Büyük Komutan Enveri Omyanisi (Ahmet Tekme) Yoldaş Anısına
Kürdistanlı olup ta bu topraklardan uzak yaşamak olur mu? Tarihin derinliklerinden süzülerek gelen bu toprakların insanları hep biraz da buralara bağlı yaşamasını bilmiştir. Hani var ya “kuş uçmaz, kervan geçmez” diye memleketler, öyledir Kürdistan diye tabir edilen topraklar.
Botan ülkesi genelde böyle olmakla birlikte Botan’da Besta bir daha fazla bu böyledir. Adeta dağların rahmine çekilerek, bu olup biten her şeyden uzaklarda yaşamak, bu medeniyet denen dişi dökülmüş canavarın kirinden pasından ırak kalmakta demektir. Öyle ki hep biraz da kendi kendine yetinen bir kültürleşmeyle ayakta kalma direnişinin de ötesinde, bir yaşam geleneği yaratarak, biraz da tarihin özgün yerleşikleri olarak yer almak, bura insanının özelliğidir.
Besta öyle bir yerdir ki, kuzeyi Herekol’la örülü, doğusu Kato’larla çevrili, güneyi Kela Memeyle surlu, batısı ise Çela Nimeja silsilesiyle dört tarafı çepeçevre dağlarla nakış edilmiş bir mekândır. Buna bir de Besta’nın göbeğinden akan Hezil'i katın, mavi-yeşilimsi suyuyla Avyan çayını ekleyin, Geli Tırşine de Kela Meme eteklerinde tüm şiddetliyle akan suya Besta’nın daha kuzeyinde bulunan Besta Blucina'yla Çalan çayların yanı sıra isimlerini vermekte zorlanacağımız birçok su dere yataklarını sayabilirsiniz. İsterseniz Piro dağının labirentli çıkıntılarına çıkarak yukarılarda Besta “ovasına” bakın, göreceğiniz tümden bir su cennetidir. Olurda ikna olmazsanız, o zaman çıkın Serki Deryana ve yahut Serki Mehemede Uso'ya orada Kani Gundikte ve Deryan köyünde bir bardak su içerken Besta'ya bakın. Diyeceksiniz ki bu kadarı başka yerde de vardır. O zaman deriz ki çıkın Kaplan’a, çıkın Gıre Meşe’ye, çıkın Serki Hiryana, çıkın Gıre Eşet'e, çıkın Gıre Sevo'ya, çıkın Mergumar'a, Mevişke'ye eğer halen ikna değilseniz gidin çıkın Kor Kandile-yani Bedirxanların-direniş kalesine.
Evet, Besta bir su cennetidir. Bunun yanı sıra da kendilerini zulmün şerinden korumak isteyenlerinde memleketidir. Mehre de kayalıklara oyulmuş yaşam mağaralarının yanında, daha yüksekte dağa işlenmiş Kiliseyi gördüğünüz de, insanların yaşamak ve inançlarını korumak amacıyla neleri göze aldıklarını göreceksiniz.
Evet, Besta gizlenenlerin yurdudur. Direnişçilerin yeridir. Egemenlerin hükmünden kaçanların diyarı ve mekânıdır. Boynu bükük yaşamak istemeyenlerin de yurdudur buralar. Başı dik ve onurlu yaşamak isteyenlerin ve tabii ki kendi kimliklerini koruyarak yaşayanlarında yeridir.
Sorun sadece işgalcilere karşı bir direniş geleneği yaratmanın da ilerisinde, her türlü baskıya ve egemenlerin hükmetmesine karşı başkaldırış ve boynunu bükmeme gerçekliğidir.
Kürdistan tarihinde belki de direnişlerin kesintisiz olarak sürdüğü yerlerin başında Botan gelir. Mezra Botan diye tarihe geçen bu direniş kaleleri, aşiret yapılanmalarına geçişle birlikte hep dış işgalci ve istilacılara karşı ayakta kalma direnişleriyle de anılırlar. Belki de Biz Kürtler açısından en eski olan belgelerinden biri “On Binlerin Dönüşü” yani “Anabasis”’tir.
Anabasis kitabında Ortadoğu ya, Dariyus'un kardeşinin peşine paralı askerler olarak takılan yunan askerleri, esas olarak Dariyus'u devirerek onun kardeşini iktidarın başına getirmek isterler. Ancak talihleri iyi gitmez ve çok kötü bir şekilde Dariyus gelenleri yener ve teslim olmalarını ister. Yunanlar teslim olmazlar ancak askeri bir kurnazlık ustalığıyla geceden kamp ateşleri yakarak ve karşıdaki düşmanlarını da “kamptalar” süsü vererek oradan gece yarısı kaçıp giderler. Hedefleri kendi memleketleridir. Yani Yunanistan’dır.
Yola çıkarlar. Yol bilen yoktur. Kürdistan ovasında sert ve yüksek Kürdistan dağlarına yaklaştıklarında onlara, yerliler “buraya-yani Medya topraklarına-gidenler geri dönmemiştir” derler. Yunanlar gitmek zorundadırlar, çünkü başka gidecekleri yer yoktur. Ya Dariyus’a teslim olacaklar ya da ileriye doğru adım atacaklar.
Anabasis’te anlatılan-kitaba göre-bir haftalık Botan yolculuğudur. Önceleri buraların yerleşik ve yerlileri gelen yabancılarla direk geçmeleri için görüşürler ve gereken kolaylığı sağlarlar. Ne zaman ki gelen “misafirler” köy yakmaya başlarlar burada yaşayan-kitaba göre-Kalderler-bize göre Kürtlerin ataları kendilerine has direniş tarzlarını geliştirirler.
Bu direniş ölümüne de olsa işgalcilere ve yabancılara boyun eğmeden mücadele etmektir. Pusular atarak, düşmanın kuyruğundan tutarak, yollarına taşlar yığarak, daracık geçitleri geçerlerken başlarına kayalarla saldırarak ve ayrıca geçiş hatlarını boşaltarak, aç bırakarak ve susuz bırakarak art niyetli yabancıları perişan ederler. Lafı uzatmadan yabancılar bir haftalık zaman diliminde bu coğrafyayı aşarak Ermenilerin topraklarına geçerler, yani Botan suyunu aşarak kendilerini güvene alırlar. İşte en son hamleleri olacak Botan suyunu geçmeden geçecekleri yer Besta'dır. Herekol'dur, Katolardır. Hani var ya meşhur kavramlaştırmayla; “lanetli” dağlar.
Ama yaşadıkları korku ve ruh tedirginliği onlara fazladan yetmişe benziyor. Bugün dahi Anabasis’i okuduğunuzda bunu his edersiniz.
İşte yabancılara tarihin kaçıncı İsa’dan önceki yüzyılında da Kürtler hep direnmişlerdir. Özelde Botan denilen bu topraklarda direniş kesintisiz hep sürmüştür. Denile bilir ki; Kürdistan tarihinde zapt u rapt altına alınmayan ve alındığında da hep düşmanlarına zorluklar çıkarmış toprak parçası Botan’dır.
Tüm bu gerçeklikleri değerlendirdiğimizde, buralı insanların daha dik başlı ve onurlu olmalarına yol açmasının yanı sıra daha fazla yetenekli ve inisiyatifli gelişmelerine yol açıyor. Daha kararlı ve keskin oluyor. Girişken oluyor. Pısırıklık yoktur. Hep bir canlılık ve hareketlik ve dinamizm vardır. Kendi ağası kendisidir. Bu oldukça sert bir kişilik yapılanmasına yol açıyor. Özelde sosyal olarak dağların içlerine çekilerek, “uygarlıktan” uzak olmak, hatta isteyerek bunu yaşamak gerçekliğine, buralarda ki dağların sarplığı, ulaşılmazlığı, yaşam koşullarının zorluğuyla birleşince, yaşama karşı direnişçi ve inatçı ve tavizsiz bir kişilik yapılanması yaratıyor.
Botan Kürdistan tarihinde düşmanlara her zaman uzak kalan bir saha olmuştur. Tersten ele alacak olur isek düşmana karşı direnişin sönmeyen kalesidir Botan.
Kürdistan topraklarının düşman tarafından en son fethedilen parçalarıdır buralar. Öyle olunca Kürtlüğünde en derin yaşandığı sahalar olması yadırganamaz. Düşmanın tüm hışmına rağmen buralar Kürtlüğün atan atardamarlarıdır. Botan daha doğrusu. Mezra Botan hep kendi kendine yeten, kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalan bir halkın toprağına verilen addır.
Mezra Botan bunun için tarihinde düşmanlarının dikkatini ve öfkesini üzerine çekmiştir. Botan, a gelip hükmetmek isteyenler öncelikle kendi kendini idare eden yaşam tarzını, tek başına ayakta kalan bu halkın ayakta kalışını yok etmeye çalışmışlardır.
Mezra Botanlılar coğrafik koşulların ağırlığı, düşmanlarının onları çepeçevre kuşatmaları ve dünyayla bağlarını koparmalarından dolayı birazda setleşerek büyümüşlerdir. Birazda her şeye yetecek yetenekle donatılarak büyümüşlerdir onlar. Doğal olarak yaşamın en ağırına cevaplar üreterek, çözerek, yaşam yollarını çizmişlerdir.
Tüm bu gerçeklikleri değerlendirdiğimizde, buralı insanların daha dik başlı ve onurlu olmalarına yol açmasının yanı sıra daha fazla yetenekli ve inisiyatifli gelişmelerine yol açıyor. Daha kararlı ve keskin oluyor. Girişken oluyor. Pısırıklık yoktur. Hep bir canlılık ve hareketlik ve dinamizm vardır. Kendi ağası kendisidir. Bu oldukça sert bir kişilik yapılanmasına yol açıyor. Özelde sosyal olarak dağların içlerine çekilerek, sosyallite den uzak olmak, hatta isteyerek bunu yaşamak gerçekliğine, buralarda ki dağların sarplığı, ulaşılmazlığı, yaşam koşullarının zorluğuyla birleşince, yaşama karşı direnişçi ve inatçı ve tavizsiz bir kişilik yapılanması yaratıyor.
Ahmet Tekme çok ilginç bir birleşimi olan Omyanis köyünde dünyaya gelecektir. Bu köyde bir kısım Şırnaklı bir kısım guyi iç içe yaşamaktadır.
Başka ilginçlikte ne kadar doğrudur bilinmez ama-lakin somut veriler açıktır-Omyanis isminin yunanlarda kalmasıdır. Büyük İskender Ortadoğu’yu işgale gelirken büyük bir hızla her yeri fethi edecektir. Kürdistan’ın güneyini bizatihi kendisi ele geçirirken, Kürdistan’ının derinliklerini ise İskender’in ölümünden sonra onun imparatorluğunu kendi aralarında bölüşen dört komutanından biri olan Seleifkones Kürdistan’a yaklaşık iki yüzyıl hükmedecektir. İşte bu süreçte Kürdistan’ın birçok yerinde yerleşim merkezi isimlerinin birçoğuna “is, ke, nus, mus, yan” gibi ekler ekleneceklerdir. Birçok tarihçi ise bu ekleri Ermenilere bağlayacaktır. Ancak asıl olan bu toprakların bu şekliyle de olsa renga renk bir mozaik oluşturmasıdır. Örneğin gunde Mehre bir Süryani köyü olup Hıristiyan’dır. Ve Besta’nın göbeğinde Müslümanlarla kardeşçe yaşayacaklardır. İşte bu Kürtlerin tarihi süreç içerisinde süzülerek gelen hoşgörü kültürüyle bağlantılıdır.
Ahmet Tekme işte böylesine bir ortamın içerisinde olarak dünyaya gelecek ve büyüyecektir. O bir taraftan düşmana hiçbir gün boyun eğmeyen bir karakteri kendisine ekerken, diğer taraftan ise hoşgörünün zirvesini yaşayarak halklar arası kardeşliği öğrenecektir.
O ağırlıklı olarak hayvancılıkla geçinen bir aileye sahip olsa da tarıma ve bahçeciliğe de yabancı değildirler. Ailesi yörede sakin, kendi halinde ancak kendi emeğiyle geçinen temiz insanlar olarakta bilinir. O dünyaya evin ikinci evladı olarak gelse de, Kürdistan şartlarında erkeğin dominant olmasından kaynaklı o bir nevi evin büyüğüdür. Ailenin büyüğü olmak genel anlamda erkenden insana sorumluluklar yüklemektedir. Toplumun dayatıcılığından dolayı erkenden evlenecektir. Ahmet arkadaşta erkende sorumluluklarla tanışacak ve hızla olgunlaşacaktır. Çevresinde serbest ve rahat büyüyen bir gençtir. Sevilendir. Sayılandır. Güleçliğiyle cazip ve etkileyen bir kişiliktir. Mütevazıdır. Yumuşak başlıdır. Bu özellikleri gelecekte yer alacağı devrim saflarında daha belirginlik kazanacaktır.
Kürdistan Özgürlük Hareketi Botan’a yöneldiğinde ilk gidecekleri yerlerden birisi de Besta olacaktır. Besta da ise ilk gidilen yerlerin başında ise Omyanis gelecektir. 1983 de gerilla Botan’a açıldığında o onlarla erken tanışacaktır. Haşır neşir olacaktır. Belki de toplumsal arka perdesi bu kadar direnişle örülmüş olan bir karakter yapısının genlerinde vardır egemenlere karşı muhalif olmak. Bundandır ki hangi Kürt örgütü ya da devrimci örgüt alana gelirse gelsin ilk elden bunlarla ilişkilenecek olan Omyanis'tir.
Büyük komutanlarımızdan Mahsum Korkmaz başta olmak üzere Erdal, Bedran, Abbas arkadaşlar hepsi buralardan geçecek ve kalacaklardır. Köyü etkileyen gerillalara yörenin erken katılımları da bu alandan ve bu köyden olacaktır. 1984 yılında 15 ağustos eylemi öncesi Ahmet Rapo, Xwunrej ve Edip arkadaşlar katılacak ve katılımların önü açılacaktır. Ayrıca, onlarca milis düzeyinde insan dağa çıkacak ve dağda yıllarca kalacaklardır. Çünkü düşman henüz 1984–85 yılından sert yönelerek ta o dönemlerde birçok evi yerle bir edecektir. Böyle ailelerden birisi Haşim ailesidir. Dört kardeş-ki çoğu evlidir-düşman baskınlarından dağa çıkacaklardır ve yıllarca gerillacılık yapacaklardır. Yine onlarca genç katılacaktır. Bunlar; Ahmet Rapo, (sonra da kardeşi de katılacak aynı ismi alacaktır) -Edip, Xwunrej, Avdullah, Agit, Emin, Hogir, Mehmet Ali, Hazım, Xelil ve bacası, Şivan, Eşref her iki Enver-yani Ahmet Tekme ile sonra da katılan kardeşi ile yeğeni-ve burada ismini sayamadığımız birçok genç en aktif ve erken zamanlarda dağa özgürlük dağlarına çıkacak ve özgürlük türküsünü hiç kimse söylemeye cesaret etmezken onlar söyleyecek ve halkımızın bağrında bayraklaşacaklardır.
Ahmet Tekme yoldaşta 1985 yılının kışında katılacak ve Şiyar ismini alacaktır. Sonra da O ilk eğitimini aynı yılın kışında Çiyaye Spi’nin Geli Haruna’sında 60 yoldaşıyla görecektir. O zaman o ilk devrelerde yer alan kimi yoldaşın ismi; Pılıng-Kıçi–1998 yılında Gevaş’ta, Ferhan-Hole–1992 Avyan karakolunda, Welat-Gırek, Cemil-Deşta Lala-komployla, Agit-Omyanis-Çukurca 1989, Emin-Omyanis–1992 Besta da şehit düşeceklerdir. Şahine Gırek'e, Zeydin Omyanis ve başka yoldaşlarda bu eğitimde yer alacaklardır.
Eğitim devresinin sorumlusu sonra dan işbirlikçilerce tutsak iken kaybedilerek katledilen Cemal Zedayi yoldaştır. O dönemlerde teorik eğitim olarak; Kürdistan tarihi, yurtseverlik, Parti Tarihi, Sosyalizm ve Parti Tüzüğü verilecektir. Askeri eğitim olarak silah kullanımı ve gerillanın eylem taktikleri öğretilecektir.
O devrede hem teorik hem de askeri derslerde en etkin katılan odur. O evde daha rahat büyüdüğü için rahat kalkıp konuşacak, önceden iyi bir silah kullanıcısı olduğu için öne çıkacaktır. Ve devre sonunda herkese ağır silah verilmezken o BKC’ yi kaldırarak ilgi odağı olduğunu gösterecektir. Size tuhaf gelebilir ama özgürlük hareketi saflarında silahlı mücadelenin başlangıç yıllarında ağır silahlar en sağlam olan ve en öne çıkanlara yani komutanlara verilirdi. İşte Enver arkadaş henüz devreden yeni çıkarken böyle bir sağlamlık gösterecektir. Yine verilen okuma yazma kursundan en erkenden sivrilen odur. Yıllar sonra göreceğiz ki o sol eliyle yazacak, sol eliyle nişan alacaktır. Özcesi solaktır.
1985 yıllında IKP-Irak Komünist Partisiyle-çıkan çatışmalardan dolayı Çiya Spi terk edilerek Zap’a gideceklerdir. Ki o zaman IKP Hezil suyunu geçmek isteyen bir grup yoldaşımıza komplo kurarak katledecek ve gergin ve çatışmalı bir ortama zemin hazırlayacaklardır.
Zap alanında-bugün Zeve ya da Lak 1 diye bilinen alana geldiklerinde-onları Abbas arkadaş karşılayacak ve 60 arkadaşa-toplantı yapacaktır. Türkçe konuştuğu için ve yeni savaşçı devresini bitirenlerin ağırlıklı olarak Botan'lı olmalarından dolayı çok az arkadaş ne söylendiğini anlayacaktır. Ancak buna rağmen herkes yapılan konuşmanın IKP, yeni süreç ve düzenlemeye dönük olduğunu anlayacaktır.
Bu düzenlemede Enver yoldaş Abbas arkadaşla Lolan’a geçecek ve yaz ortasında Sadun-yani bilinç düzeyiyle büyük bir ayaklı kütüphane olan İsmet Doğru arkadaşın-komutasında Haftanin’e gelecektir.
İsmet Doğru yoldaşın sonradan kaleme alacağı Bager adlı yazısı devrim saflarına katılımda epey etki yapacaktır. Çünkü öyle bir olay ki kimsenin unutamayacağı bir olayı yazısında anlatacak. O bir grup arkadaşla Zagrosları geçerken donacak, arkadaşlar onu karın altına mecburen bırakacaklar-sonra da almak üzere saklayacaklar-ancak bir müddet sonra almaya geldiklerinde sağ olduğunu göreceklerdir ve onu kurtaracaktırlar.
O dönemlerde KDP ile de ilişkiler özelde Lolan'daki komplocu yaklaşımları ve TC’yle olan ilişkilerinden dolayı iyi değildir. Zaten Saddam’la kanlı bıçaklı bir durum vardır. Terörist Türkiye devletini söylemeye gerek, yoktur. Bu durumdan dolayı adeta arkadaşlar sınırın sıfır noktasında kalarak çalışmalarını yürüteceklerdir. Sınat gibi, Nizor gibi sınır hatlarında kalarak geleceğin dinamik gücünün temelleri atılacaktır.
Lolan'dan Haftanin’e gelen Enver yoldaş aynı yıl Botan’a geçecektir. Büyük komutanları olarak; Bedran-Mehmet Sevgat-, Agit-Mahsum Korkmaz-Şiyar Munzur-Kazım Kulu ve Erdal-Mustafa Yöndem-yoldaşları bundan sonra tanıyacak ve Botan da başta Besta olmak üzere, Pervari, Zozanlar, Çatakta çalışmalara katılacaktır.
Enver arkadaşın yürüyüşü bulunduğu alanlarda meşhurdur. O yürüyüşe kalktığında bir rüzgâr kalkar gibidir. O Bestalıdır, bunun için araziye muazzam hakimdir. Belki bu özelliğinden dolayı ilk günden başlayarak hep önde yer alacaktır. Hele hele yeni bir alana gelinmişse burada araziyi iyi tanıyanlar daha fazla rol alacaktır. Şu unutulmamalıdır; işleyen demir pas tutmaz derler. İnsan içinde bu böyledir. İnsan işletildikçe, o insanın içerisinde bulunan cevher açığa çıkacak ve o umulmayacak pratikler sergileyerek tarihe dipnot düşecektir.
Enver henüz yenidir ancak hızla komutanlaşacaktır. Sevecenliği, ince esprisiyle sevilen biri olmasını bilecektir. Güleçliği, çalışkanlığı ile yeniye açık olması onu her zaman büyük kılacaktır. Birde Enver diyince bireysel cesaretin en öndesi akla gelecektir.
O bir insan sevdalısıdır. Duygusaldır. Dokunaklıdır. İncedir. İnsanı kolay kolay kırmayan biridir. Bundan olmalıdır ki bir gün Bedri Evrak (1992 yılında bölük komutanıdır) Uludere de bulunan Böceh askeri tepesine yapılan saldırıda tepeyi düştükten sonra yaralı bir askerin attığı kör kurşunla kafasına isabet alarak şehit düşecektir. Bir gün Enver arkadaş görevden geç döndüğünde ve uzun uzadıya uzanınca gizliden-Enver yatmışken-ayağına bir iplik bağlayarak onu ağaca bağlayacaktır. Sabah olduğunda da “yönetimler bizi kontrol etmek ve denetlemekle görevlidir, bizde-yapı-komutanlarını denetlememiz gerekiyor” diyerek Enver arkadaşa karşı yaptığı espriyi savunacaktır. Böylesi esprilerin yapılabilmesi için size-sizin komutanınız-buna izin vermelidir, ya da o komutanın alçak gönüllü ve sevecen yaklaşımlarından cesaret alarak bunu yapabilmelisiniz. İşte Enver yoldaş bu sevecen olan insandır.
1986 yılında Çemke Talo köyüne 60 asker gelip yerleşecektir. Üç koldan girilecektir, birde tepe kolu vardır. Tepeye Enver gidecek ve tepeyi düşürecektir. Köye yerleşen askerleri arkadaşlar vuracak ancak hızla köyün içine kaçarak bir kısmı kendilerini kurtaracaklardır. Bu eylemde Hole-Kaleli Azat ve Xoşnav, Pılıng Kıçi, Sait Serdale arkadaşlarda vardır. Sait, Azat ve Xoşnav yoldaşlar Orhan arkadaşla birlikte Uludere’nin en azılı çeteleri tarafından Babat'larca komployla sonraları şehit edileceklerdir.
Aynı yıl alanın en azılı devlet ajanı olan Amoye Biryaneyi arkadaşlar cezalandırmak için gideceklerdir. Bu öyle bir ajandır ki bizim bir milisimizi vahşice kafasını keserek katledecek ve sonrada başını düşmana teslim edecektir.
Şu bir gerçektir ki; eğer Kürdistan da bir alanda milis örgütlülüğü yaratılamamışsa gerilla hep zorlanmıştır. Hani vardır ya “balıkla deniz misali” gerilla balık, halk deniz ise, miliste kocaman denizde yol gösterendir. Bundandır ki mücadelenin önemli gelişme kayıt ettiği yıllarda terörist Türkiye devletinin ilk faşistçe yöneldiği kesim milislere olmuştur, ileri düzeyde yurtseverlere olmuştur. 1993–1994 yıllarındaki Hizbul-Kontra hareketinin faşizan ve vahşet dolu saldırıları hep bu halkın bağrından çıkmış en fedakâr, en cesaretli, en seçkin ve en dürüst insanlarına olmuştur. Bunlarda ağırlıklı olarak gerillanın göz bebeği olan yurtsever ve milislerdir.
Milis gerillanın gözü kulağıdır, yol gösterendir, o öncüdür, o kuryedir, o gerillaya lazım olacak erzakı getirendir, gözetleyicidir, o düşmana ilişkin bilgi getirendir ve o gerektiğinde düşmana karşı en ön saflarda eylemlerde yer alan biridir. Faşist devlet çok erkenden bize milislik yapan insanlarımıza yönelerek balığı sudan bunun için koparmak isteyecektir.
Bu milisimizi katleden ajanı vurmak için köye girerler, bir grup yol keser diğer grupta eve yönelir. Evde devletin örgütlediği ajanların bir toplantısı da yapılmaktadır. Arkadaşlar bombalarla vurarak ve de tarayarak eylemi yaparlar. O hengâmede içeri girip bir kleş, üç telsiz ve iki telefon ile birçok daha malzeme alıp gelirler. Geri döndüklerinde Bedran yoldaş düşmanın yazılı dokümanları olabilir ihtimalliyle arkadaşları tekrar gönderir. Her taraf daha toz dumandır. Eve tekrar yönelirler. Eve girdiklerinde Amoye Biryane ölmemiş kendisini gizlemiştir.
Sonradan Mayıs 1988 yılında en azılı olan ajanlardan Amoye Biryani’yi ve yanında bulunan diğer iki ajanı Adil Aslan Baran yoldaş vuracaktır. O dönemler bu o alanda yer sarsıntısına yol açacaktı. Kimsenin Amo Biryani gibi birisine kış diyemediği bir yerde Baran arkadaş halk adına onu ve onun gibilerini meydanlarda halkın gözü önünde infaz edecektir. Bu halkta müthiş bir moral ve motivasyon yaratacaktır. Biz o zaman bu olayı BBC radyosunda Çırav da dinleyecektik. Ve bu eylemle PKK’nin bir ilkesi daha uygulanmış olacaktı oda; ihanet hiçbir zaman cezasız kalmayacaktır ilkesidir.
Materyalleri ararken kargaşa çıkar. Enver bu kargaşada kleşini kullanacak kendi arkadaşı olan komutan Selime Guyina kazaen 7 mermiyle vuracaktır. O tarama da elini kaldırmadığı için mermiler taramada Selimi vuracaktır. Selim arkadaş ona “sen ne yaptın” diyecek, Enver de “ben seni şehit ettim” dedikten sonra bağıracaktır.
Selim arkadaş ağır yaralıdır. Birde buna dev cüssesini ekleyin onun kaldırılması çok zor olmaktadır. Ayrıca o dönem birçok eylemde en önde yer alan biri olduğu için herkes daralacak ve üzülecektir. Onu-yani Selim arkadaşı-ancak üç hafta içinde Sınata getireceklerdir. Yolda Emin Omyanis’i yoldaşı yılan sokacak Dr. Baran yoldaşta ellinde ki imkânlarla Selim arkadaşı iyileştirmeye ve düşmesini engellemeye çalışacaktır.
Enver üzgündür, yıkılmıştır. O bir yoldaşını kazayla vurmuştur. Konuşmamaktadır. Utanmaktadır. Arkadaşlar ne düşüneceklerdir. Bir gün Selim arkadaş onu çağıracak ve ona “düşman yıllardır bana bir mermi vuramadı sen tam yedi mermi vurdun sana, helal olsun” diye takıldıktan sonra “üzme canını bilinçli olmamıştır, kazadır bu. Ve eğer ben şehit düşecek olursam sen benim silahımı, tabancamı ve rahtımı alırsın” diyerek teselli etmeye çalışacaktır.
Komutanlaşmasının önemli mertebelerinde biri bu olay olacaktır. O bundan sonra hep pür dikkat kesilecek ve duyarlı olacaktır.
Yine Gundik ile Biryan arasında Kron mıntıkasında arkadaşlar düşmana pusu atacak ve beş askeri vuracaklardır. Düşman müdahale ettiğinden dolayı düşmanın üzerine gidemeyeceklerdir. Pusu kol komutanı Enver yoldaştır. Tuhaf olan sonradan köylülere” devlet bizi kandırdı, birkaç çocuğu vurmaya gelmiştik, bunlar çocuk değil, ciddi ciddi bizi vuruyorlar” diyecek olan bir subaydı.
1988 yılında Besta, Cudi, Garisa ve Gabar güçlerinin katılacağı bir toplantı için Bestaya geleceğiz. 1988 yılında büyük Şiyar Bestaya gelince o Enver ismini alarak yeni bir sayfa açacaktır. Ben Enver arkadaşı ilk kez burada göreceğim. Onu burada kısmen tanıyacağım. O artık etkili bir komutan olarak, cesareti ve sevecenliğiyle biliniyor. Bende esprisi, mütavizi ve güleçliğiyle burada tanıyacağım.
Tarihe not düşmek açısından o zaman burada; Mahire Zer-önderlik sahasında yeni görevli gelmişti-Serbeste Kıçi, Fadıle Deşta Lala, Saidi Guyina, Yaşare Evrake, Yusuf ve Erdale Nıheki-ki Erdale Nıhoki önderlik yakalandığında kalp krizi geçirerek şehit düşecektir.
Biz yaklaşık yüz arkadaş bir araya gelmişiz. Epey burada kalıyoruz. Yaklaşık 15 gün. Düşman fark ediyor, bilgi alıyor. Üzerimize geliyor. Biz o zaman Gıre Heliz’deyiz. Gabara geçeceğiz. Ancak Gıre Xane ve civarlarında çıkan çatışmada altı asker, bir astsubay ve birde çavuş öldürülecek. Bizde bir kayıp yok. Basın genişçe bu olayı işleyecektir. Ki bu çatışmalarda o yani Enver önemli rol oynayacaktır. Sonradan gelişen çatışma kültürünün bu olaydan etkilenerek geliştiğini söylemek çokta yanlış olmayacak herhalde. Gündüz süren çatışmada kayıp yok, yaralı yok bu öz güvene yol açacak. Ancak gerilla gündüz çatışan bir güç değildir, gerilla gizli eylem koyup geri çekilen bir güçtür. Ancak insan öyle bir yaratıktır ki gözüyle gördüğüne inanır. Bu gündüz çatışmasındaki başarı kimi arkadaşta gelecekte bir tarz olarak şekillenecek ve bize epey kaybettirecektir. O dönemlerde dahi Cuma arkadaş bu gündüz çatışma tarzını yoğun eleştirecektir.
Enver yoldaş 88–89 kışını Besta da geçirecektir. Orada sorumlu olarak Şiyar Munzur, Hayri-sonrada çığ altında kalarak şehit düşen PKK merkez üyesi Sinane Sor vardır. Newrozu kutlamak için erkenden Newroz öncesi kampları arkadaşlar terk edecek ve üç ayrı yere ateş yakarak ve düşmanın müdahalesini de bekleyerek yollara mayınlar döşenecektir. O zaman bu mayınlardan bir tanesini döşeyecek olan Enver yoldaş olacaktır. Düşman ateşleri söndürmek için geldiğinde mayınlar onlarda patlayacak ve çok sayıda asker ölecektir.
Aynı kış düşmanın üç timi o kışın ortasında gelip Çalan köyüne yerleşecektir. Köy boştur. Ancak düşman yağan yoğun yağmurdan dolayı evlere üşüşecektir. Arkadaşlar-ki bir saldırı komutanı yine Enver yoldaştır-bu üç time yöneleceklerdir. İki timi tasfiye ederlerken bir diğer tim kaçmayı başaracaktır. Sonradan ama çok sonradan buraya ait arazide hayvanlarını otlatan Abdul Celil ismindeki bir köylü gelip askerlerin geride bıraktıkları kimi kanlı çadır madırlarını alarak evine götürecek ve düşman başka bir seferde operasyonda bu kanlı malzemeleri görecek ve bu fakir köylüyü alıp yıllarca zindanlarda tutacaktır.
Başka bir zaman da Sergazeya kömür ocağında alınan yirmi gençle Besta’ya gelecekler. Cudi de bulunan hareketli birlikte bu eyleme katılacak. Erdale Heyştani ile Otomatik Mervan yoldaşlarda var. Hem kömür ocağında bulunan askeri güce vuruyorlar hem de Şırnak’ta bir kontrol noktasını aynı gece vurarak geri gelmişlerdir. Cudi de gelen hareketli birlik yerine dönüyor.
Yeni askeri kanunla alınan gençlerden biri kaçınca düşman üç koldan Enver komutasında bulunan alana, düşman hareket edecektir. Enver arkadaş hızla bir planlama yaparak üç ayrı yere pusu grupları yerleştirecektir. Xırbek Beste den gelen güce atılan pusuda bir araç imha edilecek içerisinde Xırbek Beste tabur komutanı bir binbaşı ölecektir, bir sürü askerde birlikte onunla gidecektir. Yine Şırnak’tan gelen gücün komutanı çok fazla ısrarlıdır saldırıya. Askerlerine “saldırın” talimatları boşa çıkınca o saldırıya geçecek ve bir mermiyle anlından vurulacaktır. Görülen odur ki bu komutan Köroğlu’nu okumamıştır. Hâlbuki delikli namlunun üstüne üstüne öyle de gidilmez ki!
Akşama doğru düşman kendisini toparlayarak tekrar saldırıya geçecek, kıran kırana yaşanan çatışmada Musa isminde bir arkadaş şehit düşerken düşman günü tam bir hezimetle kapatacaktır. O zaman nereden öğrendiler bilmiyoruz ama İran radyosu 50 ölü askerden söz edecek. Belki bu kadar asker ölmemiş olabilir ancak çok sayıda askerin öldüğü-hem de komutanlarıyla birlikte-kesindir. Tüm eylemi ve çatışmayı baştanbaşa koordine eden Enver yoldaştır.
O sadece askeri anlamda yetkin değildi, o aynı zamanda yerinde durmayan bir emekçiydi. Ya askeri kanunla savaşçı alacak, ya köylere gidip toplantı yapacak, ya çetelerin mallarına el koyarak kamulaştıracak ya da peşinde koşarak bu halka düşmanlık yapanları cezalandıracaktır. Bunları yapmadığında gücüyle tartışacak, eğitim görecek, araziyi daha derinlikli tanımak için girişimlerini daimileştirecek ve gelecek için erzak hazırlayacaktır.
Artık 1989 yılının haziran aylarına doğru gidiyoruz. Garisa da Mıxes köyüne gündüz saat ikide, Türk ordusunun askeri elbiselerini giyerek, çete köyüne giriyoruz. Tümünü silahsızlandırarak, 10 adet G–3 silahlarını alarak geri çekiliyoruz. Bu arada Bestaya gelmişiz. Omyanis’ten alınan gençlerden dolayı araziye operasyon için çıkacak düşman gücünü biz vuracağız ve ben Enver arkadaşı artık bundan sonra daha iyi tanıyacağım.
1989 yılının haziran ayında Besta’nın Kani Botki mıntıkasında-sonradan meşhur olan Kani Botki-toplantısı yapılır. Bu toplantı da yapısıyla birlikte 550 arkadaş hazırdır. Harun-Şexmus Yiğit-yoldaş önderlik sahasından yeni müdahale olarak gelmiştir. Yeni düzenlemeler yapılır. Bu düzenlemede o Gabar’a verilir. Şiyar-Kazım Kulu-yoldaş Cudi’ye atanır.
O-Enver-orada terfi edecektir. Ve o artık Garisa sorumlusu olacaktır. Yanına da Zeydin Omyanis'li Saide Heyştani arkadaşlar–1991 Garzan da şehit düşecektir-takım komutanı olarak yardımcı siyasi komutan olarakta Dr. Kemal-sonra GAP eyaletinde şehit düşecek-arkadaşlar verilecektir.
Bu toplantıdan sonra ben hareketli birliklerde takım komutanı olacağım. Bölük komutanımız Munzur-sanırım Dersimli bir yoldaştı-olacak, Erdal Heyştani birinci takım komutanımız olacaktır. Garisa güçleriyle eyleme gideceğiz.
Kaniya Kaymakam mevkiindeki düşmanı vuracağız. Burası Şırnak ile Mıle Kere arasında bulunuyor. Sonra da şehit düşecek olan Şoreş-Konyalı-eylemimizi kameraya alacaktır. Ki Şoreş yoldaş bizim ilk kameramancılarımızdan biri olarak tarihe geçecektir. Eylem öncesi Enver hep güleç yüzlüğü ve atikliğiyle Erdal Heyştani yoldaşla Botan halayını gür türkülerle söyleyerek oynayacaklardır.
Düşman mevzilerine yaklaştığımızda bizim seslerimizi-yer sarptı, onlar altımızda kalmışlardı-fark etmiş olmalıdır ki komutanları “köy korucuları dikkat teröristler geldi” diyerek bağıracaktı. Bizde bu bağırmayla birlikte tüm hışmımızla roketlerle vuracağız ve düşmanı tarumar edeceğiz. Size tuhaf gelebilir ama bende böylece ilk Türkçe sözcüklerimi öğrenecektim.
Yerimiz uygun olmadığı için savunmada kalan Erdal ve Enver yoldaşlar BKC ve M G-3’le bizi kollayarak geri çekiliyoruz.
Bundan sonra hareketliğimiz devam edecek. Onun, Enver Omyanis'i arkadaşın, sorumlu olduğu sahadayız. Onunla birlikteyiz. Gelen bilgiler arasında Hot köyünde bir kol Şırnak Siirt yoluna doğru kendisini bırakıyordu. İlk yapılan vurmak olacaktı. Hemen planlama yaparak ben görevlendirildim takımımı alarak düşman kolunun önüne pusuya yattık. Erdal’da savunmada elinde BKC’yle bekliyor. Gelen düşmanı vurduk. Henüz sabah saat dokuzdu. Ancak yanımda bulunan henüz bir aylık yeni katılmış genç Seyfi Gurdeli arkadaşı 17–18 yaşında-acemilikten ve tez canlılıktan isabet alıyor. Ağır yaralanıyor. Hatırlıyorum o zaman yaralı yoldaşı yaklaşık iki kilometre sırtımda taşıyacaktım ancak yine kurtaramayacaktık.
Bizde ilkeydi hiçbir yaralı yoldaşımızı ve şehidimizi düşmana bırakmıyorduk. Şehit düşecekti. Ben yaralı yoldaşı taşırken Erdal BKC’yle düşmana aman vermeyecekti. Ertesi gün görkemli bir şehit töreni yaparak saklayacaktık yoldaşımızı. Ve o saklandığı yeri halen bir ben biliyorum. Geri çekilerek Bestaya geliyoruz. Yapılan toplantıda düşmanın elinde tepeyi tekrar alan Saidi Heyştani arkadaş ve dört başka arkadaş ödüllendirilecektir. Enver arkadaş bir bölük komutanı olarak, bellinden tabancasını çıkararak bizatihi kendisi Saidi Heyştani yoldaşa ödül olarak verecektir.
Çalışmalarımız devam ediyor. Biz Şavare-Şukale köyünü silahsızlandırmaya gidiyoruz. Gittiğimizde köyün dışında düşman pusuya yatmış. Bizi gördükleri halde ses çıkarmıyorlar. Geri dönüşte zomlarda bulunan köylülerle toplantı yaparak ve birkaç genç alarak geri dönüyoruz.
Noktaya gençlerle geliyoruz. Düşmanda bizi görmüş. Yarın muhtemelen renkli bir gün olacak. Yine çatışacağız. Geceden mevzilenmedik. Yerimizi de değiştirmedik. Ancak arkadaşlar olası bir durumda nasıl konumlanacaklarına dâhil bir plan yapmışlar. Ben yorgun olduğum için yatıyorum. Gıre Meşe civarındayız. Sabah erken düşman araziye çıkıyor. Beni uyandırıyor Erdal arkadaş. Ve takımımı alıp mevzilenmem gereken yere mevzileniyorum. Ve çatışmalar başlıyor. Çok şiddetli geçiyor. Bu arada Erdal elinde BKC’yle koşarak diğer uzak tepeden yanımıza geliyor. “Aşağıdaki tepemiz düştü planımızı değiştirmemiz ya da tekrardan o tepeyi almamız gerekiyor” diyerek ağır silahıyla elimizden çıkarılan tepeye doğru harekete geçiyor bile.
Henüz tepeye yetişmeden Enver Omyanis'i yoldaş bir grup arkadaşla tepeyi tekrar düşürüyor bir M G–3 namlusunu almış rahat rahat bize doğru gelirken onu göreceğiz.
Her zaman soğukkanlı olan Enver burada da hiç istifini bozmadan elimizden çıkarılan tepeye yönelecek ve tepeyi geri bizim elimize alacaktır. Ve tekrar güvendeyiz. Ancak ondan önce tepe düştüğünde dört yoldaşımız şehit düşecektir. Şehit arkadaşlar Zınar-Mardinli, Haki-Şırnaklı, Talan-Şırnaklı ve Mazlum-Kobanili. Onları hızla saklayarak geceden yararlanarak çemberlerden çıkmamız gerekiyor. Üç dört çember üst üstü atan düşmanın içinden susuzluktan, açlıktan ve önemlisi o kadar barut kokusundan çıkmak ve uzun yol almak önemlidir. Neyse ki sağlam çıkıyoruz. Bir iki pürüz dışında bir şey yoktur.
Bu arada Gundik Mele köyüne ait bazı köylülerin kontralarca kaçırılıp katledilmesi ardından köy Şırnak yolunu keserek oturma eylemi yapacak ve silahlı mücadele tarihimizde serhildanların ilk adımı atılacaktır.
Yine aynı döneme denk gelen bir serhildan daha vardır. Tahta Reş toplantısından dolayı Cudi de hazır çok deneyimli komutanlar yoktur. Adil Bilika arkadaşın grubu pusuya düşecek 9 yoldaş şehit düşecektir. O zamana kadar olmamış bir olay yaşanır. Halk şehitleri üstlenerek köylerine
Götürür. Ardından Silopi Gıre Çulya da 5000 kişinin katıldığı bir oturma eylemiyle kapsamlı bir serhildan başlatılmış ve genel anlamda da Kürdistan da serhildanlara start verilmiş olacaktır.
Bundan sonra biz kendi alanımıza gideceğiz Enver arkadaşlarda kendi çalışmalarını yürüteceklerdir. Bu arada-hoş olmasa da-Enver yoldaşla Dr. Kemal yoldaşların arası açılacak ve verimli yürütülen çalışmaların hızı kesilecektir.
Parti tarihimizde her zaman aydın köylü çatışması olagelmiştir. Kimisi kendisini çok bildik bilmiş, kimisi de kendisini çok pratik yetenekli bilmiş, kimisi de olup bitene karşı kendisini geri çekerek çalışmalara lakayt kalmıştır. Diğer böyle feodal toplum kökenli devrim hareketlerinde de böylesine örnekleri görmek mümkündür. Teoriyle pratik yeteneklerin karşılıklı birbirini güçlendirmesi yerine karşıtlaşma, zıtlaşma, anlaşmamayı doğurarak epey de talihsizlikler olmuştur. Hâlbuki büyük Önder Başkan Apo her zaman beyin ile pratik yeteneği birleştirmek için çok uğraşmıştır. Pratik yeteneği olupta teorik ideolojik yönü zayıf olana aydın arkadaşları yanına vermiş, teorik düzeyi güçlü olana ise askeri pratik tecrübesi bol olanı vermiştir. Dediğimiz gibi tüm bu çabalara rağmen bu sorun her zaman ortada kalkmamıştır. Maalesef bugünde bu sorun şöyle ya da böyle varlığını korumaktadır. Komple kişilik olunamıyorsa bireyin kendisini tamamlayacak öğelere yer vermesi her sosyalist insanın görevi olmalıdır. Aksi takdirde yaşanan sadece ve sadece bir bireyciliktir. Başka da anlamlandırmak olamaz.
Tahta Reş toplantısına Enver ve Dr. Kemal yoldaşlar gidecek ancak dönüşte Sarı Hüseyin yoldaş alan sorumlusu olarak dönerken Enver de yardımcısı olacaktır. Dr. Kemal yoldaşta sonra dan GAP denen alana gidecektir.
Bundan sonra bir müddet Herekol da takılı kalma aşılacak ve gerçekten yine Garisa ya ineceklerdir. Rubarya denen bir köyde toplantı yaparken bir ihtiyar “elimden gelse hepinizi şu ağaçlara asırım” diyecek arkadaşlar yönelmek isterlerken büyük ve mütevazı insan Sarı Hüseyin bırakmayacak ve gülüp geçecektir.
O dönemlerde kaçıp oldukça fazla zarar veren Mustafa Çimen adındaki hain yurtsever birçok insanı tutuklattığı için çok değerli ailelerimiz perişan olmuştu. Sarı Hüseyin yoldaş Enver'le birlikte bu aileleri ziyaret ederek maddi yardımlarda bulunarak destek sunmaya çalışacaklardır.
Sarı Hüseyin-Süleyman Aslan yoldaşın ayrı bir güzelliği vardır. Hem fiziki güzellik hem de ruh güzelliği onda birleşmişlerdir. O sade, mütevazı, yumuşak, her zaman iknacı, rahat, içiyle dışı bir, sevecen, emeğiyle bir sosyalist. Sözün tam anlamıyla o bir insandı. Bunun içindir ki o nerede olursa olsun hep sözü dinlenen biridir.
Aynı yıl Osman Ağa ve köylüleri-çete olmamasına rağmen-çifteleriyle düşmanla birlikte arkadaşların üzerine gelecektir. Üstelik ”bugün Müslümanlarla gâvurların savaşıdır” diye nara atacaklardır. O kadar uyarılara rağmen işbirlikçi tutumundan vazgeçmeyeceklerdir. Sonraları 1990'larda evine yapılan baskında Osman Ağa vurulacak ve eylem sonrası gelinen Bire Xerxol noktasına Derye Osman Ağa denilecektir. Bu öyle bir ailedir ki köylüleri tehdit, işkence ve zulüm yapmaktan çekinmeyen bir işbirlikçi ailedir aynı zamanda. Buna rağmen evi basılırken-ev yakılacak-içeride ihtiyar Osman Ağa’nın babası var, o da alınacaktır. Alınırken ihtiyar “nereye götürüyorsunuz beni” dediğinde sonra dan şehit düşecek olan Salman Kobanili arkadaş “bir şey yapmıyoruz, sadece yerini, noktanı değiştiriyoruz” diyerek dışarı çıkararak inceliklerini göstereceklerdir.
89’un son aylarıdır. Bir ara Enver arkadaşlarla Gıre Dem’de operasyona çıkan düşman koluna vurarak 2 G–3 kaldıracaklardır. Arkadaşlar Kemaloko da bir araya geleceklerdir. Çok sayıda arkadaş hazırdır. Toplantı olacaktır. Şehit Gazi, Şehit Kara Ömer, şehit Sarı Hüseyin, şehit Kawa, Şehit Mahmut Aforof ile Ahmet Rapo arkadaşlarda vardır. O güvenlik sorumlusudur. Toplantı sonrasında birlikte Ramuran alanına kayacağız.
Ondan önce Tahta Reş'te yapılan ülke içi konferansı önderlik feodal çizgi ve gerilladan uzak duruşundan dolayı ret edecek ve yeniden konferansın toplanması için Sınata geçeceğiz.
Enver o kış–89–90 kışını-Besta da geçirecektir. Baharın yine birleştiğimizde o tekrar Garisa sorumlusudur. Sarı Hüseyin yoldaş Cudi’ye atanacaktır.
Bu arada Oysan ve Pervari arasında bulunan Çemekare mevkiinde arkadaşlar yol yapan düşman güvenliğine vuracaktır. Dozerlerin önünde gelen panzeri vurarak imha edeceklerdir. Sonra dozerleri de yakacaklardır. Burada bir yüz başı öldürecektir. Düşman eyleme müdahale edecektir. Gelişen çatışmada iki helikopter darbe alacaktır. Arkadaşlar eylem ve çatışma sonrası sağlam yerlerine döneceklerdir.
Bir grup arkadaş Garzan’a geçmek için keşif amaçlı hazırlık yaparken, Tahta Reş’te bulunan yoldaşlara düşman yoğun yüklenecektir. Bunun için hızla bir şeylerin yapılması gerekiyor. Arkadaşlara yönelimi azaltmak gerekiyor Arkadaşları o saldırılardan korumak gerekiyor. . Pılıng Kıçi arkadaşın koordinesinde bir eylem yapılacaktır. İşte bunun için Pervari de köye toplantı yapmaya gelen binbaşıya pusu atarak vurulacak, 9 G–3 kaldırılacak ve binbaşının telsiziyle bir sürü malzemesine el konulacaktır. Bu pusuda Cabar Mardin yoldaş şehit düşecektir.
Birçok eylemde olduğu gibi o hep önde olan biriydi. Cesareti ve soğukkanlılığı onun arkadaş yapısına güven aşılamasına yol açıyordu. O oldu mu moral demek oluyordu. Çünkü yanınızda dayanacağız bir kaya bulunuyor demekti. Bilinen atik ve girişkenliğiyle birleştiğinde doğalında bu positiv enerji yayma yaşanıyordu.
Bir seferinde bir köye gireceğiz. Köy yurtseverdir. Ama bilgide düşmana kesin gideceğinden “gidin düşmana geldiğimizi siz söyleyin ki size zarar gelmesin “diyerek yükseklere çıkacaktık. Yüksekler Herekol’du. Yani ulaşılması güç olan dağlar. Yüksek ve sarp dağlar. Hani var ya başı dik dağlar. Aynen öyledir bu dağlar.
Erkend köyünden çıktıktan sonra Gezenge'ye gelecekler. Düşmanda araziye çıkacak. Qıre Kere noktasına geçtikten sonra çatışma çıkacak bir teneke helikopter darbe alarak kaçacaktır. Derya Agidan'a geçtiklerinde düşmana 500 metre mesafede bir konumdalar. Daha üst düzey bir komutan saldırılmasını istediğinde, onlara yakın duran düşman gücü "en az 8 km uzaktayız" diyerek korkularını göstereceklerdir. Arkadaşlar ise düşmanı her tarafı karla kaplı Herekol’da bekleyeceklerdir. Bu çatışmalarda toplam üç değerli yoldaş şehit düşecektir. Hasan, Haki ve başka bir arkadaştır şehit düşenler.
Bu arada çeteleri çetecilikten caydırmak için girişimlerinin yanı sıra mayınlamalarda bulunacaklardır.
Yine Ormane Beşan'da düşmana pusu atıyorlar. Düşman gelmiyor. Enver arkadaşlar üç gün bekleyeceklerdir. Düşmana gelen erzaka el koyarak kendileriyle götüreceklerdir. Götüremediklerini yakacaklardır. Eylem yerinde bırakacakları bir mayın düşmanda patlayacak ve 5 asker ölecektir.
Devrimcilikte önemli olan ısrardır. Söküp almaktır. Sabırdır. Tahammüldür. Bu topraklar yüz yıllarca düşmanın zulmüne maruz kalmışken onun intikamını almak için inat ve sonuç alan tarzdan dayatmak olmazsa olmaz kabilinde bir ilkedir bizler için.
Artık 90'ların sonlarına geliyoruz. Biz Haftanin'in Şive-Meze de buluştuğumuzda biz önderlik sahasına 17 arkadaşla yola çıkarken o kongreye katılarak sonradan önderlik sahasına gelecektir. Hem de 4.Kongre grubuyla!
Önderlik sahasında yine birlikte olacağız. Orada erkenden göze batacaktır. Özelde girişimciliği, sevecenliği ve güleçliği onun sevilmesine yol açacaktır. Birçok askeri dersi akademide komisyon olarak verecek ve yılların birikimini arkadaşlarına aktaracaktır. Bunun yanı sıra o akademinin genel cephanecisi olarak pratik emekten kopmayacak gittiği her yerde olduğu gibi bir şeylerle uğraşacaktır.
Onun önderlikle de diyalogları olacaktır. Bizden daha kıdemli biri olarak önderlik zaman zaman ona dokunarak eleştirecektir. Avare asi pratiği değerlendirirken doğalında bizi önderlik içerisine alarak ele alacak ve bize gerillanın daha iyi nasılına cevap aramaya götürecektir. Hepimiz bir arayış içerisindeyiz. Önderlik bu arayışlarımıza ışık olacak ve aydınlatacaktır.
O akademide göze batan birisidir. Sessiz değildir. Tartışmacıdır. Her zaman olduğu gibi katılandır. Bir keresinde özeleştiri raporları yazılacak o da kendi raporunu sonra da 1998 yılında şehit düşen Dr. Dara yoldaşa yazdıracaktır. Ne var ki rapor okunduğunda raporda özeleştiri az olmuştur, kendini görme yerine deyim yerindeyse biraz da övgü vardır. Önderlik sahasında eğitim almış hangi bir militan böylesine bir raporu kabul edecektir ki! Böyle olunca çok yoğun eleştiriler gelecek ve Enver yoldaş söz alarak "bu rapor eğer böyleyse ben böyle söylemedim. Bu benim raporum değildir" diyecektir. Herkes gülecek ama en az Dara yoldaş gülecektir. Çünkü neredeyse Dara yoldaş yanlış ve eksik rapor yazmadan dolayı tutuklanacaktır. Şansı vardır ki o akademide yenidir. Yeniliğine bağışlanacaktır.
Enver yoldaş belli bir gelişmeyi yaşarken, Ağustos 1991 yılında, o, akademi yönetimine alınarak önderliğin onunla daha fazla ilgilenme zemini doğacaktır. O yönetimdedir. Daha fazla katılacaktır. Devrede 400 arkadaş vardır. Ama o şunu bilmektedir ki; PKK'de eğitim sahalarındaki yöneticilik daha fazla çaba ve daha fazla kendini çözerek açma ve aşma yerleridir. Bunu bilerek hep emek sarf ederek kendisini donatacaktır.
Onun yer aldığı devrelerde çok değerli arkadaşlar bulunacaktır. Başta Ahmet Güler, Serhat'ın ölümsüz komutanı Erzurum-Hınıslı büyük komutan Şükrü, Karakoçanlı Cihat, büyük kadın komutanı Azime Muş ve nice değerli halk evladı da hazırdır orada.
O önemli gelişmeler kayıt ederek ülkeye yönelecektir. Ben o’nu ekim ayında Osman Ağa'da-Herekol da-yeniden göreceğim. Tüm sıcaklığıyla, moraliyle ve dopdolu coşkusuyla onunla karşılaşacağız. Bizde önderlik sahasında yeni gelmişiz, ancak bir sürü zorluklardan geçmişiz yine. Anlayacağınız hafiften yıpranmışız. O, Garzan eyalet komutan yardımcısı olarak gelmiş ve enerji doludur. Onun enerjisinden yararlanacağız.
Bizde önderlik diyalektiği hep böyle işlemiştir. Önderlik bireyleri en üst düzeyde moralle hazırlayıp gönderecek ve gittikleri alanlara da bu morali aşılayarak biraz moral eksikliği yaşayanları harekete geçireceklerdir. Ve tabii yer yer de ciddi zorlananları önderlik yanına alarak, taptaze gençler olarak tekrar özgürlük dağlarına gönderecektir. Özcesi önderlik sistemi tam bir dinamizmdir. Canlılıktır. Harekettir. Coşkudur. Değişerek dönüştürmedir. Böyle olunca kimsenin anlamayacağı ve yüzyıllarca da çözemeyeceği enerji potansiyeli yaratan bir kaynaktır. Ne zaman ki bu kaynaktan yararlanılmışsa başarı sağlanmış ve ne zaman ki kaynaktan uzaklaşılmışsa orada kayıp edilme yaşanmıştır. Bu bir ilke hem de Önderliksel bir ilkedir!
Gelen grupta Serbeste Kıçi, zindan çıkışlı Soro, Cizreli Dılxwaz ve birçok arkadaş bulunuyor. Toplam 40 arkadaş önderlik sahasında gelip Garzan'a geçeceklerdir.
Bizim pratiğimiz o zaman çok başarılı olmadığı için moralimiz bozuktur. Gelen yoldaşlar bize moral aşılayacaklardır. Metine Akeri, Xebat Derik ve birçok başka arkadaş toplam 150 arkadaş olmuşuz. Şehit Kemale Zorava Şırnak’ta yaklaşık iki yıllık erzak çıkarmıştır. O kadar güç bir araya gelmişken, eylem yapmamak olmaz. İki eylem planlaması yapıyoruz. Bir Tal karakolunu vuracağız, bir de Eşet karakolunu hedef almışız. Biz Tal'ı, Pılınge Kıçi, Delil ve Metin'e Akeri, Emin-Omyanis’i yoldaşların komutasında Eşet karakolu hedefleyeceklerdir.
Gruplar ayrılmadan şehit Pılıng Kıçi benim önderliğe bireysel raporumu yazacaktır.
Bizde ilkedir rapor yazmak. Belki karardır da. Ancak bir militan hem kendi pratiğini, hem olup biteni, hem genel gelişmeleri hem de düşmanın durumuna ilişkin önderliği bilgilendirir. Her yerde akan bilgi önderliğin sağlıklı analiz yapmasını sağlayarak dönem talimatlarının oluşmasına yol açacaktır. Eğer bu ilke işletilmezse-ki tüm ihanetçi ve provokatörlerin yaptığı ilk iş-talimat rapor-sistemini felç etmek olmuştur, ya da bunun için caba sarf etmişlerdir. Bu ilkenin uygulandığı alanlarda önderlik örgüt adına her zaman sağlam pratiklerin oluşmasını sağlamış ve eksik pratikleri erkenden çözerek deşifre etmiştir. İşte böylesine bir raporu o zaman Pılıng arkadaşa yazdıracaktım.
Biz karakol keşfimizi yapacağız. Ancak yağmurlardan dolayı birkaç gün sonra eylemi yapma kararı alıyoruz. En son tekrardan keşfi yapacağız Enver yoldaşlar, birkaç gün içinde yola çıkacaklardır.
Biz keşifteyken düşman sabah erkenden araziye çıkacaktır. Enver Gerzenge'ye grup çıkaracak, düşman Gerzenge’yle Derya Qure Kere arasına asker çıkaracaktır. Yani bizimle Enver arkadaşların arası kesilmiş olacak bu durumda. O bulunduğu yerde herkesi mevzilendirdikten sonra, Gerzenge boğazına doğru yola çıktığında görevlendirdiği grubun gitmediğini görecek, o durumun daha büyük tehlike yaratacağını bildiği için hızla "haydi gelin boğazı tutalım" diyerek öne fırlayarak, önden gidecektir. Sırt sırt ilerleyerek düşmanın çıkan bir kolunu vurarak geçecektir. Hedefi Gerzenge boğazıdır. Çünkü orası tutulursa bir çember oluşmuş olacaktır. O hızla devam ederken, Gerzenge boğazında düşmana rast gelecek burada silahına sarılarak tarayacaktır. O daha fazla ilerlerken bir kurşun kafasına isabet alarak talihsizce yere düşürecek ebediyete veda edecektir.
Biz sonra da buluştuğumuzda, onun, yani Enver yoldaşı şahadetini öğreneceğiz. Biz yerle bir oluyoruz. Tam bir moral bozukluğudur yaşanan. Önderlik sahasında geçmek için gelmiş, yılların pişmiş militanı bir kurşunla gidecek ve o giderken bizde onunla gideceğiz. Çünkü o hepimiz üzerinde etkisi olan güleç ve sevecen olandı. Herkese bir şeyler katan biriydi. Herkesin gönlünde taht kurmuş eski bir Botan cengâveriydi.
Biz üzgün üzgün Bira Hınceye çekildikten sonra Enver yoldaşın anısına bir toplantı yapıldı. Onun yaşamı anlatıldı, hepimiz ağlamaklı olsak ta asıl içimize düşen kin bilemekti. Ve bu olay kinimizi daha fazla bileyecekti.
Biz ay ışığından dolayı eylemi iki gün ertelesekte eylemimizi Tal karakolu üzerine yapacaktık. Bir esir asker, 1 M G–3, 5 G–3 ile birçok malzeme kaldırdık. Karakol yanmıştı ancak bir yeraltı mevzisi düşmeyecekti. Bu düşmeyen mevziden dolayı Kahramane Heyştani, Zerdeşt Navyana Şexhan ve Garzanlı Kendal arkadaşlar şehit düşeceklerdi. BBC bu eylemde 8 asker ve bir astsubayın öldürülmesinden bahsi edecekti. Bu Kemal ismindeki esir askeri sonradan 6 esir askerle birlikte serbest bırakarak kızıl haça vereceğiz.
Biz burada edindiğimiz tecrübelerimizi Çatak gücümüze yazılı olarak ileteceğiz, onlar da kendi karakollarını vurarak 1 M G–3, 3 G–3 ile başka askeri malzemeler kaldıracaklardı. Karakolda etkili vurulmuştu. Bu eylemlerle bir nebze de olsa Enver yoldaşın intikamını almış olacaktık.
Enver yoldaşın şahadetinden sonra 1995 yılında küçük kardeşi Bestaya gelecek ve yıllarca çok büyük emek sarf ederek çalışacaktır. O zaman Besta da Serki Memedi Uso da onunla Cemal arkadaş çağırıp konuşacaktır. Gelen büyük bir komutanımızın kardeşidir. İlk elden onun gibi olunmasını isteyecekti. O, zindanda kaldığı için devrimi az çok tanıyan biri olarak büzük olma yerine oldukça bizimle çok rahat konuşacaktır. Hatta Cemal arkadaş bu rahatlığı için “belli bir birikimin ve tanımışlığın var arkadaşları küçümsemeden iyi tanıman gerekiyor” diyerek geleceğe dönük mesajlar vermek isteyecektir.
Terörist devletin Güney Kürdistan’a yaptığı hava saldırılarında o yani küçük Enver arkadaş 16 Aralık 2007 yılında şehit düşecektir. Buda şunu gösteriyor ki düşman ne kadar yönelirse yönelsin, bir Enver gitse de yerine her zaman onlarca Enverler gelecektir. Kürdistan Özgürlük Hareketinin sönmeyen dinamizminin kaynağında yatan bir neden ise işte budur. Şehitlerinin yarattığı gelenek!
Güzel yoldaş, seni bugün yıllar sonra da anıyoruz. Seni sıcaklığınla, yoldaşlığınla, emekçiliğinle, sevecenliğinle, coşkunla, ince esprilerinle anıyoruz. Seni gözü pekliğinle, cesaretinle ve bağlılığınla anıyoruz. Seni içiyle dışı olan biri olarak, mütevazı, sade kişiliğinle anıyoruz. Seni Enver olarak, seni yoldaşların en parlak olanlarından biri olarak anıyoruz. Seni hep önde yürüyen ve yürüdüğünde de yorulmayan yapılanla birlikte her zaman bir şey yapmak isteyen duruşunla anıyoruz.
Güzel yoldaş, seni yıllar önce de “her ne ser kar” ilkesini uygulamanla anıyoruz. Seni hep böyle de anacağız.
Herekol’lara yaraşan militan, seni mutlaka ama mutlaka Herekol’a abide olarak dikeceğiz. Orada her geçen seni görecek, seni anacak ve o geçmiş günlerin anılarını tazeleyerek geçecektir.
Ruhun şad olsun güzel yoldaş, ruhun şad olsun.
Caferi Sori
Şoreş (Rıdvan Düzen) Yoldaşın Anısına
Şehitler ayı olan bir mayıs günüde yine bir şahadet haberi aldık. Şahadetin adı: Şoreş Gever…
Yurtsever Gever halkının genç evladı olan Şoreş, özgürlük kervanına daha 17’sinde, 1 Haziran hamlesiyle birlikte katılmıştı. 4 yıldır bu kervanda en aktif bir şekilde yer alan genç Şoreş, yaşına rağmen saflarda da sorumluluğu erken alarak, inkarcı faşist zihniyetten tarihsel intikamını almak için 2007 baharında kuzey kervanında yerini alır. Hem de en çetin yer olan Erzurum eyaletinde.
Genç Şoreş, ismi gibi hep genç ruhlu idi. Metina’daki bölükte, hem en coşkulu, hem de en sempatik olduğundan genel arkadaş yapısı tarafından çok sevilen, gönülleri fetheden bir yapısı vardı. Coşkusu, morali o kadar çoktu ki zapt edilemezdi, kesintiye uğramazdı. Bu yönüyle de adeta hepimizi kendisine imrendirirdi. Her gerillanın PKK’ye katılımını “yeni bir doğuş” olarak ele alan felsefik anlayışı onda o kadar içselleşmişti ki, bu doğuşu hep canlı tutmasını bilirdi. Ortamda oluşacak her hangi bir soğukluğu da gönüllere huzur veren o gülüşüyle dağıtırdı. Bu özelliği de ona bu dört özgürleşme yılını doludizgin geçirmesini sağlayan temel olguydu.
Öte yandan en çarpıcı yönlerinden birisi de, zekiliğiydi. Bu da ona olay ve olguları, gerçekleri erken kavrayıp özümsemeyi kazandırmıştı. Bu özelliğinden kaynaklı en değme tiyatroculara taş çıkartan bir yetenekle etrafta gelişen olay ve davranışları hemen karakterize edebilen kendine has mizahi üslubuyla etrafı güldürürken, derin düşüncelere sürükleyen bir ustalığı sergilerdi. Ayrıca Hakkari yöresinin o zengin kültürel ve folklorik özelliklerini kendi kişiliğinde çok iyi temsil ediyordu.
Bir mayıs gününde senin şahadet haberini, fotoğraf karelerine sığdırılamayacak olan o güleç yüzünü televizyonların o donuk ekranında görünce bile, ölümsüz kalan o coşkunluğunun ruhlarımıza akışını ve yüreğimize nakşedilişini derinden hissedebiliyorduk. İşte şehitleri ölümsüz kılan da; bu akış, hissiyat ve süreklilik değil midir? Düşmanın “öldürdüm” dediği, aksine düşmanı her gün bin defa öldüren, bu ölümsüz akış değil midir?
Tarihten günümüze inatla devam eden bu özgürlük akışını durdurabilecek silah icat edilmiş midir! İşte bu etkinin yaratacağı kokudur senin o genç bedenini bile halkından gizlice gömdürten!
Ona rağmen yurtseverlikte karar kılmış Kürt halkı seni on binlerle ölümsüzlüğe uğurlayarak bu özgülük akışının ısrarlı sahiplenicisi oldular. O gün, genç Şoreş’e binlerce genç yürek katılarak sen ve tüm şehitler adına intikam yeminleri ettiler. Şehirlerden yükselen bu intikam çığlıkları özgürlük meskeni olan dağları da kendi akışına katarak düşmandan, o doğduğun yerde, onun inkarcı sömürgeci karakollarını ortadan kaldırıp intikamını güçlü biçimde aldılar; hem de ikinci bir Oramar eylemiyle.
Ve bu intikam yeminimiz, nice eylemlere gebe. Siz şehitlerin partisi olan PKK içinde yürüttüğünüz savaşımı, sizin saçtığınız intikam ve saldırı ruhu ile düşmana yöneleceğimize, şahadetleriyle yepyeni bir tarih yaratan siz şehitlerin özlem ve umutlarını geçekleştirmek için size layık olma temelinde mücadeleyi yükselteceğimize dair sözümüzü yineliyoruz…
Mücadele arkadaşları
Kobra Celal (Avdullah Aşan) Yoldaşın Anısına
Kürdistan tarihinde belki de direnişlerin kesintisiz olarak sürdüğü yerlerin başında Botan gelir. Mezra Botan diye tarihe geçen bu direniş kaleleri, aşiret yapılanmalarına geçişle birlikte hep dış işgalci ve İstilacılara karşı ayakta kalma direnişleriyle de anılırlar. Belki de Biz Kürtler açısından en eski olan belgelerinden biri “On Binlerin Dönüşü” yani “Anabasis” kitabıdır.
Anabasis kitabında Ortadoğu ya, Dariyus'un kardeşinin peşine paralı askerler olarak takılan yunan askerleri, esas olarak Dariyus'u devirerek onun kardeşini iktidarın başına getirmek isterler. Ancak talihleri iyi gitmez ve çok kötü bir şekilde Dariyus gelenleri yener ve teslim olmalarını ister. Yunanlar teslim olmazlar ancak askeri bir kurnazlık ustalığıyla geceden kamp ateşleri yakarak ve karşıdaki düşmanlarını da “kamptalar” süsü vererek orada gece yarısı kaçıp giderler. Hedefleri kendi memleketleridir. Yani Yunanistan’dır.
Yola çıkarlar. Yol bilen yoktur. Kürdistan ovasında sert ve yüksek Kürdistan dağlarına yaklaştıklarında onlara, yerliler “buraya-yani Medya topraklarına-gidenler geri dönmemiştir” derler. Yunanlar gitmek zorundadırlar, çünkü başka gidecekleri yer yoktur. Ya Dariyus’a teslim olacaklar ya da ileriye doğru adım atacaklar.
Anabasis’te anlatılan-kitaba göre-bir haftalık Botan yolculuğudur. Önceleri-buraların yerleşik ve yerlileri-gelen yabancılarla direk geçmeleri için görüşürler ve gereken kolaylığı sağlarlar. Ne zaman ki gelen “misafirler” köy yakmaya başlarlar burada yaşayan-kitaba göre-Kalderler-bize göre Kürtlerin ataları kendilerine has direniş tarzlarını geliştirirler.
Bu direniş ölümünü de olsa işgalcilere ve yabancılara boyun eğmeden mücadele etmektir. Pusular atarak, düşmanın kuyruğundan tutarak, yollarına taşlar yığarak, daracık geçitleri geçerlerken başlarına kayalarla saldırarak ve ayrıca geçiş hatlarını boşaltarak, aç bırakarak ve susuz bırakarak art niyetli yabancıları perişan ederler. Lafı uzatmadan yabancılar bir haftalık zaman diliminde bu coğrafyayı aşarak Ermenilerin topraklarına geçerler, yani Botan suyunu aşarak kendilerini güvene alırlar. Ama yaşadıkları korku ve ruh tedirginliği onlara fazladan yetmişe benziyor. Bugün dahi Anabasis’i okuduğunuzda bunu his edersiniz.
İşte yabancılara tarihin İsa’dan, kaçıncı önce ki yüzyılında da Kürtler hep direnmişlerdir. Özelde Botan denilen bu topraklarda direniş kesintisiz hep sürmüştür. Denile bilir ki; Kürdistan tarihinde zapt u raptı altına alınmayan ve alındığında da hep düşmanlarına zorluklar çıkarmış toprak parçası Botan’dır.
Ben hep bu kitabı elime aldığımda aklıma biraz da Kobra Celal arkadaş gelmiştir. Kürtlerin ilk tipi gibidir. Sade ve saflığıyla temiz Kürt gelir aklıma. Kurnazlıkları olsa da hani vardır ya “yalancının mumu yâdsıya kadar yanar” misali onun kurnazlıkları birkaç dakika sonra fark edilecek ve kendi içerisinde bu küçük çaplı kurnazlıklar dahi bir güzellik ve giderek bir mizaç ve espri anlayışı olacaktır. O kendi insanına karşı böyleyken düşmana karşı oldukça göz açık ve yaratıcı oluşuyla da dikkat çekmiştir.
Botan daha doğrusu. Mezra Botan hep kendi kendine yeten, kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalan bir halkın toprağına verilen addır.
Mezra Botan bunun için tarihinde düşmanlarının dikkatini ve öfkesini üzerine çekmiştir. Botan, a gelip hükmetmek isteyenler öncelikle kendi kendine idare eden yaşam tarzını tek başına ayakta kalışın yok etmeye çalışmışlardır.
Mezra Botanlılar coğrafik koşulların ağırlığı düşmanlarının onlar çepeçevre kuşatmaları ve dünyayla bağlarını koparmalarından dolayı birazda setleşerek büyümüşlerdir. Birazda her şeye yetecek yetenekle donatılarak büyümüşlerdir onlar doğal olarak yaşamın en ağırına cevaplar üreterek çözerek yaşam yollarını çizmişlerdir.
Bunlar Botan özellikleri olarak adeta Botan’lıda bulunur, hele Botanın kalbinde dünyaya gelmiş ise taşların içinde üzümleri yetiştirebiliyorsan, kayaları oyarak su depolama kaynağı yaratıyorsan ve dağların Pire Sim gibi delerek bir günlük yolu beş dakikaya indire biliyorsan orada tabiatın başka kuralları işliyordur.
Orada devrede olan tabiat anayla birleşerek, buluşarak yaşamak vardır ve orada yok yoktur.
Celal Kobra yoldaş işte böyle bir yoldaştır. Olağanüstü yeteneklerle donatılmış ve yapamayacağını da yapacağına inanan bir Kürt. O olmazı olur yaparken de olamayacak olana da kafa yorarak olmazın olmadığına inanan biridir.
Ben ilk kez Celal Kobra arkadaşı Kalender arkadaşla birlikte 1989 yılında Gabardan Cudiye geçerken gördüm.
Her iki milis arkadaşta göz dolduruyordu. Kalender kendi köylerine inerek bilgi, erzak vb. şeyler getirip dönerken Kobra Celal bizi köyün arkasında bir noktaya götürmüştü. İkinci kez Cudi’ye geliyordum. Evet, bende Botanlıydım ancak ben Gabar da hep kalmıştım. Cudi dağıyla onurlaşmayı i kez yaşıyordum. Noktaya geldiğimizde orada Şiyar-Kazım Kulu- yoldaş vardı. Adile Bilika vardı. Hem tanıdıklarımız hem de tanımadıklarımız vardı. Bizi oldukça sıcak karşılamışlardı.
Bundan sonra Cudi’yi tanıyacaktım, hatta ileri ki yıllarda gidip bizzat Celal Kobra yoldaşın 1965 yılında dünyaya geldiği köyü de görecektim. Ve bu köye harcanan emeği gördükçe “burada ancak böyleleri yetişir” diyerek onun bu düzeyde emekçiliğine anlam verecektim. O buralarda ilkokulu okuyacak, çocukken de hep büyüklerle alıp vererek erkenden çocuk yaşlarında sıyrılacaktır. Ve erkenden evlenerek bir oğlu olacaktır ve askere gidecektir. Zaten Celal Kobra yoldaş gövdesiyle bir devdi. Onun kaldırdıklarını üç kişi yerinde oynatamazdı. Parmakları üç insanın parmaklarında kalındı.
O her Kürt gibi ancak her kürtten daha fazla emek sarf ederek köylü yaşamını sürdürür. Bahçe ve hayvan beslemesiyle uğraşır. Yine Cudi’li olupta avcı olmamak düşünülemez. O iyi bir avcıdır. Aynen onun gibi olan Kalender Şax yoldaşın, iyi bir arkadaşıdır. Onlar hep birlikte kalkıp otururlar. Yedekleri içtikleri birdir.
Özgürlük Hareketi Botan’a açıldığında ilk açılacağı alanların başından bir tanesi de Şax'tır. Şax birçok değerli PKK militanın gelip gittiği yerdir. İlk girenlerden Şiyar-Kazım Kulu ve Şırnaklı şehit Cihat yoldaşlardır.
Kobra Celal gerilladan etkilenir. Ve arkadaşları tanıdıktan sonra o milis çalışmalarına katılır. Saflara katılana kadar yörenin en etkili milislerinden birisi de Kalender yoldaşla birlikte o dur, yani Kobra Celal’dir. Gerillayla şehirlerin ilişkisini kuran, onlara erzak temin eden, keşiflerin yanı sıra da ne kadar eylem varsa hepsine katılır. Bu duruşundan dolayı faşist Türk devleti onu dört kez tutuklar. Çok fazla işkencelerden geçer, bir keresinde ölü olarak bırakılır ancak yaşadığı fark edilince tekrar işkenceye alınır.
O düşmanın bu işkencelerini hiç unutmayacak ve yıl 1991 yılında profesyonel olarak gerillaya gelecektir. O dağda iyi bir performans göstermesine rağmen her zaman birazda asi olan bir milis olarak kalacaktır. Yani o hep biraz ayrı, farklı, yaratıcı ve emeğiyle en önde bir halkçı olarak dağlarda yıllarca mücadele edecektir.
Yukarıda dediğim gibi bende Celal yoldaş gerilla olduktan sonra, yer yer onunla birlikte ailesine giderek o muhteşem köyü göreceğim ve kendi kendime; Şax derken Botan demek, Şax derken güzellik demek, Şax derken her türden meyve yeşillik ve tabiatın en güzel parçası demek. Şax derken biraz Kürdistan tarihi demektir. Botan mirlerinden Bedirxanı'n seyran yeri, yazlık yeri, konaklama ve eğlence yeri, Şax'tır diyeceğim.
Öyle ki halen bugün surların, elle dokunmuş pınarların, kalelerinin izine rastlanır. Cudi’nin bir nevi rahmine yerleşmiş Şax; Asurîlere, Mirlere, Kurmançlara yataklık ettiği gibi, köyün önünde geçen Nerduş suyuyla, kız kalesiyle, 7 suruyla ayrı bir güzelliğin fotoğrafıdır. Hemen yanında duran Gıre Niske bu fotoğrafı daha da bir çekici kılmaktadır.
Şax bir de Cudinin kalbi ve dolayısıyla Botan'ın kalbi olarak bilinir. Yüzyıllar sonra dahi-ki biz buna gerilla olarak tanıklık edeceğiz. Cudi'ye çıktığımızda bu güzellik o kadar bombardımana rağmen kendisini koruyacak ve belki de dünyanın en güzel narları başta olmak üzere, türlü türlü meyvesiyle gerillanın besin kaynağı olmaya devam edecekti.
Evet, ben bu köyü yer yer ziyaret ederek o güzelim emek insanlarının yanı sıra burada yetişen olağanüstü güzellikte ki narları da tatma fırsatı bulacağım.
Bir de Cudi'nın tepesinde bulunan Sefineyi ekleyin, yani Nuh'un gemisinin bulunduğu tarihsel efsaneyi hatırlayın, o zaman buraları daha iyi anlarsınız. Çok sonralardan bir gerilla yoldaşın, Cudi üzerinde yaptığı bir programda belirttiği gibi “Cudi yi öğrene bilirsiniz, ancak yaşamadıkça anlayamazsınız.” Evet, Cudinin eteklerin de bulunan köylerin ruhsal durumun anlamak için birazda Cudi'li olmak gerekir, birazda Şaxlı-Heblerli olmalı insan.
1992 yılında ben tekrar 2 hareketli birlikle Cudi’ye geldiğimde o karargâhta kalıyordu. O hem cepheci, hem kurye, hem mayıncı, hem istihkâmcı özcesi o nerede istenirse oradaydı. O pratik işlerde alanın aranan Jokeri konumundaydı.
O, özelde saflarımızda düşmanın yoğunlaşan hava saldırılarına karşı dönem açısından bizim açımızdan da yeni olan yeraltı sistemini en derinlikli yapan emekçi olarak, tarihimizde yerini alacaktı. Cudi de Gıre Hermo da o birçok sistemli tünelde yaparak bu yaratıcılığını ortaya koyuyordu.
O yoğun hava saldırılara karşı bize “ben size öyle yerler yapacağım ki siz toplantılarınızı rahatsız olmadan yapacaksınız” der.
O, o yıllarda yapılan tüm eylemlerde de yerini alacaktır. O özelde büyük silahlar lazım olduğunda doçkayı, havan topu ve 57’lik topu da içimizde de en iyi kullanacak olan olacaktır. Sonraları Türk tümgenerali Osman Pamukoğlu 1996 yılında yayınlayacağı bir eğitim materyalinde PKK’nin çok iyi 82’lik havan kullanacağını söyleyecektir. İşte bu isabetli atışları yapacak kişi 1995–1996 yıllarında, Çukurca da-o dur.
Yine aynı yıllarda o birçok yoldaşa silahın nasıl en etkili kullanılacağının eğitimini verir. O sadece büyük silahlarda usta değildir. O küçük silahlarda da uzmanca eğitim verir.
O Cudi de yanımızdayken aynı zamanda alanın cephanecisiydi. Cephanecilik doğası gereği özel bir iştir. Hele hele bizim gibi gerilla olan hareketlerde bu daha çok önemli bir çalışmadır. Herkes cephaneci olamaz. Sağlam olmalı, emekçi olmalı, işlerinde incelikli ve usta olmalı, duyarlı ve dakik olmalı ve tabii yaratıcı olmalıdır. İşte o bu çalışmanın da en iyilerindendi. Hatırlıyorum. Cudi de 400–500 arkadaş vardı. Ona arkadaş lazımdı. Bize “bana 2 arkadaş lazım” dediğinde, “istediğin arkadaşları al” diyecektik. O ise arkadaşların içerisine girecek ancak hiç kimseyi bu çalışma için uygun bulmayacaktı.
Bu havanın yanı sıra esprileri de meşhurdu. O bir keresinde “dünya da Kürdistan, Kürdistan da Şırnak, Şırnak’ta Şax, Şax’ta bizim aile ve bizim aileden de ben” diyerek ne kadar ayrı olduğunu söylemeye çalışacaktı.
Ona öyle yer yer eleştirdiğimiz bir husus vardı. O bir iş yaptığında bir onun istediği kişiler yanında olacak, iki bu arkadaşlar ona verilmiş ise aynen onun gibi çalışacaklar ve üçüncüsü tümden onun gibi yaratıcı olacaklardır. Ama biz öylesini, tarihin derinliklerinde neolitikte süzülerek gelmiş bir Kobra Celal’ı nereden bulacaktık ki! İşte biz bunu ona anlatmaktan zorlanıyorduk.
Bir keresinde şkeft yaparken ona “arkadaşlar çalışıyor mu, ilerleme var mı” dediğimizde o “çalışma ve çalışan var ancak ilerleme yok” diyecekti. Burada söylemek istediği benim istediğim arkadaşlar benim istediğim tarzda çalışamıyorlar diyerek hafiften bir eleştirisini yapıyordu.
Yine bir keresinde o göreve giderken-ki o görevlerde ismi değişmeyen tek arkadaştı-katırı bağlı görür, dönerken de katırı bağlı görünce “bunu kim bağlamışsa o da katırdır” der. Bunun üzerine şekerden daha şeker olan, sarışın bölge komutanı Numan-Celal Özalp yoldaş ona, “ama bu söylediğin iyi olmadı, hani yoldaşlık” der demez o, “vallah ben katırdır derken kaçanları kast etmiştim” diyerek yamalamaya çalışır. Hâlbuki burada olan emeğe, değerlere ve bize gerekli olan bir şeye olan ucuz yaklaşımdır. Senin için katır 24 saat çalışacak ve sen onun yerini düzelterek ot bile yedirmeyeceksin. Bu insafsızlıktır. İşte Kobra Celal böyle şeyleri kabul etmeyecektir. Aynı benzer yaklaşımını bir kez göreve gidişte, bir katırın sırtına binmiş iki arkadaş görünce de müdahale edecek ve peşinde de bölge karargâhına özel o meşhur Kürtçe Türkçe notlarını yazacaktır.
Ben bu arada yine gitmiş, başka sahalarda kalmışım. Geri geldiğimde 1994 yılının başlarıydı. Çok değerli komutan Cuma ye Bılıka yoldaş kobra vuruşlardan şehit düşmüştü. Örgüt beni oraya bölgenin sorumlusu olarak görevlendirmişti. O zaman tekrar Celal Kobra yoldaşı orada görecektim. O Silopi ovasında cepheciydi, yerleştirilecek olan birçok mayını o döşeyecekti. Alana sorumlu olarak Cuma arkadaşın yerine geldiğimde, yapacağımız ilk iş intikamını almaktı. Nitekim Bespin karakol tepesini vuracağız düşman cenazelerin 17 tanesinin üzerine gideceğiz ve üzerilerinde 1 adet A–6, 2 adet MG–3, 1 adet 57’lik top, 10 adet G–3 ve bir sürü malzeme şehit yoldaşın intikamı olacaktı. Bu eylemin keşfi ve uygulanmasında o da önemli görevler üstlenecekti.
Bir ara Derya Gurya da düşmana arkadaşlar pusu atarlar. Bu pusu da yaklaşık 25 asker öldürülecek ancak uzaktan atılan tank atışlarıyla Kobra Celal bacağından derin bir yara alarak bacağın etini söküp atılacaktır. Burada ayrıca Gundik Remo’lu genç Zafer de şehit düşecekti.
19 Temmuz 1994 yılında faşist Türk ordusu Cudi’ye yeni ve çok kapsamlı bir operasyon başlattı. 18 Temmuzun gecesi uçaklar yoğun Cudi Navseri vurdular-ki gece vuruşlarını ilk kez yapıyorlardı. Sabahta söylediğim operasyonu indirmelerle başladılar. Tabii bundan önce de Cudi’nin adeta dört bir yanını askerler kuşatarak, sözde çıkış yolu bırakmayarak adım adım ilerleyeceklerdi.
Buna onlar “Bayrak Operasyonu” diyecekti. Yani Cudiye Türk bayrağı asacaklardı. Ve Cudi'yi bayrak diktik diye övüneceklerdi. Hâlbuki biz gerilla hareketiyiz. Hiçbir zaman burası bizimdir, burayı terk etmeyeceğiz de demedik. Demeyiz de. Ancak şunu deriz; girebilirsiniz, lakin faturası ağır olur. Girebilirsiniz, lakin kolay kolay çıkamazsınız. Girebilirsiniz, lakin burasını sizler için bataklık yaparız, deriz.
Biz Gıre Hermo’dan Bılıka’ya kadar 400 arkadaşı mevzilendirmişiz. Bizde hazırlıklıyız, ancak operasyonun kapsamı hiç tahmin etmediğimiz kadar geniştir. Bunun için eyalet komutanı arkadaş hızla “bize yakın olanları, milis ailelerini ve gelmek isteyenleri hemen sınırın diğer tarafına geçirin, devlet katliam yapacaktır” diyecek ve bizde aynen öyle yapacağız. Köylülere hızla burada uzaklaşın, düşman katliam yapacaktır diyeceğiz-ki uçaklarla zaten vuruyorlar. Ardından da Cudi’nin etrafına konumlanmış ne kadar karakol varsa bunlardan atılan binlerce top, obüs ve tank atışları her yeri cehenneme çeviriyordu. Halk için güvenlikli değildi. Zaten bizimle gelecek olanları da Zaxo tarafına yeni kurulan mülteci kampına gönderecektik.
Düşman kendince Cudi Navserine indirme yaparak karargâhımızı imha edecek ve oradan başlayarak her yeri darbe vuracaktı. Düşmanın bu saldırısına karşı eyalet komutanı “grup grup alanı terk edin” diyecekti. Dediğim gibi biz gerillayız, kendimiz açısından tehlike göreceksek alandan hemen çıkar, düşman rehavete kapılır kapılmaz tekrar döneriz. Biz her yerde ve hiç bir yerde olmayan bir gücüz.
Biz dört ana grubu ayrılarak; Besta'ya, Gabara, Haftanine ve Silopi’den-deşten-güneye geçeceğiz. İlk bir grup arkadaşımız Haftanine geçmek isterken pusuya takılıyor ve dört yoldaşımız şehit düşüyor. Tüm küçük birimleri de yanımıza almışız. Bu arada cephecilerin içerisinde Kobra Celal yoldaşta yanımıza gelmiştir.
Benim içerisinde yer alacağım grup Besta ya geçecek ağır hastayım da. Kobra Celal arkadaşı çağırarak “nasıl bu pusulardan ve bu operasyondan Besta’ya çıkacağız” diye soruyorum. O buralı, birde usta bir öncü ve arazi bilendir. O çok rahat “benim dediğim gibi yaparsak ben öne geçerim” diyor ve öncülüğe hazır olduğunu söyledikten sonra nereden geçeceğimizin yol tarifini de yapıyor.
Biz Gundik Remo tarafına gittiğimizde artık gece olmuş. Çok güzel bir ay ışığı var. Her taraf tam cennet sessizliği diyeceğim ama uzaklardan top sesleri geliyor. Biz suyu geçerken gözüm önde yürüyen Kobra Celal arkadaşa takılacak. O manzara yıllar sonra da hep gözlerimin önündedir. Ve Kobra Celal derken de hep bu görüntü gözlerimin önünde canlanıyor. Hem öncüdür-ki bu surat ve atiklik isteyen bir iştir, hem de üzerinde; omzunda bir kleş, bir lav silahı, bir bomba atar, bir tabanca ve neredeyse benim de içine sığacağım kocaman ve oldukça ağır görünen bir sırt çantası. Bir de onun hepimizin üzerinde duran boyu posunu ekleyin ve tabii tam da Kürtlere has olan o kocaman pos bıyığı da ekleyin ve bu manzarayı gözlerinizin önü getirin. Birde bu manzaranın insanda yaratacağı morali bir düşünün!
Sonraları Arnavut devrimini işleyen Komiser Memo romanında işlenen Rapo tiplemesi aklıma gelecektir. O tam da bir Rapo, ancak Kürt Rapo’su. Cüssesiyle, heybetiyle, duruşuyla, fiziksel gücüyle ve tabii düşmana karşı olan kin ve nefretiyle sonuna kadar ülkesine bağlı bir yurtsever!
Bunları düşünürken bir gün arkadaşlarla Maden ocağını vurmaya giden bir gücümüz aklıma geliyor. Orada mühendisleri alıp gelirlerken, düşman arkadaşların savunma hatlarını panzerlerle yarıyor. Uzakta savunma amaçlı bırakılan Doçka 12,5’lık tehlikeye giriyor. Kurtarılması gerekiyor ya da imha edilmesi gerekiyor. 90 kiloya yakın bir silahtır. Eni sonunda verilen karar “silahı imha edin” dir. Arkadaşlar silahı bir yandan imha etmeyi düşünürlerken, diğer tehlikeye düşen yoldaşlar geri çekiliyor. Herkes geri çekilirken bir de bakıyorlar doçka silahı tüm malzemesiyle Kobra Celal arkadaşın sırtında o tepeden geri çekilecek istikamete doğru hareket halindedir. Doçka silahı kullanıldığı için namlusu ateş gibidir, ancak o bu sıcaklığı takmaz. Sonradan eli bir hafta sarılı kalacak, çünkü namlu avucunun içini kötü yakacaktır. Yaklaşık 1,5 km taşıdıktan sonra arkadaşlar zor bela omzunda alarak parçalayıp götürecekler silahı.
Benzer bir eylem Maden Taburuna fırlatılan havan gülleleri olacaktır. 82’lik havan toplarıyla bir tank imha olurken, karakol binalarına da üç top deyecektir. Ancak kimi topları isabet etmeyecektir. O “bana sağlam bir gözcü verin, ben sizi istediğiniz yere indireyim” diyecektir. Eylemden sonra da 82’lik havanı gülleleriyle birlikte sırtlayıp gelecektir.
İşte şimdi de bu boy, bu posa bakınca doçka olayı ve havan olayını daha iyi anlıyorum.
Biz hedefe zaten ulaşamayacaktık. Sayımız çoktu–100’ün üzerinde arkadaştık-, hasta arkadaşlarda vardı. Ancak Nivava’ya yetiştik. Arkadaşları onar onar saklayarak araziye yerleştirdik. Benim de yanımda sonra da şehit düşecek; Tatvanlı Perwer, Pervarili Mirxwas, Kobra Celal arkadaşlarla sonra da sanırım kaçacak olan Konyalı Hamza vardı. Perişan olmuşuz, yorgunuz. Zaten onda önce ki günün saldırısında barut kokusunun yarattığı sersemleşme de cabası.
Biz böyleyken o yani Kobra Celal her zaman hazırlık ve tedbirli olan biri olarak bize-nereden getirdiğini anlamadığımız-bir pet şişesi su, iki üç parça kuru ekmek ve bir konserve önümüze indirdi. Halden düşmüşüz, kimsenin aklında yemek yok. Ama o her şeyi düşünendir. Biz bir iki lokma yemeden, Hamza’nın boğazına o kup kuru ekmek parçası kalıyor. Hareket edemez durumda, gözleri fal taşı gibi açılıyor nefes alıp veremiyor. İlk müdahale eden Kobra Celal’dir. Zor bela Hamza’yı kurtarabiliyoruz. Sonradan bu noktaya “nokta ber Hamza da nan mayi” diye kullanacağız, yani “Hamza’nın boğazında ekmeğin kaldı nokta.”. Bizde yaşam her zaman biraz pratik üzerinde yürüdüğü için böyle isimlendirmeler çokça oluyor. Çünkü böylesine tuhaf bir olayı kimse unutmayacak ve siz bu noktanın adını böyle söylediğinizde herkes nereyi kast ettiğinizi bilecektir.
Biz akşam yolumuza devam etmek isterken bir arkadaşın-sonra da şehit düşecek olan Şakır yoldaşın-yürüyemediğini öğreniyoruz. Herkes birazda perişan demiştik. Gelip bakıyor, yanına en güçlü 11 arkadaşı vererek yavaş yavaş getirmelerini istiyoruz. Ancak ortaya çıkıyor ki arkadaşlar getiremiyor. Çünkü en güçlülerde perişan haldedir. Ona son ekmek ve sularımızda vererek bir dikenli ağacın-everst-altına bırakarak “burada hareket etme sana ya milis göndeririz ya biz gelip seni alırız” diyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.
Şırnak yoluna yaklaştığımızda yollar tutuludur. Yine geçeceğimiz hattan çete köyü de var. Bu çete köyü genelde dost olan bir köydür ancak devlet işbirlikçileri de var, bunun için duyarlı olmamız gerekiyor. Ayrıca herhangi bir kaza da olmaması gerekiyor.
Yola vardığımızda birde ne görelim. Milisler gelip bizi bekliyorlar, biraz da kızarak “heval iki gündür neredesiniz, sizi bekliyorduk, hızla geçmemiz gerekiyor” diyerek ne kadar duyarlı olduklarını bize gösteriyorlar. Hâlbuki biz onlara haber iletmemiştik. Ancak onlar az çok gerilla hareket tarzını bildikleri için böyle öngörülü yaklaşıyorlar. Çete reisi gelip bizimle görüşüyor, güvenmediklerini nöbet yerlerinde alarak kendi adamlarını yerleştikten sonra biz yolu ve köyü geçiyoruz. Ayrıca köyün üstlerinde bize lazım olan su ve yiyecek getirerek kendimize gelmemizi sağlıyorlar. Biz hedefimize ulaşıyoruz. Milislere bizim Şakır ismindeki yoldaşımızı bize getirmelerini söylüyoruz. Onlarda ertesi gün bize arkadaşımızı tekrar bize ulaştırıyorlar.
Bayrak Operasyon da yaşanan başka bir olay vardır. Öyle bir olay ki insan duyduğunda tüyleri diken diken olan bir olay!
Yukarıda dört koldan Cudi de çıkacağımızın kararını verdiğimizi belirtmiştik. Silopi ovasında çıkacak grup harekete geçiyor. Ancak zindan çıkışlı ve Cudi bölge komutan yardımcılarımızdan Yılmaz Uzun arkadaş yolda hastalanıyor ve yürüyemez duruma geliyor. Gidilecek yol çok fazla uzaktır. Arkadaşlar Yılmaz arkadaşla birlikte dört arkadaşı ve birde milis bırakıyorlar. Mümkün mertebe hareket etmemelerini yakında gelip tüm arkadaşları alacaklarını söylerler.
Ertesi gün etrafta bir hareketlik yoktur. Her yer sakindir. Grupta kalan cepheci arkadaşlarda var, çevreyi iyi tanıyorlar. Tanıdıkları milis ve yurtseverler vardır. Konsere köyüne iniyorlar. Bir araç ayarlayarak Habur sınır kapısında güneye geçeceklerdir. Ne var ki götüren araç sahibi devlete haber vermiştir. Arazide operasyon yapma yerine bir komplo hazırlıyorlar.
Arkadaşları sivil giyimli aracına bindirdikten sonra silahları bağaca koyarak kitler. Silopi’nin Hacilar parkına geldiklerinde askeri kontrol vardır. Aslında kontrol edenler arabadaki hepsinin gerilla olduğunu biliyor. Ancak kimlik sorma, sonra çay ikram etme adına arkadaşları arabadan çıkararak karakolda teslim alırlar. Arabada inerken Yılmaz arkadaş meseleyi fark edecek ancak bağacın kitli olduğunu görecek ve iş işten geçmiştir.
Düşman arkadaşlara karşı çok yoğun ve inanılmaz işkencelere başvurur. Behdinan ismindeki küçük güneyli arkadaş düşmana bir hastane yeriyle cephane deposunu bildiğini söyler. Behdinan arkadaşı alıp götürürler. Operasyon tüm hızıyla yürüyor. Behdinan arkadaş önceden Celal Kobra arkadaşla döşediği bir anti-tank tuzağına askerleri götürür. Tuzağa ulaştığında tuzağı patlatır. Burada bir binbaşı, bir üsteğmen ve birde asker ölecektir. Bu olayı yıllar sonra bu operasyonu idare eden korgeneral Hasan Kundakçıoğlu da anılarında yazacaktır.
Şu iyi bilinmelidir ki; bu hareketin elemanları ve üyeleri fedai insanlardır. Katılımları ideolojiktir, ruhsaldır. Bunun için devrim davası uğruna canını her an vermeye hazırdırlar. İşte Behdinan yoldaşın gösterdiği tavır esirken dahi düşmanı kendisiyle havaya uçurmasını bilerek bir militanın düşmanın elindeyken nasıl eylemler çıkaracağını gösteren örnek bir militan davranıştır.
Bu olayın ardından düşman, diğer esir düşen yoldaşlara işkenceleri arttırır. Arkadaşların bedenlerinde parçalar keser. Yılmaz arkadaşın boğazını bıçakla keserler. Diğer birçok yoldaşın gözlerini, burunlarını ve kulaklarını keserler. Buna şahit olarak sonra da kurtulacak olan –ve şimdi Zaxo da yaşayan o dönem milis olan arkadaşı gösterebiliriz. Onun da kulağı kesilecektir. Düşman bu insanlık dışı vahşetin ardından arkadaşları dağın yamacına götürerek panzerlerle tarar. Zaxolu milis ağır yaralıdır. Bedeni arkadaşların altında kaldığı için dikkat çekmemektedir. Düşman bir çukur kazarak arkadaşları bu çukura atar. Zaxolu milis sonra da kurtulacak ve olup biteni ondan öğreneceğiz. Bu olaydan hunharca katledilen arkadaşlar; Yılmaz Uzun, küçük güneyli Selim, Gabar, Behdinan ve Botan arkadaşlardır. Milis söylediğimiz gibi kurtulacaktır. Bu olaydan sonra öğreneceğimiz gibi düşmana bilgi veren ajan; Konsere köyündeki İsmettir.
Biz o zaman düşmanda patlayan anti-tank mayını duyduğumuzda Celal Kobra arkadaş bizi mayının nerede patladığını söyleyecek ve basında orası olduğunu öğreneğiz.
Biz alanı terk ettikten ve düşmanı boşa aldıktan sonra tekrar alanımıza dört koldan takım takım girerek bu kez daha etkili olarak gerilla tarzından devam ediyoruz. Ben geri döndüğümde Celal arkadaş daralmıştı. Kızıyordu. Bu daralmalarını da kimi komutan arkadaşa bağlıyordu. Bir keresinde “ “İrfan, Welat ve Doğan arkadaşlar 92 de benim yanımdaydılar, çatışmalarda ben onları mevzilendirmiştim. Şimdi ise onlar bölük ve tabur komutanıdırlar, ben ise halen manga komutanıyım” diyecekti. Kendince haklıydı, o onlara göre eskiydi, birde onlara mevzilenmeyi öğretmiştir. Ancak o bilmez ki bu bilimsel temelde gelişen, akıl ve yüreğinin yanı sıra örgütleme, yönetme, idare etme sanatını da gerektirir. Birde bizde eski yeni yoktur. Bizde yeteneklere yol açma vardır. Tabii birde devrim insanlarla uğraştığı için gerillaları yürütebilme sanatıdır da. Dediğimiz bu sorun ya da bu çelişki çok zamanlar bizde yaşanmaya devam etmiştir. Belki kimi yoldaşta halen yaşanıyor.
Bu yıl birkaç kez güneye gidip geliyoruz. Böylesine bir gidişimizde tekrar Kobra Celal arkadaş daralmıştır. Böyle çalışamayacağını söyler. O her zaman dağdayken ailesine gidip gelendi. Bu anlamda biraz da halen milis gibiydi. Bu daralmalarını tartışmalarla aştıramadığımız için ona “isterse eve gidebilirsin” diyoruz. O zaman onun ailesi de güneye geçerek yeni kampta kalmaktaydı. Ona bir miktar parada vererek gönderdik. Ancak bu Kobra Celaldir o mücadelen daralmamış ki, o şu bu arkadaşın yaklaşımlarından alınmış, birde tipik tarihte süzülüp gelen dar Kürt insan tipini çizen biri olarak dar yaklaşımlarıyla kendisini daraltmıştır. Böyle olunca onun partiyle, önderlikle, örgütle sorunları yoktur. Biz Haftanin'den Cudiye yöneleceğimiz saatlerde birde ne görelim. Kobra Celal arkadaş daha ağır bir dolu çantayı sırtlayarak gelmiştir. Arada on gün geçmemiştir. “nereye geliyorsun, hani gitmiştin” sözlerine “size ne işinize bakın ben Cudiye geliyorum” diyerek özgün yaklaşımlarını yine sergileyecektir.
1994 sonlarında parti onu 5.Kongrenin yer yapımı için bizde özel isteyecek ve ben ondan sonra onu görmeyeceğim. Lakin nereye gittiğini hep takip edeceğim ve selamlarımı ona göndermekten kusur etmeyeceğim.
O 5. Kongrenin yerini mükemmel bir şekilde yapacak ve peşinde Zap alanına giderek orada yeraltı çalışmalarını daha profesyonelce devam edecektir. Partimizin yeraltı şehir projesine dönük çalışmalarında en aktif olanlardan bir tanesi o olacaktır.
Sonra ki yıllarda o sınır hattında kalacaktır. Dönem büyük güçlerin eylem yapacağı dönemdir. O yine aranan adamdır. Çünkü o içimizde havan ve 57”lik topları, kartuşa'ları, bomba atarları, doçkaları ve diğer ne kadar ağır silah varsa hepsini iyi kullanmaktadır. O aynı zamanda ağır silah takımının sorumlusudur. Çukurca’nın askeri taburlarına salladığı havan topları o dönemler orada komutanlık yapan faşist ordu görevlilerinin eğitim malzemesinde yer alacaktır ve rüyalarını epey karartacaktır. Aynı rüyaları o faşist ordu elemanlarına Gerdiyan da ve Etruş’ta da yaşatacaktır.
Ayrıca o yıllarda yüzlerce yoldaşa akademik askeri atışı öğreterek iyi birer nişancı haline getirecektir. O kafasına bir şeyi taktımı yapmasını da bilirdi. Yine hep yeni görüşler öne sürerek yaratıcılığının köreltilmesine izin vermeyecekti. O Karnas silahının nasıl otomatik hale getirilebileceğini yine B–7 roket atarı daha seri halde nasıl kullanılacağına dair de kafa yorar. Onda yok yoktur. Hatta o olmaz olanında yapılabileceğine inanan biridir. Bir keresinde bir arkadaş “bunun da bilmediği bir şey yoktur” diyecektir. Çünkü Kobra Celal’e ne sorsanız o yapabileceğini tutuklamadan söyleyen biridir. Ve söylediğinde de yapan biridir.
Esasta bu bir kültürdür. Hem de olmazlardan oluru yaratan devrimci kültürdür. Bugüne baktığımızda kapitalist-emperyalist toplumun yarattığı naylon ve kendine yetemeyen plastik gençlik tipi değerlendirildiğinde, bu kadar olmazı olur yapanın önünde selama geçmek kaçınılmazdır. Onlar tarihin altın sayfalarında yerlerini altın suyuna batırılmış harflerle yazılırlar. Çünkü insanlığı biraz da insan yapan, onu emekçi kılan, onu insanlar için mücadeleci kılan ve her türlü baskı ve zulme karşı dimdik ayakta tutan bu olmazı olur yapan ruhtur.
İşte bu ruh Celal Kobra da fazlasıyla vardır. O gittiği her yerde özel istenecek ve hep el üstünde tutulan biri olacaktır. Ona her zaman ihtiyaç vardır. Onu herkes yanında tutmak isteyecektir. Nitekim bunun için Behdinan sahasını adım adım dolaşacak ve yukarıda saydığımız; yeraltı sistemi, ağır silahların kullanımı, nişan, cephanecilik ve istikamın her türlüsü için aranan arkadaş olacaktır.
O bu çalışmalarını 1999 yılın sonlarına doğru da Gare de yürütmektedir. Sonbahar da Türklerle KDP’nin düzenlediği bir operasyonda tankların pususuna düşecek ve ağır yaralanacaktır. Birçok yoldaş yaralıdır toplam 24 arkadaş bu tank vuruşlarında yaşamını yitirerek şehit kervanına katılacaktır. Çektar, Pazarcıklı Zeynep, Şırnaklı Newroz, Berivan, Xebat ve birçok değerli yoldaş. O ağır yaralı da olsa kendi çaresinin başına bakmaya çalışacak ve kendisini pusuya düşülen yerde uzaklaştıracaktır. Ancak sonraları çok fazla kan kaybından dolayı yaşama gözlerini yumacaktır. Naşını ancak aylar sonra arkadaşlar bulabilecek.
Güzel ve emekçi yoldaş, seni yaratıcılığın, bize kattığın emeğinle, yaptığın yeraltı güvenlik sistemlerinle anacağız. Geçtiğimiz her köprüde, içine girdiğimiz her şkeftte, düşmana sallayacağımız her havan ve 57’lik topta, sıkacağımız her doçka da seni anacağız. Bize öğrettiğin ustaca nişancılığı savaşın her alının da modern gerilla ordusunun harcı yaparak seni anacağız. Seni en küçük değerlere gösterdiğin duyarlı yaklaşımınla anacağız.
Güzel yoldaş seni o ulvi boyunla gür bıyıklarınla ve dev cüssenle anacağız. Seni Kürtlerin ta neolitikte bugüne ulaşan sadeliğin, saflığın ve yurda olan temiz duygularınla anacağız.
Söz sana emeğin sembolü, söz sana yoksul kır proleteri, söz sana Kürdistan’ın güzel köylüsünden gerilla olan yoldaş.
Söz sana ki biz seni tüm bu özelliklerinle çetin devrim mücadelesinde hep yaşatacağız.
Ruhun şad olsun, emeğin sembolü yoldaş, ruhun şad olsun!
Caferi Sori
Baran (Adil Aslan) Yoldaşın Anısına
Botan’ı ele alırken Cizre’yi değerlendirmeden geçmek olmaz. Nasıl ki, et ile kemik ve nasıl ki ruh ve insan bedeni birbirinden kopuk ele alınamaz ise aynen öyle Cizre ve Botan da ayrı ele alınamazlar.
Kürdistan tarihinde belki de direnişlerin kesintisiz olarak sürdüğü yerlerin başında Botan gelir. Mezra Botan diye tarihe geçen bu direniş kaleleri, aşiret yapılanmalarına geçişle birlikte hep dış işgalci ve İstilacılara karşı ayakta kalma direnişleriyle de anılırlar. Belki de Biz kürtler açısından en eski olan belgelerinden biri “On Binlerin Dönüşü” yani “Anabasis”tir.
Anabasis kitabında Ortadoğu ya, Dariyus'un kardeşinin peşine paralı askerler olarak takılan yunan askerleri, esas olarak Dariyus'u devirerek onun kardeşini iktidarın başına getirmek isterler. Ancak talihleri iyi gitmez ve çok kötü bir şekilde Dariyus gelenleri yener ve teslim olmalarını ister. Yunanlar teslim olmazlar ancak askeri bir kurnazlık ustalığıyla geceden kamp ateşleri yakarak ve karşıdaki düşmanlarını da “kamptalar” süsü vererek orada gece yarısı kaçıp giderler. Hedefleri kendi memleketleridir. Yani Yunanistan’dır.
Yola çıkarlar. Yol bilen yoktur. Kürdistan ovasında sert ve yüksek Kürdistan dağlarına yaklaştıklarında onlara, yerliler “buraya-yani Medya topraklarına-gidenler geri dönmemiştir” derler. Yunanlar gitmek zorundadırlar, çünkü başka gidecekleri yer yoktur. Ya Dariyus’a teslim olacaklar ya da ileriye doğru adım atacaklar.
Anabasis’te anlatılan-kitaba göre-bir haftalık Botan yolculuğudur. Önceleri buraların yerleşik ve yerlileri gelen yabancılarla direk geçmeleri için görüşürler ve gereken kolaylığı sağlarlar. Ne zaman ki gelen “misafirler” köy yakmaya başlarlar burada yaşayan-kitaba göre-Kalderler-bize göre Kürtlerin ataları kendilerine has direniş tarzlarını geliştirirler.
Bu direniş ölümünü de olsa işgalcilere ve yabancılara boyun eğmeden mücadele etmektir. Pusular atarak, düşmanın kuyruğundan tutarak, yollarına taşlar yığarak, daracık geçitleri geçerlerken başlarına kayalarla saldırarak ve ayrıca geçiş hatlarını boşaltarak, aç bırakarak ve susuz bırakarak art niyetli yabancıları perişan ederler. Lafı uzatmadan yabancılar bir haftalık zaman diliminde bu coğrafyayı aşarak Ermenilerin topraklarına geçerler, yani Botan suyunu aşarak kendilerini güvene alırlar. Ama yaşadıkları korku ve ruh tedirginliği onlara fazladan yetmişe benziyor. Bugün dahi Anabasis’i okuduğunuzda bunu his edersiniz.
İşte yabancılara tarihin kaçıncı İsa’dan önceki yüzyılında da Kürtler hep direnmişlerdir. Özelde Botan denilen bu topraklarda direniş kesintisiz hep sürmüştür. Denile bilir ki; Kürdistan tarihinde zapt u raptı altına alınmayan ve alındığında da hep düşmanlarına zorluklar çıkarmış toprak parçası Botan’dır.
Botan derken de Cizre’yi ele almadan anlatmaya kalkışmak büyük eksikliği beraberinde getirecektir. Cizre çok uzun yıllardır Botan’ın düşünce merkezi olagelmiştir. Bu sadece Bedirxan'ların burayı kendilerine merkez almalarından kaynaklıda değildir. Elbette Bedirxan'ların burayı kendi merkezi haline getirmeleri oldukça önemlidir. Ne var ki Dicle suyunun hemen Cizre içerisinde geçmesi zaten burayı bir ticaret merkezi ve bu bağlamda da geliş gidişlerin hatta bu nedenlerden dolayı da yöneticilerin merkezi yapmıştır. Bunun yanı sıra, Cizre özelde 11. ve 12. yüzyılda ve sonraki yıllarda da Kürt kültürünün en geliştiği merkezlerin başında gelir. Ozanlarıyla, şairleriyle, medreseleriyle, el sanatlarıyla ve aydınlarıyla burası merkez konumunu çoğu zaman korumuştur. Yer yer bu konum başka yerlere kaysa da uzun vadede her zaman önemli bir yer tutmuş ve dikkate alınan bir merkez olmuştur.
En son olarak Bedirxan Mirliğinin merkezi konumda olması da gelenekleşen yurtsever geleneğini daha da pekiştirmiştir. Bedirxan'ların yenilgisi ardından parçalı da olsa buralarda her zaman biraz direnişler süregelmiştir. Hele hele yanı başında duran Cudi ve Gabar dağları durdukça da bu konumundan bir şey kaybetmeden devam edecektir.
Özgürlük mücadelesinin geliştiği yıllarda birçok Kürt örgütü Cizre’yi kendilerine mekân eylemişlerdir. Başında da KUK ve KAWA hareketlerini saymak yanlış olmaz. Böyle olunca da buralarda yetişen gençlik biraz da Kürtlüğünü yaşayarak büyüyecektir. Hele hele karşı yakalarda görülen Barzanilerin direnişi de herkesi etkileyecek ve kendi köklerine duyarlı olmaya yol açacaktır.
Özgürlük Hareketinin Kürdistan’a açılmasıyla bu sahalara da açılır. Ancak ilk başlangıçta zorluklarla karşılaşır. Kendilerini Kürdistan’ın tek sahibi bilen kimi örgüt başta kuzey KDP ve KUK olmak üzere Kürdistan Devrimcilerinin buralara girişlerine izin vermezler. Hatta yer yer devrimcileri tehdit ederler kimi zamanda kaba yaklaşımlarda bulunurlar. Ancak Kürt Özgürlük Hareketinin militanları yaşam tarz ve duruşlarıyla erkenden buraya yerleşirler. Söyledikleri ve yaptıkları birdir. Sözleri ve özleri birdir. Birde bu halktan hiçbir şey istemeden ve gerektiğinde kendilerini feda edecek davranışlarından dolayı böylesi yurtseverlik temelleri güçlü olan bu topraklara erkenden kök salarlar. Birçok KUK, KAWA ve diğer Kürt örgütlerinde yer alan genç Partiye yakınlık duyar ve kısa sürede partiye profesyonelce katılırlar. Sonra da birçok katılan bu uğurda şehit düşecektir.
Adil arkadaş böylesine tarihi arka planı olan ve yakın tarihi süreçte de oldukça dinamik olan bir ortamın ürünü olarak 1965 yılında dünyaya gelerek buralarda yetişir. Aile ortamı biraz da Kürdistan koşullarında ayrıdır. O bir seyit ailesinde dünyaya gelir. Cizre ve İdil arasında Sırsırkê köylerinde Seyidê Male Şêxê Zırav’an ailesindendir. Aile çevresi en etkili ve saygın ailelerindendir. Aile geçmişini Hz. Muhammed’e ve Hz. Ali’nin oğulları olan Hz. Hasan ve Hüseyin’e dayandırmaktadır. Böyle olunca çevreye karşı bu aileden yetişenlerin özüyle sözü bir olması, olgun ve yardımsever olması gerekir. Bu böyle ailelerde-eğer içerisinde başka hinlikler yoksa-bir yaşam geleneğidir.
Adil arkadaş liseyi okur. 12 Eylül cuntasının yaratmak istediği pasifikasyon ve işkencelere rağmen Kürtlük damarları çok köklüdür. Birde yukarıda da dile getirdiğimiz gibi dinamik bir durum söz konusu olduğu için o Kürt örgütlerine sempati beslemiştir. Ancak sonraları o PKK’yi Abduhraman Motor arkadaşın aracılığıyla partiyi tanıyacak ve giderek sempati beslemeyle beraber 1985 yılında partiye katılacaktır ve Gabar kırsalında mücadelesini başlatacaktır. Partiye katıldığında evlidir bir de bir kızı vardır.
Sonradan düşman bu katılımdan dolayı kontraların eliyle bir kardeşini ve amca çocuğunu katledecek yine büyük kardeşini de Diyarbakır da bir mahkeme çıkışında ayrıca katledecektir. Adil arkadaşın büyüdüğü bu köylere her türlü baskı, kaçırtma ve işkence de cabası!
Parti saflarına katıldığında çevrede çok büyük bir yankı bulur. Çünkü o saygın bir seyit ailesinin evladıdır. Üstelik okumuştur. Gelecek vaat eden bir gençtir. Düşmanın o güne kadar-gerçi halen devam ettirmektedir bu söylemini-“Ermeni'dirler, sünnet edilmemişler, gâvurdurlar” gibi birçok aslı astarı olmayan yalan dolan haber yaymalarına karşı, böylesine bir aileden PKK saflarına katılım herkesi şaşırtacaktır. O güne kadar çevrede birçok insan bu yalanlara azda olsa inanacaktır. Nede olsa Kürt toplumu aşırı Müslüman bir ülkedir. İşte bunun için “gâvur” denildiğinde durup düşünmeleri bir alışkanlıktır. Adil arkadaşın katılımı hem yalanları yerle bir etmiş hem de peşinde birçok genç PKK’ye hem sempati duymuşlardır hem de PKK saflarına gelmişlerdir.
Belli bir çalışmanın ardından o PKK 3. Kongresine katılır. Burada kullandığı isim Yasin’dir. PKK 3. Kongresi parti tarihimize partileşme kongresi ve gerillayı geliştirme kongresi olarak geçecektir. Parti tarihimizin en yoğun ve derinlikli nasıl parti ve parti militanı kimdir tartışmaları burada yapılacaktır. Belki de PKK’yi yıllar sonra PKK’ ye yapacak ana tartışmalar bunlar olacaktır.
O bu tartışmaları yeni bir katılan olarak içten dinleyecek ve 1987 yılında başlatılan Özgürlük Yürüyüşü devresine katılarak tümden profesyonel bir devrimci eğitimi alacaktır. Bu devrede Mustafa Ömürcan, Abduhraman Motor, Emin Aslan, Hamit Dağtekin, Abdullah Avcı, Davut, İsmail-Derik, Dersimli Kemal ve sonra da gençliğin manevi sembolü olan M. Ata Aslan-Hogir-gibi halk kahramanları da vardır. O bu kadar deney ve tecrübe sahibi yoldaşın içerisinde ve önderliğin yoğun eğitimi perspektifleri ışığında kendisini donatmıştır.
Bu arada ülkeye bir kez gidip gelmiştir. Hatta Gundê Bazıvê de Şêx Murat isminde bir azılı ajanı cezalandıracaktır.
14 Nisan 1987 yılında Özgürlük Yürüyüşü ülkeye açıldığında, o, yöreyi tanıdığı için o grupla birlikte sınıra geçecektir. Sınırda iki grup olacaklardır, birisini Adil arkadaş götürecek diğerini de başka arkadaşlar götürecektir. Adil arkadaşın grubu sağlam geçer ancak diğer yedi kişilik grubunun tümü; çete Kamo, elemanları ve çok sayıda askerin katıldığı bir operasyonda Silopi Cizre ovasında şehit düşerler. Bu grupta şehit düşen yoldaşlar; Celal Hoca-Ramazan Gezginci, Xeyri, Dijwar, Sait ve…
Kendi grubun ihtiyaçları için bir kişi ile beraber ovaya inip ilişki arayışına girişir, yanındaki kişi kaçar. İhtiyaç temini için fazla zaman harcandığı için dönüşünde arkadaşlar bilinen noktada uzaklaşırlar ve artık grup yerinde olmadığı için arkadaşları bulamayacaktır. Tek başına kalır. Bunun üzerine Cizre’ye iner, bir süre Cizre’de tanıdıklarının yanında kalır. Bazı yurtseverler vasıtasıyla tekrar sınırı geçerek örgüte ulaşır yine önderlik sahasına geçer.
Adil arkadaşı önderlik şehir çalışması için görevlendirmiştir. O Kürtlüğün en yoğun yaşandığı alanlarından hem halkı örgütleyecek, hem de sınırda ki geliş gidişleri düzenleyecektir. Ve en önemlisi de dağa kapı açacaktır. Üç kişilik birimiyle bu çalışmasını yürütecektir.
O bu görevini layıkıyla yerine getirecektir. Cizre Kürdistan’ın ilk Filistin tipi İntifada’ların geliştiği bizim kavramlaştırmamızla Serhildanların merkezi olacaktır. Burada devletin “Cizre’nin kontrolü bizde değildir. “dediği bir durum yaşanacaktır. Bunun yaratıcısı ve bu direnişte en çok emeği geçecek olan Adil Aslan yani Baran yoldaş olacaktır.
O 1988 yılında Cizre de birinci derece sorumludur. O hem örgütleyecek, hem savaşçı alacak, hem getirip götürecek hem de şehir merkezinde ajanları gündüz ortasında “Seni Halk Adına Mahkûm Ediyorum” romanında gördüğümüz gibi halk adına ihanetçileri ve hainleri cezalandıracaktır. Mayıs 1988 yılında en azılı olan ajanlardan Amo Biryani’yi ve yanında bulunan diğer iki ajanı vuracaktır. O dönemler bu o alanda yer sarsıntısına yol açacaktı. Kimsenin Amo Biryani gibi birisine kış diyemediği bir yerde Baran arkadaş halk adına onu ve onun gibilerini meydanlarda halkın gözü önünde infaz edecektir. Bu halkta müthiş bir moral ve motivasyon yaratacaktır. Biz o zaman bu olayı BBC radyosunda Çırav da dinleyecektik. Haberlerde PKK’nin Cizre’yi ele geçirdiği söylentileri dolaşıyordu. Bu bize muazzam bir coşku ve heyecan verdi. O zamana kadar kimimiz iyi biliyorduk ki şehirlerle dahi ilişkilerimiz sınırlıdır.
Baran arkadaş çalışmalarını sürdürürken Seno adında başka bir azılı ajanı kahvehane de halk adına cezalandıracak ve üstündeki tabancıyı da kaldırarak gidecektir. Yine sonbahar da, Uğur isminde başka bir ajana infaz edecek ve İstanbul da gündüz ortasında, otobüsün içerisinde, Diyarbakır’daki sadist işkence cellâdı Esat Oktay Yıldıran cezalandırılacaktır. Bu Kürdistan ve Türkiye de bireysel eylemlerin artık faşistlere ve ajanlara korku saldığı bir süreç olacaktır.
Kürdistan toplumu sömürgeciler tarafından-kaidesi budur-birbirine karşı kullanılarak, kırdırılarak, bölüp parçalayarak yönetmeye çalışırlar. Bu meşhur İngiliz taktiğidir. Ancak her sömürgeci ve işgalci güç bu yol yöntemleri kendileri açışından yorumlayarak kendi rengini katarak uygulamaktadır. Faşist TC devleti kürdün içerisine el atarak en düşürülmüş tipleri-hele bunlar birde suça bulaşmışlarsa-kullanmaktadır. Toplumda değer görmeyen böylesine tipler devlet itibarlandırarak, imkânlar sunarak ve olmadığında zorla düşürerek kendisine çalıştırmaktadır. Bunun için eğer siz Kürdistan da devrimci bir çalışma yürütmekte ısrarlıysanız, o zaman sizin yapacağınız ilk elden, böylesine toplumu keneler gibi kanını emen keneleri temizlemeniz gerekiyor. Önce bu işten vazgeçmeleri için ikna, sonra uyarı olmasa tehdit ve bu da tutmasa yaptırım. Bunların tümü tutmazsa halkın gözü önünde halk adına bu ihaneti bağrımızdan söküp atmak zorunludur.
İşte Baran yoldaş böylesine topluma musallat olmuş birçok kangrenli yapıya neşteri vurarak söküp atmıştır. Kangrenli yapılara neşter vuruldukça nefes alıp veren vücudun diğer parçaları yaşamaya başlamış ve sağlıklı duruma geçmişlerdir. Bu çalışma için özel birimler oluşturarak şehir ve etrafında büyük bir etki parti lehine yaratmıştır.
1988 yılının sonbaharında bize önderlik sahasında Besta’ya gelip orada Cizre’ye geçmesi gereken Berivan-Binevş Agal-yoldaşı büyük Cuma arkadaşın yanında göreceğiz. Berivan yoldaşı, Bedranê Gundık Remo arkadaş görevlendirilerek onu Cizre'ye götürecek, orada Baran yoldaşa teslim ederek geri dönecektir. Sonra da Adil Aslan arkadaş deşifre olduğunda dağa çıkacak ve Berivan yoldaş Cizre çalışmalarını devralacaktır. Berivan yoldaş Baran arkadaşın kaldığı yerden devam edecek, İdil ve Batman’a açılacak giderek gelişen bir örgütlülük yaratacaktır. 1989’un ilk aylarında Berivan arkadaş şehir merkezinde gireceği bir çatışmada tabancayla direnerek şehit düşecek ve Baran arkadaşın döşediği zemin üzerine Cizre ayağa kalkacaktır.
O zaman Cizre de gelişmeleri izlediğimizde şehir ile dağ ilişkilerinin sağlandığını ve bunun daha fazla diğer sahalarla da geliştirilmesinin aciliyetini göreceğiz. Berivan yoldaş işte bu çalışmanın daha derinleştirilmesi için önderlikçe gönderilecekti.
Kendim Adil Aslan yoldaşı 1989 yılının ocak ayında ilk kez görecektim. 1989 yılının ocak ayında biz Gabar da kapsamlı bir iki operasyona takıldık. Ana birlikte öncüyüm aynı zamanda manga komutanıyım. Çatışmalar yoğunlaşınca mecburen Cudiye geçtik. Cudiye geldiğimizde altı kişilik bir grup bana verilerek bölge güçleriyle ilişki kurmak için aramaya çıktık. O dönemlerde cihazlar yok. Bir de biz aniden kurye göndermeden gelmişiz. Yani davetsiz misafiriz!
Arkadaşları bulamadık. Meğer Cudi güçleri Aziz yoldaşın komutasında iki takıma ayrılarak bir kol Şehit Adil Aslan arkadaşın komutasında Silopi de ipek yolunu kesecekler, diğer grupta direk Aziz arkadaşın komutasında Şırnak kömür ocağında bulunan karakola vuracak. Her iki eylemde tam başarıyla sonuçlanıyor. Yol, ana baba günüdür. İlk kez orada yol kesilerek Türkiye ait araçlar yakılıyor, Aziz arkadaş onlarda karakolu basıyorlar.
Biz Cudi gücünü ararken Şırnak tarafından bize doğru sesler geldi. İşaretler yaparak buluştuk. Ben ilk kez Cudiye geliyordum. Evet, Botanlıydım ancak Cudiye yabancıydım. Şehit Aziz arkadaş önde geliyordu. Henüz oturmamıştık ki Adil Aslan yoldaşlarda geldiler. Sonrada Maxmur da hastalıklarla boğuşarak şehit düşen Musayê Ker arabaları nasıl yaktığını anlatacak.
Biz Atatürk burnunun altında bir yerlerdeydik. Daha doğrusu Gıre Hermo da Şkefta Kitrê de kalıyorduk. Hızla gruba yetişerek tedbir almamızı -çünkü düşmanın muhtemelen operasyona çıkacağını söyledikten sonra- alanı tanıyan birkaç arkadaşı da yanıma vererek kendi gücümün yanına dönmüştüm.
Sabah erkenden düşman uçakları gelip rasgele çevreyi taradılar. Uçakları ilk kez görüyorduk. Demek ki bu iş ciddileşmişti. Yine düşman da araziye çıkmıştı. Ancak fazla sürmeden geri çekildi. Biz ise Gıre Hırmo da Cudi gücüyle bir araya gelerek bir süre kalacaktık. Henüz ocak olduğu için havalar soğuktu. Geceleri mağaralarda ateş yakıyor, gündüzleri ise yamaçlarda kalıyorduk.
Bu ilk Cudiye gelişimde biraz daha yakinen Şehit Ahmet Rapo ile Şehit Mahmut Aforof arkadaşları da tanımaya başlamıştım. O dönemler bu arkadaşlarında belli bir ismi vardı.
En son Cudide yani Adil Aslan arkadaşlarda ayrılacağımız gün bir moral yapıldı. Halen hatırlıyorum Ahmet Rapo bir çete yani korucu rolünü içeren bir skeç yaparak oynadı. Mahmut Aforof arkadaşta “welat welatê me ye Egîd qomutanê me” parçasını söylerken tüm yoldaşlar eşlik ediyorlardı. Sonraları halay çekilecekti. Ve halayın en göze batanları Rojhatê Bluzeri, Erdalê Heyştani ve Adilê Bilika arkadaşlar olacaktı.
O zaman Adil Aslan şehirde gelip hızla komutanlaşan bir arkadaşı olarak tanıyacağım. Aydın özellikleri olan Baran arkadaşın etrafında hep arkadaşlar doluyordu. Kendi halinde sempatik, sessizliği, mütevazi ve bilinç düzeyi yüksek olan biri olarak çok ilgi çekerek bir çekim merkezi oluyordu. Seyitlikten gelen bir özellik midir bilmem ama o yumuşak ve şeker gibi bir arkadaştı. O zaman bana da çok yakın gelecek ve çok sevecektim.
Hele hele basında duyduğumuz eylemlerin sahibinin Baran arkadaş olduğunu da öğrenince daha fazla etkilenecektik. Ne de olsa biz yeni gençlerdik. Böylesine birikim düzeyi olan yoldaşlar, özlediğimiz yoldaşlardı aynı zamanda.
O yıllarda Otomatik Mervan arkadaş da var. Manga komutanıdır. Yerinde durmayan, her şeyi soran, her şeye pozitiv anlamda karışan bu zindanda kalmış ve önderlik eğitimi görüp gelen sıcak yoldaş tamda herkesin etrafında toplandığı ayrı bir yoldaştı. Sonra da belki de parti içerisinde en hızlı gelişmelerden birisini yaşayarak, bir yıl sonra merkez komitesi olacak peşinde Garzan Eyalet Komutanı ve kuzey sahasına müdahale olarak gönderilecekken Siirt merkeze bağlı bir köyde, evin içerisinde kontralarca vurulacaktır.
Yine Mardinli büyük komutan Gazi-Şemsettin Kino-arkadaşı da anmak gerekir. O dönemlerde takım komutanıdır. O da sonra da güney batı eyaletinde yürütme düzeyinde yer alacak sonraları da 1994 yılında Gıre Kor da 17 yoldaşıyla şehit düşecektir.
Adil Aslan arkadaş askeri çalışmalarını yürütürken halka olan ilişkilerini kesintisiz olarak sürdürecektir. O Cudi’nin etrafında bulunan tüm köylere-ova da dahil-hepsine bir bir toplantı yapar. Devrimin bir bilinç işi olduğundan yola çıkarak halkı aydınlatma temel bir devrimci görevdir.
Bu yapılacak toplantılardan birisinde, toplantı yapılacak köye düşman pusu atacak bu pusuyu Gazi ve Adil Bilika arkadaşlar fark edecekler, düşmana yönelerek 1 MG–3 alarak geri döneceklerdir.
Bu ova çalışmalarını yürütürken Dicle’nin öbür kıyısında bulunan Serê Dalê korucu köyünü silahsızlandırmak için harekete geçer. Suyu geçerler. Ovada gündüz saklanırlar. Öğlene doğru köyün nahırıyla-garanla-kendilerini kamuflaj ederek köye yaklaşarak, köyü kuşatırlar. Ve peşinde de hiçbir çatışmaya izin vermeden köyü silahsızlandırıp toplantısını da yaparak geri dönerler. Bu eylem ardında çevredeki tüm korucu köyler devlette aldıkları silahları bırakacaklardır.
İşte, Adil Aslan birazda budur. Yaratıcılıktır. Amacı üzüm yemekse üzüm yer. Yani hedef silahları almaktır köylülere zarar vermek değildir. Yine o dönemlerde ovanın ortasında gerilla olarak girip silahları toplayıp getirme büyük yankı yaratarak etkinliğimizi güçlendirecektir.
Yine o dönem özgürlük hareketi mücadelesine damgasını vuracak başka bir eylemi Adil Aslan yoldaş planlayacaktır. Bu çatışma da Cudide daha doğrusu Deriyê Çırçırok da Adil Aslan arkadaşın denetiminde bir helikopter düşürülecektir. Bu ikinci helikopterdi düşürülen. Ve bu helikopterin gövdesi arkadaşların içine düşecekti. Bu çatışmada Adil Aslan arkadaş en öndedir. Adile Bilika, Mardinli komutan Şehit Gazi yoldaş ile sonra da Botan da cephe komutanı olacak Şehit Rojhatê Bluzeri, Fazılê Giteyi ve Erdalê Heyştani yoldaşları da saymak gerekir.
O dönemlerde Cudi’de genel komutan Karakoçan’lı Aziz yoldaştır. Aziz arkadaş her zaman büyük bir gerilla olmasını bilecekti. O, o yıllarda dahi araziye dayalı savaşın ilk nüvelerini uygulamaya kalkışacak ve yer yer önemli sonuçlar elde edecekti. Buna örnek olarak düşmanı araziye çekmek için arkadaşları Zêrinker boğazına gönderiyor, ancak bir arkadaşın duyarsızlığından dolayı kaza yaşanıyor ve düşman darbelenmeden duyarlı hale geliyor. Bilika tarafından pusuda bekleyen Adil arkadaş gelen gücü pusuya düşürerek 11 G–3, 1MG–3 ve çok sayıda askeri malzeme kaldırarak tam bir başarı sağlıyor. Belki de Adil Aslan yoldaşın gerillaya o kadar erkende uyum sağlayarak bu düzeyde bir performans göstermesi Aziz arkadaşın usta taktikçiliğinden ders alarak o da bu gerilla tarzına adapte olacaktır.
Bu süreçler artık şehir gerillasını ustaca yürüterek düşmana Cizre’yi zindan yapmış olan Baran yoldaş dağda aynı performansı bir dağ gerillası olarakta sürdürecektir. O artık ismi duyulan, tanınan, sevilen, yumuşak başlılığıyla herkesin kalbinde yer alan Baran komutandır. O yeni bir yıldız olarak Kürdistan dağlarında yeniden yaratılarak ışık saçmaya başlayacak ve pozitiv ışınlanması dağ yürekli gerillalar tarafından alınarak aynı düzeyde kıymetleyeceklerdir onu.
1989 yılının haziran ayında Besta’nın Kanibotkê mıntıkasında -sonrada meşhur olan Kani Botki-toplantısı yapılır. Bu toplantı da yapısıyla birlikte 550 arkadaş hazırdır. Harun -Şêxmus Yiğit-yoldaş önderlik sahasında yeni müdahale olarak gelmiştir. Yeni düzenlemeler yapılır. Bu düzenlemede o Gabar’a verilir. Şiyar -Kazım Kulu- yoldaş Cudi’ye atanır. İlginçtir ama o Gabar’a düzenlenirken ona özel bir alan verilir. Gabarla Cudi arasında Cizre ve ovaya açılan sahanın sorumlusudur. O özel yetkilerle donatılacaktır. Eyaletin hareketli birliği değildir. Ancak onun Gabar, Cudi ve Besta’yı kullanma inisiyatifi vardır. Geniş bir sahada hareket ona tanınmıştır. Bu da ona denk özgün bir düzenlemedir.
Baran arkadaş kendi alanına yönelecektir. Reşine-Eruh yolu kesilecek burada devlete ait 3 YSE aracı yakılacak, bazı gençler alınacak ve 2 korucu esir alınacaktır. Tüm bunlar yapılırken diğer taraftan çatışmalarda sürecektir. Hemen peşinden Bane Botyane de mayın döşeyeceğiz ve radyoda 9 askerin öldüğü haberini alacağız.
Böyle kimi irili ufaklı eylem ardından 15 ağustos kutlamalarını Çele Sor da hemen Basret taburunun üstünde kutlayacağız. Sayımız 180 arkadaştır. Adil arkadaşın gücüde var. Yine sonra da Mardin de şehit düşecek Süleyman Aslan (Sarı Hüseyin) yoldaşta var. Bu etkinlikler 19 Ağustosa kadar sürecektir. Çevrede halktan yüzlerce insan gelmiş bizim meşhur “alo dino govendimize katılarak ez xelef ım” türküleri söyleyeceklerdir.
Biz bu etkinliği devam ederken -sonra da köylüler bize anlatacak- düşman karakolu gündüzün ortasında bırakıyor. Yolda düşman askerleriyle karşılaşan halk “ne oldu diye” sorduğunda, askerler “her gün tepemizde halay çekiyorlar. Halayda söyledikleri türkülerin sesi bize geliyor. İşleri belli olmaz, biz onun için gidiyoruz diyecekler ve bir daha o karakol oraya gelmeyecektir. Gidiş o gidiştir.
Belli bir süre sonra Tahtê Reş'te o bilinen ve önderliğin kabul etmediği merkez toplantısı yapılacaktır. Bunun için Adil Aslan yoldaş genel sorumlu olarak kalacak ve etrafta dikkatleri üzerine çekmek için yoğun eylemler yapacaktır. Yine Zeki-parmaksız- ve Aziz arkadaşlar Amed’e geçecekler.
Toplantı dağılır dağılmaz bir planlama yapacağız. Bu planlamaya göre hepimiz takım takım hareket edeceğiz. Ancak ilk iş Spiyvan karakolunu vurmak için keşfetmektir. Ben onun yanında keşif için ayrılırken bir ağacının altında kitap okuyordu. Eylem yapıp dağılacağız. Biz köye, karakol keşif için gittiğimizin sabahı her tarafı kapsayan çok geniş bir operasyon başlatılır. Besta, Gabar, Garisa ve Cudi’yi kapsayan bu o dönemin en geniş operasyonu içerisinde biz köylülerin aracılığıyla zor bela çıkıyoruz. Yeniden Baran yoldaşla buluştuğumuzda eylemlerin bu şartlarda yapılamayacağı ve herkesin hem kendisini koruması, hem de fırsat buldukça gerilla tarzında düşmana vurulmasını kararlaştıracağız.
Takım takım hareket ettiğimizde Baran yoldaşın yanında bayanlarda olacaktı. Genelde alışık olduğumuz bayanlara karşı feodal davranışlar önde olmasıydı. Ancak Baran arkadaş o dönemlerde bayan yoldaşlarla yoğun tartışıyor, okuduğu kitapları onlarla paylaşarak alışmadığımız bir incelik gösteriyordu.
Her tarafta düşman var. Baran yoldaş Gabar ile Cudi arasında bulunan Kere’ye giderken biz Gabardayız. Yaşanan bir çatışmada 9 arkadaşımızı şehit veriyoruz. Bu bizi oldukça zorluyor. Tahta Reş toplantısına alanda 24 komuta düzeyinde arkadaş gittiği için komuta boşluğunu yaşıyoruz. Belki de düşman bizim toplantılara yaklaşımımızı çözdüğü için o dönemler komuta eksikliğini de fırsat bilerek o kadar şiddetli bize yöneliyor.
Kere de Baran arkadaş fazla kalacaktı. Çünkü önderlik sahasında gruplar gelecek ve oda bu grupları karşılayarak toplantıya gitmesi gerekenleri gönderecekti. Ancak o zaman sınırı geçerken zorlanan iki bayan yoldaşı-Kobanili Dicle ve Afrinli Rukeni-yanına alacak ya da almak zorunda kalacaktır. O bu işleri yaparken şehirle bağlantısı kopmayacak, timleri gönderecek, milislerle kendi ova çalışmasını da sürdürecektir. Bu arada Çiyaye Dera’ya da gidip gelecektir. Ki burası Cizre’ye yakın bir yerdir.
Biz de bu arada yine Çırav da düşmanla bir çatışmaya gireceğiz ve düşman bizi Besta da çıkaracaktır. Ancak sonra fazla zaman geçmeden tekrar Gabar’a döneceğiz.
Baran yoldaşlar çalışmalarını yaparken Güçlükonak’tan Cizre’ye bir konvoyun hareket ettiğinin bilgisini alırlar. 19 arkadaşlardır. İlk iş pusu atmaktır. Hemen Dicle'nin kıyısında pusu atılır. Pusu da iki araç imha edilirken bir araçta ağır hasar görür. Eylem başarılıdır.
Burada görülmesi gereken Baran arkadaşın gösterdiği dayanışmadır. Onun yoldaşları toplantı yapacak ve toplantının selameti için ilk karşılaştığı düşman gücüne pusu atarak darbe vuracaktır. Yine burada inisiyatif vardır. Hızlılık vardır. Her şeyden önce ani karar verme vardır.
Eylemden sonra Baran arkadaşlar Newale Dere’de Gabar’a çıkmak için hareket ederler. Yolda düşman pususuna takılırlar. Burada bir kişi düşmanın eline esir düşerek çözülür. Grup hakkında bildiklerinin tümünü düşmana söyler. Grubun kime ait olduğunu da söyler.
Düşman aldığı yeni istihbarat ışığında her yeri yeniden tutar. Tüm güzergâhları pusular. Ve alana birçok güç kaydırması yapar.
5 ya da 6 Ekim günü Baran arkadaşlar Nevala Dere’den çıktıktan sonra Nevala Fınık’a girerler. Derya Siyare boğazı tutulmuştur. Oradan çıkamayacaklardır. Sabaha doğru üst sırtları tutulu olan bir yamaçta kalmak için dururlar, tepeye üç kişilik tepeci gönderirler. Üç kişilik birim tepede düşman pususuna takılır-artık sabah olmuştur-ve üç arkadaşta arkadaşların yanına geri dönerler. Bunun üzerine Baran arkadaş grubu ikiye böler. Bir grupta Azize Merdin arkadaş Derya Siyareden -ki düşman tutmuş- geçecek, Baran arkadaşlarda sol taraftan yamaçları tırmanarak sırtı aşacaklar. Düşman ilk önce Baran arkadaşın grubunun hareket ettiğini görür. Yoğun saldırır. Sırtlardaki tüm düşman o tarafa kayacaktır. Nedenini bilmemekle beraber Aziz arkadaşın grubu sırtı aşarak kendilerini sağlama alacaklardır. Ancak devrimci yoldaşlık açışından ciddi bir zafiyet yaşayacaklardır. Çünkü devrimciliğin -PKK devrimciliğinin- en temel kriteri yoldaşı için kendisini feda etmektir. Burada düşmana müdahale edilse belki de Baran arkadaşın grubu tümden darbe yemeyecektir. Bu tavrından dolayı Aziz Merdine arkadaş sonradan çok sert eleştirilecektir.
Çatışma sürerken Baran arkadaş geçemeyeceği bir kayalığa rast gelir. Artık çıkış ve kurtuluş yoktur. Yaptığı ilk iş çantasını saklayarak düşmanın eline para ve materyalin geçmesini engellemektir. Yer yer fırsat olursa bunları yakmaktır. Ancak o yakma fırsatı bulamamıştır.
O bayan yoldaşlarını bırakmayarak sonuna kadar çatışarak şehit düşer. Onunla birlikte şehit düşen yoldaşlar; Zınar-Siirt, İrfan, Ruken Afrin, Dicle Kobani, Mervan ve ismini hatırlamadığım başka bir yoldaş. Sonradan kimi yoldaş gelen yeni bayan yoldaşların yürüme tempolarındaki zayıflıktan dolayı yeterince yol alamadıkları için bu mahkûm arazide kaldıklarını söyleyeceklerdir. Her şeye rağmen PKK’de yoldaş ve insanlık en önde olan iki unsurdur. Bu yeni yaratılacak insanın da temel karakter taşları olacaklardır. İşte bu uğurda eğer can istenecekse bu can da bu yoldaşlar uğruna verilecektir. Şehit düşeceği yer sonra da 1992 yılın sonbaharda şehit düşecek Kazım Kulu-Şiyar yoldaşın bulunduğu yere bir saatlik mesafededir.
Adil arkadaşı nasıl anlatmak gerekiyor; onu ağır ve olgun yaklaşımıyla mı, atik ve soğukkanlılığıyla mı, bilinç ve araştıran yönüyle mi, yumuşak ve kibarlığıyla mı, sevecen ve güleçliğiyle mi, eylemdeki keskin kararlık ve hızlılığıyla mı, halka olan devrimci ve ikna edici davranışlarıyla mı? O nasıl anlatılacak? Onu nasıl anacağız?
İşte burada sözler yetmiyor, kalem yazmıyor, türküler için ses çıkmıyor. Çünkü o her yönüyle bu halka canını vermiş ve bu halkın geleceğinde önemli görevler üstlenebilecek biriyken aramızda ayrılacak. O militan duruşuyla Cizre’yi ayağa kaldıracak ve aynı zamanda örgütlenmesini de bizatihi kendisi yapacaktır.
Her yönüyle komple bir kişilik. Bizde -Kürt toplumunda- bireyler tek yönlü olur. Ya askeri yönün gelişkindir ya da siyasi teorik yönün, ya emekçi yönün gelişkindir ya da eylemciliğin. Bizde bu her iki olgunun -beyin ve yüreği-birleştirerek çalışan komple arkadaşlar az çıkmıştır. Böylesi yoldaşlara belki Otomatik Mervan örnek verilebilir. Hem beyin gücü hem de yürek gücü birleştiğinde inanılmaz bir potansiyel açığa çıkar.
İşte Baran yoldaş beyin ve yüreğin, entelektüel zekânın, belki de her şeyden önemli olanda kişiliğine oturmuş şeker gibi tavır ve davranışlarla birleştiğinde o bambaşka bir çekim merkezi olmaktadır.
O bunun için Tahta Reş konferansında dağ pratiğinde yeni olmasına rağmen merkeze seçilecektir. Ancak o bunun haberini almadan, öğrenmeden şehit düşecektir.
Parti önderliği Tahta Reş konferansı yapıldığında Adil Aslan-Baran yoldaşa gönderdiği özel bir hediyesi vardır. Bir altın kalemdir. Bizim tarihimizde önderliğin özel hediye verdiği arkadaş sayısı azdır. Ancak o bunu hak etmiştir. Hem şehir gerillasını mükemmel uygulayarak bir şehrin nasıl ele geçirileceğini gösterir, diğer taraftan dağda eylemler nasıl çıkarılır ve nasıl gerilla olunuruna cevap verir, hem de ovada tam bir ova gerillacılığı örneği sergiler. Bu tarihimizde belki de ilktir. Ancak beyniyle yüreği bizimle olmayanlar bu önderliğin Adil Aslan yoldaşa gönderdiği hediyesini oldukça feodal komplocu tarzla çalışan sonra da dörtlü çetelerin içerisinde ismi anılacak olan Hogir’a vereceklerdir. Önderlik zaten konferansın taşıdığı feodal komplocu damgasından dolayı tanımayacak ve yeni bir konferans yapılmasını isteyecektir. Hatta 1989 yılının Kasım ayında feodal komplo çözümlemesini yaparak Hogir’ın tüm pratiklerini gözler önüne serecektir. İşte belki de önderliğin erkenden bu çetelere karşı tavır almasının nedenin ipucunu Adil Aslan yoldaşa verilmesi gereken hediyenin ona verilmemesidir.
Güzel yoldaş, seni ve bize bıraktığın güzel anılarını sana söz olsun ki Gabar’a bir gün mutlaka ama mutlaka abide yapacağız. Senden öğrendiğimiz dokunaklı, narin, ince ve yumuşak gibi şekerliğini kendimize karakter yaparak devrimin iyi bir neferi olacağız ve her şeyden fazlada senin gösterdiğin şehir-ova-dağ eksenli profesyonelce gerillacılığını bugün HPG’nin profesyonelleşmesinde temel bir taş yaparak devrimimize aydınlatmaya çalışacağız.
Güzel yoldaş, ruhun şad olsun. Seni her zaman yüreğimizde anacağız.
Caferi Sori
Mizgin (Gurbet Aydın) Yoldaşın Anısına
Kapitalizmin insanlık değerlerini tümden tükettiği, önü alınmasa hiçbir toplumsal değerin bu saldırıdan kurtulamayacağı her gün yaşanan gelişmelerden açıkça görülmektedir. Sistem saldırısının boyutu insanlığın var oluş biçimi olan toplumsallığı dağıtmaya kadar ilerlemektedir. Toplumsal yapı ve onun organizmaları çok bilinçli bir şekilde dağıtılmaktadır. Bunun anlamı; insanlığı ahlaki ve kültürel olarak yok oluşa götürmektir. Bu saldırılarla insanlık toplumsal değerlerinden kopartılıp bireycileştirilmek istenmektedir. Bu yolda epey bir mesafenin alındığını da söylemek gerekir. Bu biçimde insanlık iradeden bilinçten kopartılıp adeta karıncalaştırılmaktadır.
Kapitalizmin insanlık değerlerine saldırısı ve her şeyi tüketim nesnesi olarak satışa çıkarması, alım-satım konusu yapması en fazla da kültür-sanat alanında yaşanmaktadır. Daha doğrusu kapitalizm insanlığın şimdiye kadar yarattığı tüm kültürü yıkarak ortada hiçbir değer ölçüsü bırakmayacak düzeyde bir saldırı yürütmektedir demek, daha doğru bir belirlemedir. Ne var ki insanlığa saldırı en fazla da kültürel değerler temelinde yapıldığı halde, kültür insanları bu konuda yeterince mücadele etmemektedirler. Daha doğrusu mücadele edecek kültür-sanat insanları kalmamış gibidir. Bu mücadele sahasında sanki bir teslimiyet yaşanmaktadır. İnsanlık için kültür alanında yaşanan bu teslimiyet kadar tehlikeli başka bir şey olamaz
Sistemin ideolojik hakimiyetini ifade eden teslimiyet denilecek bu durum kendisini çok değişik biçimlerde dışa vurmaktadır. Sistemin kültür-sanat ve sanatçı anlayışının hakimiyeti olan bu durum en çıplak ve kaba biçimde; “kültür-sanat insanları siyasetle uğraşamaz, sanatçının siyasetle ilişkisi olmamalıdır” biçiminde dilendirilmektedir. Bilindiği gibi kapitalist sistemde toplumsal yaşamın her alanı iktidar alanlarına dönüşmüştür. Siyaset ve ekonomi yalana dayalı yöntemlerle kendisini iktidar yaparken, sanat alanı da sistem sahipleriyle uyuşma ve sisteme karşı mücadelesiz kalarak kendisine bir iktidar alanı açmıştır. Bu alanda her gün bir düzine kişi sanatçı adı altında ortaya çıkmakta, kültür-sanat ürünleriyle zengin olmakta ve bu zenginliği de toplumların kültürel değerlerini işleyerek yapmaktadır. Günümüzde sanatçılar ile düzen sahipleri arasında yaşanan uzlaşma -ki bu sanat insanlarının teslimiyetidir. Çünkü sanat yaşamı tüketen değil, yeniden üretendir-, kültür ve sanat ürünleriyle toplumun sisteme bağlanması biçiminde bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Bu yaklaşım düzen sahiplerinin kendi imkanlarını sanatçıların topluma abartılarak sunulmasını getirirken, sanatçıların da hiçbir ahlaki örgü ile açıklanamayan bir biçimde halkların maddi ve manevi değerlerinin kullanılmasına yol açmıştır. Kültür ve sanat faaliyetlerinin özüne tümüyle aykırı bu sistem politikasını kendi çıkarları için en fazla kullanarak çıkar büyüterek kolay bir biçimde toplumu ve bireyi yönetme fırsatına dönüştürenler iktidarlar ve bunun uygulayıcıları siyasetçiler olmaktadır. Bu tarz hem sanatın hem de siyasetin yozlaşması, yozlaştırılmasıdır.
Bu yozlaşmayı günümüzde en fazla siyasetçiler derinleştirmektedir. Oysaki siyaset toplumsal organizma içindeki esas anlamı itibarıyla toplum işleri ile uğraşmaktır. Günümüzde yaşamın tek tek alanları değil, toplumsal yaşamın her hücresinde sorunlar yaşanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal yaşamda kaos olarak ifade edilen bu sorunlar yumağını temelden çözmek için toplumsal yapıda belirleyici olan alanlardan ilkeli bir mücadeleye girişmek kaçınılmazdır. Toplumsal sorunların köklü çözümü için ilk el atılması gereken alanların başında siyaset gelmektedir. Toplumsal yaşam için gerekli olan tüm işler her toplum üyesini ilgilendirir. Fakat başta kültür-sanat insanları olmak üzere toplumsal yaşamın temel alanlarında görev ve sorumluluklarını yerine getirenler herkesten daha çok bu tür durumlara karşı ilgili olmak durumundadırlar. Çünkü söz konusu olan insanlığın kendisi, yaşam gerçekliği, tarzı ve toplumsallığıdır. Bu temel yaklaşımdan dolayı da iktidarcı, devletçi, sömürücü siyasetin hakim olduğu günümüzde toplumun her ferdi, başta da öncüleri veya halk tabiriyle toplumun kaymak tabakası olarak bilinen ve bu tabaka içinde en önemli yeri olan sanatçıların özgürlük ve demokrasiden yana siyasetle ilgilenmeleri vazgeçilmezdir.
Toplumsal yaşam için çalışmak ve mücadele etmek insan için ahlaki bir durumdur. Çünkü toplumsallığın kendisi aynı zamanda ahlaki bir örgüdür. Toplumsal ahlak insanların birbirleriyle farkında olmadan ilişki ve dayanışma içinde olması; sevinçleri, mutlulukları gibi acı ve hüzünlerini de paylaşması demektir. Toplumsal yaşamda ahlaki olmanın önemi konusunda Kürt halk Önderliğinin çok önemli değerlendirmelerde bulunması nedeni, yaşanan sorunların giderilmesinde ahlakın gücünden dolayıdır. Kürt halk Önderliği bu değerlendirme düzeyi ile yeni bir toplum ve sistem paradigmasına ulaşmıştır. Siyasal ve toplumsal yaşama mutlaka ahlakı hakim kılmak ve bilimsel düşünüşü esas almak gerektiğini belirten Kürt halk Önderliği, özgürlük sosyolojisi biçiminde bir kavramlaştırmaya gitmiştir. Toplumsal işlerde ve mücadele alanlarında bilimsel düşünceye dayanmayan ve ahlakilikten güç alamayan bir uğraşın sonuçları trajedilere yol açmıştır. Ancak özellikle siyasetsiz bir bilimsellik ve ahlakilik ile çalışmalara yaklaşarak kendini işler kılmanın da sonuçta bireyin ve toplumun kendisini satması anlamına geleceği unutulmamalıdır. Toplumsal sorunlar karşısında egemen sisteme karşı mücadele siyaset denilen toplumsal uğraş ile verilir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermek için siyaset ile ilgilenmenin ve bu mücadele alanının değerini ortaya koymak gereklidir. Nasıl ki insanın yaptığı her faaliyetinde mutlak suretle sanatsallığı ifade eden bir yaratım varsa, insanın her yaşam duruşunda siyasi olan bir yan da vardır. Fakat sanat yapmak için özgün bir uğraş ve yoğunlaşma gerektiği gibi, siyasetle uğraşmak da böyle bir özgün uğraş ister. Toplumsal yaşamda herkes sanat ile uğraşabileceği gibi siyasetle uğraşma hakkına da sahiptir. Fakat kapitalist sistem yaşam alanlarını iktidar üreten bir paradigmayla ele aldığından yaşam alanları birbirinden kopartılmıştır. Sistemin kişilik özelliği olan bireyci yaşam tarzına hitap eden kapitalist yaklaşım yaşam ve üretim alanlarımın birbirine karışmamasını dayatmaktadır. Sisteme göre sanatçı sanatçıdır. Sadece sanat yapmalıdır. Siyaset de siyasetçilerin işidir. Buna da başkaları karışmamalıdır. Herkesin yeri-yurdu bellidir. Kimse kimseyi rahatsız etmemelidir denilmektedir. Bunu da demokrasi ve uygar insan ölçüsü diye topluma dayatmaktadır. Bu temel yaklaşımını inceden inceye topluma enjekte eden sistem sahipleri, böylece sistemlerine başkalarının ortak olmasının önünü almış olmaktadırlar. Oysaki insan toplumsal bir varlık olduğundan, toplumsal yaşamı organize eden her çalışmaya en üst noktada katılmak gibi bir yeteneğe ve hakka sahiptirler. Toplumsal yaşam içindeki belli kesimler ise, bu işe daha duyarlı ve yakın ilgi duymak ve görevlerini yerine getirmekle mükelleftirler.
Toplumsal yaşam içinde kendisini aktifleştirmeyenler başkalarının etkisinde kalmaktan kurtulamazlar. Bu noktada daha etkin olan alan ise siyasettir. Özgürlük ve demokrasi için siyasetle uğraşmayanlar, bu yönlü siyaseti etkin kılamayanlar başka siyasetlerin parçası haline gelmekten kurtulamazlar. Kültür sanat insanları için siyasetle ilgilenmek sadece toplumsal olaylar karşısında duyarlı olmak değildir. Özellikle sanat insanları açısından siyasetle ilgilenmek özgün bir kültür-sanat çizgisi tutturmak için gereklidir. Dolayısıyla özgürlük ve demokrasi siyasetiyle ilgilenmemek buna katılmamak, güç vermemek, başka kültür ve sanat anlayışlarını baştan kabul etmek demektir. Siyaset; toplumun ve bireyin yaptığı herhangi bir çalışmasının sonuçlarıyla ilgilenmektir. İş yapıp sonucunu takip etmemek, onun kime nasıl hizmet ettiğini düşünmemek, bu konuda duyarlı olmamak kölece bir yaklaşımdır, en iyimser yaklaşımla duyarsızlıktır. “Ben işimin ehliyim, verileni ve isteneni yaparım, sonuçlarını başkaları değerlendirsin, beni ilgilendirmez” demek de toplumsal yasa itibarıyla ahlaksızlıktır. Günümüz kültür-sanat çalışmalarında en fazla görülen bu yaklaşımdır.
Toplumsal yaşamda her ne kadar siyaset denilen işleri yönetme ve koordine etme alanı içindekilerin toplumsal sorunlara daha duyarlı olduğu gözlemleniyorsa da, kültür-sanat çalışmalarının özü gereği sanat insanlarının siyasetçilerden daha fazla toplumsal olaylar karşısında duyarlı olmaları gerektiği ortadadır. Özellikle sanat ve toplumsal eleştiri diyalektiği göz önüne getirildiğinde, kültür-sanat insanlarının başta siyaset alanı ve ilgilenenleri olmak üzere eleştirel yaklaşmaları olması gerekendir. Siyasete demokratik yaşam çizgisini, toplumculuğu en fazla dayatması gereken kültür-sanat insanlarıdır. “Siyasete uzak bir kişiliğim, ben sanatçıyım” demenin kendisi de günümüz gerçekliği içinde siyasi bir duruştur. Bu yaklaşım sermaye sistemini kabul etmek, onun yaşam ve sanat anlayışı ile kendi yaşam ve sanat anlayışı arasında fark görmemektir. Çünkü bilinçli ya da bilinçsiz toplumsal yaşam içindeki her davranış şu ya da bu düzeyde siyasi bir yaklaşımı ifade eder. Fakat sanatla ilgilenen ya da ilgiliymiş gibi görünen kimileri, siyasetin, yani toplumsal işlerinin profesyonel bir elitin işi olduğu anlayışı ile meselelere yaklaşarak, sözüm ona tarafsızlıklarını ilan ettiklerini sanıyorlar. Bundan daha büyük bir taraf olma ve anti demokratik bir yaklaşım olamaz. Bu yaklaşımın kültür-sanat insanlarınca dile getirilmesi kadar anlaşılmaz bir durum da yoktur. Bu konuda esas mesele toplumsal yaşamı ifade eden alanlara nasıl yaklaşıldığıdır. Siyasete böyle yaklaşanlar sanatı da, sanat alanını da kendileri için bir zenginlik ve ünlü olma alanı olarak değerlendirmektedirler. Zaten günümüzde yaşanan durum tam da böyle bir gerçekliği ifade etmektedir.
Devletçi egemen sistemin yaratığı toplumsal biçimin, toplumsal varoluşa ters yönde ilerlemesi ve her şeyi saptırması kültür-sanat alanında da görülmektedir. Bilindiği gibi kapitalist sistem egemenliğini kurana kadar sanatçılar ve kültür insanları toplumsal sorunlar karşısında en fazla ilgili ve duyarlı olanlar olarak bir duruş sergilemiş, dolayısıyla siyasetle de yakından ilgilenmişlerdir. Bu nedenle hemen hemen her süreçte ilk toplumsal muhalifler ve topluma yön verenler kültür-sanat cephesinden çıkmıştır. Toplumsal yaşamın kuruluşunda kültür-sanat insanlarının öncülük düzeylerinin neye kadir olduğuna en iyi örnek Rönesans’tır. Toplumda aydın ve sanatçılara “toplumun vicdanıdırlar” denilmesinin nedeni budur. Tarih, kültür insanlarının toplum işlerine, yani siyasete ilgilerinin yadırganmadığını, aksine ilgisiz kalanların gerçek sanat insanı olarak görülmediklerine çokça örnek sunmuştur.
Kürdistan toplumsal yapısı ve yaşanan sorunlar temelinde kendi kültür sanat insanlarımızı değerlendirdiğimizde, benzer sorunların Kürt kültür-sanat insanları içinde de yaşandığını belirtmek gerekir. Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde en ön salarda yer alıp kahramanca direnen, devrimci mücadele de görevlerini yerine getiren çok değerli sanatçı arkadaşlarımız çıktı. Bu sanatçı arkadaşlarımızdan birçoğu da şehit düştü. Bu şehit arkadaşların pratiği değerlendirildiğinde çok zor koşullar altında sanat icra ettikleri görülür: Hem bir gerilla olarak savaşmış, hem de sanatlarını imkanlar ölçüsünde icra etmişlerdir. Bu arkadaşlarımızın yaratıkları ürünlerin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, halen beğeni ile karşılık bulabilmektedirler. Yine bazı sanatçı arkadaşlar gerillaya katılmamış ve siyasi bir mevzide çalışmıyor olsalar da, güçleri ve yetenekleri oranında geliştirdikleri kültürel ve sanatsal faaliyetlerle kendilerinin de bir taraf olduğunu gösteren duruşları siyasal olarak bir boşluğu da doldurmaktadır. Duruşları halkımızın istemleri, duygu ve düşünceleri paralelinde olduğu müddetçe her zaman bir anlamı olacaktır.
Mücadele arkadaşı
Erdal Heyştani (Mustafa Yöndem) Yoldaşın Anısına
Bir insan yeter ki kendisini örgütlemesini bilsin, o bir atom bombası gibi etkili olmasını bilecektir.
PKK tarihi kahramanlarla dolu bir tarihtir. Her döneme damgasını vuran belirgin kişilikler çıkmış ve o zorlu sürecin kurtarılışında birer mum ışığı olarak geleceği aydınlatmışlardır. Böylesine mum ışığı saçan belirgin güçlü kişiliklerin çıkmaması durumunda oldukça zorlandığımız hep görülmüştür.
Devrim doğası gereği zorlu bir süreçtir. Devrimlerin altüst oluş süreçleri ifade edişi, köklü değişim-dönüşüm aşamalarını gündeme getirişi derken hepten adeta yeniden yaratılış söz konusu olduğu için oldukça zor ve sancılı geçerler. Bu devrimlerin doğasında vardır. İşte devrimlerin doğasına göre kendisini az da olsa hazırlamış bir birey atom çekirdeği kadar güçlü bir etkiyi yaratması insanın tabiatında vardır.
İşte PKK tarihinde böylesine önemli bir yer tutan ve destanlar yaratan bir yoldaşımızı anlatmaya çalışırken, hakkını veremeyeceğimizi bilerek kaleme alacağız. Böylesi kişilikler her zaman tarihin misafirleri olmazlar. Olduklarında ise onları oldukları gibi anlatmak, yazmak, şiirleştirmek ve hatta türküleştirmek her zaman başarılamaya bilir. Hele hele bitmemiş bir devrim sürecinde böylesine bir kahramanı yazmaya kalkışmak kendi içerisinde hiç şüphe yoktur ki eksikleri içerecektir.
Erdal (Mustafa Yöndem) parti tarihimizde ki yeri epey biliniyor. Agit arkadaşın yardımcısı olarak Eruh baskınında en aktif rol oynayan biri olarak tarihimizde yerini almıştır. Özelde atikliği, gözü pekliği, saldırıda hızlılığıyla bilinç düzeyinin keskinliği birleştiğinde Agit yani Mahsum Korkmaz’ların en iyi takipçisi ve onun rolünü üstlenebilecek yükü alabileceğine dair görüşler partice oluştu.
Burada bir olayı anlatmadan geçmemek olmaz. 15 Ağustos Eruh baskında Erdal karakol grubunun sorumlusudur. Aynı zaman da saldırı kolu komutanıdır. Erdal arkadaşın karakola girişiyle karakol komutanını esir alması toplam 1,5 dakikayı almaktadır. Erdal yoldaş karakola girerken çok yoğun tarayarak merdivenleri çıkmakta ve çıktığı merdivenlere şarjörlerini indirerek geçmektedir. Erdal arkadaş karakol komutanını esir aldıktan sonra geri merdivenleri inerken Agit arkadaş karakola girmekte ve merdivenlerin üzerinde aralıklarla dizili olan şarjörleri gördüğünde şaşırmaktadır. Ve kime ait olduğunu sorar ve almak için eğilir. Erdal yoldaş “heval bırak onlar benimdir, geri alıyorum” der. Özü nedir olup bitenin? Erdal o kadar hızlı saldırıya geçmiştir ki şarjörünü rahtına takma zamanı bulamamaktadır. Aynı zaman da fetih edeceğinden emin olduğu için merdivenlere şarjörleri bırakmaktadır. İşte Erdal budur.
Bunun sonucunda Agit arkadaşın şahadeti ardından genel sorumluluklar alarak çalışmalarda çığır açıcı olmuştur. O mütevazılığıyla emeğiyle yoldaşlarına hep destek olmuş ve bunun içinde çekim merkezi olmuştur.
Partimizin üçüncü kongresinde alınan ”Askerlik Yasası” uygulamasını en iyi ve partinin siyasal ve felsefik hattına uygun olarak uygulamıştır. Yeni savaşçıları çıkarırken halkın durumu gözetilerek, ikna ederek bu yasayı uyguladığında genelde pozitif sonuçlar alarak, Kör Cemallerin, Şemdin Sakıkların, Hogırların Şemdinli ve benzeri sahalardaki tahribatlarına yol açmayarak tersine gelişmelere yol açarak güç büyütmüştür.
Bu gelişme trendini yaşarken Erdal(Mustafa Yöndem) 1987’nin Temmuz sonu ya da Ağustos başında TC güçleriyle girdiği bir çatışmada şehit düşer.
Erdal yoldaşın şahadetinin yaşanmasının ardından saflara Gundıklı olan bir genç gönüllü katılır. Okul da okumuştur. Gundık köyü eskiden beri birçok Kürt siyasi partisinin etkili olduğu bir köydür. Belki de ondan olmalıdır ki yeni katılan gencin gözleri oldukça açıktır. Ona verilen ad: ERDAL’dır.
Bir parantez açarak PKK saflarında yoldaşların isim almalarına kısaca değinelim. Biliniyor PKK ve Kürt halk tarihinde Eruh-Şemdinli baskınları diye bilinen 15 Ağustos eylemliliği bir yeni başkaldırı kişiliği yaratma anlamında oldukça önemlidir. 15 Ağustos eylemliliği kimi aydın tarafından Cezayir devriminde Franz Fanon tarafından dile getirilen “İLK KURŞUN TEORİSİ”ne benzetilir. Yani bir nevi 15 Ağustos geri kürdün kendisini yok ederek yeni bir Kürt kişiliğin yaratılması için kendine sıkılan ilk kurşundur.
İşte 15 Ağustos’u yaratmış olan devrim cengâverleri bir nevi belleklerimize işleyen ilk kurşunlardır. Nitekim AGİT arkadaşın yanında yer alan Erdal, Bedran-Mehmet Sevgat, Ömer-Mustafa Ömürcan-gibi yoldaşlar sonralarda her yeni katılan Kürt gençlerine ilham olacak ve onlarda bu geleneğin sürdürücüleri olarak bu isimleri alarak kimisi bu isimlere layık olarak kahramanlıklar yaratacaktır kimisi de tarihin karanlık sayfalarında lanetlenecektir.
Erdale Gundike Mele. Genç Erdal katılımıyla, ikna gücüyle, fedakârlığıyla, çalışkanlığıyla ve her şeyden önceden de savaşçılığıyla göz doldurur. O saflara gelir gelmez bir militan tipi çizer. 6 ay içerisinde Manga Komutanıdır. Ve her yerde o vardır.
Çok uzun sürmeden önderlik sahasına gider. Çünkü böyle gelişmeye açık ve gelecek vaat eden bir yoldaşın tekmili önderliğe verilmiştir. Önderlik ilk elden onu sahasına çeker. Özel ilgilenir. Özel eğitir. Ve 1989 yılının eylül ayında onu tekrar ülkeye gönderir. Bu kez bir alan sorumlusudur.
1989 yılında yer yer kayıplar yaşanmaktadır. Çünkü bir türlü önderliğin istediği tarzda bir savaş yürütülmemekte ve kalabalık güçlerle hareket edilmektedir. Sonuç itibariyle bu tarz kayıplara yol açmaktadır. Erdal Gundike Mele en zorlu alan olan Çırav’a verilmiştir. O orayı açacaktır. Önderliğe verilen sözlerde vardır. O neredeyse hiçbir çatışmada kayıp vermeyerek yeni bir sayfa açacaktı. Onun Gabar'la Çırav arasında bulunan Pire Sim de çıkan bir çatışmada dört tarafı kuşatılmış olsa da o vurması gereken darbeyi vuruyor. Sonunda tüm yoldaşların şutüklerini birbirine bağlayarak yüzlerce metre yükseklikte asi olan tepede tüm gücünü bir şey olmadan indirerek yeni bir sayfa daha açıyordu. Bu olay ardından Erdal'dan daha fazla söz edilmeye başlandı.
Çok ilginçti ama o sadece iyi bir savaşçı değil o herkesin yanında olmak istediği arkadaştı. O herkesin derdine dermandı. O herkesin özlediği ve sevdiği arkadaştı. O hep yapandı. O yaratandı. O asla kendisi önde gitmeden kimseye git demeyendi. Onda bu en üst ilkeydi. O yürüyüşüyle, hitabıyla, giyimiyle ve kuşamıyla örnek bir militandı. Böyle olunca doğalında o sevilecek, herkesçe sayılacak ve partice de hep el üstünde tutulacaktı.
1990’ın yaz aylarında Çırav alanına Hareketli Birlikte gelecek ve bir ara birlikte eylemlikler yapılacaktır. Alan sorumlusu Erdal olsa da rütbe açısından Hareketli Birlik komutanı yüksektir. Alanda bir iki eylem ardından fazla kalınıyor. Düşman bir sabah bulundukları alanı sarıyor. Güç fazladır. Onun normalinde içine girmeyeceği pozisyondur. Çünkü o bir gerilladır. O araziyle bir olmasını bilendir. Ancak şimdi onun iradesi dışında güç fazladır. Çatışma kaçınılmazdır. Nitekim çatışmalar başlıyor. Belki de ilk onun yanında çatışmada arkadaşları şehit düşecek. Toplam üç kaybımız var. Akşam çemberi yarma çalışmalarında arkadaşlar Gıre Tiro’dan kendilerini bırakıyorlar. Yamaç yamaç epey ilerledikten sonra bir küçük boğaza yoldaşlar geliyor. Erdal yoldaş herkesi durdurarak boğazı kontrole gidiyor. Boğazın diğer tarafına geçince yoğun ateş gücü altında kalarak şehit düşüyor.
Evet, partide öğrendiği tarzla gitmeyecek olan yoldaş başkasının bireysel tarzı sonucu şehit düşüyor. Ne olup bittiğini kimse anlamıyor. Hareketli Birliğinin seçkin komutanlarından Rıza yoldaş boğaza gidip inceliyor ve Erdal yoldaşa sesleniyor. Ancak ses seda yok. Cevap yok. Geri geliyor. Gidebildikleri yere kadar gidiyor ağır güç.
Sabahın ilk şafak atışında boğazda ki pusunun görülmesinin yanı sıra biraz ötede yerde yatan şehit Erdal’ı da arkadaşlar görüyor. Yani Erdal’e Gundik Mele artık aramızda yok, şehit düşmüştür. Bunun üzerine Rıza Heyştani yoldaş-ki Hareketli Birliğin birinci takım komutanındır-ismini değiştirerek Erdal yapıyor.
Yeni bir Erdal artık Botan da doğacak. Destanlar üzerine destanlar yaratacak. Erdalların mirasına layıkıyla-onlara yaraşırcasına-düşmana kendisinden söz ettirecek ve düşmanın en korkulu rüyası olacaktır.
Kimdir Erdal’a Heyştani?
Heyştan neresidir? Ne özelliği vardır?
Biraz da buraları anlatmadan Erdal’ı anlamak mümkün olmayacak. Onun çevresini, ortamını, Ailesini ve önemlisi de yetiştiği toprakları anlatmadan ve anlamadan onu anlamak olmayacak!
Heyştan Cudi dağı eteklerinde bulunan bir köydür. Bir rivayete göre Nuhun gemisi Cudinin navserine yani Sefin diye tabir edilen yere büyük tufan sonrası konar. Tevrat’ta genişçe ele alınan mitolojik destana göre gemide-yani Sefin de–80 tür yaratık vardır. İnsanıyla, hayvanıyla ve bitkisiyle. Tam 80 tür. 80 sayısının Kürtçe adı Heyşte’dir. İşte, Rıza yani Erdal yani küçük Xelil’in köyünün adı buradan türetilerek Heyştan'dır. Seksenler köyü anlamında. Böylesi arka perdesi olan bir köyde dünyaya gelmek, hele hele bu köy Cudi’nin eteklerinde bulunuyorsa, buna birde Cudinin görkemliğini ekleyin. Cudi doğalında bir kale. Silopi ovasını üzerinde küçük güney diye tabir ettiğimiz Suriye’yenin çölüne uzanmanız ve oralarda dönüp Cudiye bakmanız yeter de artarda. Tüm muhteşemliyle bir korunak, bir savunma duvarı olarak durur. Birde köyünüz Şırnak’a doğru konumlanmışsa ve karşınızda Çele Nimeje varsa dünyanlar sizindir.
İşte buralı olmak, buralarda büyümek, buraların havasını koklamak, esen rüzgârıyla tüm Kürdistan'a umut olarak esmek ve akan her suyunda damla damla derinliklere akarak kendini bir gümbür gümbür akan Hezil çayının akıntısında bularak kendin olmak. İşte burası Cudi deyip heybetlenmek, ancak ancak buralıyı ifade edebilecek bir duygu olabilir.
Erdal ailenin en büyük oğluydu. Ailesi yurtsever ve fakir bir ailedir. Dürüstlüğü ve yurtseverliğiyle sevilen bir aile. Erdal yani küçük Xelil yerinde durmayan, cıva gibi bir tıfıl. O aktifliği ve gözü pekliğiyle daha küçük yaştan göz doldurandır. Herkesin sevdiği bir gençtir. İşte sonraları Apocular gelecek ve hiçte yerinde durmayan bu genci saflarına katacaklar. Erdal arkadaşın babası her zaman-ilkel de-olsa Kürt kalmasını becermiştir. Yurtseverlik duygularının gelişmişliği onu hep birazda devletten uzak tutacak ve yeri geldiğinde tavrını gösterecektir.
Erdal 87 yılında askeri kanun yasasıyla alınacaktır. Yaşı 17-18 dir. Bir kere saflarda kaçtıktan sonra babası tekrar oğlunu alacak ve iyi tembih ettikten sonra geri gerillaya kendi eliyle teslim edecektir. O zaman ismi Rıza'dır.
1982lerde tek tük katılım vardır. 1984 15 Ağustos eylemliliğiyle katılımlar artacaktır. Ancak ondan sonra azalacak ve artık savaşçı alma sıkıntısı başlayacaktır. Özelde PKK’nin 3.Kongresinde alınan gerillalaşma kararıyla o zaman güç büyütmenin tek yolu askeri yasa ya da askeri kanun diye bilinen gençleri iknaya dayalı olsa da esasta gidip ülke toprakları için mücadeleye davet etme ya da mücadele hizmet etme görevine çağırma vardır.
Rıza yoldaş bu temelde alınmıştır. Ve birçok sonrada dağlarda efsane yaratacak yoldaş esasta askeri kanun katılımlıdır. Ancak bu uygulama yapılırken doğru işletilmemesi durumunda yüzlercesinin kaçtığı da görülmüştür. Ne var ki 87 yılında bu yasayı uygulayan Erdal ve Bedran yoldaşlar olduğunda gidenler geri gelecek ve geldiklerinde ise geleceğin kahramanları olacaklardır.
İşte Rıza yani Erdal bunlardan bir tanesi olacaktır.
1989 yılının Ocak ayında biz Gabar’da kapsamlı bir iki operasyona takıldık. Ana birlikte öncüyüm aynı zamanda manga komutanıyım. Çatışmalar yoğunlaşınca mecburen Cudi’ye geçtik. Cudi’ye geldiğimizde altı kişilik bir grup bana verilerek bölge güçleriyle ilişki kurmak için aramaya çıktık. O dönemlerde cihazlar yok. Bir de biz aniden kurye göndermeden gelmişiz. Yani davetsiz misafiriz.
Arkadaşları bulamadık. Meğer Cudi güçleri Aziz yoldaşın komutasında iki takıma ayrılarak bir kol Şehit Adil Aslan arkadaşın komutasında Silopi de ipek yolunu kesecekler, diğer grupta direk Aziz arkadaşın komutasında Şırnak kömür ocağında bulunan karakola vuracak. Her iki eylemde tam başarıyla sonuçlanıyor. Yolda ana baba günüdür. İlk kez orada yol kesilerek Türkiye ait araçlar yakılıyor, Aziz arkadaş onlarda karakolu basıyorlar.
Biz Cudi gücünü ararken Şırnak tarafından bize doğru sesler geldi. İşaretler yaparak buluştuk. Ben ilk kez Cudiye geliyordum. Evet, Botanlıydım ancak Cudiye yabancıydım. Şehit Aziz arkadaş önde geliyordu. Henüz oturmadık Adil Aslan yoldaşlarda geldiler. Sonrada Maxmur da hastalıklarla boğuşarak şehit düşen Musa’ye Ker arabaları nasıl yaktığını anlatacak. Ve ben Erdal arkadaşı ki o zaman ismi halen Rıza'dır ilk kez burada görerek merhaba diyeceğim. O da Aziz arkadaşın öncüsüydü.
Biz Atatürk burnunun altında bir yerlerdeydik. Hızla gruba yetişerek tedbir almamızı-çünkü düşmanın muhtemelen operasyona çıkacağını söyledikten sonra-alanı tanıyan birkaç arkadaşı da yanıma vererek kendi gücümün yanına dönmüştüm.
Sabah erkenden düşman uçakları gelip rastgele vurdular çevreyi. Uçakları ilk kez görüyorduk. Demek ki bu iş ciddileşmişti. Yine düşman da araziye çıkmıştı. Ancak fazla sürmeden geri çekildi. Biz ise Gıre Hermo’da Cudi gücüyle bir araya gelerek bir süre kalacaktık. Henüz ocak olduğu için havalar soğuktu. Geceleri mağaralarda ateş yakıyor, gündüzleri ise yamaçlarda kalıyorduk. Her ikimizde-ben ve Erdal gücün öncüleri olduğumuz için –doğaldı ki ateşleri biz yakmaya gidecektik. Görevlere birlikte gidecektik. Yani iyi arkadaş olacaktık.
Böylesi tanışma seanslarında nasıl katıldığını sordum o “askeri kanunla” dedi, ya sen deyince ben de “askeri kanunla” diye cevap verdim. Biraz tartışmalarımız oldu. “ne olacak durum” diye tartıştık. Ancak ortak görüşümüz “onlar ölüme eğer kendilerini yatırıyorlarsa neden bizde bu fedakârlığı göstermeyelim” oldu. “onlara ne olacaksa bize de olsun” dercesine bir yaklaşımdı. Elbette bir tarafta bağlılığı ifade ediyor, diğer taraftan da henüz örgütü, partiyi ne kadar az tanıdığımızı ifade ediyordu bu ham ancak inançlı sözlerimiz.
Bu ilk Cudiye gelişimde biraz daha yakinen Şehit Ahmet Rapo ile Şehit Mahmut Aforof arkadaşları da tanımaya başlamıştım. O dönemler bu arkadaşlarında belli bir ismi vardı.
En son Cudide yani Erdal arkadaşlarda ayrılacağımız gün bir moral yapıldı. Halen hatırlıyorum Ahmet Rapo bir çete yani korucu rolünü içeren bir skeç yaparak oynadı. Mahmut Aforof arkadaşta “Welat welatê me ye Egîd qomutanê me” parçasını söylerken tüm yoldaşlar eşlik ediyorlardı.
Biz tekrar kendi sahamıza döndük. Artık bahar olmuş. Yoğun operasyonlar var. Biz operasyonlarla uğraşırken, Cudi hem operasyonlarla uğraşıyor hem de eylemliliklerde bulunuyordu.
En dikkat çeken eylem Aziz arkadaşın komutasında 20–30 arkadaşın Silopi ye girerek eylem yapmalarıydı. Eruh’ta sonra ilk kez bir büyük yerleşim birimine yöneliyordu arkadaşlar. Erdal bu eylemde saldırı komutanlarındandır, yani manga komutanıdır. Yine aynı yıl bir çatışma da Cudi de daha doğrusu Deriye Çırçırokta Adil Aslan arkadaşın denetiminde bir helikopter düşürülecekti. Bu ikincisiydi düşürülen. Bu çatışmada Mardinli komutan Şehit Gazi yoldaş ile sonra da Botan da cephe komutanı olacak Şehit Rojhatê Bluzeri yoldaşlarda vardı. Yine Fazilê Giteyi ve Adilê Bilikî de sayılmaları gereken yoldaşlardı.
Bu yıl Cudide eylemler sürecekti. Bu eylemlerin genel koordinesini Aziz arkadaş yapıyordu. Oldukça değerli bir komutandı. Hem aydın hem de eylemciydi. Belki eleştirilecek olan yönü biraz fazla sert olmasıydı.
1989 yılının haziran ayında Kani Botki Besta da bir komuta toplantısı yapılmıştı. Bu toplantıda önderliğin sert eleştirileri ardından Ana Birlikler ağır hantal yapılarıyla dağıtılıyor, yerine hareketli birlikler alıyordu. İşte benim ikinci kez Erdal arkadaşla bir araya gelmem bu döneme denk gelir. Hareketli birlikte Erdal birinci takım komutanı ben ise ikinci takım komutanı olmuştum. Yönümüz Gabar’a, Çırav’a, Garisa’ya doğru olacaktı. O dönemler alan sorumlusu ve aynı zamanda hareketli birliğin komutanı sonra da ihanetçi işbirlikçi çizgiyle anılacak olan Şemdin Sakık’tı sonra da parmaksız Zeki denilecekti.
O yıl biz kendi sahamıza açılırken bolca toplantı halka yapacaktık, birçok genci askeri kanunla alacaktık ve eylemlere girişecektik.
Erdal hep canlılığıyla göze batardı, moraliyle dikkati çekerdi, sevecenliğine diyecek bir şey yoktu. Ancak en dikkat çeken özelliği eylemlerde ki atikliğinin yanı sıra yoldaşlarına karşı gösterdiği sorumluluktu. O nerede olursa olsun o mutlaka olup bitenden kendisini sorumlu görecek ve müdahaleye hazır bir konumdaydı. Böylesi bir süreçte ben Erdal yoldaşı bir kez moralsiz görmüş olacaktım. O da bir göreve gidiş ve dönüşü ardından-ki gece yarısıydı-sanırım Zekiye tekmil vermediği için Zeki gece yarısı tüm yoldaşların arasında ona bir sürü sert söz sarf edecek, kıracak ve kimi hakaretlerde bulunacaktı. O zaman yeniydik. Bilmiyorduk ancak önderlikten öğrenecektik ki bu tür yöntemler iradesizleştirerek kendine bağlama yöntemleriymiş ve Kürdistan da feodallerin uyguladıkları yol yöntemlermiş. O zaman bu olaydan sonra Erdal birkaç gün moralsiz olmuştu. Gerçi biz bu olaydan öncede Zekinin hakaret vari yaklaşımlarını tartışacak biraz da Aziz arkadaşı anacaktık. Ama o zaman yapacak bir şey yoktu. Çünkü bilgi birikim düzeyimiz sınırlıydı. Ve her komutanı kutsal sayacak düzeydeydik.
Dediğim gibi biz yoğun bir pratiğin içerisindeyiz. Garisa’dayız. Şehit Ahmet Tekme yani Enver Omyanisi arkadaşın sorumlu olduğu sahadayız. Gelen bilgiler arasında Hot köyünde bir kol Şırnak Siirt yoluna doğru kendisini bırakıyordu. İlk yapılan vurmak olacaktı. Hemen planlama yaparak ben görevlendirildim takımımı alarak düşman kolunun önüne pusuya yattık. Erdal’da savunmada elinde BKC’yle bekliyor. Gelen düşmanı vurduk. Henüz sabah saat dokuzdu. Ancak yanımda bulunan henüz bir aylık yeni katılmış genç Seyfi Gurdeli arkadaşı 17–18 yaşında-acemilikten ve tez canlılıktan isabet alıyor. Ağır yaralanıyor. Hatırlıyorum o zaman yaralı yoldaşı yaklaşık iki kilometre sırtımda taşıyacaktım ancak yine kurtaramayacaktık.
Bizde ilkeydi hiçbir yaralı yoldaşımızı ve şehidimizi düşmana bırakmıyorduk. Şehit düşecekti. Ben yaralı yoldaşı taşırken Erdal BKC’yle düşmana aman vermeyecekti. Ertesi gün görkemli bir şehit töreni yaparak saklayacaktık yoldaşımızı. Ve o saklandığı yeri halen bir ben biliyorum.
Şunu hemen belirteyim; Erdal her zaman büyük silah kullanırdı. Ya MG–3, ya BKC bunlar da olmazsa G–3. çünkü o ateş gücünü mükemmel kullanan bir yoldaştı. O bu silahlardan birisini kullandığında mümkün değildi düşman gücü ona karşılık cevap versin. O mevzi ya da o düşman hedefi kullandığı etkili ateş gücü altında susardı. Sinerdi. Pusardı.
Çalışmalarımız devam ediyor. Biz Şavare-Şukale köyünü silahsızlandırmaya gidiyoruz. Gittiğimizde köyün dışında düşman pusuya yatmış. Bizi gördükleri halde ses çıkarmıyorlar. Geri dönüşte zomlarda bulunan köylülerle toplantı yaparak ve birkaç genç alarak geri dönüyoruz.
Noktaya gençlerle geliyoruz. Düşmanda bizi görmüş. Yarın muhtemelen renkli bir gün olacak. Yine çatışacağız. Geceden mevzilenmedik. Yerimizi de değiştirmedik. Ancak arkadaşlar olası bir durumda nasıl konumlanacaklarına dâhil bir plan yapmışlar. Ben yorgun olduğum için yatıyorum. Gıre Meşe civarındayız. Sabah erken düşman araziye çıkıyor. Beni uyandırıyor Erdal arkadaş. Ve takımımı alıp mevzilenmem gereken yere mevzileniyorum. Ve çatışmalar başlıyor. Çok şiddetli geçiyor. Bu arada Erdal elinde BKC’yle koşarak diğer uzak tepeden yanımıza geliyor. “Aşağıdaki tepemiz düştü planımızı değiştirmemiz ya da tekrardan o tepeyi almamız gerekiyor” diyerek ağır silahıyla elimizden çıkarılan tepeye doğru harekete geçiyor bile. İşte Erdal bu. O asla düşmandan çekilmeyen biri. O hiçbir dalda gözünü sakınmayan biri.
Henüz tepeye yetişmeden Ahmet Tekme-Enver Omyanisi yoldaş bir grup arkadaşla tepeyi tekrar düşürüyor. Ve tekrar güvendeyiz. Ancak ondan önce tepe düştüğünde üç yoldaşımız şehit düşmüştü. Onları hızla saklayarak geceden yararlanarak çemberlerden çıkmamız gerekiyor. Üç dört çember üst üstü atan düşmanın içinden susuzluktan, açlıktan ve önemlisi o kadar barut kokusundan çıkmak ve uzun yol almak önemlidir. Düşman çemberinde çatışarak çıkıyoruz. Bu çatışma da Zeki parmaksız bizden koptu. Asıl güç yanımızda. Kendimizi Besta’ya doğru yamaç yamaç ilerletiyoruz. Ve Risor civarına kadar geldikten sonra artık her şeyin bittiğini zandık. Küçük bir boğaz kalmıştı, arkasında bir ormancık vardı. Oraya doğru arkadaşlar giderken bir çobanı gördük, belki bize bir şey verebilir diye yanına gittik. Az kalmış. Çoban bizi görür görmez “heval buralar asker dolu, ne yapıyorsunuz, hemen üstümüzde 300 metre mesafe bile yok” der demez biz hareketlindik, henüz hareket ediyoruz ki yaylım ateşine tabii tutulduk. O günü unutamıyorum. O söylediğim Risor boğazını geçtikten sonra neredeyse sağlam yerlere kadar mermilerin altında takla atarak gidiyoruz. Ve artık Bestadayız, düşman ne yapabilir ki! Ve artık yapacağı bir şey yok ve sağlamdayız. Kocaman bir çatışma gün boyu yaşanmış düşmana epey kayıp verdirmişiz, bizden de üç yoldaş şehit.
Ve fazla zaman geçmeden hareketli birlik yerine artık takımlar kendi başlarına hareket edeceklerdi. Bu yeni düzenlemede ağırlıklı arkadaşlar Erdal’ın yanına gitmek istediler. Çünkü içimizde en çok sevilen oydu. Hem şakacı, hem disiplinli, hem savaşçı, hem ilgili hem de güleç yüzlüydü. Bu özellikleriyle doğal bir çekim merkeziydi.
1990 başlarına gelmiştik. Şırnak tugayını vurarak Cudiye geçtik. Oradan da Gabara geçecektik. Bu arada Tahta Reş konferansı olmuş ancak önderlik bu konferansı tanımamış ve ret etmişti. Çizgi olarak birazda feodal komplocu kokan bu konferansı önderlik kabul etmediği gibi mahkûmda etmişti. Sonra da öğreneceğimiz gibi önderlik öngörüsüyle büyük bir tehlikeyi atlatmış olacaktık.
Önderliğin müdahalesiyle Botan da üç hareketli birlik yeniden oluşturuldu. İkisi Garzanla uğraşacak diğeri ise Zozanlarda uğraşacak. Yukarılarda da yazdığımız gibi bu birliklerden biri-ki içerisinde Erdal'da var, ancak ismi halen Rızadır-Çırava geliyorlar. Bu alanda kalırken şehit düşen Erdale Gundike de sonra Rıza yoldaş ismini Erdal yapacak ve Garzana açılacaklardı.
Garzan’da epey etkili bir giriş yapmışlardı. Birçok eylemin yanı sıra, yeni alanlar açmayla yeni katılım sağlama önemli gelişmelere yol açacaktı. Bu arada da Avrupa katılımlı canlı atik canlı genç Fırat Akyar Baykan civarında şehit düşecektir ve Fırat’ı bizatihi kendisi mezarını kazarak saklayacak, şehit düştüğünde önderlik için yazdığı mektubu da o önderliğe getirecekti. . Belli bir süreden sonra alandaki komutan ayrılacak ve Erdal tek başına bu süreci devam edecektir. Belki de en çok deney ve tecrübe edeceği süreç bu olacaktır.
Geri dönüş artık 4.Kongre sürecidir. Hepimizi Haftanin’e çağırdılar. Orada bir müddet sonra önderlik sahasına gönderileceğimizi öğreniyoruz. Cuma arkadaş artık bizimle özel ilgileniyor. Ve bize “gidip iyi bir eğitim ardından geri geleceksiniz ve yükümüzü hafifleteceksiniz” gibi anlamlı bir konuşma yapmıştı.
Biz doğrusunu söylersek eğitimden ziyade önderliği görmeye gidiyorduk. Biz önderliği tanımıyorduk, ancak anlatılanlardan kısmen öğrenmiştik. Bir de doğru ve yanlışı öğrenmeye gidecektik. Bu da önderliği tanımak demekti.
Önderlik sahasına 17 arkadaşla gitmiştik. Erdal yoldaş da vardı. Önderlik sahasında çok yoğun bir eğitim gördük. Önderliği yakinen tanımaya başladık. En önemlisi de feodal komploculuğu ve bunun yarattığı çatışma kültürünü ve tabii ki yer yer gerilladan uzak yaşam ve hareket tarzını öğrenecektik. Boş avare ana birlikler pratiğini görerek nasıl bir gerillayı önderlikten alacaktık. Akademide Erdal’la paylaşımlarımız çok oluyordu. Sonuçta epey birlikte kalmıştık. Ve geçmişi değerlendirerek yeni bir çıkış yapmanın yeri burasıydı. Önderlik sahasıydı.
Önderlik diyaloglarımızda en rahat olan oydu. O çok rahat her şeyi söyleyebiliyordu. İşte bunun içinde önderlik onunla bolca diyalog yapıyordu. Sonraları o Cudi de sorumluyken önderliğe her eylemin tekmilini o bizzat telefonla eyalete vermeden verecekti. Bu bir nevi önderlikle Önderlik sahasında oluşan bir hukuktu. Erdal hukuku! Biz daha çok sıkılarak yaparken o radikal eleştirileriyle dikkat çekiyordu.
Akademide Erdal çok coşkuluydu. Govendlerin başında en canla başla oynayan yine oydu. Gür sesiyle Botan türkülerini haykıran oydu. Hatırlıyorum o gür ses ancak ve ancak Cudiye yarışır bir sesti.
Beş ay eğitim aldıktan sonra sıra adım adım geri ülkeye dönme zamanıydı, önderlikten aldığımız eğitimin sonuçlarını ürüne dökme zamanıydı.
Ve geri dönmüştük. Giderken saklanarak, gizlenerek geçmiştik. Gittiğimizde Saddam’ın askerleri vardı. Dönüştü Kürdistan da Serhildanlar olmuş ve Saddam geri çekilmiş. Tam bir boşluk var. Tam bir kaos var. Ellimizi sallaya sallaya geliyoruz. Gelirken Bexer dağına ben ve Erdal keşif için çıkarken omuzlarımızda M-16’lar var. Hani sonrada sözde bizim Amerikalarda aldığımız yalanı uyduran TC’nin bahsettiği M-16’lar. Hâlbuki biz ta bunlar 1989’dan beri kullanıyoruz. Her ne hikmetse bu faşist devlet işler nasıl işine geliyorsa öyle yalanlarlar dolanlarla kılıfına uydurarak bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ama bu kadar da yalan söylenmez ki!
İşte, bu M-16’larımız omuzlarımızdayken Erdal arkadaşın Cudiye bakışı halen gözlerimin önündedir. Tamda bir fethediş bakışıydı. Bir nevi “dur ben geliyorum. Yapamadıklarımı yapmaya geliyorum” sözlerini söyleyen bakışlardı bunlar.
Biz Haftanin'e ulaştığımızda bizi Cuma arkadaş karşıladı. Çok görkemli karşılamıştı. Bizi önderlik sahasına o göndermişti. Şimdi de o hem bizi karşılıyor hem de yeni sahamıza görevlendiriyordu.
Erdal Cudiye takım komutanı olarak görevlendirilirken ben Garisa'ya görevlendirilmiştim.
Erdal Cudiye ulaşır ulaşmaz ilk işi gücü toplayarak moral ve motivasyon vermek oluyor. Ama şunu da iyi biliyor; gerillanın moral ve motivasyonu düşman karşısındaki başarıdır. Askeri eylemliliktir.
O bu gerçeklikten yola çıkarak ilk elden Bespin karakol saldırısını düzenliyor. Karakolun hepsi alınıyor, onlarca silah binlerce mermi eylemin sonuçlarıdır. Biz eylemi Garisa’dayken duyduk. Ayrıca o dönemler Cuma arkadaştan bir notta aldık. “artık taciz yok sadece sonuç alan eylemler var. Ve bunun dışındaki eylemleri kabul etmeyeceğiz. Bu aynı zamanda askeri konseyinde kararıdır.” Hatta ilginç bir cümlede vardı, “eğer size G–3 mermisi lazımsa Erdal arkadaştan isteyin onlar çok sayıda silah ve mermi almışlardır” diye yazıyordu. Tabii biz yeni dönemin açılışını yapan Erdal arkadaş için çok sevinmiştik ve tabii ki bize de örnek olacaktı.
Bu eylemin peşinden hemen Gite karakol baskınını Erdal arkadaş Ahmet Rapo’yla gerçekleştiriyor. O dönemde Cudinin bir yakasına Ahmet Rapo bakıyor bir yakasına takımıyla Erdal arkadaş bakıyordu.
Arada tam 17 yıl geçtikten sonra Erdal'a ilişkin yeni bir şey öğrenecektim. JİTEM’ci astsubay Yener Soylu televizyonda çıkararak Erdal'a ilişkin bir şeyler söyleyecek ve ben yeni öğrenecektim. Ta o dönemlerde Erdal bir grup arkadaşı ayarlayarak JİTEM’ci astsubayı gündüz on iki de caminin önünde, köyün ortasında kafasına silahı dayayarak Cudinin başına getireceklerdi. Sonraları örgüte teslim edilecek örgüt onu salıverecek. Bir sürü askerliğe devam ettikten sonra 1994 yılında Avrupa’ya kaçacaktı. Ya da çıkacak. Ve Roj televizyonun da JİTEM’ci astsubayı dinlerken sarf ettikleri var.
Erdal'ı anlatıyor. Bir noktaya arkadaşlar getirmişler, Erdal konuşmak için yanına çağırıyor, o “beni vuracaksınız” diyerek gitmiyor. Epey uğraştan sonra Erdal “ya vursak seni bulunduğun yerden de vururuz, senden mi korkacağız” diyerek yanına gelmesini sağlıyor. JİTEM’ci öldürüleceğinden emindir. Çünkü o ispatlı bir astsubaydır. Yani askerdir, yani düşmandır, yani paramparça edilmesi gereken biridir. Düşündükleri budur.
Erdal çağırıp ona Cenevre sözleşmesini okuyor, orada esir askerlere yapılacak muamelenin ne olduğu okuduktan sonra “biz sana dokunmayacağız, dokunamayız. Sen bizim esirimizsin. Seni örgütümüze aktarırız. Şartlarımız şimdi müsait değil, ne zaman örgüt seni isterse seni göndeririz. Ancak sana kötü muamele yapılmayacak. İşkence yok. Sana komutan diye hitap edeceğiz. Biz ne yersek sana da onu vereceğiz “ dedikten sonra kalkıp gitti. Anladığım kadarıyla sonra bu belgeyi Erdal kendi askeri yapısına da okuyacaktır. Ve ben-yani JİTEM’ci Türk asker içlerinde kalıyorum. Ve ilk işim hemen tüm resmi kurumlara-BM, AB, Cenevre'ye-mektup yazmak olmuştu. Çünkü beni vurmayacaklarını anlamıştım. Aslında ilk kez karşımdakilerinin insanlıklarını anlamaya, duygudaşlık yapmaya başlamıştım.
JİTEM’ci anılarını anlatırken bir köyü gidişlerini anımsıyor. Köyde köyün bir çocuğunu kucaklayarak öperken-yemek başındalar-ev sahibi kadın ağlamaya başlıyor. Asker önce çocuğunu bir Türk askeri aldığı için ağladığını sanıyor sonradan ananın Kürtçe konuşmalarını ona-yani JİTEM’ci astsubaya aktardıklarında şok oluyor. Kürt ananın söyledikleri “vay vay, acaba onun da çocukları var mı, anası ne yapıyordur, onlar merak edeceklerdir…”gibi oldukça dokunaklı, düşmanlıktan uzak sözler sarf eden bu ananın söylediklerini öğrendikten sonra kendi içinde “Kürtler biz Türklerden daha merhametlidirler ve insanlıkları daha derindir” düşüncesine kesinlikle inanacak ve yıllardır bu görüşünü koruyacaktır.
Sonradan bu asker 9 ay arkadaşların yanında kaldıktan sonra yukarıda dile geldiği gibi örgüte verilecek örgütte serbest bırakacaktır.
JİTEM’ci bir anısını daha anlatıyor. Silopi deki komutan “gelmene çok sevindim, ancak Allah yardımcın olsun” demişti. Aslında o başıma artık askerlikten nelerin getirileceğini biliyordu. Ve gerçekten Allah yardımcın olsundu. Çünkü sonraları çok çekecektim.
Evet, bir eski JİTEM’cinin anılarında Erdal böyle anlatılıyor. İlginçtir yıllar sonra dahi bizim bilmediğimizi Cenevre sözleşmesini o 1992 yılında uygulamaya koymuştu bile. İşte Erdal arkadaşın savaşa yaklaşımı buydu. Tabii bu arada çeşitli yerlerde 6 esir asker var bunlarda örgüte gönderiliyor. Örgütümüzde kızıl haç aracılığıyla Türk devletine veriyor.
1991 yılının Ağustos ayında Erdal yoldaş bu kez Silopi ilçesine bir baskın düzenliyor. Bu kez o manga komutanı değil eylemin koordinesidir. İşte Erdal arkadaşın gelişme grafiği. Devlete ait ne kadar hedef varsa vuruluyor ve yerle bir ediliyor. Tek bir kayıp vermeden arkadaşlar geri çekiliyor.
Ekim ayında bu kez şehit mesut karakoluna arkadaşlar yöneliyor. Karakolun etrafındaki mevzilerin tümü süpürülüyor. Hedef karakol değildir zaten etraftaki mevzilerdir. Kaldırılan malzemeler 7 G–3, , 2 telsiz, 1 MG-3tir. Bu eylemde Cemil Amed arkadaş mayına basarak yaralanıyor.
Yine Koneduye deki pusuda Erdal arkadaş düşmanı perişan ederek düşmandan;7 G–3, 1 MG–3, 1 Kleş ve 13 asker sırt çantası alınırken bir arkadaşın burnu kanamamıştı.
1991 yılı Erdal arkadaş için yoğun ve başarılı geçmişti, ancak Erdal'ın Erdal olduğu yıl 1992 kışıdır.
Düşman, 1991 sonu 1992 kışından ilk kez kobra helikopterleriyle yeni bir saldırı hamlesi başlattı. Savaşlarda her yeni hamle, her yeni bir teknik geliştirildiğinde karşı hamle ve geliştirilen yeni tekniğe karşı çözüm bulunana kadar epey zorluklar çekilir, kayıplar yaşanır. Hele hele çözüm bulunmazsa akabinden yenilgi gelir. Önemli olan yeni saldırı ve tekniğe karşı hızla yeni savunma ve tekniği bulmaktır.
Düşmanın yoğun saldırılarına karşı çok değerli yoldaşları kayıp ettik. Bunlar içerisinde Besta da şehit düşen Haşim Bluzeri vardı. O da bizimle önderlik sahasında gelmiş ve Besta’da bölük komutanıydı. Neredeyse her birlik o kışın çok zorlanmış ve kayıp vermişti. Ancak Erdal arkadaşın gücüne bir şey olmamış. O yeni tekniğe ve saldırıya karşı çözüm olarak gerillanın altın formülü olan gizliliği derin gizliliğe çevirerek arazinin derinliklerine gömülerek kendi gücünü hem korumuş, hem de eğitmiştir. Birçok güç bahara moralsiz çıkarken onun gücü bahara tam moral ve savaş pozisyonunda çıkmıştır.
Düşman kışın erkenden Cudiye çıktığında ise o gündüz Derya Bilurvanda bulunan düşmana yönelerek 11 ölü verdirmiş ayrıca 8 G–3, 57 top ve MG–3 kaldırarak eylemsel hamlesine başlamıştı. En önemlisi de bu tepede ele geçirilen düşmanın Cudiyi işgal etme haritasının ele geçirilmesiydi. Nitekim düşman sonra bu haritanın ele geçirilişinden kaynaklı bu plandan şimdilik vazgeçecekti. Bu eylemde Xebat Hebleri şehit düşmüştü.
Bu eylemin ardından düşmanın Silopi kolunu bırakarak Şırnak üzeri yönelmeye çalışıyor, Erdal bu kez gündüz tepe Cefaneye saldırarak tepeyi düşürmüştü. Tepenin saldırı komutanı odur. Önde olan odur. Aynen Derya Bilurvanda olduğu gibi en önde aynen Erdallar geleneğinden olduğu gibi. Erdallar tarzından. Bir MG–3, 4 G–3 askeri malzemenin yanı sıra dev gibi cihazlarda ele geçirilmiştir. Doçkalarla da gelen operasyon kollarını geri çekilmeye buna bir de bir helikopterin vurularak gönderilmesi de eklenince düşmanın kaçışı daha hızlanmıştı. Bu eylemde Baran, Gabar ve Xeyri arkadaşları kaybedecektik.
Bu ara Çırcırok tepesine çıkan düşmana arkadaşlar yine vurarak tepeyi sökeceklerdi. Nisan ayının başlarında kimse düşmanın araziye çıktığını daha doğrusu konumlanan noktaya baskın yapmak istediğini görmemiştir. Erdal yoldaş noktadan tesadüfen bir iş için dışarı çıktığında düşmanı görecek o bir yoldaşıyla birçok askeri vurarak düşmanı püskürtecekti. Erdal sadece bir savaşçı değildi o aynı zamanda bireysel olarak ta bir eylem adamı ve samuraydı.
Süreç oldukça yoğun geçiyordu. 1992 yılı hareket açışında da özel yıllardı. Serhildanların geliştiği ve düşmanın en şiddetli olarak halkın üzerine silah sıktığı yıllardı. Yüzlerce yurtsever katledilecekti.
Erdal arkadaş erkenden gelişmeleri fark ederek kendi inisiyatifini kullanarak tüm çevrede bulunan şehir ve ilçelere arkadaş göndererek müdahale ediyor. Düşmanın saldırıları geliştiğinde Şırnak’la Cizre arasına pusularak düşmanın müdahale etmesini engellerken siyasal sahaya da desteklerini sunacaktı.
Gelişmeler çok yoğun geçerken arkadaşlar Besta da yapılacak olan toplantı için Erdal arkadaşı çağırmışlardı. O Cudiye düşmanın gelmesini engellemiş ve bırakmamıştı. Böyle bir moral üstünlüğüyle hem toplantıya gidiyor hem de öyle bir yapı arkasında bırakıyor.
Erdalla tekrar Gıre Xane de yapılan toplantıda karşılaştık. Artık Erdal eski Erdal değildi. Daha olgunlaşmış olmanın yanı sıra muazzam bir heybeti vardı. O artık herkesin saygı duyduğu, güvendiği ve başarılar üzerine başarılar elde eden komutandı. Herkesin biraz umudu olmuştu. Kaldı ki önderliğimizin deyimiyle “başarıların varsa doğruların vardır” deyimden yola çıkarsak o artık doğru çizgiyi kendi pratiğiyle sergilemişti. O düşmanı araziye çekerek sonrada pusuya düşürerek yeni tarzın ne olması gerektiğini gösteriyordu. Sabit hedeflere değil hareketli hedeflerle düşmanı vurmak onun başarıyla uyguladığı taktik olmuştur. Onun yanı sıra araziyi iyi işleyerek bir nevi mayınlı hale getirmede onun uyguladığı taktikler arasındaydı.
Toplantı sonrası o Cudiye genel sorumlu atanmıştı. Alana geldiğinde düşman birçok yeri tutmuş bulur. O bunu kabul edecek gerilla değildir. Ahmet Rapo arkadaşa çok kızar. Gücü toplayarak düşmanın nasıl söküleceğini işledikten sonra ilk iş araziye çıkarak düşmanı vurmak için keşif çalışmasına çıkmaktır.
Derya Kerê’den inip de etrafına mayın döşemek isteyen beş asker görürler. Erdal hemen fırsat budur diyerek hızla saldırıya geçer. Bu beş asker öldürülür. Erdal direk kendisi bunların silahını almaya giderken Derya Kerê’den mevzilenmiş düşman gücü tarafından suikastla kafasından vurulur. Ağır yaralanır. Yaralandığında Ahmet Rapo arkadaşa söylediği “ölürsem mezarımı bir suyun kenarına yapın, çünkü ben suyu çok seviyorum” diyecekti.
Arkadaşlar ağır yaralanan Erdal yoldaşı kaldıracaklar, sırtlayacaklar, Silopi ovasına indirdikten sonra arabayla Habur kapısında geçirerek Dıhoka ulaştırmak isterler. Örgüt “her şeyi kurtarılması için yapın” talimatını verecek, ancak Erdal henüz yolda can verecek ve şehitler kervanına hiçte hak etmediği bir zamanda ve bir biçimde katılacaktı.
Erdal arkadaşın cenazesi Haftanin’e getirilerek görkemli bir törenle-Cemal arkadaş da Ortadoğu da gelmiş-toprağa verilecektir. Onun vasiyet ettiği gibi bir pınarın yanına gömülecek.
Sonraları 1992 yılında Türk ordu birlikleri güneye girişlerinde gelip cenazeyi çıkarmaya çalışacak ancak mezarı bulsalar da naaş’ına kavuşamayarak alamayacaktır. Yıllar sonra ben Haftanin’e yeniden sorumlu olarak atandığımda alanda bulunan tüm cenazeleri toplayarak yeni bir şehitlik yapacaktık. Bir köylü gelip Erdal arkadaşın mezarını gösterecek ve o dönemler yıl 1992 de nasıl görkemli bir törenle kaldırıldığını söyleyecek bize. Biz gidip mezarı açarken mezarla oynandığını göreceğiz ancak naşına ulaşamadan bırakıldığı için biz alacağız. Halen yeşil şutıkiyle başının bağlı olduğunu bir tabut içerisinde göreceğiz ve yeni şehitliğe törenle götüreceğiz. Yeni şehitliğimizi de bu yeni durumdan dolayı ŞEHİT ERDAL şehitliği olarak isimlendirecektik. Yeni yer daha fazla Erdal arkadaşın istediği gibi olacaktı. Gümbür gümbür akan bir suyun yanında akasyaların, dut ağaçlarının, kaysı ağaçlar ile meşe ağaçlarının altında bu soğuk mu soğuk suyun yanında Erdal'ı yatıracaktık. Yıl 2002’dir. Şahadetinden tam on yıl sonra!
Evet, bir cengâveri kaybettik. Hem de çok erken. Olmaması gereken bir tarzda, çok ucuzca, yapılmayan görevlerin bir an önce yapılması için yola çıkarken ve düşmanı Cudi'de dışarı atma çalışmasını yürütürken toprağına düşecek ve aramızdan ebediyen ayrılacaktı.
Evet, kaybedilmesi zor kaldırılacak bir arkadaştı giden. Önderlik şahadetinden sonra “ Agit'in özelliklerini taşıyan bir yoldaştı” diyecek ve yaşanan şahadetin ağırlığını böylece dile getirmiş olacaktı.
O her şeyden önce öncü bir savaşçı, bir samura, bir fedai, bir özgürlük çığlığı, hesapsız ve gözü kara parti çalışmasını kendi çalışması olarak bilen ve böyle katılan biriydi. Özelde önderlik eğitimi ardından adeta bir patlama yaşayarak gelişme kaydetmiş biri olarak önderliğe bağlılığın, önderlik çizgisini hücrelerine kadar yaşayarak savaşmanın ne olduğunu hepimize göstermişti.
O hep güleçliğiyle, neşe ve coşkusuyla, moraliyle, arkadaşları eğitme istemiyle, yoldaşlarını bir dert ortağı olma gücüyle, sempatik ve nazik duruşuyla adeta bir sosyalist militan kişiliğini çizerken, gerilla disipliniyle, atikliğiyle, gözü pekliğiyle, saldırı ruhuyla, düşmana tavizsiz davranışlarıyla ve her şeyden önce de muazzam bir gerilla olarak dönemin en güçlü agit tarzdan profesyonel gerilla tipini çiziyordu.
Evet, onu kaybetmek kolay olmadı. Yerini doldurmak daha zor oldu. Ancak onun bıraktığı Cudi'yi Cudi yapmak için arkasından Cudiye gelenleri önderlik hep Erdal yoldaştan örnekler vererek gönderecek. Ve onun gibi olunmasını isteyecekti. Erdal’ca yaşanmasını isteyecekti. Neydi Erdal'ca yaşamak? Her şeye bizatihi katılarak, öncülük yaparak, yoldaşlarını, yeni halk çocuklarını koruyarak, eşitçe, adaletli yaşamaktı. Ve her şeyden önce oportünistliği yaşatmamaktı. Bildiğini sonuna kadar uygulamaktı. Örgütten aldığını hesapsız kitapsız örgüte vererek halkın hizmetine koşmaktı. Kendi halkının hamalı olmaktı. Halkı için kelle koltukta dağ taş demeden düşmanın ensesinde nefesini alarak ona aman vermemekti.
Evet, Erdal geleneği Erdallarla başladı. Mustafa Yöndem Cudi de sorumluk yapmış. Aziz yoldaş bir taktiksiyen olarak Cudide komutanlık yapmış,. Adil Aslan içimizde en iyi şehir gerillasını yapan komutan burada komutanlık yapacak, Şiyar yani Kazım Kulu burada heybetli Dersim yürüyüşünü komutan olarak zirveye çıkaracak, Yine Botan’ın yiğit evladı Cuma Bilika-Selim İlter gelecek ve Cudide gözlerini toprağa kapayacak. Peşinden karargâh komutanlığı yapacak olan Yılmaz Uzun gelecek ve burada vahşi işkencelerle katledilecek. Gelecekte da gelecek olan Hamza Ömerine Mardinli yoldaş orada bölge komutanı olacak ve orada şehit düşecekti. Ardından diğer Erdal yani Engin Sincer gelecektir. Derken hep biraz da Erdalca yaşam esas alınmaya çalışılacak ve Erdallara yaraşırcasına yaşanacaktı.
Evet, Erdal demek birazda yaşam demekti. Erdal demek militan demekti. Erdal demek parti demekti. Erdal demek halk demekti. Erdal demek savaşçı ve amansız gerilla demekti.
Erdal demek tüm mücadeleye komple yaklaşmak demek olacaktı. Neredeyse bizde gelenek haline gelmiş bir yaklaşım ise abilerinin, ablalarının ardından gelen kız ve erkek kardeşlerdir. Erdal Gundikê Melê arkadaşın kardeşi gelecek ismini Erdal yapacak ancak kısa süre sonra şehit düşecek,. Ahmet Rapo arkadaşın kardeşi gelecek sonraları şehit düşecektir Ahmet olarak. Yine Enveri Omyanisi arkadaşın kardeşi gelecek ismini Enver yapacak ve 2007 yılının 16 Aralık ayında hava saldırısında beş arkadaşıyla şehit düşecekti.
Evet, bu bir gelenek olmuştur artık, bir devrim geleneği. Artık bu mücadele kök salmıştır. Herkeste şunu iyi bilmelidir ki biz vurulmakla tükenmeyiz. Vuruldukça çoğalırız. Çünkü bu kadar güzel Erdalların geleneğiyle süzülen bir harekettir vurulmakla bitirilemez.
Güzel yoldaş, seni hep böyle anacağız. Sadece seni böyle anmayacağız, senin gibi olmaya çalışarak cefakâr Kürdistan halkına hem layık olmaya çalışacağız hem de onun acılarının dinmesi için aynen senin gibi çalışacağız. Senin gibi yaşayacağız.
Yolun yolumuzdur. Aydınlattığın yol bize güç ve moraldir. Gücünle morallinle yaşayacağız. Ruhun şad olsun yoldaşların en güzel yoldaşı. Ruhun şad olsun yoldaşların en güzel yoldaşı!
Caferi Sori
Şervan Derşev (Abdulhekim Balkan) Yoldaşın Anısına
Botan daha doğrusu. Mezra Botan hep kendi kendine yeten kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalan bir halkın toprağına gerilen addır.
Mezra Botan bunun için tarihinde düşmanlarının dikkatini ve öfkesini üzerine çekmiştir. Botan, a gelip hükmetmek isteyenler öncelikle kendi kendine idare eden yaşam tarzını tek başına ayakta kalışın yok etmeye çalışmışlardır.
Mezra Botanlılar coğrafik koşulların ağırlığı düşmanlarının onlar çepeçevre kuşatmaları ve dünyayla bağlarını koparmalarından dolayı birazda setleşerek büyümüşlerdir. Birazda her şeye yetecek yetenekle donatılarak büyümüşlerdir onlar doğal olarak yaşamın en ağırına cevaplar üreterek çözerek yaşam yollarını çizmişlerdir.
Bunlar Botan özellikleri olarak adeta Botanlıda bulunur hele Botan'ın kalbi Gabar’da dünyaya gelmiş ise taşların içinde özümleri yetiştirebiliyorsun. Kayaları oyarak su depolama kaynağı yaratıyor isyan ve dağların Pire Sim gibi delerek bir günlük yolu beş dakikaya indire biliyorsun orada tabi atın başka kuralları işliyordu
• Orada devrede olan tabiat anayla birleşerek buluşarak yaşamak vardır ve orada yok yoktur. Şervan yani Hakim Balkan arkadaşta bu topraklarda yani Gabar ve köylerinden olan Şervan dünyaya gelmiştir yaşam şartları Şervan yoldaş Botanlaştırarak büyütmüştür onurlu başardık ve toprağı için gerektirdiğin ve kendini feda edecek tarzda.
Şervan yoldaş ve ailesi Gabar bırakmak zorunda kaldığında Cizre’ye yerleşir ancak yurtsever duygularını var duygulardan bırakmaz o ve bu duygularını eyleme geçirmesini de bilir.
İlk kez Şervan yoldaş 89 yılında Cizre'den Gabar’a milis olarak geldiğinde Birava Gire Cota yakınlarında gördüm. O dönemlerde kazalarda yanımıza gelen milis sayısı yok denilecek kadar azdı. Bunun için Şervan yoldaş yoldaşlarca değer görüyordu. Hem erzak sorunlarımızı çözmeye çalışıyor hem de keşif çalışmaları yürütüyordu. Ayrıca dönemin önde militanları olan Berivan Agal ve Adıl Aslanla Cizre’de çalışmalarda yer alarak birçok eylemi bizatihi gerçekleştiriyor.
Ulusal demokratik mücadelenin yükselişe geçtiği yıllardır. Düşman buna tahammül gösteremediği için Şirnak katliamı girişiyor ve önce milislere yöneliyor. Şervan yoldaş bu süreçte Zaxo’ya gidip yerleşiyor. Bu aralar evlenmiştir iki çocuğu vardır. Zaxo da partiyle bağını koparmaz. Aktif milislik yapmaya devam eder.
92 yılında Güney savaşı öncesi süreçte milisliğin yetmediğini ve inanarak tümden dağlardan inmemek üzere geliyor. Güney savaşı bitiminde yapılan anlaşmalar temelinde Şervan yoldaşta bir kısım arkadaşla Zele’ye gidiyor. Ancak uzun sürmeden kendini dayatarak tekrar Haftanine oradan da Gabar’a geçiyor. Ben Şervan yoldaşı gerilla olarak Gabarın Şehit Osman tepesinde Haftanin de getirdiği grubun önünde heybetiyle karargâha girerken gördüm. Grup komutanı olmuştu. Belli tecrübeleri olmuştu. Ancak asıl komutanlaşmasını 93 yılında Onu Çiyaye Bızınaya gönderilmesiyle yaşayacaktı. 93 ve 94 yılında yaşanan
Birçok çatışma, baskın ve eylemde başarı elden ediyor. O bu başarılarından dolayı birçok kez ödüle layık görülmüştü. O küçük silah yani tabanca taşımıyordu, kleş almıyordu. Onun kaldıracağı silah büyük olmalıydı. O BKC ve Karnas taşımayı dayatıyordu. Bunların olmadığı yerde G–3 taşırdı. O keskin nişanına güvendiği için çatışmalarda uzak mesafelerde de olsa düşmana isabet etmesinde ustaydı. Onun gibi ender keskin nişancı bulunuyordu. Beklide Botan yaşam tarzı doğuştan silahı hâkimiyeti Botan evlatlarına veriyordu. O bilinmez ama Şervan yoldaş bir keskin nişancıydı.
94 Mayısında Gabar’da bayrak tepesine yapılan baskında istenilen sonuç elde edilmemişti. Tepe düşmemişti. Onun için niye böyle oldu diye sorduğumda” ben tepeye eski G 3 yerine yeni bir G–3 almak için gitmiştim bana mı soruyorsun” demişti. Aslında onun nasıl işlerini sağlama alıp yaptığını bilen birisiydim çünkü epeydir artık birlikteydik. Bazı kollar rollerini oynamayınca istenilen sonuç elde edilmemişti.
Gabar hep savaşıyla anılır düşmana vurulan darbeleriyle anılır. Ancak hep düşman tarafında özel politikalarla sarıldığı, kuşatıldığı unutulur. Düşman Gabarı bir nevi ekonomik ambargoya ilk gününden beri almıştır. Oraya erzak bırakmaz. İstisna olarak 93 yılı gösterilebilir, başka da Gabar da erzak sıkıntısı hep olmuştur. Öylesine bir dönemde Şervan imdada yetişmeye hazırdır. O 95–96 yılında, yıllaradır kapanmış olan hatları açmasını bilmiştir. Yeni ilişkiler açarken eskileri tazelemişti. Ondan yok yoktu. Her konuya el atacak pozisyonda kendisini hazır görüyordu.
96 yılı Botan için özel yıllardır. Özelde de 96’nin ikinci yarısı Zap’ta yaşanan tasfiyeyi tümden açığa çıkarmak için Zeki denilen savaş kaçkını önderlik Botana gönderir. Botana adım atar atmaz var olan erzakı hızla tüketmekte, arkadaşları sınır dışına yoğunca çıkarmakta ve içeride kalınamayacağını, erzaksızlığı göstererek parti yapısına buna ikna etmeye çalışarak inançsızlaştırmaya çalıştırmaktadır.
Gabar da var olan erzakta-ki az buçuk bir şeydir-tüketilince adata kalınamaz bir yer olmuştur. Önderlik gelen raporlardan durumu netleştirerek tasfiyeci girişime hızla müdahale etmektedir. Zeki denen savaş kaçkının oportünistin yerine Cemal ark yeniden Botan’a gönderiyor o zaman önderlik Cemal arkadaşa “kimi alıyorsun al yanına, bazılarını zaten ben göndermişim” demişti. Bazılarından bir tanesi de bendim. Önderlik sahanında yeni gelmiştim.
Birlikte Cemal ark Haftanine geçtik. Genel durumlar çok vahimdi. Adeta içeri boşatılmış, kalanlarda gelme hazırlığında. Ekim ayındayız yani sonbahar. O zaman Cemal arkadaş “bana git bak ne var ne yok, ne yapabiliriz” dedikten sonra ben Gabar'a gönderildim.
Gabar'a gittiğimde Şervan arkadaş oradaydı. Durumlar hiçte iç açıcı değildi. Ne yapacaktık? Bunları Şervan'la tartıştıktan sonra O değirmen yapabileceğini söyledi. Hızla çizim-mizimlerini yaparak işe başladı. Bizde Eruh’ta bederlerin üstünde buğdayları almıştık. Hem de 300 torba dile kolay. Artık değirmemiz vardı çalışacaktı. Çünkü Şervanımız da vardı. Gurdelaya kurulan-ki sonradan düşman duyum alacak ve bunu imha etmek için operasyon yapacak bizde bir haftalık direnişle düşmanı buraya bırakmayarak değirmenimiz koruyacaktık.
Buğdayımız vardı henüz başka bir şey yok. Bir taraftan hazırlık bir diğer taraftan eylemler peşindeyiz. Bir iki eylem çıkartıyoruz, yapı tekrar canlanıyor. Bu arada Cemal arkadaş aniden Botan karargâhıyla yanımıza çıkıverdi. Güç fazlalaşmıştı. Ne yapacaktık? Yanımızda Şervan vardı. Cemal ark onunla tartıştıktan sonra bir ekonomi takım oluşturdu oda bu takım başına geçti. Gabar meyveleriyle tanıyor artık ekim ayının sonlardayız hızla ceviz, badem, kuru üzüm, pekmez zeytin ve yağı derken yetişen doğal ne varsa hızla toplamaya başlandı. Zaman zamanda tüm güç çıkıp badem toplayacaktı.
Bunlar yapılırken Mişare köylerinde parasını vererek zoraki fasulye getirmiştik. O zaman orada görev yapan binbaşı “fasulyeyi aldınız ya yağla salçayı nereden getireceksiniz” diye kendince alay ediyordu. Bu söylem üzerine çetelere ait 1000 koyun getirerek yağımızı da temin etmiştik. Herhalde binbaşı denen psikopat çıldırmış olacaktı. Çünkü salçayı da getirecektik, bulmasakta karakoldan alacaktık. Ama bir yolunu bulup getirecektik. Ayakta kalabilecektik. Artık kış olmuştu Botan’da ilk kez taktik eğitim devresi-yani komutanların yetiştiği eğitim okulu açılmıştı-Şervan arkadaş çalışkanlığı, savaşkanlığı birde fedakârlığıyla ödül olarak katılacaktı bu devreye. Tabii henüz devre başlamadan devrenin yeri sağlam olması gerekecek ve deşifre olmaması esas olacaktı. İşte bu çalışmada ona verilmişti kimsenin ruhu duymadan bir yeraltı hazırlayarak ödülünü kat be kat hak etmişti. Onun sarf ettiği yaratıcılıktan çok arkadaş yararlanmıştı, örgüt yararlanmıştı. Botan konferansı yapıldıktan sonra güçler ve okulun öğrencileri yerlerine gittiler. Şervan arkadaş Bestlere taşınan karargâhla orada kendi kendine yetecek ekonomi çalışmalarının başına geçti
Besta da tüm güçlere yetecek buğday tarlası yeri sürülecekti. Bunun için Gabar’da sabana yaracak aletleri birlikte götürmüştü. Bahçeler ekti. Ve Botan’a ilk sebzeyi yetiştiren olarak isim yazacaktı. Doğaldır ki gerilla içerisinde, imkânsızlıklardan düşmanın yoğun saldırılarına rağmen bunlar yapılacaktı. Patates vb şeyler düşmanın eline geçse de sonuç almayacaktı. İşte zorlu bir süreci daha Şervan yoldaşla aşıyorduk.
Bu beceri ve yeteneğinden dolayı Cemal arkadaş bir ara bana “bir işi anlamadığı yoktur, her şeyi biliyor” diyerek ondan ne kadar etkilendiğini ifade edecekti.
İşte Şervan buydu. O bir yaratıcılık efsanesiydi. O bir fedakârlık timsaliydi. O bir emek abidesiydi. O bir savaşçıydı. Savaşta keskin sonuç olan keskin nişancıydı. Yaşamda sade olgun ve dürüst bir militandı. Yoldaşlıkta kusur etmeyen bir PKK’li ve bağlılıkta sarsılmaz bir Apocuydu.
Bu duruşuyla göz dolduran bir arkadaş olmuştu. Her yerde aranan militandı. Böyle olunca doğaldır ki herkes onu yanında isteyecekti.
97 yılında Garzan eyaleti Botan eyaletine-yaşanan kimi olumsuzluklardan dolayı-bağlanmıştı. Oraya X. ismindeki komutan arkadaş gidecekti. Cemal arkadaş en iyilerini seç al kimi, istiyorsan götür” demişti. X arkadaş kendi yönetimdeki arkadaşlarla önceliği Şervan yoldaşa vermişlerdi. Onunla konuştuklarından O’da gönüllü kabul etmişti. Gidecek saha çok zorluydu. Orada ayakta kalmak çok fazla önemliydi.
Kato’da yapılan düzenlemenin ardından tabur yola çıkmış Garzan’a varıldığında ilk iş ilişkiler kurmaktı. Bu konuda usta olan Şervan yoldaş hemen görevlendirmişti. Baykan’a gelmişlerdi, çetelerle ilişkilendikten sonra bir başka randevuya yine kendisi gitmişti. Ancak tarihi, ihanetçi, işbirlikçi kürdün tekrar devreye girdiğini görecek, kurdun ağacı nasıl kuruttuğunu bir daha yaşayacaktık. Randevuya temiz duygularla, devrim için halk için giden Şervan yoldaş, aynı 97 yılında pusuya düşürülerek şehit edilecekti.
Evet, olmaz olur yapan, yok yoktur diyen, her şeyi yapabileceğini güvenen ve bunu pratiğiyle hep ispatlayan Şervan artık yoktu O şehitler kervanına katılıyordu. Artık bir yıldız hem de en gür parlayanlardan olan biri daha kayıyordu, kayarken de ışınlarını saçarak gidiyordu.
Güzel yoldaş, unutulmaz yoldaş, yaratıcılığın sembolü yoldaş, yoldaşlığın yoldaşı yoldaş. Seni unutmayacağız. Seni hep anacağız, seni her yeni yaratımda anacağız seni hep sohbetlerimizde yok yoktur davranışıyla anacağız ve sana söz olsun ki seni Kürdistan’a abide olarak dikeceğiz.
Şervan Derşev Abdulhekim Balkan Partiye Katılım 1989 Güney Kürdistan, Botan, Gabar, Besta ve Zelê de kalmış Takım Komutanı 15 ağustos 1990’da Cizre’deki eyleminden dolayı tabanca ödülü almış ve 1997 Garzan’da (Siirt Baykan’da) şehit
|
Caferi Sori
Adıl Amed Yoldaşın Anısına
Öyle anlar vardır ki insan yutkunur ve kimse bu yutkunmaya anlam veremez.
Öyle anlar vardır ki insan donakalır ve kimse bu donakalmalara anlam veremez.
Öyle anlar vardır ki insan düşünemez olur ve kimse bu düşünemez duruma anlam veremez.
Ve öyle anlar vardır ki insan yer yarılsın da yerin diplerinde o karanlıklarda kaybolmak ister buna da kimse anlam veremez ya!
İşte böylesi anlar sana dost olmuş, sırdaş olmuş, yoldaş olmuş, adaş olmuş, her şeyin olmuş bir bireyin aramızda ayrılıp başka dünyalar göç etmesiyle oluşan anlardır. Arkadaş senin ağladığını görmez dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır derler misali anarsın dostunu.
Hele hele siz Kürdistan da bir gerilla iseniz ve siz yıllarca birlikte düşmana karşı her cephede amansız savaşarak bu mücadele içerisinde yer edinmiş bir yoldaşınızı kaybetmişseniz, yaşam o anlarda size anlamsız gelecek, belki de “keşke sen değil de, yerinde ben olsaydım” diyerek hayıflanırsınız, böyle keşkeleriniz çoğalır gider. Kendinizi yerden yere vurursunuz.
Kürdistan gerillasının tüm acılarını, zorluklarını, sevinçlerini, coşkularını, sevdalarını, hüzünlerini, aşklarını, bağlılıklarını, yoldaşlıklarını eğer bilmiyorsanız, o zaman siz yukarıdaki keşkelere de anlam biçemezsiniz. Buralarda bazı kanunlar ayrı işler, bazı kanunlar farklı hayat bulur. Buralarda biraz diyalektik tersten, çapraz, sarmaşık, sarmal, dolambaçlı derken bilinenin ötesinde bir şekilde işler. Çünkü burası Kürdistan’dır. Kimi şairin diliyle “Allahın üvey çocukları Kürtler”’in yeridir. Dışlanmışların, hor görülenlerin, suyun diğer yakasında kalmışların, ezilmişlerin, dili yasak edilmişlerin-kesilmişlerin, evlatlarının gündüz ortasında kolları kırılanların, ana ve bacılarının meydanlarda toplanarak coplarla vurulanların, it sürüsü devlet polislerinin çocuklarına sopalarla saldırarak vantuzlar gibi kanı emilenlerin diyarıdır.
İşte bu diyarlarda yasalar, kanunlar birazda ayrı işler. Biraz da kendine özgü işler, biraz da alışılmışın dışında ayrıksı işler.
Tekrar söyleyelim burası Kürdistan ve anlatılması gerekenler onların dağ evlatları olan gerillalarıdır.
Kimdir gerilla?
Niçin gerilla?
Nasıl gerilla?
Ve anlatılacak olan hangi gerilladır?
1987 yılında başlayarak 2007 yılının sonlarına kadar hep savaşın en ön saflarında yer almış, gözünü hiçbir zorlukta esirgemeyen bu insan kimdir?
Kimdir savaşın her sahasında düşmana korkular salan? Kimdir düşmanın korkulu rüyası olan bu gerilla?
ADİLE BİLİKA yani Ramazan Aybi
Evet, ben ya da biz ya da hepimiz böylesini bir gerillayı nasıl anlatacağız? Nereden başlayacağız? Nasıl başlayacağız?
ADİLE BILIKA yoldaş Botanlıdır. Botanın Cudi dağının göbeğinde yer alan Bilika köyündendir. Botan Kürdistan tarihinde düşmanlara her zaman uzak kalan bir saha olmuştur. Tersten ele alacak olur isek düşmana karşı direnişin sönmeyen kalesidir Botan.
Kürdistan topraklarının düşman tarafından en son fethedilen parçalarıdır buralar. Öyle olunca Kürtlüğünde en derin yaşandığı sahalar olması yadırganamaz. Düşmanın tüm hışmına rağmen buralar Kürtlüğün atan atardamarlarıdır.
Botan daha doğrusu. Mezra Botan hep kendi kendine yeten, kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalan bir halkın toprağına verilen addır.
Mezra Botan bunun için tarihinde düşmanlarının dikkatini ve öfkesini üzerine çekmiştir. Botan, a gelip hükmetmek isteyenler öncelikle kendi kendine idare eden yaşam tarzını, tek başına ayakta bu halkın ayakta kalışını yok etmeye çalışmışlardır.
Mezra Botanlılar coğrafik koşulların ağırlığı, düşmanlarının onları çepeçevre kuşatmaları ve dünyayla bağlarını koparmalarından dolayı birazda setleşerek büyümüşlerdir. Birazda her şeye yetecek yetenekle donatılarak büyümüşlerdir onlar. Doğal olarak yaşamın en ağırına cevaplar üreterek, çözerek, yaşam yollarını çizmişlerdir.
Biraz da buraları anlatmadan ADİL arkadaşı anlamak mümkün olmayacak. Onun çevresini, ortamını, ailesini ve en önemlisi de yetiştiği toprakları anlatmadan ve anlamadan onu anlamak olmayacak!
Bir rivayete göre Nuhun gemisi Cudinin navserine yani Sefin diye tabir edilen yere büyük tufan sonrası konar. Tevrat’ta genişçe ele alınan mitolojik destana göre gemide-yani Sefin de–80 tür yaratık vardır. İnsanıyla, hayvanıyla ve bitkisiyle tam 80 tür! 80 sayısının Kürtçe adı Heyşte’dir. Özcesi buralar birazda peygamberler yeridir. İnsanlığın tekrar yaşamaya başladığı yerlerdir.
ADİL arkadaş ise böylesine Nuhun Gemisini konduğu güzelim bir dağın tam ana rahminde bulunan bir köyde yer alır ve yetişir. Dağın içine yerleşmiş bu güzelim köyün adı Bılıka'dır. Üç mahalledir. En yukarıda Şkefta Fellah diye bir Şkeft vardır. Birde “Der” yani kilise vardır. O kilise gerillalara az yataklık yapmamıştır ki. Köyün üstünde üç tane harika kaynak, gün boyunca bir çayın akması gibi tepelerden derin vadilere akarken, Bılıka'nın yamaçlarında bulunan her türlü meyveyi sulayarak kendilerini Hezil suyuna bırakırlar.
Hani vardır ya kartal yuvaları, işte aynen öyledir Bilika. Yüksek şahinlerin bakacağı bir tarzda derin vadilere bakar. Suriye, Irak ve Türkiye üçgeninde bulunan köy geçmişten beri kaçakçıların, silahşorların, mahkûmların ve son yıllarda da peşmergelerin mekânıdır. Bu köyün herkese kapısı açıktır. Ve çok doğaldır ki Kürt Özgürlük Hareketi Botana girdiğinde ilk yer alacağı yerlerden birisi Bilika olacaktır.
Böylesi arka perdesi olan bir köyde dünyaya gelmek, hele hele bu köy Cudi’nin eteklerinde bulunuyorsa, buna birde Cudinin görkemliğini ekleyin. Cudi doğalında bir kale. Silopi ovasını üzerinde küçük güney diye tabir ettiğimiz Suriye’yenin çölüne uzanmanız ve oralarda dönüp Cudiye bakmanız yeter de artarda. Tüm muhteşemliyle bir korunak, bir savunma duvarı olarak durur. Hemen karşı yakada Haftani'nin sırtları görülüyorsa o zaman dünyalar sizindir.
İşte buralı olmak, buralarda büyümek, buraların havasını koklamak, esen rüzgârıyla tüm Kürdistan'a umut olarak esmek ve akan her suyunda damla damla derinliklere akarak, kendini bir gümbür gümbür akan Hezil çayının akıntısında bularak kendin olmak. İşte burası Cudi deyip heybetlenmek, ancak ancak buralıyı ifade edebilecek bir duygu olabilir.
Bir de Cudi'nın tepesinde bulunan Sefineyi ekleyin, yani Nuh'un gemisinin bulunduğu tarihsel efsaneyi hatırlayın, o zaman buraları daha iyi anlarsınız. Çok sonralardan bir gerilla yoldaşın, Cudi üzerinde yaptığı bir programda belirttiği gibi “Cudi yi öğrene bilirsiniz, ancak yaşamadıkça anlayamazsınız.” Evet, Cudinin eteklerin de bulunan köylerin ruhsal durumun anlamak için birazda Cudi'li olmak gerekir.
Bir insan yeter ki kendisini örgütlemesini bilsin, o bir atom bombası gibi etkili olmasını bilecektir.
PKK tarihi kahramanlarla dolu bir tarihtir. Her döneme damgasını vuran belirgin kişilikler çıkmış ve o zorlu sürecin kurtarılışında birer mum ışığı olarak geleceği aydınlatmışlardır. Böylesine mum ışığı saçan belirgin güçlü kişiliklerin çıkmaması durumunda oldukça zorlandığımız hep görülmüştür.
Devrim doğası gereği zorlu bir süreçtir. Devrimlerin altüst oluş süreçleri ifade edişi, köklü değişim-dönüşüm aşamalarını gündeme getirişi derken hepten adeta yeniden yaratılış söz konusu olduğu için oldukça zor ve sancılı geçerler. Bu devrimlerin doğasında vardır. İşte devrimlerin doğasına göre kendisini az da olsa hazırlamış bir birey atom çekirdeği kadar güçlü bir etkiyi yaratması insanın tabiatında vardır.
İşte PKK tarihin de böylesine önemli bir yer tutan ve destanlar yaratan bir yoldaşımızı anlatmaya çalışırken, hakkını veremeyeceğimizi bilerek kaleme alacağız. Böylesi kişilikler her zaman tarihin misafirleri olmazlar. Olduklarında ise onları oldukları gibi anlatmak, yazmak, şiirleştirmek ve hatta türküleştirmek her zaman başarılamaya bilir. Hele hele bitmemiş bir devrim sürecinde böylesine bir kahramanı yazmaya kalkışmak kendi içerisinde hiç şüphe yoktur ki eksikleri içerecektir.
Caferi Sori
Adil Amed Yoldaşın Anısına
35 yaşının 21 yılını gerillacılığa sığdırmış, tek kelimeyle gerilla vurgunu, Kürdistan dağlarının tutkunudur Adıl yoldaş. 14 yaşındayken katıldığı gerilla mücadelesinden onu ancak 21 yıl sonra gelen şahadet ayırdı. O Gabar dağının doruğunda özgürlük zamanını bedeninde dondurarak ölümsüzleşti.
Adıl yoldaş Cudi dağının eteklerinde Hezil nehrinin üzerine kurulmuş ana kadın toplumunun bütün özelliklerini capcanlı koruyan Bilikan köyünde dünyaya gelmiş, burada büyümüş gerçek bir dağ Kürdüdür. O dağların heybetinden aldığı gururu, asiliği, onuru kişilik edinmişti. Dağ kürtlerinin özgürlüğe düşkünlüğünü, uygarlık merkezlerine yanaşmazlığını, ele avuca sığmazlığını ruh edinmişti. Zira Adıl yoldaş Cudi gibiydi, Cudi’liydi.
Cudi insanlığın tufandan sonraki döl yatağı, uyarlık beşiği. Hayat orada yeniden başlamış, insanlık burada boy vermiştir. Adıl yoldaş gözlerini dünyaya Cudi’yle açmanın bütün özgünlüklerine, ayrıcalıklarına sahip olarak yaşam denizine karıştı. Cudi heybetinde büyüttü yüreğini.
Cudi’li olmanın sırrına kaç kişi erişmiştir sahi? Cudi’yi bunca gerçek kaç kişi hissetmiş, yaşamıştır? Cudi’li olmak…
Cudi’li olmak insanlığın gizlenen bütün tarihini bilmekle özdeşti. Cudi'li olmak tarihin bütün sırlarına tanık olmanın kendisiydi. Cudi'li olmak ataerkil uygarlığın sınırlarına takılmamak, etki alanına girmemekti. Cudi'li olmak insanlığın özgürlük değerlerinin sürdürücüsü olmak, ana kadın toplumunun mirasçısı olmak ve dağ kuytuluklarında boy vermiş etnisitenin demokratik değerleriyle şekillenmekti. Cudi'li olmak doğayla barışık anayla şekillenmiş özgür toplumun, sade, gururlu, vakur savaşçıları olmaktı. Zira insanlığın özü, emeği, özgürlüksel değerleri Cudi'ye öylesine kazanmış, öylesine yansımaktadır ki, bunlarla büyüme şansı insanı hakikatin, gerçeğin sırrına ermeye götürür. Bundandır bura insanındaki özgürlüğüne düşkünlük, uygarlık merkezlerine yanaşmazlık.
Cudi'nin insanlık için anlamı bir yana, Kürtler için önemi, anlamı çok farklı. Kürt anaları her sabah gün doğumunda Cudi'ye yüzlerini döner, Cudi'den yükselen güneşe dua ederler. Onlar için Cudi tüm muratların babasıdır. İnsanın muradı neyse Cudi'ye dönerek ister. Zira Cudi kimin ne muradı varsa gerçekleşmesi için gerekli güce sahiptir. Cudi murad arayanlara kucak açar, güç verir, korur.
Bütün sarp, asi, inatçı yapısına, karakterine rağmen Cudi insanlara murad dağıtan, yol gösteren mekandır. O ne zaman ki insanlar zorlanırsa, imdadına koşan, ölüme karşı hep yaşam üreten, Azrail'le savaşan, tanrılara kafa tutarak insanı yücelten coğrafyadır. Yeryüzünde ayak basıp yaşayabilecek başka hiç bir yer bulamadığında imdadına koşup insanlığa yer yurt olan ana kadındır Cudi. Ve bağrından insanlığı yaratan verimli hilalin ana kaynağıdır Cudi.
İşte insanlığa beşik, yaşama kaynak Cudi'nin çocuğudur Adıl Bilika. Özgürlük mücadelesine, Kürt halkına, insanlığa kendini adayan otuz beş yılık ömrün hikayesidir Cudi’li Adıl yoldaşın hikayesi. Bunca kendini adaması, halkının, özgürlüğün hizmetine sunması, Cudi'yle özdeş karakterinin, yapısının, kişiliğinin gereğidir. Oda tıpkı Cudi gibi kendini halkına, insanlığa, özgür yaşama adamış, o uğurda yaşamış ve insanlığa mal olmuştur. Cudi’li olarak Adıl yoldaş gerçek bir özgürlükçüydü. Hayatını özgürlük değerlerini korumaya adamış gerçek bir devrimciydi.
Kürdistan özgürlük mücadelesinde Botan her anlamda isyan beşiği, fedakarlık, bağlılık, serhildan diyarıdır. Cudi Botan’ın merkezi olarak Gabar’la birlikte özgürlük ateşinin yakıldığı kalelerdir. Cudi ve Gabar diriliş devriminin direniş kaleleridir. Bu kalelerde yakılan ateş bütün Kürdistan’ı aydınlatmış, kölelik uykusundan uyandırmış, sömürünün dondurduğu yürekleri ısıtmış, özgürlük maratonunu başlatmıştır.
15 Ağustos hamlesiyle gerilla mücadelesinin yükseldiği, diriliş devriminin o sıcak atmosferinin tam ortasında şekillenir Adıl yoldaş. 15 Ağustos atılımını, Cudi’li olarak iliklerine kadar hisseder, heyecanına ortak olur, yürek ve bilinci mücadele ateşinde olgunlaşır.
15 Ağustos eylemleriyle Kürdistan’ın kalbi Botan da kölelik tarihi, sömürgecilik, baskı, zulüm, asimilasyon yerle bir edilmiş, Kürdistanlı kadınlar, çocuklar, gençler, erkekler ve yaşlılar yeniden doğmanın, ölüm uykusundan uyanmanın sevincine boğmuştur. Agit yoldaşın öncülüğünde Eruh Şemdinli’de eyleme koşan Apocu gerillaların silah sesleri anaların zılgıt sesleriyle karşılık bulmuş, genç kızlar ve erkekler özgürlük- kurtuluş haykıran seslerle yürek ve beyinlerini bilemişlerdir. O günlerde genç bir Cudi olan Adıl yoldaş da özgürlük haykıran Agitlerin sesleriyle, anaların tililileriyle yurtseverliğin politik bilincini, yürek atışlarını geliştirir.
Cudi’nin özgürlük doğasında, havasında karaktere, ruha, kişiliğe kavuşan Adıl yoldaş için Agit’in öncülüğünü kavrayış, onun yoluna yöneliş zaten hep beklediği, atılmaya hazır olduğu, asırlardır özlediği, hiçbir koşulda doğruluğundan kuşku duymayacağı, yaşam olarak belirleyeceği tek seçenektir. Zira o ardılı olduğu özgürlük tutkunu ataları Cudililer gibi uygarlığa, onun şehir merkezlerine yönelmemekte ısrarcıdır. Yurdunun, dağlarının üzerine karabasan gibi çökmüş işgal ve sömürüyü ortadan kaldırıp, diliyle, doğasıyla, kültürüyle dağlarını, insanlarını özgürleştirmek asıl derdi, asıl arayışıdır. Tüm uygarlık kurumları, şaşalı vitrinleri, aşağılayan yoksulluğuyla şehir devletiniz sizin olsun, biz dağlarımızı, doğamızı, ülkemizi, köylerimizi istiyoruz diyen Adıl yoldaş için Agit öncülüğünde gerillacılık ve onun Apocu öğretisi bir an için bile olsa kuşku duymadan, sorgulamadan atıldığı yol olmuştur. Bu yolda geçen 21 yıllık ömür, mücadele duruşu, pratiği Adıl yoldaşın ne kadar inançlı, iddialı, aşk düzeyinde bağlı ve tutkulu olduğunun kanıtıdır. O gerçekten Apocu felsefeye, onun Agit öncülüklü gerillacılığına aşıktı. Bu tutkuyla aralıksız yirmi bir yıl gerillacılık yaptı. Dağlardan bir an için bile olsa ayrılmadı ve 21yıl sonunda Gabar da toprağa karışarak aşkını sonsuz buluşmaya, ölümsüzlüğe, ebedi mutluluğa dönüştürdü.
Adıl Bilika Apocu hareketin gerilla örgütü içinde çok tanınan, bilinen, güven duyulan, askeri performansından söz edilen, en önemlisi de Botan denildiğinde en çok akla gelen yoldaşlardan oldu. O bir gerilla komutanı olarak hep ön cephede, pratiğin içinde yer aldı. Hareketli gerilla birliklerinin başında Cudi’den Gabar’a, Besta’dan Garısa’ya, Herekoldan Çatak’a, Başkale’ye koşan, eylem üzerine eylem yapan, her an düşmanın hareketini takip eden, ona darbeyi vuracak taktikler üreten, eylemler geliştiren komutandı. O hiçbir koşulda komutanlığını salt yönlendirmeye, koordineye indirgemeyen, her an pratiğin içinde en önde olan, Botan’ın bütün zorlu doğa ve savaş koşullarını yoldaşlarıyla birlikte paylaşan gerçek bir militandı. Ona kelimenin gerçek anlamıyla eylemci, militan öncü demek en doğru tanım olur. Dört mevsim ve yılları aşan gerilla komutanlığı Botan’ın her alanında yaşam bulmuş, zaten ana yurdu olan Botan’ı gerilla pratiğiyle birlikte karış karış tanımış, hissetmiş, belleğine kazımıştı. Öyle ki Adıl yoldaşın altında oturmadığı ağaç gölgesi, üstüne çıkmadığı kaya, suyundan içmediği kanisi yoktur Botan’ın. Bundan dolayıdır Adıl yoldaş Botan’sız anlatılamaz. Ağzı, dili olsaydı Botan doğasının, coğrafyasının açıktır ki en iyi onlar anlatırdı Adıl hevali. Onu anlatmak yoldaşları da olsak bizlere birde bu yüzden zor gelmekte, en yaldızsız, en katıksız, en gerçek kelimelerin bile onu anlatamayacağı duygusuna boğmaktadır. Zira onu Botan dağlarının, suyunun, havasının, taşının en önemlisi de Cudi’nin yüreğinden, dilinden, hislerinden yazmalı insan.
Adıl yoldaş iki defa Önderlik sahasında bulunmuş, bizzat Önderlikle olma imkanına kavuşmuş, pratiğini, kişiliğini, tarzını Önderlik çözümlemeleriyle özgürlükçü, Apocu tanımlara kavuşturmuş ve bunlardan aldığı güçle ideolojik duruş ve kimlik edinmiş Apocu bir devrimciydi. Önderliğe bağlılığı en zorlu süreçlerin üstesinden rahatlıkla gelebileceği kadar büyük ve içtendi. O Apocu öğretinin katıksız, karşılıksız, inançlı bir eylemcisi, militanı, öğrencisiydi. Önderliğin ona biçtiği misyon, verdiği değer onun tarafından mutlaka dürüstçe bağlı olmayı esas aldığı, kendisini adamakta tereddüt etmediği, fedaice katıldığı çizginin kendisi olmuştur. Ve o bir çizgi militanı olarak, Apocu öğretide geçirdiği 21 yıl gibi koskocaman bir zamana dürüstlük, bağlılık, fedakarlık, militanlık sığdırmıştır. Öyle ki koskocaman bir zaman dilimi olan bu 21 yıla geçirdiği ciddi bir hatası, onu halk ve Önderlik karşısında utandıracak bir ayıbı, beklentisi, pratiği olmamıştır. Gerçekten o en sade, yalın anlatımla beklentisiz bir adanmışlığın, inançlı bir bağlılığın, sürekli ve geliştiren bir emeğin sahibi olmuş ve mütevazice yaşamıştır. Yetkinin, misyonların yarattığı hiçbir ayrıcalığı, yaşam lüksü, beklentisi olmamış, her an en önde militanca savaş pratiğine katılmayı, ahlak edinmiş, Apocu PKK kültürüyle pişmiş gerçek bir devrimcidir. Bu ahlakın gereği olarak sadece 15 Ağustos’la başlayan ARGK dönemine değil, 1 Haziran’la başlayan HPG öncülüklü hamle dönemine de en önde militanca katılmıştır. 15 Ağustos döneminin militan komutanı, 1 Haziran hamlesinin öncü militanı, komutanı olarak tarihe geçmiştir. 1 Haziran hamle sürecini Zagros’ta başlatmış, ardından Botan eyaletinde öncü katılımını devam ettirmiştir.
Adıl yoldaş 1 Haziran hamlesinin öncü komutanıdır. Ve tarihe böyle geçecektir.
On dört gibi oldukça küçük bir yaşta gerillaya katılmış, yoğunluklu olarak zorlu savaş koşullarında ve sürekli pratik içinde pişmişti. Buna karşın ideolojik-felsefi gelişmeye önem veren, teorik olarak yoğunlaşan, düşünsel yoğunlaşma ve gelişmeyi oldukça önemseyen bir anlayışa sahipti. Bu anlayışın sonucu olarak ideolojik-teorik düzeyi ve bununla bağlantılı düşünce kapasitesi, değerlendirme tarzı Apocu aydınlanma felsefesine göre yoğrulmuş, şekil almıştı. Zira o her alanda başarıyı esas alan, gelişmeyi dayatan hırsın sahibiydi. Ondaki gelişme ve başarı hırsı onu sıradanlaştırmamış ta baştan beri bulunduğu her alanda onu öncü yapmış, hatta bazı yönleriyle ünlü yapmıştı. Evet o aynı zamanda ünlü bir askeri komutandı. Ünü, askeri yeteneklerinden, taktik hakimiyetinden, ses getiren eylemlerinden ve düşmana büyük darbeler vuran vuruş kabiliyetinden geliyordu. Bu mübalasız bir gerçektir de. O halkımızın ve hareketimizin gönlünde taht kuran büyük komutanlar Cumaye Biliki, Şerif Sperti, Hamza Cizre, Rojhat Bilezeri, Pıling Erdal, Zelal, Agiri, Nujin, Kurtay yoldaşların yoldaşıydı. Onlarla yaşamış, onlarla ortak sorumluluklar yüklenmişti. Hepsinin devamı, mücadele arkadaşları ve ardılı olarak Adıl yoldaş onlara bağlılık temelinde sonraki on yılları başarılı bir militanlıkla karşılamış ve onların diyarında onlarla buluşarak ölümsüzleşmiştir. Bu anlamda denilebilir ki o yoldaşa bağlı, vefalı, içtenlikli bir dava arkadaşı, yürek yoldaşıydı. Onun felsefesinde yoldaşları yalnız bırakmak, ters düşmek hiç yer almadı ve yoldaşlığın gereklerine en sade tarzda, en içten samimiyetle bağlı kaldı.
Adıl yoldaş hiç yorulmayan, adeta hiperaktif bir mücadele enerjine sahipti. Ondaki enerji devrim tutkusu ve aşkıyla her koşulda sinerji biçimindeydi. Yıllar, koşullar, zorluklar, ihanetler, haksızlıklar onu yormuyordu. O inandığı amaçlar uğruna, güvendiği Önderlik çizgisinde sürekli beslenen bir heyecana, tutkuya, sevince ve bunun mücadele enerjisine sahipti. Gerçekten yorulmak bilmiyordu. Yorgunluk, yeterlilik onun felsefesinde yoktu. Ne kadar yapsa amaca ulaşılmadığı sürece az olduğuna ahlaken iknaydı ve amaca ulaşma yolunda çalışmayı en büyük erdem sayardı. Bu erdemi onun en genel kişiliğinin de ifadesiydi. Düşmana kin ve öfkesi sonsuzdu, erkenci çözümlere ve bunu savunan anlayışlara karşı her zaman için tavrı netti. Onurlu, özgürlükçü, öz iradeli bir çözüm onun inandığı gerçek çözümdü ve ona göre bunun yolu da öz güce dayalı meşru savunma mücadelesinden, demokratik halk serhildanından geçmekteydi. O bu inançla 1 Haziran hamlesinin meşru savunma çizgisi temelinde mücadelesini sürdürmek üzere Botan’a Gabar sorumlusu olarak yöneldi.
Botan’a geçmeden önce geçecek güçleri büyük bir moral motivasyonla eğitti. Botan’a gideceği için çok mutluydu. Bu mutluluğuna, heyecanına tanık yoldaşları olarak ona imrenmemek mümkün değildi. Böylesine büyük iddia ve heyecanla yine büyük askeri tecrübe ve birikimiyle Botan’a ulaşmasının mücadelemiz adına büyük başarılara yol açacağına hepimiz iknaydık. Adıl yoldaş Botan da olursa Botan farkı olur, mücadele yükselir inancı, beklentisi herkesçe ortak kanıydı ve o bu tarihi sorumluluğun bilinciyle Botan’a yöneldi.
Bu beklentinin, güvenin hiçte yersiz olmadığını heval Adıl’ın Botan pratiği ispatladı. Zira Adıl yoldaşla Botan’ın Agit ruhu canlandı.
2007’nin sonunda gerçekleşen Gabar eylemi Agitçe bir taktiğin, vuruşun Adıl yoldaştaki gerçekleşmesiydi. Türk özel savaş hükümetinin ABD, İsrail ve AB’nin de desteğini alarak örgütlediği imha konsepti Adıl yoldaşın öncülüğündeki Gabar eylemiyle büyük darbeyi aldı. Adıl yoldaş Agit çizgisindeki stratejik duruş ve taktik vuruşla özel savaşı hiç beklemediği bir anda kalbinden vurdu ve Oramar’a, Zap direnişine giden sürecin önünü açtı.
Evet Adıl yoldaş, Botan’a son yönelişin diğer bütün yürüyüşlerinin toplamı olarak görkemli oldu. Halkımız ve hareketimiz adına görkemli başarıla imza attın. Biliyoruz seni anlatmak, seni bütün gerçeğin ve bütün yaptıklarınla anlatabilmek, yazabilmek neredeyse imkansız. Buna ne bizim kelime hazinemiz ne de sayfalar yeter. Ama açık olan şu ki sen onurlu yaşadın, başarılı yaşadın, dolu dolu yaşadın. 21 yılana yüzyıllar sığdırdın. Botan’la dünyaya gözlerini açtın ve tam 35 yıl sonra Botan’la bütünleşerek ebedileştin. Sana bağlılığın bizdeki tek ifadesi seni hayallerinle, anılarınla, özlemlerinle yaşatmak ve mutlaka önderlik ve halkımızın özgür olacağı yarınları yaratmaktır. Mücadele arkadaşların, ardılların olarak bu uğurdaki mücadelemizi yükselterek sürdüreceğimizin ve mutlaka başarıya ulaşacağımızın sözünü veriyoruz.
Mücadele arkadaşları adına
Çiçek Dideri, Feride Alkan
Kalender Şax Yoldaşın Anısına
Şax derken Botan demek, Şax derken güzellik demek, Şax derken her türden meyve yeşillik ve tabiatın en güzel parçası demek. Şax derken biraz Kürdistan tarihi demektir. Botan mirlerinden Bedirxan'ın seyran yeri, yazlık yeri, konaklama ve eğlence yeri, Şax'tır.
Öyle ki halen bugün surların, elle dokunmuş pınarların, kalelerinin izine rastlanır.
Cudi'nın bir nevi rahmine yerleşmiş Şax; Asurîlere, Mirlere, Kurmanclara yataklık ettiği gibi, köyün önünde geçen Nerduş suyuyla, kız kalesiyle, 7 suruyla ayrı bir güzelliğin fotoğrafıdır. Hemen yanında duran Gıre Niskê bu fotoğrafı daha da bir çekici kılmaktadır.
Şax bir de Cudinin kalbi ve dolayısıyla Botan'ın kalbi olarak bilinir. Yüzyıllar sonra dahi -ki biz buna gerilla olarak tanık olduk- Cudi'ye çıktığımızda bu güzellik o kadar bombardımana rağmen kendisini koruyacak ve belki de dünyanın en güzel narları başta olmak üzere, türlü türlü meyvesiyle gerillanın besin kaynağı olmaya devam edecekti.
Bir de Cudi'nın tepesinde bulunan Sefine’yi ekleyin, yani Nuh'un gemisinin bulunduğu tarihsel efsaneyi hatırlayın, o zaman buraları daha iyi anlarsınız. Çok sonralardan bir gerilla yoldaşın, Cudi üzerinde yaptığı bir programda belirttiği gibi “Cudi’yi öğrene bilirsiniz, ancak yaşamadıkça anlayamazsınız.” Evet, Cudi’nin eteklerinde bulunan köylerin ruhsal durumun anlamak için birazda Cudi'li olmak gerekir, birazda Şaxlı-Heblerli olmalı insan.
İşte Kalender yoldaş yanı Ömer yoldaş buralarda yoksul ama gönlü zengin bir ailenin çocuğu olarak 1962 yılında dünyaya gelir. Ailenin üç çocuğu dünyaya gelir gelmez vefat ettiklerinden Kalender yoldaş evin büyüğü olarak yetişir. O iyi bir mümin'dir, namazını niyazını hiç aksatmaz. İçiyle dışı bir olduğu için çevreden küçük yaşta doğruluğuyla sivrilen biridir. Birde ailenin büyüğü olduğu için doğal olarak omuzlarına sorumluluklar binmiştir. Çocuklar arasında öncü pozisyonundadır, çekim merkezidir, her kesin sevdiği saygı ve değer verdiği bir gençtir. O duruşuyla, yardım severliğiyle henüz bu yaşlarda dahi gönüllerde taht kurmuştur.
Zor şartlara rağmen ilkokulu bitirir. Cudi'de yaşamak demek birazda tabiat anayla kavga etmesini ve yaşamasını bilmekte demektir. O Cudi eteklerinin en meşhur köyünden mirlere layık bir şekilde iyi bir avcı olarak yetişir. Henüz evdeyken iyi bir nişancıdır. Hani derler ya her Kürt doğuştan iyi silah kullanandır, aynen öyle ancak o Kürtler içinde de daha iyi bir silah kullanandır.
Cudi de çıktığı avcılıktan gerillalarla tanıştıktan sonra onların; özgürlük, sömürgecilik, baskı zülüm, Kürtlük ve her şeyden önce bir halkın kendi olma mücadelesi sözlerinde çok etkilenir.
O artık gerilla mayasına almıştır içten içe mayalanarak gerilla olmaya doğru gitmektedir. Gerillaların görüş ve düşüncelerini ailesine aktarır. Bu arada evlenmiştir. Faşist ordu Kürdistan’ın her yerine nüfus ettiğinden, zorunlu olarak faşist ordunun askerliğine gider. Askerlikten döner dönmez arkadaşlarla hemen ilişkiye geçer ve milislik çalışmasında yer alır. Çünkü o faşist ordunun onur kırıcı yaklaşımlarını gözle görmüştür. O tepeden kürde bakmayı görmüştür. Her şeyden çokta o gerillaların ona söylediklerini ordu da kat be kat yaşamıştır. Artık o özünde bir gerilla yolcusudur. O artık bir gerilla adayıdır.
Sorun bilinçli ya da bilinçsiz olmanın ötesinde bir süreçtir. Her namuslu ve onurlu Kürt birazda gerilla olmak zorundadır. Çünkü en onurlu başkaldırış birazda gerillada imkâna kavuşuyor. Yoksa birçok değerli Kürt insanı elbette vardır. Ancak eğer onlar gerillaya ulaşma imkânı bulamamışlarsa, onlar birazda burukturlar. Buruk olmak zorundadırlar. Çünkü onlar istedikleri yerde istediklerini söyleyemezler, istedikleri gibi yaşayamazlar. Onlar biraz da düşmanın çemberinde yaşamak zorundadırlar. Tehdit, katliam, işkence, baskı, zulüm birazda insanı sindirmektedir. İşte gerillaya katılma imkânı bulan Kürt daha onurlu bir duruşu bunun için kavuşabilmektedir.
Ben ilk kez Kalender arkadaşı Celal Kobra arkadaşla birlikte 1989 yılında Gabar’dan Cudi’ye geçerken gördüm.
Her iki arkadaşta göz dolduruyordu. Kalender kendi köylerine inerek bilgi, erzak vb. şeyler getirip dönerken Kobra Celal bizi köyün arkasında bir noktaya götürmüştü. İlk kez Cudi’ye geliyordum. Evet, bende Botanlıydım ancak ben Gabar’da hep kalmıştım. Cudi dağıyla onurlaşmayı ilk kez yaşıyordum. Noktaya geldiğimizde orada Şiyar-Kazım Kulu- yoldaş vardı. Adilê Bilika vardı. Hem tanıdıklarımız hem de tanımadıklarımız vardı. Bizi oldukça sıcak karşılamışlardı.
Dikkatimi çeken Kalender olmuştu. Sade, bağlı, temiz bir Kürt insanıydı. Gerillayı İslamın ashabeleri olarak görüyordu. O gerillaya tapıyordu.
Sonrada Kalender arkadaş Cudi'nın en ileri milislerini arasına girmişti. Şehirlere gelip gidiyor, savaşçı getiriyor, keşif yapıyor ve birçok eylemi bizatihi yapıyordu.
90'ların sonu 91 başlarında deşifre olmuştu. O tam da düşmanın tarif ettiği “gece dağda silahlı, gündüz köyde-evde külahlı” tipini ifade ediyordu. Ancak o artık deşifre olmuştu. Köyde kalamazdı.
Ailesine gelip dağa çıkarak gerilla olacağına söylediğinde, annesi “oğlum iyi bir karardır, ancak eşin hamile o ne olacak?” o bu soruya “evet yaşam arkadaşımdır, hamiledir, ancak ben ülkemin peşinde gitmek istiyorum. Çünkü Kürdistan da böyle durumlar çoktur” diyerek önce Cizre’ye gidip kendine elbise dikmiştir ardından da kendi kleşini alarak dağa yani gerillaya katılmıştır.
91, 92, 93 yıllarında ben de Cudi’deydim. O bu arada adım adım en göz dolduran arkadaşlardan biri olmuştu. 93 yılında o bölük komutanıydı. Yaşam deney ve tecrübesiyle o her zaman önde duran bir militandı. Size tuhaf gele bilirin ancak o içimizde ilk günden başlayarak şahadetine kadar namaz kılan, oruç tutan mümin bir militandı. Yukarıda da dile getirdiğim gibi o bizi yani gerillayı birazda İslamın ilk asrısaadet denilen sürecine benzetiyordu.
Bundan olmalıydı ki o hep söz söylenmişse, yapılması gerektiğini inanan biriydi. Bu duruşuyla o aranan bir militandı. O “sağlam dayanak” deyimine en uygun düşendi.
Bu arada ben Gabar'a gidip geri dönmüştüm. 94 yılında Atatürk burnunun altında bir yerlerde buluşmuştuk ve yine birlikteydik. Ve O günler ramazan ayına denk gelmişti, oruçluydu. Ona biraz takılarak “bu şartlardan nasıl namaz oruç tutuyorsun zor gelmiyor mu?” diye sorduğumda “beni zorlamıyor” diyerek en net yanıtı dolandırmadan vermişti. Ve benim hatırım için ava giderek bir şeyler avlayarak gelmişti. Öncede söylemiştim o gerçekten de bir Botan’lıya layık keskin bir nişancıydı.
Uzun süre Cudi de kaldı. Oranın demirbaşı ve bulunmayan Hint kumaşı olmuştu. 97yılında sonlarında o Beytüşşebap’ta Botan karargâh güçleri adına erzak çalışmaları için özel Cudi’den getirilmişti. Düşmanın en sert yönelimlerine rağmen, 500 arkadaşın üslenmesine yetecek erzak özelde Kalender yoldaşın çabalarıyla çıkarılmıştı. 97 yılın sonlarında eyalet komutası Gıre Xanê’de toplantı için bir araya gelirken o Eyalet Karargâh Komutanıydı. Onu orada tekrardan en aktif bir biçimde görmüştüm.
Cemal arkadaş Kalender yoldaşın titiz, düzenli disiplinli, fedakâr ve iş bitirici özelliklerinden dolayı yanına almıştı. Üslenme önemli bir çalışmaydı. Bu iş için ancak Kalender gibi yoldaşlar üstesinden gelebilirlerdi.
O dönemler genelde kıt kanat geçindiğimiz yıllardı. Cemal arkadaş Kalender yoldaşla birlikte eyaletin levazımını gram gram, ölçerek dağıtıyorlardı.
Toplantı esnasında herkese bir şeker vererek” isterseniz on çay için, isterseniz bir çay için paşa günlünüz bilir” dedikten sonra hepimize birer şeker dağıtıldı. Bu yaklaşım bir PKK yaklaşımıydı. Komutan olabilirsiniz ancak yaşamda eşit ölçüler var. Ve PKK bu ölçüleriyle PKK olmuştu.
Yine bir ara Kalender arkadaşa takılarak “seni görevden almak gerekiyor arkadaşları aç bırakıyorsun’ demişti. Cemal arkadaşın genelde sert imajı dikkate alındığında, Kalender yoldaşı ne kadar sevdiği kendiliğinden açığa çıkıyordu.
Bir ara tartışmalar esnasında “Beytüşşebap’tan yanımıza yani Gabar'a gelenler geri gelmek için dayatıyorlar, sorun oluyorlar, ya da kaçıyorlar” demiştim.” O elbette kaçarlar, çünkü Gabar da disiplin var, sigara yasağı var, bizde disiplin yok, sigara yasağı işlemiyor” diyerek Beytüşşebap yönetimine ilişkin rahatsızlığını dile getirmişti.
Aslında şu kural her zaman geçerlidir; PKK içersinde PKK'nin aldığı bir kararı -gerekçesi ne olursa olsun- ya da onun düzen disiplini- esneten kim olursa olsun- esasta düşman çalışması yapmaktadır. Böyleleri devrime çoktan uzun vadede yararlı olmamaktadır.
Kalender yoldaşın rahatsızlığı Sadunê Serki idi. Sonradan kışkırtıcı tasfiyecilerle birlikte kaçacaktı ve Şoreşê Deşta Lola idi. O da kibarca sonradan kaçacaktı.
Önderliğin deyimiyle “yüreğe bizimle olmayanın, beyni de pratiği de bizim değildir” misali, böyleleri eni sonunda çete olmaktadırlar. Çünkü böylelerin mümin tarzda bağlıkları olmadıkları gibi ideolojik bağlılıkları da tartışmalıktır.
Gıre Xanê toplantısından sonra birçok yoldaş Botan’dan önderlik sahasına gönderildi. Bunların içersinde Kalender yoldaşta bulunmaktaydı. Önderlik yanında güçlü bir eğitim aldıktan sonra tekrar Cudi’ye bölge komutanı yardımcısı olarak görevlendirmişti.
98 yılı mücadelemiz açısından zorlu bir yıl olmaya adaydı. Düşman her tarafı işgal amaçlı yönelimlere girişmişti. Önce kışın başlangıcında Gabar peşi sıra granada tipi Besta operasyonu -ki yaklaşık 80 bin askerin katıldığı söyleniyordu- ve sonra Cudi’ye bu saldırılar düzenlenecekti.
Cudi'de Mardinli cengâver komutan Hamza bulunuyordu. Düşman özel takip ederek mayıs ayında bir çatışmada şehit düşürmüştü. Parti hızla o alana yanı Cudi'ye Erdal yoldaş -yanı Engin Sincer- göndermişti. Erdal’ın yardımcısı Kalender yoldaştı. O Erdal’a Cudi de destek sunacaktı. Birkaç gün tartışma ve birlikte kaldık sonra ayrılmışlardı.
Temmuz ayıydı. Düşman tekrardan aniden bir operasyonla indirmelerle Cudi'ye girmişti. Birliğin etrafını kuşatan düşmana karşı Kalender yoldaş gücü mevzilendirmişti. Bir taraftan çatışma bir taraftan gücün bir kısmını şutiklerle yüksek bir kaya kütlesinde operasyonun dışına çıkarma çabalarını sürdürürken, bölük komutanı olan Têkoşin Dideri arkadaş isabet alarak şehit düşüyordu.
O arada tüm güç sağlama alınmıştı. Arkadaşlar onun gelmesini istemelerine rağmen o gelmemişti. O şehit düşen yoldaşın cenazesini ve silahını almaya gidecekti. Çünkü o mert ve göze pek diye bilinen Kürtlerdendi. O asla düşmana bir parça bez dahi bırakmayı kendisine yedirmeyendi. Ola ki can gider o başka. Asla düşmana bir şey verilmeyecekti. Kaldı ki geride kalan önderlik sahasında birlikte kaldığı can ciğer yoldaşı Têkoşin’di. O nasıl bırakılırdı, cenazesi faşist leş kargalarına nasıl bırakacaktı? Ölüme evet, yoldaşını bırakmaya hayırdı sloganı. O Têkoşin’i almaya giderken kör bir kurşunla çok sevdiği toprağına düşecekti. Çatışmada Têkoşin’le birlikte bir arkadaş ve Kalender yoldaş şehit düşmüşlerdi. Diğer güç çemberi yararak çıkmışlardı. Önderlik sonrada tekmili dinlediğinde çok kızacaktı. “bir yoldaş şehit düşmüş, niçin Kalender almaya gidiyor” diyerek eleştiriyordu. “Düşmana darbe vurmak varken, kurtulma imkânı varken, niçin yoldaşlarımız şehit düşsün” eleştirisini sert yapacaktı. Ve sonradan böyle durumların yaşanmasını yasaklayacaktı. Çünkü Kalender sıradan bir militan değildi. O mümince bağlı olan bir cengâverdi.
O sözüne sadık, söylediğini yapan, fedakâr, bağlı, sevecen, sempatik, emekçi ve her şeyden öncede yapan sonrada yaptıran bir komutandı. Böylesi komutanlar zor yetişirler ve yetiştiklerinde de artık onlar ürün vermeye başlarlar.
Kalender yoldaş tam da daha fazla üretken ve katkı sahibi olacakken, düşmanın kurşunları arasında yoldaşının cenazesinin almak için kendisini feda etmesi, ya da hedef etmesini Kürt özgürlük hareketi önderliği kabul edemez. Kaldıramaz. Yüreği dayanamaz. Têkoşin gibi cengâver bir yoldaş giderken neden peşinde daha büyük bir cengâver gitsin ki!
Önderliğin eleştirisi eski Kürt mertliğinedir. Düşmanın yıllardır tahrik ettiği mertliktir. Hâlbuki PKK mertliği, birazda bilimsel olandır. Duyguyla, yürekle, beyni birlikte götürendir. Bir yoldaş şehit düşmüşse ve sen mücadele ederek kurtaramayıp kendin gideceksen neden müdahale ediyorsun? Neden gelecek, yaşanacak devrim yıllarını erkenden terk ederek, düşmanı sevindiriyorsun ki?
İşte bu PKK yaklaşımıdır.
Ancak diğer taraftan Kalender yoldaş bir Kürt, mirlerin memleketinden yetişmiş Şaxlı, Cudili yani dağlı, Nuhun soyundan, bırakmakta olmaz ki!
Güzel yoldaş, seni anacağız. Seni güzelliğinle, sadeliğinle, namazınla, nişanınla, fedakâr ve emekçiliğinle, proleter katılım tarzıyla seni anacağız. Seni Cudi'ye yakışır bir tarzda abide yaparak Cudiyle destanlaştıracağız. Ruhun şad olsun. Gözlerin arkadan kalmasın. Söz ki andımız anttır.
Kalender Şax
(Ömer Turan)
1962/Şax-Şırnak
90-91 Katılım
Cudi, Beytuşşebap, Besta ve Güney Kürdistan’da kalmış
Bölge Komutan Yardımcısı olarak 1998'de Cudi Girê Hirmo alanında şahadete ulaştı
Caferi Sori