllerde nasıl taht kurulurun sırını çözmüştür.
Evet, o aydındır ancak bir aydın eğer toplumun sorunlarını çözdüğü ve iliklerinden hissettiği kadar bir aydın olduğunu da bilir. O toplumsallaşmada büyük adımlar atacaktır. Sorun feodal geri özelliklere teslim olma ya da uyum sağlama değil, tersine geri yapılarda olsa onda o temiz özü görerek yeni modern olanı onları incitmeden taşıyabilme sanatıdır. Erdal işte bu bağlamda bir sanatçı gibi Botan’ın toplumsal dokusuna kendisini nakış edecektir.
Dediğim gibi onun uyumu eleştirisizlik anlamına gelmiyor. Bizde eleştiriyoruz ancak bizim kiler yer yer tepkilerle karşılaşırken Erdal arkadaşın eleştirileri kabul görüyor. Üslup ta uyum var. Üslupta çekicilik var. Bir de anlatım tarzında kavratma var. Bugünlerde birçok arkadaş eleştirirken, yâda radikal tavır takınırken bakıyoruz kabul görmüyor. Çünkü kavratma yoktur yâda üslupta o çekicilik ve mütevazılık yoktur.
1994 kışında Haftanin de yapılan Botan Behdinan konferansında alınan karar gereği iki hareketli tabur oluşturulacaktır. Bir tabur daha çok doğuya açılacak bir taburda batı ve orta Botan da kalacaktır. Adil yoldaş doğu Fazıl yoldaşta orta ve batı Botan’daki taburun başına geçerler. O, Adil Bilika yoldaşın tabur komutanı ve aynı zamanda birlik komutanı olduğu birlikte, ikinci takım komutanı olarak çalışmaya başlayacaktır.
Sırasıyla 1994 yılında Erdal arkadaşın büyük komutan Adil Bilika yoldaşın komutasında katılacağı ve başarılar elde ederek daha fazla gelişeceği eylemler Serbesta da karakolun üç tepesine yönelirler. Taş üzerine taş bırakmazlar. Tüm tepeleri yerle bir ederler, düşmanın otuza yakın ölüsü vardır. Kaldırılan 8 G–3, M G–3 ve birçok askeri malzeme.
Hemen ardından Zozan pratiği bitmeyecektir. Hakkâri de Kotranus karakol baskını ve Dahola da ki çatışmanın ardından onların birliği Batı Botan’a doğru yol alacaktır. Sixurpaşa mevkiine geldiklerinde-ki hani sözde arkadaşlar geri geliyorlar-ancak gerilla için geri gelme, ileri gitme yoktur, onlar için bu topraklardan atılması gereken düşman vardır. Burada konumlanan bir düşman tepesine vurarak 1 adet MG–3 ile 4 adet G–3 alarak yollarını devam edeceklerdir. Adil arkadaşın yanında takım komutanı dediğim gibi Erdal yoldaştır. Ve bu eylemin saldırı komutanı odur.
Adil arkadaş taburun bir birliğiyle Gabar’a doğru yoldayken taburun ikinci bölüğü yaşanan çeşitli eylemliklerden sonra takibe alınır. Düşmanın büyük güç kaydırmalarıyla Levine arazisi komple tutulur, böylece bölüğün tüm geri çekilme hatları tutulur. Sabahın şafağında yaşanacak olan pusu da 49 arkadaş şehit düşecek ve tarihe Çiyaye Reşke şehitleri olarak geçeceklerdir. Herhangi bir güç değildir, Botan da kadro olabilecek potansiyel taşıyan yoldaşlar arasında seçilerek bu hareketli birliğe gelmişlerdir. Bu birliklerde yaşayacakları savaş tecrübesiyle hızla kadrolaşarak Botan da ya da ülkenin başka bir sahasında görev almaya hazır komutanlar olacaklardır. Evet, bu kayıp Botan için çok ağır geldiği gibi eyaletin tümünü sarsmıştır. Bu kayıpların intikamı kat be kat alınmalıdır.
Adil arkadaşın taburu güz hamlesi için eyalet komutanı olan Cemal arkadaşın yanına gelmiştir. Bir süreliğine Cudi, sonra Gabar da ki eylemlikler ardından taburun adeta tümden üstlendiği eylem olan Serxattan eylemi gelecektir.
Bu bir nevi 1994 yıllının Botan eyaleti için taçlandırılması olacaktır. Düşmanın 1994 adeta “ya bitireceğiz, ya bitireceğiz” dediği ve bizim de “ başarmaya mahkûmuz” dediğimiz bu yıllarda mücadelemizin en sert savaş yılları olduğu açıktır. En çok eylem bu yılda yapılmıştır. En çok asker bu yıllarda öldürülmüştür. Ancak en çok yoldaşın şehit düştüğü ve en çok operasyonların ve askerin saldırılara katıldıkları yıllarda bu yıllardır.
Düşman temizlemek için gelmiş biz ise bizi bu topraklarda kimsenin bizi sökemeyeceğini iddia ediyoruz. O zaman bunun pratiklerde de gösterilmesi gerekmez mi?
Serxattan eyleminin arkasında yatan temel mantık budur. Bu eylemde a’dan z’ye kadar tüm hazırlıklarda bir takım komutanı olarak Erdal arkadaş yer alacaktır. O tabur komutanları olan Adil Bilika yoldaşın yanında oldukça fazla bu eylemde emeği geçendir. Keşfe katılır, planlamasına katılır ve eylemin uygulamasına saldırı komutanı olarak katılır. Bu eylemde o ilk kez saldırı silahı olarak denenecek olan 60’lık havanı eylem esnasında kullanacaktır. Eylem tümden başarılıdır. Tepeler düşürülür ve toplam 19 silah kaldırılır. Ve tabii güz hamlesi Garisa da hareketli birlikler yine devam edecektir. Ve önemli sonuçlar elde edilecektir.
Düşmana verilmesi gereken cevap verilmiştir. Düşman da alacağı cevabı almış olacaktır. Yıllar sonra Osman Pamukoğlu’unun kendisini yırtarak dile getirdiği “onların 5. Kongre’lerinin yapıldığı yeri ve tarihi biliyorduk. Ama üzerine gitmemiz engellendi” dediği durum esasta bu Botan da yapılan son eylemlerle esasta düşmanın devrimimizi alt edemeyeceğinin mesajının iyi verilmesinden kaynağını aldığını yine aynı Osman Pamukoğlu-bize karşı çok savaşıp ve epey yalan atsa da-halen anlamamıştır.
Ben Erdal arkadaşı ilk Botan eyalet yönetim toplantısının yapıldığı Gıre Xane’de göreceğim. Oldukça genç, şirin, Türkçe konuşan ve nezaketiyle dikkati çekiyor. Ben yönetimin yanında kalan bir genç olarak algılıyorum. Ancak sonradan öğreniyorum ki hareketli taburun en saygın takım komutanlarından olan Erdal arkadaştır.
Erdal yoldaş 1994 yılı sonunda partimizin 5.Kongresine katılmak için Haftanin alanına geçer. O Botan eyaleti delegesidir. Kongre ortamında o Botan gücünün bir takım komutanıdır. Yine O, o dönemlerde yargılanmaları yapılan sonra da kaçıp ta ihanetçi işbirlikçi tutumlar içine giren bozguncu tipler olan Oso’nun, Botan’nın soruşturma komisyonunda da yer alacaktır. O genç olmasına rağmen kendi gücünce kongreyi izleyecek ve katılım sağlayacaktır.
O Kongre ardından yine Botan eyaletine düzenlenmiştir. Ancak o eyalet komutanının yanında muhabereci olarak kalacaktır. Lakin Erdal o ilk yıllardaki muhabereci değildir. O birçok eyleme girmiş ve Botan eyaletinin birçok alanını dolaşmış bir komutan olarak muhaberecilik yapmaktadır. Bilinmez ama belki de onun muhabereye alınması onun gelecek yıllar için hazırlanmasıdır da. Biz de bir tarzdır; gelişmeye açıklık gösteren gençler ya önderliğin yanına verilir ya da pratiklerde ileri düzeyde komutanlarının yanında kalarak deney ve tecrübenin yanı sıra onları yönetim çalışmalarına, tartışmalarına çekerek erkenden gelişmelerinin önü açılır.
Erdal arkadaşta bu PKK saflarında pratikte olupta yazılmamış kural ve gelenek çerçevesinde adım adım daha büyük görevler için hazırlanmaktadır.
Bişereş eylemi bizim istediğimiz gibi yürümüyor ve çok sayıda değerli yoldaş şehit düşüyor. Bu eylem tam bir başarısızlık ve felaketle sonuçlanıyor. 12 yoldaş şehit düşecek ve çok sayıda arkadaşta yaralanarak tam bir hezimeti yaşayacağız. Eylemi yapan bir hareketli taburumuz ve bir bölge gücümüz olsa da tüm eyalet yönetimi görevden alınacak ve herkesten rapor istenecektir. Hatta birçok arkadaş bu eylemden sonra eyaletten çıkarılarak farklı sahalara gönderileceklerdir.
İşte ben bu eylemden sonra görevden alınmışım. 19 Mayıs operasyonu ardından eyalet komutanımız olan Cemal arkadaşın yanında kalıyorum. Yaklaşık bir buçuk ay burada kalacağım. Ve sonraları önce Zap sonra Çiya Spi ve sonra da önderlik sahasına gideceğim.
Benim Erdal arkadaşla asıl tanışma yıllarım bu yıllardır. Biz bu süre zarfından Garisa, Besta, Kato Jirka ve Kela Meme alanlarını dolaşacağız.
Erdal çok sıcak bir gençtir. O sadece muhabere yapmıyor. O keşif eylemlerine gidiyor. Cephecilik yapıyor. Eğitim veriyor. Tartışıyor. Anlayacağınız o tek yönlü değil o çok yönlü olarak çalışmalara faal olarak katılıyor.
O bana kaldığımız süre boyunca 5. Kongre’ye önderlikçe sunulmuş politik raporu ağırlıklı olarak özel tercüme ediyor. Yine meşhur olan Moskova Önlerinde adlı Hitler faşizmine karşı verilmiş Sovyet direnişini ele alan romanı bana ayrıca tercüme ederek çok tartışıyoruz.
O bizim devrimde aradığımız askeri siyasi yönü dengede olan bir arkadaştır demem yanlış olmaz. Bizde aydın özellikleri taşıyan yoldaşlar ağırlıklı olarak sert savaş pratiklerinde yeterince varlık göstermezlerken köylü kökenli olan yoldaşlar da sert savaşımın içerisinde belli bir düzey yakalarlarken teorik ideolojik darlık ve geriliklerinden dolayı örgütün istediği inceliği gösterememektedirler. Erdal bu her iki durumu birden yakalayarak hatta bir uyumu yakalayarak bir gelişme trendi yakalayacaktır. Bu söylediğim durumu Gabar pratiklerini açarken genişçe açmaya çalışacağım.
Ben ayrılacağım onlardan. 1995’in son aylarında yapılacak merkez komite toplantısı için Cemal arkadaş alandan ayrılırken o tekrardan Haftanin alanında askeri birliklere geçecektir.
O süreci sonradan şehit düşecek ve Erdal yoldaşla sıcak bir ilişkisi olan Kurtay Faraşin şöyle yazacaktır; “İşte o sırada Erdal'ı daha iyi tanıdım. Kişiliğini, komuta anlayışını, örgüt duruşunu, nasıl bir insan olduğuna dair en fazla o süreçte gözlemlerim oldu. Birlikte çalıştık. Sıcak, çalışkan, sevecen ve kabına sığmaz biriydi. O kış birlikte kaldık. Güzel anılarımız oldu. O kış güvenlik sorumluluğu görevini de üslenmişti. Kamp subayının günlük görevlerini belirleyerek uyulması gereken kurallar haline getirmişti. Bu kuralları mecazi sözcüklerle yazarak yönetime asmıştı. Görevini yerine getirmeyen subayın arkadaşlara özeleştiri vermesini kurala bağlamıştı. Tekmil toplantılarına gelirken günlük subayın sorumluluğunu yerine getirip getirmediğine dair tekmilleri alıp yönetime gelerek talimnameye göre değerlendirdikten sonra toplantıya katılırdı.
O zaman ben, Masiro, şehit düşen Bışar arkadaş, Delil, Reşit, Kobanili Zuhat, Mardinli Rêber arkadaşlardan oluşan bir yönetimimiz vardı. Kendisi o zaman genel çalışmalara en iyi katılan bir arkadaştı. Hepimizin bir çabası vardı. Ancak onun çabası daha farklıydı.”
Devamla; “O kadar istekli olmasına hayrandım. Nasıl yapıyordu diye merak ederdim. O kadar güçlü katılımı nasıl sergiliyordu. Ruhu, düşüncesi ve enerjisi beni hayrete düşüyordu. Hepimizden çok çalışıp katılım gösteren birisiydi örgütsel, eğitsel ve pratik çalışmalara da aynı tempoyla katılıyordu”
1996 yılında o taburda artık bölük komutan yardımcısıdır. Bölüğün ve taburun eğitimini ağırlıklı olarak o verecektir. Eğitim ardından bahara pratiğe Uludere hattında çıkacaktır. Ancak o askeri konsey toplantısı için Zap’a çağrılacak ve burada önemli sonuçlar çıkaracaktır. Özelde sonra da tasfiyeci girişimlerine hız verecek olan parmaksız Zeki kişiliğini burada görecek ve burada tanıyacaktır.
O toplantı ardından önce Haftanin’e ardından da Botan’a yani kuzeye geçecektir. O Dijware Reş diye bilinen Şırnaklı komutan yoldaşın yanında takım komutanı olarak Risor alanında kalacaktır. Ayrı bir takım komutanı da Kamışlo’lu ve sonradan Mardin de bölge komutanı olarak şehit düşen Bahoz yoldaştır. Tasfiyeciliğin tüm hışmını gösterdiği günlerdir. O o yıllarda birçok arkadaşa parmaksız Zeki’nin sözde sosyalleşme projesini her yerde alaya alacak ve teşhir edecektir. Birçok yoldaşa o zaman söylediği” ben Avrupa da büyüdüm. Oradaki sosyalleşme böyle değil. Bu bir bozgunculuk ve tasfiye etme girişimdir” sözlerini yıllar sonra da birçok yoldaşı dillendirecektir.
Zeki belası kısa bir sürede deşifre edilerek tedbiri alınacaktır. Önderlik müdahale edecek ve tedbirler geliştirecektir. Ancak tasfiyeci unsur yapacağı birçok şeyi yapmıştır. Çok değerli yoldaşı alandan çıkarmıştır, birçoğunu teşhir ederek kaçırtmaya ve intiharın önüne kadar getirmiştir. Yine hiçbir hazırlık yapmayarak Botan’da savaşılamayacağının teorisini partiye dayatmak için elinden geleni yapmıştır.
Parti müdahale ettiğinde Botan bir enkaz halindedir. Yıllar sonra dahi bu kadar kısa sürede bir eyaleti enkaz haline getiren nedenler araştırıldığında daha fazla örgütçü yaklaşarak bireyleri böylesine kene gibi kan emenlere karşı korumak gerektiği üzerinde epey durulacaktır.
Ben önderliğin talimatıyla-ki yeni önderlik sahasından dönmüşüm-Gabar alanına yeniden geçiyorum. Burada ciddi erzak ve moral sorunları var. Eylem yok. Yozlaşma hat safhada inançsızlık geliştirilmiş. Bir arkadaşın deyimiyle “ihtiyarlaşmış bir ruh yaratılmıştır. Bunun aşılması aştırılması kolay olmayacaktır.
Alanı açmamız için Cemal arkadaş Risor’daki bölüğün yanımıza alınmasını istiyor. Biz o bölüğü yanımıza alıyoruz ve orada tekrar Erdal yoldaşla karşılaşacağım. Bizim bir birliğimizde çok değerli olan Mişar yoldaşın kabul edilmeme sorunu vardır. Bölük komple onu bölük komutanı olarak istemiyor. Ben eyalete bunu söylediğimde zaten yapının görevden aldığı yoldaşı görevden alarak resmileştiriyoruz. Eyalet “yerine Erdal bölük komutanı olsun Mişar yoldaşta takım komutanı olsun” diye talimat veriyor. Ben Erdal’a bölük komutanı olarak atandığını söylediğimde o kabul etmeyecektir. Yeni olduğunu, bölüğü yapamayacağını ve ona ağır geleceğini söylüyor. Yine o zaman ki bölükler taburlar gibidir. O hep hareketli birliklerde kalmıştır. Ancak bu bölük aynen bölge karargâhı gibidir yani sorunları daha fazladır. O da bunu biliyor. Tekrar eyalet komutanına bu durumu aktardığımda “o yapacak, eğer zorsa kendisini zorlayacaktır, kendisini parçalasa da yapacaktır” denilerek ona olan güven bir kez daha dile getirilmiş olacaktır.
Talimat verilmiştir. Artık yapılacak olan o talimatın gereklerini yerine getirmektir.
Ayrı bir sorunumuz da tasfiyeci Zeki döneminde kaçıp ta partinin çağırması üzerine geri gelen ve bölük komutanı görevine yeniden getirilen Hasan Heyştani yoldaştır. Bazı arkadaşlar onun kaçıp geri gelmesinden dolayı komutanlığını istemeyecek ancak örgüt Hasan yoldaşın neden kaçtığını bildiği için görev yapmasını isteyecektir.
Demek istediğim bir taraftan tasfiyeciliğin yoğun izleri diğer yandan Gabar’a atanmış yeni bir yönetim. İşler biraz zor olacak. Ama başarmak zorunda olduğumuz tarihi bir süreci de yaşadığımız o kadar kesin.
Tasfiyeciliğin etkisinden dolayı Gabar’da epey zamandır tek eylem çıkmamıştır. Ve düşman o süreçte dört yere bayrak dikecektir. Birini Çela Sor’a, birini Kela Derşeve, birini Fındık tepesine ve birini de Tepe Bayrak’a dikecektir. Bu düzeyde düşman kendisinden emin Agitlerin diyarında pervasızca hareket edecektir.
Biz gelmeden alanın tek ses getiren vuruşu tepe Zamandaki vuruştur. Tepe Zaman da Mişar arkadaşın bölüğü toplantı halindeyken düşman alana giriyor. Burada kıyasıya bir çatışma yaşanıyor. Onlarca düşman askeri vurulurken iki değerli yoldaşımız-Çektar Gazi ve Ciwan Mamxuri-şehit düşüyor. Burada Mişar, Şervan Derşev, Çektar Gazi-ki son sekiz saldırıya peş peşe katılmış olan bir eli ile ayağı sakat olan büyük bir savaşçı yoldaşımızdı.
O yıllar aynı zamanda örgütün araziye dayalı savaşı yürütmek istediği yıllardır.
Biz yeni alana girdiğimizde sil baştan yeniden ele almak zorundayız. Bazı şeyler bizim içinde yenidir. Erdal yoldaş bunun en fazla bilincinde olan biri olarak arazinin tüm derinliklerini inceleyen biridir. Tuzak tekniği üzerine yoğunca derinleşir. Mayınların en incesini yapar. O çok ciddi mayın eğitimi almamış olsa da pratikte kendisini en iyi bir mayın ustası yapar. Eğitimcisi yapar. Ve mayınların çoğunu kendisi döşer. Noktada tüm mayınları kendisi bizzat hazırlar. Kendi bölüğünün bulunduğu her yerde o hem uzak mevziler çatışma için yapmış hem de noktada içerisinde olası saldırılara karşı derin siperler kazmıştır.
Tabii biz gittiğimiz de kazma kürekte yok. Erzak ta yok. Arkadaşların köylerden bederler üstünden getirdikleri buğdayları var. Başka da bir şey yok. Şervan Derşev ekonomi takımının sorumlusu olarak örgütlenecek ve o hızla çeşitli meyveleri toplamaya başlayacaktır.
Mişar Bayrak tepesinin önüne bir pusu atıyor ve burada üç asker öldürülüyor ve bir çetenin üzerinden de bir kleş kaldırılıyor. Erdal yoldaş bir mayın hazırlayarak Zewa ile Kera taburunun arasına yerleştiriyor ve bu mayın düşmanda patlıyor çok sayıda düşman askeri helak oluyor. Başka bir eylemde Fındık’a operasyondan dönen düşman gücüne Erdal yoldaş bir pusu atacak ve çok sayıda askerin tasfiye olmasının yanı sıra bir sürü malzeme kaldıracaktır. Ayrıca yine Fındık yakınlarında Dara ile Bere Mere arasında Şexşare mevkiinden gelen düşman kolunu arkadaşlar pusuya düşürecek ve bu eylemde 1 adet G–3, 1 adet tabanca, havan gülleleri, 2 adet telsiz ve başka malzemeler kaldırılırken burada küçük güneyli Bedran yoldaş şehit düşecektir.
Biz Spiviyan’da buluşuyoruz. Erdal Gabar da kalıyor ben ise Çırav’a geçiyorum. Bu arada Mişare köylerinden parasını vererek fasulye getirmiştik. O zaman orada görev yapan binbaşı “fasulyeyi aldınız ya yağla salçayı nereden getireceksiniz” diye kendince alay ediyordu. Bu söylem üzerine çetelere ait 1000 koyun getirerek yağımızı da temin etmiştik. Herhalde binbaşı denen psikopat çıldırmış olacaktı. Çünkü salçayı da getirecektik, bulamasak ta karakoldan alacaktık. Ama bir yolunu bulup getirecektik. Ayakta kalabilecektik.
Biz bu ara Basrete gelmişiz önderlik bizimle telefonla görüşecek. Yine bu arada eyalet karargâhı da yanımızdadır. Erdal yoldaş telefon yeri için bir şkeft ayarlıyor. Ancak biz geç kaldığımız için aşağıda bir yerlerde konuşacağız. Tam da bu esnada Erdal yoldaşın takım komutanlarından olan Dilan yoldaş anlamadığımız ve buraya nasıl yerleştiğini bilemediğimiz şkeftte patlayan bir mayınla şehit düşüyor. Erdal bu şahadetten çok etkileniyor ve zorlanıyor.
Ertesi gün operasyon çıkacak ve onun bölüğüne yaklaşacak karşılıklı mevzilendikten sonra düşman ayrılıp gidecektir. Niçin geldi ve madem geldi niçin çatışmadı biz de anlamadık. Savaşta böyle tuhaflıklar çok yaşanmıştır. Kimine göre güç meselesidir, kimine göre daha farklı nedenleri vardır. Ancak her halükarda böyle durumlar bolca yaşanmıştır.
Aynı günlerde duyum alan düşman bulunduğumuz alana sert yönelecek biz ise bırakmayacağız. Bulunduğumuz yerde Şervan Derşev yoldaşın emeğiyle kurulan tek değirmenimiz var, onu da buğdayı öğütmek için kurmuşuz. Başka da bir şeyimiz yok. Eğer yaşamak istiyorsak o zaman burayı iyi tutup düşmanı bırakmamamız gerekecektir.
Planlamamamızda olası bir durum karşısında Derşev kalesini, Çele Soru, Tepe Bazide tutulacaktır. Ben henüz Cemal arkadaşa söylemeden herkesi yerine gönderdikten sonra tekmil vermeye gidiyorum. Cemal arkadaş ise” araziyi tutmayacağız” diyor, ben ise “planlama böyleydi” diyorum o “Biz eğer sabah düşman araziye çıkarsa böyle yapacağız demiştik, şimdi ise gece saat 22 yani ayrı bir plandır bu” diyerek gülecektir. Etrafa yağan top yağmuruna ise “buna gevşetme hareketi” diyorlar. Yani “bizi gevşettikten sonra üzerimize geleceklerdir”
Yeni planlama yapıyoruz. İki parçaya ayrılıyoruz, bir parça Çırav diğer parça da Çiyaye Bızına’ya gidecek. Ertesi gün düşman geldiğinde bir şey görmeden geri gidecektir. Biz ise Zıvıngok boğazında tekrar bir araya geliyoruz. Orada iki alternatif bizim için duruyor. Ya toplu eğitim ya da bölük bölük eğitim. Toplu eğitimin tehlikeleri var, bölük bölük eğitiminde nitelikli geçmeyeceği kaygısı vardır. Birçok kez olduğu gibi ara bir formül bulunacaktır. O da; Erdal yoldaş bir bölükle Çırav’a-kendi başına kalmak bizde her zaman bir sorundur, ancak söz konusu Erdal olunca sorun olmuyor-,biz ise Ere’ye bir tabur ve diğer güçlerde Taktik Eğitim Devresi’yle birlikte Zıvıngok'ta eğitime başlayacağız. Hem güvenlik tamam hem de eğitim sorunu hal olmuş olacak! Yapılan bu düzenleme toplantısında bir takımın Karne tarafında kalması gerekecek. Bu takımı da Ahmet Rapo arkadaş kendisini gönüllü önererek “zaten sahadan yeni geldim, ben bir takımla oraya gidebilirim” diyor ve mevzilenme sorunumuz çözülmüş olacaktır.
Kapsamlı bir taktik eğitim devresi ardından Botan eyalet 3. Konferansı yapılıyor. Yukarıda da dile getirdiğim gibi konferansın kararı araziye dayalı kapsamlı savaştır. Ve yer yer büyük yerler süpürülecektir. Kerboran baskını planı yapılıyor. Eylemin bu kadar güçle bu mevsimde yapılmasına çok sıcak yaklaşmasam da ben eylemin koordinesi olarak gönderiliyorum.
Ben eyleme giderken Gabar da koordine olarak Erdal-ki yardımcımdır-kalıyor. Tuhaf gelebilir ama o yeni bir bölük komutanıdır. Ve başka eski bölük komutanları da vardır. Kural gereği ben alandan çıkarken o arkadaşların koordine olması gerekirken ben her zaman Erdal yoldaşı koordine olarak yerimde bırakıyordum. Yazının akışında zaten bu hususu ele alacağım. Ayrıca Erdal arkadaşın yanında kalacak olan çok değerli kadın komutanlarımızdan Agiri yoldaştır. Hem alanın kadın sorumlusu hem de Erdal arkadaşın birliğinde onun yardımcısıdır. Yine Zana Mardin yoldaş çok değerli başka bir takım komutanıdır. O yıllarda büyük emek vermiş manga komutanı yoldaşlarda; Rızgar Bespin, Ferman Bane, Muaz Mamxuri, Kahraman Zengelok, Hawar Barezi, Berbang-Batman intihar eylemi girişiminde bulunurken 99 yılında şehit düşecekti.
Agiri yoldaşı bu yazının içerisine sığdırmak imkânsızdır. O hem savaşçılığıyla, hem tertemiz anlayışlarıyla, hem katılımıyla ve de örgüte olan yaklaşımlarıyla ayrı olan bir yoldaştı. Çok cesaretliydi. Yapıcıydı. Uyumluydu. Direngendi. Yanlışa boyun eğmezdi. Ve o oldukça sempatik, sıcak gülüşlü ve gözleri açıldığında ise dünyanın en güzel insanı oluverirdi. O savaşın içerisinde pişerek önderlik sahasına gitmiş orada da önderliği yakınen tanıyarak tekrar dağlara gelişiyle müthiş bir çalışma azmi kazanmıştı. Dediğim gibi o çok cesaretliydi. Eğer onu siz bir eylemde saldırı koluna düzenlememişseniz yandınız demekti. O öyleydi. Şehit düşerken de bu asil ve asi duruşuna hiçbir gölge düşürmeyecekti. O 1998 yılının nisan ayında çıkan kapsamlı ikinci Besta operasyonunda eyalet komutanının da tehlikeyi yaşadığı bir anda düşmana bağırarak “şer şere çı jıne çı mere” diyerek tililili çekerek şahadete kavuşacaktı. Evet, dediğim gibi onu burada bir iki mısrada anlatmak çok zor. İmkânsızdır.
Size devam etmeden bir durumu anlatayım. Gabar da her zaman bayan yoldaşlarla erkek yoldaşların uyum sorunları yaşanmıştır. Ama ilginçtir Erdal yoldaşın yanında hiçbir gün bayan erkek çelişkisi yaşanmamıştır. O kadın yoldaşlara oldukça toleranslı ve anlayışlı yaklaşırdı. Farklı bir sitili vardı. Belki de Avrupa da büyüdüğü için kadın yoldaşlara yaklaşımı daha soysaldı, hoşgörülüydü. Ancak ben o kadar Avrupa’dan gelen ve büyüyen arkadaş gördüm. Hiç birinin Erdal arkadaş gibi kadınlara yapıcı, uyumlu yaklaştığını görmedim. O belki de yıllar ilerledikçe parti içerisinde hiçbir yoldaşın göstermediği kadın yakınlığını o yıllarda göstermeye başlayacaktır.
Devam edelim. Kerboran eylemine doğru yola çıkarken-ki nisan ayıdır-Dicle nehrinin en taşkın olduğu günlerdir. Biz neredeyse 100 arkadaşız. Suyu geçerken suya kapılan Cangir Şirişi yoldaşı kaybediyoruz, şehit düşüyor. Biz Kerboran kaza merkezi ile askeri tepesine vuruyoruz. Tepeyi düşürüyoruz. Burada 1 adet MG–3, 1 adet A–6 uçak savar silahı ve toplam on silah kaldırıyoruz. Saldırdığımız tepe de Ferman Bane ve Koçer Haruni yoldaşlar şehit düşüyor. Ve biz eylemden sonra Gabar’a doğru geri çekiliyoruz.
Biz ilerlerken güneye yığınak yapmış düşman gücünün çok büyük bir kısmını bize yönlendiriyorlar. Havadan kobralar yerden tanklar, yine obüs toplarıyla gidiş hattımızı vuruyorlar. Tam bir cehennemi yaşıyoruz. Dicle izin verse deniz kuvvetleri de gelecek! Tam bir kuşatma içerisindeyiz. Önümüzde Dicle suyu diğer yönlerimizi de düşman tutmuş.
Böylesi zehir zemberek bir anda Erdal arkadaşla cihaz irtibatımız oluyor. Gabar da top ve mermi sesleri geliyor. Bir ara iki kobra Gabar’a doğru da uçuyorlar. Ne olup bittiğin sorduğumda o yani Erdal yoldaş “önce planladığımız Bızına Fındık karakol arasına pusu attık. 5 askeri tasfiye ettik ve 2 adet G–3 ile bir bomba atar ve bir telsiz kaldırdık” diyor. Biraz sohbetten sonra cihazdan ayrılıyoruz. Ancak kafama takılan ve bizim bu eylem için önceden planladığımız mayın temizliği için bize gerekli olan detektörde kaldırılması gerekiyordu. Tekrar cihazda ona çağrı yapıyorum “detektör ne oldu” diyorum o da “gülerek bu topların ortasında bir şeyi unutmuyorsun detektörü de aldık” diyerek yine o güzel mi güzel gülüşünü cihaza yansıtacaktır.
Düşman saldırıları devam ederken ondan birkaç gün önce Garisa’nın Çaçe alanında şehit düşen 18 arkadaşı kast ederek “Çaçe gibi yapacağız” diyecektir düşman. Vahşet kodundaki kobralar gerçekten bir vahşet yapacaklar ve bu saldırılarda 8 yoldaş şehit düşecektir. Toplam Kerboran eylemi için 11 yoldaş şehit düşecektir. Ve birçoğumuz neredeyse suda gidecektik. Bu da tam bir felaket olacaktı.
Bu arada yeni gelen savaşçıları Erdal alıp Çırav’a geçecek ve onların eğitimine başlayacaktır. Erdal gerçekten her yönüyle bir eğitimci idi. Sadece teorik eğitimi değil-ki teorik eğitimi oldukça bilimsel verirdi, Avrupa da büyümenin avantajlarının yanı sıra okul okumuşluğun da etkisi vardı-ancak o tümden davranışlarıyla, ilişkileriyle de bir eğitim uzmanıydı. İnsan psikolojisini iyi anlayan biri olarak insanlarla erkenden empati kurarak onların ihtiyaçları neyse verebilen biriydi. Bir de o bir dakikasını boş geçirmezdi. Yanında ki arkadaşları da boş zaman geçiremezlerdi. Onun etrafındaki arkadaşlara yaptıracak her zaman bir şeyi vardı. Bu olmadı mı cebinde ki kitabı sana uzatarak okumanı isterdi.
Biz Kerboran eylemi ve Erdal arkadaşın eylemi ardından Basret’te bir araya geliyoruz. Ve örgüte düşüncelerimizi aktarıyoruz. Kapsamlı ve araziye dayalı savaşı gerilla biçiminde yürütmek istediğimizi ve kaldıracak silahları kendi tarzımızda kaldıracağımızı belirtiyoruz. Ve örgütte kabul ediyor. Çok sonraları yapılacak 98 Botan konferansında bizim için “her ne kadar dönem taktiğine girmemişlerse de özgün olarak gerilla tarzıyla eyaleti Hakkâri bölgesinin yanı sıra kurtaran ve önemli destek sunmuşlardır” denilecektir.
Ve bizim artık gerilla eylemlerimizin zamanı gelecek ve bu eylemliklerden sonra da Erdal olarak Erdallaşacak olan Engin Sincer yoldaş her gün biraz daha büyüyecek ve Kürdistan topraklarında yetişmiş en saygın insanlardan biri olmasını bilecektir.
Erdal yine Gabar’a geçiyor. Dediğim gibi yanında o müthiş ikili var. Zana ve Agiri yoldaşlar. Yine Peyaz arkadaşta bir takım komutanı olarak var.
14 Mayıs Çevik operasyonu başlamıştır. Bu operasyon güney güçlerimize yapılan çok kapsamlı bir saldırıdır. Tekniğin, özelde İsrail pilotlarının da katıldığı uçak saldırılarının zirvede yaşandığı bir operasyondur. Size tuhaf gelebilir ama TC en çok desteği sunan devletlerin başında İsrail gelir. Bu operasyonda da en çok desteği sunan yine İsrail'dir. İlginçtir değil mi 14 Mayıs İsrail devletinin kuruluş ve ilan edilişinin günüdür.
Güçlü konak-Siirt yolunu Erdal kesecek, halka propaganda yapacak ve düşman askerlerine ait bir traktör erzakı alıp gelecektir.
Ziyarete Keraşe Zeve tepelerine gelen düşmana tuzak kurulması için keşifçiler gönderecek ancak keşif grubu eylemi riskli gördüğünden olmalıdır ki keşfe isteksiz gidecek ve bir şey keşfetmeden gelecekler. O keşif grubunu değiştirecek ve kendisi gidecektir.
Yol güvenliğini sağlayan tepeye iki tuzak döşeyecek ve 50 metrelik bir kabloyla tepenin dibine çekecektir. Mayın tuzağının üstünde 4 arkadaş saldırı için bekleyecektir. Birisi Zana yoldaştır. Erdal yoldaşta hemen arkalarında savunmada BKC ile ve olası yaralanmalar için bir Katırı da yanına alarak beklemektedir. Ne de olsa bu tarz eylem ilk kez denenecektir.
Tepeye 11 asker geliyor. Erdal arkadaşın talimatıyla başlayacak patlama. İşaret “duman”dır. Erdal yoldaş “duman” der demez tepe toz duman oluyor. Burada 11 askerin hepsi ölecek ve tepede arkadaşlar 1 adet A–4 uçaksavar, 1 adet MG–3 ile 3 adet G–3 silahı ile 7 askeri çanta alarak geri gelecekler. Eylemin süresi saniyelerle ölçüle bilir. O kadar hızlı malzemeler kaldırılıp arkadaşlar geri çekileceklerdir. Düşman hemen alını toplarla dövse de eylem tam bir başarıdır.
İşte burada Erdal arkadaşın başka bir özelliğini görüyoruz. O eylem yaparken bizim alıştığımız göğüs göğse dövüşten ziyade savaşın inceliklerini, kurnazlıklarını ve bunu başarıya dönüştüren taktiği ve taktiğin hizmetine getirilmiş tekniği de iyi kullanır. O ileride de böyle onlarca eylem yapacaktır. Tek bir arkadaşın burnu kanamadan o düşman askerlerini vuracak ve çok sayıda silaha el koyarak geri gelecektir.
Erdal gerçekten çok zeki bir yoldaştı. Belki içimizden çok sayıda zeki yoldaş çıkmıştır. Ama o bu zekânın yanına bir de aklını koyardı. Gerçekten Erdal küçük yaşanı rağmen oldukça aklını kullanan ve zekâsıyla buluşturan bir kişilikti. Özcesi duyguları mantığının sesini duyan bir gençti. Böyle olunca her ortamda en doğru kararı veren bir karaktere sahipti. Sonra da savaş içerisinde, diplomaside, eğitimlerde, gerillacılıkta, insan ilişkilerinde, kadın ilişkilerlinde hep en kabul gören çözümü ortaya sergileyen bir kişiliğe sahip oluşunu hepimiz görecektik.
İşte bu herkeste yoktur. O akıl ile zekâyı müthiş birleştirirdi. Bunun yanına gerekli olan emekte her zaman vardı. Emekle örülmüş sabır, dirayet, ısrarda eklenince ortaya çıkan sadece ve sadece eğer gerçekten büyük talihsizlikler ve tesadüfler sonucu bir engel çıkmamışsa başarıdır. Erdal’ca başarıdır.
Ve bu eylem eyalet tarafından kutlanacaktır. Bizde her eylem kutlama gerekçisi olmaz. Özelde döneme yön verecekse, döneme damga vuracaksa ve gerçekten arkasında beyin, yürek ve irade işi varsa ödüllendirilir. İşte Erdal arkadaşın bu eylemi kutlanacaktır ve saldırı da yer alanlara ödül verilmesi gerekecektir. O zaten eylemi yapan ve planlayandı onun vermesi çok doğaldı. Ancak o ödülleri benim vermemi isteyecektir.
İşte Erdal yoldaşın başka bir özelliğini size söyleyeyim. O insanlara karşı müthiş saygılı biriydi. O örgütçü biriydi. Bir üstüne karşı duyarlıydı. Bu uzlaşma anlamında değil. Belki de en çok eleştiren arkadaşlardan biriydi. Ancak bir üstü varsa ona dikkat ederdi. Bu her zaman yanlış anlamaların önünü alacak, tepkilerin oluşmasını engelleyecek ve o asıl olanın çalışma üzerinde olan yoğunlaşmanın sağlanmasını bu tarzıyla hep başaracaktır. Bu ödülleri işte bu gerçekten incelik ve narinlik dolu tarzıyla beni gücün bulunduğu alana isteyecek ve bana bu ödülleri yoldaşlara vermemi sağlayacaktır. Arkadaşlara verdiğimiz ödüller saatlerdi. O zaman bizim Gabar da çok gizli bir ilişkimiz vardı. Sadece ben biliyordum. Ben bu ilişkiyi de ona göstermiştim. O ilişkimiz tam üç yıl boyunca bir birliğimizin ihtiyaçlarını karşılamıştı.
Hareketimiz durmuyor. Erdal’ın önce keşfini yaptığı bir pusu eylemi yapacağız. Eyleme Erdal gidiyor. Pusu atacak güç Çiya Dera’ya geçecek. Ben ve Hasan yoldaş Çiya Bızına da kalıyoruz. Olası durumlara karşı tedbir alıyoruz.
Erdal arkadaşın önce keşfettiği düşman birliği yolunu değiştirecek ve başka bir yoldan gidecektir. Öyle olunca pusu atılamayacak. Bir gün daha Erdal bekliyor. Bu kez düşman başka yerden gidiyor. İkinci günün akşamı Erdal arkadaşın başka bir önerisi oluyor. Başka yerden gelen 11 asker var. Ancak yol yol gelecekleri için biraz riski var. Eylem sabah erkenden yapılması gerekiyor. Pusu atılacak yer çok tehlikelidir. Tartışıyoruz. O dayatıcı oluyor. Sonuçta riskleri olsa da kabul ediyoruz.
Sabah erkenden 11 düşman askeri yol yol gelirken yanlarında kurt köpekleri de var. O hemen yola ve arkadaşların uzaklarına yanında taşıdığı biber ve sarımsağı etrafa saçıyor. İşte dediğim Erdal budur. O her yönüyle hazırlıklı bir gerilladır. Biz genelde böyle inceliklere ve ayrıntılara dikkat etmeyiz. Ama o savaşın ayrıntı olduğuna kendisini inandırmış olarak her zaman beklenmedik durumlara karşı hazırlıklıdır. Düşman kurt köpekleriyle gelecek ancak Erdal onları yanıltmıştır, burunlarına gelen sarımsak kokuları ile burun deliklerine çektikleri acımsı biberler bu koku köpeklerini işlevsiz kılacaktır. Ve gelen 11 askere yoldaşlar pusu da kuracak 9 tanesini yere sererken iki tanesi zor bela kaçacak, arkadaşlar 1 adet G–3, bir Karnas suikast silahı alıp gelecekler. Eylem ardından eylem yerini düşman havan ve top yağmuruna tutacaktır. 2 arkadaş hafif yaralanacak ve bir tane eylem daha başarılı sonuçlanmış olacaktır.
Bu arada Hasan Heyştani-sonradan aynı yıl Hakkâri’nin Çelecenge tepesinde tesadüfen bir havan gülesi isabet alarak şehit düşecek olan yoldaş, bölüğünü alıp zozanlara yani Hakkâri tarafına eyalet karargâhın bulunduğu yere doğru kayıyor.
15 ağustos günü Fındık’ın altında bir tepeyi tutan düşmanın bir gücüne eylem planlaması yapılacak ve vurulacağı akşam çok değerli milisimiz olan Şahin Gabari tez canlılıktan yerinden hareket edecek ve biz saldırıya geçmeden düşman arkadaşları yoğun mermi ateşine tutarak eylem sabote olacaktır. Ve Erdal bana sonraları “Şahin arkadaş yanıma gelmiyor. Eylemi istemeyerek sabote ettiği için utanıyor ve benden kaçıyor” dedikten sonra da epey gülecekti. Erdal arkadaşın herhalde en belirgin özelliği çok gülmesiydi. Her şart altında hep gülmesini bilen ender yoldaşlardandı. Hele hele espri etmeden ya da kibarca birine takılmadan edememesi de ayrı güzel ve hoş olan bir karakteriydi.
Yine Erdal derken aklıma hep deli dolu yaşam geliyor. Yaşamı güzelleştirmesi geliyor. Yaşamın espriyle donatılarak renklendirilmesi geliyor. Öyle zaman zaman olup ta zaman zaman turşu küpüne dönüşmüş yüz hatları yok. Hep ve her ortamda güler yüzlülükle beraber tatlı ve neşelendiren ince espri vardır. Bu Erdal’ı daha güzel kıldığı gibi onu vazgeçilmez kılıyordu. Şunu açıkça belirteyim. Erdal bir ortama girmiş ise ve o ortam da kalmışsa ona insanların saygı duyması ve bağlanmamasını düşünemiyorum ben. Bu gittiği her yerde böyledir. Gerilla, diplomasi ve halk çalışmalarında bu böyledir.
Bu sabote eylemi ardından Bana Aziza'na Şkefttiyan'dan çıkan bir düşman timini vuracak ve 3 adet G–3 kaldıracaktır. Burada yine önemli bir rol Zana Mardin yoldaşındır.
Size bu durumlarla bağlantılı başka bir özelliğini söyleyeyim. Erdal hiçbir zaman boş durmasını bilmeyen biridir. O mutlaka bir şeyler yapmalıdır. Özelde de savaş hususunda düşmana bir yerlerde darbe vurmak için gece demeden gündüz demeden koşturarak keşfi yapar ve bulduğu hedeflere de hiç tereddüt göstermeden üzerine giderek sonuç alırdı.
Bu eylemden sonra Çiya Suskeye geçecektir. O, Zana ve Berxwadan yoldaşlar birlikteler. Kapsamlı bir pusu atacaklar. Ancak düşman zaten dar olan ve arazi olarak uygun olmayan Suske ve etrafına çıkıyor. Erdal geceden fark ettiği için herkesin mevzi kazmasını isteyecek ve erkenden başlayan çatışmada çok sayıda düşman askeri vurulurken kobra ve top atışlarıyla üç arkadaş; Arjin Amed, Kawa Amed ve başka bir yoldaş şehit düşecektir. Berxwadan yoldaş ki sonra dan Mawa da şehit düşecektir. O çatışma öncesi muhaberemizi dinlemiş. Ben muhabere de eyalet için onun önderlik sahasına gitmesini öneriyorum. Ancak o çatışmada ağır yaralandığından arkadaşlara “ne kadar kötü oldu. Ben tamda önderlik sahasına önerilmişken“ diyecekti. Böylesine tehlikelerle dolu bir sahada kıran kırana çatışarak gücünü sağlama çıkarmak Erdal arkadaşın yaşadığı ayrı önemli bir deneyimiydi.
Bana Aziza’ya bu kez dört mayın yerleştirerek tam bir tuzak döşeyeceğiz. Bu işin uzmanı yine o dur, yani Erdal’dır. O önce de bu tuzakları hazırlamış. Ayrıca onun eski birliğidir. Kaldı ki o birçok yoldaşı mayın konusunda eğitmişti.
Düşman ilk gün tuzakladığımız tepeye gelmiyor, başka bir tepeye gidiyor. Saldırı grubunun ikinci günde kalmasını istiyoruz. Ancak ikinci günde düşman başka bir tepeye gidiyor. Ve üçüncü gün tam da Kato Jirka da o bilinen Beytüşşebap karşısına bayrak dikme eylemi ve çatışmaları yaşanırken düşman bizim tuzakladığımız tepeye doğru ilerliyor ve biz “duman” diyerek tuzağı patlatıyoruz. Burada 9 asker ölürken bir adet A–4 uçaksavar, 2 adet 2 G–3 ile epey askeri çanta alarak geri çekiliyoruz.
Bu eylemde Erdal büyük cihazın başında kalmıştı. Ona eylemin tekmilini veriyoruz. Erdal da eyalete aktarıyor.
Şunu açıkça belirteceğim; benim parti içerisinde en uyumlu çalıştığım, söylemeden anlaştığım arkadaşların başında Erdal geliyor. Bir de aynı yıl bu uyumu gösteren Agiri, Mişar, Zana yoldaşları da eklerseniz tüm mücadele tarihimin en rahat ve en çok çalışarak sonuç aldığım yılları olmuştu. Çünkü sizin çalışma arkadaşlarınız ne kadar yetkin ve siz onlarla ne kadar empati besleyebiliyorsanız o kadar rahat olacak ve o kadar daha fazla yaratıcı olarak çalışmalarınızda sonuç alıcı olacaksınız.
Erdal’ın bir özelliği girdiği her ortamla çok hızlı bir şekilde buluşmasıydı. O bir nevi herkesle en iyi uyumu yakalamasını bilen birisi olarak hep el üstünde tutulan kişiydi. Burada uzlaşma yoktu.
Eylem sonrası Çırav’a gideceğim. Ancak tekrar Gabar’a doğru gidiyorum. Bu ara kuzeye geçmek için Çırav alanına Dersim, Amed gücü geliyor. Yine hareketli birlik ile lojistik gücü de geliyor. Tekmillerde Erdal arkadaş “Gabar ve Çırav’da kapsamlı operasyon başladı” diyecektir. Çırav da yüzlerce arkadaş var. Doğrusu kaygılanıyorum. Evet, Erdal arkadaş var ve duyarlı bir arkadaştır. Ancak bir sürü komutanda oradadır. Ben oldum olası geçiş noktalarından geçiş toplantılarından hep korkarım. Çünkü çok sayıda komutan bir araya gelir. Ve alanın görevlileri ve sorumluları başka üst düzeyli yetkililer bulunduğu için tutuk davranacaklar ve sonuçta bir sürü boşluk doğacak ve biz epey zarar göreceğiz. Gerçi şimdi Erdal var. Belki bir nebze de olsa rahattım.
Kapsamlı çatışmalar yaşanacak. 4 adet kobra saldırı helikopteri durmadan alanı bombalayacak. İlk vuruşta arkadaşlar 6 askeri yere yığacaklardır. Battal ismindeki takım komutanı ile Delil ve başka değerli bir yoldaşı kaybediyoruz. Ve kobra atışlarıyla 20 tane katırımız-yani bizim kobralarımız-telef ediliyor.
Arkadaşlar çatışmada etkili vursalar da sonradan normalinde duyarlı olan Erdal yoldaşı operasyon bilgisini geceden haber aldığı halde dışarıdan gelen güçleri Gabar’a göndermemesi eleştirilecektir. Hatta bir defasında aşırı kendisine güvenerek düşmanı küçümsediği konusu da Erdal yoldaş için eleştiri konusu olacaktır.
Biz Çırav da operasyon sürerken Bayrak tepesini vuruyoruz. Ancak eylemde saldırı da çok yetkin olan Rızgar Bespin yoldaş şehit düştüğü için saldırıyı durduruyoruz.
Bizde bir PKK özelliğidir. Bir yerlerde yoldaşların zorluk çekiyorsa senin hemen aktif devreye girmen gerekiyor. Bu eylem olur, bu yanıltma olur bu direk operasyon yapan düşmana yönelim olur. Her halükarda bir şeyler yapmak gerekiyor.
Sonbahardayız. Kuzeye gidecek yoldaşlar bize büyük komutanlarımızdan Şerife Sperti yoldaşın şahadetini bize iletiyorlar. Yığılıyoruz. Çünkü o yıl zozanlarda Rojhat Bluzer yoldaşın yanı sıra eyalete en çok katkı sunan arkadaşların başında geliyordu. Çok zorlanıyoruz. Şerif yoldaş tank pususunda 3 yoldaşı ile birlikte şehit düşüyor.
Ben ve çok değerli kadın komutan Agiri eyalet toplantısına gideceğiz. Ben yerime Erdal arkadaşı bırakıyorum. Dediğim gibi aramızda yazılmamışta olsa bir hukuk vardı. Bu yaklaşımım bireyselde görülse savunabilecek pozisyondaydım. Çünkü Erdal arkadaşın hem genel tarafından kabul edilişi ve ayrıca da çok ciddi genele karşı bir duyarlılığı vardı. Bunlar bir sorumluda bulunması gereken iki temel özellikti. Bunlar onda zaten vardı.
Biz toplantıya giderken Erdal arkadaş Geli Gurdele’ya değirmeni kurarak işletecek. Bu değirmenimizi Aydın Reşine yoldaş yapacaktı. O da Botan da yetişmiş ayrı bir genç komutan yoldaştı. Neredeyse bilmediği bir şey yoktu dersek abartmış olmayız.
Düşman değirmenimizi ele geçirmek için bir operasyon başlatıyor. Bizim bederlerin üzerinde buğday kaldırdığımızın kokusunu almış. Erdal arkadaşlar Bere Mere de düşmanın bir birliğini aralarına alarak yarısını tasfiye ediyorlar. 4 adet G–3, 1 adet B–7, 1 adet bomba atar ve bir sürü askeri çanta ve malzeme kaldırıyorlar. Çatışmalar 3–4 gün boyunca yoğun sürecek ancak düşman değirmene ulaşamadan geri toz olup gidecektir.
Bu arada Fındıklılara ait çok sayıda katırı alarak Besta’ya eyalet karargâhına gönderecektir. Birde aldıkları inekler var. Ki hepsi çetelere aittir. Sonraları bu inekleri geri göndereceğiz.
Size başka bir şey daha tuhaf gelebilir. Katır, erzak gibi meseleler. Hâlbuki bizim gibi iradeye dayalı savaş yürüten bir güç için erzak önemli bir sorundur. Düşman her yolu kapatıyor. Erzakın geçmesini engelliyor. Aç bırakarak teslim almaya ya da aç bırakarak kaçışa zorluyor. İşte böyle yerlerde düşmanın erzakına el koymak ve yine çok uzaklardan erzak taşıyacak binek ve yük hayvanları almak çok fazla önemlidir. Hani Che Guevera’nın Küba devrimi için “katırların çok emeği geçti bize“ deyişine birde bu yönüyle bakmak önemlidir.
Ben eyalet toplantısından sonra geri Gabar alanına döneceğim. Onun Besta da yapılması gereken Taktik Eğitim Devresi’ne katılması gerekiyor. O çok istekli değildir. Aslında yeni yeni pratiğe bu düzeyde katılması ona epey moral vermiştir. Ancak o örgüt istediği için gidecektir. Gitmeden önce de üslenme çalışmalarında son gününe kadar destek sunacaktır. Ve onunla biz 19 Ocak günü Gabar’da vedalaşıyoruz.
O ve Mardinli Haki yoldaş bizim cephemizden eğitime istenmişler. Aslında o yıl her cepheden gelişmeye açık ve gelecekte eyaletin yükünü taşıyacak arkadaşlar eğitime istenmişlerdir.
Taktik Eğitim Devresi’nde o hem bölük komutan yardımcısı, hem takım komutanı hem de manga komutanıdır. İlk kez tüm yönetimler manga komutanıdır. Bölük komutanı ise eyalet komutanımız olan Cemal arkadaştır. Devrenin sloganı “demokratik, otoriter ve proleter komutan olmak”’tır.
Demokratlık yaşamdaki duruş ve paylaşımla bağlantılı, otoriter olmak askeri keskinlik ve üslup ile hitabetle ilgili proleterlik ise tümden emeğe dayalı bir insan ilişkisi ile alakalı. İşte slogan temelinde devrenin yönetimi bir gün tepeci, bir gün subay, bir gün erzak taşımada, bir gün mevzi kazmada ve bir gün ekmek pişirmektedir. Özcesi emekçidir. Yine manga da keskin bir düzen ve disiplinle çelikten bir askeri duruş istenecektir. Eğitimlerde, tekmillerde, toplantılarda ise herkesin görüşüne saygı gösteren, dinleyen ve ortaklaşa kararlara giden bir sosyalist olacaktır.
Bu devrede ki yönetim üyeleri-yani manga komutanları-genelde pratiklerde bölük komutanı olan yoldaşlardır. Bu devrede; Erdal, Haki, şehit Eşref Noduzi, şehit Kurtay Faraşin-ki önce Erdal arkadaşın yardımcısıdır, şehit Rüstem Zeydan, Erdal arkadaşın küçüklük arkadaşı Kasım Engin ile çok sayıda değerli yoldaş vardır. Onlarca komutan bu devrede yerini alacaktır. Önderlik bu devrenin bu nitelikle toplanmasını öğrendiğinde “her şeyi tartışabilirsiniz, her şeyi konuşabilirsiniz” diyecektir.
Bu devrede eyalet komutanı arkadaşın yanında en çok emeği geçen yoldaşlardan bir tanesi de Erdal yoldaştır. O hem eğitim alacak hem de eğitim verecektir.
Eğitim devresi sürerken düşman Gabar’a geceden başlayarak karlı havada bir operasyon gerçekleştirecektir. Bir düşman birliğine Zana geceden vuruyor çoğunu tasfiye etse de o bu eylemde şehit düşecektir. Başka bir kolumuz Karne’nin arkasında saat 12 de başka bir birliği vuracak ve 9 adet silah, 1 adet detektör, 20 askeri çanta kaldıracaklar ve bu birliği tümden tasfiye edeceklerdir. Düşman ağır teknikle müdahale ederek zor bela diğerlerini ellimizden çıkaracaktır. Bu eylemde çok değerli ve Gabar’da çok büyük emek sarf etmiş ve Erdal yoldaşın yanından hiç ayrılmayan takım komutanı Zana yoldaş şehit düşecektir.
Biz Erdal arkadaşı eğitim devresine gönderirken tekrardan bize gönderilmesini notumuzda yazmıştık. Botan eyalet 4. Konferansı yapılıyor. Konferansın duyumunu alan düşman çok kapsamlı yöneliyor. Bu yönelimin bilgisini alan eyalet ise güçleri hızla Bestadan dışarı çıkararak bir tehlikenin önünü almış oluyor. İşte bu dışarı çıkanlardan biriside Erdal yoldaştır. Erdal geliyor ancak hareketli birliğin komutanı olarak eyalete bağlı olarak geri dönüyor.
O, Cudi ve Haftanin gücüyle Gabar’a gelmiştir. Cudi ve Haftanin gücü kendi alanlarına geçiyorlar. Erdal yapılan eyalet konferansının sonuçlarını tüm güce aktarıyor.
Ve o yıl önce Gabar da sonra da Cudi’de bu taktik eğitim devresinin özelde araziye dayalı savaş tarzını genişçe tüm toplantılarının ve eğitimlerinin konusu yaparak saatlerce tartışacak ve tartıştıracaktır.
Grenada tipi operasyonu düşman 11 Mart 1998’de Besta da başlatıyor. Bu operasyonda düşmana çok darbeler indiriliyor. Bir asker ile iki çete esir alınıyor. Kışın ortasında yoğun indirmeler yapan düşman bir haftalık operasyon ardından geri çekiliyor. Ancak 11 Nisan da daha kapsamlı bir imha operasyonuna başlıyor. Biz bize dönük yapılacağını hesaplayarak araziye ona göre mevzileniyoruz.
Biz Besta’ya dönük saldırıyı hafifletmek için Suvadiye-Gümüşyazı-karakoluna vurma planı yapıyoruz. Erdal eylemde saldırının takviye komutanıdır. Eylem o kadar önemlidir ki Erdal yoldaşı direk eyleme katıyoruz. Biz karakolu vuruyoruz. Ancak düşman toplarla yeri yerinde oynatıyor. Karakolun etrafını vuruyor. Biz o kadar yoldaşı eyleme götürmüşüz. Hayatım da beni en çok ürküten eylemin bu olduğunu söyleyebilirim. Rasgele birkaç top arkadaşların bulunduğu yere isabet etse bir sürü kayıp yaşanacaktır. Ancak bir şey olmadan geri çekiliyoruz.
11 Nisan operasyonunda çok sayıda değerli komutan yoldaş şehit düşecektir. Bunların arasında Agiri Mardin, Zelal genel Botan kadın sorumlusu, Cihan Hilali, Renas Afrin, yıllarca Avrupa da basıncılık yapan Selçuk, Erdal yoldaşla yıllarca kalmış genç bölük komutanı Cudi Şveti ve nice daha değerli yoldaş. Ancak Besta gibi küçücük bir alana 80 bin askeri yığarak düşmanın her şeyini ortaya koyarak saldırı planını dikkate aldığımızda bu ikinci saldırı da boşa çıkıyor.
Erdal arkadaş Gabar’dadır. 2 Mayıs günü Cudi bölge komutanımız Hamza Amerine yoldaş 16 yoldaşıyla şehit düşüyor.
Eyalet yönetimi yapılan tartışmalarda Cudi alanına Erdal arkadaşın atanması kararını alıyor. Eyalet komutanı bu kararı ona aktarmamı istediğinde ben yine çekiniyorum. Çünkü onu bölük komutanı yaptığımızda nasıl karşı çıktığını görmüştüm. Ama bu kez öyle olmuyor. O’na eyaletin kararını ilettiğimde bir şey demiyor. O da sürecin nasıl sert geliştiğini görüyor. Belki de bunun için itiraz etme hakkını kendinde görmüyor. Ve onu Cudi bölgesine uğurluyorum.
Cudi de Hamza Amerine yoldaşın başlattığı düzeltme hareketine o devam edecektir. Önemli eylemler yapacaklardır. Ve giderek Cudi düzelecek ve kendine gelecektir. Kış 1998–99 yılında o Haftanin de kendi gücüyle üslenecek. Ve karınca kararınca eğitim vererek anlayış kazandırma çalışması yaparken de Cudi’ye sırtla erzak taşıyacaktır. Erdal yoldaşın en büyük avantajlarından biri işte bu komple olma kişiliğiydi. Hem eğitimci, hem emekçi, hem savaşçı, hem mayıncı, hem bombacı, hem havancı, hem de yoldaşların en güzel yoldaşı. Özel de ise bizim gibi geri olan feodal bir toplumda kadınla olan seviyeli ve duyarlı ilişkisi. Bu özellikler Erdal’a hep kazandıran özellikler olmuştur.
Erdal arkadaş henüz Haftanin de kendi gücüyle uğraşırken partimizin 6. Kongre’sinde PKK’nin merkez komite üyeliğine seçilir. O aynı Kongre’nin ardından Mardin eyaletinin başına geçer. Ki Gabar’da Mardin’e dâhil edilmiştir.
O ilk önce eyaletin çalışma planını ve takvimini belirleyecek ve hızla eylemlere girişecektir. Önderliğimizin uluslar arası güçler tarafından esir alınarak terörist devlete teslim edilmesi ardından güçlerimizde ilk önce moralsizlik yaşanacak ancak giderek süreçle birlikte önderliği karşı yaşanan bağlılıktan kaynaklı direniş ve fedaileşme gelişecektir.
O kendi alanında eyaletinde bunun öncülüğünü yapacaktır. Bir yıl sonra-gerilla güçlerimizin önderlik talimatıyla kuzeyden güneye çekilmesi ve sonrası yapılacak olan 7. Kongre de eyaletlerimiz içerisinde en fazla pratiğe katılan eyalet Mardin eyaleti olarak değerlendirilecektir. Burada en büyük pay şüphe yok ki Erdal yoldaşındır.
O eyalete girer girmez önce TRT’nin önüne pusu atacak ve 2 asker vuracaktır. Peşinden Serxattan’da bir adet G–3 kaldıracak, Zivinga Haci Ali’yi düşman tepesini roketlerle vuracak, hemen ardından Güçlükonak Zeve de pusu atacak ve 1 adet BKC ile 1 adet G–3 kaldıracaktır.
O yılın en güzel eylemlerinden biri de BOTAŞ yolu üzerinde Gabar altlarında atılan pusudur. Önce gündüz bir düşmanın kontrol noktası vurulacak ardından düşman önce Cizre tarafından müdahaleye gelecek hazır bekleyen tuzaklar panzerde patlatılarak imha edilecek. Ardından Mardin tarafından gelen panzerli düşman müdahalesine başka bir tuzak patlatılacak ve o panzerde imha olacak. Akşama kadar düşman müdahale edemeyecektir. Kaldığı yerde çakılı kalacaktır.
İşte Erdal arkadaşın tekniği taktiğin hizmetine en iyi koyan arkadaş olduğunu söylediğimizde söylemek istediğimiz budur. O gerilla güçlerini çok yıpratmadan ancak çatışma ve çarpışma anı ve anları öncesi çok iyi hazırlık yaparak düşmanı perişan eden bir taktik ustalığa sahiptir. Önderliğin “beyniyle savaşmak” dediği olay bu olsa gerek.
Evet, o bu yıl Mardin de ayak basmadığı, ilgilenmediği, konuşmadığı yer ve arkadaş kalmamıştır. O büyük uğraşlar ardından elde ettiği positiv sonuçlarla partinin geri çekilme talimatı ardından sonbaharda Kandil’e doğru hareket edecektir. Ben onu en son olarak Yüksekova’nın Esendere alanında görecektim. Bir daha da görüşmeyecektik. Evet, sonraları telefonla ilişkilerimiz olacaktı ancak bu güzel yoldaşımı bir daha yüz yüze, göz göze göremeyecektim.
O Kandil de bulunduğu sürece bir müddet şehit Ayhan da kalır. Ancak kısa bir süre sonra 7. Kongre’ye katılacaktır. O yıllarda Osonun dediği dediktir çaldığı düdüktür. Ve aynı yıllarda kadın yoldaşların çok zorlandığı yıllardır. Sonra da Parti bu sürece ilişkin kadına karşı gösterilen ters yaklaşımı sert eleştirecek, mahkûm edecek ve kadın yoldaşlardan özür dileyecektir.
Erdal yoldaş kongre ortamında özelde de Osman’ın iğneleyici ve batıcı üslubundan rahatsız olur. O Osman’ın kongre divanından alınmasını önerir. Bunun üzerine bir sürü tartışma yaşanır. Hatta Osman, Erdal arkadaşın söylediklerinin tutanaklardan çıkarılmasını ister. Bu durumu Erdal yoldaşa ilişkin yazdığı yazıda Kasım Engin arkadaş şöyle ele almıştı; “Söylemek istediğim Erdal’ı kimsenin kendi güdümüne alamayacağıdır. Erdal hiçbir zaman doğru görmediğine tabi olmayan bir kişilikti. Örneğin PKK’nin 7.Kongresi’nde Oso diye tabir ettiğimiz Osman’ın kadın arkadaşlara karşı hakarete varan yaklaşımları Erdal arkadaşı rahatsız ettiğinden Osman’ın toplantı divanından ayrılması gerektiğini söyler ve divandan çıkarılması için öneride bulunur. Bunun üzerine Erdal’ın üzerine başta ton ton olmak üzere kimi diğer arkadaşlar da gider. Ancak şu bilinmez. Erdal kendisine zorla dayatılan herhangi bir şeyi kabul etmeyen bir kişilik olarak, arkadaşların söylediklerine katılmayıp Erdal yoldaşın sözünü geri alması gerektiğini belirten bir yoldaşı da platformdan inmesi gerektiğini de ekleyerek söylediklerini savunur.
Özcesi Erdal boyun eğmeye asla tahammül göstermeyen bir kişilik olarak hep onurlu kalmasını bilmiştir. Bu PKK saflarında daha belirginleşerek öne çıkmıştır. Çünkü PKK’lilik bir nevi her türden geri ve hükmetme yaklaşımına karşı bir başkaldırı hareketidir aynı zamanda.”
Evet, Erdal yoldaş işte budur. Hem üstlerine karşı müthiş saygılı ama aynı zamanda yanlışlıklarını gördüğünde ise kellesi gitse de geri adım atmayacak bir militan.
O Kongre ardından Avrupa’ya düzenlenmişti.
Avrupa da önemli çalışmalarda bulunur. Avrupa da dar yürütme üyesidir. Öncelikle diplomasi de çığır açar. O çalıştığı her kimse gönlüne taht kurar. Yıllar sonra da bizzat benim gördüğüm birçok yabancı ve onunla çalışan diplomatımız halen onu anar.
Onun ilişkilerde nasıl vazgeçilmez olduğunu sonra da güzel bir örnekle Kasım arkadaş bana anlatacaktır.
Bir gün Erdal bir yurtseveri Almanya’dan Belçika’ya ister. Çağırdığı yurtsever Bingöllü ve oldukça emeği geçmiş ve oğlunu şehit vermiş bir babadır. Ancak o bir müddet çalışmalardan ayrılmış ve bazı rahatsızlıkları vardır.
Onu çağıran Avrupa merkezidir. Onun gidip göreceği ise Erdal’dır. Tıfıl genç denilebilecek biri. Evet, sempatik ve sıcaktır ama tıfıldır. Konuşa konuşa benimle bu genç mi konuşacak diye içinden birçok kurgu kurar. Ancak aradan
Birkaç dakika sonra o çalışmaya hazırdır. Erdal ne söylemiştir o bile anlamamıştır. Bildiği bir şey vardır o da bu gencin söyledikleri kırılamaz ve ret edilemezdir. İkna olduktan sonra yurtseverimiz kendi yerine geri döner. Ancak yarı yoldan tekrar Erdal arkadaşın yanına geri döner. Ve Erdal arkadaşa “biz nereden tanışıyoruz” diye bir soru sorar. Erdal yoldaşın verdiği cevap “biz doğmadan tanışıyoruz. Biz sizin yüreğinize işlemiş insanlarız. Görüşmesek de biz hep birlikteyiz. Bizim duygularımız, düşüncelerimiz, özlemlerimiz hep aynıdır. Biz hevaliz” diyerek Erdal nasıl ve kim olduğunu ona bu çarpıcı bir iki cümleyle söylemiş olur.
Evet, Erdal budur. O ret edilemez. O sevilmez duruma hiç düşmez. O herkesi ilk merhabayla etkileyen bir ilişki dehası. O biraz da hepimizin içerisinde yer edinmiş özlem, hasret, arayış, sevgi, saygı ve ulaşmak istediklerimizdir.
Onunla en son telefon görüşmemde-ki ben biraz hastaydım-“sen Botan’dan çıkarsan hasta oluyorsun. Senin ilacın Botan’dır, Gabar’dır diye takılacaktı.
Yaşamda oldukça esprisel duruşu ve adeta her şart altında gülmesini ve güldürmesini bilen, bunu yaptıkça yüzlerine yansıyan gülüşüyle herkese gülücük saçan ve bu gülücükleriyle adeta tüm insanlığı yüzüne takan bir militan olarak, haklı olarak sonrada kimi insan onun herkese yetecek kadar gülücük sahibi olduğunu söylemiştir.
Bu gülücüklerine, tebessümüne, mütevazılığine, yaratıcılığına, akıl ve zekâsına birde cıvıl cıvıl olan adeta cıva gibi akan kişiliğini eklerseniz ortaya çıkan tablo; ulaşılması ve yaşanılması gereken bir kişilik çıkar. O yerinde durmayan, çağlayan gibi akan, aktif olmanın ötesinde hyper olan bir insan olarak hep yükseklerde seyir etmiştir. Ve hep böyle de kalacaktır.
O Avrupa da 2003 yılında geri ülkeye gelecek. Ve uzun bir süreye yaymadan HPG’ye yani silahlı mücadele sahasına geçecektir. Lakin askeri güçlere geçmeden önce Temmuz 2003 de yapılacak olan ve sonra da hepsinin çete olarak kendilerini örgütleyerek ihanetin, işbirlikçiliğin kucağına atacak olanların cirit atığı toplantıda Erdal gücü oranında yanlış sosyal reforma karşı duracaktır. Ancak yıllar önce parmaksız Zeki şahsında gördüğü sosyallik adına asosyalliği bu kez Oso ve Botan gibi tiplerin şahsında yine görecektir. Bundan nefret edecektir. Bu duruşunu bilen düşkün tipler ona toplantıda yüklenecek ve geri adım atmasını sağlamak isteyeceklerdir. İşte onun da bu düşmüş, inançsız tiplere inat önerdiği çalışma sahası HPG’dir.
O artık yine uzun yıllar ardından tekrar askeri çalışmalara katılacaktır. Silahlı mücadelenin 20.yıldönümünü görkemli kutlanması gerekiyor. O karargâh komutan yardımcısı olarak hazırlıkların tümüne katılır. Çok sayıda etkinlik yapılır. Çok sayıda askeri tatbikat ve gösteri yapılır. Program tümden başarılı geçmektedir. Gece bu program müzikli ve eğlence programıyla kapanacaktır.
Programın folklor bölümünde şarjörlerinde eğitim mermisi bulunan silahlar kullanılacak. Ancak gösteri öncesi yapılan karışıklık ve yanlışlıklardan bir asıl mermi bir silahın şarjörüne konulur. Halaylı gösteri esnasında taramaya alınan silahtan çıkan bir kör kurşun Erdal yoldaşla soran Xelat yoldaşa isabet edecek. Xelat yoldaş yerinde şehit düşerken Erdal yoldaş kaldırıldığı hastanede şahadete kavuşacaktır.
O kimsenin beklemediği ummadığı bir dönemde bir ortam da şehit düşüyor. Biz onu belki de parti tarihimiz de yaşanan en büyük kaza olarak yaşayacağız. Bu kazanın ardından yılarca hiçbir törende mermi sıkılmamış ve kesin olarak yasaklanmıştı. Çünkü bizim kaybettiğimiz sıradan bir yoldaş değildi. Parti tarihimizin en çok gerilla sahasında gelişme gösteren yoldaşımızı kaybetmiştik. Diplomasi de en çok başarıyı kısa bir süre içerisine sığdıran yoldaşımızı kaybetmiştik. Ve de yaşarken parti saflarında belki de en çok sevilen yoldaşımızı kaybetmiştik.
Evet, biz Erdal yoldaşımızı hak etmediğimiz bir şekilde kaybetmiştik. Yıldızlara gömmüştük. Yüreklerimizi işlemiştik. Düşünce ve kalplerimize nakşetmiştik.
Ben aradan yıllar geçse de hep Erdal gibi bir çalışma arkadaşı aradım. Gerçekten bir köylü ile ya da sadece köy ortamında büyümüş bir Kürdistanlı ile bir, Avrupa da büyümüş aydın bir Kürt insanıyla nasıl olurda bu kadar uyumlu çalışabilir? Ben bu soruya halen cevap bulmuş değilim. Cevap bulmuş olsam partimiz içerisinde yer yer yaşanan köylü aydın çatışmasına bir son verirdim. Cevap bulmuş olsam çalışma üzeri sağlanan uyumun dilini bulurdum. Cevap bulmuş olsam gerçekten pozitif olan olumlu olan özelliklerin bir araya getirilerek birleştirerek neye muktedir olduğunu çözerdim.
Ben bu soruya cevap bulmuş değilim. Ancak Erdal yoldaşın özelliklerini bilerek, onları kendinden ekerek böyle bir şeyin yapılabileceğine giderek inanıyorum.
O benim yukarıda da dile getirdiğim gibi en uyumlu çalıştığım, en rahat olduğum ve en çok aradığım gerilla arkadaşlarımdandı.
Ben alandan ayrıldığımda hiç tereddüt etmeden bölgeyi ona teslim edebiliyordum. Çünkü o yapı tarafından kabul görüyordu. Seviliyordu. Ağırlığı vardı. Otoritesi vardı.
O yapısıyla hiçbir zaman ayrı yaşamadı. Ben görmedim. O yapısıyla en fazla iç içe olan bir komutan ve devrimciydi.
Yoldaşların arasında yetkiye dayanmadan ancak yetkinliği ve etkili militanlığı esas alan bir kişi olarak bugünlerde yeni değerler dizisi diye tabir ettiğimiz hiyerarşi ve tahakküme karşı bir duruşu hep yaşamış ve yaşatmıştır.
O her davranışıyla bir eğitmen olduğu gibi bana özel katkıları olmuştur. Bana önderlik çözümlemelerini okumuş, talimatları okumuş ve çeşitli kitapları okumuştur. Anlamadığım yerleri sabırla bana anlatmıştır. Ancak o öyle bir eğitmen arkadaştı ki hiç kimseye lütuf sunar gibi yardım sunmamıştır. O gerçekten bir asli görevi olarak görmüş ve yanında birlikte yaşadığı yoldaşa bir şeyler katmaya çalışmıştır.
O PKK saflarında gördüğüm en saygılı ve mütevazı arkadaşlardandı. O her zaman nereye kadar giderim ikilemini en iyi çözenlerdendi. O saygıda kusur etmezdi ancak hiçbir yönetici yoldaşına boyunda eğmemiştir. Gerektiğinde en sert eleştirileri o yapmıştır.
O bulunduğu alanda en çok örgütsel yaklaşandı. Örneğin bölük komutanıyken düzenli raporunu örgüte sunmuştur. Bölgenin raporlarını düzenli o çıkarmıştır. Notları o yazmıştır. Soruşturma komisyonlarında genelde o yer almıştır. Özcesi bir aydının yapması gerekenlerin çoğunu o yaparak bulunduğu alanlarda önemli ölçüde yük hafifletici olmuştur. Yine Kişilik özelliği olarak mutlaka çözümleyici bir kişiliğe sahip olan Erdal mütevazı yaklaşımlarıyla bu sorunları çözen tarzından dolayı da daha başarılı olmasını hep bilmiştir. O hiçbir zaman kişisel sorunları örgütsel sorunların önüne almadığı için tartışma platformunu hep siyasal tutmuştur. Böyle olunca da sorunların çözüm dili siyasal olmuştur. Siyasal dilde her sorunun çözümü er yâda geç bulunur yâda bulunmuştur.
Onun bulunduğu noktalar temizdir. Kirlilik yoktur. Kirlilikten nefret eder. Yine onun noktalarında her türlü hava ve karadan saldırılara karşı açık ve kapalı mevziler bulunur. Sonradan öğreneceğim gibi o Avrupa da KNK’ de kalırken haftanın belirli bir gününde bizzat binanın temizliğinde öncülük yapacaktır.
Üslubu çekiciydi. Yaşamı kazandırıcı ve saygı uyandırıcıydı. Hitabetinde yer yer sertlikler görmüşümdür. Savaşın acımasızlığı içerisinde yetmezlikleri o af etmezdi. Bir kere ona “guyi değilsin bu guyi sertliği nereden geliyor” diye takılacaktım. O bu sertliği yaşamdaki katılımıyla her zaman kapatarak tüm yoldaşların onu esas aldığı bir merkez olmasını hep bilmiştir.
O gerçekten çok şirindi. Yıllar sonra onunla yetişmiş ve gençlik yıllarını geçirmiş bir arkadaşı görmeseydim Erdal yoldaşın yaşça neredeyse benim yaşamdı olduğunu bilmeyecektim. Çünkü o tatlı bir gençti. Minyondu. Onu bu sevecenliğiyle kimse kıramazdı. O güleçti. Hep gülerdi. Onun gülüşleri bir orduya yetecek kadar fazlaydı. O Cemal arkadaşın deyimiyle tam bir “şekerdi”.
O çok güzel bir Kürtçe konuşurdu. Kürtçe konuşurken onun sonradan Kürtçe öğrendiğini anlardınız. Ancak onun konuşmasında tek bir aksan hatası ile gramer hata bulamazdınız. O bu Kürtçesi ile en çok talimat tercüme eden yoldaşlardandı.
O iyi bir gerilla idi. İyi bir gerilla öncelikle iyi arazi tanımayla başlar işe. O Avrupa da büyümesine rağmen bir yıl geçmeden sanki o Gabar'lı olmuştu. Araziyi en iyi tanıyan yoldaşlardan olmuştu. Yine onun Gabar gibi ormanlık bir alanda her zaman timleri keşif amaçlı arazide dolaşırdı. Çünkü sık ormanlık yerlerde düşmanın sızma ihtimali fazladır. O bunun önünü almasını bilmiştir. Yine dediğim gibi iyi bir arazi tanıyan gerilla olmuştur.
O gizlilik kurallarına çok riayet ederdi. Sadece gerilla hareket tarzında değil. Cihaz konuşmalarını da şifreli yapardı. İyi bir şifre yapandı.
O bayan yoldaşlara hepimizden farklı yaklaşırdı. Onun sanki doğasında kadına yakınlık vardı. Hiçbir gün onun ile bayan yoldaşların arasında bir sorun yaşandığını görmedim. İktidar doğalında kirli bir olay. İnsanın geriliklerini tahrik eder. Ama Erdal yoldaşın hiçbir zaman hiçbir yerde iktidarcı yaklaştığını görmemiştim.
Onun eylem tarzı farklıydı. Çok az cephane sarf ederek en çok sonuç almayı esas alıyordu. Her eyleminde düşmanın bir parçasını alıp getirme esastı. Neredeyse tüm eylemleri gündüzdü. Ve genelde tek bir kayıp yoktur. Vuruş tarzı koparıcıdır. O uzaktan gölge dövüşünü sevmez. O yakın dövüşçüdür. Ancak yakın dövüşürken de eski Kürt tarzı kabadayılık onda yoktur. O hep savaşın bir incelik ve hile işi olduğu bilerek her zaman düşmanı yanıltarak kandırarak savaşmıştır.
O bizde ender görünen siyasi ve askeri yetenekleri dengede olan bir yoldaştır. Onun Agit yani Mahsum Korkmaz arkadaşa benzetilmesi bundandır. O hem siyasi yönüyle gelişkin hem de askeri yönüyle gerillayı uygulama yönüyle de gelişkindir.
Eğer onun gibi tiplemeler içimizde çıkmış olsaydı devrimimizin birçok sorununa cevap bulmuş olurduk.
O’nun başka bir özelliği ise yaratıcı olmasıdır. Onda yok yoktur. Onda söyleneni nasıl pratiğe geçiririz arayışı vardır. Birde o çok yoğun zekâsını kullanarak hep yeni çözümler üreterek tıkanma anlarını aşmasını bilmiştir.
O örgütü tanıyan biriydi. O örgüt bir talimat çıkarmışsa ne anlama geldiğini bilerek kendisini ona göre uyarlıyordu. Bizde en temel sorunların başında bu gerçeklik gelir. Biz hep anladığımızı söyleriz ve bildiğimiz ve anladığımız kadar yaparız. Ya da yapmaya çalışırız. O ise örgütün ne yapmak istediğini anlayarak ona ulaşmaya çalışırdı.
Kurtay Faraşin yoldaşın ona ilişkin dile getirdiği şu noktalara katılmamak mümkün mü?
“ PKK’nin gizli ruhunu taşıyordu diyebiliriz. Onu her zaman kendime örnek aldım. Hepimizin işini o yapıyordu. Sınırsız bir insandı. Kendisine sınır koyan ve hesapla yaklaşan biri değildi. Onunki olağan üstü bir katılımdı. Bir devrimci ancak bu kadar kendisini katabiliyordu. En çok dikkatimi çeken yönlerinden birisi de buydu. Birde örgütsel, yönetimsel, yapısal sorunlar ve yaşamsal sorunları hiçbir zaman kendisine engel olarak görmedi. En fazla öne çıkan özelliklerinden biriside buydu.”
O aslında bir nevi gelişen yeni bir PKK’li militandı. Kasım arkadaşın onun anısına yazdığı yazıda şu sözler benimde katıldığım sözlerdir; “Şunu da yazımın başında dile getirmek yanlış olmayacaktır. Ben bazı insanların doğuştan PKK’lı olduğuna giderek inanan bir insanım. Belki eskiden buna fazla anlam vermezdim. Ancak giderek bende bu kanı gelişiyor. Örneğin bir şehit VİYAN SORAN ve NUDA BAŞKALE yoldaşların doğuştan birer militan, şehit ŞİLANLARIN (Kobani ve Urfalı olan) arkadaşların PKK’lı, Konyalı şehit ŞOREŞ’in yine NUCAN NURHAK arkadaşın militan doğduğuna inanıyorum.
Hani, İslamiyet’te derler ya her çocuk dört yaşanı kadar biraz da Müslüman’dır. Ben her insanın doğuş itibariyle biraz PKK’li olduğuna inanan biriyim. Ve birçok insanın-PKK ile buluşmuş olmasalar da-PKK’li olarak yaşadıklarına inanıyorum. PKK’li olmak adalete gönül vermek, baskıya karşı başkaldırış, boyun eğmeye tahammülsüzlük, maddiyata ret, ilişkilerde daha özgürlükçü, halk ve toplum uğruna canını çekinmeden koymak, mütevazılık, sade yaşama ve zirvelerde seyir etmek ise o zaman bazı insanların ruhlarında bunları görmek mümkündür.
İşte PKK’lilik biraz yukarıda dile getirilenler ise Erdal arkadaş doğuştan bir PKK’lidir. O yaşamıyla henüz genç bir delikanlıyken kendisini herkesin gönlüne nakış etmişti. Onu tarif etmek çok zor oluyor. O tarif edilemiyor. O ancak yaşanılır. Yâda onunla ancak yaşanılır. Başkası biraz zordur desem abartı olmaz. “
Erdal’ı yukarıda dile getirdiğim gibi anımsamak ancak ve ancak onu yaşamakla mümkündür. Onu anmak olsa olsa onun çizdiği yolun bir yolcusu olarak olabilir.
Gerçekten Erdal’ı anmak değil onu yaşamak hem de doludizgin yaşamak ancak ona yakışır. O ancak onun gibi yaşandıkça kabul eder insanı. Tersini asla kabul etmezdi ve etmezde.
Erdal’la arkadaşlık onun gibi Golgatha tepesine çarmıhını Kudüs’ten sırtlayarak yukarıya tırmanmakla olur. Çarmıha gerdirilirken dahi gülümsemesinden bir şey yitirmeden ‘tanrım çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar, af et onları’ demesini söyleye bilmekle ancak Erdal’la arkadaş olunur. Aksisi ona tersliği ifade eder.
Şartlarımızda Golgatha’ya çıkmak devrimin tüm yüklerini –tüm sorunlara rağmen-taşımakla olur. Devrimle sonuna kadar yürümekle olur. Tüm zorluklara, inançsızlıklara, saldırılara, bireysel rahatsızlık ve hastalıklara, ayrı görüş ve duruşlara rağmen önderlik çizgisinde daha fazla kenetlenerek yürümekle Erdal’ın arkadaşı, dostu, akrabası ve yoldaşı olunabilir.
Başka da asla!
Evet, Erdal yoldaşla yaşam ya militan tarzından olacak ya da asla.
Onunla yoldaşlık ancak onun gibi yaşandıkça olacak ya da asla.
Onunla yoldaşlık onun çizdiği yolun bir yolcusu olunacak ya da asla.
Onunla yoldaşlık PKK değerlerine en üst seviyede bağlılıkla olacak ya da asla.
Onunla yoldaşlık en temiz devrim duyguları ve bağlılıkları ile olacak ya da asla.
Güzel yoldaşım senin bu ilkelerini bilerek seni anıyorum. Seni anacağız. Ve seni salt Kürdistan devriminin öncü bir kadrosu olarak değil seni dünyanın en seçkin devrimcilerinin arasında her zaman anacağız. Seni Agit’lerin diyarlarına mührünü vuran biri olarak anacağız.
Seni her zaman yüreğimizde nakşederek anacağız.
Ve seni hayatta, birinin eksikliğini hissettiğimiz ve hep onun gelmesini beklediğimiz anlar var ya hep öyle bekleyerek anacağız.
Biz sadece senin gibi yaşamda iz bırakan yoldaşların yaşanmış olanlara değer biçeceklerini bilerek seni anacağız.
Ve en son olarak ruhun şad olsun derken de hep seni her yerde arayacağız.
YAŞAMAK SENİ
Rüzgârların esintisinde
Nehirlerin çağlayışında
Güneşin ışınlarının tenime sıcak dokunuşunda
Çiseleyen yağmur taneciklerinin yüzümü sıyırışında
Çocukların saf gülüşlerinde
Anaların dokunaklı çığlıklarında
Sevdam diye bildiğim kadınların gözyaşlarında
Ay’ın şavkını toprağa vurduğu
Her anda hep yaşayacağım seni.
*17 AĞUSTOS 2006-Kasım ENGİN arkadaş tarafından Erdal arkadaşa ilişkin yazılmış şiirdir.
Caferi Sori
Hamza Amernê (Ziver Sarıyıldız) Yoldaşın Anısına
Hamza Amerini-Ziver Sarıyıldız-yoldaş 1975 yılında Cizre ile Nusaybin arasında bulunan Amerini köyünde dünyaya gelir.
O henüz yeni ilkokulu bitiren biri olarak erkenden PKK saflarına gelir. Ondan öncesi çok sevdiği amcası gerilla saflarında şehit düşecek ve bu onu çok etkileyecektir.
1990’lı yıllar gelişme kaydedilen yıllardır. Her Kürdistanlı gencin dağlara çıkmak istediği yıllardır. Kürdistan da özelde Botan da birçok yerde serhildanlar gelişmektedir. Özelde ise Cizre, serhildanlarının başını Savur da şehit düşen 13 gerilla yoldaşın ardından çekmektedir.
Kürdistan tarihi yeniden gelişmelere gebe olabilecek yılları yaşamaktadır. Böyle günlerde genç olupta bir nebze namus sahibi olanların geleceği yer dağların zirveleridir.
Hamza yoldaş 1990 yılında gerillaya katılmak için dağlara çıkar. İlk geleceği yer Cudi dağıdır. O burada bir müddet kaldıktan sonra gideceği ve uzun yıllar kalacağı yer Gabar dağıdır. Agitlerin diyarıdır. O artık bir manga komutanıdır.
O 1991–92 kışını Gabar da geçirir. 1993 yılında o yine Gabar’dadır. Ancak artık o takım komutanıdır. Ve o Mişare alanına gönderilecektir.
Siz bir düşünün, Gabar o yıllarda kurtarılmış bir alan gibidir. Düşmanın kolay kolay giremediği girdiğinde ise çıkamadığı bir yerdir. Ancak Mişare öyle değildir. Mişare ve Mardin alanları daha zorlu yerlerdir. Düşmanın nispeten daha hakim olduğu alanlardır.
1993 yılında TC devletiyle yaptığımız ilk ateşkes sürecinde ben Cudi’den Gabar’a geçiyorum. Orada artık Hamza önde gelen bir yoldaştır. Sevilendir. Sayılandır. Herkesin yanına almak istediği bir isimdir.
Ateşkesin uzatılmasının ardından artık adım adım operasyonlar başlıyor. Adım adım düşman hareketliği var. Biz tek taraflı ateşkesi uzatmamıza rağmen bu hareketlik var. Bingöl’de 33 askerin vurulması bahane edilerek düşman topyekûn saldırıya geçiyor. Görülen köy kılavuz istemez derler. Düşman aslında ateşkese tahammül göstermemiştir. Bunun için hep biraz da saldırının planını düşünerek hazırlık yapmıştır. Belki Turgut Özal bireysel olarak ateşkese kendince anlam vermiştir. Ancak bu biraz anlam vermenin Türkiye de kelle götüreceğini o kendisi 19 Nisan’da zehirlenerek katledildiğinde farkına bile varmadan gidecektir. Haziran ayının ortasındayız. Düşman tümden saldırıya geçmiş. Bir şeyler yapmak gerekiyor. Bunun için planlamamıza göre Çelike Ali Remo karakolunu vurmak için hareketli birliğe bağlı bir takımlık gücüde Mişare’de bulunan Hamza arkadaşın yanına göndereceğiz.
Biz eylem için gücü göndermemizin hemen ardından güney savaşından bu yana en kapsamlı operasyonu düşman tüm Botan’a çıkarıyor. Gabar, Garisa, Cudi, Besta ve diğer sahalara düşmanın geniş saldırısı başlıyor.Gerilla tabiatı gereği esnek bir yapıya sahiptir. Hani denir ya düzensiz güç aynen öyledir gerilla. Düşmanın bu kapsamlı saldırısına karşın bizim yapacağımız kendimizi küçültmemizdir. Vardır ya artı eksi formülü aynen buna göre hareket edeceğiz. Artı eksi formülüne göre düşman kalabalıksa sen seyrekleşerek yerin diplerine dalarak kaybolacaksın, düşman seyrekleşmişse sen kalabalıklaşarak düşmanı lokma halinde avlayacaksın.
Bize verilen talimatta bu temeldedir. “gerillaya geçin. İnisiyatif sizindir. Herkes yer değiştirebilir. Farklı alanlara kayabilir. Özcesi “her yerde hiç bir yerde” formülü uygulanacaktır” denilerek bize geniş harekât manevra sahası verilmişti.
Düşman çok büyük kollarla geliyor. Kendisini parçalamadan ilerliyor. Biz TRT yakınlarında mevzileniyoruz. Bu ara yoğun hava saldırıları var. Top atışları var. Bu hır gür içerisinde bir teneke helikopterini Gabar navserinde düşürüyoruz. Çatışmalarda bir binbaşı ve birçok sayıda asker öldürüldükten sonra kobralar devreye giriyor. İlk kez kobralar balonlar bırakarak hareket ediyorlar. Çünkü bizde füze olduğu varsayılıyor. Hâlbuki biz helikopteri ferdi silahlarla yere düşürmüşüz.
Bu arada birçok düşman koluna vuracağız. En etkili vurduğumuz yer düşmanın Fındık ve TRT de iki kol biçiminde gelen kollarına vurmamızdır.
Bu arada Hamza arkadaşlar keşiflerini yapıyorlar. Ancak düşmanın yoğun saldırılarını da görüyorlar. Eylemi yapabilirler ancak yaptıktan sonra nereye manevra yapacaklar onu tartışıyorlar.
Düşmanın yönelimleri daha ciddileşiyor. Bizim düşmanı her vurduğumuz yeri düşman uçaklarla tarumar ediyor. Giderek bizim için alanı daraltıyorlar. Bunu gören eyalet komutanı Cemal arkadaş “iki takımlık güç ile sen alanda kal, diğerleri alanın dışına çıksın” diyecektir. Bu not şifreli verilmişti. Şifreyi çözen arkadaş büyük insan Ozan Sekmenoğlu arkadaştı. İçimizde Türk Ozan arkadaş olarak biliniyordu.
Bizde bir arkadaş Kürtçe bilmiyor ise-ki Kürtçe denildiğinde kurmanci akıllara gelir-o arkadaş kesinlikle Türk’tür. İsterse bu arkadaşın yedi ceddi Kürt olsun o yine de Türk’tür. Bu da bizde var olan ve bir türlü kalkmayan bir alışkanlıktır. Belki bu alışkanlığın kökeni Botan sahasıyla bağlantılıdır. Botanlılar genelde Türkçe bilmezler. Bilenler ise genelde asker, polis, kaymakam ve benzeri devlet yetkilileridir. Böyle olunca Kürtçe bilmeyen işte Türk’tür!
Devam edelim. Talimatı alıyoruz. Karargâhımızı Çırav’a gönderiyoruz. Bu arada tanklarla toplar yoğun kullanılıyor. Ara geçiş hatları hepsi tutulmuş. Bizim alandan çıkmamız gerekiyor. Ancak savaş ortalığı ana baba gününe çevirmiş. Yaralılar var, gruplardan kopanlar var. Çiyaye Bızına tekrardan doğal bir karargâh gibi olmuştur. Biz hızla 85 arkadaşı o zaman Mardin alanına geçiriyoruz.Düşman üçüncü gün bizim bir nevi daimi karargâhımız olan Spivyan'a giriyor. Oradan da Hirareş-Türkçe adı Özbaşoğlu-köyüne geçerek köyü kuşatıyorlar. Bir milisimizi yakalıyorlar ancak milisimiz kaçmak isterken tekrar yakalıyorlar. Faşist ordu bu milisin üzerine benzin dökerek canlı canlı köylülerin gözlerinin önünde yakıyor. Bir başka köylüyü bahçelerin içerisinde yakalayarak kurşuna diziyorlar.
Düşman köyden ayrılırken dört tane köylüyü de yanlarına alarak çıkıyorlar. Yüksek bir kayalıkta elleri kolları ve gözleri bağlı olan köylüleri yuvarlattıktan sonra mermi yağmuruna tutuyorlar. Burada üç köylü ölüyor. Ancak bir köylü ağır yaralı halde yaşayabiliyor. Ve bu olup biteni ertesi gün gidip kendi köylülerine söyledikten sonra katledilen üç köylünün naaşları köye getiriliyor. Hirareş’te katledilen köylülerimizin adları; Abdullah Güler, Sait Şen, Beşir Baksa, Ömer Çetin ve Ahmet Güler.
Tüm bu vahşeti uygulayan bu terörist devletin terörist ordusunun komutanı Mete Sayar’dır.
Bu uygulamaların hepsinin bir anlamı var. Sözde özel savaş yönteminin psikolojik çökertme taktiği gereği Kürdistanlı suçsuz köylüler rasgele katledilerek gözdağı veriliyor. Ve sözde terörist devletin ne kadar büyük bir devlet olduğu mesajı veriliyor. Ama yapılan ve uygulanan belki de tarihte eşine ender rastlanılan faşizan ve sadizmi aşan bir psikopatça vahşettir.
Bir şeylerin yapılması gerekiyor. Biz hızla Rezan-büyük insan Musa Anter’in yeğeni-yoldaşı Güçlükonak’a gönderiyoruz. Fındık karakol tepesine ise Kahraman Selehe yoldaşı gönderiyoruz.
Rezan Güçlükonak polis lojmanlarını roketatarla vururken, Kahraman Selehe yoldaş ise tepede 8 askeri öldürüyor. Kahraman çok seri kullandığı roketatar roketlerinden birisiyle fark etmeden parmağını kaybediyor.
Bu eylemler yaşanırken birde düşman cihazında oldukça ürkmüş bir ses tonuyla şunları duyuyoruz “24 asker ölü, 17 asker de yarılımız var. Yer Çelike Ali Remo.”
Üzerimizden geçen iki kobra tipi helikopter eylem yerine doğru gidiyor. Hirareş’te uygulanan vahşetin bir benzeri bu kez burada yaşanıyor. Kobra direk gidip köyü tarıyor ve burada 16 köylü katlediliyor.
Eylemin tüm planlayıcısı Hamza yoldaştır. Yine saldırı takviye komutanı o’dur. Önce keleklerle Dicle suyunu geçiyorlar. Gidip eylemlerini yapıyorlar. Bu eylemde Sinan Gavaşin karakola direk yöneliyor. Eylem ardından bu kez daha büyük olan su teknesi yani Keşti’ye binerek hepsi tekrar Gabar tarafına kayıyorlar.
Bu eylemde dört arkadaş şehit düşüyor. Bu arkadaşlar; Sinan Gavaşin, Bargeran-Kıçi, küçük güneyli Rubar ve bir başka yoldaş daha.
Eylem tam bir başarıdır. Bu eylemi gerillanın şaşmaz radyo kanalı olan BBC epey işliyor. Eylemde 1 adet MG–3, 1 adet B–7 roketatar, 3 G–3 ile bir sürü askeri malzeme kaldırılıyor.
Bu eylemle Hamza arkadaş artık farkını biraz daha ortaya koyacaktır. O bu eylemde kulağında hafiften yaralanır. Sonraları bu işe çok takılacaktır. Ve söylediği “bula bula kulağımı mı buldunuz” diyecektir. Artık büyük eylemlerin olduğu yerde o tek başına da gönderilen bir arkadaş olacaktı.
O bu tecrübesinden dolayı Mardin Kubraz karakol mevzilerini vuracak ve bir MG–3 kaldırarak geri dönecektir. O hem eylemin koordinesi hem de saldırı kol komutanıdır.
O artık Çırav alanına düzenlenmiştir. Burada bölük komutan yardımcısıdır. O artık salt bir eylemci değildir. O oldum olası olgun olan biridir. O giderek yoldaşların çekim merkezidir. İlgilenendir. Konuşandır. Sorunlar olduğunda çözendir. Mütevazı duruşuyla herkesin sevdiği bir komutandır.
Yine sonbahara doğru Mardin’e geçerek düşmanın Xelila karakolunu vurarak 57’lik top, 2 MG–3 ve birçok silah kaldıracaktır. Sadece karakola müdahale gelen kolda patlayan mayın sonucu 7 asker öldürülecektir. Eylem ovada yapılmış tam bir başarıdır. Bu eylemde üç arkadaş şehit düşüyor. Bu eylemde diğer önemli ölçüde rol alan yoldaşlar Serdar Sperti ile Azad Xırbık Bestedir.
Tekrar Çırav’a dönecektir. Oradan Çiya Lode’ye giderek da Reşine karakol tepelerini vuracaklardır. Ancak düşman araziye çıktığı için çok yoğun bir çatışma yaşanır. Bu çatışmada 17 düşman askeri vurulur. O, Bawer Şırnak ve takım komutanı Ferit Mardin yoldaşlar bu çatışmada yine en ileri düzeyde rol oynayacaklardır.
1993–94 yılında o Gabar da kışın üstlenecektir. 1994 yılının başlarında Cudi de yapılan askeri toplantının kararı gereği her alan kendisine altyapı hazırlığı yapacaktır. Biz bunun için Hamza arkadaşı Haftanin alanına göndererek kendi cephanemizi getiriyoruz.
O artık Çırav da hem takım komutanıdır hem de bölük komutanıdır. Alanımıza Cemal arkadaş geliyor. Çeşitli toplantılar yaparak geri gidecek. Ben güç fazla olduğu için kalıyorum. Ancak Hamza arkadaş Botan Behdinan konferansına katılmak için Cemal arkadaşla gidecektir.
Bu arada Gabar’a düşman yoğun yükleniyor.
Dokuz gün tüm cepheleri sıkı tutuğumuz bu direnişte, biz yaklaşık 400 köylüyü de yanımıza alarak koruyacaktık. Erzak sorunu yoktu. Hepsini Spiyvan’a yerleştirdik. Yaklaşık 1200 arkadaşız. Operasyonu asıl kıran eylem Ahmet Rapo arkadaşla Pale Mardin arkadaşların arkadan operasyona dönerek Çiyaye Bızına yakınlarında vurarak 25 askeri vurmalarıydı. Tüm bu direnişte 4 arkadaş şehit düşmüştü.
Biz bu başarılı direniş ardından köylüleri köylerine geri gönderdik. Aslında artık niyetimiz Gabar’a düşmanı bırakmama temelinde olacaktı. Bir nevi kurtarılmış alan esprisiyle ele alıyorduk. Yaklaşan seçimleri protesto etmemiz için partiden talimat gelmişti. Hiç kimse seçimlere katılmayacaktı. Yine konferansa gidip dönen yoldaşlar olmuş bizde kendi daha alt düzeydeki konferansımızı yapacağız. Hazırlıklar bunun içindir. Bu arada bir iki çatışma daha yaşanıyor ancak düşman Gabar içlerine gelmiyor.
Tüm bunlar yaşanırken 1994 yılının o şiddetli operasyonları başlıyor. İlk yaptıkları uçaklarla sivil halka bomba yağdırmaktır. Besuke köyüyle Giver köyünü yerle bir edeceklerdir. Onlarca çoluk çocuk bu bombardımanlarda hayatını kaybedecektir.
O zaman biz telsizleri takip ediyoruz. Bu vahşeti yapan ve talimatını veren bizatihi Hasan Kundakçıdır, o meşhur tamburalı Komutan bu sürece ilişkin anılarını yazarken bu köylerin yerle bir edilmesinden elbette ki söz etmeyecektir.
İlk Botan Behdinan Konferansı kışın Haftanin’de yapılıyor. Gabar üçlü koordineye kavuşuyor. Ben bir güç alarak Çırav alanına geçeceğim. Ahmet Rapo arkadaş da bir takımın başında Karne dağına yerleşecek. Biz tüm bunları tartışırken ya da planlarken, düşman çok yoğun yükleniyor.
Bu bombardımanlarla birlikte her tarafta operasyonlar ve saldırılar başladı. Her yerden toplar, bombardımanlar, obüsler uçuşuyor. Düşman Çırav ile Gabar arasını kesiyor. Uçaklar vururken Spiviyan’dayız. Biz doçkalarla bir uçağı düşüreceğiz ancak düşman gözle gördüğümüz uçaktan paraşütlerle fırlayan iki pilotunu kurtaracaktır. Cihazda pilotların esir alınması için bir arkadaş “onlar kaçamaz, ayaklarında terlikler” var diye takılacaktır.
Cemal arkadaştan, önderlik büyük cihazda operasyonların son durumunu öğrenmeyi istediğinde, Cemal arkadaşın vereceği tekmilde anlayacağız ki durumlar kritiktir. Çünkü yaşanan topyekûn bir saldırıdır. Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve Doğan Güreş ekibinin iş başında olduğu ve Tansu Çiller’in “bir çakıl taşı vermeyeceğiz “dedikleri yıllardır.
Biz halkı korumakla görevliyiz. O zaman hatırlıyorum geri çekilmede direnişin üçüncü gününde Ahmet Rapo arkadaş iki köylü çocuğunu kucağına alarak gelecek. Biz deşifre olmamış olanları yerlerine daha doğrusu şehirlere, deşifre olmuş olan milis ve ailelerimizi yanımızda götürecektik.
Bu arada Ahmet Rapo takımıyla Karne de bir düşman gücünü etkili vururken Kani Mamxuri yoldaş şehit düşecek kendisi de hafif yaralanacaktır.
Biz bu sert yönelimde Gabar’ı adeta cephelere bölerek bir cephesine TRT’yi-Xalit Balveren yoldaşı, Herereş cephesine Pale Mardin yoldaşı, Karne cephesine Ahmet Rapo yoldaşı ve en önemli direniş kalesi olan Çele Sor tepesine de Felat ve Serdem yoldaşları vereceğiz. Hamza yoldaşı ise Fındık cephesine vereceğiz. Her ne kadar o başka yere düzenlenmiş olsa da geçiş imkânı olmadığı için alanımızda şimdilik görevlendiriyoruz.
Düşman yüklendikçe yükleniyor. Bizim alandan çıkmamamız gerekiyor. Pale Mardin hariç tüm güç çıkacak. Talimat gereği dört takım bırakmamız gerekirken bunu yapamıyoruz. Bunun geçiş yeri Pıre Sim’dir. Hemen üzerinde bulunan stratejik tepe Çele Sor’dur. Burada bir grup arkadaş ölümüne 4 gün direnecek ve sonuna kadar tepenin düşmanın eline geçmesini engelleyecektir. Onlarca uçak bombardımanı, top vuruşları, kobra vuruşlarına rağmen bu tepe bırakılmayacaktır. Burada verilen bir kahramanlık örneğidir. 3 gün boyunca yüzlerce yoldaşın sağlam geri çekilmesi için burası bırakılmayarak bir destan yaratılacaktır. Bu tepeye ilişkin bir anı olarak; biz o küçük grubumuzu gönderdiğimizde fedaice direneceksiniz demiştik. Tepede arkadaşlar tartışıyor. Ve tartışmada fedaice direnişin ne olduğunu anlamıyorlar. Küçük cihazda o zaman kodum Kani’dir. Beni "Kani Kani" diye çağırıyorlar. Fedaice direnişin ne olduğunu sorduklarında ben onlara ”ruhunuz size ait değildir, halkındır, ölümüne direnmektir” diyorum ve onlar özelde sonra da şehit düşecek olan Serdem ve Felat yoldaşların görkemli direnişiyle bu destanı yaratacaklardır. Bu tepede üç arkadaş şehit düşecekti isimleri altın harflerle yazılacak olan; Felat-Mazıdağı, Cihat küçük güneyli, :Eşref-küçük güney Derik.
Hamza yoldaşı ve gücünü biz Çırav’a çekildikten sonra. Yeni yerine göndereceğiz. Ancak onun düzenlenmesi artık 1.Bölge’dir. O artık bölge komutan yardımcısıdır. Mava ve Kerboran alanları oluyor ki burada yaklaşık 150 arkadaş kalıyor. Riskleri olsa da onu operasyonların içerisinde gönderiyoruz.
Düşman saldırıları devam ediyor. Durum artık tehlikeli olmaktadır. Biz ağır gücümüzü Çırav’a doğru götürürken düşman Çırav da bu kez kapsamlı bir operasyon başlatıyor. Biz geri çekileceğiz, Garisa’ya doğru gideceğiz. O zaman talimat “alanınızda kalın” dır. Biz görevden düşürülmeyi de göze alarak geri çekiliyoruz. Cemal arkadaş bir cihaz muhaberesinde “bunların amacı tüm güçleri önüne katarak Besta’ya oradan da toplayarak Zozanlara sürmedir. İklimin bizim açımızdan dezavantajlı durumundan da yararlanarak topyekûn imhayı hedefliyorlar. Bunun için alanı terk etmek olmayacaktır. Yerinizde gerillacılık yapacaksınız” diyecektir. Dediğim gibi biz bu talimatın gereklerini yerine getirmeyerek Garisa’ya doğru çekiliyoruz.
Arkamızda bıraktığımız Pale ve Rubar Karakoçan arkadaşların takımlarıyla bir takıma yakın sayıda olan Serdem yoldaşı bırakıyoruz.
Biz bu arada Hamza arkadaşı alanına gönderiyoruz. Serdem arkadaşın yanından kaçan bir kişiden dolayı Serdem yoldaş gücünü alarak Kerboran alanına geçiyor. Bir nevi alanını terk etmedir bu.
Hamza arkadaş o zaman benim adıma bir not yazıyor. Ve Serdem arkadaşı da yanına çağırarak “bak bize not gelmiş. Sen alanını terk etmişsin. Savaştan kaçmışsın. Bunun için seni tutuklamamız gerekiyor. Silahsızlandırmamız gerekiyor” diyerek Serdem arkadaşı bir ağacın altında iki saat boyunca silahsız tutuklu bekletiyor. Tabii sonra yanına giderek espri yaptığını söyleyerek gönlünü alacaktır. Söz konusu Hamza arkadaş olduğu için Serdem arkadaş alınmayacak o da bolca bu kaba espriye gülecektir.
Serdem yoldaş ki o dönemlerde bizim en gözde savaşçılarımızdandır. O halen onun adıyla andığımız Serdem tepesinde düşmanın bir birliğine gündüz saldıracak ve bu saldırıda 23 asker çantası kaldıracaktır. Birçok subay ve asker ölecektir. Yine aynı tepeye düşmanla gelen kontralaşmış Dengtav adındaki haini esir alarak sonra infaz edecektir. Aynı eylemde o bir suikast mermisiyle başından isabet alarak şehit düşecektir.
Hamza arkadaş 1.Bölge de gösterdiği performansla birlikte Partinin 5.Kongresine katılacaktır. Kongre ardından o Mardin eyalet komutan yardımcısı olarak Mardin’e düzenlenecektir. Burada Habısbına alanına verilecektir. Esasta yeni düzenlenen bir alandır. Bu alan bir nevi Amed, Garzan ve Botan üçgeninde yer almaktadır. Gerilla ile şehirlere açılma karakteri gereğidir. Bu alan zorlu bir sahayı teşkil ettiği için Botan’dan gelen genç komutan bu alana verilecektir.
Mardin eyaleti bu yıllarda kendini saklayan tarzı aşarak ciddi bir savaş pratiği içerisine girecektir. Burada önemli rol yine Hamza arkadaşındır. Ancak parti sonradan ağırlıklı olarak savaşa yüklenmeyi eleştirecektir. Çünkü Mardin esasta bir cephe sahasıdır. Yani halk ilişkilerinin önde olduğu serhildan taktiğinin hep geliştirilmesi gereken bir sahadır. Aksi takdirde düşman coğrafik yapısından kaynaklı olarak gücü erken ezebilecektir. O yıllarda geliştirilmek istenen tabur hareketi iyi niyetlide olsa esasta yanlış görülecektir.
Hamza yoldaş bu yıllarda yaşanan çatışmalarda, eylemlerde, halkın örgütlenmesinde ve tabii ki Mardin eyaletinin yeniden partiye açılmasında önemli roller üstlenecektir.
Buna örnek olarak Batı-Rahman karakol tepesini vurarak tarumar etmeleridir. Birçok kez alanda yol keserek parti otoritesinin sağlanması da önemli çalışmalardandır.
Hamza yoldaşı bize iyi tanıtacak olan çarpıcı bir örnek Savur'da düşmanla girdikleri bir çatışmadır. Arazi uygun değildir. Ancak buna rağmen Hamza yoldaşın yanında ki yoldaşlar direnecek ve direnmenin de ötesinde bir destan yaratacaklardır.
Eylem yapmak için özel oluşturulan eylem gücü adım adım eyaleti dolaşacaktır. Çeşitli eylemler çıkaracaklardır. Bir gün Dilevera alanında-ki düşmanın koruculuk sistemiyle hâkim olduğu bir alandır-kaldıklarında düşman geceden hareket ederek alanı tutacaktır. Öncü olarak bir kurt köpeğini gönderecektir düşman. Alanda normalinde yerleşim birimleri uzaktır. Nöbetçiler Hamza arkadaşı kaldırırlar. O “düşman arazidedir” diyerek önce manevra yapmayı düşünecek ancak manevra yapmak isterlerken düşman fark ederek onları tarayacaktır. Arkadaşlar tekrar bulundukları tepeye çıkacaklardır.
Düşmanın önceden yaptıkları mevzileri hem sağlamlaştıracaklar hem de Hamza arkadaş ”çatışma akşama kadar sürecek herkes mevzi içerisinde bir mevzi daha kazsın” diyerek gelişecek çatışmanın niteliğine işaret edecektir.
Grup 11 arkadaştan oluşuyor. Düşman giderek çemberi daraltıyor. Yoğun taramalar yapılıyor. Bir müddet sonra tankları getirerek top atışları yapacaklar. Tanklar çok etkili olmadıkları için-ya tepenin dibine yâda tepeyi aşan atışlardan –kaynaklı düşman havan toplarını kullanmaya başlar. Sonra kobralar gelerek alanı roketlerle dövecektir. Çatışma şiddetlenecek. Hamza arkadaş arkadaşlara hem moral verecek hem de mevzilerini kontrol edecektir. Böylesine bir kontrolü yaparken çenesinde bir mermi alacaktır. Kafasına sardığı bir kefiyeyle kanı durdurmaya çalışsa da geç saatlere kadar kan durmayacaktır. Arkadaşlar Hamza arkadaşın yaralanmasından negatif etkilenseler de Hamza arkadaş tüm yoldaşların moralini yüksek tutmasını bilecektir.
Bir ara çevrede bulunan bir gerilla gücüyle irtibat sağlanacaktır. Güç yardım etmek istese de Hamza arkadaş izin vermeyecektir. Çünkü müdahale için arazi uygun değildir. O “biz Selim gibi olacağız, bilginiz olsun. Alandan ayrılın tedbir alın. Önderliğe halka partiye tüm yoldaşlara selamlarımızı söyleyin. Biz tüm malzememizi imha ederek direneceğiz.” diyecektir. Selim bir şifredir. O yani Hamza arkadaş Habısbına’ya gelmeden 16 arkadaşı ile şehit düşen Selim arkadaşı kast etmektedir. Yani yaşanacak olan şahadettir. O “biz sonuna kadar direneceğiz. Bunu bilesiniz” diyerek bir direnişçinin ne yapması gerektiğini de söyleyecektir.
Bu arada Felat, takım komutanı, Nusaybinli yoldaş şehit düşecektir. Hamza arkadaş yer yer baygınlık geçirecek ancak kendine geldiğinde çatışmasına devam edecektir. Arkadaşların giderek mermileri azalacaktır. Hatta bazı arkadaşlar son bombayı kendilerine sakladıkları için yer yer yakın yere yerleşmiş olan Türk askerlerine bomba diye taş atarlar. Düşman çoğu zaman bunları bomba bilecek ve panikleyecektir.
Yine bir ara üç helikopter yakın duran bir tepeye indirme yapmak isterken BKC’lerle arkadaşlar tarayacak ve burada sonradan yarbay karısının söylediği “kocamı devlet öldürdü” dediği yarbay ölecektir. Ve belki de düşman gerçekten kendi komutanını vurmuştur. Orasını tam bilemiyoruz.
Arkadaşların kendi aralarında tartıştıkları; “malzemelerimizi imha edelim, üstümüzdeki paraları yakalım ve bombalarla kendimizi imha edelim” görüşüdür. O sadece cihazların imha edilmesini isteyecek ve olurda gruptan kurtulan olur diye güzel radyosunu kırmayarak bir mevziinin içine saklayacak ve yerini yoldaşlarına gösterecektir.
Akşam karanlığa doğrudur. Şehit Felat arkadaşın cenazesini arkadaşların alması zordur. Bunun yerine roketsiz kalan B–7 yani roket atarı arkadaşlar bir tuzak olarak ayarlarlar. Bir el bombası gizlenerek şehit yoldaşın naşına bağlanır. Ayrıca bir anti personel mayında düşmanın kullanacağı patikaya bırakılır.
Her zaman usta bir taktikçi olan Hamza yoldaş çok uzaklara gitmeyi planlamaz. İsteseler de uzaklaşamazlar. Çünkü tüm yoldaşlar Pılıng hariç yaralanmıştır. Çatışma, susuzluk, barut kokusu, sersemlik, yaralanma derken bitap düşmüşlerdir.
Yaptıkları izin çıkmamasına dikkat etmektir. Hamza yoldaş halen çenesinden akan kandamlacıklarının yere düşmemesi için kafasına iki keyfe saracaktır. Tüm yoldaşlar buna dikkat ettikten sonra ancak 15 dakika mesafede bulunan bir makilik ormanlığa giderek saklanacaklardır.
Sabah düşman tekrar toplarlarla tepeyi vuracak. Kimsenin tepede olmadığını anlayınca tepeye girecektir. Arkadaşlarda cihaz olmadığı için düşman muhaberesini dinleyemeyeceklerdir. Ancak kısa bir süre içerisinde tepede patlayan bombayla birlikte büyük bir paniklemenin yaşandığını göreceklerdir. Yine birkaç dakika sonra yardım için müdahale gelen düşmanda patlayan ikinci patlama bir kez daha paniklemenin ve kaçışmanın yaşanmasına yol açacaktır.
Düşman ikinci gün akşama kadar alanda kaldıktan sonra alandan ayrılacak Hamza arkadaşta kan-revan içerisinde kalmış çenesiyle yoldaşlarını tersi istikametten alarak kendini sağlama alacaklardır.
İşte bu Hamza’dır. İşte bu Hamza Amerine’dir. Düşmandan çekinmeyen, düşmanın üstüne üstüne yürüyen bir Kürdistan cengâveridir. Şartlar ne olursa olsun umudunu yitirmeden sonuna kadar çatışmasını bilendir. Zor alanların militanı olarak Gabar da nam salması boşuna değildir. Burada yine o zor anların militanı olarak çözümsüzlüğü çözüme çevirerek savaşacaktır.
1996 yılının eylül ayında biz onunla Cudi alanının Bilika mıntıkasında karşılaşıyoruz. Ben önderlik sahasından tekrar Botan’a daha doğrusu Gabar’a dönüyorum. O ise Mardin eyaletinden önderlik sahasına gidiyor. Epey zamandır görüşmemişiz. Alıp veriyoruz. Birazda nostalji yapıyoruz. Uzun bir gecenin ardından birbirimizden ayrılıyoruz.
O önderlik sahasında kalacaktır. Önderliğin güvenlik komutanı olarak yanında kalacaktır. Onun açışından önemli bir süreçtir. Önderliği yakınan tanımadır. Bu bir önderlik tarzdır. Gelişmeye açık olan arkadaşları yanına alarak birazda yönetim sanatını onlara ekerek devrimci hareketin yenilmez tohumlarını atmaktadır. Yanına aldığı her bir genç geleceğin bir kadrosu militanı olarak yer alacak ve örgütün yaşama garantörleri olacaklardır.
Önderlik sahasında onun düzenlenmesi Cudi bölgesine olmaktadır. O Cudi bölge komutanı olarak gelmektedir.
97 yılı Cudi için karanlık bir yıldır. Cudi hep direnişiyle bilinir. Ancak 97 yılında Dirok ve Eylem ismindeki-sonradan kontralaşacak ikili-bir grup gerilla ile düşmana teslim olarak Cudi’ye yakışmayacak bir leke bırakacaklardır. Bunun yanı sıra bir sürü çete pratikleri vardır. Yaşanan şahadetlerden dolayı inançsızlık ve Cudi’den ürkme vardır.
İşte Hamza arkadaş bunları aşmak için özenle seçilerek gönderilecektir. Onun ilk yaptığı gücü tekrardan parti çizgisine çekmektir. Gücü eğiterek anlayış kazandırmaktır. Anlayış kazanmayan bir güç eninde sonunda düşmana hizmet etmekten kurtulamıyor. Önderliğimizin “yüreği ve beyni bizimle olmayanın pratiği de bizim olmaz” sözü bu gerçekliği ifade eder.
Hamza yoldaş bu gerçeklikten yola çıkarak yoğun yapıyla ilgilenir. Bir sürü soruşturmalık durumu açığa çıkarır ve soruşturarak yargılar. Giderek alana belli bir örgüt anlayışını oturtur. Artık Cudi de olan o olduğu için tekrar Cudi sevilecektir, ürkmeler aşılacaktır. Hamza yoldaşın şahsında gördüğümüz bir bireyin neye muktedir olmasıdır.
98 Kışında o gücünü Haftanin de eğitecektir. Henüz pratiğe çıkmadan ayağının tozuyla Botan 3.Konferans’ına katılacaktır. O eyalet yönetimi ve eyalet yürütmesine alınacaktır. Konferans’a belli bir katılımı olacaktır.
Konferans’tan sonra o Cudi alanına geçer. 98 yılı esasta Botan eyaletinin adeta yeniden işgal edildiği bir yıldır. Henüz 11 Mart’ta düşman Grenada tipi indirmelerle Besta’ya yoğun yüklenecektir. Ardından 11 Nisan da daha kapsamlı bir operasyonu tekrar Besta’ya dönük gerçekleştirecektir. Kimine göre bu saldırıya 80 bin asker katılacaktır. Sonradan öğreneceğiz ki parmaksız Zeki denen asalak bu saldırılarda akıl veren baş ihbarcıdır. Sonraları bu saldırılar Gabar, Garisa, Cudi, Çatak, Beytüşşebap ve tabii ki Hakkâri’ye de yayılacaklardır.
Bir mayısta düşman Cudi’ye karşı çok yoğun bir saldırı başlatır. Navserde arkadaşlar çatışmaya girer. Burada iki yoldaş şehit düşer. Yoğun çemberler atar düşman. Hamza arkadaş alanı çok tanımaz.
İşte savaşın acımasız olan bir yönünü burada göreceğiz. Eğer siz komutansanız ve araziyi bizatihi tanımıyorsanız başkalarına muhtaçsınız demektir. Ve eğer bu başkaları yeterince cesaret, fedakârlık ve gözü pekliğe sahip değillerse size bu başkalarının eksikleri bumerang gibi döner. Siz inisiyatifsiz kılınırsınız. Araziyi ne kadar çok tanıyorsanız o kadar inisiyatifli olursunuz. Aksi durumda bu kabiliyeti kullanamazsınız.
Arazinin her tarafı tutuludur. Çılagera altında Bespin de Zerinker altlarına kendilerini atacaklardır. Bu önemli ölçüde sağlama alınmak demektir. Ancak bir yere kadar gelirler. Asi kalırlar. İlerleyemezler. Araziyi tanıyanlar öne çıkmaz. Böyle olunca tehlike atlatılmadan bir yerlerde kalmak zorunda kalırlar.
Yapılacak bir şey yoktur. Hamza arkadaş “gelirlerse sonuna kadar bombalarımızla direniz” diyerek yapmaması gerekeni yapmak zorunda bırakılıyor. İki grup halinde araziye yerleşiyorlar. Bir tim üstlerine bırakıyorlar. Olası bir durumda bu tim çatışacak ve diğer arkadaşlar ya çatışmaya müdahil olacaklar ya da zemin uygunsa manevra yapacaklardır.
Düşman arazide çok yoğundur. Muhtemeldir ki arkadaşların cihazlarını da dinlemiştir. Kaldı ki ova tarafından tank termallerine takılmalarda ihtimal dâhilindedir.
Düşman sabah erkenden arkadaşların bulunduğu yeri keşfedecek. Yoğun bombalayacaktır. Sonrada yoğun bir çatışma yaşanacaktır. Bombalarla iç içe yaşanan bir çatışmadır. Bu çatışmada Cudi’ye yaraşır bir direniş sergilenecek ve hiçbir teslimiyet yaşanmadan kalan son mermiye kadar direnilecektir.
Bu çatışmada Hamza yoldaşla birlikte 16 devrimci, militan şehit düşeceklerdir. Tarih 2 Mayıs'tır. Olay Deriye Çilmiranin Bespin’e bakan tarafında gerçekleşiyor.
Parti Hamza ve Zelal arkadaşın intikamını almak için 1998’in 4 ağustos gecesinde Adil Bilika yoldaşın koordinesinde Botan’da yapılmış ve sonuçları en parlak olan eylemi gerçekleştirirler. Kato’ya yerleşmiş düşman gücüne arkadaşlar saldırarak onlarca asker vurulmuş ve 2 adet 57’lik, 2 adet BKC, 2 adet Karnas, 17 G-3, tepede imha edilen Doçka-23 ve çok sayıda askeri malzeme.
Kürdistan da genelde bir yaşam biçimi vardır. İnsanlar düşe kalka öğrenirler. Yaşananlardan ders çıkarma yerine yaşayarak öğrenirler. Belki bununda bir anlamı vardır. Ancak önemli olan olup bitenleri değerlendirerek, yorumlayarak dersler çıkararak ilerlemedir. Tarz böyle olursa insanlar döküp yıkmadan öğrenecek ve yıpranmadan yollarına devam edeceklerdir.
Hamza Amerini yoldaş parti saflarında hep istikrarlı bir şekilde yürüyen ender arkadaşlardan bir tanesidir. O katılımıyla başlayarak hep adım adım ilerlemiştir. Partiye halka önderliğe ters düşmeden kendi yolunu çizmiştir. Bu onun gelişim grafiğine de yansımaktadır. O hep bir küçük görevden bir üst göreve adım adım yükselirken geriye düşmemiş tersine her yıl yeni ve belki de zorlu olan alanlarda daha büyük görevler üstlenerek yaşamıştır.
O oldum olası hep zorlu alanların militanı olmuştur. Bir alanda bir sıkışma varsa, açılması gerekiyorsa o oraya gidecek olandır. O oraya düşünülendir.
O Botan da bir savaş aslanı ve cengâveri olarak bilinir. Boyuyla posuyla göz doldurmasının yanı sıra o mütevazı, katılımcı, pratikçi yönleriyle de sevilendir. Yoldaşlarına yoldaştır. Savaşçılarına komutandır. Halkına ise o güzel boylu sevecen ve bağlı olan militandır.
O soğukkanlı, olgun, sakinliğiyle de herkese güven aşılayandır. En zorlu ve tehlikeli anlarda güleçliği ve bu delikanlı onun hep söylemese de dikkate alınmasına götürecektir.
O şirin sözleriyle, dokunaklı esprileriyle, yüreklere su serpen davranışlarıyla da hep birazda ayrıydı. Bu ayrıcalıklı duruş ve karakter ona karşı gösterilecek olan yaklaşımların ölçülü oluşu olarak ürün olarak geri dönecekti. Hani var ya, “ne ekersen onu biçersin” atasözü, işte Hamza yoldaş yoldaşlık ekmiş ve karşılığında aldığı ise yoldaşlık olmuştur. O sevecenlik ekmiş karşılığında gördüğü ise sevilme olmuştur. O saygı ekmiş karşılığında biçtiği ise saygınlık olmuştur.
Evet, bu Hamza yoldaştır. O oldum olası hep ayrı olmuştur. Biz hepimiz en güçlü yoldaşları her zaman yanımıza almayı istemişiz. Ancak o önderliğin “önemli olan iyi olanlarla başa gitmek değil, önemli olan zayıflarla zafer elde etmektir” sözü temelinde her zaman en zayıfları yanına alarak onlara tecrübe kazandırarak onların önünü açmaya çalışmıştır.
Böylesine güzel boylu bir fidanı kaybetmek zor geliyor insana. Böylesine gözü pek bir militanı kaybetmek zor geliyor insana. Böylesine insan sevdalısı insanı kaybetmek gerçekten zor geliyor insana.
Arada yıllar geçmesine rağmen halen etrafımızda Hamza Amerini yoldaşı aramak sadece bana mahsus bir arayış değil. Adeta onunla kalan her yoldaş biraz da Hamza yoldaşı aramaktadır. Çünkü o yeryüzüne gelmiş geçmiş en sade, temiz, olgun, fedakâr, sevecen, alçakgönüllü, savaşkan ve şirin yoldaşlardandı. Onun gibisini biz az gördük.
Güzel yoldaş, söz sana ki biz bu dağlara senin gibi yoldaşlar yetiştirmek için elimizden geleni yapacağız.
Söz sana ki, hep seni ve senin karakterini gerillaya gelen her yeni Kürt gencinin özellikleri yapmak için didineceğiz.
Ve söz sana ki senin ödün vermez kişiliğine denk bizde her türlü gerici, ihanetçi çizgiye karşı kendimize seni ekerek bu halkın birer direnişçi olacağız.
Söz sana güzel boylu, selvi boylu güleç yüzlü nur yüzlü militan.
Söz sana, söz sana.
Caferi Sori
Eşrefê Hîlalê Yoldaşın Anısına
Guyan aşireti bildiğimiz aşiret yapısının dışında bir gerçekliği göstermektedir. Öyle ki bu aşirette aşiret reisi yoktur. Elbette bir aşiret bilinci-hem de çok yaygın, biz bunu silahlı mücadele tarihimizde çokça gördük-var. Ancak aşiret reisi yoktur. Yine başka yerlerde alışık olduğumuz ağalar yoktur. Kürdistan da Kürt halkının başına musallat olan ağalık kurumu burada yoktur. İşlemiyor. Bu aşiret yapısını içerisinde Şeyh bulamazsınız. Çünkü bu parçalanmayı yukarıda söylediğimiz anlamda bulamazsınız. Seyitler vardır, onların da sosyal anlamda bir saygınlıkları vardır.
Tüm bu gerçeklikleri değerlendirdiğimizde, buralı insanların daha dik başlı ve onurlu olmalarına yol açmasının yanı sıra daha fazla yetenekli ve inisiyatifli gelişmelerine yol açıyor. Daha kararlı ve keskin oluyor. Girişken oluyor. Pısırıklık yoktur. Hep bir canlılık ve hareket ve dinamizm vardır. Kendi ağası kendisidir. Bu oldukça sert bir kişilik yapılanmasına yol açıyor. Özelde sosyal olarak dağların içlerine çekilerek, “uygarlıktan” uzak olmak, hatta isteyerek bunu yaşamak gerçekliğine, buralarda ki dağların sarplığı, ulaşılmazlığı, yaşam koşullarının zorluğuyla birleşince, yaşama karşı direnişçi ve inatçı ve tavizsiz bir kişilik yapılanması yaratıyor.
Botan Kürdistan tarihinde düşmanlara her zaman uzak kalan bir saha olmuştur. Tersten ele alacak olur isek düşmana karşı direnişin sönmeyen kalesidir Botan.
Kürdistan topraklarının düşman tarafından en son fethedilen parçalarıdır buralar. Öyle olunca Kürtlüğün de en derin yaşandığı sahalar olması yadırganamaz. Düşmanın tüm hışmına rağmen buralar Kürtlüğün atardamarlarıdır. Botan daha doğrusu. Mezra Botan hep kendi kendine yeten, kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalan bir halkın toprağına verilen addır.
Mezra Botan bunun için tarihinde düşmanlarının dikkatini ve öfkesini üzerine çekmiştir. Botan, a gelip hükmetmek isteyenler öncelikle kendi kendini idare eden yaşam tarzını, tek başına ayakta kalan bu halkın ayakta kalışını yok etmeye çalışmışlardır.
Hilal köyü denir ki önceleri bir Asurî köyüdür. Hilal’ler Rapin köyünde yaşarlar. Çeşitli itilaflar sonucu Hilal’de yaşayan Asurî insanlarımızın ellinden köy alınır ve oraya Hilaller yerleşirler.
Hilalin etrafında çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır. Doğu da Kelha Hero, batıda Kelha Gurkele, güneyinde beyaz köprü-ki bu aynı Zaxo da ki “delale” köprüsü gibi özel taşlarla yapılmıştır-,kuzeyinde Kela Memeye doğru ise tarih efsaneleri anlatan taş tabletler var. Ayrıca birçok kilise köyün etrafında bulunmaktadır.
Hilal ise Guyan aşiretinin en önde gelen köylerindendir.
Hilal yerleşim olarak çevrenin en güzel köyüdür. Tabiatıyla, köyün yapılışıyla, etrafını çepeçevre saran dağlarıyla, hemen köyün ortasında akan suyuyla, her türlü meyve ağacının yeşermesiyle tam bir küçük cennettir burası.
Hilal esasta; Hilal, Şexan, Segirge, Sii, Bazyan, Hoze, Axyan, Xwarisero, Omyanis, Kale, Hosyan, Giriga olarak çok sayıda köye yayılmışlardır, daha doğrusu Hilal’den ayrılarak yeni köyler oluşturmuşlardır.
Nasıl ki bura insanı hep biraz düşmana kafa tutarak dağları kendisine mesken eylemişse aynen Hilal’e bakarak bu gerçekliği çok uzaklara gitmeden görebilirsiniz.
Örneğin son yüzyılda Hilal köyü üç kez yakılıp yıkılmıştır. 1926 yıllarında köye yakın bir yerde bir kaç Türk askerinin öldürülmesi üzerine Hilal’ler köylerini terk ederek Irak’a sığınırlar. Ancak o dönemlerde İngilizlerin etkisi olmalıdır ki köy halkı bir yıl sonra tekrar kendi topraklarına dönüyor.
Buna benzer birçok olay bu köyün üzerinde eksik olmuyor.
Hilal oldukça stratejik bir alandadır. Güney Kürdistan’dan kuzeye geçmek buradan rahat yapılabiliniyor. Birde bura insanları güney Kürdistanlı Kürtlerle yakın ilişki içerisinde bulunduğu için burası TC devleti için her zaman potansiyel tehlike olarak görülmüşlerdir.
Hilal da dünyaya gelmişseniz size şu hikâye hep anlatılır; TC devleti Kürdistan da tüm direniş odaklarını çökerdikten sonra gelip Hilal’de Türk askerliği için gençleri almak istemektedir. Ancak köylüler buna direnecek ve Şexan köyü yakın bir yerde bir taburluk askeri gücü imha edeceklerdir. Denir ki birçok asker kaçmak için Mijin’den Hilal’e doğru akan suya atlarlar. Bu atlayışta birçoğu ölecektir. Ancak yedi asker sulara sarkan bir ağacın dallarına sarılmışlardır. Gören bir Hilal’li das’ını (dehre’sini) çıkarıp dalı keser ve yedi asker sularda ölür.
Bu köy çok acı ile direnişi iç içe yaşamıştır. Yine kendi aralarındaki parçalanış her zaman düşmanların kullanmasına müsait olmuştur. Yine kültürel olarak en acımazsızca oluşları ise onları hep dağlarla haşir neşire götürür. Kendi aralarında ki kavgalar bu sertliğe daha bir sertlik katar. Denilir ki iç kavgalarda toplam 97 genç farklı zamanlarda öldürülür. Bir kız için 55 insanın öldürülüşü yine anlatılan başka vahşi bir olaydır.
Kürt Özgürlük Hareketi Botan alanına girdiğinde bir giriş yeri de burasıdır. Çok erkenden burada yer edilinir. Ancak çok erken olarak düşmanla işbirliği temelinde Hilal’li olupta Mala Beyreler büyük komutan Orhan yoldaşla dört arkadaşını katlettikten sonra birçok ajanlaşmış yapı Parti tarafından tasfiye edilirler. Düşman bunu fırsat bilerek nifak tohumları ekerek bu baveki tümden mücadelenin karşısına diker. Düşmanın yıllarca uğraşı sonrası yüzlerce azılı çete türerken birçok devrimcinin kanına da girmiş olacaklardır.
Halen bugün dâhil bu azgın çeteci durumu Şexan ve Segirke de Mala Beyra ailesi sürdürmektedir.
Bu düşmanca tavır yüzünden birçok insan katledilecektir. Özelde 27 Haziran 1991 Hilal belediye başkanı Yakup Kara ile dört arkadaşı katledilir. Bu taziyeye gelen büyük Kürt yurtseveri Vedat Aydın Diyarbakır’a dönüşünün ardından bir hafta sonra katledilecektir.
Son olarakta Hilal köyü kendi içerisinde ayrıca baveklara bölünmüştür. Bunlar; Mirkan, Kohnan, Xaçkan, Bızır, Şeref, Belo, Fakan, Ezdinok, Seyde, Beyrelerdir. Eşref yoldaş Kohnan bavekındandır.
Şunu da eklemekten yarar vardır. Şimdilerde 1994 köyleri faşist Türk devleti tarafından yakılan Hilaller ağırlıklı olarak Maxmur mülteci kampında yaşamaktadırlar.
Eşref-Sadık Kara-arkadaş 1972 yılında Uludere’ye bağlı Hilal köyünde dünyaya gelir.
20 Mayıs 1988 de PKK saflarına katılır.
1989 yılının eylül ayında yapılan Tahta Reş toplantısı önderlik tarafından kabul edilmeyecek ve önderlik ülke içi birinci konferansının tekrarlanmasını isteyecektir. Bu yeniden yapılması istenen konferans Haftanin-Sinat’ta yapılacaktır.
Bugünlerde çok tartışılan Medya Savunma Alanlarının çoğunda biz o günlerde yerleşmiştik. Her yerde kamplarımız vardır. Sınat, Haftanin, Hiror, Bırcela, Miros ve Xaxurk.
Biz Sınat’tan yola çıkarak Hiror’a geleceğiz. Yanımızda Gabar için yeni görevlendirilmiş Otomatik Mervan yoldaşta var. O bizimle Haftanin köyüne kadar gelecek ve orada ki güçlerle bahara kadar ilgilenecektir. Biz ise Hiror yürüyüşümüze devam ediyoruz. Eşref arkadaşla birlikteyiz.
İlk göze batan yönü genç, atik, sessiz, çalışkan ve girişken olmasıdır. Sonradan onu soğukkanlı, tehlikenin olduğu her yerde en güvenilecek arkadaş olarakta tanıyacağım.
Hiror kampında yaklaşık 350 arkadaş var. Ben takım komutanıyım, Eşref yoldaşta benim yardımcım yani takım komutanı yardımcısıdır. Biz burada yaklaşık 1,5 ay askeri siyasi eğitim göreceğiz.
Bu kamp sürecinde orada bulunan bazı arkadaşlar şunlardır; Medeni-küçük güneyli, Ali Kıçi, Kerime Şırnak, bayanların komutanı Rahan yezidi ve Hasan Çavuş gibi çok sayıda değerli yoldaş.
Kamp sorumlumuz yanlış yapılanları düzeltmek için gelen Ahmet Güler yoldaştır. Yani Mahir arkadaştır. Mahir arkadaş gelmeden yaşanan bazı sorunlar var ancak o bunları düzeltmek için gelmiştir.
İlk kez yapılan; birçok yanlış köy baskınları, asi avare pratikler, yanlış askeri kanun uygulamaları derken birçok yanlış uygulama ele alınacak ve mahkûm edilecektir. Önderlik feodal komploculuğu ve çeteciliği değerlendirecek ve PKK çizgisine yapıyı ve örgütü çekmek için her şeyi yapmaktadır. Bu eğitim devresinde ele alınanlar önceleri bizi şok edecek ancak giderek anlayacağız ve kendimizi görmeye çalışacağız.
Halen o döneme ait bir anıyı hatırlıyorum. Mahir arkadaş tam bir proleter devrimciydi. O her şeye katılırdı. Yaşamın her şeyine. İştimahları o alırdı. Nöbetini tutardı.
Bir gün kampın eski sorumlusu olan ve şimdide ikinci derecede sorumlu olan Dr. Baran arkadaş nöbetinde yatar ya da duyarsızlık yapar. O her zaman arkadaşlar arasına fark koymayan biri olarak sabah iştimahında Dr. Baran ismini okuyarak arkadaşların önünde özeleştiri vermesini isteyecektir.
O işte böyleydi. Hep adaleti koruyacak, o ne kadar örgütte almış o kadarını veren biri olarak dürüstlüğün sembolü olacaktır. O kafasında Bolşevik kepiyle anlında duran kırmızı yıldızıyla tam bir romantik devrimciyi andırıyordu. O her şeye katılan tarzıyla hem komutan, hem savaşçı, hem ağabey, hem yoldaş ve hem de en büyük emekçiydi. Bir keresinde bir arkadaşın saçını yaparken gelen eleştiriye ilişkin verdiği cevap “bir devrimci kendine yetmelidir, her şeyi bilmelidir. Bilmiyor ise öğrenmelidir” diyecektir. Onun moraline diyecek hiç bir şey yoktu. O halayın hep başında, söylenen türkülerin her zaman en gür söyleyeni ve yürüyüşlerin ise ama her zaman en büyük mesafeyle önde olanıydı.
Biz, dediğim gibi Eşref arkadaşla birlikteyiz. Eğitimleri bir müddetten sonra parça parça görüyoruz. Yani alan güçleri kendi içlerinde eğitim görüyor. Kaşura gücünün başında Emin-küçük güneyli ve Hazım Hedriş var. Beytüşşebap gücünün başında Suat ve şehit Medeni arkadaşlar var. Ana birlik var. Çatak gücüne de Dr. Baran verilmiştir.
Bir ara eğitim sahamızın üzerinden Saddam’ın saldırı helikopterleri geçecek ancak bize dokunmayacaklardır. Artık güney Kürdistan’a giderek yerleşeceğiz ve diğer güçlerde bu durumumuzu kabul edeceklerdir.
Mart 1990 yılında tekrar Haftanin’e Eşrefle döneceğiz. Serhildan süreci Kürdistan da başlıyor. Savur da 13 değerli yoldaşın şahadeti bir halkın ayağa kalkmasının son fitillenmesi oluyor. Kürdistan ayaktadır. O zaman ben ve benim gibi olan yoldaşlar çok fazla anlam vermesekte bir şeylerin artık eskisi gibi olamayacağını düşüne biliyoruz.
Biz serhildanlara kendi katkımızı yapmak için harekete geçiyoruz. Otomatik Mervan yoldaş Gabar’a doğru yola çıkıyor. Biz ise Kani Xiyara da bulunan karakolu vurmak için keşfine gidiyoruz. Bu keşifte Eşrefle birlikte gidiyoruz. Serbest Hilali, Hazıme Hedrişi arkadaşlarda var.
Biz keşfimizi yapmışız, ancak ertesi gün düşman karakolundan bir birlik asker gelip bizim keşif ettiğimiz noktaya geliyor. Akşam o yeri bırakıyorlar. Onlar gittikten sonra biz tekrar oraya vardığımızda çaydan'larını götürmediklerini görüyoruz. Biz üstümüze bildiriyoruz. Pusuya yatarak sabah vurmamız isteniyor. Sabah bekliyoruz gelmiyorlar, ancak öğlene doğru gelecekler. Ben ve Eşref en ön mevziideyiz. Düşmanın içimize girmesini beklerken bir arkadaş uzaktan askerlere sıkıyor. Elle esir alacakken ancak vurarak düşman birliği tar umar ediyoruz.
Çatışma yerinden kaçan grup komutanı karakol komutanıyla irtibat kuruyor. Bu irtibatta karakol komutanı “neredesin, bir şey var mı “ diye sorduğunda. Kaçan komutan” ben ve iki asker yanımdadır” diyecek. Karakol komutanı “ cihazı yanında ki askere ver görevsizsin. O kadar asker verdim üç tane mi kalmış” diyerek kızgınlığını dile getirmiş olacaktı. Bizde de her hangi bir kayıp yaşanmadan yerimize gidecektik.
Bu eylemden sonra biz Dola Kulyan’a geliyoruz. Kalabalık bir gücüz. Ateşler yakmışız. Bir akşam düşman üstümüzdeki tepeye sızarak bizi yoğun tarama altına alıyor. Biz biraz geri çekilerek başka bir tepeye yerleşiyoruz. Ancak taramalar durduktan sonra tekrar ateşlerimizin yanına dönüyoruz.
Bu arada bizim Beytüşşebap gücümüz gidip Komata vadisine yerleşecek epey zaman kalacaklar. Biz o vadiyi terk etmeleri için not yazıyoruz. Ancak kimse dinlemiyor ve o bilinen tarihimizin en karanlık sayfalarından ve kayıplarından birisi yaşanıyor. Komata da toplam 21 arkadaş şehit, 21 arkadaş esir ve akıbeti belli olmayan bazı arkadaşlar da var. O zaman grup içinde yer alan Jirkili Xoşo adındaki kişi, Jirki aşiret ağası Tahir Adıyaman’a bilgi verecek ve bu ihanet sonucu Komata vadisinde hiçbir şeyden haberi olmadan banyo yapan arkadaşlar gafil avlanacak ve yukarda belirttiğimiz trajik sonuç yaşanacaktır.
Bu olaya sebebiyet veren Xoşo ismindeki hain 2006 yılında jitemci iken gerillalarca infaz edilerek cezalandırılacaktır.
Biz düşmanın bize karşı yaptığı bu saldırı ardından Merge Yekmal karakolunu havanlarla döveceğiz. Bizim havancımız Kürtçe bilmeyen Konyalı Şoreştir. O aslında her şeydi. O havancı, o teknikçi, o telsizci, o muhabereci, o kameracı, o sağlıkçı o işte devrime ne lazımsa oydu. Şoreş arkadaş 1993 yılında Garzan da şehit düşecekti. Herkesin el üstünde tuttuğu ve sevdiği birisi olarak hepimizin gönlünde taht kurmuştu.
Komata olayından sonra bu kez Besta'da Besta-Buke da 17 yoldaş şehit düşüyor. Bu güç ise Kaşura gücümüzdür.
Biz bu olup biten şahadetlerden sonra hızla Sınata oradan da Kela Meme’ye oradan da Kato Jirkilara geçiyoruz. Çünkü alınacak intikamlar vardır. Komata olayından sonra mutlaka intikam almak gerekiyordu. Çünkü tüm alanda prestijimiz sarsılmış ve halk bize karşı beslediği umutlarını yitirmişti. Biz Kato’ları tutacağız araziye çıkan Jirki çetelerini pusuya düşürerek 8’ini vurarak silahlarını alacaktık. Bu halkta yeniden moral ve coşku yaratacaktı.
Hemen peşinden Derya Qaçta düşmanı vuracağız.
Yaşanan kayıplardan dolayı etrafta bulunan diğer güçleri de yanımıza alıyoruz. Sayımız aşırı kalabalık. Birde arazide yer değiştirmeden çok kalıyoruz. Böyle olunca düşman bizi fark ediyor ve bize yöneliyor.
Böylesi bir çatışmada Gıre Ezmana’ya indirme yapmak isteyen düşman gücünü Azat Xırbeke Besta yoldaş BKC’yle üstüne üstüne koşarak tarayacak ve zorbela helikopter darbe alarak içimizden çıkabilecektir.
Önderliğin deyimiyle yaşadığımız asi avare pratiktir. Bir eylem yok. Çok büyük güçler buluştuğumuz için çatışmalar kaçınılmaz. Erzak yok, her tarafta kıtlık var. Buna birde 1990 yılının en kapsamlı Kürdistan işgalini de eklerseniz tam da zorlandığımız yıllar oluyor bunlar. Eylemler sadece Gabar da var. Orada Otomatik Mervan Dera ile Kasırke arasında düşman konvoyuna bir pusu atıyor birçok aracı imha ettikten sonra 3 adet G–3 kaldırıyor. Serbest Kıçi bu eylemde saldırı kol komutanıdır. Yine başka da birçok eylemi var Gabar alanının. Ama bizde bırakalım eylemleri açlık var.
Bu yıllarda fiziki güçlü olmak önemliydi. Sonraları eleştirilecek olan “baldıra dayalı mücadele” esasta böylesi anlarda öne çıkıyordu. Yaşanan taktiksizlik ve çizgiden çıkmadan kaynaklı, gerillacılık yapılmayacak. Böyle olunca her yerde çatışmalar yaşanacak. Böylesine zorluğu ve açlığı bol olan ortamlarda fiziki güçlü olanlar öne çıkacaktır. İşte Eşref çok güçlü fiziğiyle hep önde görülecektir. O yorulmaz, o acıkmaz, acıktığında ise kendini yere atmayan bir militan olarak herkesten daha fazla öne çıkacaktır.
Bu yıllarda Botan baştanbaşa işgal edilecektir. Belki de mücadele tarihimizde en kapsamlı işgal hareketi bu olacaktır. Güçler gün yoktu ki çatışmaya girmesinler. Buna birde birikmiş asi avare güçleri de katarsanız her gün kaçınılmaz olarak düşmanla temas yaşanacak, bu temaslar yaşandıkça gerilladan uzaklaşarak biraz da feodal tarzın egemen olacağı isyancı tarz öne çıkacaktır. Bu da bize onlarca kez kaybettirmeye yetecekte artacakta.
Durumun vahameti görüldükten sonra yeni 55 arkadaştan oluşan bir hareketli birlik oluşturularak asi avare duran güçlerden ayrılacağız. Bu yeni oluşan güç içerisinde ben takım komutanıyım. Eşref yoldaş yine benim yardımcımdır. Yine büyük kalabalık bir güç Haftanin’e geçecek, diğer güçlerde dağılacaktır.
Faraşin’e doğru yola koyuluyoruz. Eylemler çıkaracağız, birde düşmanın dikkatini dağıtacağız. Ancak yaşanan Komata ve Bestabüke kayıplarından dolayı halkın morali bozuk. Bizi dinlemiyorlar. Araziyi tanıyan Şerif Guyi var, o da bu birlikte takım komutanıdır.
16 Haziran 1990 günü Çele Nix’deyiz. Tepecimiz Eşref yoldaştır. Biz günlerce yemek yememişiz ilk kez aldığımız un’u hamur yaparak ekmek yapacağız. Bizim son günlerin stresli atmosferini aşmak için istirahata ihtiyacımız var. Sersem olmuşuz. Aslında arkadaşlarda güç ve enerji kalmamış.
Daha yeni yeni sabah uykusundan kalkmışken tepeden gelen bilgiye göre düşman bizimle tepeciler arasına doğru ilerliyor. Şerif Guyi hızla tepeye gönderiliyor, çünkü araziyi tanıyan odur.
Düşmanın bir kolu gelip boğazı aşarak bizden uzaklaşıyor. Ancak düşmanın bir komutanı tepecilerimizin bulunduğu hizaya doğru geldiğinde duracak ve tepecilere doğru ilerleyecektir. Eşref arkadaş-her zaman soğukkanlı olmasını bilen biri olarak-düşman komutanın onun yanına gelmesini bekleyecek ve onun mevzisine girdiğinde ise o ile Canşer yoldaş kleşleriyle subayı el mesafesinde vurarak devireceklerdir. Eşref yoldaş bu subayın portatif G-3’ünü, tabancasını ve çantasını kaldıracaktır.
Artık çatışma başlayacaktır. Düşman tepecilerin etrafını kuşatmaya başlarken biz noktadan müdahale ediyoruz. Aramız da ki sırt ya da boğaz alınırsa tepe tehlikeye girmiş olacak, bunun için buna izin vermeden tepenin yanındaki sırta ulaşmak gerekecektir.
Benim yanımda bir manga var. Adım adım yaklaşırken kalabalık bir insan sesi duyacağım. Biraz ilerlediğimde sonra şehit düşen Marinos’lu Xeyri yoldaş dev cüsseli bir Türk askeriyle yaka paça kavga ediyorlar. Düşman askeri cüsseli olduğu için onu zorlayacak pozisyondadır. Ancak Xeyri üstündedir. Muhtemelen ondan önce bu düşman askerinden bir mermide yemiştir. Çünkü Xeyri yoldaştan kan geliyor. Buna rağmen düşman askerini bırakmıyor. Ben üstlerinde durarak bir fırsatını bulup ayağına sıkıyorum. Başka da vuramıyorum, Xeyri yoldaşı vurma ihtimalim yüksektir. Ben vurduktan sonra şarjörümdeki mermiler bitiyor. Bunu fırsat bilerek Xeyri arkadaşın altında kalkan cüsseli Türk askeri yükseklerden aşağıya doğru Xeyri yoldaşın da kleşini alarak kaçıyor. Ben peşine veriyorum. Sonra da künyesini aldığımızda isminin Erol olduğunu öğreneceğim. Bir taşın altına yerleşiyor. Bu Erol asker şarjörü bitip değiştirmek istediğinde kayanın üzerinde önüne atlayarak bir şarjörü karnına boşaltarak portatif G–3’nü alarak geliyorum. Ancak bu arada sırtlarda bana doğru gelen mermiler var. Nereden geldiğini çıkaramıyorum. Ta ki sırta arkadaşlara doğru gittiğimde önümde ölü bir düşman askerini görünceye kadar. Bunun üstündeki künye ile portatif dürbünlü G-3’ü aldığımda anlayacağım ki bana atılan bu mermiler ismi Davut Yelek olan birliğin nişancısı tarafından atılmış. Bu düşman askeri bana doğru mermileri sıkarken arkadaşlar görüyorlar ve bu düşmanı etkisizleştiriyorlar.
Aşırı kan kaybından Xeyri arkadaşımız şehit düşüyor. Ayrıca suikastla Mazlum Guyi yoldaşı da kayıp ediyoruz. Düşman radyosu 11 ölüsünden bahsedecek. Ancak bende biliyorum ki bu çatışmada bir düşman birliğini komple olmazsa da önemli oranda tasfiye etmiştik.
Gece düşman üzerinde arta kalan malzemeyi toplamak isterken o Faraşin’in yüksek ve soğuk tepesine tipi biçimde kar yağıyor ve biz zor bela aç susuz, barut kokusu tenimize ilişmiş bir biçimde kendimizi Nizmo’ya oradan da Piran köyüne atıyoruz.
İlk kez günlerdir açlığımızı gidereceğiz. Banyo yapacağız ve kendimize geleceğiz.
Randevumuz var, Kela Meme’ye çıkıyoruz. Çok kalıyoruz, ihbar ediliyoruz. Biz yerimizi değiştiriyoruz ancak bir arkadaş-Mahsum’e Mijini bizden kopuyor. Ertesi gün aynı noktaya arkadaş döndüğünde çatışmaya girecek ve şehit düşecektir.
Haftanin’den gelen gücün bu çatışmadan ve düşmanın arazide olduğuna dönük bir bilgisi yok. Gelip Şiriş’in arkasında duracaklar. Düşman bunu fark edecek ve çok yoğun bir çatışma yaşanacaktır.
Ancak burada yaşanan bir olayı anlatmadan geçmek olmayacaktır.
Düşman güçleri ile Mala Beyre çeteleri arkadaşlara ilişkin duyum alacaklar ve kıyasıya bir çatışma yaşanacaktır. Şiriş köylüleri çatışmayı duyacaklar ve neredeyse tüm köy silahlarını alıp çatışma alanına silahlarıyla geleceklerdir. Hatırlıyorum bir köylü hem Kleş’ini, hem Karnas’ını birde BKC sini alıp gelmiş ve en ön mevziide askerlere ve çetelere karşı direnecektir. Bu çatışma da iki köylü hafiften yaralanacaktır. Kürdistan yurtseverliği işte budur. Lakin diğer taraftan da tarihin ihanetinden süzülerek gelen Mala Beyre çeteciliği. İhanet, Kürt egemen işbirlikçilerinden gelen kanserli bir urdur.
Çatışmanın ardından yine Şiriş’iler arkadaşları alıp kendi köylerine yakın bir yerde güvenli bir yere yerleştirecekler ve tepelerin güvenliğini kendileri alacaklardır. Akşama doğru da arkadaşların tüm ihtiyaçlarını giderdikten sonra Kela Meme’ye kadar öncülük ettikten sonra gerillalarla vedalaşacaklardır. Ve “bizim topraklarda gerillanın şahadetine izin vermeyeceğiz” diyerek niçin bu kadar fedakârlığa katlandıklarını göstermiş olacaklardır.
Uzun zamandır önderlik sahasından bir bilgi ve grup bize ulaşmamıştı. Bu her zaman olduğu gibi akülerimizin birazda boşanması ve çizgiden uzaklaşılması anlamına da geliyordu. İşte böyle bir boşluğu önderlik sahasından yeni gelecek olan Sinane Sor ve grubu dolduracaktır.
Yıl 1990, düşman tüm hışmıyla üzerimize gelmeye devam ediyor. Tahta Reş’te çatışmalar sürüyor. Günlerce Tahta Reş’te çatışmalar çıkacaktır. Bir çatışmadan diğer çatışmaya gireceklerdir. Buna birde çatışmada teslim olan Batmanlı Bedran eklenince çatışmalar daha şiddetlenecek ve bir çatışmada düşman 17 arkadaşı şehit edecektir. Çünkü teslim olan hain, arkadaşların mevzilenmesini iyi bildiği için düşmanı mevzilerin üzerine kadar getirecektir.
Yaşanan bu yoğun süreci değerlendirmek için Sinat’ta planlanan merkezi bir toplantı yapılacaktır. Bu toplantıda; Botan, Sarı Baran, Xeyri arkadaş, Doğan, Kara Ömer arkadaşta var. Bu gidişe dur demek için bir şeylerin yapılması gerekiyor. Toplantı sürerken ve toplantının sağlıklı sürdürülebilinmesi için biz Haftanin alanının diğer yakasına geçerek eylem yapacağız. Eşref yine en önde yer alacaktır. Dikkatleri üzerimize çekmemiz gerekiyor. Bunun için en güzel eylem keşfi yapılan Kani Xiyara karakoludur. Keşif sonucu askerler öğlenden sonra iştimaha geçerlerken vurulması kararlaştırılıyor. Ancak askerler iştimaha geçmeden top oynamak için sahaya indiklerinde yakın mesafeden büyük silahlarla vuruyoruz. Her yeri ana baba gününe çevirdikten ve düşmana darbe vurduktan sonra kendi yerimize sağlam geri dönüyoruz.
Geri Sinat’a dönüyoruz. Toplantı bitmiş. Biz Kela Meme’den Katolara geçiyoruz. Asker araziye çıkıyor. Var olan birkaç gramlık erzakımız da ele geçiyor. Besta Buke de düşmanla karşı karşıya mevzileniyoruz. Kaplane’ye çıkıyoruz. Her taraf tutulmuş. Katolar, Gıre Meşe, Besta, Hoze, Kela Meme. Tepecimiz Eşref yoldaştır.
Eşref en zorlu anların, zorlukların olabileceği ihtimalini düşündüğümüz her yerde ilk öne çıkan ve tehlikeye koşandır. Dediğimiz gibi çok güçlü fiziki dayanırlığıyla o hep bir adım herkesin önündedir. 90’lı yılların o ağır koşulları onu vazgeçilmez kılacak ve birçok yoldaşın devrimci hayatını sürdürmesinin garantörü olacaktır. Siz buna birde o sevecenliği, duyarlılığı, nezaketi, alçak gönüllü olmasını da eklerseniz onun ne kadar sevileceğini ve herkesin onun yanında olmasına anlam biçeceksiniz.
Evet, o yine tepecidir. Sabahın saat sekizinde her tarafımız kuşatılmış haldeyken çatışma başlıyor. Çatışma Eşref arkadaşın bulunduğu mevzilerden başlıyor. Hem düşman askerinin üzerinden aldığı portatif G–3 kullanıyor hem de çok hâkim olduğu BKC’yi kullanıyor. Bu çatışmada Pirane köylerinden olan milisimiz Mahmut Pirane’de var. O da önemli roller oynayacaktır. Akşama doğru bizden hiçbir zayiat yok. Bizim bu Allahın belası çatışmadan çıkmamız gerekiyor. Sersem olmuşuz. Bu üçüncü gündür ki erzakımız yok. Birde manevra üzerine manevra yapacağız. Gün boyu çatışmayı da buna eklerseniz fiziki halimizi anlarsınız. Tam bitmişiz.
Çatışma yerinden ve pusulardan vadi vadi inerek çıkıyoruz. Deryan köyünün altlarındaki bir sık ormanlı etekte kalıyoruz. Tepeci yine Eşref'tir. Ancak tepeciler hemen üstümüzdedir. Askerlerde tepecilerin üstündedir. Çatışırsak durum vahim olacaktır. Bunun için tepecileri yanımıza istiyoruz. Olur, da, belki düşman bizi görmez hani. Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Her taraf tutuludur. Üstümüz, altımız, kenarımız, sağımız, solumuz varsa başka yönler onlarda tutulmuş. Biz ne yapılabiliri tartışırken adamlar bizi dört yandan yaylım ateşine tutuyorlar. Mevzilenme imkânımız yok. Daracık bir yamaç.
Yer yer böyle anlarda inisiyatif denen pratik tecrübelerden yararlanmanın çok faydaları oluyor. Biz tüm gücümüzle kendimizi Hezil vadisine bırakıyoruz. Ve su su yürünmesini hatta koşarak gelinmesini istiyoruz. Suyun içerisinde yürürken mermiler sağımıza solumuza deyiyor. Mermiler suyun sıçrayarak yüzümüze değmesini sağlıyor. Gerçi yaylım ateş olmazsa belki de bu sıcaklıktan üstümüzün başımızın sulanarak serinlemesi zevkli de olabilir. Lakin yaşanan ölüm kalım anlarıdır. Baldırlara yüklenme anlarıdır. Hem de arkana bakmadan koşma zamanıdır. Belki arada sırada dönüp düşmanın ateş hatlarına birkaç el taramalı sıkmak faydalı olacaktır. En azında düşman birkaç dakika dinecektir.
Bir ara bir yoldaş diyor ki” eğer kurtulan olursa partiye ihanet etmediğimizi söylesin. Biz çatışarak şehit düştük desin” diyerek aslında durumun tüm çıplaklığıyla vahametini anlamış olduğunu dile getiriyor. Epey ilerledikten sonra düşman güçleri karşı yamaçlarda kendilerini suyun üzerine bırakmak için uğraş veriyorlar. Axyan sırtlarının çok altlarında daha doğrusu köyünün altında hemen küçücük bir kayalık var. Düşman burayı tutarsa yukarıda dile gelen” kurtulan olursa partiye söylesin” gerçekleşmiş olacak. Yani yaşanacak olan bir katliam olacaktır. Ancak arkadaşlar Axyan’ın altlarına geldiklerinde hemen o küçük kayalıklara birbirinin sırtına binerek çıkıyorlar. Ve çıkar çıkmaz düşmana ait bir askeri timinin oraya doğru koştuklarını gördüklerinde saldırarak bir üsteğmen ile dört askeri yere sereceklerdir. Bu sonra da radyonun söyleyeceği kayıp sayısıdır. Bundan böyle çatışma biraz zayıflıyor ve kırılmışa benziyor. Burada Eşref ve Pirane'li Mahmut önemli rol oynuyorlar.
Axyan’ın sulu ve cevizli vadisini yukarıya doğru tırmanırken ceviz altında iki arkadaş düşmanın rasgele attığı atışlardan Şervan-Zevki yoldaş ile Seyidxane Guyi yoldaşlar şehit düşeceklerdir. Seyidxan yoldaş evli ve bir çocuk babasıydı.
Saat 10 da tüm gücümüz bir araya geliyor. Toplanmışız. Taramalar devam ediyor. Ya gidip Aval ormanında saklanacağız ya da Axyan sırtlarına çıkarak çatışacağız. Kararımız sırtlara çıkarak çatışmadır. Gizlenmenin risklerini fazla buluyoruz.
Hemen sırtlara doğru tırmanıyoruz. En önde yine Eşref yoldaştır. Fiziki üstünlük ve sportiflik tam böyle anlarda aranan meziyetler oluyor. Sırta ilk biz varıyoruz. Düşman birkaç saniye geç kaldığı için sırt elimizdeyken yeni sırta gelen düşmanı vuruyoruz. Şimdi artık az çok sağlamdayız. Ancak perişanız. Beş gündür yemek yok, barut kokusu eksilmemiş.
Çatışmalar sürüyor. Saat üçte Hekim_Guyi arkadaş şehit düşüyor. İsabet alıyor. Ve bir müddet sonra top yağmuruna tutuyorlar bizi. Biz sırta kimseyi yaklaştırmadığımız için düşman 120’lik top, 82’lik havan ve 57’lik top kullanıyor. Aslında yerimizi bırakmamız gerekiyor, henüz tartışma halindeyken Nizare-Pirozalı yoldaşın mevzisine bir top değiyor ve yoldaşı param parça ediyor. Tartışmamız doğruydu ancak geç kalıyoruz, bir dakika erken uygulasaydık bu şahadet yaşanmayacaktı. Biz harekete geçiyoruz. Biz sırttan koşarken Eşref yoldaşla Canşer yoldaşlar bize doğru koşuyorlar. Tam bu esnada bir top aramıza düşüyor. Toz duman içerisinde Eşref hemen kalkarken Canşer bizden yardım istiyor. Yaklaştığımızda hiçbir yara almamıştı. Hiçbir iz olmamasına rağmen yürüyemeyecekti. Biz onu sırtlayarak götürmemiz gerekiyordu.
Hızla Eşref’in öne çıkmasını ve yakında bulunan pınara gitmesini istiyoruz. Yolu da kontrol etmesini ayrıca isteyeceğiz. Hızla pınara doğru giden yoldaşlardan, bir manganın geri gelip Canşer yoldaşı kaldırmalarını istiyorum. Her zaman istemler-bu PKK de olsa-gerçekleşmiyor. Herkes bitap düşmüş, hal kalmamış, sersemlik, topların uğultusu, şarapnellerin uçarken çıkardıkları vızıltılar herkesi mest ederek yere seriyor. Ben Canşerin yanındayım. Onu kaldırsam raht ve silahım kalacak onu kaldırmazsam yaşamı tehlikede. Bunu düşünürken kıvırcık saçlı güzel Şırnaklı kadın militan yoldaş Newroz tek başına çıkı veriyor. “sen niçin geldin” diye sorduğumda, “Canşer arkadaşı kaldırmaya” diyecektir. Ben de “ tek başına mı heval” diyerek sitem edeceğim. Rahtımı ve silahımı Newroz yoldaşa vererek yaklaşık iki saat Canşer yoldaşı sırtımla pınara kadar taşıyorum.
Yine hareketlikten söz edilse de ben yerimden kalkmıyorum. İçimdeki duygular bana diyor ki kafana bir kurşun sık. Ama bu kadar güzel bir dava dururken kafana sıkmak olmaz ki! Bitabız. Yürüyemiyoruz. Ölgünüz. Dudaklarımız kurumuş. Yeni vardığımız pınardan biraz yararlanacağız. Mideler boş. Boş boşta su içilmez ki! Ama içmek zorundayız.
Bu arada Eşref arkadaşın ve mangasının hazır olmadığını görüyoruz. Ya yanlış yere gittiler ya da bilmeden fazla ilerlediler. Buraları herkeste bilmiyor. Tanıyanlar sınırlı sayıda arkadaşlardır. 11 yaralımız var. Ağır yok, ama bu da kendi başına bir yük. Dediğim gibi; yorgunluğu, sürekli manevrayı da ekleyin, erzaksızlık, susuzluk bunlar hepsi üst üste bindimi en değme dev gibi adamı da yere serebilir.
Pınarın başından kalkarak daha güvenlikli bir yerde durmamız gerekiyor. Aslında kimse yerinden kımıldamak istemiyor. Gönül isterdi ki şöyle bir boydan boya kendini koy vererek uzanalım. Ama devrim için bu yapılamaz olduğundan daha sık bir ormanlığın derinliğine geçeceğiz.
Bir arkadaşın çantasında kuru mercimek var. Öyle kuru kuru yiyeceğiz ancak herkes sersemliğine biraz daha sersemlik katacaktır. Bize ağır mı geliyor onu da anlamadan daha kötü oluyoruz. Epey üstümüzde duran bir koyun sürüsünden üç koyun alacağız. Bir koyunu zor bela pişirerek yemeye çalışacağız, diğer iki koyun bizim halsizliğimizden kaçacak ve biz tanrının verdiği nimetten yararlanamayacağız. Gecenin karanlık sessizliğinde kalabalık bir grup asker-geri çekiliyorlarken-altımıza gelip oturuyorlar. Bir grupta üstümüzde bir yerlerde mola vererek oturuyorlar. Bir yanlış ses felakete yol açabilir. Askerler epey oturduktan sonra geri çekileceklerdir.
Bu arada Canşer yoldaşı bir kaya oyuğunun altına bırakmışız. Akşam gelip almak istediğimizde onu şehit düşmüş bulacağız. Halen niçin şehit düştüğünü anlamış değilim. Çünkü vücudunda hiçbir parça bulunmuyordu. Acaba çok küçük bir şarapnel hiçbir yara izini bırakmadan mı vücuduna saplanmıştı. Bilemiyorum. Ama bazı arkadaşlar patlayan obüs topunun karın bölgesindeki bağırsakları koruyan diyaframın ağır basınçla patlamasına yol açabildiğini ve bununda hiçbir dış ize yol açmadan insanı ölüme götürebileceğini söylüyor. Belki de öyle olmuştur, bilemiyorum.
Daha tehlike atlatılmış değil. Bizim o dönemlerde merkezlerimizden biri de Mijin köyüdür. Sonra da düşman tarafından toplarla dövülerek vurulan Mijin köyü. Gücü alarak oraya kayacağız. Oraya yani Mijin’in üstlerine geldiğimizde orada Eşref arkadaşla ve mangasını da göreceğiz. Araziyi tanımadıkları için fazla ilerlemişler, düşmanın yoğun araziyi tutuşundan geri de gelemeyince Mijin’e gelmek zorunda kalıyorlar.
Biz bu arada oldukça iyi istirahat edeceğiz. Kendimize geleceğiz. Beş altı günlük cehennem yürüyüşünün üzerimizde yarattığı yorgunluğu atarak tazeleneceğiz. Bu birliğimizde bulunan yoldaşlardan birkaç tanesinin isimleri; Akife Mijin, Aysel Niheki-manga komutanıdır, Xanım, Newroz-Şırnaklı 2000 yılında Gare de şehit düşecek, Ali Hasan
Tedavisini yapamayacağımız yoldaşlarımızı Haftanin’e gönderiyoruz. Artık tekrardan rahat hareket edebileceğiz. Tüm bu oldukça zorlu yürüyüş ve çatışmalarda tek bir arkadaş zayıflık göstererek teslim olmamıştır, kaçmamıştır. Buda gösterilen iradenin ne kadar güçlü olduğunu işarettir. Buna birde yakında bulunan Serbeste Hilali’nin takımını da eklerseniz zaman yine eylem zamanı olacaktır.
Planlamamız temelinde keşif yapıyoruz. Uludere ile Dere Hine arasında yol keserek düşmanı vurmak istiyoruz. Bakım karakolunun önüne pusu attıktan sonra Uludere yönüne doğru da bir pusu grubu yerleştirerek yolu kesiyoruz.
Kızıl, sarı ve yeşil bayrağımızı açarak gelenlerin kimliklerini kontrol ediyoruz. Bu kimlik kontrollerine Kürtçe bilmeyen birisi takılıyor, kısa bir süre içerisinde Beytüşşebap’taki polis komiseri olduğu ortaya çıkıyor. Onu yanımıza alıyoruz. Bu arada Uludere de muhtemelen içerisinde çeteler bulunan bir taksi pusumuzu geçiyor-pusu gizlidir-bizi yani yol kesenleri görünce geri dönüyor. Tüm ikazlara rağmen durmayacak arkadaşlar B–7 ile vuracaklardır. Bu sesi duyan Bakım karakolu harekete geçecek oraya yerleştirdiğimiz Serbesti Hilali yoldaşın pusu grubu düşmanı vuracak bir subayla birkaç asker ölecektir. İlçe merkezinden gelen başka bir panzeri B–7 roketleriyle vurarak yuvarlatıyoruz.
Tekrar gün ana baba günü olmuş. Her şey tekrar toz duman ve barut kokusu tütüyor. Yapacağımızı yapmışız. Esir aldığımız polis komiserini yanımıza alarak geri çekiliyoruz. Önce Kalike sırtlarına çekiliyoruz ardından da Sınat’a geçiyoruz.
Komiserimizle alanda bulunan komutamız konuşarak “esirimizsin, sana esir muamelesi yapılacaktır. İşkence yok, hakaret yok. Uygun zamanda seni aracılar eliyle teslim edeceğiz. “ diyecek ve fazla zaman geçmeden 4. Parti Kongre’mizden önce köylüler aracılığıyla bize alışan polis komiserini teslim edeceğiz. Ayrıca bu esir polis Botan eyaletinden Agit arkadaşın esir almalarından sonra ilk esirimiz olacaktır.
Birliğimiz iki birliğe ayrılacak ben ve Eşref yoldaş yine birlikteyiz. O yine benim yardımcımdır.
Bu arada Uludere merkeze kayarak eylem planları önümüze konuluyor. Biz Çiyaye Kalike’ye-ki burası fazla uygun olmayan bir alan olmasına rağmen geçiş güzergâhında bulunduğu için kalmak zorunda bırakıldığımız bir dağdır-geliyoruz. Ertesi sabah düşman hareketliliği var. Ancak bizim bulunduğumuz yere öğlen saatlerinden sonra varıyorlar. En öndeki mevzi de yine Eşref arkadaştır. İlk vuranda odur. Görkemli bir çatışma yaşanıyor. Kıran kırana. Biz akşam karanlık olunca hızla önce kendimizi vadiye bırakarak sonra da sınıra doğru kayarak pusulardan ve çemberden çıkıyoruz. Radyo 13 Türk askerinin ölümünden bahis edecektir.
Not düşmek açısından eskiden sınırda rahat edemezken Saddam’ın Kuveyt’i işgaliyle güçlerini güneye çektiği için artık arazilerde rahatlıyoruz. Anlayacağınız, boşluklar her zaman gerillanın yararlanacağı ortamlardır.
Geri gelmişiz. Ancak bu kez Yekmal ve Merge karakollarını büyük toplarlarla vuruyoruz. Düşmanı bu topraklarda rahat bırakmayarak, aciz ederek, yılan gibi sokarak her gün biraz daha zehirleyerek geri çekilmesini sağlamayı hedefliyoruz. Geri çekilmese de onu bu savaş ortamında öyle hasta ederek bir nevi Vietnam sendromunu yaşatmak için elimizde gelen ne varsa yapıyoruz.
Peşinden Cudi ile Sınat arasında bulunan Elcan karakoluna ait koyunlara el koyarak kamulaştırıyoruz. Karakolu da yaylım ateşine tutarak taciz ediyoruz.
Artık 90’ların sonlarına geliyoruz. 4.Kongrenin ön hazırlıkları yapılırken 17 arkadaşla birlikte önderlik sahasına geçeceğiz. Grubumuzda Eşref arkadaşta var.
Önderlik sahasında Eşref arkadaş daha çok sessizdir. İzliyor. Gençliğin verdiği bir atikliğe sahip oluşundan kısa sürede önderliğin güvenliğine alınacaktır. O bu çalışmasını başarıyla yürüttükten, yanlış olan asi avare pratikleri bilince çıkartarak gerillanın nasılına doğru cevaplar aldıktan sonra o yine ülkeye geri dönüşe hazırdır.
Mayıs 1991 yılında bir grup arkadaşla biz ülkeye dönerken Eşref arkadaşta var. O zaman grubumuzdan tekrar ülkeye dönen arkadaşların arasında Ahmet Rapo, Erdale Heyştani, Haşimi Bluzeri, Delil Akeri ile birçok daha arkadaş vardı.
Eşref arkadaşla bundan sonra belli bir süre karşılaşmayacağız. O Uludere ve sınır hattında çalışıyor. Bu ara Böceh karakol tepesini başarılı bir şekilde vuracaklardır.
Onun en aktif katılacağı eylemlerden bir tanesi Nirve karakol baskınıdır. Türkçe ismiyle Taşdelen karakolu. Bu eylemde o saldırı kol komutanıdır. Tepede mermileri bittiğinde bir düşman askerinin peşine taşlarla takılarak vuracak ve esir aldığı askeri alarak arkadaşların yanına dönecektir. Tepeler düşecek, karakol toz duman edilecektir. Bu karakol eylemi kameraya alınarak önemli bir propaganda malzemesi olacaktır. Bu eylemde toplam kaldırılan askeri malzemeler; 37 adet silah, 2 esir asker ve çok sayıda askeri malzemedir. Toplam 12 yoldaşta bu eylemde şehit düşecektir.
O yıl ve takip eden 1992 yılında da o sınır hattında yapılan diğer tüm eylemlere aktif katılacaktır.
Onu tekrar 1992 yılının eylül ayında Besta Buke’de yapılan toplantıda göreceğim. O takım komutanıdır. Eskisine göre daha pişmiştir. Artık daha güçlenmiş. Artık tam bir komutandır. Kimsenin yanından uzaklaştırmak istemediği bir yoldaştır.
Biz bu noktada yaklaşık 15 gündür kalıyoruz. Büyük insan Ape Musa’nın haince katledilişini burada radyoda dinleyeceğiz. Yeni düzenlemeler yapılıyor. Bu arada gelişen 92 ihanet savaşının ilk emareleri görülüyor. Onu Cemal arkadaş-eyaletin yeni komutanı olarak-Haftanin’e hızla isteyecektir. O bölük komutanlığına terfi edilerek Haftanin de bulunan Şeşdara cephesinin komutanıdır artık. Bu cephe güney ihanet savaşında düşmanın en çok yüklenmek isteyeceği cephedir.
O alana ulaşır ulaşmaz cephesine yerleşecek. Yerler hazırlayacak. Ve düşmanın bu alana yönelmesinde ilk ciddi darbeyi o vuracaktır. Şeşdara’ya düşman yönelirken, bir düşman birliğini aralarına alarak imha edeceklerdir. O bu eylem devam ederken daha iyi bir bakışı ve daha iyi bir koordine sağlaya bilmek için bir taşın üstüne çıkacaktır. O cihazda muhabere yaparken bir suikast sonucu başından aldığı kurşunla anında şehit düşecektir. Artık Şeşdara da o olmayacaktır. O artık aramızdan henüz genç bir militan olarak ayrılacaktır.
Birçok delikanlı militanın başına gelen onunda başına gelecek ve henüz üstlenmesi gereken görevler yeni başlamışken aramızdan ebediyete uçacaktır.
O her zaman en önde ve atikliğiyle göz dolduran birisi olarak, gönüllerde taht kurandı. Sessizliği ona ayrı bir caziplik katardı. Sevecenliği ile sempatik güleçli duruşuyla o herkesin aradığı komutan ve yoldaştı. O zorun olduğu her yerde gözünü budaktan esirgemeyendi. Onun mücadele tarihine bakın, yer aldığı görevler hep en zor olan ile en ön cephede oluşunu göreceksiniz. Onda geride kalmak yoktu. Geri durmak ayıptı. Yoldaşlarını korumak için o kendisini siper etmeden nefes alamazdı.
Bakın kısa mücadele tarihine hep bunları göreceksiniz. Zorluğa karşı her şart altında kafa tutandı. Buna birde ince uzun boyunu dağların en vahşi olanında büyümesini de ekleyince ortaya çıkacak olan dayanırlık ile iradenin bileşkesi olan bir doğal militan tiplemesi ortaya çıkacaktı. O, bu doğal, tabiat ananın baş ettiği özgürlük arayışçısında mevcut olan en sert iradeyle bilenmiş kişilik yapılanması ve karakterine sahip olarak bu dağlarda kendisine yer açacaktı.
O genç ömrüne dolu dolu yaşanmış bir yaşamı sığdırarak, devrimin hızla yükselen dalgalarına binerek yürüyecektir. Bu dalgaların üzerinde yürümek ya da yüzmek her baba yiğidin harcı değildir. O ne kadar baba yiğit olduğunu düşmana karşı girdiği her çatışmada misliyle göstermiştir. İşe o bunun için sevilen, sayılan ve yanında olunması istenen Apo’cuydu.
Güzel yoldaş, bugünde seninle kalmak isterdik. Seni başucumuzda o siyah gözlerinin içine bakarak oturmak isterdik. Senin düşmana karşı her zaman gösterdiğin cesaretini kendimize ekerek, yanında oturmak isterdik. Halen bugün dahi öyle sıkışık anlarda “nerede bizim Eşref’imiz” diyerek etrafımıza bakındığımızda senin eksik olduğunu daha iyi anlıyoruz. Yerini dolduran elbette birçok Kürdistanlı genç geldi. Ancak ne kadarı senin gibi oldu, onu bilemiyoruz.
Güzel yoldaş, seni anıyoruz. Seni anacağız. Seni unutmayacağız. Senin cesaretini, iradeni, dayanırlığını, inadını ve inancını kendimize örnek alarak ekeceğiz. Seni sen olarak anacağız.
Güzel yoldaş sen sonsuzluk diyarında rahat uyu. Seni bayraklaştırmak boynumuzun borcu olsun.
Ruhun şad olsun, ruhun şad olsun güzel ve genç yoldaş!
Gözün arkada kalmasın!
Caferi Sori
Piling (Abdullah Malgaz) Yoldaşın Anısına
Kürdistanlı olupta bu topraklarda uzak yaşamak olur mu? Tarihin derinliklerinden süzülerek gelen bu toprakların insanları hep biraz da buralara bağlı yaşamasını bilmiştir. Hani var ya “kuş uçmaz, kervan geçmez” diye memleketler, öyledir Kürdistan diye tabir edilen toprakların birçoğu.
Botan ülkesi genelde böyle olmakla birlikte Besta Botan’da bir daha fazla böyledir. Adeta dağların rahmine çekilerek, bu olup biten her şeyden uzaklarda yaşamak, medeniyet denen dişi dökülmüş canavarın kirinden pasından ırak kalmakta demektir. Öyle ki hep biraz da kendi kendine yetinen bir kültürleşmeyle ayakta kalma direnişinin de ötesinde bir yaşam geleneği yaratarak, biraz da tarihin özgün yerleşikleri olarak yer almak, bura insanının özelliğidir.
Tarihin en eski aşiretçi yapıya sahip halkların başında gelenlerden bir tanesi de Kürtlerdir. Kürtler tarihin en eski halklarından biri olarak bu coğrafyada neolitizmin doludizgin yaşamışlardır. Yıllarca hatta binlerce yıl Kürtler neolitizmi derinleştirerek yaşamalarında kaynaklı halen bugün dahi bu halkın evlatlarında bu toplumsal modellenin karakterine rastlamak mümkündür. Öyle ki Kürtler bir arkadaşımızın deyimiyle neolitizmden takılı kalan bir halktır. Onlar neolitizmi aşmamışlardır.
Tarihin ileri aşamalarında ana yanlı sistemden baba yanlı sisteme geçiş ve giderek gelişen sınıfçı baskıcı tahakkümcü devletçi yapının oluşmasıyla bu topraklarda yaşayan insanların karakterlerinde derin yaralara yol açmıştır. Özelde baba yanlı toplum modeline geçişle pro devlet yapıları oluşturacak olan Medler esasta aşiret yapıları temelinde yaşamlarını sürdüre gelmişlerdir. Pro-devlet yapısından önce daha çok aşiretsel bağları temelinde örgütlenmiş buralı dağ halkı giderek kendisini daha güçlü örgütleme ihtiyacı duyacaktır.
Tarihe aşiret konfederasyonları olarak geçecek bu yeni yapıda birçok aşiret kendisini dışarıdan gelebilecek olası saldırılara karşı birleşecek ve birleştikçe de güçlenecektir.
Medler esasta bir aşiretler konfederasyonudur. Kimine göre bir türlü aşiret konfederasyonunu aşamadığı için devletleşemeyecek ve bugünlere kadar Kürtlerin yaşadıkları bu negatif gelişmenin gerekçesi yapılacaktır.
Belki doğru yanları vardır. Ancak şunu biz iyi biliyoruz ki devletleşmiş yapılar kirlenmiş yapılardır. Devletleşmek sömürmektir. İkiyüzlülüktür. Rant için birbirini satmaktır. İktidar için yalan dolanın meşrulaşmasıdır. İktidar başkalarına karşı hüküm etmek anlamına geldiği için esasta devletleşmek tutsaklaşmaktır. İnsanlığın güzel yönü olan ortaklaşmanın yerine bir kesim insanın, zümrenin öne çıkarak insanlıktan çıkmasıdır.
İşte tüm devletçi yapının çirkin karakter yapısını aşiret yapısının o ortaklaşıcı, paylaşıcı, boyun eğmezci duruş karşısında sevebilmek ya da savunmak olsa olsa bir insanlık ayıbı olabilir.
Aşiretçi yapıların elbette çok olumsuz iktidar kavgalarına bulaşmasını görmüşüzdür. Lakin bu hastalık devletçi yapılarda bu sade ve özlü aşiret yapısına bulaştığı da bir o kadar nettir.
Aşiretsel yaşam daha komünaldır. Daha birleştiricidir. Daha doğalcıdır. Daha kendine yeten tarzdadır. Daha özgürlükçü ve daha bağımsızdır. Daha imcecidir. Bu bağlamda daha insanidir.
İşte Pılıng yoldaşımız oldukça güçlü aşiretsel yapıların hâkim olduğu bir ortama doğmuştur. O Kıçi aşiretine mensuptur. Kıçi aşireti göçebedir. Başka bir kavramlaştırmayla konar-göçerdir.
Kıçi aşireti daha üst bir oluşum olan Şılıda Koçer Konfederasyonuna bağlıdır. Bu konfederasyonun diğer üyeleri Tayiler, Xerikiler, Musaraşiler ve Batülerdir. Bu yapının liderliğini yapan Batü aşiretidir.
Diğer büyük bir Koçer konfederasyon ise Çıksor'lardır. Çıksor konfederasyonu içerisinde yer alan aşiretler ise Dideran, Alkan, Garisan, Soran ve küçük güneyde bulunan Miranlardır. Bu yapının başını ise Dideranlar yapmaktadır.
Her iki kol birbirine yakın durarak birbirlerini karşılıklı korumakla görevlidir. Bir nevi Çıksor'larla Şılıda'ların ortaklaşması bir üst konfederasyonlaşmadır.
Koçerlik bir kültür, kültürleşmedir. Bir yaşam kültürüdür. Hayvancılıktır yaptıkları. Yerleşik değildirler. Konargöçerlerdir. Bir yerde kalamazlar. Onlar nerede yayla yâda otlaklık varsa oradalar. Bir nevi bağımlılıkları yoktur. Bağımlılıkları otlaklardır. Belki de bunun için tarihten bugüne hep kendine yeten yaşam tarzını esas almışlardır. Onlar boyun eğmeyi bilmez. Boyun eğmek onursuzluktur. Kelle gitse de onur korunur.
Yukarıda dile getirdiğimiz Koçer yapılanması ağırlıklı olarak kışın Cizre ovası ve etrafında kalırlar. Ve adım adım otların yeşermesiyle önce Dicle suyu kıyıları sonra Gabar etekleri derken Herekol dağları ve etekleri peşinden de baharın son ayı olan mayıs ve hazirana doğruda daha uzun kalacakları yüksek zozan platoları olacaktır. Çıksor'lar Gevaş, Deşta Rava ve Sipane Xelateye kadar uzanırlarken Şılıda'lar Çatak ve Faraşin de otlaklarını bulur.
Kışın Cizre de sonra adım adım yüksek yayla platolara açılma öyle sanıldığı gibi kolay bir yolculuk değildir. Öncelikle Koçerlerin bir toprağı yoktur. Uzun yıllara yayılmış anlaşmalarda yapamazlar. Değişken durumlardan kaynaklı onlar anlaşmaları hep yenilemek zorundadırlar. Bunun için yol güzergâhlarında yaşanacak olası yanlış otlatmalardan ve duyarsızlıklardan kaynaklı onlarca aşiret mensubu birey yaşamını yitirebiliyor. Bir sürünün yanlışlıkla bir meraya girmesi kanın akmasına yeter de artarda. Bir Koçer gencin yerleşik olan aşiretlerin bir kızına hafiften gönül vermesi aynı sonucu doğurmaya müsaittir.
Koçerler geçtikleri alanlarda yerleşik aşiret mensuplarının arazilerine para vermek zorundadırlar. Buna “Koda dıkın ya da kırın” derler. Yani arazide hayvanlarını otlatma karşılığında verilen bir nevi kira parasıdır. Olurda bir miktar üzerinde buluşmazlarsa yine kavga gerekçesidir bu. Yer yer geçiş güzergâhlarında geçitlerine izin verilmez. O zaman yapılacak olan göğüs göğse kavga ederek geçmedir. Bu çoğu zaman ölümlerle sonuçlanmaktadır. Aynı hikâye eylüle doğru geri dönüş süreçlerinde de yaşanır.
Koçerlik bu bağlamda tam bir kavga kültürüyle yetişmenin de adıdır. Buralarda herkes silahşordur. Bu toplumlarda elbette bireysel kahramanlarda olur, ancak yaşamın kendisi herkesi bir kahraman ve dövüşçü olmaya zorlamaktadır. Japon Samuray’ları gibi bir kez bu yaşama adım atmışlarsa, içerisine doğmuşlarsa yaşamlarının sertliği belirlenmiştir.
Bu aşiretlerde erkekler öndedir. Bireysel mertlik kabul görendir. Müslümanlıkları daha esnektir. Daha hoşgörülüdürler. Tekçi zihniyetleri azdır. Örneğin kadın bu toplumlarda ya da topluluklarda kapalı değildir. Daha açıktır. Daha katılımcıdır. Daha direngen ve dirayetlidir. Pısırık ve ölgün değil canlı ve yaratıcıdır. O kardeşinin ya da kocasının yanı başında başı açık rahat oturandır. Bu da esasta neolitik değerlerin bin yıllarca nasıl süzülerek geldiğini bize göstermektedir.
Şılıda koluna bağlı olan Kıçilerin de kendi aralarında bavıkları vardır, yani kabileleri vardır. Bunlardan, Aligiran, Sağlani, Talkan ve daha sayamadığımız birkaç tanesidir.
Pılıng yoldaş, yani Abdullah Malgaz, Aligiranlıdır. Büyük dedesi Aligiran’ların içerisinde oldukça etkilidir. Anası kabile reisinin kızı olması itibariyle saygınlardır. Babası bu aşiret içerisinde sevilen biridir. Ekonomik durumlarının iyi olmasının yanı sıra çevrede sosyal düzeyleriyle de bilinen bir aile yapısına sahiptirler.
Oturdukları yer Besta’nın Çemekare köyüdür. Bir süredir Hezex-İdil tarafından gelip hem Koçerlik hem de yerleşik hayata geçmişlerdir. Ailesi yurtseverdir. Bu yurtsever duruşlarından dolayı henüz 1990’lara gelmeden düşman köylerini yakıp yıkacaktır. Köyü boşaltacaktır.
Pılıng arkadaş bu köye daha doğrusu bu Koçer aşiret ortamına doğacaktır. Küçük yaştan ailenin bu saygınlığı ve olgunluğunu kendisine ekecek ve çok erkenden küçük boylu, minyon tipli olsa da öne çıkacaktır. O ilkokul beşinci sınıfı da okuyarak ve henüz çok genç yaştayken PKK saflarına gelecektir.
Kürdistan özgürlük hareketi’nin ilk geleceği ve yerleşeceği alanların başında onun alanı gelecektir. Özelde Omyanis bir parti merkezi gibidir. Çemekare ise Omyanis köyüne komşudur.
Katılım tarihi 1984 sonu 1985 başlarıdır.
Sonra da O ilk eğitimini aynı yılın kışında Çiyaye Spi’nin Geli Haruna’sında 60 yoldaşıyla görecektir. O zaman o ilk devrelerde yer alan kimi yoldaşın ismi; Enver Omyanis’i–1991 yılında Herekol’da, Ferhan-Hole–1992 Avyan karakolunda, Welat-Gırek, Cemil-Deşta Lala-komployla, Agit-Omyanis-Çukurca 1989, Emin-Omyanis–1992 Besta da şehit düşeceklerdir. Şahine Gırek'e, Zeydin Omyanis ve başka yoldaşlarda bu eğitimde yer alacaklardır.
Eğitim devresinin sorumlusu sonradan işbirlikçilerce tutsak iken kaybedilerek katledilen Cemal Zedayi yoldaştır. O dönemlerde teorik eğitim olarak; Kürdistan tarihi, yurtseverlik, Parti Tarihi, Sosyalizm ve Parti Tüzüğü verilecektir. Askeri eğitim olarak silah kullanımı ve gerillanın eylem taktikleri öğretilecektir.
O devrede hem teorik hem de askeri derslerde en etkin katılan odur. O evde daha rahat büyüdüğü için rahat kalkıp konuşacak, önceden iyi bir silah kullanıcısı olduğu için öne çıkacaktır. Birde genelde devre de eğitim gören yoldaşlar ağırlıklı olarak yerel kadrolardır. Botan’da okuma yazma oranı çok düşüktür. Ancak o dönemlerde az sayıda okuma yazma bilenler arasında birde o vardır. O devrede minyon olmasına rağmen o Enver yoldaşla birlikte öne çıkacaklardır. O arkadaşlar arasında sadece boy açısından değil yaş olarakta en küçük olan arkadaşlardandı. Siz buna minyonlukla, nezaketi ile fedakârlığını da eklerseniz ortaya çok sevilecek bir genç çıkacaktır.
Bir anı olarak o zaman bulunduğumuz yere KDP Peşmerge kampları da bulunuyordu. Gelip gidiyorlardı. Bir defasında Pılıng arkadaşlara takılacaklardı. Ona “sen çocuksun küçüksün sen nasıl savaşacaksın” diye hem hayretlerini hem de küçümsemelerini dile getiriyorlardı. Ancak Pılıng arkadaş onlarla girdiği siyasi tartışma da öyle olmadığını gösterecek ve ondan sonra en çok saygı duyulan arkadaşlardan olacaktır.
Sonra da pratik ortamlarda göstereceği askeri duyarlık o dönemlerde yaşanan kimi gergin dönemlerde belirgin olarak görülmekteydi.
1985 yıllında IKP-Irak Komünist Partisiyle-çıkan çatışmalardan dolayı Çiya Spi terk edilerek Zap’a gideceklerdir. Ki o zaman IKP Hezil suyunu geçmek isteyen bir grup yoldaşımıza komplo kurarak katledecek ve gergin ve çatışmalı bir ortama zemin hazırlayacaklardır.
Zap alanında-bugün Zeve ya da Lak 1 diye bilinen alana geldiklerinde-onları Abbas arkadaş karşılayacak ve 60 arkadaşa-toplantı yapacaktır. Türkçe konuştuğu için ve yeni savaşçı devresini bitirenlerin ağırlıklı olarak Botan'lı olmalarından dolayı çok az arkadaş ne söylendiğini anlayacaktır. Ancak buna rağmen herkes yapılan konuşmanın IKP, yeni süreç ve düzenlemeye dönük olduğunu anlayacaktır.
Pılıng yoldaşın anlama sorunu yoktur. O Türkçeyi de konuşabilmektedir.
Yıllar sonra onu saflarda gören, onun Botan’lı olduğunu bilmeyenler istisnasız olarak onu hep üniversiteli bilecektir. Çünkü onun yazması, okuması ve güzel nazik Türkçesi herkesi böyle düşünmeye götürüyordu.
Biz Zap’tan Haftanin’e birlikte döneceğiz. O bir cıva gibidir. Meraklıdır. İnceleyicidir. Bu özellikleri ile gelecekte o kendi başına birçok telsizi tamir edecek, silahların tamiratı yasak iken o silah tamir edecek, radyo ve teypleri arkadaşlardan alarak bakımını yapacak, Türkçesini çok iyi geliştirdiği gibi o önderlik talimat ve çözümlemelerini tercüme ederek bu merakının sonuçlarını toplayacaktır.
Bir keresinde onun asıl ismi sorulduğunda o “bu örgütte en büyük ve sevilenin ismini taşıyorum” diyerek ne kadar gururla bu ismine yaklaştığını görecekti arkadaşlar.
O bu kadar öne çıkan özelliklerinden dolayı erkenden komutan olacaktır. Ama şunu hemen söyleyelim; minyon olması, boyu kısa olması bir yandan sevilmesine yol açarken, diğer taraftan pos bıyıklı arkadaşlar tarafından kabul edilmemesine yol açabilecek ve bu da yer yer onun zorlanmasına yola açacaktır.
O ilk pratiğini büyüdüğü alanlarda geçirecektir. O 1985 yılında Botan’a geçecek orada da Zozanlara çıkacaktır. Ve o artık yıllar sonra Zozanların Pılıng’ı olarak anılacaktır.
O Pervari, Mix, Faraşin, Geli Evrax, Çatak ve Gürpınar hattında çalışmalara katılır. Erdalların komutasında Bedranların komutasında ve en önemlisi de komutanların komutanı Mahsum Korkmaz’la kalacaktır. Nede olsa o Koçer’dir. Yaylalıdır. O minyon ve ufak tefek olsa da dağlıdır. Dağlılığında en sert olan Koçerlerindendir.
Yıllar sonra önderlikle görüştüğünde önderlik “Pılıng sen misin” diyerek şaşacaktır. Çünkü önderliğin beklediği ismine denk yapıda bir Pılıng değildir. O fiziği ile küçük bir Pılıng olsa da pratikte yetişmiş bir Pılıng olarak isminden söz ettirecektir.
O dönemin etkili olan eylemlerinde yer alacaktır. O HRK birliğinin de bir elemanıdır.
Agit arkadaş 1984 sonlarında önderliğin yanına giderek kışın tekrar Botan’a dönecektir. O önderlik sahasından geri döndüğünde HRK gerilla birliğini kuracaktır. Bu birlik 24 arkadaştan oluşacaktır.
Bunlar; Agit, Erdal, Bedran, Ahmet Rapo, Mehmet Haşimi, Aforof Mahmut, Kalendar ve Yaşar-Spindarok, bombacı Mahmut, propagandacı Kemal, Şexmus, Celal, Dr. Baran, Emin Omyanis, Salih Karse, Mahsum ve… İsmindeki arkadaş ve kişilerdir.
İlk çatak alanına geçtiklerinde-kimseyi tanımıyorlar-gizlilik için zozanlarda yeri kazarak kendilerini düz ve çıplak arazide yere gömeceklerdir. Sonra adım adım köylülerle ilişkiye geçerek ilçe merkezini keşif etmeye çalışacaklardır. Çünkü öyle bir yerdedir ki ancak en uç-hemen ilçenin üstüne-gitmeniz gerekecek. Bir ara Agit arkadaşın Ebubekir ve Terzi Cemal için “bu adamlar ilçeyi göremedikleri için mi bu eylemi yapmadılar” diye söyleyecek ve kayıp olan ilçeye ilişkin espri yapacaktır. Ancak bir yolunu büyük komutan bulacaktır. Asfalta inecekler-eğer arazide merkez görülmüyorsa-yoldan gidilmelidir. Bir kum yüklü kamyon durdurarak kumunu da boşalttıktan sonra binecekler ve ilçeye girerek karakol ve birçok devlet kurumunu vurarak tekrar araziye çıkacaklardır.
Geri dönüşlerinde ondan önce bir yoldaşımızı katleden Yezidan Aşiretinden olan Haci Şerif ismindeki devlet işbirlikçisini cezalandıracaklardır. Bu hain ondan önce Çatakta çıkan bir çatışmada-ki Şerif isminde bir yoldaş şehit düşecektir-Hamit ismindeki yoldaş gruptan çatışma esnasında kopacaktır. Bu yoldaş araziyi çok tanımasa da yakın köylerden bulunan Şevmaçe’ye inerek büyük su köprüsünden geçerek arkadaşlara ulaşmak istemektedir. Haci Şerif ismindeki hain Hamit arkadaşı alacak ve köprüyü geçerlerken arkasından çok kalleşçe yoldaşımızı tarayarak katledecektir.
İşte Agit arkadaşlar Çatak baskından sonra önce araziye kendilerini gömerek saklayacaklar. Ardından Erdal arkadaş köye asker elbisesiyle girecektir. Önce Haci Şerif gelenlerin gerilla olduğunu düşündüğü için kaçacaktır. Ancak köyde kalanlar gelenlerin asker olduğunu söyledikten sonra “askerlerin” yanına gelecektir. Erdal arkadaş halkın önünde bu haini alıp götürecek ve sonra da cezalandıracaklardır. Bu Çatak eyleminin ertesi günü yapılacaktır.
Şu bir gerçektir ve bir gerçek olarak hep kalacaktır; oda bu harekete, özgürlük için ezilmiş halklar ve halkı için yola çıkan kahramanları-kim olursa olsun-vereceği bir zarar mutlaka ama mutlaka cezasını bulacaktır. Olabilir ki kimi böyle halk evlatlarının ve halkın kanına girmiş birçok kişi halen yaşıyor olsun. Ama mutlaka bir gün-zamanı pek önemli değildir-cezası verilecektir. Devrim kendi elini uzatacak ve yapılması gerekeni yapacaktır. Bu bir ilke. Hem de özgürlük ilkesidir.
Bir küçük anı olarak yıllar sonra-tam 12 yıl sonra, yani 1997 yılında-arkadaşlar aynı durumu yaşayacaklardır. Kazanın bulunması için birçok keşif grubu gidecek ve zor bela kaza bulunabilecektir.
1985 yılının yaz aylarında Van ve Şırnak yolu-gerilla sahası olacak olan Besta’dan-yapılmak istenecektir. Esasta amaç gerillaya her an hızla müdahale etme gerçekliğidir. Ayrıca Xırbeke Besta da Avyan’a doğru da bir yol yapılmak istenmektedir. Amaç yine askeridir. Ki sonrada Avyan da dev gibi bir tabur inşa edilecek ve gerillalar bu karakolu 1991 yılında tümden ele geçirecektir. Özcesi bu yollar halkımızı düşünerek yapılan yollar olmamış, sadece ve sadece Kürdistan topraklarını daha derinliğine işgal etme girişimidir.
İşte böylesine bir yol yapılırken Agit arkadaşın komutasında bir pusu atılır. Bu pusu da yol yapan araçların önünde gelen askeri araçlar vurulacaktır. Bu eylemde 2 adet G–3 kaldırılacak ardından iki yol yapımı aracı yakılarak imha edilecektir. Böylesine dev araçların yanmayacağına inanan köylüler araçların yandığını görünce şaşacaklardır.
O yılların ses getiren başka bir eylemi ise Deşta Lala köyüne Cizre’den askeri konvoy eşliğinde gelen kaymakam, savcı, subay ve birçok askerin vurulmasıdır. Gündüzün ortasında yapılan bu eylemde Pılıng yoldaş yeni bir arkadaş olarak katılacak ve deneyim kazanacaktır.
O dönem–1985 yılının-daha etkili bir eylemi Kaşura diye tabir edilen Uludere-Çukurca arasında bulunan Şkeftreşe karakol baskınıdır. Burada toplam 20 asker bulunuyor. Yapılan keşfe göre her gün 10 asker yol kontrolü için karakol dışındadır.
Eylem çok hızlı başlıyor. Birkaç dakika içinde karakol basılarak ele geçiriliyor. 10 asker tasfiye edilirken diğer yol kontrolündeki askerler yol yol arkalarına bakmadan kaçıyorlar. Bu eylemde 1 adet M G–3 ile 10 adet G–3 silahının yanı sıra, büyük cihaz ve kocaman kocaman çadırlar kaldırılacaktır. Bu eylemde Ahmet arkadaşın elinde bir G–1 vardır ve Agit arkadaşın elinde bulunan silah ise M-16’dıdır.
Hani sonrada sözde
Bizim Amerikalardan aldığımız yalanını uyduran TC’nin bahsettiği M-16’lar. Hâlbuki biz ta bunlar 1985’den beri kullanıyoruz. Her ne hikmetse bu faşist devlet işler nasıl işine geliyorsa öyle yalanlarla dolanlarla kılıfına uydurarak bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ama bu kadar da yalan söylenmez ki!
Agit arkadaş yılsonuna doğru Gabara geçecektir. Pılıng arkadaş Bedran yoldaşın yanında Besta da kalacaktır. Kışın hareketli olacaklardır. Besta da kaldıktan sonra Geli Evrax’a gideceklerdir.
Baharın Besta’tadır o yine. 1986 yılında Çemke Talo köyüne 60 asker gelip yerleşecektir. Üç koldan girilecektir, birde tepe kolu vardır. Tepeye Pılıng ve Enver yoldaşlar gidecek ve tepeyi düşürecektir. Köye yerleşen askerleri arkadaşlar vuracak ancak hızla köyün içine kaçarak bir kısmı kendilerini kurtaracaklardır. Bu eylemde Hole-Kaleli Azat ve Xoşnav, Pılıng Kıçi, Sait Serdale, Sert Zeki, Zeydin Omyanis’i, Enver Omyanis’i arkadaşlarda vardır. Sait, Azat ve Xoşnav yoldaşlar Orhan arkadaşla birlikte Uludere’nin en azılı çeteleri tarafından Babat'larca komployla sonraları şehit edileceklerdir.
Aynı süreçlerde odun toplamaya çıkan askerleri vuracaktır. Kol komutanı Pılıng yoldaştır.
Yine Gundik ile Biryan arasında Kron mıntıkasında arkadaşlar düşmana pusu atacak ve beş askeri vuracaklardır. Düşman müdahale ettiğinden dolayı düşmanın üzerine gidemeyeceklerdir.
Bundan sonra Besta’dan tekrar Zozanlara çıkacak ve sonbahara kadar zozanlarda pratik yürütecektir.
86–87 yılı kışını o tekrar Besta da geçirecektir. O artık manga komutanıdır. O, o yıl Dişsiz Mahmut’un yanında Ana birlikte yer alacaktır. Çalışma alanı değişmiştir. O Cudi, Gabar, Garisa ve Besta da hareket etmektedir.
Bişe Reş karakol baskını yapılacaktır. Bir saldırı kol komutanı Pılıng arkadaştır. Aşırı yağmur ve sisten dolayı hedeflenene ulaşılmasa da önemli bir darbe karakola vuruluyor. Burada Rıza isminde bir yoldaş şehit düşüyor.
Bu pratikler yaşanırken sonradan partinin ret edeceği bir kontra eylemi gerçekleştirilecektir. Bu eylemin koordinesini Botan, Şahin Baliç ve Parmaksız Zeki yapacaklardır. Eylem talimatı bu üçlüye aittir.
Kontra eyleminin gerekçesi; 1986 da Uludere de azılı düşman yanlısı Temer ailesi ve çevresi tarafından katledilen Orhan ve dört yoldaşıdır. Deryan köyünde bu aileye mensup köylüler bulunuyor. Sözde şehit edilen yoldaşların “intikamı” alınacak. Çok sayıda suçsuz insan katledilecektir.
Bu eylemi ilk günden başlayarak önderlik kabul etmeyecek ve kontra eylemi olarak nitelendirerek ret edecektir. O zamanın parti belgelerinde de parti bu eylemi kabul etmediğini alenen söyleyecek ve bu eylemi yapanların sahiplerinden yıllar sonra da olsa hesabını soracaktır.
Şu iyi bilinmelidir; her kimin yüreği, beyni bizimle değilse eylemi de bizim olmaz. Yüreği ve düşüncesi bize ait olmayanın yaşamı bizim olamaz. Yaşamı bizim olmayanın ise pratiği bizim olamaz. Böylesine halkı düşmanlığa sevk eden bu tür kontra eylemler sadece alanda bize zarar vermemiştir. Yıllar sonra ve o yıllarda da yurt içi ve yurt dışı arenada bize çok fazla zarar verecektir.
PKK önderliğinin o günlerden başlayarak son yıllara kadar da “bize kaybettiren tarz” dediği pratikler böylesine feodal komplocu çetecilik kokan eylemlerdir.
Pılıng arkadaş bu eyleme henüz yeni bir genç olarak katılacaktır. Ancak yıllar sonra dahi hep halka yakın çalışacak ve bu pratiklerden nefret edecektir.
Ben Pılıng arkadaşı ilk kez kışın Ocak 1988 yılında göreceğim. O da benimle birlikte beş gencin askeri kanunla alınmasına denk gelecek. Bizi askeri kanunla katanlar; Serbeste Kıçi, Fadile Deşta Lala ve Şerif Guyi arkadaşlardı. Bizi Fındıktan Gabar’a oradan da Deşta Lala’nın arkalarına büyük komutan Mahsum Korkmaz arkadaşın şehit düştüğü yere yakın bir noktaya getiriyorlar. Bizi niçin götürdüklerini bilmiyoruz. Sözde biz köyümüzde de arkadaşlara en yakın insanlardık. Hatta her gün ben onlarla karşılaşıyor ve birçok istihbarat bilgisi veriyordum. Arkadaşlar o köylere inerken birçok aile çocuklarını saklarlarken beni ailem hiçbir zaman saklama ihtiyacı duymadı. Çünkü biz zaten partiye yakın duran bir aileydik.
Neyse arkadaşlar bizi aldılar. Yeni noktadan Suradara Berkevere gittik. Ulaştığımızda bizi Ana birliğe getireceklerdi. Orada 35 arkadaşın içerisinde Pılıng yoldaşta bulunuyordu.
İlk eğitimimi, sonradan hep arayacağım ve özleyeceğim ve o olmasaydı belki de saflarda kalmayacağım büyük insan, büyük bilge ve büyük komutan İsmail Derik arkadaştan alacaktım. Tam beş gün bizi eğitecekti. Ve ben o eğitimi bir daha hiç unutmayacaktım. Ve tabii niçin bizi aldıklarını da öğrenmiş olmuştum. Acaba ondan sonra öyle arkadaş görmüş müyüm bilmiyorum.
İkinci dikkatimi çeken arkadaş ise Pılıng arkadaştır. Minyon, ufak tefek, canlı ve yerinde durmayan bu arkadaş birde etrafa talimat vermesi ilgimi çekecekti.
Mart ayına kadar Gabar da kalacağız. 28 Mart günü Zeve’nin arkasında yaşları otuza aşkın biri evli iki kişi getirildi evli olanı Pılıng arkadaş getirmişti. Ancak arkadaşlar köylülerle konuştuktan sonra askerliğe uygun görmedikleri için konuşup göndereceklerdir. Tabii Pılıng arkadaş alacağı eleştiriyi alacaktır. Nedeni ise genç bir harekete gençler alınmalıdır.
Saflara gençleri katma pratiklerimiz devam ediyor. Bu katma işini en çok Pılıng yoldaş yapacaktır. Çıravdan sonra Giver de 5 genci halka toplantı yaparak alıyoruz. Ve saflara katıyoruz.
1988 yılında Besta, Cudi, Garisa ve Gabar güçlerinin katılacağı bir toplantı için Bestaya geleceğiz.
Tarihe not düşmek açısından o zaman burada; Mahire Zer-önderlik sahasında yeni görevli gelmişti-Serbeste Kıçi, Fadıle Deşta Lala, Saidi Guyina, Yaşare Evrake, Yusuf ve Erdale Nıheki-ki Erdale Nıheki önderlik yakalandığında kalp krizi geçirerek şehit düşecektir.
Biz yaklaşık yüz arkadaş bir araya gelmişiz. Epey burada kalıyoruz. Yaklaşık 15 gün. Düşman fark ediyor, bilgi alıyor. Üzerimize geliyor. Biz o zaman Gıre Heliz’deyiz. Gabara geçeceğiz. Ancak Gıre Xane ve civarlarında çıkan çatışmada altı asker, bir astsubay ve birde çavuş öldürülecek. Bizde bir kayıp yok. Basın genişçe bu olayı işleyecektir.
O Ana birlikte artık takım komutanıdır. Erdale Gundik Mele’de takım komutanıdır. Manga komutanı olarak Ali Kıçi, Hazme Mijini arkadaşlar var. Büyük insan İsmail Derik yoldaş siyasi komiserdir. Ben bu ara onlardan ayrılacağım demiştim. Ben Gabar’a geçerken Ana birlik Besta da kalacaktır.
Aynı yıl ben tekrar Besta’ya bir grup arkadaşla geleceğim. Uzun süre arkadaşları bulamayacağız. Ancak bizim Gırek köyünde gizli ve çok değerli “merkezimiz” olan Bave Ramazan amcamızın sayesinde arkadaşları bulacağız. Onunla Mergumar da görüştüğümüzde o kocaman çembilli teyplerden birine Pılıng arkadaş sahipti. Siz buna kollu kocaman teyp deyip geçmeyin. O dönemlerin bu külüstürü bugünlerin aypot mu dersiniz, M P 3 çalar mı dersiniz onu bilemem. Ama o günlerde her birimizin gizliden istediği bir teypti. Bize Pılıng arkadaş bu kocaman teyplen Agit arkadaşlara ilişkin yapılan türküleri dinletecekti. Biz yolumuza devam ederek Herekollara çıkacağız.
Çok güç birikmiştir. Orada Herekol da, Çemekare’nin üstünde-büyük Cuma arkadaşta var, ancak ben onu da henüz görmemişim. O zamanlar ismi Hayri’dir. Cuma arkadaş bana çok farklı gelecektir hem yaşça biraz büyük, hem iri yarı hem de konuştuğunda hemen etkileyen bir konuşma biçiminin yanı sıra, bize komutanlık yapanlar onun yanında suskun ve sessiz. Böyle olunca o biraz daha farklı gelecek bana.
Birde çok ilginçtir, beni sorarak beni bulacak ve benimle konuştuktan sonra henüz üstü kar kaplı bir kayaya beni oturtarak resmimi çekecektir. Buda benim için bir ilk olacaktır.
Yine burada Aforof Mahmut, Pılınge Kıçi, Sinane Sor, Resule Hole-Kale, Musaye Ker ve Aliye Kıçi arkadaşla birçok daha tanınmış arkadaşta birikmiş.
Cuma arkadaş toplantı yapacak ardından önderlik sahasına geçecektir. Bir nevi son düzenleme toplantısıdır. Toplantıya Cuma arkadaş-ülke sorumlusudur-, Şahin Baliç, Botan ve parmaksız Zeki katılacaklardır. Bu toplantıda Cuma arkadaş yapılan parti dışı köy baskınlarını ve yer yer yaşanan gündüz çatışmalarını sert eleştirecektir.
Bundan önce Gıre Xane ve civarlarında çıkan çatışmada altı asker, bir astsubay ve birde çavuş öldürülecek. Bizde bir kayıp yok. Basın genişçe bu olayı işleyecektir. Sonradan gelişen çatışma kültürünün bu olaydan etkilenerek geliştiğini söylemek çokta yanlış olmayacak herhalde. Gündüz süren çatışmada kayıp yok, yaralı yok bu öz güvene yol açacak. Ancak gerilla gündüz çatışan bir güç değildir, gerilla gizli eylem koyup geri çekilen bir güçtür. Ancak insan öyle bir yaratıktır ki gözüyle gördüğüne inanır. Bu gündüz çatışmasındaki başarı kimi arkadaşta gelecekte bir tarz olarak şekillenecek ve bize epey kaybettirecektir. İşte bunun için Cuma arkadaş bunun bir yanılgı olduğu söyleyerek bundan uzak kalınmasını isteyecektir.
Ne var ki sonra da göreceğimiz gibi 1989 yılı asi avare çete pratiklerinden dolayı boydan boya gelişen bir çatışma kültürü olacaktır. Önderlik bu çatışma kültürünü yıllar sonra zor bela düzeltecektir.
Biz yine ayrılacağız. O Ana birliğin bir komutanı olarak Ana birlikle hareket edecektir. Yeni planlamaya göre Uludere ve Haftanin hattı üzerinde çalışacaklardır. Sınır da bir tepeyi vuracaklardır. O saldırı komutanıdır. Bu arada Kela Meme de yaşacakları bir çatışma da önce Bedri-Mişare’li şehit düşecek sonra da yaralanan Ferhane Zivinge Şikaka’lı bir şkefte bırakılacak ancak arkadaşlar geri döndüklerinde şehit bulacaklardır.
Aynı yılın sonbaharında Çırav da karşılaşacağız. Şahin Baliç Besta da ki bir çatışmada yaralandığı için yerine Ebubekir gelecektir. Onunla birlikte önderlik sahasında bir grup takviye olarak gelmişlerdi. Buluştuğumuz yer Gıre Tiro’ydu.
Burada ben Pılıng arkadaşlar Giver köyüne inip erzak alacağız. Giver köyüne düşman 94 yılı bahar operasyonlarında uçaklarla vuracak ve onlarca köylüyü katledilecektir.
Pılıng arkadaş komutandır. Onda gece dürbünü de bulunuyordu. Onda oldum olası her zaman en son teknik bulunuyordu. O tekniği seven biriydi. Yanımızda aynı köyden Xelil isminde bir genç vardı. Sonradan köyüne yakın bir yerde şehit düşecekti. Ailesi ona kaçması için teşviklerde bulunuyor. Biz erzakları alıp noktamıza gittiğimizde Xelil raht ve silahını bırakarak kaçıyor.
Kaçışını erken fark edeceğiz. Pılıng arkadaş altı arkadaşı alarak Giver köyünün etrafını kuşatacağız. Xelil ne olursa olsun düşmana teslim olmamalıdır. Köye yakın bir boğazda pusu atıyoruz. Pusuya Xelil arkadaşın babası takılıyor. Onu yanımıza alıyoruz. Xelil arkadaş bir gün arazide kendisini sakladıktan sonra köye gelmek için bulunduğumuz boğaza gelecek. Bizim babasını ona gösterirken alttan da Pılıng arkadaş bir yılan gibi sızarak Xelil arkadaşı boynundan yakalayarak geliyor. Onu noktaya götürüyoruz. Genç bir arkadaştır. Kaçış ihanetle eşdeğerdir. Düşman yakalasa bireyler istemese de işkencelerden geçirilerek ihanete zorlanmaktadırlar. İhanet eden biri çoğu zaman arkadaşların yerini bildiği için her zaman tehlikeli olmaktadır.
Ancak Xelil arkadaşın ailesi tarafından kandırılması, genç olması gibi durumları gözeterek toplantı yapıyoruz, toplantının ardından af ederek silahını veriyoruz. Dediğim gibi bir yıl sonra kendi köyü yakınlarında bir çatışmada şehit düşecekti.
Bu olaydan sonra çok zorlanacağımız bir durum yaşanacaktır. Anlamadığımız bir şekilde yediğimiz yemekler sonucu Dr. Kemal yoldaş ağır hasta düşerken, Eşref yoldaş şehit düşecektir. Bu olayın ardından bayraklarımızı çıkararak yoldaşımızı ebediyete uğurluyoruz.
Artık yılsonlarına doğru gelmişiz. Kış hazırlığını düşünerek kamp hazırlığımızı yapmalıyız. Yaklaşık 90 arkadaşız. Gabar navserinde toplantı yapıyoruz. Üç grup olacağız. Bir grup Fındık, bir grup Çiyaye Bızına, bir grupta TRT tarafında kalacak. Küçük bir birimde navser civarında irtibat için kalacaktır.
Ben Gabar gücüyüm ancak beni Ana birliğe yol göstermem için veriyorlar. Alanı iyi tanıdığım için böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyuyorlar.
Bizi TRT tarafına veriyorlar. Hevale Pılıng bu birlikte birlik komutan yardımcısıdır.
Biz Suradera tarafındayız. Erzak çıkarıyoruz. Erzaklarımızı getirip sakladıktan sonra noktaya gelip oturuyoruz. Herkes yorgun. Ben düşman hareketliğini görüp Pılıng arkadaşa söylüyorum. O iki arkadaşı alarak nokta etrafında devriye gibi dolaşıyor. Düşman uzak. Bana gidip uzanmamı söylüyor.
Ancak daha yarım saat geçmeden noktayı düşman tarıyor. Biz zorbela noktadan çıkabiliyoruz. Ve hâkim olan tepeyi düşmandan önce tutuyoruz. TRT tarafından gelen düşmanı etkili vurarak durduruyoruz. Yakın bir yere indirme yapmak isteyen bir teneke helikopteri tarayarak kaçırtıyoruz.
Düşman operasyonu genişliyor. Biz manevra ederken önce düşman sandığımız sonra da arkadaş çıkan bir gruba rastlıyoruz. Bu birlikle daha geniş bir arazi keşfi ve pusulama çalışması yapıyoruz. Akşam yağmur yağdığından düşman hareketi zayıflayacak ve biz geniş bir hilal çizerek yürüyüşümüzü sürdüreceğiz.
Eskiden bizler operasyonlara takıldığımızda çok duyarlı bir şekilde geri çekiliyorduk. Kendimizi yorarak uzun mesafeli manevralar yaparak düşmanı boşa çıkartıyorduk. Ama her taraf tutulduğu için Derşev ve TRT arasında bulunan Kela Şeyh Abduhraman boğazında yine düşmanla karışılacağız ve biz bir şey yapmadan geriye çekilerek kendimizi sağlama alacağız.
Newroz’a Gabar navserinden giriyoruz. Artık hareketimiz yeniden başlıyor. Fındık’ta ki gücümüz arazideyken gelen yük hayvanlarını görecekler, yakıdan baktıklarında malzemelerinin içresinde askeri elbiseleri göreceklerdir. Köylülere malzemelerin kimi ait olduklarını sorduklarında askerlere ait malzemeler olduğu anlaşılacak. Arkadaşlar 15 katır yüke el koyarak yola da pusu atacaklar. Ancak sonrada öğreneceğimiz gibi askerler yolu şaşıracaklar ve beklediğimiz pusuya girmeyecekler. Askerler pusuya girmemiş olsalar da o yıl tüm Gabar gücünün yılsonuna kadar tüm elbise sorunu hal olmuş olacaktı. İç çamaşırlardan elbiselere kadar, ayakkabılardan çoraplara kadar çoğu ihtiyacımız karşılanmıştı.
Bir başka grubumuz Deşta Lala’ya yakın bir yerde çatışmaya girecek
,çatışma gün boyu sürerek geniş bir alana yayılacaktır. Birçok yerde düşmanı vuracağız ve önemli sonuçlar elde edeceğiz. Burada Selahattin isminde bir yoldaşımız şehit düşecektir. Sonra da halkla karşılaştığımızda Agit arkadaşın şahadetinden sonra ilk kez silah seslerini Gabar da duymuş olduklarını söyleyerek sevineceklerdi.
Operasyon toplantılarında önce bana çok mermi sıktığım için–85 mermi atmıştım-sıktığım için ceza istenecek ancak Pılıng arkadaş benim tüm çatışmalarda yer aldığımı söylediğinde bu cezalandırmadan vazgeçeceklerdir. Pılıng arkadaş ise sadece bu çatışmayla ele almayacak aylar önce girdiğimiz çatışmada devriye dolaşırken erkenden arkadaşları uyarmaması ve çantasını noktada bırakarak düşmana kaptırmasından dolayı eleştirilecekti.
Hemen bu çatışmaların ardından artık eylem zamanıdır. Biz Bere Mere askerlerini planlamaya göre iştimah da vuracağız. Ardından mevzilere yatarak araziye çıkacak düşmanı hedefleyeceğiz. Ya da muhtemelen gelecek helikopteri indirmeye kalkıştığında vuracağız. Hedef ve planlama budur.
Önce iştimah da vuracağız. Kol komutanımız Pılıng arkadaştır. Sonra da araziye gelen askerleri vuracağız. Ardından da beklediğimiz gibi gelen üç adet teneke Helikopteri Serbesti Kıçi yoldaş BKC’yle vurarak tenekeleri darbeleyerek kaçışlarını sağlayacaktır.
Genişleyen bir operasyona takılmadan biz Çırav alanına kayıyoruz. Eylem toplantımızı yapıyoruz. Her zaman olduğu gibi ilk değerlendirme yapan Pılıng arkadaştı. Onun değerlendirme gücü tüm yoldaşlardan daha güçlüydü ve etkiliydi. O katılımcı olduğu için söyleyeceklerini söylerdi. Bu yaklaşımından arkadaşlarda güç alarak tartışmaya katılırlardı.
Çırav da kaldığımız süreçte yoğun gelen köylülere Pılıng arkadaş toplantı yapacak ve toplantı ardından 4 genci daha katacaktı.
Yoğun geçen bir pratik ardından önderlik onu önderlik sahasına isteyecektir. Botan’lı olupta ilk önderliğin yanı giden arkadaşların başında gelen biride oydu. Botan tarihinden yerel kadrolardan önderliğin çok erken istediklerinden biri Erdale Gundık Mele, Pılıng ve Adile Bilika arkadaşlardı. Elbette sonradan bizde gidecektik. Ve bizimle aynı devrede yer alacak yaklaşık 60 arkadaş olacaktı. Ancak biz Pılıng arkadaş gibi özel istenmemiştik. Bu da onun bir ayrıcalığıydı.
Önderlik sahasında kalırken önderliğin yakın koruması olacak ve çok yoğun geçen 1989 ve 1990 kış devrelerinde çok güçlenerek dönecektir. O katılımcılığını biraz daha geliştirecek ve eğitim sahasından döndüğünde birçok yerde bizzat kendisi eğitim verecektir. Yer yer talimatları ve önderlik çözümlemelerini tercüme edecek ve bulunduğu yerde kendi gücünü kendisi eğitecektir.
O sahadan döndüğünde onu büyük komutan Cumaye Bilika arkadaşla Besta Buke de görecektim. O yeni gelmiş. Biz önderliği görmemişiz. Ona yoğun sorularımız oluyor, o da bize önderliği anlatacak. Özelde önderliğin belirttiği yaşanan asi avare pratikleri, yine kalabalık güçlerle yaşanan çatışmaları, yanlış köy baskın ve askeri kanun uygulamaları derken birçok husustaki eleştirilerini bize aktaracaktı.
Oluşturulan üç Ana birlikten birisinin başına o geçecekti. Ve ilk yapacağı eylem çok etkili olacaktı.
Tahta Reş’te bulunan yoldaşlara düşman yoğun yüklenecektir. Bunun için hızla bir şeylerin yapılması gerekiyor. Arkadaşlara yönelimi azaltmak gerekiyor Arkadaşları o saldırılardan korumak gerekiyor. Pılıng Kıçi arkadaşın koordinesinde bir eylem yapılacaktır. İşte bunun için Pervari’ye köye toplantı yapmaya gelen binbaşı, yüzbaşı, üst teğmen ve bir sürü askerlere pusu atılarak vurulacaklardır. 9 G–3 kaldırılacak ve binbaşının telsiziyle bir sürü malzemesine el konulacaktır. Bu pusuda Cabar Mardin yoldaş şehit düşecektir. Bu eylem o dönem basında oldukça büyük ses getirecektir. Bu eylemde Cumaye Bilika, Çiceka Kıçi ve Bedri Evraxi yoldaşlarda yer alacaklardır.
Onun bir Ana birliğin komutanı olarak görevi açılmayan alanlara açılım sağlamaktır. Partinin verdiği misyon temelinde o bu eylemlerden sonra zozanlara geçecek ve oradan da Garzan’a sefer yapacaktır. Yılsonuna kadar birçok alanda hem eylemler yapılacak hem de gelecek açısından birçok yeni alan tanınarak geri Botan eyaletine dönülecektir.
Pılıng arkadaş 4. PKK Kongresine katılacaktır. Bu kongre esasta bir gerilla kongresidir. Yaygınlaşacak bir gerillanın zeminleri bu kongrede atılacaktır. Hemen şunu belirtelim, bu kongre ardından ülkenin her sahasına gerilla hem açılım sağlayacak hem de nicelik olarak kendisini kat be kat katlayacaktır.
İşte bu kongrede Pılıng arkadaşın düzenlemesi Garzan eyaletine olacaktır. Ancak o itiraz edecektir. Bu itirazı ardından görevden alınarak belli bir süre soruşturmadan kaldıktan sonra yeni savaşçıların eğitimi için Haftanin’de kalacaktır.
PKK de itiraz kültürü yoktur. İtiraz edenler kabul görmezler. İstifalar yoktur. Edildiğinde kabul görmezler. PKK de her görev her saha kutsal olarak ele alınır. Bunun için PKK militanları bunu bilmelidirler. Görev halk ve ülke için ise o zaman hangi alan olursa olsun düzey ne olursa olsun yapılması gerekir. Önderliğin belirttiği gibi “PKK de tek bir hak vardır o da hizmet hakkı, başka da bir hak yoktur. “bu halkın o kadar acısı ve kederi dururken bizim kalkıp kendimizi düşünmemiz kabul edilemezdir. İşte bunun için itiraz önce göreve itirazdır, halka itirazdır, ülkeye itirazdır. Yer yer istifalar ise esasta örgütten istifalardır. Yani görevden istifa etmişsen bu hareketten istifa ettiğin anlamına gelir ki, eğer görev almak istiyorsan önce tekrar bu örgüte katılım başvurusu yapacaksın ve bu örgüt senin üyeliğini tekrar kabul ederse ondan sonra görevlerine talip olabilirsin. Tabii eğer bu örgüt halen sana görev vermekte istekli ise bu olabilir.
O epey bir süre Haftanin de yeni savaşçıları eğitecektir. Bu görevini başarıyla yerine getirecektir. Zaten kimsenin anlamadığı bir diyalektikte budur. Parti seni cezalandırıyor, görevden alıyor, rütbelerini indiriyor ancak bu partinin görevden alınmış militanları eskisinden daha fazla çalışmaya katılıyor. Aslında diyalektik tersten işliyor. Herkes böylesi yoldaşlardan geri çekilmeyi beklerken daha fazla katılmaları tuhaf karşılanıyor. Hâlbuki PKK diyalektiği açısından anormal bir durum söz konusu değildir. Bu bireyler örgüte küsmemişlerdir ki. Onlar yer yer anlık davranışlarda bulunmuşlar, ya da bir bireye karşı tepkide bulunmuşlar ya da işledikleri yetmezliği gördüklerinde pişman olarak birazda vicdan azabı yaşayarak kendilerini daha fazla çalışmaya katma ihtiyacını yaşıyorlar. İşte bunu herkes anlayamaz. Kuru kafalılar hiç bunu anlayamaz.
Osman Ağa'da-Herekol da-yeniden göreceğim. Tüm sıcaklığıyla, moraliyle ve dopdolu coşkusuyla onunla karşılaşacağız.
Enveri Omyanis’i yoldaş önderlik sahasından yanımıza yeni ulaşmış ve Garzan eyalet komutan yardımcısı olarak enerji doludur. Onun enerjisinden yararlanacağız.
Bizde önderlik diyalektiği hep böyle işlemiştir. Önderlik bireyleri en üst düzeyde moralle hazırlayıp gönderecek ve gittikleri alanlara da bu morali aşılayarak biraz moral eksikliği yaşayanları harekete geçireceklerdir. Ve tabii yer yer de ciddi zorlananları önderlik yanına alarak, taptaze gençler olarak tekrar özgürlük dağlarına gönderecektir. Özcesi önderlik sistemi tam bir dinamizmdir. Canlılıktır. Harekettir. Coşkudur. Değişerek dönüştürmedir. Böyle olunca kimsenin anlamayacağı ve yüzyıllarca da çözemeyeceği enerji potansiyeli yaratan bir kaynaktır. Ne zaman ki bu kaynaktan yararlanılmışsa başarı sağlanmış ve ne zaman ki kaynaktan uzaklaşılmışsa orada kayıp edilme yaşanmıştır. Bu bir ilke hem de Önderliksel bir ilkedir!
Gelen grupta Serbeste Kıçi, zindan çıkışlı Soro, Cizreli Dılxwaz ve birçok arkadaş bulunuyor. Toplam 40 arkadaş önderlik sahasından gelip Garzan'a geçeceklerdir.
Bizim pratiğimiz o zaman çok başarılı olmadığı için moralimiz bozuktur. Gelen yoldaşlar bize moral aşılayacaklardır. Metine Akeri, Xebat Derik ve birçok başka arkadaş toplam 150 arkadaş olmuşuz. Şehit Kemale Zorava Şırnak’ta yaklaşık iki yıllık erzak çıkarmıştır. O kadar güç bir araya gelmişken, eylem yapmamak olmaz. İki eylem planlaması yapıyoruz. Bir Tal karakolunu vuracağız, bir de Eşet karakolunu hedef almışız. Biz Tal karakolunu vuracağız. Pılıng yoldaş Çatak sorumlusu olarak yeni gelmiş, onun komutasında ki Delil ve Metin'e Akeri, Emin-Omyanis’i yoldaşlarda Eşet karakolunu hedefleyeceklerdir.
Gruplar ayrılmadan şehit Pılıng Kıçi benim önderliğe bireysel raporumu yazacaktır.
Bizde ilkedir rapor yazmak. Belki karardır da. Ancak bir militan hem kendi pratiğini, hem olup biteni, hem genel gelişmeleri hem de düşmanın durumuna ilişkin önderliği bilgilendirir. Her yerden akan bilgi önderliğin sağlıklı analiz yapmasını sağlayarak dönem talimatlarının oluşmasına yol açacaktır. Eğer bu ilke işletilmezse-ki tüm ihanetçi ve provokatörlerin yaptığı ilk iş-talimat rapor-sistemini felç etmek olmuştur, ya da bunun için çaba sarf etmişlerdir. Bu ilkenin uygulandığı alanlarda önderlik örgüt adına her zaman sağlam pratiklerin oluşmasını sağlamış ve eksik pratikleri erkenden çözerek deşifre etmiştir. İşte böylesine bir raporu o zaman Pılıng arkadaşa yazdıracaktım.
Pılıng yoldaş bizden ayrıldıktan sonra araziye çıkan düşmanla yaşanan bir çatışma da büyük komutan Enveri Omyanis’i yoldaş Herekol’un Gerzenge boğazında şehit düşecekti.
Biz üzgün üzgün Bahra Hınceye çekildikten sonra Enver yoldaşın anısına bir toplantı yapıldı. Onun yaşamı anlatıldı, hepimiz ağlamaklı olsak ta asıl içimize düşen kini bilemekti. Ve bu olay kinimizi daha fazla bileyecekti.
Biz ay ışığından dolayı eylemi iki gün ertelesekte eylemimizi Tal karakolu üzerine yapacaktık. Bir esir asker, 1 M G–3, 5 G–3 ile birçok malzeme kaldırdık. Karakol yanmıştı ancak bir yeraltı mevzisi düşmeyecekti. Bu düşmeyen mevziden dolayı Kahramane Heyştani, Zerdeşt Navyana Şexhan ve Garzanlı Kendal arkadaşlar şehit düşeceklerdi. BBC bu eylemde 8 asker ve bir astsubayın öldürüldüğünü söyleyecekti. Bu Kemal ismindeki esir askeri sonradan 6 esir askerle birlikte serbest bırakarak kızıl haça vereceğiz.
Biz burada edindiğimiz tecrübelerimizi Çatak gücümüze yazılı olarak ileteceğiz. Çatak sorumlusu Pılıng yoldaştır. Gönderdiğimiz notu tüm gücüne ve özelde de eylemde en önde yer alacak yoldaşlara okuyacak ve biraz da eğitim konusu yapacaktır. Çünkü o dönemlerde bizim çok karakol baskınlarımız yok. Bunun içinde tecrübesiziz.
Pılıng yoldaşın koordine ettiği Eşet karakol baskınında 1 M G–3, 3 G–3 ile başka askeri malzemeler kaldıracaklardı. Karakol etkili vurulmuştu. Bu eylemlerle bir nebze de olsa Enver yoldaşın intikamını almış olacaktık.
Her iki eylemden sonra Bahre Hınce de buluşuyoruz. Garisa, Pervari, Çatak gücüyüz. 4. Botan bölgesi olarak biliniyoruz. Yaz pratiğimiz başarılı değil, ancak sonbahar pratiğimiz başarılıdır. Bunun için bir araya gelmemiz bize moral veriyor.
Bizim böyle bir araya gelişimize denk bir süreçte büyük Cuma-Cemil Bayık-arkadaş Botan alanını dolaşıyor. Cudi, Gabar ve Bestaya gelerek son siyasal süreci aktarmanın yanı sıra genel düzenlemeleri yapıp tekrar Haftanin’e geçecektir.
Cuma arkadaşın yaptığı sohbet esnasında Pılıng arkadaşa nerede kaldıklarını soruyor. O ise Masiro da kaldıklarını ve bolca balık yakaladıklarını ve her gün balık yediklerini söyleyecekti. Artık bir pot kırılmıştı. “Balıkları neyle yakalıyordunuz” sorusuna “az bir şey bozuk TNT ile bozulmuş fünye kullandık” diyecek ama iş işten geçmişti artık. “nasıl oluyor, bozuk fünye patlatmaz, bozulmuş TNT de patlamaz” dedikten sonra saatlerce sürecek olan değerler üzerine bir konuşma olacaktı. Cuma arkadaşı az çok tanıyan bilir ki o en küçük bir değer kaybına rıza göstermeyecek ve çok sert eleştirecektir.
Cuma arkadaş ilk parti kurucuların yaşam öykülerini anlatarak değerleri tekrar ele alacaktır.
Toplantının bir anında “geçtiğim yerlerde köylerin eylem yapmazsanız erzak vermeyeceklerini size söylemişler” dedikten sonra o dönemlerde çok başarılı olan “MAVAN karakolu baskınını yapan yoldaşları getirelim ki halk size erzak versin” diyecekti. Ancak sonbahar pratiğimiz positiv olduğu için yumuşayacak olumlu yaklaşacaktır. Genel anlamda da çizginin gerekleri üzerine bizimle geniş tartışmaların ardından alandan ayrılacaktır.
Henüz yıl kapanmamıştır. Pervari Kürtçe ismi Xezxer’iyi Tal grubu olarak vuruyoruz.
Mıxes karakolunu vurmak için bir araya yine geliyoruz. Noktamıza düşman tuzaklı bir mayın bırakıyor. Geceden Pılıng arkadaş fark ettiği için bir şey olmuyor. Ancak noktada kalmayacağız, başka bir noktaya gidip yerleşeceğiz. Sabah keşfinden sonra Pılıng arkadaş bir grupla gidip noktayı kontrol edecek ve yapabilirlerse mayınları sökeceklerdir. Pılıng arkadaş bir mayın uzmanıydı aynı zamanda. O tüm tuzakları söktükten sonra, pimi bir ince ipe takılı halde çok gizlenmiş bir tuzak arkadaşlarda patlıyor. İyi ki yoldaşlara bir şey olmuyor. Ancak çıkan ses, düşmanın noktayı uzakta dürbünlerle denetim altına alma ihtimali ve bizim buralarda ne yapabileceğimizi tahmin edebileceğinden dolayı eylem yapmadan ayrılacağız. Kaldı ki eylem yapılacak o kadar sayısız gün var ki!
27 Kasım günü partinin kuruluş yıldönümü vesilesiyle toplantı yapılacaktır. Ancak gelen istihbarat bilgisi dâhilinde toplantıyı yapmadan noktadan ayrılıyoruz. Bir konvoy gelmiş, pusu atacağız. Düşman araçları pusumuza düşüyor. Biz birkaç roket salladıktan sonra araçlar duruyor. Askeri araçlardır, ancak şoförler sivildir. Batman’ın mıhalmileri yani Araplarıdır. Konvoy levazım taşıyor. Kaldıracaklarımızı alıyoruz, yakacaklarımızı yakıyoruz şoförlere de bir daha düşman araçlarını kullanmamalarını tembih ettikten sonra bırakıyoruz. Tüm bu eylemin koordinesi ve yapanların başında yine Pılıng arkadaş vardır.
Eylemler sürecek. Gücümüz Besta Hınce de tekrar bir araya geldiğinde, iki keşif grubu çıkartıyoruz. Biri Garisa'daki düşman hedeflerine dönüktür. Diğeri ise Avyan askeri taburunadır. İkinci keşfin sorumlusu Pılıng yoldaştır.
İlk kez bu düzeyde bir güç vurulacaktır. Besta’nın göbeğinde bulunan bu tabur, öylece arazimizde duruyor. Vurması zor ancak vurursak Allahın hiçbir gücü bu taburu elimizden alamaz. Tanrının hiçbir kulu aramıza giremez. İşte, bu öyle bir yerdir.
Bu eylemde tepeler düşecek ve karakol tarumar edilecektir. Arkadaşlar karakolu ele geçirerek bir ast teğmeni esir almanın yanı sıra, 1 adet 81’lık havan topu, 60’lık havan topu, 57’lık top, 6 adet G–3 silahı, 2 adet M G–3 ile birçok cephane ve askeri malzeme alacaklardır. Bu eylemde dört değerli yoldaş şehit düşecektir. Bunlar kol komutanlarından Delil Akeri, Ferhane Hole-Kale, Bagok Mardin ve başka bir yoldaştır.
Bu eylemin koordinesi Pılıng yoldaştır. Kol komutanları; Metine Akeri, Şerif Sperti, Hamide Sperti, Hamide Heyştani ve eylemde şehit düşecek olan Delil Akeri arkadaşlardır.
Eylem ardından tüm güçlerimiz yine Bahre Hınce de buluşuyoruz. O zaman arkadaşların düşman üzerinden kaldırdıkları malzemeyi göreceğiz. Gerçekten çok fazla malzeme vardı. Eylem toplantısını yaptıktan sonra genel kış düzenlememizi yapıyoruz. 4. Bölge gücü olarak moralimiz çok yüksektir. Tal, Eşet, Avyan karakollarını vurup kaldırmışız, kim bize ne diyebilir ki?
Bu coşkuyla yeni planlamamızı yapıyoruz. Üç güç olacağız. Bir gücü Pılıng, bir gücü Xebat ve bir gücü de kadro okulu olarak düzenleyeceğiz. Bu kadro okuluna dışarıda ki güçlerden de arkadaşlar alacağız. Okulumuzu Gıre Xane’ye planlıyoruz.
Biz henüz kış kampına girmeden 1991 sonu 1992 başı çok şiddetli yağan karı geliyor. Bir yağışta 3 metre kar geliyor. Açtığımız naylon çadırlar soba isinden dolayı siyah olacaktır. Biz bu durumu yaşarken Kemaloka da düşman indirme yapacak ancak kar yağışına onlarda kapılacaklar ve indirmeyi durduracaklar. İndirdiklerini nasıl alacaklar o ciddi bir sorun olacak düşman için. İndirmeler yerine kobralarla bombardıman yapılacak ve üç arkadaş şehit düşecektir.
Ertesi gün iki kobra bulunduğumuz noktaya gelerek noktamızı vuruyor. Biz erken davranarak yakınımızda bulunan su vadisine geçerek suyun içerisinde kalıyoruz. Suda iz bulamayan düşman kampı yoğun vuruyor. Hava buz gibi. İki hafif yaralımız var. Düşman ayrıldıktan sonra kampa dönerek ısınmaya çalışırken düşman kobralar yine saldırıya geçiyor. Biz tekrar suyumuza giriyoruz.
Sabaha doğru bu işin böyle gidemeyeceğinin kararı ardından Herekol ettiklerine doğru kayıyoruz. Şafak atar atmaz uçaklar gelip noktamızı vuruyorlar. Hatırlıyorum Pılıng arkadaş “Bu iş ciddileşiyor, Kürdistan Vietnam gibi oluyor. “ diyecekti.
Kışın başlangıcı o kadar kar ve terk edilmiş bir kamp ile yaşanan kıtlık ve zorlukları bir düşünün. Herekol yüksek bir dağ kütlesidir. Siz eteklerine tırmanmışsınız, her taraf buz gibi. İstediğiniz zaman ateş yakamıyorsunuz, eğer odun bulma imkânınız varsa o da olursa tabii. Çok zorlanacağımız bir kıştır. Ancak bu kışın daha başlangıcıdır. Asıl felaketi ileride yaşayacağız.
İki kamp biçimde örgütleniyoruz. Pılıng yoldaşın kampı yukarılarda Herekol eteklerinde, biz ise daha aşağılardayız. Hızla kamplarımızı yapıyoruz. Her yıl üslenmeye yaklaşımımız neyse bu kez de öyle yaklaşıyoruz. Ancak meteoroloji değişiklik gösterince evdeki hesap çarşıya uymuyor. Olan oluyor.
Sabah sekize çeyrek kala çok büyük bir gümbürtüyle sarsılıyoruz. İlk önce hava saldırısıdır diyoruz. Ancak sesler dinmiyor, yoğunlaşıyor. Havada uçan saldırı uçakları da yok. Ancak bir müddet sonra fark ediyoruz ki, gümbürtü bir çığındır. Müdahale ediyoruz. İlk müdahale eden grubun sorumlusu benim. Hızla yarım saat yukarımızda bulunan kampa ulaşabilecekken saatlerce sürüyor. Arazinin, coğrafyanın rengi ve biçimi tanınamaz haldedir.
Kampa yaklaşık 500metre kala ilk sürüklenen naylon çadırları görüyoruz. Biraz daha ilerlediğime de bir eli dışarıda elinde de radyosu ile dona kalmış Pılıng arkadaşı görüyorum. Onu hızla çıkarıyoruz. Biz hızla gelmişiz, yanımızda kazma-kürek gibi malzemeler yok. Tabii bir faciadır gördüğümüz. Bazı yoldaşları ellerimizle attığımız karların altında çıkarıyoruz.
17 arkadaş kayıptır. Birde bir sürü yoldaş şehit düşecektir. Bunlar; Metin Akeri, Emine Omyanis’i, Cemile Narexi, Edibe Avyan, Haki küçük güneyli, Rojina Gundık Remo, Welat…
Karın altından gelen sesi takip ederek iki arkadaşı daha çıkarıyoruz. Bunlardan birisi yıllar sonra şehit düşecek küçük güneyli Sadık arkadaştı. Üç gün sonra karın altından çıkaracağımız başka bir yoldaşımız Hogır küçük güneylidir. Çıkardıktan bir müddet sonra yaşama veda edecektir.
Bu grubun sorumlusu hevale Pılıng arkadaştır. Bir keresinde “neden ben ölmüyorum. Bomba bende patlıyor, yaralanıyorum, çığ altında kalıyorum” diyerek kayıpların ne kadar zor geldiğinin işaretlerini gösteriyordu. Buna birde bu ağır şartlarda muhtemelen yaşadığı büyük soğuk algınlığından kaynaklı çok bilinçli olan Cahide Çelik adındaki kadın yoldaşımızı kaybedecektik.
Bu şartlar yetmezmiş gibi iki kobra geliyor tekrar noktamızı vuruyor. Biz tekrar bu aşırı ağır atmosferi yaşamanın moralsizliğiyle su su manevra yapacağız. Bu ara Pılıng arkadaş çok ciddi hastadır. O çığın altında kalmadan da hastalanmış ancak çığın onu yüz metrelerce sürükleyerek perişan etmesi artık kaldırılacak düzeyde değildir. Onu Irak’a gönderiyoruz. Hem tedavi olacak hem de dönüşünde Cephane getirecektir.
Bizimse artık Herekol eteklerinde kalma durumumuz yoktur. O yıl birçok başka gücün yeri deşifre oluyor ve çok zorlanacağımız bir yıldır.
Düşman, 1991 sonu 1992 kışında ilk kez kobra helikopterleriyle yeni bir saldırı hamlesi başlattı. Savaşlarda her yeni hamle, her yeni bir teknik geliştirildiğinde karşı hamle ve geliştirilen yeni tekniğe karşı çözüm bulunana kadar epey zorluklar çekilir, kayıplar yaşanır. Hele hele çözüm bulunmazsa akabinde yenilgi gelir. Önemli olan yeni saldırı ve tekniğe karşı hızla yeni savunma ve tekniği bulmaktır.
Düşmanın yoğun saldırılarına karşı çok değerli yoldaşları kayıp ettik. Bunlar içerisinde Besta da şehit düşen Haşim Bluzeri vardı. O da bizimle önderlik sahasından gelmiş ve Besta'da bölük komutanıydı.
Henüz kışın içerisindeyiz. Mere'ye gücümüzü kaydırarak uzaklaşıyoruz. Kadro okulu zaten iptal edilmiş. Tümden savunmayı güçlendirmemiz gerekiyor. Şimdilik önemli olan bu oluyor.
Pılıng arkadaş tekrar tedaviden Newroz öncesi gelmiştir. O yaşanan saldırılardan ders alarak Besta Hıncı de sığınaklar yapmıştır. Önderlikten talimatlar getirmiştir.
Baharın birlikte zozanlara gidiyoruz, ancak eylem yapmadan geri dönüyoruz. Pılıng yoldaş zozanlarda kalıyor. Ben Garisa’ya yeni sorumlu atanıyorum.
14 Temmuz 1992 yılında Zerbil çete köyünü arkadaşlar vuracaklar. Ancak ertesi gün düşman havan toplarıyla arkadaşların bulunduğu alanı ve geri çekilme hatlarını vuruyor. Bu top vuruşlarında 13 arkadaş şehit düşüyor. Pılıng arkadaş yaralanıyor, ancak onun tedavisi o zamanlarda Serki Memede Uso da bulunan hastanemizde yapıldıktan sonra kendi gücünün başına tekrardan geçiyor.
O tekrar Çatak sorumlusudur. 1993 yılında birçok bölgemizde büyük telsizler gelmişti. Alanın tekmillerini genelde bölgeler eyalete verir, eyalette önderliğe verir. Yani Derya Reş deryasına verirlerdi. Pılıng arkadaş bu konularda çok rahattı. O eyalet komutanı çıkmadığında önderlikle direk irtibata geçen biriydi. Anlayacağınız o önderliğe karşı rahattı. Birde siyasal değerlendirmeleri fevkale de iyi yapardı. Böylesine bir muhabere de önderlik ona-ki kodu kasırga’ydı-"raporunuzu aldım ancak henüz okumadım" diyecekti. Ertesi gün önderlik tekrar muhabereye çıktığında direk onu-yani Kasırga'yı çağıracak ve "raporunu okudum, geniş ve kapsamlıdır yazdıkların doğruya yakın şeylerdir" diyecektir.
Sonbahar 1993 yılında çok etkili bir pratik çıkaramadıkları için yönetimlerinden rapor istenecektir. Ancak o kış 1994 yılında Çatak sorumlusu olarak Masiro da üslenecektir.
1994 yılı kışında Botan-Behdinan 1. Konferans'ı yapılacaktır. O konferansa etkili katılacaktır. Konferans düzenlemesi temelinde o Garzan'a gönderilecektir. Önderlik onunla özel Garzan üzerine genişçe konuşacaktır.
Biliyor musunuz bu partinin güzel bir yönü var. Siz herhangi bir sahaya itiraz ettiğinizde önce sizi örgütten uzaklaşmış olarak eleştirecek çoğu zaman yargılayacak. Hatta yer yer örgütten kopukluk olarak ele alarak size muhtemelen yaptırımlarda bulunacak. Ancak yıllar sonra sizi tekrar o itiraz ettiğiniz alana tıpış tıpış gönderecektir. Ve sizde tekrar itiraz etmeyeceksiniz. Buda bir hukuk. Örgüt hukuku. Madem bu halk için yola çıkılmıştır, o zaman bu halkın çıkarı neredeyse sizin oraya gitmeniz gerekecektir.
Pılıng arkadaşla 10 Mart'ta Çırav da karşılaşacağım. Ona konferansın talimatı temelinde bir bölüklük güç vereceğiz. O Besta da hem bizimle vedalaşmak hem de gücünü almak için geliyor, bizimle görüştükten sonra Besta'ya, oradan da yola çıkarak Garzan'a geçecektir.
O Garzan da hem eyalet komutan yardımcısıdır hem de Tatvan bölge komutanıdır. O zaman eyalet komutanı Kürt cengâverlerinden Kemale Sperti yoldaştı. Yine eyalet yönetimi olarak Yasin, Dılovan ve Ferman yoldaşlar ile bölük komutanı seviyelerinde Karkere Kıçi ve şehit Kahraman da vardır.
Onun bölgesinde üç bölük vardır. Kendisi kış 1994–95 yılını Tatvan'ın Gunde Oranus yakınlarında kamp kuracaktır. Yönetimleri sonradan şehit düşecek olan Canda, Brusk Kobani, Bozan küçük güneyli yoldaşlardır. Kış kampına girmeden bölge konferansını yaparak belli bir moral sağlayacaklardır.
Kışın hem birlikleri dolaşacak hem de bulunduğu yerlerde kendi gücüne eğitim verecektir. Talimat ve çözümlemeleri bizzat kendisi tercüme ederek siyasi komiserlik rolünü de oynamış olacaktır.
Onunla o dönemlerde kalan yoldaşların ondan en çok etkilendikleri birinci husus; komutayla yapı arasında bir fark gözetmemesidir. Yaşamda oldukça katılımcı ve paylaşımcıdır. Emeğe her zaman büyük değer veren biri olarak emekten kopmayacaktır. O kampta kimin yardıma ihtiyacı varsa bir arkadaş olarak onun yanındadır. O dönemlerde kurumlaşmaya önem veren biri olarak her kuruma özel ilgi göstererek kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacaktır.
Ona en yakın duranlar bayan yoldaşlardır. Bu karargâh gücünde 9 bayan yoldaş vardır. Ağırlıklı yerel kadrolardır. Yani Tatvanlı yoldaşlardır. Pılıng arkadaştan önce bölge komutanı şehit düşen Behram yoldaştır. İyi bir savaşçı olmasına karşın ilişkilerde sert, yasakçı ve feodal ölçüleri esas alan bir yoldaştır. Bu tarzın yerine yeni gelen daha eşitlikçi, kapsayıcı, katılımcı, mütevazı ve bayan iradesini tanıyan biri olarak Pılıng yoldaş erkenden kabul görecek ve sevilecektir.
Askeri saha da yetenekli olan Pılıng yoldaş duyarlılığı elden bırakmayacak. Kamp yerlerini kışın ortasında üç kez değiştirecektir. Hareketli olmayı esas alarak gücün kayıp vermesini engellemeye çalışacaktır. Kar yürüyüşlerinde iz çıkmaması için Lekan'ları kendisi yapacak ve görevlere gidiş gelişlerde sadece suyun içerisinde yürünmesine izin verecektir. O yıllar da düşman yaklaşık 30 köyü boşalttığı için alanda manevra etmek rahat olacaktı.
Pılıng arkadaşın başka sahalarda olduğu gibi burada da ayrı bir özelliği onunla kalan herkesin ortak ifadesidir. O da kendi gücünü aç bırakmamasıdır. Olur ki düşman kapsamlı operasyonlar yaptı ve siz istediğiniz yere tehlikelerden dolayı gidemediniz ve aç kalma durumu yaşadınız. Bu belki kabul edilebilir. Ancak olağan durumlarda tedbir almayarak, yaratıcılık göstermeden şartlara teslim olarak denetiminizde ki gücü aç bırakıyorsanız bu kabul edilecek bir şey olamaz. İşte Pılıng arkadaş nerede olursa olsun o kendi gücünün ihtiyaçlarını "taştan ekmeğini çıkartma" temelinde de olsa kendisini ve gücünü yaşatmasını bilmiştir. İşte o kendisini çaresiz bırakan biri değil, girişkenliğiyle her zaman bir yolunu bulan biriydi.
1995 yılının sonbaharında Pılıng arkadaş önderliğin talimatı temelinde Garzan da kuzeyden gelen parmaksız Zeki ile geri Botan'a oradan da güneye geçecektir.
Güneyde ihanete karşı verilen mücadele de kısa bir süre de olsa yerini alacaktır. İhanet savaşının bitimi ardından genişletilmiş merkez toplantısına PKK merkez yedek olarak katılacaktır. Bu toplantının ardından Etruş mülteci kampına sorumlu olarak düzenlenecektir. Olumlu bir pratik sergileyecektir, genelde halkın memnun kalacağı bir arkadaş olacaktır.
1996 yılının bahar ayında yapılan askeri konsey toplantısı yapılacaktır. O bu toplantıya katılacak ve toplantı sonrası parmaksız Zeki ile birlikte Botan’a daha doğrusu Beytüşşebap’a gidecektir.
Parmaksız Zeki Zap Ana karargâhın da yapmak isteyeceklerini yapamadan Botan’a önderlik gönderecektir. Denetimden uzak ya da denetlenmesi güneye göre daha zor olan bir alan olması itibariyle birileri örgüte karşı bir şeyler yapmak istese burada daha rahat yapabilir. Birde: Botan gerilla açısından bir turnosol kâğıdı gibidir. İnançsızlıkları, kararsızlıkları, savaşa yaklaşımı, kadına yaklaşımı, düşmana karşı olan tavır hepsi burada daha aktifleşir. Sen neysen Botan da o olabilirsin. İstediğin kadar kendini sakla, ancak savaş pratiği hele hele bu Botan ise seni ele verir. Bir taraftan düşman diğer taraftan devrimcilik. Ara yol ve formül yoktur. Ara formül arayışlarını sürdürenler yakayı fazla geçmeden ele verirler.
Zeki çok erkenden yakayı elverecektir. Aynı tarzda 2006 yılında Botan’a görevlendirilmiş olan Dr. Ali’nin yaşadığı kararsızlık ve çizgideki netsizlik gibi onu netleştirecek ve pratik sonuçları tasfiyecilik olacaktır.
Zeki savaşta teslim olunmayı dayatan anlayışlara sahiptir. Düşmanla mücadele etmenin anlamsızlığı dillendirilerek daha çok tercih ettiği eylemler çetelere dönük ve suikastlardır. Özcesi savaşı özünden çıkararak halka tekrar on yıl önce olduğu gibi yönlendirmek istiyor. Birde tüm çabası “ancak bu kadar olur, fazla da yapılamaz”'dır. Olmazı en çok dayatan tiplemedir. Kadın erkek ilişkilerinde aşındırmalara yol açarak PKK’yi ahlak ölçülerinde çökerterek bu teslimiyeti sağlamak istemektedir. Yıllar sonra düşmana verdiği ihbarlarının özü hep halka karşı düşmanlık temelinde ifade eder.
Evet, Zeki Botan eyaletini aç bırakarak bu işin olamayacağını ikna etmeye çalışırken yüzlerce militanı sınırın ötesine taşıyarak ve de hiçbir hazırlık yapmadan esasta kışın Botan da üslenmeyi imkânsızlaştırmayı dayatmaktadır.
Bu çabalarında bilinçli olmasa da Pılıng arkadaş onu destekleyecektir. Eski bir arkadaş olması itibariyle etkili olmaktadır. Özelde Şemo’nun sosyal ilişkileri dejenere eden yaklaşımlarına sessiz kalmaktadır. Doğrusu ondan etkilenmiştir. Esasta bu etkilenme 1995 yılında Şemo ile Garzan’dan yola çıkarlarken başlayan bir süreçtir.
Zeki öyle bir tiptir ki aynen kene gibi, bir arkadaşa yapışmışsa kanını son damlasına kadar emmedi mi bireyi rahat bırakmamaktadır. Saatlerce bir bireyle uğraşa bilmektedir. Ya o birey teslim olacak ya da kaçacaktır. Feodal komploculuğun her türlüsünü eskiden beri bir çete olarak halka ve arkadaşlara karşı uygulayan biri olarak bu özel savaş yöntemlerini hepsini iyi bilmektedir. Gerektiğinde canavar olan bu tip, gerektiğinde bir saniye de hüngür hüngür ağlamaktadır. O kadar ikiyüzlü ve bukalemun olan bu tipten Pılıng yoldaş etkilenecektir. Zehirini ona akıtacaktır. Ve Pılıng artık eski Pılıng olmayacaktır. O yerleri yerinden oynatan Pılıng yoktur, yumuşamış, sınıf mücadelesinde uzlaşmacı ve bildiklerini yapmayan biri olmuştur. Birde hesap kitap etmeye başlamıştır. Politik dengeleri gözeterek yaklaşan bir yoldaş olmuştur. Hiç şüphesiz bu tür yaklaşım ve anlayışlar militanlara kaybettirir.
O bu duruşundan dolayı örgüt parmaksız Zeki’ye tasfiyeci pratiklerinden dolayı müdahale ettiğinden ondanda kapsamlı kendi durumunu izah eden rapor isteyecektir.
Aradan bir süre sonra önderlik, Pılıng arkadaşı yaşadığı zorluklardan dolayı sahaya isteyecektir. Bu bir önderlik tarzıdır. O militanlarını-ki o, o kadar çaba onlar için sarf etmiştir-bundan da olsa yarı yolda yoldaşlarını bırakmayacaktır. Tersine gereken destek neyse onu sunarak tekrar halkın davasına amade bir militan haline getirecektir. Saflarda çok fazla sayıda yoldaş zarar veren pratikler yaşamış, ancak önderlik onları yanına alarak hep eğiterek tekrardan kazanmayı esas almıştır. Bu bir önderlik tarzıdır. Belki de bu aşırı derece de insana güvenen tarz yer yer suiistimal de edilmiştir. Ancak önderlik hiçbir zaman bu inandığı doğru yolda geri adım atmamıştır.
Pılıng arkadaş önderlik sahasında aktif bir kurul üyesi olarak kendisini yenileyecektir. Özelde tasfiyeciliği her yere yayan parmaksız Zeki’nin tüm pratiklerini yakinen gören Pılıng yoldaş bu hastalıklı tiple arasına mesafe koyacaktır.
Yoğun bir eğitim ardından onu önderlik onun en çok sevdiği alanlardan olan Çatak’a gönderecektir. Ancak 1997 yılının sonlarında yaşanan talihsiz bir ağır yaralanmadan dolayı Rojhate Bluzeri yoldaş pratikten kopmak zorundadır. Tedavi olmak için yurtdışına çıkacaktır. Bu önemli sahanın boş kalmaması için Pılıng arkadaş Çatak’tan alınarak Hakkâri taburunun başına verilecektir.
Hakkâri de o dönemlerde yoğun kış üslenme çalışmaları yapılacaktır. İlk kez Hakkâri gücü zozanlarda kalarak Koçer kültürüne son vererek partinin yoğun eleştirilerinden kurtulmak isteyecektir. Bunun için çok yoğun bir pratik irade göstereceklerdir. Bir taraftan yoğun eylemlikler diğer taraftan yoğun kış hazırlığı.
Burada Pılıng arkadaşın yaşadığı bir talihsizlik vardır. Üslenme olarak düşünülen Faraşin alanına o yerleşecektir. Her tarafta erzak depoları vardır. Üç günlük yoldan katırlarla getirilen erzaklar üslenmeye denk olarak depolanacaklardır. Çok kapsamlı çıkan bir düşman saldırısında, Pılıng arkadaşın bulunduğu alanda çok sayıda depo ele geçer. O yaşanan böylesine bir çatışma da ayağından hafif yaralanacaktır.
Üslenme yeri ve altyapısı ele geçmiştir. Artık Faraşin’de üslenme yapılamaz olmuştur. Yeni planlamaya göre Sixurpaşa’ya yakın bulunan Kelhehe’de yeni yer yapılacaktır. Bu yeni uğraş demektir. Bu yeniden erzak temin etmek demektir. Bu yorulma demektir. Bu daralma demektir. Bu çekiştirmek için uygun zeminin yaratılması demektir. O çekiştirilecek ve yakalanan erzak depolarının tüm faturası ona çıkarılacaktır.
1998 yılının sonbaharında Gıre Xane toplantısında onu son kez görecektim. Yukarıda dile getirilen yaklaşımlarından dolayı eleştirilecek, yaşamdaki çok aktif olmayan duruşu ayrıca tartışma konusu olacaktır. Ancak örgüt yanlış yaklaşımları da hesaba katma temelinde ona güvenerek tekrar Hakkâri gücünün başına gönderecektir.
O Hakkâri gücünü yürütürken epey zorlanacaktır. O eskilerin bir cengâveri olsa da şimdilerde bu Hakkâri gücünde örgütün ön açıcı yaklaşımını rağmen yaklaşımlar çok düzelmeyecek. Arkadaşlar, Rojhate Bluzeri’nin yaratıcı, katılımcı ve çözümleyici tarzının yanı sıra düşmana her şart altında vuran ve süpüren tarzını görmüşlerdir. Bunun için herkes Rojhate aramaktadır. İşte bu arama, bu kez ruhsal olarak daha rahat anlaşılacak olan bir tarzda Pılıng yoldaşa karşı tepkiye dönüşecektir.
O kış üslenmesindeki eğitim süreçlerinde tüm mütevazı yaklaşımlarına karşı bu ön yargıyı kıramayacaktır. Kelhehe de metrelerce kar vardır. O bu karlı yolların açılması için bizzat önde yürüyecek, kışın ortasında karın yarılması için Lekan'ları yine bizzat kendisi yapacaktır. Herkesle bir arkadaş olarak ilgilenecektir. Mütevazı olarak yaşama katılacak. Bir yoldaşın yapması gereken neyse onu yapacaktır.
Ama kahrolası önyargılar bir kök salmaya görsün sökülmesi zordur. Sorun şu ya da bu arkadaşın iyi kötü yaklaşımının ötesinde feodal yönetim tarzı ve kültürü sonucu oluşan bir tarzdır. Bu tarz ağırlıklı olarak önyargılarla bezenmiştir. Ağırlıklı arkadan vurmaya arkasından konuşmaya dayalıdır. Özcesi dedikoduya dayalıdır. Kaprislere dayalıdır. Sorun birilerinin bilinçli yapıp yapması değil, bireylerin parti ile bütünleşmeyen eğilimlerinin yaşam bulmasıdır.
İşte Pılıng yoldaş yaşanan kimi yetmezliğinin yanı sıra, parmaksız Zeki’ye karşı gösterdiği uzlaşıcı tavır ve davranışları da buna eklenince önyargılar gerçekleşme zemini bulur, güç olma zemini bulur.
Parti oluşan bu durumu gördüğü için önce onu Çatak gücüne tekrar verecektir. Ardından da Garzan eyaletinde yaşanan boşluklardan dolayı onu Garzan eyaletine görevlendirecektir.
Aslında örgüt militanlarıyla önderliği arasında yaşanan bu çelişki her zaman var ola gelmiştir. Önderlik insanların yetmezliklerini aştırmak için her zaman bu sorunlarını aşma zemini sunarken, biz, biraz feodal ya da küçük burjuva etkileri taşıyan bireyler, bireylerin yaşadıklarını aşma potansiyeline her zaman sahip olduklarını unutarak, onların yaşadıklarını hep dile getirerek esasta o yoldaşların kendilerini yenileme zeminini kapatırız. Bu büyük bir çelişkidir.
Önderlik bu duruma; “bana rağmen birçok şey yapılıyor, yapıldı” diyecektir.
Evet, önderliğe rağmen, örgüte rağmen yapılan birçok ters yaklaşım maalesef sonradan örgüte ve önderliğe mal edilecektir.
Pılıng arkadaşın görevlendirildiği yeni saha Garzan eyaletidir. Eyalet komutan yardımcısıdır. Ancak Garzan o zaman tümden Botan’a bağlı çalışacaktır. Zaten 1997 yılının sonbaharında bir taburluk güç müdahale için gönderilmiştir. Belli pratiklerden sonra artık Garzan tekrar Garzan eyaleti olacaktır. O tekrardan eyalet olan Garzan’a dönecektir.
Garzan’a güneydoğudan giriş yapacaktır. Çatak ve Mix üzerinden Gevaş’a oradan da Garzan içlerine geçecektir. Belli bir yerleşme pratiği yaşanacaktır. İlk adımlar olumludur. Gelişmelerde vardır. Ancak Gevaş sahasında fazla kalınacaktır. Garzan içlerine geçme gecikecektir. Hem güç için bu tehlikedir, hem de Garzan’ın derinliklerine girilmemiş demektir. Parti bu durumu eleştirecektir. Garzan eyaletine geçmelerini isteyecektir. Düşman da gerilla birliğine dokunmamaktadır. Kontrolünü geliştirerek denetlemektir. Ne zaman ki alanı terk etme hazırlıkları yapılır düşman önceden aldığı bilgiler temelinde çok sert yönelecek ve arkadaşlar dağ denilemeyecek bir höyükte, küçücük bir vadide, saatlerce ölümüne hiç teslimiyet yaşamadan direneceklerdir. Adeta ova diyebileceğimiz böylesine bir yerde sonuna kadar direnmek bir PKK geleneğidir.
Pılıng yoldaş yoldaşlarıyla bu geleneğe toz kondurmadan direnecektir. 12.10.1998 Garzan Miks-Çatak arası Azap Şer alanında, 16
Yoldaşıyla ebediyete kavuşacaktır.
Düşman Pılıng arkadaşın grup sorumlusu olduğunu bildiği için günlerce zehir zemberek basınında onun şahadetini işleyecektir. Yine faşist Türk subayları Pılıng yoldaşın başını keserek halka göstererek kendilerince vantuzca teşhir edeceklerdir. Ancak teşhir bu ağzı salyalı faşist Türk ordu güçleridir.
Pılıng yoldaş tarihi önemde bir süreçte aramızdan ayrılmıştı. Önderliğimize karşı uluslar arası 9 Ekim komplosu henüz ortada dururken çekip gitmek olmazdı, olmamalıydı.
1984 yılından başlayarak nice büyük komutanla, nice eylemlerde yer alarak büyük bir tecrübe edinen Pılıng yoldaşın böyle gitmesi kabul edilecek değildir. Onun en çok iş yapılması gereken süreçlerde uçup gitmesi kaldıracağımız bir kayıp hiç değildir.
O bir köylü olarak saflara gelmiş ama kendisini geliştire geliştire yüzlerce insanı yürütecek pozisyona getirmiştir. O yazdığı o güzel el yazmasıyla bir üniversiteliden geri kalmayacaktır. O güzelimsi Türkçesiyle onunla ilişkilenenleri hep şoke edecektir. Onu tanımayanlar onun bu güzel Türkçesi karşında hayranlıklarını saklamayacaklardır.
Ancak birlikte kaldıklarında adeta her işten anlayan emeğe, çalışmaya, tekniğe yatkın ellerini gördüklerinde yine şaşacaklardır. Çünkü bu eller her türden telsizi söküp takmaya yatkındır, bu eller her türden Lekan’ı yapmaya muktedirdir, bu eller her türlü tekniği çözmeyi ve örgütün hizmetine koymayı beceren elleridir.
Siz buna bir köylüden bir eğitmenci oluşunu da eklerseniz o zaman bu hayranlığın düzeyine tekrar şaşacaksınız. O iyi bir Türkçe ve Kürtçe okuyan ve iyi bir tercüman olmanın yanı sıra her türden eğitim konusunu yoldaşlara verecek zekâ ve tecrübesiyle de ayrı bir ilgi odağıdır.
Evet, o yılların mücadelesi içerisinden süzüle süzüle gelen bir kaynak olmasını bilmiştir.
Ancak o şunu da bilince çıkarmıştır; sonradan ihanetten hainliğe gidecek olan parmaksız Zeki’nin görüşlerinin ne kadar örgüte ve halka zarar vereceğini görmüştür. Ve bir dönemler Zeki’ye yakın durmakla örgütten uzak kalışını hiç affetmeyecektir. O hep bunun ezikliğini yaşayacaktır. Önderliğinin ona güvenerek yeniden en üst düzeydeki görevlendirmesine rağmen o ezikliğini aşamayacaktır. Bu eziklik onun verimini azaltacaktır. Bu eziklik onun gümbür gümbür akışını engelleyecektir.
Evet, güzel yoldaş biz seni hep sevdik. Biz senin her zaman doğrulara inandığına inandık. Biz seni o minyon yüzünle, dev isminle ve yürüyüşe kalktığında tek kişilik bir ordu oluşunu görerek sevdik. Biz senin yaşadığın o kısa süreli yetmezliğini aşacağına hep inandık.
Bugünde güzel yoldaş, sen bizim o güleç yüzlü, kısa boylu, minyon tipli Pılıng yoldaşımız olarak yüreğimizde yaşıyorsun.
Sen bugünde mütevazı, katılımcı ve fedakârca çalışmalarınla bizim sevdiğimiz Pılıng’ımızsın.
Sen Avyan karakolu baskınında olduğu gibi yüreğimize nakış olmuş cengâverimizsin.
Evet, güzel yoldaş, sen bizim her zaman seveceğimiz ve anacağımız güzel yoldaşımız olarak kalacak olan Pılıng yoldaşımızsın.
Ruhun şad olsun güzel yoldaş, ruhun şad olsun.
Caferi Sori
Botan (Şevket Yıldız) Yoldaşın Anısına
Ben Botan yoldaşla ilk dağa çıktığı gün tanışmıştım. Tek değildi, arkadaşları vardı. Sıcak ve canlı bir ekipti gelen.
Biz -belki de dağlarda kalmanın verdiği bir karakterdir- her geleni ilgiliyle karşılarız. Bizim için gelenler sadece taze kan değildir. PKK’nin kendine has bir dinamiği vardır. Eskisiyle yenisi, yapısıyla yönetimi, yaşlısı ile genci, kadını ile erkeği ve sayın sayabileceğiniz kadar ne kadar sözde zıtlık varsa bizde hepsi iç içe yan yana ele alınır.
Bu harmanlama bir felsefik duruşun sonucudur. Biz yaşamı canlı, akışkan, devinimli ve dinamik olarak ele alırız. Aslında yaşamın kendi dilini alarak içimize uygularız. Bu bağlamda yeni gelmişlerdir, toplumdan gelmişlerdir ve biz uzun yıllardır dağdayız ve bu yeni gelen gençlerden uzak kaldığımız toplumu yeniden yaşarız. Sosyal boşluğu her yeni gelenle doldururuz. Bu bağlamda kendi boşluğumuzu taze kan olarak gelenlerden alarak kendimizi yeniler ve gözden geçiririz. İşte bunun için her yeni bir katılım sadece dağa gelen bir katılım değildir. Her yeni katılım yeni bir motivasyon, moral ve sosyal alıştır.
Bu dünyaya bakışımız yaşam şeklimizi sadece etkilemiyor, aslında belirliyor. Biz yeni gelenleri ağırlıyoruz. Güzel bir ekip. Gözlerimizi, duruş ve bilinçleriyle dolduruyorlar. Önceleri misafir olduklarını düşünüyorum.
Dağa gelmişler ve ben tesadüfen gelen bu güzel gençlerin işleriyle uğraşacağım. Yani yönetimle olan çalışmalarının dışında ihtiyaçları neyse ben karşılayacağım.
PKK de her zaman böyle şanslar insana verilmez. Ya da her zaman insan böyle şanslı olmaz. Ben Türkiye de gelen bu arkadaşların sonra da “CANLI KALKAN” olduklarını öğreneceğim. Ve bu ilk karşılaşma aynı ekibin elemanlarıyla halen aynı sıcaklıkla sürüyor.
Botan yani ŞEVKET YILDIZ yoldaşla ve arkadaşlarıyla tanıştığımızdan ilk sorduğu “1996 yılının 15 ağustos ayında Hakkâri Van yolunu kesen arkadaşları tanıyor musun” oldu. Ben bu sorunun ardından tam yerini öğrenmek istiyorum. oda iki köy-ki bunlar çete köyleriydi-olduğunu söylüyor. Önce gülüyorum. Sonra susuyorum.
O “o eylem yapıldığında biz köydeydik. Kim yapmışsa bu eylemi biraz gözü kara ve deli olmalı” diyecek ve ben gülecektim.
Fazla dayanmadan o dönemlerde o eylemi bizim takımın yaptığını söyleyecektim. Ama ekleyecektim “biraz delilik vardı, birazda tesadüflük vardı ve birazda gözü karalık değil ama ahmaklık vardı” dediğimde şaşıracaktı.
Siz düşünün; sizi çok etkilemiş bir eylem, belki de ilk ve son gördüğünüz bir eylem. Ve siz göklere çıkarıyorsunuz. Size o eylemi yapan ya da yapanlar “birazda ahmaklık vardı” dediğinizde ne hale gelirsiniz acaba.
Tabii ben hayal kırıklığının yaşanmaması için olup biteni baştan sona anlatıyorum. Ve “o eylemi eğer önce keşfi yapılmış olsaydı bir taburluk güçte verselerdi yapmazdım. Biz hiç keşif yapmamışız. Sadece 15 ağustostur. Yolu keserek kimlik kontrolü yapmak istiyoruz. Görülmeyen yola kendimizi bırakarak bir yerinde kesiyoruz. Ve bizim savunmamızın kaldığı, koordinemizin kaldığı yer-eylem sonrası öğreneceğiz ki-iki çete köyün arasındadır. Hem de biri dört yüz metre mesafede ve görülmüyor diğeri altı yüz metre ancak görünüyor. İşte bu gerçeklikten yola çıkarak birazda ahmaklık vardı” demiştim.
Ve Botan yoldaşla ne zaman karşılaşsam hep sorduğu ve anlattığı bu olay olacaktı. Bu doğalında ayrı ve güzel bir ilişki olacaktı. Nede olsa ortak paylaştığımız bir eylemimiz vardı.
Ben Botan yoldaşı hep görecektim. Sık karşılaşacaktık ve sık görüşecektik.
Eğer siz bir kez Botan yoldaşla oturmuşsanız sizin onu sevmemeniz düşünülemezdi. O önderliğimizin dediği gibi “karşımızda, içimizde yiten yaşama karşı sessiz kalacak, çığlık atmayacak halde de değiliz” ya. O her an içerisindeki coşan seli ve çığlığı haykırmaya hazır bir gençti.
Siz onu bir gün değil bir saniye gülmediğini görmezdiniz. Sanki o tüm gülüşleri kiralamış ya da el koyarak yüzüne asmıştı.
Siz onu şöyle rahat oturmuş göremezdiniz. Çünkü o rahat durmayı sevmeyen cıvıl cıvıl bir kelebek misali yerinde durmadan uçandı.
Siz hele bu canlılığa o şirin mi şirin, narin mi narin aniden parlayan göz ışınlarını gördüğünüz de içinize bir sıcaklık düşerdi.
Açık itiraf edeyim ki; siz onu gördüğünüz zaman ve eğer siz biraz da bu dağlarda eski bir gerilla iseniz, sizin kendi ilk katılış yıllarınıza gitmemeniz düşünülemez.
Ve yine açık itiraf edeyim ki; siz onu gördüğünüzde kıskanmadan da geçemezdiniz. Çünkü o sizin geçmişinizden bir parça olarak karşınızda dimdik dururken ve siz kendi geçmişinizi bu gencin gürül gürül akan moralinden gördüğünüzde “ah” deyip geçmeniz mümkün değildi.
Evet, Botan arkadaş kısa bir süre bu dağlarda kaldı. Hem de çok kısa bir süre. Ancak o bir yıldızın kayışında bıraktığı izler kadar parlak olan bir hat bıraktı.
O, Edip Akbayram’ın Deniz Gezmiş için söylediği “devrim bir maraton ise o en iyi ilk yüz metresini koştu” misali, en hızlı, en güzel, en sıcak, en dolu, en canlı bir gerilla yürüyüşçüsü oldu.
Tarih bilincini yaşamsal yorumlara kavuşturanlar, günümüzün yorumunu da anlamlı yaparlar misali o en güzel yaşam yorumunu hep yaptı.
Canlı kalkan girişimine terörist Türkiye Cumhuriyeti Devleti cevap vermeyince tüm canlı kalkanlar gerillaya katıldı.
Parti gerillaya katılma kararlarına müthiş saygı duydu. Ben yapılan basın toplantısını-ki Botan yoldaşta Canlı Kalkan yönetimi adına basın açıklama ekibinde yer alıyordu-her zaman o 1970’lerin devrimci romantik dalgasına benzetiyordum. Bu bende tüm canlı kalkanlarda yer alan yoldaşlara karşı ayrı bir özel ilgi uyandırıyordu.
Dağa karar kıldıktan sonra Parti kimi yoldaşı gençlik çalışmasına görevlendirdi. Botan arkadaşta bu ekibin içerisindeydi. Ancak o hep silahlı mücadele sahasına katılmayı dayatıyordu.
Kendim bu ısrarlı istemine hep tanıklık edecektim. Eni sonunda birazda örgüte dayatarak-ki bu güzel bir dayatmaydı-önce yeni savaşçılara giderek askeri eğitim almış, ardından Zap alanına kayarak HPG’ ye katılmıştı.
Onun ilk HPG’ ye gelişini hatırlıyorum. Çünkü onları karşılayanların arasında ben yine vardım. İlk selamlaşma ardından söylediği ben “kuzeye gitmek istiyorum” sözü olmuştu. Hal hatır sormadan ilk istemi gerillanın en sıcak alanlarıydı. Birkaç gün birlikte kalacaktık. Ona; ilk önce askeri Taburlarda tecrübe edinmesi gerektiğini, savaşa atılmadan pişmesi gerektiğini ve eğer kuzeye geçiş olacaksa önce komutanlar okulu diye tabir ettiğimiz Mahsum Korkmaz Akademisinde geçmesi gerektiğini söyleyemezdim. Söyleyemezdim, çünkü onun şevkini kırma hakkını kendimden göremezdim. Kaldı ki her bir Kürdistanlının terörist ve faşist devlete karşı içinde beslediği kin ve öfkeyi savaş alanında dökme hakkı kutsaldır. Kimse bu hakkı hiçbir Kürt gencinden alamaz, esirgeyemez de.
Ancak biz yılların özgürlük mücadelesini veren bir gerilla hareketi olarak her genci ağzı salyalı, kuduz, psikopat ve vampir bir ordunun karşısına da çıkaramayız. Bu faşist devlete karşı meydana çıkaracağımız her gencin önce pişmesi gerekiyor, deney kazanması gerekiyor.
İşte bu kaygılardan dolayı önce ona söylemiyorum, birkaç gün geçtikten sonra ona kibarca yukarıda düşündüklerimi söylüyorum. O kabul etmezse de haklı olduğumuzu biliyor. Ve o bu bilinçle artık gideceği taburlara en aktif katılımla kendisini kuzeye hazırlayacaktır.
O kendisini müthiş hazırlayacak, düşmanın çivisinin söküldüğü Zap operasyonuna o aktif katılacak, aktif yaşama katılımından dolayı o Mahsum Korkmaz Akademisine alınacaktır. Onun kendisine çizdiği hedef gerçekleşmektedir. Artık bu eğitimden sonra kutsal olan kuzey topraklara geçişi yaşayacaktır.
Ne var ki güleçliği, coşkusu, sevecenliği, katılımcılığı ile gönlümüze taht kurmuş halkımızın “CANLI KALKANI” askeri eğitimde bir kaza sonucu kuzey hayalini gerçekleştirmeden aramızdan ayrılacaktı.
Bir İspanyol atasözünde denildiği gibi; “Hey yolcu, yollar yapılmaz. Yollar yürüyerek oluşturulur.”
Evet, Botan yoldaş yolları yürüyerek halkımıza ışık olmaya çalıştı. O her zaman en seçkin olmayı bildi. Bir insan yeter ki istesin gerisi teferruattır derler. Onun istemleri hep güçlü oldu.
Söyleyeceğimiz tek bir söz vardır o da; herkesi Botan yoldaş gibi yaşamaya ve Botan yoldaş gibi gerillaya katılmaya davet ediyoruz.
Ve diyoruz ki Düş; “güneş altında bir üzüm tanesi” olarak kaldıkça, umut dinmeyecek. Ve biz bu dünya da var oldukça Botan ve Botan gibi cıvıl cıvıl gençlerin hayallerinin gerçekleşmesi için elimizden gelen her şeyi yapacağımıza herkes emin olsun.
Ve diyoruz ki“karşımızda, içimizde yiten yaşama karşı sessiz kalacak, çığlık atmayacak halde de değiliz” ya!
Kasım Engin