Çarşıdaydık, hısımlarla Palavra meydanının karşısında dükkânların bulunduğu yerde oturmuştuk. Cuma günüydü, askeri bando takımı Valiliğin bulunduğu yerden gelerek Palavra meydanında tören yaptılar. Bayrağı direğin üstüne doğru yavaş yavaş çekiyorlardı. İşte ne olduysa o an oldu. Çok uzak değildi. Bir genç kadındı. Yüzü güzel sempatik bir kadın hem de gebeydi. Büklüm büklüm saçlarını arkaya doğru taramıştı. Üzerinde gebe kadınların giydiği elbiselerden vardı. Birden ne olduysa yerinden fırladı. O zamana kadar dikkati çekmemiş olan kadına bütün gözler dikildi.
Derin bir koşuya başladı.
Yüzünü askerlere dönerek gebeliğine aldırmadan koştu.
Sanki kanat açmış gökyüzünde uçuyordu. Saçları yana doğru saçılıyordu. Koşarken ağzından “Biji Serok APO” sloganları çıkıyordu. Defalarca bu sözleri yineledi.
Düşmana ulaşınca bir patlama oldu.
Her zaman duyduğumuz patlamanın dışında bir patlamaydı. Sanki gökyüzü yırtıldı. Dünya yeniden doğdu. Lazê Mîn onu koşarken gördüm. Öyle bir koşuyordu ki engel tanımıyordu. Elbet bir bildiği vardı. Vardı ki öyle tutulamaz bir hızla koşuyordu. Bildiği vardı ki hiçbir şey onu alıkoyamıyordu. Karnına bağladığı çocuk değil bombalardı. Nasıl da taşımıştı onca yüklü bombayı, nasıl oluyor da bir insan böyle yaşamını feda edebiliyor? Kendini bir an bile düşünmeden ölüme gidebiliyor. Neydi o genç güzel kadının böyle güleç yüzle haykırarak düşmanına patlamaya götüren? O patladığında sanki yer yarıldı da içine girdi. Biraz önce az ötemizde koşan kadın bir anda ortalıktan kayboluvermişti. Besbelli o parçalanmadı. Öylece göklere yükseldi. Bütün kutsal mekanların ocaklarına misafir oldu. Hızır gibi, Ana Fatma gibi sır olup bastığımız toprağa soluduğumuz havaya, içtiğimiz suya karıştı. Yok, o genç güzel fidan ölmedi. Güzelliği ile büyüledi insanları. Gördüm LAZÊ MÎN gördüm. Ben kendi gözlerimle gördüm. Kimseden duymadım, işitmedim. Belki yaşlılıktan gözlerim tam seçememiş olabilir. Ama bu göz işi değildi. O genç kadına gözle değil yürekle, hislerle bakılıyordu. Kusuruma bakma ağzımdan sözün zor çıkması bundandır. Gördüklerime, duyduklarıma şaşkınlıktandır. Bir saniye olsun gözlerimin, yüreğimin önünden gitmiyor. Koşusu, haykırışı, göklere karışması. Bunlara şahit olup da, kolay anlatmak mümkün mü?
Kim bunları rahat rahat diline yerleştirebilir. O inanç, bağlılık, azim karşısında kim boynunu eğmez ki? Bu tarihi mahcup etti o kadın. Düşmanın panikleyişini, darmadağın oluşunu görecektin. Tarihe kan kusturanların ne hale düştüğüne şahit olacaktın. Tüm bunları o genç kadın tek başına yapmıştı. Gördüklerimden sonra daha iyi anladım ki, sizde bu kararlılık, bağlılık oldukça hiçbir engel tanımazsınız. Boşuna “Biji Serok APO” diye haykırmıyordu. Her şeyiyle ‘SEROK APO’ya kenetlenmişti. Öyle eylemini yapabilmişti. Demek ki her zaferin yolu, Serok APO’nun sözlerine kulak verip, onu anlamaktan geçiyor. En doğru, en sonuç alıcı olmayı o kadın gösterdi. Hepimizin kurtuluşunun yolunu, adımlarıyla apaçık işaret etti.
DERSİMİN ÇIĞLIĞI
O günden sonra Palavra meydanının ismi
Özgürlük meydanı olmuştu.
Artık meydan ZİLAN’la anılacaktı.
Zilan kendisinin, sonrasının miladıydı.
Tarih Zilan öncesi ve sonrası diye bölünmüştü.
Özgürlük meydanında üniformalıların
Resmi geçitlerinin soğuk sesleri değil,
Halkların özgürlükle yoğrulmuş düğün sesleri yükseldi.
Şehit Şiyar Dersim
Ji bona bîranîna Şehîd Şervan Sason û Şehîd Adil Bilikî
Di têkoşîna gelan de û di dîroka mirovatiyê de ji bo gelê xwe ji koletiyê, paşverûtiyê, xizantiyê û ketîbûnê rizgar bikin û gelê xwe û mirovatiyê azad û rizgar bikin, çawa ku serok derdikevin, gelek pêşeng û leheng jî derdikevin. Gelê xwe ji qonaxekê derdixin û dixine qonaxeke din. Bi seknandina xwe, bi têkoşîn, fedekarî, lehengî, egîdî û cangorîtiyê, xwe bi hewldanên bêhempa, di dil û mejiyê gel û mirovatiyê de bi cî dikin. Gel û tevger jî bi kesayetên wisa biesl, leheng û bêemsal tên binavkirin û bilêvkirinê. Ji bo civakê jî, ev kesayet dibe her tişt. Civakeke bi van nirxan rabe û rûnê, di her şert û zirûfî de xwedî lê derkeve û her roj van nirxan pêş bixîne, ev nirx nayên jibîrkirin û wê ew gel, civak û tevger her tim li ser lingan bin û zindî bin.
AGİT'i anmak, O'nu anlamaktır!
AGİT'i anmak, O'nun mücadelesini anlatmak; gerçekte ulusal ve toplumsal özgürlük ve demokrasi mücadelemizin önde gelen kahramanlarından birini anmak ve bu destanını anlamaktır. Bir halkın ve yine onun mazlum sınıflarının soylu geçmiş ve geleceğini kişiliğinde birleştirmiş olanların ölümünden ya da yitirilmesinden bahsedilebilir mi?
Evet, O'nu tanımak ve anlamak gerekir. Agit yoldaş şirin, Agit yoldaş cesur, Agit yoldaş fedakâr insan!
Bu can yoldaşı anmak ve aramak gerekir. Hele hele günümüzde tarihin o utanılası mirasını hala boynunda ve ayağında bir zincir gibi taşıyan halkımızın o katlanılmaz yaşam tablosu gözler önündeyken böylesi bir kişilikle tanışmak, O'nun oluşturduğu akımın içinde yer almak, O'nun yoldaşı olmak ve büyüklüğüne erişmek nefes alıp vermek gibi bir zorunluluktur. Agit yoldaş, başından sonuna kadar tüm şehitler zincirinin beyni ve yüreği olmasını bilmiş, yine tüm halkın yüreğini ve beynini bir kişiye sığdıracak güce ulaşmış büyük bir insandır. Bir kişi eğer onun niteliklerine ulaşabilmişse, yücelik ve yiğitlik sıfatlarına layık olabilir. Böylesi bir gerçekliği yaratmış biri için ölümden bahsetmek ne kelime! Yaşamın en soylusu içinde erimiş, onun ta kendisi olmuş biri ölebilir mi?
Eğer yaşam sayısız niceliğin kısa bir zaman aralığında bir araya gelmesi ise, bunun belli bir süre sonraki adı da ölümdür denebilir. Ama eğer yaşam, evrenin sonsuz bir kavranışı ve insan soyunun gelişim halkalarının sonsuzluğu olarak ele alınacaksa, yaşamın bu soylu kavranışını kişiliğinde abideleştirmiş birinin ölümünden söz edilemez. Böyle bir kişiliğe ve Öndere sahip olan halkımız da, O'nun şahsında gerçekte şanlı bir dirilişe ve ölümsüzlüğe ulaşmıştır. PKK ve halkımız O'nunla gurur duyuyor. O, her zaman ulusal direniş mücadelemizin kahramanlık döneminin sembolü olarak anılacaktır.
Mazlum Direnişçiliği Partinin Büyük Ruhudur
Yaşamda yeni günün dirilişini temsil eden Newroz şehitleri üzerinde de biraz durduk. Bizim bazı değerli yoldaşlarımız böylesine yaşamsal bir ölümle bugüne karşılık verdiler. Mazlum yoldaşın şahadetini de az-çok anlamlandırdık. Mazlum yoldaşın Newroz şahadetinde gerçekleşen anlam; büyük bir teslimiyete, o vahşet döneminde özellikle umudun o son kırıntılarının da alınıp götürülmesinde, namuslu ve onurlu yaşam olanağı tümüyle elden çıkartmaya, bunun için gerçekleşen son derece vahşi saldırıya karşı kendi kişiliğinde bitebilecek en son direnme hamlesiyle karşılık vermek olduğunu, böyle bir anlamının bulunduğunu ortaya çıkardık. Müthiş bir karanlık içinde bir kibrit çöpünü aydınlık gerekçesi yapmak, yaşamın korkunç bir biçimde teslim alınmak istenmesine karşılık kendini böyle feda ederek yaşam için böyle iddia olmak, iddia olarak varlığını sürdürmek çok önemliydi ve bu gerçekleştirilmiş oldu. Çünkü o haliyle yaşamı daha fazla götürmek mümkün değildi. Öyle bir baskı, öyle bir vahşet var ki, özgür bir yaşamın, namuslu ve onurlu bir yaşamın sözü olabilmek ancak böyle bir eylemle mümkündü.
Dediğim gibi, Mazlum yoldaşın şahadetinin bu gerçeği ifade etmesi çok önemlidir ve bunu anladığı ortaya çıkıyor. O, ideolojimizi iyi bilen bir arkadaşımızdı. Partimizi ruhundan tanıyan ve öyle kalmaya büyük özen gösteren gerçekten görkemli bir kişilik. Bu anlamda bu kişilik tam bir PKK oluyor, PKK’nin yaşam sözü, onun zirvesi oluyor. Çünkü o dönemde kesinlikle bir teslimiyet dayatması var ve teslimiyet öyle bir kişiye dayatılmıyor. Hatta teslimiyet sadece PKK’ye de dayatılmıyor. Şüphesiz biz dışarıda direniyoruz. Bizim de yapacaklarımız var. Ama oraya dayatılan teslimiyet daha fazla belirleyici oluyor. O teslimiyetin ardından getirilecekler belki daha belirleyicidir. Bir Diyarbakır zindanına dayatılmış teslimiyetin tam başarısı, o Şahin-Yıldırım ihanetinin tam zafere ulaşması, binlerce teslimiyetin peşi sıra gelmesi olacaktır. Onun bir halkın başına bela yapılması da herhalde en azından Kemalizm’in -ki bunlar “Genç Kemalistler” adıyla bunu yapıyorlardı- 1925’lerdeki zaferi kadar bir zafer olacaktı.
Mazlum direnişçiliği işte bu noktada kendisini biraz daha devreye sokuyor. Çünkü orada her şey baş aşağı gidiyor, teslimiyet çok hızlı gelişiyor. Yapılması gereken şey bir eylem türüdür. O da bu eylem türüyle yine çok anlamlı bir günde, bir yaşam gününde, bir yeni günde, bir diriliş gününde bunu gerçekleştiriyor. Gerçekten de Mazlum yoldaşın direnişinin daha sonraki süreci tamamen etkilediği, teslimiyete karşı direnişçiliği egemen kıldığı biliniyor. Bu direnişin bizim direnişimizi de güçlendirdiğini, dağ direnişine de taşırıldığını çok iyi biliyoruz. Bunun da bir ulusal direniş ve diriliş olduğu şimdi çok daha iyi anlaşılıyor.
Mühim olan her şeyi bir şehide yüklemiyoruz veya her şeyi o doğurdu diye kendimizi aldatma yaklaşımı içinde değiliz. Ama daha derinlikli bir anlayış gerekliyse, o anlayışın da aşağı-yukarı böyle etkili olacağını kesinlikle söyleyebiliriz. Kesinlikle şehidin anlamı budur diyebiliriz. Anlamı daha da derinleştirilebilir ama özcesi budur. Nitekim ondan sonra peş peşe gelen eylemlilikler vardır. Gerçekten de Newrozlar bu tarihten itibaren çok yaşamsal kılındı. Newroz günlerinin direniş günleri haline gelmesinde Mazlum direnişçiliğinin etkisi asla küçümsenemez.
Zekiye Alkan, Her Türlü Köleliğe En Anlamlı Tepkidir
Şimdi en son bu Newroz şehitlerimiz var. Biz Zekiye Alkan’ın şahadeti üzerine de bir değerlendirme yaptık. Bu da Diyarbakır’da oluyor. Bu şahadetin de Mazlum’un şahadetiyle bağlantısı açıktır. Mazlum nasıl zindanda partiye dayatılan teslimiyete karşı büyük bir eylemse ve şahadetiyle bunun bir zaferi oluyorsa, Zekiye Alkan’ın direnişi de Diyarbakır genelinde dayatılan, bu temelde de bütün Kürdistan’a ve Kürt halkına dayatılmış olan sinmişliği, korkuyu ve çaresizliği gidermek oluyor. En azından onunla bağlantısını kurarak, kendini böyle direniş durumuna taşırmak istiyor. Bu yoldaşımız hiç şüphesiz ortama dayatılan bütün çelişkileri en yoğun biçimde de yaşayabilirdi. Bu arkadaş için çelişkide olduğu söyleniyor. Bir kadın çelişkisini, özgürlükle düşkünlük arasında bir durumu yoğunca çözmeye çalıştığını söyler ki, anlamlıdır. Biraz da bu kişilikler böyle direnişler ortaya koyabilir. Çelişkisi olmayan kişiliklerin anlamlı direnişlere öncülük edebileceklerini sanmıyoruz.
Zekiye yoldaşın özgür bir kadın olmaya çalıştığı, fakat bunu başaramadığı, sıkıldığı, buna öfke duyduğu ve adeta böyle sürüp gittiği, tam da bu süreçteyken böylesine bir eyleme kalkıştığı söylenir. Bizim için bu daha anlamlıdır. Zaten rahat ve kendinden emin olan bir kişi büyük eylemliliğe girişemez. Kendi halinden memnun, kendine tutkun birisi kesinlikle böyle bir eyleme kalkışamaz. Kadın özgürlük arayışı önemlidir. Bu başlamadan da zaten öyle bir eyleme kalkışmak, ona cesaret etmek bile mümkün değildir.
Fakat tam çözüme gidememe de anlayışla karşılanmalıdır. Çünkü özgürlük savaşımını, onun eylemini daha örgütlü yapar, daha planlı geliştirir. Ama yine de büyük bir eylem, büyük bir özgürlük tutkusu olmak istiyor. Bunu da öyle bir Newroz’da, Diyarbakır surlarında kendisini meşale gibi yakarak ilan ediyor. Yine anlamlı olduğu söylenebilir. Kadın olması daha anlaşılırdır. Çünkü insan ancak böyle yoğun bir çelişkiyi yaşamakla bu cesarete ulaşabilir.
Mazlum yoldaşın gerçeğinde de bu var. O parti ruhu oluyor, partinin büyük direniş ruhu oluyor. Orada artık bir insan vardır, kadın veya erkek olması da hiç önemli değildir. Orada en büyük insanın direnişi, onun büyük eylemi söz konusudur. Burada da bir kadın olması daha anlamlıdır. Neden? Çünkü o süreçte Diyarbakır’ın kendisi en dökülmüş bir fahişe kadından daha beter bir durumu yaşıyor. Yani oradaki erkeklik bir kadından daha beterdir, daha aşağılık durumdadır. Bir fahişeden bile daha beterdir aslında. Mutlaka Diyarbakır’ın bir etkisinden söz edeceksek veya Kürdistan merkezli bir yerdir diyeceksek, fahişe kadın değerlendirmesi yapıldığında düşmüşlüğün sınırı çizilmek istenir, Diyarbakır o koşullarda biraz da buna benzer bir yerdir. Bu kadar sömürgeciliğin merkezi olacaksın, bu kadar sessiz kalacaksın ve her gün bu kadar çiğneneceksin, tecavüz edileceksin; bu fahişe kadından daha başka bir anlama gelmez. Bu yönüyle ele alınması söz konusu olabilir. Ona mutlaka bir tepki gerekir. Fahişe kadının veya düşmüş kadının tepkisi anlaşılıyordur. Diyarbakır’ın kendisi (o dönemde) öyle olduğuna göre, ona karşı öyle bir tepki gösterilmelidir. Bu şahadette bunun mutlaka bir etkilemesi vardır.
Diğer yandan bir kadın olarak da çelişkilerini anlıyoruz. Bir kadın olarak çelişkiyi duymak, özgürlük arayışı içinde olmak, gerçekten büyük bir zorlu sürece girmek demektir. Bir yandan bir kadın köleliğinin iğrenç durumunu bilince çıkaracaksın, diğer yandan özgür yaşam tutkuların gelişecek; bu korkunç bir zorlamayı beraberinde getirir. Gerçekten biz bunu da epeyce açmaya çalıştık.
Benim anlayışıma göre köle bir kadının, bizim toplumsal koşullarımızda, Diyarbakır koşullarında köle bir kadının bilince dönüşümünü, özgürlük yaşamına doğru yol almasını görmek, böyle çelişkili duruma kendinde bir yer bulmuş olmak, kesin olarak PKK’nin etkilemesiyle olabilir. Zaten o dönemde PKK’nin etkisi Diyarbakır’ı sarmıştır. Zindanın sarması var, gerillanın sarması var, gençliği sarmıştır. Kadın özgürlük çabaları da biraz anlaşılır oluyor sanıyorum. İşte böyle bir kişiliğin bütün bu faktörlerden etkilenmesi söz konusu oluyor. Belli bir bocalaması var, başka türlü mücadele etme istediği de var, edebilir de. Ama o bu biçimini tercih ediyor. Kendine göre planlı, kendine göre anlamlı bir eylem.
Bu direniş Diyarbakır’daki zindana dayatılanlara, Diyarbakır’daki halka dayatılana, bir kadının yaşadığı büyük olumsuzluğa, bunların hepsine toptan bir tepki oluyor. Bu tepki de böyle yaşamsal kılmaya veya “yaşama ancak böyle anlam verebilirim” dedirmesine götürür. Eylem gerçekleşiyor. Buna vereceğimiz anlam da budur. Bu eylemin de bu çerçeve de geliştiğine kanıyız ve anlamı büyüktür. Nitekim bundan sonra Diyarbakır’daki gelişmenin farklı olduğu; halkındaki gelişmenin, kadındaki gelişmenin biraz daha özgürce olmaya doğru yüz tuttuğu biliniyor.
Rahşan Demirel, Metropol Kitlemizin Ülkeye Taşırılmasında Bir Köprüdür
Bir direniş, İzmir kalesinde kendini yakma olayı var. Rahşan Demirel adında çok genç bir Kürt kızının direnmesi var. Oraya taşırılmış bir Kürdistan’ın Mardin gerçekliği var. Yurtseverlik zaten etkili. Bu genç kızda bir yandan savaş ve özgürlük tutkusu mevcut, ama öte yandan oldukça zayıf. Örgütsel savaşım gerçeği etkiler. Newroz’lu günler de yine hızlı ve yoğun yaşanır. Belli ki burada kendisini özgürlük savaşımına müthiş vermek ve bir şeyler yapmak istiyor. Fakat bunun teorik gücünü fazla bulamadığı ve pratik geliştirme olanağını yakalayamadığı için, yani bir yerde tutkusu teorisi ve örgütlülük düzeyini aştığı için, buna karşılık bir şeyler yapmaya ahdettiği için, farklı bir eyleme yöneliyor. Orada kitlemizin içinde yaşadığı utanç verici koşullar, kendi ailesindeki zor koşullar, kendisinin özgürlük ve özgür yaşam anlayışıyla bağdaşmayan alçaltıcı ve yaşam koşulları Newroz’un o dirilticiliği ve çekiciliğiyle birleşince, böyle bir meşale eylemi ortaya çıkıyor.
Mümkündür, böyle bir ruhta böyle bir cesaret ve ardından böyle bir eylem ortaya çıkabilir ve çıkıyor da. Bu eylemi anlamlı bulduğumuzu söyledik. Bu şahadetin metropol kitlemizi aydınlattığı, düşkün yaşam koşullarındaki yüzlerce kişiyi savaşıma çektiği, onlara dayatılan mezarı deldiği, metropol halkımızın kendine getirilmesinde ve ülkeye taşırılmasında bir kaldıraç ve köprü rolünü oynadığı daha çarpıcı görülmüştür. Mesaj bu anlamda meşale değerinde kendini kanıtlamıştır. Bir komuta gücü olmayı kanıtlamıştır diyorum. Çünkü yüzlerce kişiyi yürüttü mü, o bir komutalık rolü oluyor. Özellikle kadına ilişkin olarak çok sayıda katılıma yol açması, neredeyse erkek sayısından daha fazla bir kadın katılımına yol açması, onun kadın özgürlüğüne de büyük bir katkı, bunun komuta ve ordu gücü olduğunu gösteriyor.
Berivan ve Ronahi Yoldaşlar, Devrimci Militanlığın Özüdürler
Yine Avrupa’daki Newroz şehitlerimiz var. Bunların üzerinde biraz daha durulmaya değer. Berivan (Nilgün Yıldırım) ve Ronahi (Bedriye Taş) yoldaşlar, bu Kürdistan kızları anlamlı mektuplar bırakmışlar. Ben bazı röportajlarına da tanık oldum. Yine herhalde epeyce mektupları, bazı değerlendirmeleri ve raporları da vardır. Bazılarını biz de gördük.
Özellikle Ronahi bizi oldukça iyi anlayan bir arkadaşmış. Zaten raporunda da gördük. Dediğim tarzı kesin esas alan bir değerdir. Siz de üzerinde düşünmelisiniz ve onun anısını yaşatmanın yolu onun gibi biraz kavrayış gücü olmaktan, onun gibi yaşam disiplinine sahip olmaktan geçer. Onlar büyük değerlerdir. Özgürlük kolay olsaydı onlar o yolu denemezlerdi. Örneğin bir sözlerinde; ‘Önderlik ruh, can veriyor, önemli olan bunu yaşama geçirmektir' diyorlar ve kendileri yakarak yaşama geçirme iddiasında, eyleminde bulunuyorlar. Madem bizim adımıza bu eylemi yapıyorlar biz de saygılı olmak zorundayız. Öyle bir çözümlemeleri var ki, hayretler içerisinde kalırsınız. Bir yaşam tanımlamaları var; ‘Erkekle kadının birbirlerini en çok aldattıkları sahadır’ diyorlar. Ne kadar büyük bir değerlendirme. ‘İçinde oyun, sahtelik, kölelik var ve bunların özgürlük olması çok zordur’ diyorlar. ‘Parti Önderliğinin istediği bir tarza biz tanık olmadık, bir anlamda biz özgürlüğe tanık olmadık’ diyorlar. Fakat hedef olarak önlerine buna ulaşmayı koyuyorlar. Bunlar bağlı olmamız gereken değerlerdir ve binlercesi var.”
Sema Yüce ve Fikri Baygeldi Yoldaşlar
Dışarıda olsam uzun süreli savaş militanlığını tercih ederim, diyor ama orada da mutlaka bir büyüklük yapmak istiyor. Önünde çok büyük bir-iki seçenek var. Yani kendini bir-iki seçeneğe mahkûm etmiyor. Bir büyüklük de burada. Tercihini daha zor olandan yapması büyüklüğünü bir kat daha arttırıyor. Burada en iyi anlayan ve ona yanıt olan bir kişiliktir diyebilirim. Bir düşünce derinliği kadar dürüst bir partili olmanın da çarpıcı ifadesi söz konusu. Kendisiyle boğuşmuş, sonuçta çok güçlü bir karar ve kendini terbiye etme gücüne ulaşmıştır.
8 Mart konuşmaları önemliydi. Bakın sizin çıkarmadığınız sonuçları o zor koşullarda çıkarmış bulunuyor. Orada çok çarpıcı ve yenilik içeren birçok değerlendirmeler yapmıştım. Hepsini çok büyük özümsüyor. İdeolojik-politik merkez, bunu da Önderliğin temsili tarzında dile getirmesi, çok büyük karar ve değerlendirme gücüdür. Önderlik olayında gerçekleşen özgürlük, bütünüyle ilkesi ve uygulamalarıyla güneş kadardır. Katılmamız gerekir gibi kesin bir sonuç var. Zilan’da daha teorik, daha ilkeli iken, Sema’da daha sorunlarla boğuşmaya ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var.
Fikri Baygeldi’de gelişen yaklaşım dikkat edilirse, ‘sevgiyi, aşk’ sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Ve kadın yoldaşları da çok iyi incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağlanıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir. Bunu saflarımızda acaba ne kadar uyguluyorlar? Erkek kişiliklerinin de bu yönlü çok önemli görevleri var. Fikri’de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair çok duyarlı, anlamlı yanıtlar var. Zaten kendisi de söylüyor. Bunlar büyük gerçekleşmelerdir; sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir aynı zamanda.
Serhat Şehitlerinin Anısına…
Kürt kadını PKK ile gerçek özü ile yeniden buluşurken, bunu eşsiz kahramanlık örneği ile dolu tarih içinde tarih yazarak başardı. Özgürlüğe, zor da olsa, zorlukları yenerek emin ve sağlam adımlarla yaklaşırken hiçbir zaman Başkan APO’nun ışıklı yolundan şaşmadı. Çünkü kadını yeniden yaratan Başkan APO’nun yüce emeğiydi. Ve kadın Kürdistan gerçeğinde varlığını Önderliğe borçluydu. Beritanlar, Zilanlar ve Viyanlar bunun bilinciyle yaşamı yarattılar. “Kendi küllerinden yaratma” derler ya, işte bu tarih de böyle…
Bu kısa girişten sonra gecikmiş de olsam, Serhat’ta şehit düşen bayan yoldaşlardan bazılarını sizlere anlatmak istiyorum. Onları anlatmakta yetersiz kalabilirim, layıkıyla olmasa da -bir nebze de olsa yeterlidir- diye düşünüyorum. En azından daha önce dediğim gibi şimdiye kadar yazmamamın özeleştirisi olur.
Serhat Eyaleti’nde, 1996 yılından sonra bayan arkadaşlar gerilla grupları şeklinde yoktular. Gerilla grupları şeklinde diyorum, çünkü ‘96 yılından sonra katılan yeni arkadaşlar bir süre de olsa eyalette kalmışlardır ama eyalete bağlı gruplar şeklinde kalma, ‘96 yılından önceki sürece dayanır. 1990’dan başlayarak 1996 yılına kadar, Serhat Eyaleti’nde hemen hemen tüm bölgelerde kalmışlardır. Buna en zorlu süreçleri eklemek lazım. Bölük düzeyine kadar örgütlemeleri oldu.
Kimi anlatayım, kimden başlayayım. Sayısız yiğit öncü yoldaş tanıdım, Ağrı Dağı’ndan, Çemçe’ye kadar. Dicle arkadaş vardı, Küçük Güney’liydi. Dağda gördüğüm ilk bayan arkadaştı. Yanlış değilsem, Derikliydi. Güçlü komutan özellikleri olan, savaşçı bir arkadaştı. Savaşta hep ön plandaydı. Yine Piroz arkadaş vardı ki gerçekten de birçok erkek arkadaşın başaramadığını gerçekleştirenlerdendi. Saçlarını hep kısa keserdi. Köylüler hep şöyle derlerdi, “Hevala Piroz Wek miraye”. Gerçekten de öyleydi. Belki bayan arkadaşlar bu tespiti fazla tasvip etmezler ama o dönemin bilinç ve koşullarına göre böyleydi. Hiçbir erkek arkadaştan geri kalmazdı. Savaşıyla, yaşamıyla kendisini ispatlamıştı. Kadın ordulaşmasının ilk komutanlarındandı. En çok örnek aldığım, saygı duyduğum, değer verdiğim yoldaşlardandı. Tüm Serhat’ta Piroz arkadaş tanınırdı. Halk içinde o bir efsaneydi. Gerçekten de öyleydi. ‘92’de Kırê Kor’da, ben bu efsanevi yoldaşın kahramanlığına tanıklık olmuştum. İlk çatışmamdı. Ve ben ilk defa bir Kürt kadınının gücünü, cesaretini ve yiğitliğini görüyordum.
İşte bu PKK ile yaratılan Kürt Kadınının çağdaş dirilişi, her türden egemenliğe dur deyişiydi. Başkan APO ile yeniden doğuşunun efsaneleşen örneklerinden birisiydi.
Adar arkadaş da bu yoldaşlardan birisiydi. O da, Piroz yoldaşın hemşerisiydi. Mardin’den başlayan uzun yürüyüşün, Serhat dağlarında abideleşen öncülerindendi. Çemçe’ye ilk gelen grupta yer alıyordu. Şehit düşene kadar Çemçe’de kaldı. Çemçe’nin Kadın Komutanıydı. Esmer, uzun boylu olan Adar yoldaş, saygın bir komutandı. Bayan, erkek tüm arkadaşlar O’na karşı saygıda asla kusur etmezlerdi.
Yine Devran arkadaş vardı. Hemşerimdi. Onu ben Partiye ilk katılırken, yolda Iğdır merkezde görmüştüm. İlk katılan grubun Malazgirtli olduğunu duyduğunda, bizleri görmeye gelmişti. Sivil ismi Sakine Altınmakas’tı. ‘92’de Eyalet Cephe yönetimindeydi. Devran arkadaşın askeri yönleri çok güçlü olmasa da, ideolojik-örgütsel açıdan güçlü özellikleri vardı. Yer yer yaşanan örgütsel sorunlara karşı, ilkeli bir duruşu vardı. Bu konularda asla taviz vermezdi. En son ‘95 yılında Çemçe Gelye Hace’de kendisinden ayrıldım. Biz Önderlik sahasına giderken, O da kalan gücün içinde yer alıyordu.
Ve küçük Zelal’i anlatmak istiyorum. Arkadaşlar içinde en doğal ve sade olanıydı. Yeni katıldığı, Çemçe koşullarında zorlandığı halde hiçbir gün onun moralsiz veya zorlanmalarını yansıtan bir yaklaşımını görmedim. Yaşamdaki canlılığı ve coşkusu ile sanki yılların savaşçısı gibiydi. Lise öğrencisiyken katılmıştı. Kırsal yaşama fazla alışkın değildi. Tabi konuşmasında bize göre çok nazik olduğundan “bisküvit çocuğu” derdik. Arkadaşların bu şekilde takılmalarına hiçbir zaman kızmazdı. Çemçe’nin en genç kadın militanıydı. Özgürlük tutkunu bu genç yoldaşı, ‘95 yılında Kösedağı’nda bir grup yoldaşı ile girdikleri çatışmada şehitler kervanına katıldı. Zelal yoldaş Digorluydu.
Küçük Zelal arkadaşı anlatırken, büyük Zelal arkadaşı anlatmamak olmaz. Aslında iki Zelal arkadaş da aynı yaşlardaydı. Ama Mardinli Zelal arkadaş, Digorlu Zelal arkadaşa göre eski ve tecrübeli olduğundan, O’na büyük Zelal derdik. Bu değerli militanı bir anı ile anlatmak istiyorum:
‘94-‘95 Çemçe’deki kış kampımızda, Xurşit isimli bir kontra yakalamıştık. Bu kişi uzun süre kontr-gerillacılık yaptıktan sonra, ajan olarak saflara gönderilmişti. Kış kampımızı deşifre etmek için kaçtığı sırada yakalamıştık. Bu kontra saflara katılmadan önce, adımıza sayısız kontra eylemi yapmıştı. Soruşturmasında tek tek yaptıklarını büyük bir soğukkanlılıkla anlatmıştı. Yaptığımız mahkemede yine Xurşit yaptıklarını aynı soğukkanlılıkla anlatınca, tüm arkadaşlar müthiş öfkelenmişlerdi. Bir Kürdün, halkına karşı bu kadar alçaklaşması arkadaşları en çok öfkelendirendi (Özellikle adımıza halkın namusuna el atması). Mahkeme bitince, Xurşit’i salona çıkarmıştık. Zelal arkadaş da nöbetçiydi. Tüm söylediklerini dinlemişti. Yavaşça yaklaştı birden çok hızlı bir hareketle sert bir döner tekme ile Xurşiti yere sermişti. Biz hemen müdahale ettik etmesine de, Zelal arkadaşın bu şekilde vurması Xurşit’ten çok bizi şok etmişti. O zamana kadar Zelal arkadaşın karate bildiğini bilmiyorduk.
Bilinç düzeyi yüksek bir arkadaştı. Mücadeleyi katılmadan önce de tanıyordu. Bilinç ve pratiği güçlü bir şekilde birleştiren arkadaşlardan birisiydi. Zelal yoldaşta en çok dikkatimi çeken özellik, yoldaşlık ve cins bilinci ve sevgisiydi. Bunu tüm mücadele pratiklerinde gösterdiği gibi son gününde de zirveleştirdi.
Kesre Ker sırtlarında sabah pusu ile başlayan çatışma, Gelye Hace yamaçlarına çekilmemizle devam ediyordu. Üçüncü pusu çok etkili olmuştu. Biz de yamaçtaki tepede çatışan bir-iki arkadaş dışında, diğer arkadaşlar toplanmıştık. Arkadaşlar çay yapıyorlardı. Öğleden sonra saat 15.00’a doğru, düşman güçlerini değiştirdi. Biz tam mevzilenmeden düşman saldırıya geçmişti ve her taraftan tepeye girdiler. Delil arkadaş ön mevzideydi. Her arkadaş o mevzinin takviyesi için yoğun ateş altında harekete geçmişti. Delil tek kalmıştı. Bir anda gözüm Zelal arkadaşa takıldı. Yandan gelenlere karşı çok etkili çatışıyordu. Zelal arkadaşla ilk çatışmamızdı. Düşman Delil arkadaşın mevzisini düşürmüş, tepeye girmişlerdi. Çatışma bomba mesafesinde çok şiddetli iç içe sürüyordu. Zelal arkadaş bu çatışmada kendisini feda etmişti. İç içe devam eden çatışmada kendisini bir arkadaşın vurulmaması için önüne atıp feda etmişti.
Daha ne diyeyim APOCU ruh, militanlık buydu.
Biz bunu kitaplarda değil pratikte görüyorduk. Kürt kadınının diriliş eylemlerinden canlı okuyorduk…
Endamê Konseya Birêvebirinê ya KCK’ê Dûran Kalkan
Di serî de şehîdên leheng ên têkoşîna bêhempa yên 2006’an, ku hejmara wan digihê 150, bi rêzdarî û bi minetdarî bibîrtînim.
Ji bona ku di pratîkê de em armanc û bêrîkirinên wan bigihînin serkeftinê, wekî tevger û gel, em di wê biryariyê de ne ku, em ê têkoşîna wan a azadiyê bigihînin serkeftinê. Em careke din soza xwe nû dikin ku, der barê birêvebirina xeta serkeftî ya têkoşînê de, em ê xwe bikine qatix. Sala 2006’an di têkoşîna me ya azadî û demokrasiyê de saleke awarte bû. Ev nîşaneya destpêkirina pêvajoyeke nû bû. Sedema awartebûna salê, hem bingeha xwe ji nêzîkatiyên hêzên mêtînger digirt hem jî li hember vê jî, bingeha xwe wekî tevger û gel, ji planên me yên têkoşînê digirte.
Ji bona bîranîna şehîdên Botanê...
Bi tevgera PKK’ê re destpêkê Têkoşîna Kurdistana Azad, zêdetir li bajarên mîna Riha, Batman, Amed, Dîlok, Pazarcik, Semsûr, Dersîm, Mêrdîn û Serhedê bingeheke diyarkirî dît. Bi vê re cûntaya faşîst-leşkerî ya 12’e Îlonê bi hatina ser kar re, ji bona ku tevgera me nekeve pêvajoya gerîlabûyînê, kete nava hewldanên astengiyê û bi taybet jî bi pêkanînên zordest, şîdet û hovane hewl dan ku hemû civakê bitepisînin û bixin pêvajoya radestbûyînê. Li hember vê, bi pêşketina berxwedaniya Zîndana Amedê re, tespîta ku li derve jî pêvajoyeke berxwedaniyê bê destpêkirin û di bingeh de navenda wê jî encax û encax gerîlayê ku xwe dispêre Botanê be hate kirin. Wê demê Serokatiya Gel a Kurdistanê digel ku Botanê nedîtibû û di nava tevgerê de tu qadroyek ji Botanê nîn bû jî, hem avaniya civakî û hem jî erdnîngariya Botanê baş tehlîl kir, bi xwe spratina şerê gerîlatiyê plansazî kir û ev jî di Têkoşîna Azadiya Kurdistanê de rê li ber pêşketinên dîrokî vekir.
Hamza (Musa Yılmaz) Yoldaşın Anısına
Nasıl başlasam veya nasıl anlatsam ama anlatmak hissetmektir. Hissetmek elbette paylaşım gerektirir. Zor da olsa yoldaşlarımızın ölümsüz anılarını yaşatmak, onlara bağlılığımızın ahlaki ve vicdani bir gerekliliğidir. 15 Ağustos atılımının 25. yıl dönümünde direniş bayramının hazırlıklarını yaptığımız, PKK ocağında Roj TV’de gördüğüm bir resim ve bir haber bir yıldızın daha kaydığını sonsuz özgürlüklere süzülen Hamza yoldaş…
Rotinda (Aynur Artan) Yoldaşın Anısına
Bir sonbahar günü seninle tanışmıştık. Tanışmamız bile çok ilginç olmuştu. Partiye katıldığımdan bu yana ilk kez kendi adaşımla karşılaşıyordum. Bana adını söylediğinde şaka yaptığını zannettim. Ama sen espriyle “Evet heval benim adım da Rotinda” demiş ve eklemiştin. “Bak heval bu partide ya da diyelim bu sahada iki Rotinda fazla olur, ne bileyim karıştırırlar adımızı bu yüzden senin adın Rotinda Kemal olsun” demiştin. Çok şaşırmıştım. Çünkü daha yeni tanıştığımız birkaç dakikaydı ve sen içinden nasıl geldiyse öyle konuşuyor ve espri yapıyordun. Bayağı gülmüştük bu esprine. Daha sonra seninle çok güzel bir yoldaşlığımız gelişti. Artık öyle olmuştu ki Önderliğimiz bile “Rotindalar” diye bize seslenmeye başlamıştı.
Can yoldaşım, şahadet yıldönümünde yeniden seni anabilmek ve seni anlatabilmek, hakkını veremem korkusuyla hem çok zor hem de benim için bir o kadar anlamlı. Önderliğimize yönelik yapılan 9 Ekim komplosuna eylemiyle ilk karşılık verenlerden biriydin. 23 Ekim’de Midyat cezaevinde Kurde (Selament Menteşe) arkadaşla gerçekleştirdiğin eyleminle en büyük özlemin olan ‘Önderlikle en iyi yoldaş’ olabilmenin erdemine eriştin.
Nereden başlayayım diye düşünürken senin yaşamı, yoldaşlarını, eğitimi nasıl ele aldığın geliyor aklıma. Önderlik sahasına ilk adım attığında kendinden emin, yoldaş canlısı, empati gücün yüksek tavırların vardı. Zor ilişkilenir diye tabir ettiğimiz bazı arkadaşlarla o kadar içten, o kadar özlü ve rahat ilişkileniyordun ki, karşındaki bile kendisine şaşırıyordu. Sadece şaşırmakla kalmayıp bundan zevk aldığı bile mimiklerine, davranışlarına, konuşma üslubuna bile yansıyordu. Ülkede komutanlık yapmış bazı feodal erkek arkadaşların, özellikle bayan arkadaşlarla olan mesafeli duruşlarına aldırış etmeden onlarla sohbet ediyor, iç dünyalarına girmeyi bir şekilde başarıyordun. Çok kısa bir süre sonra sorunların çözümünde olsun ya da herhangi bir konuda tartışma istemi olsun aranan biri olup çıkmıştın. Bir keresinde bir bayan arkadaş yanına gelerek. “Heval Rotinda ben kendimi çözemiyorum. Acaba benim sınıf yapım nedir, ailem feodal ama büyüdüğüm çevre Küçük Burjuva. Ben daha çok hangi sınıfın etkisindeyim bilemiyorum” demişti. Sen de O’na dönüp, “Heval sen kozmopolitiksin, kozmo olan sensin, politik olan PKK git biraz daha sağlıklı düşün ve kendi gerçeğinden kaçmadan kendini ele al ve çözmeye çalış” demiştin. Hiçbir zaman bir insana a dan z ye ne yapması, nasıl davranması gerektiğine yönelik düşünce belirtmezdin. Bunu, insanlara çıkış yolunu göstermek gerekir, ama bırakalım insanlar o yolu kendisi bulsun. Bu insan da hem öz gücü, güveni geliştirir diye düşünüyor ve bunu her fırsatta dile getiriyordun. Herkes kendisinden bir parçayı adeta sende bulurdu.
Sen, Akademi’de göz bebeğimizdin. İnsanlar içten, samimi, sevecen ve espriyle yaklaşman seni aranan biri kılıyordu. Yaşamı çok renkli ve farklı tonlarda gören ender insanlardandın. İnsanlara her konuda yardım etmeyi seven, iç dünyalarına sızan bir karakterin vardı. Yaşamı, doğayı, insanı güçlü çözümleyebilen biri olman değişim ve dönüşümü sen de sürekli kılıyordu. Hele hele Önderliğimizin çözümlemelerini daha derinlikli ele alabilme kabiliyetin ve çözümlemeleri biyolojik terimlerle anlamlandırma istemin sana daha farklı bir renk katıyordu. Bir gün dersteyken bana bir not yazmıştın: “Beyin mi önce ölür, kalp mi?” Çok şaşırmıştım. “Kalp” demiştim. “Doğru tespit” diyerek, beyin hücrelerinin 24 saat sonra öldüğünü söylemiştin.
İnsanlarla kurduğun günlük diyalogların hep eğiticiydi. Kitap okumayı çok seviyordun. Bulunduğumuz sahayı, Önderliğimizi anlama istemin çok yüksekti. Önderliğimizin bizimle yaptığı çözümlemelerde sık sık söz hakkı alıp Önderliğimize ulaştığın sonuçları aktarman, Önderliğimizin de dikkatini çekmişti ki Önder Apo, “Var mı benimle yoldaş olmak isteyen” dediğinde, cesaretli davranarak elini kaldırmıştın. Bunun birkaç kez tekrarlanması sonucu bir gün Önder Apo seni kaldırarak, “Bu arkadaşı tanıyan var mı, her seferinde kalkıp konuşuyor, evet kim tanıyor Rotinda’yı” demişti. Arkadaşlar kalkıp senin oldukça olumlu yanlarını bir bir sıralamışlardı. Sen de gözlüklerinin altından bakarak değerlendirme yapan arkadaşlara gülümsüyordun. Önder Apo’nun da dikkatini çekmiş olmalı ki, seninle diyaloglarını geliştirmişti.
Sevgi, özgürlük kokan yoldaşım, seninle yaşadığım anıları hiçbir zaman unutmuyorum. O Elazığ şivesiyle olan tatlı sohbetlerini çok özlüyorum. Akademi’de çok yoğun bir eğitim programı olmasına rağmen, senin öncüllüğün de her gün gece iki, üçlerde kalkıp parti tarihi kitaplarını okuyorduk. Bazen zorlandığımız ya da yoğun olan günlerde, gece kalkmak istemez, mızıkçılık yapardık. Ama sen hiç affetmez, ne yapar eder bizi kaldırıp kütüphaneye götürürdün. Senin toplu kitap okuyuşların hiç kimseye benzemezdi. Hem okur, hem okutur, hem de okunanları tiyatrolaştırırdın. Böylelikle parti tarihinde daha da derinleşir, edindiğimiz bilgiler daha da kalıcı olurdu.
Hatırlar mısın, Önder Apo bir gün Akademi’ye gelerek, bahçedeki dökülen tüm yaprakları toplamamızı söylemişti. O günlerde de toplumlar tarihini işliyorduk. Sen, bana dönerek, “Benimle yaprak toplamaya var mısın?” demiştin. Ben de bu teklifini kabul ettim. Sonra, “Heval şaşırma ama toplumlar tarihi dersini bu yaprak toplama işinde pratikte sana göstereceğim” dedin. Bahçeye arkadaşlar beyaz torbalar ve yağmurluklar alarak çıkmışlardı. Bizse elimizde hiç bir şey olmadan bu işe başlayacaktık. Yapraklara, ilk insanın öğrenme aşkı gibi tutkuyla sarılmamı söylediğinde ne yapacağımı şaşırmıştım. Sen ise defalarca büyük bir zevkle yaprakları kucaklıyor ve koşar adımlarla yirmi metrelik yolu kat ettikten sonra birkaç yaprağı çöpe atıyordun. Ben de ister istemez senden etkilenmiş olmalıyım ki, yapraklara senin gibi sımsıkı sarılarak koşturuyordum. Birden bana dönerek; “Aletler ellerimiz, onu keşfettikçe, düşünerek gelişeceğiz. Göreceksin, bir gün sınıf da atlayacağız” dediğinde, ben de, “Bir an önce sınıf atlasak iyi olacak” demiştim. Sınıf atlamamız için mücadele etmemiz gerekiyordu. Bu yüzden öncelikle ikişer gruplar halinde beyaz torbalara yaprak dolduran arkadaşlara göz dikmiştik. Yavaşça iki kişilik bir gruba yaklaşarak torbalarını alıp kaçtık, sevinçten uçacak gibiydik. Torbaları elinden alınan arkadaşlar etraflarına bakıyor, torbalarının nasıl kaybolduğunu bir türlü anlayamıyorlardı. Sonunda vazgeçip torba temin etmeye gittiler. Biz de yeni bir aleti keşfetmenin ilk heyecanı ile, beyaz torbaya yaprak dolduruyor, iki ucundan tutarak, koşar adımlarla yaprakları çöpe atıyorduk. Birkaç kez tekrarladıktan sonra bir sınıf daha atlamanın gerekliliği açığa çıkmıştı. O zaman Sen, “Heval bak şimdi biz iki kişiyiz. Yağmurlukla yaprak toplayanlar altı kişiler, güç dengesizliği var. Bu nedenle örgütlenmemiz ve eylem planı yapmamız gerekiyor” dedin. Ben “nasıl?” dediğimde, “Gel şimdi göstereceğim” dedin. Bizim gibi torbalarla yaprak toplayan iki grubu, yani dört kişiyi örgütledik. Ancak onlara oyunumuzun iç yüzünü anlatmadık. Sadece yağmurluğu almamız için bize yardım etmelerini istedik. Onlar da kabul edince planımızı yaptık ve doğal olarak öncümüz sendin. Eylem planımızı kısa anlatmıştın ve sonra, “Kim orada rehin kalırsa asla bırakılmayacak.” Biz de başımızı onaylar tarzda sallamış ve hedefe yönelmiştik. Sen bir arkadaşla onları oyalayacak, biz de ilk fırsatta yerdeki yağmurluğu ele geçirecektik. Aynen dediğimiz gibi planı hayata geçirdik. Ne var ki arkadaşlar, seni yakalayınca yağmurluğu bir arkadaşa teslim edip uzaklaştırdık. Seni kurtarmak için arkadaşlarla, şakalaşarak, çatıştık ve sonunda seni kurtarmayı başardık. Eylemimiz başarılı olmuştu. Bir süre yağmurlukla yaprakları toplamaya devam ettik. Sen yanıma gelerek; “Heval Rotinda insan kapitalist olduğunda ne yapar?” değinde, ben de “Bilmiyorum, ne yapar?” demiştim. “Onlar çalışırken gizlice sıvışalım, mutfakta bir çay içelim” demiştin. Seninle birlikte yavaşça, kimseye fark ettirmeden bahçeden çıkarak mutfakta çay içmeye gitmiş ve oyunumuza kahkahalarla gülmüştük. O arada mutfakçılar salkım salkım üzümleri yıkamış, tepsilerin üzerine koymuşlardı. Bana dönerek, “Bazen küçük sızmalar yapmak güzeldir. Birer salkım üzüm alalım.” Demiştin ve sonunda üzümleri alarak mutfaktan ayrılmıştık.
Kıvır kıvır saçlı, kara gözlüm, gül yüzlü yoldaşım seni her zaman arıyor ve özlüyorum. Sana ilişkin yazılacak o kadar çok şey var ki. Seninle yaşadığım her bir an benim için capcanlı, özlem, sevgi dolu. Seninle şehit yoldaşlarımıza dair yaptığımız sohbet dün gibi aklımda. Hatırlar mısın, bir gece Akademi’deki havuzun başında oturduğumuzda; “Görüyor musun Rotinda, gökyüzü yıldızlarla dolu. Annem bana ‘her insanın bir yıldızı var’ demişti. Şimdi ben de diyorum ki, şehit düşen her bir yoldaşım bir yıldızı temsil ediyor. Acaba ben de bir gün gökyüzünde bu simsiyah çarşafta sade küçük bir yıldız olabilmeyi başarabilecek miyim? Kim bilir sen de yıldızlara merdiven dayar bizleri görmeye gelirsin” demiştin. Şimdi anlıyorum ki, o en parlak yıldızlarımız olan Beritan’ın, Zilan’ın, Sema’nın, Şilan’ın, Nucan’ın, Viyanların ve yüzlerce yoldaşımızın yanında bir yıldızsın.
Seninle en son 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün kutlandığı gecede tartışmıştık. Uzun ve güzel bir tartışma olmuştu. Ülkeye gidişimin heyecanını hep birlikte yaşıyorduk. 9 Mart 1996 ayrılık günü gelip çatmıştı. Sana, “Bir daha benin gibi içten, senin gibi sevgi dolu yoldaşı nasıl bulacağım?” dediğimde, bana şunu demiştin; “Heval Rotinda, artık sen benim gibi yoldaşlar aramayacaksın. Öyle bir gelişeceksin ki insanlar seni arayacak, güçlü ol ve kendine güven.” O anda gözlerim yaşarmıştı. Senden ayrılmak bana zor gelmişti, halende zor geliyor. Ama biliyorum ki, Önder Apo’nun dediği gibi seni toprağa değil, yüreğime ektim. Yüreğim güzel, temiz yoldaşlığımızı her zaman capcanlı, sıcak tutu. Her zaman seni anıyorum ve anlatıyorum yoldaşlarıma.
Midyat Cezaevi’nde Kurde yoldaş için, “Ben O’nda özlemlerimi, yaşamak isteyip de yaşayamadığım güzellikleri, içimde var olup dışa vuramadığım özgürlük, rahatlık, arılık duygularını görüyorum; bu temelde yakınlık duyuyor ve seviyorum” demiştin. Aslında anlamlı, güzel yoldaşlıklarda her bir kadının anlatmak isteyip de anlatamadığı, duygularını ifadelendiremediği şeyleri sen bu satırlarınla ifadelendirmiştin. İlişkilerinde paylaşımı, içtenliği ve samimiyeti hep arar, bunu bulamazsan bir ilke olarak karşındaki bireyde bunu yaratırdın. Kadın özgürlük mücadelemize, olan güvenini de, “Benim varlık gerekçem, ben kadına, kadının özüne ve gücüne güveniyorum, bu yüzden başaracağına da inanıyorum” sözünle çok net ortaya koymuştun.
Güzel yoldaşım, 9 Ekim komplosu ardından “Güneşimizi Karartamazsınız” adıyla başlayan direniş eylemine, Midyat Cezaevi’nde Kurde yoldaş ile birlikte 23 Ekim’de kendinizi yakarak katılmanıza hiç şaşırmadım. Çünkü yaşamdaki duruşunuzla, Önder Apo’ya olan bağlığınız ve mücadele değerlerimizin yaratıcısı olan şehitlerimize olan inancınızla er ya da geç böyle bir eylemle uluslararası komplo ya cevap vereceğinizi biliyordum.
Canım yoldaşım, Önderliğimizle en iyi yoldaş olmanın arayışı ve mücadelesi içersinde olman ve kişiliğinle, duruşunla, yaşama ve değerlerimize olan bağlılığın nedeniyle 3. Olağanüstü Kadın Kongremizde Sana ve Kurde yoldaşımıza “Önderlik’le en iyi yoldaşlık” unvanı verildi.
Ben de diyorum ki, senin tabirinle yıldızlara merdiven dayamak misali sana ulaşmanın, senin izinden gitmenin heyecanını, coşkusunu her gün daha fazla yaşıyorum. Sizlere layık olmak için, sizlerin vasiyetini, her sözünüzü kendimize şiar, rehber edinecek ve yolunuzdan biran olsun şaşmayacağız.
Rotinda Engin
Erdal (Engin Sincer) Yoldaşın Anısına
Yoldaşım bu kez gecikmeli olarak sana mektup yazıyorum. Bilirsin ben oldum olası senin temponu yakalamakta hep zorlandım. Ancak bu kez mektubumun geç kalması benden kaynaklı değildir. Şartlar elvermedi.
Güzel yoldaşım senin aramızda ayrılışının 6. yıldönümünde halkımızın fedai savaşçı topluluğu olan ve seni kendine öncü bilen HPG’nin V. Konferansı’nı yapıyorduk.
Bilirsin toplantılarımızı güvenlikli yapmak için toplantı esnalarında dışarı çıkmak, yazılar yazıp göndermek mümkün olmuyor. Bu da mektubumu geciktirdi.
Konferans salonunda seni çok düşündüm. İçimizde olmanı isterdim. Ve bunu sadece ben istemezdim, seni seven ve senin yolunu takip eden onlarca arkadaşın da hazırdı. Botan’da, Mardin’de ve Kandil’de birlikte kaldığın yoldaşlar da vardı. Ve tabii ki Gabar’da birlikte kaldıkların da vardı.
Toplantıda bir ara senin sarf ettiğin “militan olması gerekenler militanlıklarının gereklerini yapmalıdır” sözün ortamda yankılanıyor. Duygusal bir ortam doğuyor. Birçok yoldaşın yüzü senin asılı duran resmine dönüyor. Kim bilir her yoldaşın derinliklerinde neler geçiyor. Herkes seninle olan anılarına dalıyor. Bir an dediğim gibi ortam adeta duruyor, donuyor, elektrikleniyor.
Senin duvara asılı resminin karşısında sana büyük komutanlık yapmış Adil Bilika yoldaşın büyükçe bir fotoğrafı da asılı. Onun biraz daha sağında ise tanrıçaların tanrıçası olan ve “Erdal yoldaş için Gabar’a gideceğim” diyen Nuda yoldaşın insanın içini ferahlatan gülümseyişle kocaman resmi duruyor. Biliyorsun Adil ve Nuda yoldaş HPG’nin tasfiyeciliğe karşı direnişin ve parti çizgisinin temsilinin sembolleri ve sana da ölümüne bağlı görkemli yoldaşlar…
Nuda yoldaşın da sağında divanın solunda komutanların komutanı, yoldaşların yoldaşı Agit yoldaşın dev bir portresi. Hani o şoreşi keleşi elinde, boylunca olan resmi.
Zikredilen sözlerinin yankıları neredeyse konferans delegelerinin tümünün salonda asılı bulunan fotoğraflara bakmalarına yol açıyor. Asıl olan ise seni aramalarıdır.
Ve güzel yoldaş seni düşünürken, tartışmalarımızın içeriklerine kayıyorum, tartışma üsluplarına, tavır ve davranışları da gözetmiyor değilim.
Yine bilirsin mücadelenin en zor ve baskıların dozajının arttığı bunun içinde zorlu ve kararlılık isteyen dönemlerinde, zayıf, kendisini hazırlamamış, mütereddit, bir arada iki derede kalanlar, bir gözü mücadelede bir gözü ise düzende olanlar yalpalanırlar. Ve tuhaf ama bu yalpalanmalarını mücadele ile izaha kalkışlar. Kendi korkularını, ürküntülerini, kararsızlıklarını, inançsızlıklarını, kaymalarını ve düşkünlüklerini hep mücadele ile anlatmaya çalışırlar. Ve bu beraberinde müthiş zorlanmaları yaratır. Didişme, çekişme derken parti içini kirletmeye başlarlar. Asli görevimiz vahşi, faşizan sınırlarda inmeyen bir düşmana karşı mücadele etmekken, bu inançsızlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz. Ve bu bizim enerjimizi çok fazladan harcıyor. Enerjilerimizi parçalıyor, dağıtıyor.
İşte güzel yoldaşım bu konferansımızda böylesine inançsızlarla uğraşma durumumuz olmadı. Bu tiplere 4. HPG konferansı’yla başlayıp PKK 10. Kongresi’yle netleşen militan duruşla yeterince cevap verilmiş ve tontonların arta kalanları da böylelikle tasfiye edilerek mücadelenin dışına atıldıkları için rahat tartışıyoruz. Hep yapılması gerekenleri tartışıyoruz. Hatalarımızı da tartışıyoruz ama asıl olan işin esasına dönük olandır.
Dediğim gibi sen de bilirsin, inançsızların, aküsü bitmiş olanların ve de düşkünlüklerini gerekçelendirenlerin olmadığı ortamlarda hep rahat tartışmalar yapılır. Ve rahat tartışma ortamlarında sağlanacak olan sadece ve sadece gelişmedir.
Mektubumu sonlandırırken konferansının kapanışında sana dönük Abbas yoldaşın yaptığı kısa değerlendirmeyi de buraya almak istiyorum.
“Konferansımızın geçtiği dönem içerisinde geçen süreçte büyük şehitler verdiğimiz günler vardı. HPG’nin büyük değerli komutanlarından, ARGK’nin de değerli komutanlarından Erdal yoldaşın şahadetinin altıncı yıldönümünü yaşadık. Mücadelemizde büyük, önemli yeri olan, katkısı olan bir kişilikti. Hem ARGK savaşçılığı, komutanlığı yaptı, hem de HPG 1 Haziran Atılımına, Hareketin ve HPG’nin hazırlık sürecine öncülük eden bir konumdaydı. Büyük bir istek ve coşkuyla bu çabayı yürütüyordu. Böyle bir çalışma içerisinde 2003’ün 17 Ağustosu’nda talihsizce bir sonuçla karşılaştık. 1 Haziran Atılımımız ve onun beş yıllık kazanımları bir yerde Erdal arkadaşın anısına geliştirilen bir mücadele ve direniş oldu. Bu yoldaşımızın anısını böyle ele aldık, değerlendirdik. HPG’nin Apocu çizgide ve savaş içerisinde yeniden yapılanıp sistem kazanmasını ve gericiliği parçalayan, yeni arayışlara yönelten pratik sonuçları ortaya çıkartmayı sağladık. Bu büyük yoldaşın anısına tüm HPG komutası, savaşçı gücü olarak böyle cevap verdik. 5. konferansımız da bu cevap vermenin de en yüksek, yüce tutumu oluyor. “
Evet, güzel yoldaşım senin ve senin uğrunda can verdiğin bu ülke evlatlarının anılarına layık olabilmek için inadına inadına bu mücadeleyi daha da gürleştirerek yürüteceğimize dair size ve cefakâr halkımıza, ezilen halklara olan sözümüzü tarihin huzurunda yineliyoruz.
Kasım Engin
Zilan (Zeynep Kınacı) Yoldaşın Anısına
Kızıl renkler içinde sundun bizlere... Dokunduğumuz her şey sendin. Aldığımız her nefes ‘SEN’ kokuyordu. Güçlü ve büyük görünüyordun. Bin yıllarca estin Mezopotamya topraklarında. Sen estikçe kurudu topraklar, sen estikçe kurudu her şey. Sevgiyi, umudu, inancı ve hatta insanları sonsuz uçurumlara verdin. Güzelliklerin tümünü fırtınalarına katıp ulaşamayacağımız yerlere götürdün. Hiçbir çocuk görmesin diye fırtınalarında gizledin umudu.
Nefesin kurutmakta bu toprakları. Kıraçlaşmış, çoraklaşmış artık toprağım... İnsan yüzü ile toprağın yüzü aynıdır, umutsuz çatlaklıklarında kederler birikmiş, kısır.
Sen estikçe buz kesiyor her şey, üşütüyor. Güçlü ve büyük görünüyorsun!
Güçlü ve büyük görünüyorsun görünmesine de ama aslında öyle değilsin. Hep sonbahar esecek ve doğa tümden beyaz ölümlere teslim olacak. Bahar gelince umut yağmayacak, toprak yeşermeyecek sanıyorsun.
Umut bir hayal mi sandın bizlerde?
Umut bizde büyük ütopyaları ve arayışları yaratma gücünü geliştirmektir. Bir yürekten bir yüreğe, sönmüş ateşleri kor ateşe boğma, en zor anda yaşam ışığını görebilme, yani yürekten yüreğe umut taşıyıcısı olma ve bunun gerçekleştirici gücü olan senin bütün kasırgalarına karşı koyan umut yolcusu…
Ela gözlü, siyah saçlı bir kadın.
Adını, adını nasıl bilmezsin, senin kasırgalarını yerle bir eden ve senin donduğun beton dünyayı yıkıp kendini var eden, Mezopotamya topraklarında ölümü öldüren, insanlığın tarihine 20. yüzyılda umudun, özgürlüğün, aşkın ve zaferin tanrıçası olan toprak ananın bağrında yaşamı yeşerten Zilan’ı nasıl tanımazsın! Adı ZİLAN.
Sen kendini tüketmektesin. Artık bilmelisin ki bu toprakların insanları sana boyun eğmeyecek. Görüyorsun senden yaratıyorlar yaşamı. Sen küçülüyorsun, Zilanlar çoğaldıkça. Sen küçülüyorsun Zilan’ın parçaları bütünleştikçe, sen küçüldükçe ülkem yeşeriyor. Kan kızıl gelinciği ve güneş misali gülen papatyayı görüyor musun? Bizden aldığını sandığın o yürekler var ya, bizler o yüreklerimizi toprağa, kanla sulanan kıraç topraklara gömdük. Bak kızıllar içinde sana sunuyoruz yaşamı.
Ey ÖLÜM; Sen tüken artık, senden yarattıkça yaşamı, sen tükendin... Nice yürekler var daha toprağa ekilecek, sanma ki savaşımız bitti. Bitmedi, devam ediyor tutkuyla. Zilan’ın dört bir yana dağılan saçları birleşene dek bu savaş devam edecektir. Dinliyor musun, nasıl da çarpıyor yüreğim. Bu topraklarda artık yaşam rüzgarı esiyor, senin kasırgalarına karşı.
Yaşam nüvesi olan her şey 30 Haziran’la büyüyor. Tüm güzellikler 30 Haziran’la yeniden yaşama, yeniden sevgiye duruyor. Utancından mı kapatmışsın gözlerini? Aç gözlerini, bak yemyeşil olmuş ülkem. Kahrolduğunu bilmekteyim, aç kulaklarını ve Mezopotamya’da esen özgürlük rüzgârının sesini dinle ve çocukların gülüşlerini, umudun sesini dinle. Nasıl da şenlenmiş Mezopotamya 30 Haziran’la.
Hissedebiliyor musun?
O kadın ki, büyük bilgeden öğrenmişti özgürlük tutkusunu ve yaşam aşkını. Hem de beynine sınırlar çizdiğin, yüreğine prangalar vurduğun kadın. Onun için ne söylense az, ne anlatılsa eksik kalır, ne yazılsa yarım kalır.
Zilan bir memlekettir.
Gecenin son saatlerine yol alan bir yaşam hikâyesidir.
Esen rüzgarda, yağan karda, ağlayan yağmurda karanlıkları aydınlatan ve ısıveren güneşte, doğanın sade yeşilliğinde ve ateşin alevlerinde dalgalanan saçlarını ve gülen gözlerini görmek isterim bu bahar.
* Şehit Bermal Kardelen arkadaşın güncesinden…