24’cü 15 Ağustos yılına girerken, HPG’nin değerli komutanlarından ve Askeri Konsey üyesi Medeni yoldaşı şehit vermiş bulunuyoruz. Hem şehit düştüğü dönemi anlamak ve hem de Medeni arkadaşın değerli özelliklerini ortaya çıkartarak özümsemek açısından değerlendirme yapmak gerekli ve önemli oluyor.
Medeni arkadaş 1990 yılında gerilla saflarına katılmıştır. Kuzey Kürdistan’ın orta alanlarından olan Bitlis’in Norşin ilçesinde doğup büyümüştür. Katılımından itibaren uzun süre Zagros alanının çeşitli bölgelerinde savaş birliklerine katılmıştır. Yine Behdinan alanında ve birçok yerde savaşçılık yapmıştır. Savaşa her düzeyde katılım gösterdi. Becerisi, etkinliği onu gerilla örgütlenmesi içinde komutanlaştırdı. Değişik düzeyde uzun süre görevler yürüttü. Her türlü komutanlık ta bulundu. 1997 yılında Zagros yürütmesi içinde yer aldı. Daha sonra Zap ve Gare alanlarında savaşa katıldı. Geri çekilme döneminde o da Kandil’e gitti ve 2000 yılında yaşanan YNK’yle savaşta tabur komutanı olarak yer aldı. 2002 yılından itibaren Zagros ve Gare karargahlarında koordinasyon üyesi olarak görev yürüttü. Medeni arkadaş, 2005 Ağustos’unda yapılan HPG genişletilmiş Komuta Konseyi toplantısına katıldı ve ihtiyaç üzerine Dersim alanında savaşa katılma önerisinde bulundu. Son iki yıldır da Dersim saha koordinesinde yer alarak mücadele yürüttü. Bu katılımcılığı sonucunda, Şubat başında yapılan HPG 4. Konferansı onu Askeri Konsey üyeliğine seçti.
Medeni arkadaş hiç tanımadığı ve ilk defa gittiği Dersim alanında 2006 pratiğinde etkin bir katılım göstererek önemli hizmetlerde bulundu. 2007 yılında Dersim’in açılım alanlarına dönük çalışmaları örgütleyen yönetimin başında bulunuyordu. Onun hedeflenmesi biraz da gerillanın Türkiye’ye yayılmasına dönük yürüttüğü bu faaliyetlerden ötürüdür. Şehit düştüğünde Dersim saha koordinesi ve HPG Askeri Konseyi üyeliği görevlerini yürütüyordu.
Medeni arkadaş yaşamı boyunca her zaman savaş birlikleri içinde yer aldı ve savaş ortamında bulundu. 17 yıllık kesintisiz savaşçı pratiğinin zengin tecrübesini kişiliğinde somutlaştırdı. Her zaman başarı çizgisini esas aldı ve sayısız başarılı eylem içinde savaşçı veya komutan olarak yer aldı. Elbette bazı dönemlerde eleştirilerle de karşı karşıya kaldı. Medeni arkadaş ona da açık oldu. Hiçbir zaman eleştiriye kendini kapatmadı. Belki zamanında ve derin anlamada zorlandı ama özeleştirisel yaklaşım göstermekle de, hiçbir kapalı tutum içinde olmadı. Örgütün değerlendirme ve eleştirilerine, yine birlikte çalıştığı yoldaşlarının, çalışma arkadaşlarının eleştirilerine her zaman açık oldu. İtirazsız dinledi, tepkisiz anlamaya çalıştı. Gerçekten de büyük bir kişilik örneği oldu. Tabi bu süreci mücadele içerisinde geçirmiş, şimdi HPG’ye ve genel hareketimize büyük güç katan, önemli bir kadro-komuta birikimi var PKK’nin. Güçlü bir kadrolaşmayı ifade ediyor bu ve birçok gücü de etkiliyor.
Fakat bütün bunlar içinde, tüm süreci savaş ortamında ve savaş içinde yaşamış olanlar azdır. Medeni arkadaş işte bu az sayıda olan kişilerden birisi oldu. Bunu hiç unutmamak lazım. 90’dan itibaren gerilla hareketinin geliştirdiği ulusal diriliş devriminin canlı tanığı ve büyük öncü militanı olarak varlık gösterdi. Bu süre içerisinde tabi her türlü zorlukla yüz yüze geldi. Yılmadı, geri durmadı. Beynine ve yüreğine dayanarak, önderlikten ve halktan güç alarak yoldaşlarla, örgütle bütünleşerek bu zorlukları yenmeyi, çalışmayı bir ilke olarak esas aldı. Sayısız engelle karşılaştı. İçten, dıştan gelen engellerdi bunlar. Zorluklarla doluydu tabi oldukça zorlayıcıydı da. Hiçbir engel onu mücadele dışına itmek değil, mücadele ortamından uzaklaştırma gücünü bile gösteremedi. Her türlü zorluğa ve engele rağmen, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ve gerillanın geliştirilebileceğine inandı. Geliştirmenin yol-yöntemlerini bulma arayışı içinde oldu ve düşünerek, bilinç yoğunlaşması yaşayarak daha çok da pratikte çaba harcayarak, küçük imkânları büyük bir çabayla biriktirip mücadele ederek çözüm gücü yaratmayı bildi. Medeni arkadaşın böyle bir kişilik yapısı vardır. Yine bu süreç böyle kolay geçmedi tabi. 17 yıl en sert savaş ortamlarında, 24 saat savaşın içinde yaşayabilmek, ayakta kalabilmek tabi büyük bir irade, incelik, duyarlılık, taktik yaratıcılık ister. Bunları çoğu zamanlarda göstermeye çalıştı. Çok çatışmaya girdi, belki de savaş tarihimizin en fazla çatışmaya giren kişilerinden birisidir, çok yaralandı. Birçok kez ölümden döndü, adeta böyle delik-deşik olmuş bir vücutla ama yüksek bir irade ve inançla, yine de gerilla mücadelesi ortamından kopmayan, her zaman o ortamda kalıp savaş yürütmeyi bilen bir duruşun sahibi oldu.
Önderlik doğru savaşçılığı bir atım barut gibi kendini tüketmek değil de, kanını damla damla vermek olduğunu söylerdi hep. Medeni arkadaş gerçekten de uzun savaş dönemi içinde, kanını damla damla veren ve her damla kandan büyük gelişmelerin yaratılmasını bilen bir yaşamın sahibi oldu. Bu bakımdan öğrenilecek, örnek alınacak yönleri çoktur. Kişilik olarak belki çok öne çıkan, her şeye el atmak isteyen bir konumda olmadı ama aktif mücadelenin, özellikle savaşın her zaman içinde oldu. Sözden çok pratiğe, eyleme baktı. Sorunları çözmekten çok, pratikte, yaşam içinde çözüm üretmeyi daha doğru buldu. Bunlar önemli yönleriydi, özellikleriydi. Gerçekten de mütevazı bir kişilikti, yani Zagros pratiği çok tartışılan, değerlendirilen bir pratiktir. Çok savaş verilmiştir, çok şehit verdik. Tabi çok militan-komutan da yetişti. Savaş içinde bunlar yetişti. Öyle söz ortamında değil ama en çok savaşın içinde olan, savaşın her dönemine katılan her sürecin hakkını vererek kendini eğitip, yetkinleştiren ve komutanlaştıran bir çizginin sahibi oldu. O bakımdan gerçekten mütevazıydi, herkesle bir olmayı, birlikte mücadele etmeyi bildi. Arkadaşlarıyla uyumlu, görevler üzerinde tartışan-karar alan, pratikte kolektivizmi geliştirmeye çalışan bir tutumun sahibi olduğu gibi yeni katılmış savaşçılarla her zaman iç içe oldu. Yaşamda, mücadele de onlardan hiç kopmadı. Çoğu zaman bulunduğu ortamda rütbesinin ne olduğu hiç bilinmedi. Geçenlerde bazı arkadaşlarla karşılaştık şaşkındılar, diyorlardı; “biz İbrahim arkadaşın bu kadar yıldır örgüt içinde olduğunu hiç bilmiyorduk. Sanki böyle 5–10 yıllık bir arkadaş olarak görüyor ve sanıyorduk. Ne kadar eskiymiş”. O bir duruştu tabi katılımdı. Mütevazı bir duruş ve yaşamdı. Medeni arkadaş da benzer bir duruşun, yaşam çizgisinin yürütücülerindendi. O kadar süre en kızgın savaş ortamının içinde bulunmuş olmasına rağmen, her türlü çatışma ortamından geçmesine rağmen, örgüt bir görev verdiyse, bulunduğu alanda üzerine hangi görev düştüyse ona itiraz etmeden yürütmeyi esas aldı. Bulunduğu ortamda kim olduğu, ne kadar süre mücadele içinde bulunduğu, yetki düzeyinin ne olduğu hiç bilinmedi. Hep yapı içinde savaşçılardan birisi olarak yaşamayı, katılmayı esas aldı. Bu savaşçılıkta da böyledir. Her zaman pratiğin başında oldu.
Yani böyle bir komuta çizgisi, gerilla da her zaman vardır. Gerillanın yaratıcısı, öncüsü olan Agit komuta kişiliğinden başlayan bir çizgi bu. Bu çizgi, yüzlerce çok değerli gerilla komutanı yetiştirdi bu 25 yıl içerisinde. Medeni arkadaş da bu çizgi içinde yer alan ve böyle bir savaşçı olmaya, çizgi dâhilinde yaşayan-savaşan bir kişilik olmaya büyük gayret gösterdi. Her zaman savaşın içinde olan, görev ve sorumluluk neyi gerektiriyorsa onu yapan, yanında bulunan yoldaşlara gücü oranında destek veren, yardımcı olan bir tutumu gösterdi. Birçoklarının çok ihtiraslı olmalarına rağmen, küçük bazı değer üretmelerine rağmen, büyük karşılık beklemelerine, kendilerini görüntü de çok öne veren pozisyonlarına karşın, Medeni arkadaş pratikte iş yapmayı esas alan ve ona ne tür iş düşüyorsa onu yapmayı esas alan bir kişilik oldu. Bu konuda gerçekten hem mütevazıydi hem de önemli bir çizgi sahibiydi. Rahatlıkla Medeni arkadaşı karargâh komutanı da yapabilirdin, tabur komutanı da yapabilirdin. Bir yerde gerekiyorsa, bölük komutanı da olabilirdi. Bir savaşçı olarak da katılabilirdi. Eğer bulunduğu ortam savaşçı olmasını gerektiriyorsa, hiç tereddüt etmeden savaşçı olarak da katılabilirdi. Pratik içinde de hep en başta olan ve iş yapan, iş yaparak çalışma kolektivizmini yaratan başkalarının iş yapmasını sağlayan bir çizgiyi yürüttü. Böyle emir veren, özerkleşen hep söz düzeyinde kalan, pratikte öncülük görevlerine sahip çıkmayan bir çizgiyi ret etti. Onun savaşçılık anlayışı, komutanlık anlayışı görev üstlenmekti, iş üstlenmekti. Ve üstlendiği işi de en başta yapmaktı. Başkalarının da katılması gerekiyorsa, onları katarak yapmaktı. Bu bakımdan her zaman savaşçı oldu hem de değişik düzeylerde komutanlık yaptı. Bu durum onu büyük bir tecrübe sahibi haline getirdi. Kürdistan gerilla pratiğinin en çok tecrübe sahibi olan kişiliklerinden birisiydi. O tecrübelerini de her zaman pratiğe aktardı. Savaş pratiğini aktardı. Yeni savaşçıları eğitme temelinde aktardı.
En sonunda Zagros-Behdinan alanlarından o büyük savaş tecrübesini, Dersime taşıyarak orada da savaş pratiğine aktarmayı esas aldı. Gerilla tarzının, taktiğinin geliştirilmesi, oturtulmasında pratikleşmeyi esas alan bir çizgi de hep yürüdü. Bu bakımdan hem mütevazı kişiliği, katılımı hem de savaşçılığı komuta çizgisinden örnek alınacak özellikler çoktur. Kürdistan gerillasının yarattığı yüzlerce büyük savaşçı ve komuta örneklerinden birisi oluyor. Hep onlardan öğrenmeyi, onların takipçisi olmayı ve hayata geçirmeyi, şehitlerimizin özelliklerini hayata geçirmeyi esas almıştır.
Önderlik eğitiminden geçti tabi, önderliği tanıdı. Değişik parti eğitimlerinden de geçti. Bütün bu tutumu, davranışı, pratikçiliği o bilinç düzeyiyle, kavrayış düzeyiyle kararlılığıyla bağlıydı. Bu bakımdan sorunlar ve zorluklar ne olursa olsun, o hep mücadeleyi yürütme kararlılığı içinde oldu. Mücadele yürütülür, pratikte ısrar edilirse zorlukların yenileceği, sorunların çözüleceğine inandı. Dolayısıyla da çözüm yerini hep pratik olarak gördü. Sorunları pratikte çözmeyi, zorlukları mücadele ederek yenmeyi esas aldı. Bu bakımdan en küçük bir ideolojik-örgütsel duruşta yalpalama, geriye düşme, zayıflık gösterme olmadı. Bu bakımdan önemli bir bilinç yoğunlaşmasına sahipti, okuyan-anlayan bir kişilikti. Önderlik gerçeğine, önderlik çizgisine tutku düzeyinde bağlı oldu. Bu bağlılık onu, her zaman bu çizgi temelinde kendini eğitme, geliştirme, hata ve eksikliklerini eleştiri ve özeleştiriyle bulma tutumuna yöneltti.
Tabi çok güçlü bir Kürdistan yurtseveriydi, devrimci bir kişilikti. Gerçekten de büyük bir iradeydi. Yani Medeni arkadaş gibi zorluklar yaşamış, savaşta darbe yemiş kişilik çok azdır. Bir değil, iki değil sayısı çok fazla olan yaralanma düzeylerinde bunları yaşadı. Fakat o her zaman iradesine, inancına, bilincine dayanarak-güvenerek o fiziki darbeleri yenmeyi ve bir savaşçı olarak yoluna devam etmeyi bildi. Belki dıştan bakınca çok göstermiyordu ama büyük bir irade kişiliğiydi. Belki fiziki olarak çok gösterişli, cüsseli değildi ama müthiş bir direnç vardı. Yani o kadar yıpranma, darbe yemeye rağmen, o fiziki direngenlik tabi onun önderlik çizgisine bağlılığıyla, Kürdistan yurtseverliğiyle yani ideolojik duruşuyla bağlıdır. Bu bakımdan APO’cu çizginin doğruluğuna güçlü bir bilinç yoğunlaşmasıyla, anlayarak, kafa yorarak tutku düzeyinde inanan ve onun gereklerini yerine getirmeyi esas alan, bunu getirdikçe Kürt halkının özgür demokratik yaşam hakkının gerçekleşeceğini bilen, öngören bir tutumun sahibi oldu. Bu nedenle de 2005 yazı gibi birçok tartışmanın, karışıklığın olduğu bir ortamda, Dersim’de görev almaktan hiç tereddüt etmedi. Örgütün ihtiyacı olduğunu, HPG’nin, Dersim sahasını güçlendirmesi gerektiğini görünce, doğrudan kendisi önerdi ve gerillanın o zor ortamları aşmasında, büyük çözümleyici bir güç haline kendisini getirdi. Geçen bu iki yıllık çok hareketli, dalgalı, karmaşık siyasi askeri ortamına, en önemli bir mücadele sahasında en üst düzeyde görev yürüterek katıldı. Ne yapmak gerektiğini anlamaya ve anladığı ölçü de pratikleştirmeye çalıştı. Dersim sahasının gerilla pratiğinin örgütlenmesi ve savaşın yürütülmesine en önde katıldığı gibi, gerillanın Kürdistan genelinde örgütlenmesi, hatalarının düzeltilmesi yönünde düşünce ve öneri geliştirmekten geri kalmadı. Bu iki yıl boyunca, zaman zaman bu görüş ve önerilerini ana karargâha sundu. Oldukça isabetli görüşlerdi, gerillanın büyütülmesine ilişkin.
Yine tarz konusunda düzeltme yapmaya ilişkin. İstekleri, önerileri vardı. Medeni arkadaş bu yönleriyle tabi bir yandan 1 Haziran atılım sürecinin öncü militanları komuta gerçeklerinden biri olduğu gibi özellikle 2007 yılı pratiğinin geliştirilmesinde, HPG 4. Konferansında ve Kongra-Gel 5. Genel Kurulunda hareketimizin kararlaştırdığı aktif savunma döneminin geliştirilmesinde, öncü militan düzeyde yer aldı. Türkiye yönetiminin özellikle genelkurmayının kürt halkına inkâr ve imhadan başka bir yaklaşımı göstermedi, ne mutlu türküm demeyen herkesin türk devletinin düşmanı olduğunu ilan etti. AKP-genelkurmay uzlaşması temelinde, Türkiye’nin bütün imkanları seferber edilerek ve bin bir türlü hileli yöntem geliştirilerek imha ve tasfiye saldırılarının yürütüldüğü bir ortamda, bütün bunları boşa çıkartacak bir gerilla direnişinin paralel geliştirilmesine bir de bu direnişi aktif savunma direnişi düzeyine ulaştırmak, bunun pratik sahada planlaması, yeniden mevzilenmesini, tarzını, taktiklerini geliştirme gerillayı pasif savunma konumundan tümden çıkararak, aktif savunma konumuna çekme mücadelesine öncü düzeyde katılan ve en çok çaba harcayan böyle bir mücadele kişiliğinin sembolü olan bir savaşçı oluyor. Yine PKK’yi imha ve tasfiye konsepti temelinde başta önder APO’ya dönük zehirleme saldırısı karşısında, direniş mücadelesini geliştirme, önderlik çizgisine ve gerçeğine en ileri düzeyde sahip çıkarak, bu tür saldırıları boşa çıkartacak bir mücadeleyi pratikte var etmede en önde çaba harcayan militanlardan biri oldu.
2007 yılı mücadelesinin genel direniş içerisinde böyle özgün yönleri vardır. 2007 direnişi türk genelkurmayının gerillayı ezme ve marjinalleştirme stratejisi temelinde kuzeyde ve güneyde saldırılarını en çok yoğunlaştırdığı bir yıldır. Yine, PKK’yi imha ve tasfiye planını, önder APO’yu zehirleme, gerillayı ezme, halkı bastırma kürt direnişini bütün parçalarda tasfiye sürecine sokma saldırısını planlı bir biçimde en üst düzeyde yürüttüğü bir yıl. Dolayısıyla 2007 direnişçiliği bir yandan gerillayı ezme ve marjinalleştirme amaçlarına karşı, diğer yandan hareketimizi imha ve tasfiye etme amaçlarına karşı bunları boşa çıkartmak amacıyla yürütülen bir direniş oluyor. 2007 şehitlerimiz böyle büyük bir direnişin şehitleridirler. 125 yoldaşımızın bu direniş içinde şehit düştüğünü tespit etmiş bulunuyoruz. Tabi çok öncü militanlar var. Botan’da, Zagros’da, orta sahada, Dersim’de, Serhat’ta, Amanos’da, doğu Kürdistan’da, güneyde Kürdistan’ın dört bir yanında bu şehitler mücadelenin en ön saflarında yer alarak yaşamlarını verdiler. Şiyar’lar, Erdal’lar, Çiya’lar gibi gerçekten çok öncü, girişken, ön açan militan tutumlar ortaya çıktı. Bir edebiyat okulumuz vardı geçen bir ay içerisinde, üç üyesini şehit verdik. Bedirhan, Mahir ve Rojinda arkadaşı bir ay içerisinde şehit verdik. Medeni arkadaş bütün bu direniş sürecinin ve şehitlerinin sembolüdür, öncüsüdür. Bütün olumlu özellikleri kendinde toplayan, böyle büyük bir direniş sürecine öncülük eden niteliktedir. Bu özelliklere sahiptir.
PKK tarihi büyük direniş tarihidir. Yine, halk kahramanlığı tarihidir. Büyük şehitler tarihidir aynı zamanda. Her dönemi kahramanca, en ön safta mücadele ederek şehit düşen militanlar kazandılar. Her dönemin böyle öncü, örnek militanları oldu. Haki Karer’le, partileşme süreciyle başlayan, Cuma’larla, Salih’lerle devam eden bir partileşme sürecinin şehitleri var.
12 Eylül faşist askeri rejimine karşı, PKK ideolojisini zafer çizgisinde savunan, büyük zindan direnişçiliği var. Mazlum’ların, Xeyri’lerin, Kemal’lerin, Ferhat’ların direnişi var. Yine yurt dışı direnişçiliği var. 10’dan fazla şehidi vardır o direnişçiliğinde. 12 Eylül faşist askeri rejimine ve onun dayandığı inkâr ve imha sistemine tarihinin en büyük öldürücü darbesini vuran, o büyük 15 Ağustos atılımının öncü militanları şehitleri var. Agit’ler, Erdal’lar, Sevgat’lar var. Gerillanın yaratıcıları, Kürdistan coğrafyasında yerleştiricileri oldular. Zindan direnişçiliğinin, 12 Eylül rejimine ideolojik alanda vurduğu öldürücü darbeyi, siyasi askeri alana taşıdılar. Ve ulusal diriliş devrimini yarattılar. Kürt halkının kahramanlık dönemi dedi, önderlik bu döneme. Bu doğrultuda şehitleri halk kahramanlıklarının sembolü olarak tanımladı. Agit arkadaşı da şehitler şehidi olarak ifade etti.
Tabi 90’lı yıllarda ortaya çıkan ulusal diriliş devrimini ve gerilla direnişini ezmek için, Türkiye yönetiminin topyekun savaş konsepti temelinde yürüttüğü saldırıya karşı, yürütülen ve Kürdistan’ın bütün alanlarına yayılan çok kapsamlı ve kahramanca gerilla direnişi sürdü. 92’den-98’e kadar böyle bir direniş süreci vardır. Bu ne kadar saldırılırsa saldırılsın, ne tür askeri güç kullanılırsa kullanılsın gerillanın ezilemeyeceğinin, yenilemeyeceğinin ispat edildiği, kanıtlandığı bir direniş gerçeğidir. Her türlü düşman saldırısına karşı, önderlik gerçeğinin savunulmasının ve gerilla direnişinin yenilmezliğini gösterme direnişi olmuştur. Bu direnişin büyük kahramanları var, Beritan’lar var, Zilan’lar var. Binlerce şehidi var. Kürt halkı PKK öncülüğünde en büyük direniş savaşını bu direniş sürecinde yaşadı. Gerçekten de kuzey Kürdistan’ın yine güneyin bütün dağları, ovaları gerilla izleriyle doldu. Ayak basmadığı, gerillanın savaş yapmadığı hiçbir yer yoktur. Bu süreçte bunlar ortaya çıktı.
Uluslar arası komploya karşı, güneşimizi karartamazsınız kampanyası çerçevesinde yürütülen direniş var. Önderlikle bütünleşme ve önderliği sahiplenme direnişi. Uluslar arası komployu boşa çıkarma direnişi, bu kampanyanın da onlarca şehidi var. Büyük fedai direnişi bu kampanya içinde gelişti. Rusya’da, Taylan arkadaşımızın direnişinden tutalım, onlarca fedai eylemi yapan yine, zindanda, Kürdistan’ın diğer parçalarında, yurtdışında direnen militanlara kadar böyle büyük bir direnişçilik gelişti. YNK saldırılarına karşı direniş de bu kapsamdadır. Uluslar arası komplonun önderliğe yönelik saldırısı karşısında, güneşimizi karartamazsınız kampanyası temelindeki direniş gerillayı kuşatıp, teslim alma saldırısına karşı da Kandil’de partiyi, önderliği, mücadele değerlerini savunma direnişi olarak ortaya çıktı. Yüzden fazla şehit verdik. En karışık, en karanlık, en belirsizlikle dolu bir dönemin içinde verdik bu şehitleri. Birçoklarının ruhunun karardığı, iradesinin-inancının kırıldığı, ne olacağım kaygısına düştüğü, yine birçoklarının PKK değerlerini nasıl ele geçiririm de, kendi çıkarlarıma kullanırımın hesabını yaptığı, bazılarının artık PKK’nin işinin bittiğini düşündüğü bir ortamda, Celal Talabani gibi kürt tarihinin en uzun süre siyaset gerçeği içinde bulunmuş bir kişinin bile, PKK adına artık kurşun sıkacak tek kişinin bile kalmadığını düşündüğü ve söylediği bir ortamda, PKK’liliğin ne olup olmadığını başta saldırganlar olmak üzere, halka ve tüm dünyaya netçe göstermenin şehitleri oldular. PKK’nin, öyle Kürdistan’da basit konumda olan yer eden bir hareket değil, bir gelenek yaratan halklaşan, halkın özüyle eşitlik, demokrasi, özgürlük çizgisini bilen bir hareket yaratmayı başaran bir düzeyde olduğunu açıkça kanıtladı.
1 Haziran atılım şehitlerimiz de var. Hazırlık döneminde, Erdal arkadaşı şehit verdik, Mahir arkadaşı şehit verdik. Atılım sürecinde çok sayıda öncü militan-kadro şehit düştü. Munzur’lar, Seyit Rıza’lar, Serxwebun’lar, Nucan’lar tabi en son Sorxwin ve Viyan arkadaşlar, Şilan arkadaş öncü yönetim düzeyinde şehit verdiğimiz arkadaşlardı. 1 Haziran atılımının anlamı şimdi daha net ortaya çıkmıştır. Barış ve demokratik birlik çözümü çerçevesinde, bir çözümün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin netleşmesinin atılımıydı. Yine ABD’ye dayalı olarak hareketi içten tasfiye etme amacını güden ideolojik örgütsel saldırıya karşı, önderlik çizgisini savunma atılımıydı. Örgüte ve devrim değerlerini sahiplenme ve koruma atılımıydı. Aynı zamanda stratejik değişim, örgütsel dönüşüm ve yeniden yapılanma temelinde hareketin yeniden pratikleşme, örgütlenme, büyüme ve kendini geliştirme sürecini başlatma atılımıydı. Bu dönemin şehitleri, bu büyük amaçların şehitleri oldular. Bu amaçlara tutku düzeyinde bağlandılar ve onları başarıya götürebilmek için hiçbir kaygı, endişe duymadan, zayıflık göstermeden kahramanca mücadele etmeyi bildiler.
2007 şehitlerimiz, bütün bu büyük mücadele tarihi üzerinde yeni bir mücadele sürecini başlatmanın şehitleri oluyor. Pasif savunma konumundan aktif savunma konumuna geçmenin şehitleri, aktif savunma savaşı kapsamında hareketin ideolojik, örgütsel, siyasi ve askeri bakımından kendisini yeniden planlayıp, yeni bir tarzla pratikleştirmesinin şehitleri oluyorlar. Gerillayı ezme ve marjinalleştirmeye karşı, hareketi imha ve tasfiye etmeye karşı direnişin şehitleri oluyorlar. Önder APO’ya dönük saldırı karşısında, önderlik gerçeğini en ileri düzeyde sahiplenmenin ve savunmanın şehitleri oluyorlar. Kısaca yeni bir mücadele sürecine bütün yönleriyle ve her türlü saldırıya karşı, pratikte yeniden örgütleyerek yürütmenin şehitleri oluyorlar. Hareketimiz aktif savunma kararıyla yeni bir mücadele sürecine girmiş bulunuyor. Her alanda böyle bir sürecin gereklerine göre kendini yeniden örgütlüyor, planlıyor yeni bir tarz ve üslup kazanarak pratikleştirmeye yöneliyor. Böyle bir mücadelenin, çalışmanın çok zorlu bir ortamda geçtiği netçe görülüyor. Düşmanda hareketin böyle bir konum kazanmasını engellemek, böyle bir konum kazanmadan hareketi marjinal kılmak, tasfiye etmek için, Türkiye’nin bütün imkanlarını seferber ederek, bölge ve dünya gericiliğini harekete geçirerek saldırı yürütüyor. Demek ki, yeni mücadele sürecini geliştirmek kıyasıya bir savaş içerisinde oluyor. Doğal bir ortamda değil, rahat ve imkânlar içerisinde değil tam tersine oldukça askeri ve siyasi mücadele ortamında ve zorluklarla yüz yüze bulunulan bir ortamda, kıyasıya mücadele ve bir çabayla bu süreç geliştiriliyor. İşte 125 şehidimiz böyle büyük bir çabanın ucunda, Kürt halkının demokratik konfederal sistemi temelinde, kendi öz örgütlülüğü temelinde, özgür ve bağımsız iradesiyle kendi kendini yaşattığı bir çözüm yaratmak için bir mücadele sürecini ifade ediyor. Bu süreci yaratmanın, geliştirmenin şehitleri de elbette ki, Kürt sorununun her halükarda, Kürt halkının iradesi ve mücadelesiyle çözülebileceğini kanıtlamanın şehitleri oluyorlar. Yeni bir mücadele tarihinin şehitleri oluyorlar.
Nasıl ki PKK, 18 Mayıs 77’de Haki Karer’in katledilmesiyle bir direniş, örgütlenme, partileşme sürecine girdi ve bu temelde var olduysa, şimdi 30 yıl sonra ikinci 18 Mayıs kararıyla, Kürt sorununun çözümünü Kürt halkının özgür iradesi ve mücadelesiyle gerçekleştirmeyi hedefleyen yeni bir mücadeleyi başlatmış bulunuyor. 2007 şehitlerimiz, böyle bir süreci en önde omuzlayan, ona yürekten inanan, o sürecin başarısı için herhangi bir tereddüt ve zayıflık göstermeden tüm yaşamlarını ortaya koyan, kahramanca fedai çizgisinde mücadele eden militanlar oluyor. Tarihsel anlamları büyüktür. Anıları demokratik konfederalizmin inşasında ve Kürt sorununun Kürt halkının özgür iradesiyle çözüm gerçeğinde yaşayacaktır. Böyle bir gerçekliği ortaya çıkartmanın adı oluyorlar.
Şehitler gerçeğini doğru anlamak, onların anılarına doğru bağlanmak önemlidir. Önder APO hep bu konular üzerine dikkat çekti. Yetersiz anlamaları hep eleştirdi. İdeolojik, siyasi olmayan bağlanmaları yetersiz buldu. Ağlayıp sızlamayı ortadan kaldırdı. Tam tersine şehitlerin anısını doğru anlamanın ve sahip çıkmanın, onların ölçü ve özelliklerini esas almak ve amaçlarını başarmak için önderlik çizgisinde mücadele etmek, savaşmak olduğunu ortaya koydu. Şehitlerin doğru anlaşılması böyle olmaktadır. Şehitlerin anısına doğru sahip çıkmak bu temeldedir. Onun dışındaki bağlanmaları, yaklaşımları doğru bulmadığı gibi şehitlik gerçeğine de uygun düşmeyen yaklaşımlar olarak mahkûm etti önderlik. Şehitler gerçeğini, Kürt halkının önderlik gerçeği olarak tanımladı. PKK’yi şehitler partisi olarak ifade etti. Şehitlerimizi halkın ve gerillanın komuta gücü olarak tanımladı. Onlar komutan, biz o komuta altında savaşan emir erleriyiz dedi. Şehitler gerçeğimizi, yaşayan parti gerçeği, Kürt halkının ulusal diriliş gerçeği, özgürlük ve demokrasi için mücadele etme gerçeği biçiminde, yaşayan canlı varlıklar olarak tanımladı. Bu temelde 2007 şehitlerini doğru anlamak, anılarına doğru sahip çıkmak ve gereklerini başarıyla yerine getiren konumda olmak gerekiyor. Doğru anlamayan dar, yetersiz yaklaşan, duygusal ideolojik, siyasi, örgütsel içeriğinden kopuk ele alan yaklaşımlardan kendimizi kurtarmamız gerekli. Onlar kesinlikle doğru değildir. Şehitler gerçeğimiz bir kere onu ifade etmiyor. Diğer yandan o tür yaklaşımlar herhangi bir fayda getirmiyor. Şehitler gerçeği, öncülük gerçeğidir, komutanlık gerçeğidir. Kürt halkının özgürlük, eşitlik ve demokrasi çizgisinde yürüttüğü mücadeleye önderlik etme gerçeğidir.
Dolayısıyla şehitleri doğru anlamak ve anılarına sahip çıkmak demek; böyle bir çizgiye girmek demektir. Bu çizginin başaran militanı olmak demektir. Her şeyden önce bu çizgiyi iyi anlayan, bilince çıkaran, özümseyen bu çizgiyi başarmanın tarzını, üslubunu, temposunu yakalayan, başarı için bilinçli ve planlı bir temelde, aktif mücadele yürüten konumda olmayı gerektirir. Bu bakımdan da, şehitler gerçeğini, 2007 şehitlerini doğru anlamak ve anılarına doğru bağlanmak demek; aktif savunma sürecinin başarıyla geliştirilmesini sağlamak demektir. Demokratik toplum konfederalizminin inşasının gerçekleştirilmesi demektir. Aktif savunma çizgisinde, güçlü bir gerilla direnişini var etmek demektir. Başta Türkiye yönetimi olmak üzere, tüm inkârcı ve imhacı güçlerin planlarını boşa çıkartacak bir direnişi ideolojik, siyasi ve askeri alanda yaratmak demektir. Bu da büyük bir bilinçle yine güçlü bir iradeyle, sağlam bir kararlılık ve duruşla, ciddiyetle, disiplinle olur. Başarı ancak böyle yaratılır.
Bunu yaparak bütün mücadele şehitlerimizi ve 2007 şehitlerine doğru yaklaşmış, onların anılarını doğru sahiplenmiş oluruz. Bu bakımdan 2007 şehitlerimiz gerçekten de yeni bir süreci geliştirmenin her türlü verisini ortaya çıkarttılar, öncülüğünü yarattılar. Zor süreci başardılar. Zindan direnişi geliştiğinde önder APO; zindan şehitleri özgür yaşama köprü oldular demişti. Bu köprüden bütün halkın, özgür yaşama güvenle geçebileceğini ifade etmişti. Sağlam köprüdür demişti. 2007 şehitlerimiz de aktif savunma sürecine geçişin sağlam köprüsü oldular. Tüm hareket olarak, gerilla halk olarak bu köprü üzerinden geçerek yeni mücadele sürecini etkili, aktif biçimde geliştirebiliriz. Bu da bizi Kürt sorununun da demokratik konfederalizmin inşası temelinde, Kürt halkının özgür iradesiyle çözümün gerçeğine götürür.
Bu temelde diyoruz ki, 2007 şehitleri yeni bir süreci açan şehitlerdir. 2007 şehitlerimizin anıları ölümsüzdür. Medeni arkadaşı, Kürt gençliği ve gerillası daha çok militanlaşarak ve komutanlaşarak mücadele gerçekliğinde yaşatacaktır. 24’cü, 15 Ağustos yılı Medeni arkadaşın anısına gerillayı ve direnişi daha çok geliştirme yılı olacaktır. Önder APO, Agit arkadaşın şahadeti üzerine 1 yıl içerisinde bölükler düzeyinde hareket eden gerillaya ulaşarak, Agit arkadaşın anısını yaşatacağız demişti. Şimdi Medeni arkadaşın anısına da, gerillayı Karadeniz’e ve Akdeniz’e oturtarak, Türkiye coğrafyasını da gerilla mücadelesinin oturduğu ve geliştiği bir alan haline getirerek yaşatacağız. Kararlılık düzeyimiz böyle, irademiz bu temeldedir.
Halk Savunma Merkezi

Kürtlerin başı sağolsun! Sarı İbrahim’in (Ramazan Toptaş) öldürüldüğünü duyunca Kürt halkına bu sözü söylemek gerek. Çünkü gerillacılık yapmaya başladığı günden bu yana Kürdistan’da adım basmadık bir karış toprak, kovuğunda yatmamış bir ağaç ve dibinde oturmamış bir kaya bırakmayan Sarı İbrahim’i geçtiği ve kaldığı yerlerde halktan kişilerin tanımadığı kimse kalmamış.
Gerek 80’li yıllarda henüz silahlı propaganda birimindeyken onu görenler olsun, gerek 90’lı yıllarda geçip kaldığı yerlerde onu görenler olsun ve gerekse Amanos, Karadeniz ve Koçgiri’de gerillacılık yaptığı günlerde onu görenler olsun hala ondan sonra giden arkadaşlarına onu soruyorlar. Kimisine gülüşüyle etki bırakan Sarı İbrahim, kimisine de duyarlılığıyla etki bırakmıştır. Gezip gördüğü, gerillacılık yaptığı her yeri adım adım bilirdi. O yüzden oturduğu her gerilla mangasında, çadırında herkes çevresine toplanır pür dikkat onun anlatımlarını dinlemeye başlardı. Çünkü konuştukları yılların gerisinde kalmış güzel, mücadele, arkadaşlık ve yoldaşlık dolu günlerdi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihiydi anlattıkları. Gerillanın moral ve coşku dolu gerçek dünyasıydı. O yüzden girdiği her ortama bir pir havası estirir, yeni eski tüm gerillaları çevresinde toplardı.
Her Kürdistanlı ve onu gören Türkler bile hep onu sorar ve onu anlatırdı arkadaşlarına. Kimisi duyarlılığını anlatırken, kimisi gülüşünü, kimisi bakışını anlatırken, kimi efsane gerilla komutanı Mahsum Korkmaz’ın silah arkadaşlığını anlatırdı birbirine ve onu tanımayanlara.
Bazen gerilla olarak ya da gerillalarla birlikte bir yerden geçerken bir çay içmek için durduğunuz Kuzey, Güney, Doğu Kürdistan köyü olsun fark etmez yanınıza yaklaşan bir yaşlının Sarı İbrahim’i tanıyor musunuz, durumu nasıl acaba diye sorularıyla karşılaşırsınız. Evet o çokça sorulan, tanınan Kürdistan’ın 25 yıllık gerillası Sarı İbrahim bu Sarı İbrahim’di.
İlk karşılaşmamız!
Onunla ilk kez 14 yıl önce Amed Eyaleti’nin Muş Güney’i bölgesi olarak tanımlanan Şen yaylasında karşılaştım. O sırada yine mesleğim gereği yanlarına gitmiştim.
O sırada bölgede 500’ün üzerinde gerilla vardı. Henüz tanışmamıştım. Ancak hareketliliği, her üç adımda bir birkaç gerilla tarafından yolu kesilerek bir şeyler sorması, bunun üzerine onun konuşmaya başlaması, konuşurken kafasını sağa-sola sallaması ve çevreyi kolaçan etmesiyle farkı belli oluyordu. Bir de yaşıyla farkı belli oluyordu. Yaşına rağmen koruduğu umutları, gençlik ruhuyla içinde bulunduğu gencecik gerilladan hiçbir farkının olmadığı anlaşılsa da olgunluğu, yüzündeki derin çizgilerden belli oluyordu. Yanımdaki gerilla komutanlarından Muşlu Rêzan’a o kadar ilgiyi üzerine çeken gerillanın kim olduğunu sormuştum. Rêzan Kürtlerin efsane gerilla komutanı Mahsum Korkmaz’la kalan Kürtlerin Sarı İbrahim adlı gerillasının o olduğunu söyledi. Yanına yaklaşarak Mahsum Korkmazla olan günlerini kendisinden dinlemek istediğimi söylemiştim. Beni hoşgeldin diyerek güler yüzle karşılamasına rağmen o günleri kendisinden dinlemek istediğimi söylediğimde kafasını eğip ayaklarının altındaki toprağa baktı. Bir süre sonra başını kaldırarak “o ağır ve zor günleri anlatmak da zor. O günleri anlatabilmek için güç gerekir. Çünkü aradan yıllar geçmesine rağmen hala o anın, Yiğit Komutanımız Mahsum Korkamaz’ın aramızdan ayrılış anının ağır etkisinden kurtulabilmiş değilim” diyerek Kürt halk kahramanı Mahsum Korkmaz’a bağlılığını ve şahadetini kabullenemediğini anlatıyordu. Olayın ağırlığını fark ettim. O yüzden fazla üstelemeden yanından ayrıldım.
Yanlarındabir süre daha kalmama rağmen çok fazla göremedim. Ben henüz işimi bitirip ayrılmadan o oradan ayrılıp Kürdistan dağlarının bir başka bölgesinde onu bekleyen görevler için gitmişti. Orada çok az kalmasına rağmen yanlarından ayrılırken uğradığım Kulp’un köylerinde köylüler beni tanımamalarına rağmen onu sordular. Evet belki az kalmıştı orada. Ama az kalmasına rağmen oradaki insanların yüreğinde yer edinmeyi bilmişti. Ve arkasından artık onlarda onu soruyordu.
Yedi yıl aradan sonra…
Yedi yıl sonra bu kez Güney Kürdistan’ın Kandil sahasında yeniden karşılaştık Sarı İbrahimle. Bu yedi yıl içinde Sarı İbrahim, Amed’i, Dersim’i, Serhat’ı, Garzan’ı, Koçgiri’yi, Amanosları, Akdeniz ve Karadeniz’i bir Kürt gerillası olarak adım adım gezerek gelmişti. Köz başında yine çevresinde toplanmış bir grup gerillaya bir şeyler anlatır şekilde gördüm onu. Yine mi sen diyerek yerden kalkıp gülerek bana doğru geldi. Yerinde oturmam için ısrar etti. Eliyle doldurduğu çayı elime tutuşturup bir de tütün sarmam için tabakasını uzattı.
Arkasından kafasını kaldırıp arkamızdaki dağlara bakarak oradan geçen patikaları bize göstererek, “Şu gördüğünüz patikalardan 19 yıl önce geçmiştim. Yani 1980 yılı sonbaharının son günlerinde buralardan geçmiştim. Sırtımda ise kira almak için taşıdığım kaçakçı malları vardı. O zaman partimizin ekonomik durumu iyi değildi. Ve bazen ekmek alacak para bulamıyorduk. İşte ben de o zaman birkaç kuruş kazanmak için birkaç kere kaçakçıların yüklerini taşıyarak bu patikalardan geçmiştim. Şimdi ise buralarda yüzlerce gerilla arkadaşım var yanımda. O patikalara her baktığımda o zorlu günlerimiz geliyor aklıma. Ve dönüp yanımdaki arkadaşlarıma bakın işte nereden nereye geldiğimizi anlatmaya çalışıyorum. Evet biz hareket olarak ekmek parası bulamayacak günlerden bugünkü düzeye geldik. Ama kanımızı dökerek, canımızı vererek. Uykusuzluk, yorgunluk, açlık nedir bilmeden, karanlık, kar çamur, fırtına demeden yürüyerek geldik” diyerek Kürt özgürlük hareketi, mücadelesi ve savaş tarihini anlatıyordu.
Mahsum Korkmaz’ın emanetiydi!
Sarı İbrahim Kürt halkı içinde olduğu kadar gerilla arkadaşları arasında da çok tanınan, adı, sanı, cesareti, emekçiliği, dürüstlüğü, kahramanlığı ve efsanevi gerillacılığıyla bilinirdi. Gittiği her yerde ilgi odağı ve büyük bir saygıyla karşılanırdı. Çünkü o Kürdistan dağlarındaki gerillaya efsanevi gerilla komutanı Mahsum Korkmaz’ın bir emanetiydi. O yüzden onu ilk görenler gülüşünde, yüzünde, mimiklerinde, davranışlarında Mahsum Korkamaz’ı göreceklermiş gibi bakarlardı. Gerilla arkadaşları çevresine toplanıp sohbetlerini dinler, onlara Agit’li günlerden aktaracağı birkaç kelimeyi dinlemek için pür dikkat onu dinlerlerdi. Evet o Kürt halkının tandığı Sarı İbrahim olduğu kadar gerilla yoldaşlarının, Agit’le kalmış, onunla savaşmış, onunla yürümüş, onunla eylemlere katılmış, onunla özgürlüğe koşmuş bir kavga arkadaşlarıydı. Silah ve kavga arkadaşları şimdi üzgün, kızgın ve intikamını öfkesiyle bileniyorlar. Çünkü kutsal emanet Sarı İbrahim ‘böyle ölmemeliydi’ diyorlar. ‘O çözüm gününe kadar yaşamalı ve gelecek kuşaklara, yarının çocuklarına Mahsum Korkmaz’ı anlatmalıydı’ diyorlar…
Son görüşmemiz olaydan 3 gün önceydi….
Sarı İbrahim’i 1992 yılında ilk kez gördüğümden bu yana sürekli görmek istemiştim. Onu görüp gerilla arkadaşlarının merak ettiği Mahsum Korkmaz’ı bana da anlatmasını istiyordum. Her gördüğümde ‘ilk sorum Heval İbrahim bu sefer anlatacak mısın’ o da her seferinde gülerek, ‘Arkadaşlara sürekli anlatıyorum.
Ama sana da bir gün mutlaka özel olarak anlatırım’ diye cevaplardı. Kürtler için farklı bir anlamı olan Ağustos ayının yaklaştığı günlerde yakınlarında bulunduğum Sarı İbrahim’in kapısını, Ağustos sıcağını anlatması için yine çalacaktım. 1 Ağustos’ta uğradığı silahlı saldırıdan 3 gün önce 4 saatlik bir yolcuğun sonunda yine kapısına dayandım. Beni gördüğünde gülerek ‘yine sen ve bana Agit arkadaşı anlat diyeceksin değil mi?’ dedi. Ben de evet Heval İbrahim yine ben ve bana Mahsum Korkmaz’ı anlat diyeceğim diye cevapladım. Ve yine ‘Agit’i anlatmaya daha zaman var. Yani birkaç yıl daha bekleyeceksin’ diyerek gülüyordu. Mahsum Korkmaz üzerine onu bu seferde konuşturmayı başaramamıştım. Ancak ilk kurşunu sıkan gerillaların Hêzên Rizgariya Kürdistan yani HRK’yi bana anlattı. HRK’lilerin ruhunu, mücadeleye tutkuyla bağlı oluşlarını, yoldaşlık sevgi ve saygılarını anlattı. Botan, Amed, Dersim, Koçgiri’yi, Serhat’ı, Amanoslar, Karadeniz ve Akdeniz’i anlattı. Oradaki gerillacılığını anlattı. Hayat boyunca tedbirsiz davranmadığının altını çiziyordu. Ancak son dönemlerde biraz duyarsızlaştığını da vurguluyordu. Yanında kaldığım iki gün boyunca ne yaptıysam bir tane bile fotoğrafını çekmeme izin vermedi. Çünkü ben sevmem bu tür şeyleri diyerek bu halkın o kadar çok adı, sanı, bilinmeyen kahraman evladı var ki, beni çekip yazacağına onları araştırıp yazsan daha iyi edersin diyordu.
Bu kez ayak izlerini bırakarak sonsuzluğa aktı…
Yanından ayrılıp kaldığım yere doğru yol alırken, bir süre önce gördüğüm Kaniya Tuyê geldi aklıma. Evet Sarı İbrahim de oradan geçmişti ilk kurşun yıllarında. Oraya ayak izlerini bırakanlardan biri de oydu. Kürt gençlerinin peşine takılarak aradığı ayak izlerinden birinin sahibi yanı başlarındaki Sarı İbrahim’di. Belki defalarca oradan geçmişti ancak belirgin olan onun ilk günkü ayak izleriydi. Ama bu kez ayak izlerini bırakarak eski yoldaşlarının izleri üzerinden sonsuzluğa akıyordu. Akıp gitti berrak bir su gibi. Akıp gitti gökyüzündeki yıldızlar gibi. Akıp gitti gökyüzünden süzülen şahinler gibi.
Kürdistan’ın dört parçası ile Türkiye’nin bir çok yerinde gerillacılık yapmasına rağmen tuzağına düşmediği ölüme bir kontranın silahından çıkan mermilerle yakalandı. Kürtlerin ve gerilla arkadaşlarının en çok zoruna giden de bu olsa gerek. Bu yüzden Kürtlerin ve Kürt gerillası ile dostlarının başı sağ olsun. Ancak bu kadar ucuz gitmemeliydi Kürtlerin gerilla komutanı Sarı İbrahim….
Güle güle Sarı İbrahim! Arkanda intikamını alma hırsıyla bilenen gerilla arkadaşlarını bırakarak gittin. Artık kim onlara Efsanevi Komutan Agit’i anlatacak….
Seyit Evran

Sabahın İlk Işıkları
Mevzilenmiş Gün
İçlerine de On birinin Işığı
Meşale Çanağı
Havanların Panzerlerin Roketlerin
Ateşi Altında
Ülke Taşıyan Bir Yük
Başını Kaldırır Dağlara
Haber Salmalı Tüm Cihana
Vurulmakla Tüketilmek İstenir Neslime
Aptallığın Taa Kendisi
Bir Daha Duysun ki
Babil Ekmiş, Asur Biçmiş
Med Sermiş Harman Olmuş
Asırların İçine Savrulmuşum ki
Uğrunda Uğurlar
Üç Nisan Gülleri
İçimi Kavganın Öfkesi Surlar
Hey Sen! Hin Oğlu Hin!
İzzeti Nefsini Ölü Bir Bedene Savuran
Sende de Bir İnsan Bedeni Var
İnsan Ol!
Ve İyi Bil ki
Bize Namus
Nefsini Hayvanlaştırdığın Bedenleri Aşmıştır
Bize Namus
Toprakların Özgürlüğüdür
Bir Ananın Üç Nisan Güllerine Seslenişidir
Bedeninde Dökülen Onbir Binlerdir
Bize Namus
Bize Şeref
Karalar İçinde Meşalelere Kazılandır
XORTO(HALİL ŞAHİN)
1993 Yılında ilan edilen tek taraflı ateşkes sürecinde Pazarcık kırsalında 2 Nisan günü Türk ordu güçleri tarafından geliştirilen operasyonda 11 ARGK gerillası vahşice katledilerek cesetleri parçalandı.
Bu çatışmada sağ olarak kurtulan tek gerilla olan Xorto isimli gerillamız 3 Nisan sabahı çatışma yerine dönerek arkadaşlarının caniyane bir şekilde parçalanmış cesetleriyle karşılaşır. Xorto arkadaş bu katliam karşısında yaşadığı duygularını en sade bir şekilde yazıya dökmüştür.
Aynı yıl aralık ayında bu gerillamız da girdiği bir kuşatmada yanında bulunan fidan kod isimli kadın yoldaşıyla birlikte saatler süren şiddetli bir çatışma sonucu şahadete ulaşmıştır.
Onların yoldaşlık ve mücadele ruhları, sonsuza dek yolumuzu aydınlatan meşalemiz olacaktır. Bu yiğit yoldaşların anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Silah Arkadaşları
Dr. Mahir Yoldaşın Anısına
Devrimcileşme çabamızın bir yerinde, bir dağ başında tanışmıştık Dr. Mahir yoldaşla. Şimdi şehit olmuş, yedi yoldaşıyla savaşarak düşmüş.
Bize Kürtlüğünü sonradan nasıl keşfettiğini, ilk başlarda devrimcilere nasıl güven duymadığını, PKK hareketinin kendisinde yarattığı değişimleri samimiyetle anlatmıştı. Orta Anadolu’dan İstanbul’a Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne, oradan Şırnak’a doktorluğa giderken devrimcileşip dağa çıkmasının öyküsüydü Dr. Mahir’inki. Hem öyküsünün ilginçliği, hem de onu anlatışındaki duruluk ilgimizi çekmişti.
Doktorluk sınıf atlama mesleğidir. Alt sınıflardan gelen çok sayıda parlak genç, zekâlarının verdiği olanakla çok para kazanabilir doktor olunca. Ama doktorluk gibi nitelikli eğitim gerektiren bir meslekten yetişen insanların dünyayı anlama ve değiştirme bilinçleri de için de imkânları varken, çoğu para kazanmayı, çok para kazanmayı hayal eder. Yoksullar artık para kazanmanın “aleti, sayısı, vesilesi”, Hipokrat antik Yunan’dan bir masal kahramanı oluverir.
Ama bu mekanizmayı anlayan doktorlar da yetişmiştir dünyanın her yerindeki mücadelelerde. “Tıbbiyeli’nin aptalı hekim, akıllısı ihtilalci olur” sözü hatırlanabilir. Che’nin bir doktor olarak yaptığı motorsiklet yolculuğunun halkını tanımada ve devrimcileşmede nasıl bir rolü olduğu bilinir.
İnsanı anlama ve anlatma çabasındaki entelektüel boyutunu devrimcileşmeyle, gerillacılıkla birleştirme çabasındaydı Dr. Mahir yoldaş. Bu yüzden akıllılık edip ihtilalci olmuştu. Hem ilk yardım çantasını kaldırdı yaşamı boyunca, hem de mermi sandığını. Onunla kanı nasıl durdurabileceğimizi de konuştuk, insanoğlunun özgürlük aranışını da… Eğitim sırasında tereddüde düştüğümüzde yaptığı şakaları hiç unutmayacağız; “birinci savaşçı” konusunda verdiği dersi de… Giderken okuduğumuz Zındıklar ve Mülhidler adlı kitabı da yanında götürmüştü. En büyük “zındık” Şeyh Bedreddin’i tartışmıştık.
Düzene, sömürgeciliğe, kapitalizme, emperyalizme, “zındık” olmadan nasıl yaşayabiliriz? Dr. Mahir yoldaş nasıl yaşardı?
O, “İriş Dede Sultanım iriş” dedi, başka bir şey demedi. Türk devleti için hayli uzun zamandır bir “zındık”, bizim için kardeşliği paylaştığımız bir yoldaşımız… Geç bulduğumuz, erken kaybettiğimiz yoldaşımız…
Silah Arkadaşı
ŞEHİT DENİZ’e
Sana şiir yazmadıysam güzelim
Daha önce dediğim gibi
“ilham vermediğinden” değil,
seni şiir gibi sevmek istediğimden.
Sana şiir yazmadıysam gözbebeğim
Seninle şiir gibi yaşamaktı niyetim…
Yüreğini,
zümrüt duygularını,
gülen güzel yüzünü,
insan tanışı kalbini
ruhunun şebnemlerden şeffaf inceliğini
yazamadıysam,
yazamadıysam sana şiir DENİZ,
Güçsüzlüğünden kalemimin.
Bir de adın gibi sonsuz olsun,
hep aksın istedim sevgimiz…
Bir saate yakındır o kayalığın üzerinde oturmuş düşünüyordu. Çarçella’nın büyülü güzelliğinin bile içindeki hüznü, boşluğu arıtması zor görünüyordu. İnsanın içindeki okyanusu düşündü. Öyle ya her insan bir okyanus taşırdı içinde, her insan bir okyanus taşıdığını bilmese de taşırdı. O okyanusa akan denizler, o denizlere ulaşan nehirler vardı ya hepsi insanın içinde okyanus olurdu. Şimdi kime, nasıl, hangi dilden anlatacaktı içindeki okyanusa dökülen bir Deniz’in kuruduğunu? Okyanusca bir anlatabilseydi? Anlatırdı ya buralarda okyanusca bilenler çok az. Onlar da her zaman hatırlamazlar bu dili bildiklerini ya neyse. İçindeki okyanusa dalıp dalıp çıkar oldu, boğulmaktan korkar oldu. Ansızın arkadan bir çift ipek sarılışlı kol dolandı boynuna. Yüzüne kadifeden kor bir öpücük kondu. Evet bu O’ydu. Artık içine akmayacak olan Deniz’in kolları ve dudaklarıydı. Deniz’in sarılışı ve çekilişi. İçindeki okyanusa akarken bir O’nun dalgaları böyle çarpardı kıyılarının kapılarını.
‘‘Aaa, Deniiizzz!’’
Döndü arkasına. Göz alabildiğince Çarçella manzaraları. Bordo, mor, mavi, yeşil, sarı, turuncu ve daha birçok rengin içice geçtiği sırtlar. Sararmaya yüz tutmuş otların hemen kıyısında yeşermiş otlar, onların biraz yukarısında çıkmaya hazırlanan otlar. Dört mevsimin iklimi, tılsımı Çarçella! En üstlerde hala kar. O karlarda el ele nasıl da akıp gelmişlerdi biraz ötesindeki güzel gölün kıyılarına. Konuşa konuşa:
- Aahh günlerdir diyorum nerede kaldı bu yoldaş kombat! Bir gelse de beğenmediği savaşçısının iki kez Çarçella kar altındayken nasıl Deriya Hırçe’den çıkıp erzak getirmeye gittiğini bir anlatsam ona.’’
- Deniiiizzz!
- Tamam ya kızmaaa! Sana yoldaş kombat diyorsam önce yoldaşlığın kabulüm olduğu için. Eğer seni yoldaşım olarak sevmesem kıyamet kopsa demem kombat.
- Neyse görevini anlat. Beğenmediğim savaşçı kombat!
-Bak bak, işte tam burada o kadar zorlandım ki nefesim kesildi. Ama son ana kadar direndim.
-Canım benim, sen yaman bir Türksün ya.
-Ne yamanı ya. Bana ‘‘Sen Kürdistanlı bir Türksün’’ diyecektin herhalde.
-Ahh, pardon, Kürdistanlı Tırko!
İçinden Kürdistanlı Deniz’le yaptıkları bu diyalogu geçirdi. Birkaç ay öncesinde şu baktığı sırtlardan inerken yaptıkları bu konuşmalar geçiyordu aklından, yaralarına basa basa. Deniz akmıyordu arkasında, hiç kimse yoktu. Ama emindi bu Deniz’in sarılışıydı, emindi. O’nu hissetti. Birden okyanusunun başına en kara bulutlar toplandı, yağdı, yağdı, yağdı… Bu, Deniz’di. Vedalaşmaya gelmişti. Sarılmadan vedalaşamazdı O, dokunmadan sevemezdi O. O yüzden geldi bu dağlara. Görmeliydi. Gördü, ‘‘her gün yüzüne Güneş’in resmi doğuyor’’ dediği bu dağları dokunarak sevdi, sarılarak vedalaştı. Şimdi, işte şimdi veda etmişti. Şimdi anlıyordu O’nu yitirdiğini, inanamıyordu, Deniz gündüz ortası, uykuda değil, rüyada değil, geldi ve gitti, O’na sarılarak gitti. Boynunda, omuzlarında, yüzünde bir sıcak esinti oldu geçti. Görüşememişlerdi. Deniz bunu kabullenemezdi. İçinde söyleyecek ne çok sözü vardı. Yoldaşlıklarına dair. Güneş’e dair. Dağlara dair. Zamansız kaybettiklerimize dair. Olmadı! İstemediği halde Deniz de zamansız kaybedilenlerin kervanına katıldı. İçi içini yerken, bu zamansızlıklara öfkeliyken gitmeyi yediremezdi kendine. O yüzden geldi. O, bir veda bırakmadan ayrılamazdı. Nasıl vedalaşacaktı ki ansızın olmuştu her şey ve gidişi:
Uçar birlikler bir anda helikopterlerden atlayıp etraflarını sarmış, arkadaşlarıyla onların arasına girmişlerdi. Yoldaşlarına ulaşmalarına on dakikalık bir mesafe kalmışken kara bir çalı gibi, kara bir alın yazısı, ihanet gibi, vahşet gibi kapkaranlık uzanmışlardı aralarına. Tek bildikleri karanlık kelimelerdi. O’na, Reyhan’a ve Hevi’ye söyledikleri tek şey vardı: ‘‘Teslim olun!’’
Bir mermi patlatacak zamanı ve aralığı bile tanımıyordu, bazen yaşam ne kadar cimri olurdu, ölümle arasındaki o ince çizgide. Kardan sığınakları yaşamın cimriliğine göz kırpıyordu. Aralıklara uzanan her şey bu gün karanlıktı. Yaşamın cimriliği sadece bu karanlıkları mutlu kıldı.
Deniz adı üstünde, teslim olmaz. Gencecik bahar bedenlerine aldırmadan darağacına şakalaşarak gidenlerin geleneği yaşasın diye koymuştu adını Deniz. O geleneği miras yapıp çıkanların ilk şehirlerindendi, Antepliydi, Araban’lıydı. Denizler gibi sevmişti ülkeyi, Kürdistan parçasıydı O’nun memleketi. Deniz bu, adı üstünde, akar, okyanuslara kadar…
Reyhan! Batman ovasının cesur kızı. Reyhan kokusunu kim hapsedebilir?
Hevi! Tükenmeyen, hep var olan, yaşamın motoru. Kim esir edebilir karanlıkların geçici karamsarlıklarına umudu?
‘‘Teslim olun!’’
‘‘Ahhh! Yaşam bu kadar cimri olma! Bir iki mermi atalım’’ dedikleri anda ölümün kolları uzanıyor Çarçella’nın göğünden bir Haziran gününde. ‘‘Haziran’da ölmek zor’’ dese de şair, bu Haziran gününde yaşam çok çook cimri.
‘‘Teslim olun!’’
‘‘Yaşam çok cimrisin, bırak bir cevap haykırayım şu karanlık çağrıya, son nefesimde!’’
Olmadı, Çarçella’nın alnına bugün ‘‘göğünden bugün ölüm yağacak’’ yazmışlar. Hiçbir hükmü geçmeyecekmiş yaşamın. Yaşam son nefeslerini bırakacak boynu bükük beybunların pembesine.
‘‘Teslim olun, size bir şey yapmayacağız!’’
‘‘Aahh, Çarçella niye göğüne ölüm yazdırdın bu Haziran ayında. Şairi niye dinlemedin be Çarçella!’’
‘‘Teslim Olun!’’
‘‘Yaşam alacağın olsun, bu cimriliği son soluğuna sığdırdın ya!’’
‘‘Teslim olun!’’
Pimi çekilmiş bir bomba vardı artık ellerinde. Okyanuslara aşık bir Deniz’in, bahar nimeti bir Reyhan’ın ve tükenmez bir Hevi’nin elleri aynı bombaya, gözleri birbirine kilitlenmiş. Biri çeker pimi ve…
‘‘Teslim olun!’’ çağrısı donup kalır ölüm yazan göğün altında. Uçar birlikler göçer birlikler olur karlara bıraktıkları üç kadın bedeninin karşısında. Bomba ölüm ve yaşam adına patlar. Cimriliğini yaşamın bağışlamayan üç kadın, ölümü de bağışlamaz zamansızlığından ötürü. Ölüme ve yaşama patlayan bombalar kadınlar.
Bir bomba üç kadın!
Bir bomba üç yaşam!
Bir bomba üç asır!
Bir bomba üç kanayan ana yüreği!
Bir bomba ve üç kadın!
...Birden ürperdi, sanki kayalık altından çekilip gitti boşluktaydı. Sanki o bomba O’nun hafızasının, hatıralarının, hazinesinin orta yerinde patlamıştı. Deniz’siz, Reyhan’sız, Hevi’siz yaşamın çölüne uyanmıştı. Çarçella’nın dört mevsimi çekilmiş, tüm iklimler çöl, tüm mevsimler yakıcı yaz olmuştu. Kollarından, boynundan, omuzlarından geçip giden Deniz’in sıcaklığıydı. Bu çölün ortasında yüreğinde bir pınar kaynatan O’ydu. İçinde; yaşamın Haziran cimriliğine inat bir pınar kaynatan bir düş müydü? Bir rüya mı? Bir affedilemez suçluluk duygusu mu? Deniz’in güzelliği mi? Ama bildiği bir tek şey vardı şimdi; bir çölün gerçekliği bir de içinde kaynayan pınarın serinliği. Çölleri yaratan evrenin elleri, pınarları da bağışlıyordu bir biçimde. Böyle düşünürken ilişti gözleri pembe beybunlara. Yaşamın son soluğunu bıraktığı güzel çiçeklere. Narinliklerine. Yaşamın ölümün tarafına geçerkenki son gümrük kapısı gibi.
Bir gündüz ortası düşün tek gerçek tanığı beybunlar. Yaşamın son soluğunu belki de bu yüzden emanet almışlardı, son bir vedalaşma sarılışı için. Yaşam cimriliğinin utancını taşıyordu pembe beybunların yanaklarında… Affedilemezliğini bile bile gündüz ortası bir düşte beybunlara emanet bir soluğu alıp bir sarılış için Deniz’e veren aynı cimri yaşam olabilir miydi? Evren, sonsuz enerji akışına kattığı Deniz’i, Hevi’yi, Reyhan’ı bir beybun pembeliğine emanet etmiş olabilir mi? Sadece baharda değil dört mevsim Çarçella ikliminde hep var olsunlar diye…
Gündüz ortası uyanık düşteki vedalaşma, ömrüne utangaç bir pembe yara olarak iz bıraktı. Kayalıktan ağır ağır kalktı. İçinde çöl yakıcılığı, kaynayan bir pınar serinliği, bir yaranın pembe utangaçlığı, mutluluklardan, çocuklardan, hayallerden çalınmış tüm pembeler gibi utangaç, suçlu… Yüzünü Çarçella’nın rengarenk sırtlarına döndü, Denizsiz dağların zorluğuyla tanışıyordu. O Deniz ki, dağların yüzüne her gün Güneş yazdırıyordu. Yer yeniden sarsıldı ayaklarının altında. Kayalık çekildi altından. Bir bomba üç kadın! Tüm beybunlar yaşamın cimriliğinden utandı da iyice pembeleşti.
Bir saat sonraki bir bomba üç kadından habersiz!
Peşlin Tolhildan
Kure Jaro, rivayetlerin çekici kılınması içindir belki hakkında söylenenler.
Ama artık anılmasını değiştirecek.
Sivri kayalıkları, susuzluğu, soğukluğu
ve sarp arazisiyle ilk akla gelmesi,
uğruna savaşanların unutulmayacağının bir kanıtıydı.
Tüm yaptığımız, akşam çöküşünün getirdiği sessizliği dinlemekti. Belirsizlik yarın ne olacağına dair bir ipucu vermiyordu. Bilinmeyene doğru olsa da atılan adımlar, başkaldıran haliyle herkeste cesaret yaratmıştı. Tedirginlik çoktan bilinmezlik içinde izini kaybettirmişti.
Doğa, kendisini anlayan insanların yüzünde acının ve zorun izlerini bırakıyordu. Kure Jaro’yu kurtarmak, doğayı özgürleştirmek bize yetmeyecekti. Çünkü beynini ve yüreğini gönüllü zincire vuranların, kendilerine duvar örenlerin toprağa hakareti bitmeyecekti.
Manasız bir kılın bile kıpırdamadığı bütünlük, Kure Jaro’nun ‘ben buyum’ demesini dinliyordu. Tüm saldırılara rağmen kendisine sığınanlara ihanet etmeyecekti.
Güneş ve ay tanık olduklarından utanıyor, zamana olan bağlılıklarını istemeden de olsa yerine getiriyorlardı. Ama, yaşananların beyinde bıraktığı izi hiçbir güç silemeyecekti.
Zoru seven, benliğini bulan ve hiç pişman olmayan yürek, uçakların havayı işgali sırasında daha bir sıcaktı. Gözlerinde savaşın kıvılcımları, bakışlarıyla düşmana tüm kinini kusuyordu.
Zamana karşı yarışan beden, fazla geçmeden parçalanarak kendini gösterecekti. Parçalanan yürekler, parçalanan bedeni kaldırırken inanamıyorlardı. Öfkem mezar kazanların düşüncelerini merak etmekle diniyordu. Akşamla birlikte doğa ve getirdiklerine karşı hazırlanan psikolojiler CANDA ismini duyduktan sonra kendi karanlıklarına çekildiler.
Manga yeri olarak kullanılan uçak ve tank darbeleri, temiz bir ruhu almıştı ki savrulan parçalar yüreklere sınırsız bir güçle saplanmıştı.
Ağacın kazındığında tepki göstermesi gibi düşünceye işlediğin motif, yıllar geçtikçe daha da sahipleniliyor.
O sonbahar gecesinde bıçak açmayan ağızları biraz olsun yumuşatan rüzgar, şimdi sert haliyle bizlere bir şeyler anlatıyor
... Duyuyor musun?
Silah Arkadaşı
Ölüm…Sinsice bir yürüyüş gibi bahar gelmeden en alçak hali ile yol alıyor dağlarımızda. Bilinir; buralarda ölüm kadar yakın durmaz hiçbir şey, onun kadar düşmez basitliğe bu yolda. Buralara çıkmanın bir anlamı da onursuz bir yaşama karşı istenmiş, seçilmiş onurlu bir ölümdür. Onurlu yaşayanın onurlu ölümüdür istenen… Ama bazen ölümün kendisi öyle alçaklaşır öyle çirkefleşir ki; ölmek içinde ölüm gizlidir bu anda. Bu dağların civanları ölürken gülmeyi bilendir, gülmüştür her ölüme gittiğinde ve tilili’sini eksik etmemiştir son nefesinde. Ama öyle bir ölüm vardır ki; insan ölmemek için, ölümün o çirkef ve alçak kucağına düşmemek için tanrıdan yana bütün dualarını bir kerede tüketebilir. İşte bu ölümün içinde gizlediği lanetli ölümlerin adı; İHANET’tir.
Bu dağlarda ne gençler, ne yiğitler ve kahramanlar sonsuzluğa adım atmıştır erken yaşlarda. Ne çok yaşama tutkun ve sevdalı genç kızlarımız tilili’si dilinde vermiştir son nefesini. Hiç biri üzmemiştir, yıkmamıştır ve iç dağlamamıştır ihanet pususunda yitip gidenler kadar içimizi. Bakın tarihe, bakın Kürtlerin lanetli ezilmişliği ve biçare bezmişliğine, bakında görün hangi ölümler halen ağıtlarımızda bestelenir, en acı ninniler olup çocukları uyku tutmazken söylenir.
Bakın ey insanlar, bakında Yezdinşer’in ihaneti ile yıktığı özgürlük hayallerimizin, Beko’nun Kürt aşkına vurduğu kirli darbenin, halen içimizde bıraktıkları sıcak hançer kesiğinden sızan ihanet acısını görün. Yüreğimizin nasırlığı bu ölümlerdendir, bu alçaklıkların ağıtında akan göz yaşıdır Zap suyunun hiddetli akışı. Bir ülkenin iki gözünden sürekli akan göz yaşlarıdır Dicle ile Fırat’ın haritalardan damla damla akıp, menderesler çizip birikmesi kanın aktığı coğrafyalarda. Bu sonsuz bir çaresizlikte söylenecek bütün sözlerin bir avuç kan gibi yutkunması, düğümlenmesidir boğazda. Ey insanlık bakın, bakında görün ölümün Adem’den bu yana yüzüne taktığı en çirkin maskeyi!
Bak ey insanlık;
Yedi can…Yedi güzel yüzlü, güzel yürekli can. Yedi yüzüme çarpan tokat ve arkama saplanan hançer. Sırtımda yer kalmadı artık, sabrım kalmadı ihanetin çirkin yüzünü değdirmesi çiçek kokulu gençlerime. Yüreğim yaralıdır, burnumda pis bir kan kokusu, dilim en büyük yeminleri etmeye hazır, az kalmıştır evreni yerle bir edecek hırsın dilimden yüreğime düşmesine!
Yedi uykuya dalmış, kendi özgürlük kozalarında evrenin özgürlük savaşçılığını yapmanın huzuru içinde uyuyan yedi onurlu neferin, güzel yüreği ile insan vicdanının kendisini paraladığı, bakmaya, uyandırmaya bir insan yüreğinin elvermediği koca yürekli yedi onurlu insanın karanlığın, ihanetin rengini verdiği karanlığın üstlerine çökmesinde, atılmasında habersizce pis bir ölümün kucağına…Ey insanlık bak ve gör işte; hikayesidir bu Kürdün kaç bin yıldır tekerrür eden!
Ey İsa sen söyle! Yedi gencin uyurken mağarada, senin tanrın korumadı mı onları Roma’nın zulmünden! Kaç yüzyıl uyutup, kaç yüzyılı delip yaşatmadı mı zaman içinde akan öteki vakitlerde! Ey Muhammed sen söyle çokmu daha az kötü bu devlet Roma’dan, Asur’dan, Moğollardan! Neden kutsamadınız bizi de ötekiler gibi ve neden yedi güzel canı ihanet çukurunda yüzünü yıkamışların birer ihanet damlası olan mermilerinden korumadınız! Aynı mağaralara sığınmadılar mı onlar da, bir ahlaksız, vicdansız zulme karşı başkaldırı değimliydi iyilik, doğruluk ve özgürlük için! Her boyunda sarılı yılanı çiçeğe çeviren siz, neden o zehri etmediniz gül suyu ve dökmediniz o masum uykuda bir çocuk edasında uyuyan güzelim yüzlere? Eshab-ı Kehf dediniz, dirilttiniz yüzyıllar sonra, and olsun bizde dirilteceğiz onları bu dünya üzerinde son yaşayan canımıza kadar yüreklerimizde! Milyon kere üst üste anacağız yiğitliklerini, her çocuk şarkısında besteleyeceğiz tekrardan o nurlu yüzlerini!
Yedi parça yüreğim, yedi kelime dilim. Zihnimde resmolmuş, gökyüzüne her baktığımda düşen yedi yıldıza acıyor içim! Hangi zaman, hangi mekana sığınayım, hangi patikasında yol alayım ülkemin! Hangi yol beni götürür onlara, hangi güzellik erişir yüceliklerine, nasıl dokunur insan o nurlu yüzlerine! Siz söyleyin ihanet çemberinde bir kelebeğin kozasından ölümüne kadar olan bir günlük zaman bile çok görülmüş yedi açmak için baharı bekleyen çiçeğin kokusu nasıl çekilir bu çürümüş ciğere…Kaç ölüm utandırır insanı bu kadar, kaç ölüm bu kadar karanlığa verir rengini, lekesine bürünür bu kirliliğin!
Halbuki bahar gelecekti, on gün kalmıştı ateş yakıp etrafında halay çekmelerine. Şimdi onlarsız geçecek Newrozu ben neylerim? Ey o dağların güvercinleri, Ey benim güzel yürekli canlarım, özgürlüğümün savunucusu gerillalarım; siz söyleyin! Bu Newroz onlara döktüğümüz göz yaşlarında sönmeyecek kadar büyük ateşler görecekmidir? Onlarsız, onların başını tutamadığı halaylarda özgürlüğün türküsü nasıl söylenecektir? Zagros nasıl çiçek açacak bu sefer? Kardelenler Mikail’e küs, bahar en kırgın gelişlerinde. Sen söyle benim güneşim; zehirlenmiş beyinlerin ve yüreklerin sahibi çirkin ve kirli insanların daha ne kadar can alacaklar böyle? …Ah benim yedi uyuyanım! Siz hep o uykudaki masumluğunuz, durgun ve dinginliğinizle kalacaksınız hatırımda! Siz özgürlüğün yeni bir gün doğumuna ramak kalmış kozalarınızda barışı yüreğinizde mayalarken olduğunuz gibi kalacaksınız yüreğimde.
Siz benim her Newroz ateşinde yüzünü özgürlük ateşlerinin aydınlığında seyre dalacağım yedi onurlu duruş ve umut, çiçek, yıldız, çocuk, nefer, şahin ve güvercin olarak kalacaksınız! Yarın sizi izlemek için yakacağım ateşi tutuşturmak için yedi kibrit cebimde bekliyor olacağım baharın sizin sıcaklığınızda beni kucaklamasını…
BEHZAT, BOTAN SERHAT, SERHAD ARTOS, BİLAL ZAĞROS, HÜNER ZEREBAR, SİPAN SASON, RÊBER BORAN ARKADAŞLARIN ANISINA…ANILARI ÖNÜNDE SAYGI İLE EĞİLİYORUM….
Qileban Şehtlerinin Anısına...
Bir bahar, bir bahar daha geçti yanı başımızda. Doğanın son yeşil yaprakları da sararmaya başladı. Dalda çiçekler, çiçeklerde renkler solgunlaşıp albenisini yitirdi. Çıldırtıcı sıcakların, kuraklığın, küresel ısınmanın, kentlerdeki su sorunlarının damgasını vurduğu bir yaz daha göz açıp kapayana kadar yitip gitti...
Şimdi sonbaharın öngünündeyiz....sonbaharın solgunlaşan renkleri gibi haberler alıyoruz. Şehirlerde olağan olmayan yükselişler ve de olağan alçalmalar devam ederken, dağlardan yine ölüm haberleri alıyoruz. Hoyrat bir elin gül bahçesini biçercesine biçtiği yoldaşlarımızın ölüm haberlerini izliyoruz. Sanki apayrı bir gezegenin, apayrı insanlarının yaşadıklarıymış gibi sadece ve sadece izliyoruz yoldaşlarımızın toprağa düşüşünü....NE YAMAN BİR ÇELİŞKİ...
Her ölüm erken ölümdür denir. Ama yüreği nasır bağlamış bizler için ölümde yaşamak, her hangi bir iş yapmak gibi olağanlaştı sanki... İnsanlığın esenliği ve halkının özgürlüğü için ölmenin olağanlaşacağı bir zaman dilimin de mi görecektik! Şimdi maalesef öyle bir zaman dilimini yaşıyoruz.
Dağlarda hayata tutunmanın, sevginin ve özgürlüğün amansız kavgası sürerken, biz şehirdekilerin küçük kaygılar, basit hesaplar üzerinde kopardığımız fırtınanın tozu dumanı kaplıyor her yeri. Yaşamı yaşanmaz, ölümü sıradan kılıyor. Şairin deyimi ile "bir yanımız bahar bahçe, yaprak döküyor bir yanımız” Fakat aynı toplumun bağrında nasıl olur da bu kadar büyük çelişkiler yaşanır, aklım almıyor. Ahlakı kemiren yoksullukla, hırsızlık ve sömürünün ürünü olarak açığa çıkan zenginliğin sağladığı asalakça yaşam...
Dünyayı yüreğinde ve beyninde taşıyan berrak bilinçlerin yaratığı bilimsellikle, törelerin, din ve mezheplerin ve buzlanmış beyinlerin yaratığı derin cehalet, emekle, emeksizlik yükselişle, alçalma ve sayabileceğimiz binlerce çelişik durum nasıl olurda bu kadar yan yana, koyun koyuna yatar, yaşar hala aklım almıyor. Kentlerde, kasabalarda hayat olağan, ama dağlarda yaşam kan revan....
Yaşamın son durağındaki bir idam mahkumu şimdi ne düşünür, ne yapar, sevdiğinde ayrılan bir genç,anasını kaybeden bir çocuk, son dostlarını da bir hain bombardımana kurban veren bir yaralı yürek neler hisseder ve neler yapar bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki on bir evladını, on bir yoldaşını, on bir bu çağın ve tüm çağların kahramanını kaybeden ülkemin bugün tepeden tırnağa kan ağladığıdır.
Bugün şehirler, şehirlerin caddeleri, sokakları ve yoksulluğun mekanı mahallelerde yalnızca hüzün yükseliyor. Minarelerde yükselen ezan sesleri bile hüzün yüklü. Kentlerin şatafatı da, caddelerin neon ışıkları da ve de vitrinlerin albenisi de sihirli gücünü yitirmiş. Her şeyde yalnızca hüzün var. Kime, neye dokunsan ağladı ağlayacak gibi. Ve yürek taşıyanların ve vicdanı nasır bağlamamışların yüzlerindeki hüznü tamamlayan mahcubiyet, hatta utanç... Tarihe karşı sorumluluğu yerine getirmemenin utancı... önderliliğe, onun sevdanın, umudun ve inancın savaşçılarına karşı ödevlerini yapamamanın utancı. Özgürlük kavgasını ve bir halkın var olma davasını günlük basit politik hesapların gölgesinde bırakmanın utancı... Vicdanlarımızın çatlayan nasırlarının yüreklerimizde yaratığı acıların utancı...
Önderliğimiz bir zamanlar, ülkemin en yürekli ve en bilinçli gençleri en önde yürüdüler ve güneşe gömüldüler demişti. Delila, Roza, Avesta ve 8 yoldaşı da ülkemin bilinci ve halkımın vicdanı olarak en önde yürüyüp göklerin sonsuzluğuna gömüldüler. Onlar çağın dışına itilmiş bir halkın isyan feryatları ve özgürlük ısrarları olarak ne sınırları tanıdılar ne de cellatların ölüm fermanlarını... Özgürlük bir kavga ve yürek işiydi. Ve onlar bu yoldaki her mevziyi alın terleri ve al kanları ile kazandılar. Bundan dolayı bu yoldan durmak, dönmek yoktu umudun ve inancın savaşçılarının hayat kitaplarında.. Kazanılan mevziler ya özgürlük savaşçılarının mezarı ya da özgürlük bayrağının dalgalandığı birer burç olacaktı.
Şırnak Uludere`de 11 yoldaşımız, tam da sömürgeci cellatlara yakışır bir tarzda kimyasal silahlarla katledildi. Şimdi onlar her biri birer yıldız hüzmesi olarak ülkemizi aydınlatırken, aydınlananların sadece yürek, sadece vicdan sızısı ile sınırlı kalamaması lazım. Şimdi savaşı, kavgayı dağlardan hapsetmeye son verip Ege’ye, Marmara’ya taşırma zamanı. Şimdi Delila için, onun "jinê azad" diyen sesi için, başı gövdesinde koparılan yoldaşımız için, toprağın bağrına serilen 11 yoldaşımız için savaşma ve intikam alma zamanı. Şimdi inancın, umudun ve sevdanın savaşçılarına layık birer yoldaş olmanın günü...
Jêhat Bêrtî
Diriliş, birlik, enternasyonalizm, insan toplumu; Mayıs şehitlerini ya da Şanlı Şehitler Ayı Mayıs'ı en iyi anlatacak kavramlar olmaktadırlar. Çünkü Mayıs ayının şehitlere adanmasını sağlayan şahadetler gerçek ifadesini bu kavramlarda bulmaktadırlar. Kürdistan Devrimi'nin öncü örgütü PKK'nin oluşumunda atılan adımların başlangıcını teşkil eden seçkin insan Haki Karer şahsında enternasyonalizmi temsil ederken, Halil Çavgun ulusal dirilişin sembolü, Mehmet Karasungur da emperyalizm ve sömürgeciler tarafından parçalanarak yok edilmek istenen Kürdistan halkının birliğinin simgesi olmuştur. Diriliş, birlik ve enternasyonalizm kavramlarının ifade ettiği anlamların temsilcisi olan bu yoldaşlarımızın Önderliğimizin ışıklı yolunda bir araya gelmeleri ve varlıklarını adamaları ütopyalarını ortaya koymaktadır. Bu da Önderliğimizde ifadesini bulan Yeni İnsan toplumudur.
Güçlü bir miras üzerinde doğmamasına rağmen, verdiği mücadele ve bu mücadelede yarattığı doğru ideolojik, politik ve örgütsel önderliği ile kendisini ve Kürdistan halkını dünya kamuoyu ve ilerici insanlığa kabul ettiren PKK hareketi, vardığı bu noktaya mücadelesinde büyük kahramanlıklar yaratarak ulaşabildi.
Ağır koşullar içinden geçtiği bir dönemde, zulmün kaleleri olan cezaevlerinde yükselttiği direnişle bir dönemi kapatarak yeni bir dönemi başlatan PKK, çok güçlü hazırlıkla girdiği bu dönemde de en seçkin militan ve önderlerini şehit vermektedir. Açık ki, adımlarını henüz atmakta olduğu yeni dönemde verdiği şehitleri de, dönemin mücadele özelliklerine yaraşır direnişler yarattılar. Bu direnişler mücadelemize büyük atılım kazandıran ve bu anlamda belirleyici rolleri sürekli olan direnişlerdir, İşte partimiz, kurucu önderlerinden ve Merkez Komitesi Üyesi Mehmet Karasungur ve seçkin savaşçı İbrahim Bilgin yoldaşları da, böyle bir ateş hattı ve direniş içinde kaybetti.
Özgürlük mücadelemiz içinde birer dönüm noktaları olan ve ölümleriyle önemli sonuçlar yaratan şehit yoldaşlarımızdan bazılarının şehit düştükleri dönemi ve bu döneme damgasını vuran kişiliklerini tanımak, Özgürlük mücadelemizin içine girdiği bu yeni dönemi ve bu dönemde ortaya çıkacak direnişleri ve kişilikleri daha derin olarak anlamaya temel teşkil edecektir. Kısa bir zaman içinde bu kadar büyük bir eser yaratan şehit yoldaşlarımızın dökülen kanları, yeni dönemdeki direnişlerin de kaynağıdır.
PKK Şekillenmesinin Gerilla Öncüsü Mehmet Hoca
Silahlı mücadelemizin başlangıçtaki komutanlığını yapan Mehmet Karasungur yoldaş, 1947 yılında Bingöl'ün Kiğı ilçesi Darebi (Sütlüce) köyünde doğdu. İlkokulu kendi köyünde, ortaokul ve liseyi Bingöl'de tamamlayan Karasungur yoldaş, Erzurum Eğitim Enstitüsü Matematik bölümünü bitirdi. 1972 yılında Maraş'ta öğretmenlik yaparken devrimci faaliyetlerinden dolayı Hakkari'ye sürgün edildi. Daha sonraki yıllarda Şebinkarahisar'da öğretmenlik görevini sürdüren Karasungur yoldaş, 1975 yılında Bingöl Lisesi'ne atandı. Bingöl TÖB-DER şubesinin açılışına öncülük ederek, yönetiminde yer aldı.
Bingöl'deki görevi sırasında M. Hayri Durmuş yoldaş ile tanışan Karasungur yoldaş, 1976 yılında tutuklandığı karakolda emniyet müdürünü dövdüğü için koma haline gelinceye kadar dövüldü. Politik çalışmalarından dolayı deşifre olan Karasungur yoldaş, 1978 yılında Bingöl'ü ve öğretmenlik görevini bırakarak profesyonel devrimcilik yapmaya başladı.
1978-79 yılları, Türk sömürgecilerinin devrimci hareketi yok etmek doğrultusunda kesin hüküm biçtiği, ama aynı zamanda Kürdistan tarihinde devrimci bir partinin kurulmasının karar yıllarıydı. Birçok gücün içinde bulunduğu olumsuzluğa rağmen, bu yıllarda kahramanca bir çıkış yapılmalıydı. Fakat böyle bir çıkış, yürekli önderler ve militanlar isterdi. İşte Mehmet Karasungur yoldaş, böyle bir anın güçlü kişiliğidir. O, PKK'nin ilanında ve direniş çizgisinin hayata geçirilmesinde en küçük bir tereddüt taşımadığı gibi, en ileri hatlarda görev almayı ve bu görevleri bizzat militanca yerine getirmeyi de en şerefli işlerden birisi olarak görmüş, bu anlamda da PKK'nin doğuşundaki tarihsel rollerden birisini oynamıştır.
Mehmet Karasungur yoldaş, PKK tarihinde ve çağdaş ulusal kurtuluş mücadelemizde Hilvan, Siverek ve giderek tüm ülke çapında yaygınlaşan direnişin temel cesaret, fedakarlık ve bilinç kaynaklarındandı. Bu yıllarda, devrimci bir partinin şekillenmesinde olduğu kadar, direniş çizgisinin (ki onsuz devrimci bir parti olunamaz) yaratılmasında bu adımlar atılmasaydı, PKK pratiğinin de bir anlamı olmayacaktı. Eğer daha sonraki yıllara damgasını vuran bir direniş çizgimiz ve direnişin önderliği oluştuysa, Mehmet Karasungur yoldaşın böyle bir oluşumdaki payı gerçekten tarihseldir.
Mehmet Karasungur yoldaş, PKK'nin gerek ideolojik önderlik çizgisinin ve gerekse direnişçi politik önderlik çizgisinin gelişmesinde başından beri yer alarak, halkımızın her sınıf ve tabakasından birçok insana cesaret vermiş bir halk önderidir. Hilvan ve Siverek direnişlerinin de örgütleyicisi olan Mehmet yoldaş, aynı zamanda en tehlikeli noktalarda elde silah eşkıya çetelerine ve sömürgeci kolluk kuvvetlerine karşı büyük çatışmalara giren ve usta taktikleriyle düşmana büyük kayıplar verdiren, cesareti, bilinci ve ataklığı ile düşmana korku salan büyük bir komutandı.
O, partinin doğmasında olduğu kadar, daha sonraki gelişim sürecinde de partinin yeni döneme ilişkin derinleşen ve genişleyen ideolojik-politik-askeri önderlik çizgisini en üst düzeyde kavramış, bunu coşku ve kararlılıkla hayata geçirmesini bilmiştir. Bu yönü o kadar açıktır ki, bu yıllarda tüm Türkiye ve hatta Ortadoğu'da birçok örgüt ve önderde görülen yılgınlık, kendini dağıtma gibi hastalıkların adeta panzehiri olmuştur.
12 Eylül sonrasında görevli gittiği İran ve daha sonra Irak Kürdistan'ındaki çalışmalarıyla Mehmet yoldaş, mücadelemizin o alanın olanaklarından yararlanmasının koşullarını yaratmıştır. Kuzey-Batı Kürdistan'daki devrimci mücadelenin, Kürdistan'ın diğer parçalarıyla mutlaka ittifaka gitmesi gerektiğini pratik çalışmasıyla gösteren Mehmet yoldaş, bir yazısında şöyle yazıyor:
"Kuzey-Batı Kürdistan'daki devrimci önderliğin diğer parçalar üzerindeki etkinliği ve rolü dikkate alınarak zamanında gerekli tedbirler alınmalı, insanlarımız bu doğrultuda eğitilmelidir..."
PKK hareketinin Kuzey-Batı Kürdistan'daki proletarya direnişçiliğini diğer parçalara da taşıran Mehmet yoldaş, bu parçalardaki burjuva-feodal önderliğin geneldeki Kürdistan kurtuluş mücadelesine büyük zararlar verdiğini belirtirken ise şunları yazıyordu:
"Doğu Kürdistan'daki burjuva-feodal önderlik salt kendi alanında tahribat yaratmakla kalmadı. Kürdistan'ın diğer parçalarındaki bazı burjuva, küçük-burjuva örgütleri de yanına alarak tahribatlarının sınırlarını daha da geliştirdi. Avrupa sosyal-demokratlarıyla ve bölge gericileriyle karmaşık bağlantılar içine girdiler. Tüm Kürdistan’ı emperyalizmin en hain komploları için elverişli bir alan haline getirmek istediler. Bu tavırları önemli oranda teşhir ve tecrit olmasına rağmen, hala da sürdürmektedirler"
Kürdistan'da bugüne kadar bir türlü gerçekleşemeyen ulusal birlik, cephe vb. için uzun zamandan beri çaba sarfeden partinin bu konudaki anlayışını hayata geçirmek için büyük tehlikeleri göze alarak, bu yolda şehit olan ölümsüz önderlerimizden Mehmet Karasungur yoldaş, kendi tecrübelerine dayanarak şu belirlemeleri yapmıştı:
"... Yüzyıllardır ulusal ve sosyal gelişmesi engellenmiş, iç dinamikleri büyük tahribatlara uğratılmış ve tam bir örgütsüzlüğün içinde tutulmuş Kürdistan halkının örgütlü birliği önünde büyük engellerin olması kaçınılmazdır. Birliğin önündeki engeller, zorlukların bilincinde olarak sabırlı, kesintisiz bir çalışma yürütülerek, doğru taktik ve manevralarla kaldırılmalıdır. Gerçek bir birliğin birkaç aydının masa başında imzalayacağı protokollerle sağlanamayacağı, mücadelenin ateşi içinde başarıyla gerçekleştirileceği tartışılamaz. Halkın devrimci gücünü bölenlerin her türlü oyunları boşa çıkartılabildiği oranda, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi en geniş boyutlara ulaşacaktır..."
Mehmet Karasungur yoldaş, en son olarak bulunduğu Güney Kürdistan'da ise, yıkılmanın eşiğine gelmiş Saddam rejiminin zayıflığından yararlanmak gerektiğini söyleyerek, şunları belirtiyordu:
"Güney Kürdistan 'da şu an sıcak savaş durumu vardır. Oluşturulan asgari birliği güçlendirmek, bölücü davranışları engellemek için çaba gösterilmelidir. Savaş şartlarının bulunduğu, ilerici güçlerle gerici güçlerin Irak üstünde boy ölçüştüğü, birbirlerini yok etmeye çalıştığı bir aşamada, birlik ve mücadelenin yükseltilmesine hizmet etmeyen her davranış ve düşünce, doğru temellerden kaynaklandığını iddia etse de, devrime zarar vereceği bilinmelidir."
Silah Arkadaşı
Erdal yoldaş, Kuzey Kürdistan’ın Pazarcık yöresinde dünyaya gelmiş ve yaşamla tanışmıştır. Pazarcık yöresi, daha hareketimizin ideolojik grup döneminde mücadelemize açılan, Haki Karer, Kemal Pir gibi birçok önder devrimcinin emeğiyle yoğrulan ve bu emek temelinde Apocu hareketle erkenden tanışıp katılım gösteren, hareketimizin kitlesel tabana ulaştığı ilk bölgeler arasında yer alan bir yöremizdir. Mücadele tarihimiz boyunca, bu zemin üzerinden mücadeleye katılarak önemli bir militan performans ve pratik sergileyen birçok yoldaşımız olmuştur. Bese Anuş’tan Abbaslara kadar birçok devrimci militanın çıktığı ve yüzlerce şehit veren, bu topraklarda yetişen, gücünü bu toprakların zengin birikiminden alan ve devrimci militanlaşmada zirveleşen Erdallar da ortaya çıkmıştır.
Birinci Erdal (Mustafa Yöndem), daha hareketin ideolojik aşamadan politik aşamaya geçtiği süreçlerde harekete katılmış ve onun etkin bir militanı olmayı başarmıştır. 1980 cunta darbesinden sonra yaşanan geri çekilme sürecinde Filistin-Lübnan sahasında eğitime alınan kadrolar arasında Erdal yoldaş da yerini almıştır. Askeri kişiliği, disiplinli yaşamı, yetkin ve keskin devrimci militan duruşuyla öne çıkan Erdal (Mustafa Yöndem) yoldaş, geri dönüş sürecinde ülkeye ilk yönelen gruplar içerisinde yer almıştır. Kürdistan’ın Botan yöresinde yürüttüğü faaliyetlerle iz bırakan ve gerillanın Kürdistan’da kalıcı bir biçimde oturtulmasında önemli bir role sahip olan birinci Erdal’ın şahsında, yaşamında ve eyleminde yaşanan, tek kelimeyle bir yiğitleşme olmuştur. O, yiğit bir asker ve komutan olabilmeyi, ilk başaranlardan birisi olmuştur. Agit yoldaşla birlikte şanlı 15 Ağustos Atılımı’nda Eruh eyleminin planlayıcılarından birisi olmuş ve bu eylemde, Agit yoldaş eylemin komutanı ve koordinesiyken, Erdal yoldaş da saldırı kol komutanı olarak görev üstlenmiş ve bu görevi yüksek bir saldırı ruhu, cesaret ve kararlılıkla başarmıştır. Öyle ki, Eruh’taki merkez jandarma karakolunu 1,5 dakikada ele geçiren, cesareti, sürati ve temposu ile düşmanı adeta şaşkına çeviren yılmaz bir komutanımızdır.
Pazarcık zemininden çıkış yapan ve bu biçimde yiğitleşerek komutanlaşan birinci Erdal’ın en yetkin takipçisi de ikinci Erdal olmuştur. Ve zaten ikinci Erdal, birinci Erdalın takipçisi olmayı çok bilinçli bir biçimde kendisine temel bir amaç olarak esas almış ve bunu bilinçli bir tarzda pratiğinde yaşamsallaştıran bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. İki Erdal’ın da Pazarcık yöresinden çıkarak aynı şekilde Botan alanında komutanlaşmayı, yiğitleşmeyi başarmış olmaları, kendi başına üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir olaydır. Her ikisininde çıktığı yer Pazarcık olurken, komutanlaşma sahaları, Agitlerin diyarı Botan olmuştur. Bu, çok bilinçli bir tercihtir. Özellikle ikinci Erdal için, birinci Erdal’ın takipçisi olarak bilinçli yapılan ve uygulanan bir tercih olduğu açık bir gerçekliktir. Agitlerin yoldaşı olabilmiş ve onun izinde komutanlaşmayı başarmış ve yiğitleşme örneği olmuş iki Erdal da, aynı zamanda Kuzey Kürdistan’ın batı ucundan doğu ucuna doğru bir köprü olarak ulusal birliğin ve bütünlüğün en güçlü örnekleri olmuşlardır.
İkinci Erdal, Engin Sincer yoldaş, daha küçük yaşta ailesinin bulunduğu Avrupa’ya götürülmüş, öğrenimini Avrupa’da sürdürmüştür. Avrupa ortamında da birçok Avrupalı arkadaş edinmiş ve kendisi ülkeye döndükten sonra da bu arkadaşlarının Erdal yoldaşa bağlılıklarını sürdürdüğüne yakın çevresinin tanık olduğu sağlam dostluklar kurmuştur. Yörenin, çevrenin ve ailenin yurtseverlik konumundan etkilenen Erdal yoldaş, her ne kadar liseyi Almanya’da bitirmiş, belli bir kültür düzeyine ulaşmış, Avrupa ve birçok çevrede dostlar edinmişse de, onun kalbi, egemenlik altında olan ülkesi için çarpmakta, ülkesine ulaşabilmek için büyük bir heyecanla devrimci sempatizanlık faaliyetlerine tüm gücüyle katılmaktadır. 1988-89 yılından sonra elindeki bütün kişisel yaşam olanaklarına rağmen o, ülkesinin bir kadrosu olmak, Apocu hareketin iyi bir militanı olmak için profesyonel devrimciliğe adım atarak ilk temel eğitimini 1990 yılında Avrupa’da görmüş ve profesyonel devrimci yaşam sürecine girmiştir. Kültür birikimi ve yabancı dil bilgisinden ötürü ilk profesyonel devrimci faaliyeti, dış ilişkiler bürosunda diplomasi faaliyeti ile başlamıştır. Çok genç yaşta olmasına rağmen, Avrupa’daki bütün dış ilişki büroları tarafından aranan ve kendi bürolarında görev alması için hakkında istek ve öneride bulunulan bir arkadaştı. Candanlığı, can yoldaşlığı, samimiyeti, zekiliği, düşüncedeki üretkenliği, girişimciliği, keskinliği ve kararlılığı, daha ilk yılında dikkat çekici özellikleri olarak göze çarpmıştır. Ama o, Avrupa’da yürüttüğü faaliyetlerle tatmin olmamış, ülke sahasına gelmek ve Önderlikle buluşmak için sürekli öneri ve dayatmalarda bulunmuş ve sonunda 1992 yılının ortalarında Önderlik sahası olan Mahsum Korkmaz Akademisi’ne gelerek burada kısa süre Önderlik eğitimini almıştır.
Hareketimiz üzerindeki uluslararası komplo ilk olarak 1992 yılında devreye girmiş ve bu komplonun ilk eylemi, Lübnan’da bulunan Mahsum Korkmaz Akademisi’ni kapatmak olmuştur. İşte o süreçte akademinin bir öğrencisi olan Erdal yoldaş, diğer akademi öğrencileriyle birlikte Güney Kürdistan’a doğru yola çıkmıştır. Aynı süreçte, uluslararası komplonun devamı olarak Güney Kürdistan’da bulunan üstlenme sahalarımıza hem güneyli güçler, hem de Türk ordusu tarafından güneyden ve kuzeyden kapsamlı bir saldırı başlatılmıştır. Mücadele tarihimize Güney Savaşı olarak geçen bu savaş sürecinin başladığı süreçte Erdal yoldaş da içinde bulunduğu grupla birlikte Güney Kürdistan’a geçiş yaparak daha savaşın ilk günlerinde Haftanin cephesine ulaşmış ve hemen savaş birliklerinin mevzilenmesinde yerini almıştır. Daha ilk gününde, içinde bulunduğu birliğin mevzilendiği alana ihanetçi güçlerin gerçekleştirdiği bir saldırıda, Avrupa’dan beraber geldiği ve aynı mevzide savaştığı Rızgar yoldaşı şehit düşmüş ve kendisi de hafif bir şekilde yaralanmıştır. Avrupa’da büyümüş ve okumuş olmasına karşın, ülkeye ayak bastığı ilk gün böyle bir olayla karşılaşmış olması karşısında hiçbir sarsılmaya uğramadan yüksek bir moral ve coşkuyla savaş birliklerinde savaşmayı sürdürmüştür. Ülkeye ilk ayak basmasıyla birlikte karşılaştığı bu ihanet saldırısına karşı doğru devrimci ilkesel tutumunu daha da pekiştirerek her türlü ihanetçi, çizgi dışı yaklaşıma karşı sağlam bir militanlaşmanın mayasını bu ilk pratiği ile birlikte daha güçlü bir biçimde atmıştır. Bundan sonra bütün devrimci mücadele yaşamı boyuncu her türlü ihanetçiliğe, ilkel milliyetçiliğe, çizgi dışı eğilime karşı, keskin tavrıyla tanınan öncü kadrolardan biri haline gelmeyi başaran bir kişilik olmuştur.
Erdal yoldaş, farklı bir kültürden ve ortamdan gelmiş olmasına rağmen, devrimci savaş pratiğini yürüttüğü Botan alanında çok kısa bir sürede kendisini kabul ettirmeyi başaran bir pratiğin sahibi olmuştur. İlk görevine manga komutanlığından başlamış, daha sonra takım, bölük ve tabur düzeyine kadar tempolu bir gelişmeyi yaşayarak savaş pratiği içerisinde gösterdiği beceri, yetenek, cesaret ve taktisyenliği ile tüm savaşçı yapısı için güven kaynağı ve aranılan bir komutan düzeyine ulaşmıştır.
İlk profesyonel devrimci faaliyetinin başladığı diplomasi alanında göreve başlarken de, askeri faaliyetler içerisinde manga komutanı olarak görevliyken de, değişik sorumlular ve komutanlar tarafından “Bu yoldaş yanımıza gelmeli, yanımıza gelirse birçok katkısı olur” şeklinde istekte bulunulan, aranan bir kişilik olduğunu göstermiş olması, çarpıcı bir özelliği durumundadır. Bu nedenle gittiği her yerde ilgi gören, ilgi gösteren, mütevazı duruşuyla herkesle, her sınıftan gelen arkadaşla kaynaşabilen, onları doğru devrimci çizgiye çekmede oldukça başarılı bir komutanlık, yöneticilik performansını gösteren yoldaşlarımızdan birisi olmuştur. Bu gelişkin özelliklerinden ötürü, tabur komutanı olarak görev yaptığı ve Cudi alanının sorumluluğunu yürüttüğü süreçte gerçekleşen PKK VI. Kongresi’nde büyük bir oy çoğunluğuyla Merkez Komite üyeliğine seçilmiştir. Daha sonra, 99 yılının o zorlu sürecinde, uluslararası komplonun Önderliğimizi esaret altına aldığı bu zorlu dönemde Erdal yoldaş, Gabar ve tüm Mardin eyalet sorumluluğunu üstlenerek komploya karşı devrimci duruşun sergilenişinde temel bir köşe taşı olmayı başarmıştır. 99 yılının sonuna doğru gelindiğinde gerçekleştirilen PKK Olağanüstü VII. Kongresi’nde de yeniden PKK Merkez Komite üyeliğine seçilen Erdal yoldaşın düzenlemesi, devrimci faaliyetleri orada devam ettirme göreviyle Avrupa alanına yapılmıştır.
Birçok kadronun sallantıda olduğu, hareketimiz içerisinde dalgalanmaların yaşandığı bu kritik süreçte o, temkinli ama aynı derecede de kararlı duruşuyla çevresine güç veren, doğru çizgiyi dayatan bir duruşun sahibi olmuştur. Erdal yoldaşın bu duruşu, her ne kadar o dönemde herkes tarafından tam olarak anlaşılmamış olsa da, o, 2000, 2001 ve 2002 yılları boyunca, bulunduğu Avrupa alanında göstermiş olduğu çaba ve sarsılmaz kararlılık ile çizgiye ve Önderliğe bağlılığının derinliğini pratikte ortaya koyan bir kişilik olmuştur. PKK VIII. Kongresi’nde de, KADEK Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen arkadaşlardan birisi olan Erdal yoldaşın Avrupa’daki üç yıllık faaliyet süreci boyunca diplomasi, KNK Yürütme Konseyi Üyeliği, Avrupa Yürütme Üyeliği ve kitle faaliyetleri gibi birçok alanda göstermiş olduğu öncü militan düzey ve yürüttüğü faaliyetlerin izi yıllarca silinemeyecek düzeyde belirgin bir etki bıraktığı kesindir. Özellikle uluslararası komplonun dağıtıcı, yıkıcı etkisinin yoğun olduğu o süreçte, Erdal yoldaş toparlayıcı, birleştirici kişiliğinin yanı sıra hiçbir savrulmaya uğramadan yürüttüğü başarılı pratiği ile tüm arkadaş ve çalışan yapısı ile yurtsever halkımız açısından en büyük birleştirici öğe olabilmiştir. Erdal yoldaş Avrupa çalışmalarında, üstelik de oldukça kritik bir süreçte sergilediği bu duruş ile, hem mücadele birikim ve değerlerimizin temsilciliğini yapmış; hem de her türlü gelişme ve yeniliğe başarıyla uyum gösterebilen Apocu militan özelliklerini sergileyebilmiştir. Belki mütevazi kişiliği nedeni ile kendisinin ve çalışmalarının tanıtıcısı, hatta deyim yerindeyse reklamcısı olmamış ama Apoculuğun o sessiz, derinden, kalıcı çalışma yürütme özelliğinin en eşsiz örneklerinden biri olmayı başarmıştır. Nitekim Avrupa çalışmalarımızda yeralan en eski yurtseverlerden, en yeni kadro adaylarına, Kürdistan’ın dört parçasından ve değişik siyasi geleneklerden gelen KNK üyelerinden Avrupalı dostlara kadar çok değişik kesimlerin gönüllerinde taht kurması bunun en açık ifadesidir.
Sürükleyici ve toparlayıcılığıyla Avrupa’daki faaliyetlerimizin toparlanmasında en önemli rolü üstlenen bir yoldaşımız olan Erdal yoldaş, 2003 yılı ortalarında tekrardan geldiği ülke sahasında, son gerçekleşen KADEK Yönetim Kurulu Toplantısı’na katılmış ve bu toplantı ile birlikte, düzenlemesinin çok sevdiği gerilla faaliyetlerine olması, onu oldukça sevindirmiştir. Bu temelde, büyük bir istek, çoşku ve moralle dopdolu olarak HPG askeri faaliyetlerine katılmıştır. Yeniden döndüğü HPG faaliyetlerinde çalışma yürüttüğü 15 günlük süre içerisinde göstermiş olduğu performans, tempo, yüksek moral ve coşkusuyla, kısa sürede Anakarargah sahasında bulunan bütün savaşçı ve komuta yapısı tarafından sevilen, güler yüzlü komutan olmayı başarmıştır. HPG’de Askeri Konsey Yürütmesi ve HPG Genel Komutanlık yardımcısı olarak görev yürütürken şahadete ulaşmış olması, bütün HPG yapısı ve tüm KADEK militanları için büyük bir üzüntü yaratmakla birlikte, tüm yapımız ve herkes için bir mesaj niteliği taşımıştır. Erdal yoldaşın şahadeti, yeni dönemde tüm HPG güçleri için, dönem görevleri üzerine hangi kararlılık ve moralle, hangi cesaretle, hangi tarz ve tempoyla yürünmesi gerektiğine dair bir mesaj olmuştur.
Erdal yoldaşın HPG’de yürüttüğü 15 günlük faaliyetlerin toplamı, yeni dönem çalışmasının perspektifi ve talimatı durumundadır. Onun tutturduğu tempo, tarz, keskinlik ve yetkinlik, hepimiz için her zaman rehber olacak düzeydedir. Bu yüzden bu dönemde gerçekleştirdiğimiz HPG II. Konferansı, şehit Erdal yoldaşın naaşının konferans salonuna getirilmesi ve onun önünde saygı duruşu ile başlatılmış, yeni dönem komutanlaşmasının sembolleşen ismi ve kişiliği olarak kabul edilmiş, bütün HPG çalışmalarında mücadeleyi yükselterek anısını yaşatma andı içilmiştir. Bütün birliklerde, anıya bağlılık yeminleriyle ölümsüz komutan Erdal yoldaşın mücadelede yaşatılacağının ve dönemin öncü komutanı olarak emir ve talimatlarını doğru bir biçimde pratikleştirileceğinin andı içilmiş ve sözü verilmiştir. Nitekim, konferansın devam eden tartışmalarında, Erdal yoldaşın meşru savunma çizgisinin öncü komutanı olarak ilan edilmesi kararı alınmış ve aynı dönemde şehit düşen Mahir yoldaş ile birlikte, oy birliği ile HPG Meclisi’nin onur üyeliğine seçilmişlerdir. Nasıl ki, halk savaşı sürecinin komutanı Agit yoldaş olduysa, meşru savunma savaşının komutanı da Erdal yoldaş olmuştur.
Bununla birlikte Erdal yoldaşın beklenmedik bir anda ve umulmadık bir yerde şehit verilmesinin nedenleri üzerinde durulmuş, gerçekleşen olayın biçimi ne olursa olsun, sorgulanması, yargılanması ve zemin olma anlamında görülmesi gereken öncelikli anlayış, klasik, düz, tedbirsiz, denetimsiz komuta anlayışıdır. Bu noktada, hepimizin ve orada bulunan tüm komuta yapısının yetersiz yaklaşımı söz konusudur. Erdal yoldaşın şahadetinin verdiği mesajın gereklerini yerine getirmek ancak, burada yaşanan yetersiz yaklaşımı ve bu klasik komuta gerçeğini olmazsa olmaz kabilinden aşma temelinde daha yoğun ve yetkin bir mücadeleyi geliştirmekle mümkün olacaktır. Bir bütün olarak olay ve olay esnasında yaşananlardan çıkarılması gereken önemli dersler ve sonuçlar vardır. Erdal ve Xelat (Xoraman Ali) yoldaşları böylesi bir zeminde kaybetmiş olmamız, bizler için çok ciddi ve acı verici bir ders olarak belleklerimize kazınmıştır. Erdal ve Xelat yoldaşlar, tedbirli olmanın, salt savaş ve eylem pratiğinde değil, yaşamın her alanında, her koşul altında zorunluluğunu; detaylarda derinleşip her şeyi daha planlı ve daha denetimli bir şekilde pratikleştirme gerekliliğini bir kez daha en çarpıcı bir şekilde ortaya koymuşlardır. Bütün bunların olmaması halinde, her zaman bu tür olasılıklarla karşı karşıya gelebileceğimizi görmek, burada yaşanan hataları doğru tespit etmek ve bu temelde askeri düzen ve sistemle detayda ilgilenen, her şeyi planlı ve incelikli ele alan bir yaklaşımı esas almak gerekmektedir. Örgütsel düzenleniş açısından çıkarılması gereken bu derslerle birlikte, olayın mahiyetini daha derinliğine kavrama ve bu temelde Apocu militan çizgiyi, komuta gerçeğini oturtma görevi ile karşı karşıya olmamız da inkar edilemez ve mutlaka yerine getirilmesi gereken bir gerçekliktir. Bu noktada, şehit Erdal ve şehit Xelatların kanı yerde kalmamalıdır ve kalmayacaktır. Bu olay büyük bir derse dönüşerek her türlü çizgi dışı, çeteci klasik anlayışa karşı yetkin bir mücadele ile doğru komutanlık performansını yakalama esas alınmalıdır. Şehit Erdalları ve Xelatları ancak bu temelde adlarına layık bir biçimde mücadeleyi yükselterek yaşatabiliriz.
Bunun için de, mücadele tarihimiz boyunca Önderliğimizin çizgisinde yürüyen Agitlerin, Zilanların ve Erdalların Apocu militan çizgisiyle, bunun karşıtı olan geri, klasik çeteci çizginin mücadelesinde Apocu çizginin hakim kılınması ile safların netleştirilmesi ve Apocu militan ruhla donanmış komuta ve ordu gerçeğine ulaşılması görevlerini bu olay bir kez daha önümüze koymuştur. Saflarımızın hiçbir muğlaklığa yer vermeyecek bir tarzda netleştirilmesi, Önderliğin ve şehitlerimizin çizgisinde yetkince yürüyen, iç mücadeleyi bu temelde geliştirerek netleşmeyi esas alan, netleşmiş bir yapılanma ile dış mücadeleyi en yetkin bir biçimde geliştiren bir örgütsel yapıya ulaşma görevi Erdal yoldaşın bizlere verdiği talimatın esasını oluşturmaktadır. Hareketimiz, bir bütün olarak çizgi dışı anlayışlara karşı mücadelede önemli bir başarıyı sağlamış olmasına rağmen, Erdal ve Xelat yoldaşların anılarına ancak, içimizde kalıntı biçiminde de olsa varolan geri, duyarsız, tedbirden uzak yaklaşımlar ile çizgi dışı çeteci eğilimlere karşı yetkin bir mücadele ile safların berraklaştırılması görevini tam ve yeterli bir biçimde yerine getirerek layıkıyla sahip çıkılabilecektir. Erdal ve Xelat yoldaşların bu biçimdeki şahadetleri ve tarihin bu önemli döneminde gerçekleşen bu olayın bizlere verdiği mesajı doğru kavrama ve bu temelde iç-dış mücadeleyi yetkinleştirerek şehitlerin çizgisinde yılmaz ve yenilmez bir ordu gerçeğine ulaşma temelinde mesajın pratikleştirilmesinin gereklerini yerine getirmekle karşı karşıya bulunmaktayız.
Erdal yoldaşın katılım ve gelişme çizgisi tüm yapımız ve Kürdistan gençliği için örnek alınması ve esas alınması gereken bir çizgidir. Dürüst ve samimi bir biçimde inanarak ve hiçbir bireysel kaygı taşımadan katılımın gerçekleştiği yerde kişinin kendi öz emeğine dayanarak kendi kendini geliştirip büyütebileceği, Erdal yoldaş şahsında kanıtlanmış bir gerçekliktir. Bu noktada Erdal yoldaşın katılım çizgisi ve militan yaşamı çarpıcı bir örnektir. O, Avrupa’da iyi bir siyasetçi ve diplomat, Kürdistan’da, Botan dağlarında ise iyi ve yetkin bir komutan olabilmiş, çok yönlülüğü kişiliğinde yaşamsallaştırarak öncü militan, komutan kişiliğini temsil edebilmiş, bu noktada Apocu çizgide mevzilenerek ölümsüzleşen bir düzeye erişmiştir. Erdal yoldaş, Apocu önderliksel hareketin yetiştirdiği militan önder kadronun, insani yetenekleri ayaklandırarak iradeleşmeyi ve büyümeyi esas alan kahramanca yürüyüşünün son halkası durumundadır. Erdal yoldaşı öncelikle bir komutan olarak tanımlamak, ona öyle yaklaşmak daha doğru ve isabetli bir tanımlama olacaktır. Apocu çizgide derinleşen, onun ideolojik, politik ve felsefi gerçeğinde yoğunlaşan komutalaşmış bir kişilik, gerektiğinde bir siyasetçi, gerektiğinde bir halkçı, propagandacı, gerektiğinde bir diplomat olabilecek bir düzeye erişmiş demektir. Çünkü bu ideolojik-politik derinliğin özümsenmesi, uygarlaşma, iradeleşme, özgürleşme, eşit-özgür bakış açısına ulaşma ve bireyselleşmenin toplumsallaşma ile optimal bir dengeyi sağladığı uyumlu, kollektif bir yaşam tarzına ulaşma anlamına gelmektedir. Ve bu da, yaşamın her alanında, sanattan spora, kültüre; kültürden çevre sorunlarına kadar her konuyla ilgili, bilinçli, öngörülü, duygu ile dopdolu bir kişiliğin şekillenmesine giden yola girmek anlamına gelmektedir.
Yoldaş canlısı olan Erdal yoldaş, yoldaşa bağlılık, sevgi, saygı ve ölçülü yaklaşımda kusursuz bir insan tiplemesini kendi şahsında gerçekleştirmiştir. Zorluklar karşısında pes etmeyen, hiçbir zaman kararlılığını yitirmeyen, her koşul altında yüksek bir moral, güleç bir yüz ile sorunlara yaklaşıp çevreye moral saçan, etrafını moralize eden, esprili yaklaşımlarla yaşamı renklendiren ve güzelleştiren, üslubuyla yoldaşlık ortamını güvenli ve çekici kılan, tarzıyla da partileşme yaşamının en uygun bir temsilcisi olan bir düzeye ulaşmıştır. Bütün mücadele yaşamı boyunca, Erdal yoldaşın tarzından rahatsız olan, kırılan bir kimse ortaya çıkmamıştır. Herkesle diyalog kurması, özellikle mütevazılığı, açık sözlülüğü ve halkçı özelliği ile gerçek bir halk önderliğini temsil eden bir performansı yakalamıştır. Zeki ve çalışkan, hiçbir zaman önündeki çalışmayı ertelemeyen, onu başarmak ve bitirmek için canla başla çalışan, bu anlamda yüksek bir tempoyla birçok çalışmayı birarada yürütebilme becerisine ulaşmış bir düzeyi söz konusu olmuştur. Bütün bu kişilik özellikleri bir araya gelince Erdal yoldaşı ancak ‘şeker gibi bir arkadaş’, ‘hevalekî şekire’ diye tanımlamak en uygun olan bir tanımlama olarak ortaya çıkıyor. Bu da acımızı ve ona olan borcumuzu çok daha büyütüyor.
Erdal yoldaş, ülke ve halk sevgisi yüksek olan bir yoldaşımızdı. Temelde kültürünü Avrupa okullarından almış olmasına rağmen, ülke topraklarında yaşamak, yoldaşlar arasında bulunmak ve savaş ortamını yaşamak onun için en büyük haz ve mutluluk kaynağı olmuştur. Bu noktada çarpıcı bir örnek verilebilir; 92 yılında, Avrupa’daki dış ilişki faaliyetlerini yürüten ve içlerinde Erdal yoldaşın da bulunduğu bir grup arkadaş olarak ülkeye gelmelerinden sonra, 93 yılında yabancı dil bilen ve diplomasi faaliyetlerinde tecrübeli olan bu arkadaşların tümü, Avrupa örgütümüz tarafından geri istenmişti. Bu arkadaşların hemen hemen hepsi diplomasi faaliyeti yürütmek üzere tekrar Avrupa’ya gönderilmesine rağmen, böyle bir durumun olduğu Erdal arkadaşa iletildiğinde, “Benim için bir daha oraya dönmek, ülke topraklarından ve gerilla yaşamından kopmak asla söz konusu bile olamaz.” diyerek konuyu hiç tartışmak dahi istememiştir. Ülkeye ve mücadeleye bu kadar sevdalı ve bağlı; insan, ülke, yoldaş sevgi ve saygısı yüksek bir kişiliğin Apocu militanlaşma ve komutanlaşma gerçeğinde derinleşip yükselişi yaşayacağı aslında o zamanda dahi görülebilen açık bir gerçeğiydi. Nitekim pratik süreç, Erdal yoldaşın bu doğrultuda seyreden bir gelişim çizgisini izlediğini ortaya koymuştur. Sözünü ettiğimiz bu kişilik özellikleri, Parti Önderliğimizin, bir komutanda ve militanda olması gereken özellikler olarak formüle ettiği kişilik özellikleridir. Bu kişilik özellikleri ile birlikte, net bir askeri bakış açısı, kültürlü ve disiplinli yaşam anlayışı, askerileşmede olması gereken planlı hareket tarzı, sistemli bakış açısı ve örgütlülük, Erdal yoldaşta en baştan itibaren gelişim gösteren özellikler olmuştur. Bütün bunlarla birlikte, keskin ve sonuç alıcı bir vuruş tarzına, ruhuna, cesaretine ve pratik becerisine sahip bir askeri komuta kişiliğine ulaşmış, böyle bir düzeyi kendi şahsında ortaya çıkarmıştır. Erdal yoldaşın savaşta koparıcılığı ve etkili vuruş tarzı daha ilk süreçlerde öne çıkan birer özellik olarak göze çarpmıştır. 1994 yılında Eruh’a bağlı Serxatê taburuna yönelik eylemde ortaya koyduğu koparıcı ve sonuç alıcı vuruş tarzı, bu konudaki yetenek ve cesaretini en iyi sergileyen bir örnek olarak değerlendirilebilir.
Erdal yoldaş, sadece askeri bakış açısı, disiplin anlayışı, sistemli yaklaşımı, ilgilenen, eğiten tutumuyla bir öncü komuta düzeyini yakalamamış, aynı zamanda savaşta zekasını da kullanarak hep ifade ettiğimiz beyni ve yüreği ile savaşma tarzını temsil etmiş, kendi çapında ne denli bir taktisyen olduğunu pratiği ile ortaya çıkarmıştır. Taktiksel açıdan mücadelemizin en çok zorlandığı 1996 ve 97 süreçlerinde nasıl ki Zilan yoldaş gerçekleştirdiği intihar eylemiyle bir taktiksel çıkışı yaparak temsil ettiği ruh ve eylemi ile sürecin önünü açmışsa, 97 yılı boyunca Gabar alanında bölük komutanı olarak bulunan Erdal yoldaş da, Gabar alanında yaşanan yoğun alt yapı sorunlarına rağmen, gücünü her zaman moralize etmiş, en iyi bir biçimde örgütleyerek askeri sistem ve taktik doğrultusunda yoğunlaştırıp taktikte ileri düzeydeki açılımlar ortaya çıkarmıştır. 97 yılı boyunca Gabar alanında gerçekleştirdiği onlarca eylemde, hiç kayıp vermeden kesin sonuç alıcılığı esas alan bir pratiği ortaya çıkarmıştır. Savaş taktiği üzerinde yoğunlaşarak taktikte zenginliği yakalama ve tekniği en iyi bir biçimde kullanıp taktiğin hizmetine sunma noktasında örnek bir komuta kişiliğini sergilemiştir. 97 yılında Gabar’da geliştirdiği taktiksel açılım ve eylemsel çıkışlar ile önemli taktiksel yenilikleri ortaya çıkarmıştır. Bu süreç, gerçekleştirdiği birçok eylemde gücünü hiç riske sokmadan, tekniği etkili bir biçimde kullanıp hedefi imha eden, imha ettikten sonra da gidip malzemeyi alan, sonuç alıcı ve kesin vuruş tarzını uygulayabilen bir komuta kişiliği ve taktisyen olma gerçeğini pratikte en iyi yansıtan eylemsellikler süreci olmuştur. Onun 97 yılında geliştirdiği bu taktik açılım ve tekniğe dayalı sonuç alıcılığı, bugün eğitsel faaliyetlerimizin ana hedefi durumuna getirmiş bulunmaktayız. Şimdi birçok özel birliklerde, askeri akademide ve yine değişik eğitim birimlerinde, 97 yılında Erdal arkadaşın uyguladığı taktik düzeyi yakalamak için yoğun eğitsel faaliyetler yürütülmektedir. Ama o, bu sisteme ve bu düzeye daha 97 yılında ulaşarak bu konuda taktik öncülüğü yapmış, pratiği ile bizlere yol göstermiştir. Taktik ustalığı, vuruş gücü ve sonuç alıcılığı olan bir komuta düzeyini temsil edebilmeyi başaran bir yoldaşımız olmuştur.
Erdal yoldaş, yapısını eğiten, yapısıyla kaynaşan, halkçı kişiliği ile tüm yapıyı yoğunlaşmaya sevk eden duruşuyla Önderliğimizin talimatlarında dile getirdiği “Bir komutan kendisini şerbet yapmalı ve yapısına içirebilmelidir” talimatına ve perspektifine tam uygun bir komuta kişiliği olmuştur. Yapısı tarafından en çok sevilen, sayılan ve yapısıyla çok sıkı bir biçimde sıkı yoldaşlık bağları ile bütünleşen bir komuta düzeyine ulaşmıştır. Bu anlamda genelden detaya kadar bütün sorunlarla ilgilenen, örgütsel, siyasal ve askeri konularda netleşmeyi esas alan bir perspektif anlayışına sahip olmuş, dolayısıyla bulunduğu alanda öncülük yapmada, sürükleyici bir özelliği temsil etmede, moral ve cesaret kaynağı olmada kusursuz bir temsil düzeyine ulaşmıştır.
İyi bir asker ve taktisyen olan Erdal yoldaş, açık, net üslubu ve halkçı özellikleriyle de gerçek bir halk adamı, sürükleyici kişiliği ve çekici üslubuyla etkili bir siyasal çalışma kadrosu olabilmeyi başarmıştır. Erdal yoldaş, yetkisine, düzeyine hiçbir zaman dayanmamış, çok mütevazi bir yaklaşımla kendi gücüne dayanarak etkisini çevresine yaymış ve bu temelde otoriter bir yönetici olabilen bir tarz ve üsluba ulaşmıştır. Öncelikle karşıdakine saygılı yaklaşımı, ona karşı bir saygınlığı geliştirmiş, ahlaki değer yargılarına bağlı, toplumu ve insanı anlayabilen, özgürlükçü demokratik kişiliği ile herkese karşı paylaşımcı tutumuyla, gerçek bir öncü olma konumuna ulaşmayı başarmıştır. Kadın özgürlük çizgisine saygılı yaklaşımı, eşitlikçi ve özgürlükçü tavır, tutum ve yaşam tarzı ile çağdaş Demokratik Uygarlık Çizgisi’nin iyi bir militanı, iyi bir uygulayıcısı olabilmeyi başaran, bunu yaşamı ve pratiği ile gösteren bir militanlık düzeyini yakalamıştır. Hiçbir biçimde oportünizme düşmeden doğru bildiğini pratiğe geçirmiş, inandığı şeyi ısrar ve cesaretle uygulamış, bunu her platformda cesaretle ifade edebilme gücünü kendisinde yaratmış ve böylelikle dönemin vazgeçilmez bir militan düzeyini temsil eden bir gerçekliğe ulaşmıştır. Karşısındakine güven veren, ikna edici üslubuyla etkili olabilmeyi başaran, politik davranmayı bilen ve her çeşit anlayışla tartışmaya açık olan yaklaşımı ile diplomatik alanda da oldukça gelişkin bir performansı sergileyebilmiştir. Örgütçü özellikleri ile öne çıkmış, yanlışları görebilen, örgütün sistemini her koşul altında esas alan tarzıyla örgütsel faaliyetlerde yetkinliğe ulaşmıştır. Kadroyu harekete geçirebilen üslup ve tarzıyla güçlü bir örgütleyici, yönlendirici ve denetleyici militan olmayı başarmıştır. Bütün bu özellikleri ile Erdal yoldaş, aslında Avrupa’dan en son dönüşü ile birlikte, her alanda yoğunlaşmış, bulunduğu ortamlardan olumsuz anlamda etkilenmeyen, aksine bulunduğu ortamları etkileyen, kişiliğinde herhangi bir esneme ve liberalizme düşmeden mücadele keskinliğini daha da arttıran ve bu temelde askeri, siyasi, diplomatik alanda ve örgütsel çalışmalarda yetkinlik ve tecrübe kazanan bir düzeye ulaşmıştır. Mücadelemizin en çok ihtiyaç hissettiği ve kendisinin de ulaşmış olduğu düzey ve tecrübe itibariyle en çok hizmet edebileceği bir dönemde şahadete ulaşmış olması, hareketimiz için gerçekten çok büyük bir kayıp olmuştur. Sağladığı birikim, tecrübe ve yoğunlaşmasıyla en randımanlı olabileceği bir dönemde şahadete ulaşması, bizler için tahammülü zor, acı veren bir kayıp olmuştur. Fakat bununla birlikte bu büyük şahadet, bizlere önemli görevler yüklemiştir.
Her şeyden önce tüm kadro yapımızın Erdal yoldaşın mücadeleci kişiliğini, ruhunu ve kişilik özelliklerini özümseyerek, örnek alarak daha yetkin, daha keskinleşmiş, kararlılaşmış, sonuç alıcı bir militan düzeye ulaşma temelinde mücadeleyi yükselterek Erdal yoldaşı yaşatma ve temsil etme görevimiz vardır. Onun bize verdiği talimat bu çerçevede anlaşılmalıdır.
Bu temelde, tarihin bu önemli döneminde Erdal yoldaştan güç alarak ve onun mücadeleci, keskin ve ilkeli duruşunu kendimize rehber kılarak dönemin görevleri üzerine yürümeli ve Erdal yoldaş şahsında bütün şehitlerin anılarını yaşatarak Önderlik çizgisinin iyi birer militanı olmayı hedeflemeliyiz. Erdal yoldaş gibi iyi bir Önderlik takipçisi olmak, değerlere sıkı sıkıya bağlılık temelinde sarsılmaz bir kararlılıkla, bütün zorluklar karşısında engel tanımaz bir devrimci duruşla mücadeleye atılmak her militan için esas alınması gereken temel bir görevdir. Dönemin temel görevi olan yeni dönem komuta ve kadro tipi, mücadelenin her sahasında temsil edilmeli, halkımızın tarihi özgürlük yürüyüşü, Demokratik Ortadoğu Özgür Kürdistan şiarı altında yükseltilmeli ve kesin başarı ve zaferden başka hiçbir şeyi tanınmamalıdır. Bu temelde her Kongra-Gel’li, her HPG militanı, halkımızın ve Önderliğimizin özgürleşmesine kilitlenmiş bir militan duruşla demokratik siyasal mücadeleyi ve meşru savunma çizgisinde yetkin bir savunma savaşını başarıyla pratikleştirme, yenilmez bir gerilla duruşunu ve aşılmaz bir kitlesel hareketi ortaya çıkarma temelinde mücadeleyi yeni bir aşamaya taşırarak demokratik kurtuluşu gerçekleştirme görevini yerine getirme ve öncü komutan Erdal yoldaşı mücadelede bu temelde yaşatarak mücadelenin zaferinde ölümsüz bir komutan haline getirme görevi ile karşı karşıyadır.
Yeni dönemin öncü komutanının talimatı, demokratik kurtuluş yürüyüşünün başarıyla sonuçlandırılmasıdır. Bu temelde hepimiz, kahraman şehitlerimizin son halkası olan Erdallar, Xelatlar, Mahirler ve Munzurları yeni dönem görevlerinin başarılması temelinde demokratik kurtuluşun zaferinde yaşatma görevi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Biz yoldaşlığa bağlılığımızı, Erdallara, Mahirlere bağlılığımızı, onların çizgisinde gerçekleştireceğimiz sarsılmaz bir yürüyüşle somutlaştırmalıyız. Ancak bu temelde, onlara karşı borcumuzu ödeyerek gerçek özeleştirimizi verme düzeyine ulaşabiliriz.
Tek kelime ile güzel bir yoldaş, her zaman aranacak bir arkadaş olan Erdal’a vereceğimiz söz, izinde sonuna kadar yürüyeceğimiz, Önderlik çizgisinin iyi bir militanı olma yolunda büyük komutan Erdal yoldaşı rehber edineceğimiz ve bu temelde Erdalları ölümsüz kılacak bir pratiğin sahibi olma doğrultusunda ardımızda hiçbir şey bırakmaksızın mücadeleye tereddütsüzce ve kaygısızca atılacağımızın sözüdür. Bu doğrultuda şehitlerin bayrağını daha da yükselterek ve zafer yürüyüşünde kahraman şehitlerin komutası altında kesin ve kararlı bir yürüyüşü gerçekleştirerek onlara bağlılığımızı ispatlama ve anılarını mücadelenin zaferinde yaşatma sözünü bir kez daha veriyoruz.
- Erdalları Yaşayalım, Yaşatalım!
- Meşru Savunma Çizgisinin Öncü Komutanı Erdal Yoldaş Ölümsüzdür!
- Erdalların Anısı Demokratik Ortadoğu, Özgür Kürdistan Mücadelesinde Her Zaman Yaşayacaktır!
KCK Yürütme Konseyi Başkanı
Murat KARAYILAN