Giden bütün arkadaşların bende bıraktığı etkiyi ifade etmek benim için çok zor. Nereye baksam onları görüyorum. Onları her gün yaşıyorum. Bazen onlar ben oluyor bazen de ben onlar oluyorum. Hep birbirimiz oluyoruz. Belki de beni hayata bağlayan kutsallıklardır onlar. Ağaçlarda açan tomurcuk, kırlarda yeşeren çiçektir onlar. Onların bana verdiği umutlarla yaşıyorum. Başka bu dünya da hiçbir şey beni bağlamaz, maddiyatın ne önemi var ki… Önemli olan kendi özümüzde ki özgür insanı açığa çıkarabilmek. Bunun kavgasını yürütmek, kahramanlıkların en büyüğü olmalı. Yine iktidar, yetki hesabı adına yapılanlar insan olmaya en büyük hakaret olmuyor mu? Yok, edilmeye çalışılan insan maneviyatını diriltmektir bize düşen. Onu da bu maneviyatın başlangıç diyarı olan yüce dağlarımızda yapmak en güzel armağandır bizlere. İnsanlık onurunu kurtarabilmek için mücadele hakkını elde edebilmek büyük bir onur bizler için. Bu uğurda verilecek bedeller olabilir elbette. Bizim için ölüm yaşamı yeniden var etmenin bedeli oluyor. Aslında ölürken kendimizle yaşamı da yeniden var ediyoruz. O yüzden ölümü yeniyoruz. Burada kazanan yaşamak oluyor elbette. Yaşamak için gözünü kırpmadan ölüme koşanları yaşatmaktır geride kalanların görevi. Onların anılarına sahip çıkmak benim arkadaşlık görevimdir. Onların amaçlarını gerçekleştirmek benim devrimci görevimdir. Geçecek olan zamana onları sığdırmak benim için vazgeçilmezdir. İşte Çiyazan arkadaş ta bunlardan biridir. Kendisi Başkale’de dünyaya gelir. Babasını çocuk yaşta kaybeder. Kendisi evin terk erkek çocuğudur. Ona çok iyi bakılır. Annesi bin bir emek ve çaba ile onu büyütür. O evde en nazlı çocuktur. Erken yaşlarda parti ile tanışır. Evlerinin önünde askerler ve gerillalar arasında çatışma olur, O tanır çatışmaya giren gerillayı. Okulu yarıda bırakır. Kendisi için birçok gelecek hazırlanır. Ama hiçbir şeye tenezzül etmez. Gözlerini hep dağlara dikmiştir. Kendi şivesi ile Kürtçeyi çok iyi konuşur. En sonunda kendi geleceğini kendi belirler. Dağlara çıkma kararını verir. Ve gerilla saflarına katılır.
İlk geldiği yer Xakurkê alanıdır. Burada yeni savaşçı eğitimini görür. Dağlara çıkmanın sevincini her gün yaşar. Çok moralli bir arkadaştı. Her gün şarkı söyler. İşlere katılırken şen-şakraktı. Yeni savaşçı eğitiminden sonra taburlara gider. Tabur içerisinde en gözde savaşçıdır. Herkes ondan memnundur. Kimse onun evin tek çocuğu olduğunu ve nazlı büyütüldüğünü anlamaz. Çünkü yaşam içerisinde emekçi ve çalışkandır. Yaptığı tüm işleri çok güzel yapar. Onun için bütün arkadaşları O’nu çok severdi. Bir de Çiyazan arkadaş çok saf ve doğal bir insandı. Kısacası çok temiz bir insandır. Bazen bir çocuk gibidir. Sen ona bir şey anlatırsın o hemen inanır. Bu güzel yoldaş Beritan arkadaşın çekilen filminde yer alır. Kendi Kürtçesi dikkat çekicidir. Bir gün bir imkânını bularak annesine bir telefon açar ve annesi ona “Çiyazan senin filmini seyrettik diğer filmin ne zaman çıkacak? Daha film çekecek misin?” gibi sorular sorar. Bu Çiyazan arkadaşın çok hoşuna gider. “Bekle anne gerçek filmim bundan sonra başlayacak” şeklinde cevap verir. Hem annesini teselli eder hem de kuzeye gitmek için kararını verir. Gerçekten savaşmak ister. İnsanların bu savaşta yaşamlarını nasıl kazandıklarını öğrenmek ister. Bunun için yaptığı öneri kabul edilir. Bütün hazırlıkları yaptıktan sonra Amed eyaletine gider. 2006’nın yazında Amed eyaletine gelir. Akdağ bölgesine düzenlenmesi olur. Çiyazan arkadaş çok mutludur. Çünkü istediği hedefe ulaşmıştır. Gelir gelmez çalışmalara katılır. Kış üslenme çalışmalarına katılır. Gündüzleri gömmeleri açar ve geceleri sırtı ile erzak taşırdı.
Çiyazan arkadaş, Ş. Beritan arkadaşın grubu ile birlikte geldi. Rojhat ve Berxwedan arkadaşları çok severdi. Berxwedan ile ikiz kardeş gibiydiler. Birlikte gelmişlerdi ve aynı bölgeye düzenlemeleri olmuştu. Bunun için çok sevinçliydiler. Gece-gündüz Berxwedan’a takılırdı. Hep “bu bölgede iki kişi var ve birbirine çok benziyor. Biri ben ve diğerini söylemem” derdi. Kesinlikle diğeri Berxwedan arkadaştı. Hep böyle örnekler vererek şaka yapardı. Tüm çalışmalara aktif katılırdı ve artık kamp yapmaya başlamıştık. Çiyazan arkadaş için ilk pratik olduğundan dolayı her şey onun hoşuna gidiyordu. Ve zevk alıyordu. Yer altı mangamızı kazdık ve artık üstü için odun topluyorduk. Kestiğimiz odunları taşıyorduk. Çiyazan arkadaş bu odunları taşırken bir gözüne odun battı. Pratiğin başında bir gözü bulanık görüyordu. Doktora gitme imkânı yoktu. Bütün kışı ve pratiğin sonuna kadar bir gözle idare etti. Kış mangaları yapıldı. Ve kış eğitim programına geçildi. Kışın Şahin arkadaştan sabotaj eğitimi aldı. Bu konuda iddialı idi. Kendisini kattı ve öğrendi. Bireysel olarak kitap okuyordu. Televizyonda haberleri takip ediyordu. Baharı sabırsızlıkla bekliyordu. Arkadaşlar onu güneye göndermek istedi O kesinlikle kabul etmedi. “Ben tek gözle dahi burada çalışırım” dedi.
Pratik süresi boyunca Şahin arkadaş ile birlikte hareket etti. Baharın başında ilk eylemini beraber yaptılar. Burada iki korucu ve bir asker öldü. Daha yaprak açılmamıştı ama kendilerini iyi gizlemişlerdi. Yine tren eylemini beraber yaptılar. Hep beraberlerdi. En son bir sızma eylemini beraber yaptılar. Beraber göreve giderken pusuya düştüler ve Çiyazan arkadaş şehit düştü. Ayrılmaz ikili olmuşlardı. Arkadaşın şahadeti büyük bir etki yarattı. İki yıl pratikte kalmıştı. Bir kez daha onu anımsarken anısının önünde saygıyla eğiliyoruz.
Mücadele Arkadaşları
Kod Adı: ÇİYAZAN MARİNOS
Adı Soyadı: FAİK AYDIN
Şehadet Tarihi-Yeri: 27 Nisan 2008 tarihinde Bingöl Genç kırsalı Merg Yamacında çatışmada ŞEHİT
Bir yoldaşı tanımanın en iyi yolu onunla birlikte yaşamaktır. Yaşamak ise paylaşmaktır. Paylaşmak ise bireyi turnusol kâğıdı gibi netleştiren bir büyük değerdir.
İçine doğduğumuz dünya oldukça paylaşımdan, ortaklaşmadan ve beraberce yaşamaktan kaçan bir dünyadır. Hâlbuki bu dünyada yaşamın ilk sosyal nüveleri atıldığında insanın hiçte söylendiği gibi bireyci, tekçi, menfaatçi, parçalayıcı, despot ve vahşi olmadığı kesindir. İlk insanlar dediğimiz gibi sosyalleşmeleriyle birlikte ilk esas aldıkları güçlerini ortaklaştırmalarıdır. Yaşamlarını bir araya getirerek güç haline getirmeleridir. Ve tabii ki yaşamı sadece kendilerini güç haline getirmek için de yapmadıkları da kesindir. Yaşam öyle örülmüş ki adeta herkes birbirine muhtaç ve biri olmadan diğerinin olmayacağı kadar dayatıcı. Özcesi yaşam koşulları insanları bir araya getirerek tarihin belki de en ortakçı yaşamını çokta bilinçli planlamadan gerçekleştirmelerini sağlamışlardır. Biz o dönemde olup bitene neolitik yaşam kültürü diyor ve aslında gelişmiş bilinçle, gelişmiş teknik donanımla o yaşamı özlüyoruz.
Sadece özlemiyoruz biraz kendimize baktığımızda, dağların doruklarına çıkan pırlanta yoldaşlarımıza baktığımızda bu sade, duru, ortakçı, birliktence yaşamı hemen görüveriyoruz. Demek istediğimiz o dur ki; dağlarda yaşam güçlü bir sosyalite ve komünalite üzerine kuruludur. Böyle olunca dağlara akış hep sürmüş ve yine öyle görülüyor ki bu yaşam kültürü korundukça bu dağlara akış devam da edecektir.
İşte bu yaşamın güzel yaşamın bir güzel temsilcisi de Bilal yoldaştır. Bilal yoldaş birlikte kaldığı yoldaşlarına göre yaşça biraz büyüktür. Birde erkenden parti saflarına katılmıştır. Bunun için deneyimi ve tecrübesi fazladır. Bir de yaşam kültürü gelişkindir.
Bizde yaşam kültürü ve tecrübesi önemli bir faktördür. Dağa çıkarken yaşamın imbiğinden geçip gelmişsen kolay düşmelerin olmuyor. Çünkü derler ya en büyük öğretmen yaşamdır diye.
Evet, yaşamın kendisi öğretir. Hem de en iyi öğretmenden daha iyi öğreterek.
Bilal yoldaşı tanıyan yoldaşlarında onu anlatalım. Dediğimiz gibi en iyi anlatım biçimi yaşamı paylaşarak yapılan anlatımlardır.
Bilal arkadaş Mardinli bir yoldaştı. İlk kez 2003 yılında onunla tanışmıştım. Kuzeye gidecek askeri güçler de daha doğrusu kuzeye gidecek olan taburda onu ilk kez görmüştüm.
O zaman Erzurum’a gideceği söyleniyordu. İlk düzenlemeler bu temelde olmuştu. Ancak her zaman evdeki hesap çarşıdakine uymaz. O Erzurum gurubunda yer alsa da daha sonraları Garzan eyaletine düzenlenecektir. Orada şahadetine kadar da en aktif bir şekilde pratiğin içerisinde kalacaktır.
O yıllarda ağırlıklı güçlerimiz Kandil alanında kalıyorlardı. Biz de o zaman kuzeye gidecek guruplarda kalmıştık.
HPG yeniden yapılanması tartışmalarının en yoğun yaşandığı yıllardı. ARGK’de HPG’ye geçiş süreçleridir. Tümden bir halk ordusundan profesyonel daha doğrusu modern gerillaya geçişi yaşayan bir savunma gücüyüz. Bunun için eğitimler yoğun veriliyor. Zaten daha önce taburlarda birçok askeri teknik eğitim almışız. HPG konferans kararı gereği hepimiz yoğunlaşmış askeri eğitimlerden de geçmişiz. Ama yine de bu yetmiyordu. Daha doğrusu örgüt yetmediğini söylüyordu. Bunun için yeniden yeniden eğitim görmemiz gerekiyordu. Hani derler ya; demiri örsün üstüne koyarak çekiçle vura vura çelikleştirmek. İşte bizde çelikleşmeyi yaşıyorduk.
Bulunduğumuz yer bir eğitim ortamıydı. Hem pratik hem de teorik olarak yoğun eğitim gördüğümüz ve aldığımız olağan üstü bir süreçti. Kuzeye geçerken ciddi bir hazırlık yapmamız gerekiyordu. Bu gidiş hiçbir gidişe benzemeyecekti. Biz kendimizi çok güçlü bir hamle için hazırlıyorduk. Daha sonra tarihe 1 Haziran hamlesi diye geçecekti.
Bilal yoldaş yaşamda dikkat çekiciydi. Duruşuyla tüm yoldaşları etkileme gücü vardı. Örgüt ölçüleri yaşadığı deneylerden dolayı yüksekti, örgüt kültürünü edinmişti.
Öne çıkan belirgin özellikleri özelde örgütsel ve eğitsel konularla bağlantılı olarak yaşamdaki ciddi örgütsel kültürüyle oluyordu.
Hem örgütsel, hem eğitsel hem de yaşam duruşuyla güçlü bir militan tiplemesi çiziyordu. Bu üç hususta ağırlığı belirgindi. Bu üç özelliğinin içerisinde de eğitimci yanı daha ağır basıyordu. İknacıydı. Dili sürükleyiciydi. Birde sorunları hem kavratmada hem de varsa sorunları çözmede çok özgün yetenekleri açığa çıkıyordu.
Yaşamda yanlışlıklar çıktığında yine eğitimde yanlışlıklar dile geldiğinde düzeltiyor ve yön veriyordu. Bu konuda bir sorumluluğu vardı. Örgüt kültürü dediğim gibi onda çok gelişkindi. İçselleştirmiş bir kültürdü bu. Bunu kendisinde oturtmuştu. Yaşam ile pratiği birleştirmişti. Bu konuda kendisini yetiştirmişti.
Birde o dönem savunmaları yeni yeni öğreniyoruz, o ise acemi ve toy kaldığımız yönlerimizi gidererek bize destek sunuyordu. Bilgileriyle, üslubuyla ve tabii ki yaşam tecrübeleriyle en zor olanı bize basite indirgeyerek anlatır ve kavratırdı.
Birde biliniyor o yıllar zorlandığımız yıllardı. Çeteciliğin cirit atmak için her dalda oynadığı bir süreçti. Bilal yoldaşın sağlam duruşu birçok yoldaşı da sağlam durmaya götürüyordu. Tavrı netti, yaklaşımları netti. Ve onun şahsında ihanetçi, işbirlikçi, bozguncu eğilime geçit yoktu. Bunu yapabilmek için de dediğim gibi kendisini yapmıştı, eğitmişti. Mücadele edebilmek için her şeyden önce bireyin kendisini ciddi yapması şarttır. Bu da emektir, yoğunlaşmadır, derinleşmedir. Birde parti çizgisinde kendisini yeniden yeniden yaratmaktır. Ve Bilal yoldaş bu yeniden yaratımı iyi yapmıştı. Bunu yaparken bize de destek sunuyordu.
Herkes her şeye açığa çıktığında tavır alabilir. Ancak önemli olan her şey net olmadığında gelişebilecekleri görerek, yanlışlıklarına karşı durmaktı. Ve o bunu o zaman görmüş ve tavrı net ortaya koymuştu. Ve tarih her zaman doğruların ispatlandığını bize göstermiştir.
Kuzeyde mücadelenin yeniden başlatılması için çok çabacıydı. Israrcıydı. O dönem yapılması gerekenleri iyi anlamıştı. Ve bize bu konuda da katkıları olmuştu. Birikimi bizim için önemli katkı ve yol gösterici oluyordu.
Kuzey taburunda o örnek bir yoldaştı. Onun gibi bazı başka yoldaşlarda vardı. Ve o, yoldaşlarla birlikte üzerine büyük bir yük almıştı. Yine tabur yönetimi Bilal arkadaşın bu duruşundan dolayı, onun görüşlerini dikkate alıyordu.
Birde yoldaşlığı güzeldi. Yoldaşlığı oturtma çabası çok mu ama çok fazlaydı. İkna gücü yüksekti. Sevimliydi. Sayılıyordu. Ve bunu hepimize de hissettirmişti. Kabul ettirmişti. Hele birde gülen gözleri yok mu? İnsanın içini ısıtan ses tonu… Hafiften tebessümüyle melek yüzlü bir melek…
Özcesi kuzey gurubunda böylece kendisini kabul ettirmişti. Branşlaşmalarda, sabotajda hâkimdi. Kendisini iyi yetiştirmişti. Dönemin gerillası olabilmek için kendisini yetiştirmişti. Silahlarda hâkimiyeti vardı. Ve bunu bize de kavratmaya, öğretmeye çalışıyordu. Modern gerillacılığı, uzmanlaşmış profesyonel gerillacılıkta çok iddialıydı. Gerillanın uzmanlaşmadan istenilen sonuçların alınamayacağını hissediyordu. Birde yersiz kayıpların önüne geçmenin yolunun da modernleşmede geçtiğine inanıyordu. Bu inancı bize de aşıladığını rahatlıkla söyle bilirim.
Özcesi pratik ve teorik birlikteliği iyi yakalamıştı. Dönemin taktiklerini de ciddi yoğunlaşmaları vardı. Ve adeta zamanını bir dakika da olsa boş geçirmiyordu. Böyle kendisini disipline etmişti. Böyle kendisini hazırlamıştı. Dakikti. Sorumluluk duygusu yüksekti. Böyle olunca yaşamı tümden örgütlenmiş bir militanla karşı karşıya kalıyordunuz.
Bir gerillanın mutlaka kendisini iyi örgütlemesini bilmesine de inanıyordu. Bu ilke temelinde yaşadığını belirtmek yanlış olmayacaktır. Olağan üstü öz disiplini vardı. O geri, geleneksel Kürt ve Ortadoğu kişiliğini ancak böyle aşılabileceğine de inanıyordu.
Ve o onun üzerine kuzeyde gelecek görevlerinin ne olacaklarını bilerek kendisini hazırlıyordu. Ve bu onun askeri duruşuna yansıyordu. Deyim yerindeyse “Çıta” gibiydi. Tam bir gerillaydı. Hâlbuki ideolojik ve yaşam yönleri çok güçlüydü. Bilal yoldaş ideolojik duruşuna birde askeri kültürü de ekleyince gerçekten harika bir gerillayla her gün birlikte olurdunuz.
Kuzeye gidecekti. Ve orada da burada sergilediği duruşunun çok daha ötesinde bir duruş sergileyerek katılmıştı. Bölge komutan yardımcısı olmuştu. Her pratiğe aktif katılmıştı. Eğitsel örgütsel duruşu kuzeyde daha öne çıkmıştı. Gelişen 1 Haziran hamlesine kendisini hazırladığı gibi güçlü katılmıştı.
Garzan alanında kaldığı süre boyunca ne kadar eylem, ne kadar örgütleme, ne kadar eğitim varsa hepsinde yerini almıştır. Şahadetine kadar da bir gün çalışmalarda geri durmamış tersine hep herkese moral veren olmuştur.
Garzan’da komutanlığa yazdığı bir raporda bu moral düzeyini ileri düzeyde bize yazmaktadır.
Bilal yoldaş şöyle yazmaktadır:
“Adım Bilal Mardin. 1974 doğumluyum. 2003’te Erzurum eyaleti için parti tarafından kuzey Kürdistan’a gönderildim. Erzurum’daki bazı durumlardan dolayı Amed’te bekletildim. Daha sonra Garzan eyaletine bağlı Dorşin bölgesine düzenlemem oldu. Şimdi Dorşin alanında çalışmalara katılıyorum” diyecektir.
Raporunda yapılanları, düşmana vurdukları darbeleri anlattıktan sonra şöyle devam edecektir:
“Yine hem saha genelinde hem de eyalet ve bölgede kesin olarak altı ay düşmanla herhangi bir temas olmuyor. Bu bazen yedi ayı buluyor. Bu kış’tan dolayıdır. Yani düşman altı-yedi ay rahattır ve kendisine yönelimin olmayacağını biliyor.
Eğer kışın gerilla üslenmede iken şehirlerde düşmana bir yönelim olursa, yani şehirlerde biraz mücadeleyi (silahlı) geliştirirsek, gerillanın bu açığı da kapanacaktır. Yine gerillanın bir coşkusu olduğu, moralli olduğunu belirtebiliriz. Bizi de üzen şey, tek tük arkadaşların bir yılı dolmadan güneye gelmek istemeleridir. Ayrıca Nureddin arkadaşın arkadaşlar tarafından sevilip sayıldığını, kendisinin de gücü toparlayabildiğini belirtebilirim. Yine boş bölgeleri doldurma ve savaşı geliştirmede istekli olduğunu görmüşümdür” diyerek aslında kendisinin de moral düzeyini göstermektedir.
Bilal yoldaş tüm bu moraliyle kaldığı üç yıl boyunca Dorşin alanında çalışmalara ondan ne istenmişse verecektir. Ta ki tarihimize en karanlık ihanetlerden bir tanesiyle şehit düşene kadar.
11 Mart 2007 günü Amed Kulp Eskar (Yaylak) köyüne yakın bir yerde yeraltında üslenen yoldaşların içerisine sızmış bir kontra, ajan, hain yoldaşlar uyurken silahı yoldaşlara doğrultacak ve 7 yoldaşı katledip düşmana yine gidecektir. Bu 7 yoldaşın içerisinde Bilal yoldaşta vardır. Haince katledilen diğer yoldaşlar ise: Hüner Merivan, Behzat-Behzat Zuhrab, , Botan-Nedim Argin, Serhat-Âdem Güntin, Sipan-Muzaffer Öndeş, Reber-Mehmet Bozbey yoldaşlardır.
İhanet yine bizde en seçkin militanlarımızı alıp gitmiştir. İhanet yine vantuzlar gibi vurup yoldaşlarımızı almıştır.
Ama unutulmamalıdır ki hiçbir ihanet bedelsiz kalmayacak ve mutlaka tarihin karşısına çıkarılıp yargılanacaktır. Halkların divanına çıkartılıp hesabı sorulacaktır.
Gözünüz arkanızda kalmasın. Takipçileriniz olarak bize bıraktığınız bayrağı daha gür ve yükseklerde dalgalandıracağız.
Ruhun şad olsun, ruhun şad olsun.
Mücadele arkadaşları
Kod Adı: Bilal Zagros
Adı Soyadı: Şükrü Ari
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 11 Mart 2007’de Amed Kulp Eskar(Yaylak) Köyü Zehirlenme
Lameç vadisinde yaşanan kahramanca direnişin şehitlerinden biri de Botan arkadaştır. Anlamlı ve özgür bir yaşamın örülmesi için yiğitlere ihtiyaç duyulur. Kendisini bu yaşama adamış, ölümüyle yaşamı yaratmayı başaran kişiler kahraman ve yiğittirler. Çünkü böyle bir yaşam için kavga gerekiyor, bedel istiyor, kendini adama istiyor. İşte Kürdistan özgürlük şehitleri de bunu gerçekleştirip yaratan, başaran değerlerdir. Her biri birer abide olan bu yıldızların umutlarını gerçekleştirme mücadelemiz durmaksızın gelişip ilerlemektedir. Ta ki yarım kalan umutlar zaferle sonuçlansın. Botan arkadaş 2001 yılında İstanbul’dan katılım sağlayan Muşlu yurtsever bir ailenin çocuğudur. Katıldıktan sonra temel eğitim devresini Haftanin’de gördü. Botan arkadaşı ilk katılırken işte bu eğitim devrelerinde tanıdım. Yıllarca Haftanin, Kaşura alanında pratik yürüttü. Tüm pratik işlere katıldı. Gümrük birimlerinden kurye birimlerine kadar birçok alanda görev yürüttü. 2005-2006 kışında Haki Karer ideolojik akademisinde bir devre eğitim gördükten sonra ısrar ve önerisiyle 2006 yılında Erzurum eyaletine geldi.
Botan arkadaş katıldığı ilk gündün şahadetine kadar mücadele içerisinde dürüstlüğü, çalışkanlığı ve fedakârlığıyla tanındı. Gerilla yaşamına adapte olmada zorlanmadı. Bunu zorlukları yaşayarak, aşarak katılımıyla gösterdi. Kısa bir süre içinde tüm Haftanin yapısı içerisinde kendini kabul ettiren, sevdiren, sevilen bir arkadaş oldu. Bu alanı her birliğinde, her çalışmasında göreve yürüttü. Pratik olarak da gelişkin zekâsıyla kavrama ve algılama düzeyiyle erken gelişen arkadaşlardan biri oldu. Kişilik olarak oturaklı, olgun bir arkadaştı. Örgütçü özellikleri vardı. Örgüt yaşamının gerektirdiği ölçü ve disiplini kişiliğinde oturttu. Resmiyete kurallara önem veriyordu. Kısa süre içerisinde ilişki tarzında genelleşmesini bilirdi.
Yoldaşlık ilişkileri candan ve sıcaktı. Mütevazı yönleri ön plandaydı. Hiçbir yoldaşı ondan rahatsızlık duymaz, sıkılmazdı. Fedakârdı, korku nedir bilmezdi. Cesurdu. Eğitsel konularda da kendini bireysel olarak eğitmekten geri durmazdı. Eğitimiyle ilgilenirdi. 2006 yılında eyalete geldiklerinde mücadelenin en zor alanını önerdi. Karadeniz’e gitmek için çok ısrarlıydı. İlk geldiğinde Kırdım alanına düzenlemesi oldu. Bu timin Erzincan-Erzurum yolunda yaptığı pusu eyleminde en önde yer alıp attığı roketi zırhlı araca isabet ettiren arkadaştı.
Eylemsel yönleri gelişkindi. Bu konuda girişken ve ataktı. Kış sürecindeki yoğunlaşmalarında yazdığı raporlarda adeta kendisini Karadeniz’e kilitlemişti. Çünkü burada yürütülecek çalışmanın meşru savunma mücadelemiz açısından ne anlama geldiğini çok iyi biliyor ve anlıyordu.
Şehit düşmeden üç dört gün önceki tartışmamızda Karadeniz önerisinin olabileceğini söylediğimde havalara uçtu. Sanki dünyalar onun olmuştu. Büyük bir moral ve coşku almıştı. Büyük bir moral ve coşku almıştı. Operasyon esnasında Cihat arkadaşın grubunda iki gün boyunca binlerce askere karşı çatışan, direnen ve Lameç vadisini düşmana cehenneme çeviren arkadaşlardan biriydi. Karadeniz’e gidemedi ama ardından onun yerine giden arkadaşları onun hayalini ve umutlarının mücadelesini vermeye devam etti.
Botan arkadaş erken şahadete ulaştı. Yaşadığı süre boyunca da militan olarak tüm çalışmalar katıldı, hiçbir zaman geri durmadı. Yaşama, eyleme aktif katılma çabası içerisinde oldu. Şehit düştükleri çatışmada da gösterdiği direniş bunun en sade ve yalın göstergesiydi. Şahadeti önünde mücadele arkadaşı olarak saygıyla eğiliyorum. Rahat uyu. Güzel yoldaşım, umutlarını gerçekleştirme mücadelemiz, kanımızın son damlasına kadar devam edecek.
Mücadele Arkadaşları
Kod Adı: BOTAN MUŞ
Adı Soyadı: ÖZBEY YALÇIN
Şehadet Tarihi-Yeri: 8 NİSAN 2007’DE ERZURUM’DA OPERASYONDA ÇATIŞMADA ŞEHİT
“Şehitlerimiz; Hayatı hayat yapanlarımız, acıya birlikte güldüğümüz, sevince sevinç katanlarımız, umudumuzu çoğaltan ve geleceğimize gül taşıyanlarımız…”
Kobani Güneybatı Kürdistan’ın emekçi yönüyle en çok tanınan merkezinin adıdır. Kobani derken her zaman iki husus akla gelir: birincisi emekçilik, ikincisi ise feodalizm. Malum feodalizm ise dar olmadır, gururdur, kibirdir, tabii intikamcılık ve aşiretçiliktir. Ancak emekçilik ise güzelleşmedir, katmadır, özveride sınır tanımamadır.
Kobani’nin özgürlük savaşıyla birlikte edindiği bir de başka bir özelliği vardır o da yurtseverliktir, savaşçılıktır. Ve özgürlük savaşında en ön cephede savaşmaktır.
Kobani feodal bir ortam olsa da yüzlerce Kobanili genç, dağların doruklarına taşınarak özgürlük mücadelesine önemli katkılarda bulunmuştur. Güneybatı Kürdistan’ın ilk kadın şehidi Kobanili’dir. İsmi Dicle’dir. Güneybatı Kürdistan’da yetişen en büyük kadın devrimci de Kobanilidir. İsmi de Şilan’dır, Şilan Kobani yani Meysa Baki.
İşte özgürlük savaşıyla birlikte bir de böyle bir Kobanili olgusu daha vardır. Ve şimdi esas olan özgürlük savaşıyla birlikte daha güzelleşen bir Kobani’dir.
Beritan Welat, Kobanili’dir. 2008 yılında özgürlük dağlarına gelip erkenden adapte olan bir kadın gerilladır Beritan. O’nunla aynı dönemde gerilla saflarına katılan bir yoldaşı onu şu sözlerle anlatıyor:
“Ben yeni savaşçılardayken bir ara Beritan arkadaş yanımıza gelmişti. Biz gerillacılığa yeni başladığımız bir zamanda birbirimizi tanımıştık. Beritan arkadaş benden bir hafta önce o tabura yeni savaşçılardan gitmişti. Ancak ben o tabura doğru giderken yolda kimi gördüysem, onlar “Beritan arkadaşa selam söyleyin” demişlerdi. Yeni katıldığını ve çok güzel bir gülüşü olduğunu eklemeyi de unutmuyorlardı.
Tabura gittiğimde gözlerim Beritan’ı arıyordu. O arkadaşların bahsettiği Beritan gülüşünü görmek istiyordum. Oradaki arkadaşların yüzüne baktığımda yüzlerindeki gülüşü tanıdım. O gülüşlerde Beritan vardı. Bu gülüşlerde sıcaklık vardı, yoldaşlığın sıcaklığıydı. İçten, sonsuz ve sıcak bir arkadaşlıktı. Bu biçimde de katılıyordu. Her konuşmasında, her tartışmasında, her kullandığı kelimede bu sıcaklığı veriyordu. Her zamanda arayışı bunun üzerineydi. Böyle olmadığı zamanlarda zorlanmaları oluyordu. Çünkü tüm düşünceleri ve inançları arkadaşlık üzerineydi. O, PKK'nin yoldaşlığını duymuştu ve bununla büyümüştü. O, PKK'nin arkadaşlığı için dağlara yönünü vererek gelmişti.
Beritan arkadaşla bir pratik birlikte kaldık. Yani bir kış ve yaz pratiğinde birlikteydik. Bir pratik daha birlikte kalacaktık ancak ne yazık ki onun şahadetiyle yüz yüze kaldık. Birlikte geçirdiğimiz o kış mevsiminde 1 yılı dolmamasına rağmen bize o yol gösteriyordu. Merakını, heyecanını, isteğini, duruşunu kıskanırdık. Onun gibi olmak isterdik. Bazen şaşırırdım ve bu kadar yeni bir arkadaş, nasıl olur da böyle erkenden dağlarla bir olarak eski olan yoldaşlarına yol gösterebilir diye.
O hayallerine göre yaşıyordu. Beritan arkadaş Zagros’a gitmeyi çok istiyordu. Birçok kez ona söylemişimdir; Bir insan hiç görmediği bir yere nasıl olurda âşık olabilir? Zagros insanlığın doğuş yeriydi, O’da o yüzden oraya gitmek istiyordu. Oralarda gerillacılık yapmak istiyordu. Bu O’nun için bir özlemdi. “Bir gün mutlaka Zagros’a gideceğim” diyerek umudunu her zaman taze tutuyordu. Bunu çok dile getirmiyordu ama bahsedildiğinde de gözleriyle kendini ele veriyordu. Gözlerine baktığında bu aşkı, bu Zagros sevgisini ve tutulmayı görebilirdin.
Toprağına ve ülkesine olan aşkı, O’nun önemli bir özelliğiydi. Hani Önderlik diyor ya “Kadında toprağa bağlılık ve yurtseverlik çok yüksektir.” Beritan arkadaşın kişiliğinde yurt ve toprak sevgisini berrak bir şekilde görebiliyorduk. Öyle ki; Beritan arkadaş ülke toprağıyla nişanlanmıştı.
Beritan feodal bir aileden gelmişti. Kobani feodal bir yerdir. Dolayısıyla oradaki kadınlar da feodal bir kültürle yetiştiriliyorlar. Beritan arkadaş da daha küçükken bu feodal geleneklere göre nişanlandırılıyor. Ama o toprağıyla sözleşmesini bir erkekle sözleşmesine feda etmedi. Zagroslarla sözleşmişti. Zagros’a bir gün kavuşma umudunu bu sözleşme temelinde yüreğinde taşıyordu. Ve Beritan yoldaş bu özlem için gelmişti şahikalara.
2010’ın Nisan’ıydı. O bahar bir yılının dolmasına birkaç gün kalmıştı. Öyle bir bahardı. Herkes gibi Beritan arkadaşta gördüğümüz teknik eğitimin biran önce bitmesini ve bunları uygulayacağımız pratik sahalara gitmeyi büyük bir sabırsızlıkla bekliyordu. Nişancılıkta kendisinin de dediği gibi iyiydi, herkes onun gibi hedefi vurmayı istiyordu. İyi bir suikastçı eğitimi almıştı ve iyi bir suikastçı da olacaktı.
Beritan Welat henüz sözleşmesini yerine getirmeden nişanlandığı bu topraklarla nikâhlanarak aramızdan ansızın ayrıldı. 6 Nisan günü bir obüs topu saldırısı sonucunda Beritan arkadaş, iki yoldaşıyla birlikte şehitler kervanına katıldılar. Tamamlamak üzere olduğu o bir yılı Önderliğe bağlılığıyla, gerillacılığıyla, arkadaşlığıyla dolu dolu yaşadı. Ondan bize kalan dağa duyduğu aşka doğru koşmaktır...
Ne iyi ki tanıdık seni, ne iyi ki hayatın patikalarını adımlarken, bir lokmayı bölüşür, bir yudum suyu ortak içerken seninle de yaşadık, bölüştük, paylaştık!
Ne iyi ki senin gibi güzel gülüşlü bir yoldaşla bu yolları arşınladık.
Her zaman yolun yolumuz olacaktır.”
Mücadele Arkadaşları
Kod Adı: Beritan Welat
Adı Soyadı: Zeynep Xelil
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 6 Nisan 2010 Zap (Obüs Saldırısında)
Tarihin akışında gerek insanlık için gerekse bir sistem için olsun; şayet gerçeklerin dilinde bir ihanet yaşanmak istenmiyorsa, olay ve olguları buna yön verenlerin bakış açıları, erdemleri ve bir halkın ifadesinde ne anlam taşıdıklarını bilerek ele almak önemlidir. Tarih, ezenlerin insafına bırakılırsa iyi bilinmeli ki, o da kendi acımasızlığında er ya da geç mutlaka son sözünü bir biçimde söyleyecektir.
Güncel olarak hepimiz iyi biliriz ki, tarihi yazanlar hep egemenler olmuş ve bunun yanında bırakalım gerçeklere yaraşır yorumları geliştirmeyi, çoğu zaman yaşanılanlar hiç yaşanmamış sayılmış, sadece döneminde spekülasyonlarla uyutulmaya ve bastırılmaya çalışılmıştır. Günümüz koşullarında bilgiyi, erdemi, güzeli arayan her insanın kendisini muazzam geliştirme ve yetiştirme imkanları gelişmiştir. Artık tek bir sesle sadece duyulması istenilenler haykırılmıyor. Bazılarımızın tarihsel bilinci tam olgunlaşmamış olsa da, bin yıllardır yaşanılan acıların birikimi, bizden habersiz kendisini genlerimize yerleştirmiş ve hep bir potansiyeli barındırmıştır.
Bu kadar yabancılaşmış gerçekliğimize karşın, kendimize hep “kimim, kendimi neden arıyorum, nasıl var olabilirim?” sorularını sormaz mıyız? Soru işaretlerini kaybeden halklar olarak şimdilerde daha fazla cevaplar bulmakla beraber sorularımız gün be gün artıyor, derinleşiyor. Tabi tüm bunlarla birlikte bütünden bireye ulaşmak kadar, bireyden bütüne ulaşmak da tarih biliminin önemli ilkelerinden biri olmaktadır. Bu yüzden gerek toplumlar için gerekse hareketler için olsun, ileriye dönük atılan her adımda rol oynayan mekanizmaları ya da kişileri iyi bilmek gerekir. O zaman, eğer denildiği gibi “tarih insan emeğinin ortaya çıkardığı birikimlerin bir toplamı” ise, neden en çok doğru tanımlanmayı bekleyen yine bu olgu oluyor? Kanaatimce bunun nedeni bizim kendimizi sorumlu görmememizdir. O zaman kendi sadeliğimizde, yaşantımıza iz bırakanları bilince çıkararak onların türküsünü haykırmak hepimizin görevi olmaktadır.
Kendisini adeta yoktan vareden bir hareket olarak, en büyük özveriyi gösterenleri yoruma fazla gereksinim duymadan, sadece kendi öz dinamiklerinde yansıtabilmek gerekir. Hepimiz tarafından bilinir ki, kendini tarihe mal eden kişiliklerin en temel karakterleri, zamanın göreliliğinde tüm olasılıklara karşın, ulaştıkları bilincin yanı sıra an’ın karmaşasında kararlılıklarını pratikleştirme özellikleridir. Özellikle bu gerçeklik, tüm dinamikleri betonlaşmış bir halkın hafızasına yerleştirmek ve umut tohumunu yeşertmek içinse, buna verilecek anlam hiç de küçümsenemez. Yine yaşanan gerçekliğin bir resmidir ki, hiçbir kahraman yaşadığı koşullarda tam olarak anlaşılamamıştır.
Zaten onları farklı kılan özellikleri de bu gerçeklikleridir. Bir insanın inandığı gerçeklikler ve değerler uğruna her yönüyle sahip olduğu motivasyonu insanlığa dair en büyük erdemlerden biridir. İşte şehit gerçekliği bu anlama gelmektedir. Bir halka gibi birbirini tamamlarak, bayrak yarışı gibi elden ele geçen özgürlük meşalesini günümüze taşıyanlar yalnızca onlardır. Birbirlerine benzerler. Ortak özelikleri onurlu bir yaşam için gerektiğinde canını ortaya koyma, bu temelde yaşamın üzerine basa basa gitmelerdir. Bu örnekler içerisinde bir tanesi de Bahoz yoldaş olmaktadır. Bahoz yoldaş Hakkarilidir. Orada büyür, orada partiyi tanır. Zifiri karanlığı aydınlatan özgürlük eylemlerinin sesi hergün yanı başında duran Berçelan’dan saçmakta, şehrin içine nüfus etmektedir. Gerillanın şah damarı kadar kendisine yakın olduğunu bilmektedir. Ya Berçelan ya Bervesevine ya da Katolar’daydılar. Dağların uçlarına vuran tan ışınları adeta bir aracı olur aralarında. Yaşam onun gibi gençleri sanki dağa hazırlamakta, her gün bunu hissetirmektedir. Doğru bir hisstir bu. Yoksa, bu dağ başlarında gömbürdüyen, ışık saçan özgürlük savaşçılarının ne işi vardı? Dağlar bizimdi ve uçlarında bizim bayrağımız dalgalanmalıydı. Bu sade cümleye iman gibi inanan Bahoz yoldaş, gözlerini başka bir şeye dikmeyerek gözlerini Berçelan dağlarına çevirmektedir. Bahoz yoldaş, bilinçli bir şekilde sistemle boğuşarak mücadele etmektedir. Sistemin bir zamanlar Dersim’de uyguladığı asimilasyon politakasını Hakkari’de de uygulayarak okul aracılığıyla gençleri Kürtlükten, özgürlükten koparmak istemektedir. Küçük bir şehire bütün Türkiye’yi taşırma gibi bir hedefle Kürtlük özünü koruyan bu şehri Türkleştirmenin peşinde olduğunu bilen Bahoz yoldaş, bundan kaçarak karşıtına geçer. Bir çok imkan sunularak özgürlük mücadelesinden kopartılmaya çalışılan öğrenci gençlikle sonuç alacağına inanılmakta, bunun için de epey çaba sarfedilmektedir; ama Bahoz yoldaş gibi gençler şahsında bu plan tutmaz. Okulu bilinçli bir katılım için lehinde kullanan Bahoz yoldaş; partiyi takip etmekte, çıkan her yayınını okumaktadır. En son 2001 yıllında kararını vererek gerilla saflarına katılır. Xınerê alanında temel eğitimini gördükten sonra TÇM çalışmaları için beli bir süre çalışıp, ardından yine gerillaya gelir. 1 Haziran hazırlıklarına katılarak ilk elden kuzey için öneri yapar ve düzenlemesi Dersim alanına olur. Bahoz yoldaş oldukça duyarlı bir yoldaştır. Arazi, düşman, halkın durumu gibi olgulara bir araştırmacı gözüyle bakarak, Dersime ulaşır ulaşmaz, alan ve yol süreci hakkında detaylı bilgi içeren rapor hazırlayıp anakarargaha gönderir. Ardından boşalmış alanlarda gerillanın varlığını hissetirmek için hep askeri çalışmalara önem verir. Onunla bu alanda kalmış arkadaşlar kısaca Bahoz yoldaşı şöyle anlattılar:
Dersim’de hep savaş cephesinde yerini almak istiyordu. 3 sene Dersim’de kaldıktan sonra Karadeniz alanına geçti. Hep derdi ki, “ben zor yerlerde yerimi almak istiyorum.” 2 defa Karadeniz alınına geçti. ikinci defasında ağır bir şekilde yaralanmıştı. Büyük bir coşku ve istekle yaşama katılıyordu. Hep “iyi bir şekilde pratik sergilemiyorum” derdi. Katılımı yoldaşlarının dikkatini çekerdi. Bazen sessiz kalır, bazende hiç tahmin etmediğimiz şakaları o yapardı. Yaklaşımlarında yoldaşlara inanç verirdi. Herkes onunla yaşamak istiyordu. İkinci defa ağır yaralandı. Bir kolu sakat kalmıştı. Onun yaralanması yoldaşlarını çok etkilemişti. Yaralı halde 15 gün yol almış, yürümüştü. Büyük bir direniş sergilemişti. İrade sahibi bir yoldaştı. Bu haliyle arkadaşlar çatışmaya girdikilerinde o da çatışıyor geride kalmıyordu. Hiçbir gün bile “şuram ağrıyor, buram ağrıyor” demedi. Arkadaşlar onu güneye göndermek istediklerinde, o tersine daha fazla batıya gitmeyi önermişti. Yarası kısa bir sürede iyileşti; ama bir kolu sakat kalmıştı. “Zorlanır” diye güneye gönderilmesi gerektiği halde, O bunu kabul etmedi ve bu haliyle çalışmalara katıldı. Operasyona çıkmış düşman güçlerini keşif etmek için kendisini ısrarla dayatır ve giderdi. Keşif yeri uçurum olduğundan dolayı ayağı kayar ve uçurumdan yuvarlanır. Bahoz yoldaş böyle şehit düşer. Kayalıklardan düşme Kürtler’de masallara konu olmuştur. Bir gül biçiminde yeşerileceğine inanılmaktadır. Bahoz yoldaş da bütün gerillanın gönlünde saklı olan bir gül gibi bir gün mutlaka yeşerecektir. Bütün gerillalar da buna inanmaktadırlar.
Gül güzelliktir, gül sevgi, itinadır. Sevginin, ilginin, özenin olmadığı yerde büyümez gül. İnsan yüreğindeki sevgi, toprak, su ve havayla buluşunca varolur, biri eksik olduğunda olmaz. Doğa tanrıçasının ellerinde aşkla yaratılmış şaheseridir gül. Bunun bilincinde mağrur durur, boynunu bükmeden solar. İnsanlar yüreklerindeki sevgileri, özlemleri onunla anlatmayı, onunla gülüşler yaratmayı, başlangıcını bilmediğimiz zamandan bu yana seçiyorlar. Gül, en çok barışa yakışıyor. Barışın olmadığı yerde, savaşın hüküm sürdüğü topraklarda mümkün mü gülün bitmesi?
Ortadoğu, Kürdistan kaç bin yıldır hasrettir güllerin yeşerdiği, gülünen zamanlara. Barışa olan inancı, özlemiyle Gül yürekli bilge insan, “Gül Bayramı” diye bir günü bizlere armağan etti. Gül ekmek istedi, gülümsemenin yüzlerde donduğu topraklarımıza. İnatla, sabırla toprağı yabancı otlardan temizlemek, havalandırmak, ekime hazır hale getirmek için; her tür zararlı bitkiye, engele karşı bıkıp usanmadan savaştı 35 yıl boyunca. Onlar savaşla, kanla beslenenler gül bitmesin diye betonlamak istediler toprağı. “O” tek kişilik bir ordu olarak savaştı, egemenlik kültürünün binyıllardır biriktirip uzmanlaştığı hile ve düzenbazlıklarıyla. Ehriman ve Ahura Mazda bu karşılaşmada bir kez daha kavgaya tutuştu. Hani tek yüreğin içindeydi ya aydınlığın ve karanlığın kavgası, “O” sonsuza dek kovmuştu yüreğinden Ehriman’ı, savaştıklarının yüreğindeki tutulamayacak kadar az da olsa ışık demetlerini topladı gece-gündüz demeden, bıkıp-usanmadan. Toprakta gül bitmesi için önce savaştıklarının yüreğine ekmeliydi gülleri; ama onların yüreklerinde bin yılların kirlilikleri, atıkları birikmişti. Her seferinde karanlık baskın geliyor, bilge insanın o kirlilikleri çatlatıp kırmasına izin vermiyordu.
Güllerle yaşamasını bilmeyenler, gül yetiştirmesini bilmeyenler, yüreklerinde gül açmayanlar, yine gül ektiğimiz topraklara bombalarıyla, silahlarıyla girdiler. Yüreklerinde gül bahçesi büyüten dünya güzeli can yoldaşlarımızı verdik toprağa. Savaştık kıyasıya, bu topraklara gül ekebileceğimiz zamanlara olan inancımızı hiç yitirmeden. Savaşacağız. Her savaşın barışa evrileceğini bilerek, “Bilge İnsana”, halklara özgürlüğü getiren onurlu bir barışı sağlama sözünü gerçekleştireceğimiz gün, güllerle geleceğiz. Güllerle ve milyonlarla karşılayacağız, gül yüzlü “Bilge İnsanı”. Güller ekeceğiz, gül yüzlü yoldaşlarımızın topraklarına, güllerle saracağız anaların yüreklerini, gülüşlerinden öpeceğiz çocukların. İşte o zaman yerdeki bütün güller başlarını kaldıracak, baharın meltem yumuşaklığında olan esintisiyle halkımızın bayramını kutlayacaklardır Bahoz yoldaşımız da bu güllerden bir tanesi olacaktır. Şehadetinin önünde saygı ile eğiliyor güllerin yeşermesi kanımız pahasına da olsa bunda bir millim bile geri adım atmamanın sözünü huzurunda tekrar veriyoruz.
Mücadele Arkadaşları
Kod Adı: Bahoz Hakkari
Adı Soyadı: Mecit Caner
Şahadet Tarihi ve Yeri: 27 Nisan 2009’da Dersim’de göreve giderken kayadan düşmesi sonucu şehit düştü.
Ne yazacağım bu yazı, ne de ardından akıtacağım gözyaşları sana duygularımı ifade edebilir Azad yoldaş. Elime her kalemi aldığımda, “Ortadoğu’nun acılarını, gözyaşlarını mı yazsam yoksa bir ana tanrıça gibi acı çeken yüreğini mi yazsam?” diyorum. Halepçe katliamıyla artan Kürt halkının ızdıraplarını mı, yoksa güneş gibi doğan ve karartılamayan ilk umut kurşununu mu yazsam bu özgür dağların uçurumlarına? Her biri kendi başına bir destan olan boyacı çocukları, çöpten ekmek parasını, yaşam umudunu arayanları mı? Bir bayram gününde daha yaşamın acımasızlığını sezemeyen küçük çocukların mutluluğu için, olmazsa insan yaşamı durur dediğimiz ‘KAN’ı alıp satışını mı? Yâ da bunların hiçbirini hak etmeyen; ama yaşayan özlü yoldaşın hikâyesini mi yazsam? Bende bilemiyorum.
Ortadoğu halkları bu gibi acılara mahkûm edilirken, yine de kökünün ve özünün sağlamlığından olsa gerek, kendisinde her zaman umudu, sevgiyi ve aşkı yeşertme gücünü gösterebiliyor. İşte biz bu isyanların şaha kalktığı topraklar üzerinde doğup büyümüştük, yaşam arayışlarımıza bu topraklarda başlamıştık.
Kimilerimiz zengin imkânlar altında rahat büyütülürken, kimilerimiz ise mermi kovanları, bombalarla, dağlarda çobanlık yaparak ya da eve kapatılarak büyütülmüştük; ama birbirimizden hiçbir farkımız yoktu. Ortadoğu’da çocuk olmak demek; sevgiden, aşktan, umutlardan mahrum kalmak anlamına geliyordu. Bize öyle öğretilmişti. Yaşamın aldatıcı akıntıları karşısında yenik düşenler de oldu, pes etmeden umuda yolculuk ederek ilerleyenlerde; çünkü bizim tarihimiz buydu. Her zaman acı ve mutluluk bir arada yürüyordu. Buna “dur” demenin zamanı, hiç kuşkusuz gelmişti. Bir tek kurşun bize ütopyalarımıza kavuşma yolunu, “Mem û Zîn”in aşkını ve toprak sevdasını kavratıyordu.
Bu yol ve sevdayla yeni acılarımız hep acı olarak kalmayacak; mutluluğun, umudun yolu bulunacaktı. Bu amaçla ve yeniden doğuş ruhuyla başlamıştı yaşam arayışlarımız.
Azad yoldaş da bu temelde yaşadığı tüm acılara göğüs gererek başlamıştı içindeki yaşam ruhunu canlandırmaya. Ne büyükler gibi inşaatlarda çalışmasına, ne okul okumayışına, ne de ailesinde bayram havasını estirebilmek için sattığı kanından pişman olmuştu. Daha güçlü bir kişilik için bunları ödenmiş borç sayardı kendisine ve her zaman “bunu acımasız sisteme fazlasıyla ödediğini söyler, mutluluk duyardı.
Azad yoldaş, Mardin Savur ilçesinin Barman köyünde dünyaya gelir. Daha çocukken köylerine yakın bir yer olan Serenli Gıré Şêra’da 11 yoldaş zehirlenerek katledilmişti. Nedeni ve faili yine Kürtlerdi bu ihanetin. Bu olay kadar düşman ve ihanet gerçeğini yalın bir şekilde ortaya çıkaran başka bir olay bulunmaz. İhanetin ne olduğunun, bedeli ve ne yapması gerektiği bu olay kadar çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren farklı bir örnek yok gibidir. Azad yoldaş daha çocukken bu olaya tanıklık eder. O zamanlar, gerçeğin saklandığı ve kimsenin kendi içindekini anlatmadığı zamanlardır ki, “kral çıplak” demek için çocuk olmak gerekiyordu. Savaş, şiddet, işkence gibi bedeli olan doğrunun bedeli kuşkusuz ki çok ağırdı. Azad yoldaşın yüreğine kazınıp pekte şaşırdığı bu duruma dili yetemez; ama aklında bir leke gibi kalır. Yetişkinlerin pek de ses çıkarmadığı bu durum karşısında Azad yoldaş etkilenir, utangaçça da olsa. Bunlar Kürtler için canlarını veriyorlar. Bunlar dağda kalıyorlar. Bunlar okumuşlar ya da “talebe” dedikleri kimselerdi. Geriye kalan ise bir sır gibi kimsenin pek de öğrenmediği ya da öğrenmekten korkuttuğu bir şeydi; ama büyük bir soru işareti gibi herkesin kafası üstünde duran bu durum, gün geçtikçe kendini daha fazla hissettirmeye başlamıştı. Azad yoldaşın saflığı ve doğruluğunda olup yaşamın sorularına verilen doğru cevaplar arttıkça her şey ortaya çıkıyor, sır perdesi yavaş yavaş kalkıyordu.
Tam bu zamanda Azad yoldaş, çalışmak için çocuk yaşıyla İstanbullara kadar gider. Buradaki hayat ve gerçeklik Azad yoldaşın eskiden pek rahat cevaplayamadığı soruları daha yalınlaştırmış, onların cevaplarını daha rahat bulmuştu. Onlar farklıydı ve farklı bakılıyordu. Yaşam zordu ve bir ekmek parçası için çekilmeyen zahmetler kalmamıştı. Daha ötesi olan özgürlük ve kendine ait olma savaşının bedeli her yerde yaşamı pahasına yaşamaktan geçerdi. Zehirlenen insanlar demek ki bunu yapmışlardı. Onlar onurluydu ve bu tür yaşamı kabul etmemişlerdi. Onlar için, Kürtler için savaşmanın ne olduğunu daha yeni yeni anlamaya başlamıştı. Köydeyken farklı olduklarını bilmiyordu. Böyle bir durumu hissettirecek bir durumla da karşılaşmamıştı; çünkü herkes onun gibi yaşıyordu. Koyunlarını rahat bir şekilde otlatıyor, bağ bozumuna gidiyor, dağdan odun kesiyor, Kürtçe kavga ediyor, seviyor, hata bazen küfürler ediyordu. Her şeyi kendi diliyle yapıyordu. Bunu yadırgayan, hor gören kimse yoktu. Hayat bu tarzda da devam edebiliyordu. Gel gör ki, yeni geldiği bu memlekette buna imkân yoktu. Buraların dili, giyimi bir bütün yaşamları farklıydı.
Azad yoldaş, bu çelişkileri yaşarken Kürdistan'da gerillanın sesi yükselmiş, büyük eylemler yapılıyordu. Artık taraflar netleşmeye doğru gidiyordu. Azad yoldaşın da kendi yolunu ve tarafını netleştirmesi gerekiyordu. Bu durum Azad yoldaş için bir bayram havası olurdu. Zaten uzun zamandır kafasını meşgul eden şeyler netleşmiş, bir yola kanalize olmayı bekliyordu. Bu süreçte legal çalışmalarında kalır. Kürtlerinde partileri vardı; ama binbir zorlukla sürdürülmeye çalışılan bu parti ve çalışmalar engelleniyor, gelişmesi istenilmiyordu. Demek ki özgürlüğün bedeli ağırdı ve düşman bu bedelin ödenmesini istiyordu. Olsun, bedel edensin. Azad yoldaşın bir dirhem de olsa bundan korkacağı bir şey yoktu. Yaşam zaten bir işkence gibiydi. Azad yoldaşın bilinci mücadele geliştikçe daha fazla artmış, katılım kararı keskinleşmiştir. Yaşı da katılıma uygun hale gelince artık katılım için önündeki engeller kalkmış, uygun zaman kollayacak duruma gelmişti. Yaşanan uluslararası komplo sürecinde her türlü eyleme katılmış, bu durum kendisi içinde bir sınav niteliğinde olmuştu. Azad yoldaş katılım kararını vererek gerilla saflarına katılır.
Artık onun yeri dağın asi yamaçları, dik başları ile sarp kayalıkları olmuştur. Aradan uzun bir zaman geçip yaşanan zehirlenme olayı ile kendisinin katılımı arasındaki ilişkiyi düşündükçe, şaşırmakta belki haklı olabilir. Pek de anlam verilmeyen bir durumdan, dev gibi gelişen mücadele içinde kendisini bulduğunda oldukça sevinir. O kendisi ile alsa çelişmedi ve çelişkinin ardından hep yürüdü. Ta ki çelişkisini çözene kadar. Onun çelişkisini belki de en iyi çözecek yer dağlardı. Dağın her patikası, dağın her vadisi ve ormanı; onda bütünleşecek, bir parçası olacaktır. Azad yoldaşın katıldığı yıl hareketin yeninden yapılanma süreci olup gerillanın güneyde toplandığı yıldır. Temel eğitimini Xınerê alanında gördükten sonra beli bir süreliğine taburlarda kalıp, sonra Zap alanına geçer. Burada da askeri ve örgütsel eğitimini tamamladıktan sonra kuzey için öneride bulunur. Önerisi kabul olup, Botan eyaletine geçer. Azad yoldaş cıva gibi yapısıyla her türlü göreve hazır olup, sürekli “beni daha uzak yerlere, göreve gönderin, alan bana dar geliyor” demektedir. Gerçekten de Azad yoldaş anlattığı gibidir. Çok fazla kitap okumaktadır. Araştırma ruhu çok gelişkindir ve zengin fikirlere sahiptir. Yaşamda da sürekli coşku sahibidir.
Azad yoldaş, tekniği çok sevdiği için sabotajcı olmuş ve yerini bu timlerde almıştır. Patlayıcılar konusunda oldukça yetkindir ve birçok eylemde rolünü oynadı. Azad yoldaş, düşmanın Kato Jirka’da yaptığı kapsamlı operasyonda yaralanır ve düzenlemesi güneye olur. Güneye ulaştığında Zap operasyonu olur. Yaralı olduğu halde yoldaşlara yardımcı olur. Hastanede yaralı iken güvenlik için yapılan yerleri kendisi teknikten anladığından matkap çalıştırır ve tüneller yapar. Azad yoldaş iyileşir iyileşmez düzenlemesini olmasını isteyerek Zagros eyaletine geçer. Burada çalışmalara katılır. Önemli eylemlerde yerini alır. Azad yoldaş Zagros alanı çok sever. “Bu dağlar kendisini sevdirtmesini bilir” diyerek Zagros'un görkemine hayran kalır. Birçok yoldaşı gibi dillerden düşmeyen Zagroslar'da bir gerilladır O. Azad yoldaş, “kaldığım her yeri sevdim” der ama “bu Zagroslar farklıdır” deyip güzelliğini yüreğine nakşeder. Kürtçesi daha güzel olan bu duygular birazda aşağıdaki yazı gibidir:
Careke din stêrkên azadiyê tirêjên xwe berda nav dilên çiya. Tîrêjên xwe berda, roniya xwe belayê li ser sîngê Zağrosê kir. Di axa pîroz a Mezopotamya de dengvedan. Di dîroka mirovahiyê de hatin çandin. Çawa sitêrkekî li dilê ezmanan de tim dibiriqê û zindiye, ew jî di şevên tarî de ronahiya dilê hezaran bûn. Her dem li ber çavên min in. Wekî birînekî ku dermana wê ne gengaze dikele di dilê welatê min de, niha dilê min jî bi şewat e. Dema ez navê wan dibihîzim û dengên wan di nav xeyalekî kur de digîhîje gohê min, dilê min dibe volqan, diherike di nav rêwîtiya azadiyê de.
Evet, Azad yoldaşın pratiği bayram havasında geçer. Azad arkadaş, düşmanın 2009 ateşkesini fırsat bilerek savunma alanlarına attığı bir pusuyu fark etmeden içine girip, vücuduna işlenen kör bir kurşunla şehitler kervanına katılır. O’da onlarca yoldaşı gibi çok sevdiği Zagoslar'ın rengârenk çiçekleri içinde yerini almakta ve her yıl kardelen çiçeği ile karı delip baharı selamlamaktadır. Yattığın yerde rahat uyu yoldaşım!
Kod Adı: Azad Gernas
Adı Soyadı: Ayetullah Esen
Şahadet Tarihi ve Yeri: 5 Nisan 2009’da Şemzinan’da pusuda şehit düştü
İşgal, katliam ve göçün gölgesi bin yıllardır, Kürdistan üzerinde kara bulutlar gibi dolaşmıştı. Ta ki tüm kara bulutları parçalayacak ışığın doğuş gününe kadar. Bu ışık o kadar yakıcıydı ki tüm geri zihniyetlere bir darbeydi. Işık o kadar yakıcıydı ki, toprak ananın bağrında büyük bir coşku ve heyecanla tohumlar fışkırmış, çiçeğe durmuş ve tüm insanlığı doyuracak meyveye dönüşmüştü. Kutsal toprakların yiğit evlatları özgürlüğe susamışçasına uyanacak, her türlü zulmün ve adaletsizliğin karşısında, gerçek kanıtları olacaktı. İşte böyle yaşayacaktı Mezopotamya çocukları. Mukaddes kanlarıyla kahramanlığın abideleri olacaktı. Işığın gücü o kadar çekiciydi ki, hiçbir engel olmaksızın yürüyeceklerdi özgürlük yolunda. Özgürlük Ateşi bir meşale gibi elden ele geçecek ve maratonun sonsuzluğunda koşacaklardı özgürlük savaşçıları. Yaratılan değerleri büyük bir fedakârlıkla yüceltmek için ASO arkadaşta, kutsal toprakların binlerce şehitlerinden biri olmak için, maraton bayrağını tutuşturmuştu.
Aso yoldaş direnişin ve yurtseverlerin kenti Mahabat’ta dünyaya gelmişti. Mahabat’ın acı zulüm ve güzelliklerini, özgürlük ve beraberliğin sembolü olan Kürt Cumhuriyetini, onurlu insanları ve Qazi Muhammedlerin idamını daha küçük yaşlarda duyacak ve yaşayacaktı. Bunun için ismini Aso koymuştu. Çünkü Mahabat’ın acı günlerinin çocuğu, umudun ve arzunun adı olacak, bakışlarında umudu yaratacaktı. Urfa’yı mücadelesinin bir olgusu yaparken O inanıyordu ki Ararat’tan yükselen sarı kırmızı yeşil bayrağın, yalnızca Ömerli köyünde kendi gerçek yerini bulacağına ve Mahabat’ın dayanağı olacağına. Aso yoldaş sahte dostlara karşı her zaman kendinde kini büyütmüştü. Mahsum bir gülüşün ve tebessümün gizeminde yaşarken, düşüncesindeki büyüklüğü bir yaşam duruşu haline getirmişti. Sessizdi, ama O büyük yalnızlığın acısını yüreğindeki halkıyla birleştirecekti. Annesinden dinlediği masalların kahramanlığını bu kez Aso yoldaş kendisi destanlaştıracaktı. Annesine olan sevgisini Kürt analarının kalbine yerleştirecekti. Ne olursa olsun yüreğindeki özgürlük marşı olan Ey Raqip’i, bir türkü gibi söyleyecekti. Ve tüm çocukların dilinde ve gülüşlerinde direnişin abidesi olacaktı. Mücadeleye olan aşkını Amed meydanlarında haykıracaktı. Bu kez çocukların masallarında kahraman olarak anlatılacaktı. Direnişinizle korku saldınız düşmanlarınıza, korkuları değimliydi ki kimyasalları kullandılar. Ama şunu unutmuşlardı ki öldükçe çoğalacaklardı. Ellerine aldıkları maraton bayrağını, diğer şehit yoldaşları gibi en zor olan yolu koşar adımlarla coşturacaklardı maratonun sınırsızlığına. Birleşerek özgürlüğün kasırgası olup, kara bulutları yok etmek için Önder APO ile buluştular. Işığın yakıcılığında sarıldılar toprak anaya. Şahadetinizle yarattığınız fedailiği, her attığımız adımda her başımızı kaldırdığımızda, sürekli yürek ve beyinlerimizde yaşacak ve yolunuzun takipçisi olacağız. Bir kez daha tüm şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyor ve sözümüzü yeniliyoruz.
SİLAH ARKADAŞLARI
KOD ADI: ASO MAHABAT
ADI SOYADI: KEMAL TAHAZADE
DOĞ. TAR. YERİ:1978-MAHABAT
KATILIM TARİHİ: 1999
Kürtlerin özgürlük istemlerine dağlarımız her zaman cevap olmuş ve özgürlük savaşçılarına hep kucak açmıştır. Tarihten beri bu böyledir. Sayısız mücadele ve isyanlara tanıklık etmiştir dağlarımız. Efsanelerde dağlarımızın adı geçer. Cudi, Zagros, Cilo, Munzur sadece bir kaçıdır. En büyük gururumuz da dünyaca meşhur Ağrı dağımızdır.
Yüksekliği ve heybeti yanında güzelliği kendisini ilgi odağı kılmıştır. Bu yüceliğini Kürt isyanlarındaki koruyuculuğunda da görüyoruz. Doğubeyazıt yurtseverliği, Ağrı dağındaki direnişlerle mayalanmıştır. Dolayısıyla özgürlük savaşı zincirinin son halkası olan PKK mücadelesinde de bu yurtseverliğini göstermiştir. Birçok kahraman mücadeleye vermiştir. İsimlerini sayamayacağımız kadar çok olan kahramanlardan biri de Zınar Serhat arkadaştır.
Zınar arkadaş Doğubayazıt’ta doğdu, büyüdü. Özgürlük tutkusunun etkisiyle Zınar arkadaş erkenden düzenle çelişkiler yaşamaya başladı. Yanı başındaki Ağrı dağında yaşanan gerilla savaşına tanıklık etti. Efsaneleşen yiğitleri tanıdı etkilendi. Doğubayazıt'ın isyancı karakteri Zınar arkadaşla devam etti.
1993’ de savaşımız en yoğun yaşadığı dönemde gerilla saflarına Ağrı dağında katılır Zınar arkadaş. Gerillacılığa bu alanda başlar. Gerillacılığın onurunu, gururunu burada yaşar. Bir süre sonra Doğu Kürdistan’a geçer. Daha sonra farklı alanlarda mücadeleye devam eder. Uzun bir süre Güney Kürdistan’da kalır. Hareketimize en yoğun tasfiyeci yönelimlerin olduğu süreçte, bu ideolojik saldırıları yakından görür. Sürecin ortaya çıkardığı zorluklar karşısında Zınar arkadaşta kin ve öfke daha da artar. Önderliğe ve partiye olan bağlılığı daha da güçlenir. Bunun için en ön saflarda mücadele için arayışlara girer. Bir gün önce bu isteğini yerine getirmek en büyük hayalidir. Bir gün gelir ki artık o Serhat yolcusudur.
Uzun yıllar sonra tekrar Serhat’ a döner. Bu dönüşü içinde başarı, hırsı ve intikam duygusunu barındırır. Bu mekanlarda tanımış olduğu kahramanların anısıyla tekrar buluşur. Bu mekanda özgürlüğe ilk adımını atmıştı, zorlukları güzellikleri burada yaşamıştı. Buralar onun için bambaşka anlama geliyordu. Dolayısıyla burada bulunmak onu mutlu ve heyecanlı kılıyordu.
Bu heyecan ve mutluluğunu 2003’de Tendürek’te tanışırken görecektim. İsmini çok duymuştum arkadaşlardan; çünkü o birçok yoldaşının yüreğinde yer almayı bilmişti. Anlatıldığı gibiydi; güler yüzlü, yaşamdan aktifliği dikkat çekmesine yetiyordu.
2009 sonbaharında Ağrı dağına geldi çalışmalara beraber katılacaktık artık. 1 yıla yakın beraberlik onun daha farklı özelliklerini tanıma fırsatı verdi. Gerillacılıkta uzun yılların vermiş olduğu tecrübeyle olgunlaşmıştı. Soğukkanlı, sakindi bu hali onu doğal otorite kılıyordu. Duruşu karşısındakine güven veriyordu. Güven hali birçok zamanda gözleri ona çevirmişti. Sürekli danışacağın arkadaşlardandı. Mütevazi kişiliği, çekici üslubu, parti kültürüyle kendisini donattığının göstergesiydi. Yoldaşlarını incitebileceği akıllarına bile gelmezdi. Birçok konuda yetenek sahibiydi. Hani derler ya “on parmağında on marifet” El attığı her işin hakkında gelebiliyordu.
En son çalışması düşmanla iç içeliği gerektiriyordu bunu dikkat ve duyarlılığı ile yürütebilen kendisini ve yanındaki arkadaşları koruyabilen kişiliğiyle sürdürüyordu. Belki de intikam hırsı bu duruşunu ortaya çıkarıyordu.
Mücadelede 1 Haziran hamlesi Haziran ayına belli bir anlam yüklemiştir. Serhat içinde Haziran ayının önemli bir anlamı var. Haziran ayı intikam ayıdır. Şehit Sidar ve Dicle arkadaşlar bu ay da şehit düşmüşlerdi.
Bir an önce hazırlanıp bu görev yapılmalıydı. Zınar arkadaş bunun çabasındaydı. Bazı planlar ve bunun hazırlıkları içerisindeyken tarih bize büyük bir acıyı daha yaşatır. 9 Haziran 2010’da Zınar arkadaş bir pusu da Tendürek’te şehit düşer.
Yüce amaçlar bize acıyı yenmeyi öngörür. Bu ülkede yaşamın bir yanı hep acılarla yoğrulmuştur. Fakat bir başka yönü de var ki, gurur ve onur hiçbir zaman bu ülkede terk edilmemiştir. HPG Zınar arkadaşı “Büyük Devrimci” olarak tanımladı. Büyük devrimciye sözümüz, amacına bağlı kalacağımızdır.
Bu amaç yolunda sonuna kadar yürüyeceğimize Şehit Zınar arkadaş şahsında tüm şehitlere söz veriyor, Şehit Zınar arkadaş şahsında tüm şehitlerimizi anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Mücadele arkadaşları adına…
24.07.2011
Devrimci Selam ve Saygılar.
Kod Adı: Zınar Serhat
Adı Soyadı: Abdulmiraf Can
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 9 Haziran 2010 Serhat Tendürek
“Zaman yaşanılanları unutturmaz. Dağda yaşananlar ise zamanla demlenir, çoğalır ve büyür.
Dağlı anılar, yüreğimizin en dibinde, daima kendisini diri tutan yanımız... Çünkü gerçek ile yüreğimizin tanıştığı mekân, dağ... Yüreğin unutamadığı tek gerçek, dağlı anılar...
Dağ, hep insana bir umut bahşeder. Sonsuz bir yalnızlık ve sessizliktir dağ yaşamı. Soyluluğunda gizler hep öteki yüzünü... Öteki yüzü toprak kadar sessiz, okyanus gibi derin ve bilgedir. Kürt, dağın yalnızlığında ve sessizliğinde kendini yaratan bir halktır.
Memleketimizde çocuklar dağın öteki yüzünün sevdasıyla büyür, öyle büyüdük. Dağ düşlerimiz, yeni bir yolculuk... Öyle çıktık yollara...
Dağ bir yol,
Yol bir çağrı,
Çağrı yüreğe düşmüş cemre, düşlerin gerçekleşmesi...
Yüreğimize dar gelen düşlerimizi bir tek dağın öteki yüzünde yaydık evrene... İnsanla öyle buluştuk. Kendimizi, düşlerimizin gerçekleştiği kadar gerçekleştirdik. Gerçekleştikçe güzelleştik, gerçekleştiremediklerimizse boynumuza bir günah gibi dolanır... lakin yaşam gerekçemiz olanlardır...
Sınırlar dağlarda aşılır. İnsanın kendi sınırını aşıp, sevdaya ve güzelleşmeye ulaştığı yerdir dağ. Uzun dağ yolları ve yılları kat ettik. Çok şey değişti, düşlerimiz büyüdü, yüreğimiz genişledi. Biz değiştik, yollar değişti, çağrılar çoğaldı, yüreklere yıldızlardan patikalar kuruldu. Lakin bir tek şey değişmedi, o da gidenlerin bıraktıkları... “ diyor bir şair.
Dağların dağ yürekli bir sevdası da 2009 yılında genç bir fidan olarak dağa çıkan Yılmaz yani Renas yoldaşımızın öyküsüdür. Bir müddet Amed eyaletinde kalan Yılmaz yoldaş, ardından Şehit Sinan bölgesi diye isimlendirdiğimiz Genç alanına düzenlenmesi yapılmıştı.
Kürdistanlı gençler yüreklerinde bir kere mücadele sevgisi yeşermişse saygılı olurlar, mütevazi olurlar, sıcakkanlı olurlar. Ve bu duruşlarıyla dağlara çıktıklarında yoldaşları, yani onlara göre eski olan gerillalar tarafından sevilirler. Hele bir de söz konusu bu yeni olanın ismi Yılmaz ise, kişilik olarak oldukça sempatik ise bu sevgi ve saygı daha fazla da gelişecektir.
Yılmaz yoldaş, dağa gelirken yoldaşları ona şehit Yılmaz yoldaşın ismini vereceklerdir. Ancak o Kürtçe bir isim düşlemiştir. Renas gibi yani yol bilen manasında. Ancak şehide saygıdan dolayı ise Yılmaz ismine dokunmadan taşır.
Yılmaz yoldaş erkenden dağa adapte olan gençlerden. Her gelen bir genç yaklaşık 6 ay adaptasyon sorunu yaşar. Ancak o bu sorunu yaşamadan hızla pratiğe adım atan bir gençtir. Muhtemelen ailesinin yurtsever oluşundan olmalıdır ki mücadeleye uzak değildir. Mücadeleyi tanıdığı içinde gerillanın zorluklarına hazırlıklı gelmiştir. Ve de gelir gelmez sanki yılların gerillasıymış gibi izlenim vererek tüm yoldaşlarla sıcak ilişkiler içerisinde olur. Ortamla uyumu iyi yakalamıştır. Birde genç yaşına rağmen çok olgun bir genç olması, onun daha fazla göze batmasına yol açmıştır.
Kişilik olarak emekle haşır neşirdi. İş yaparken severek yapan, yaptığı işi temiz yapan, bir nevi durmayı sevmeyen sürekli akan bir gençti. Emektar, pratikçi bir arkadaştır. Pratikte hep önde olmayı, her işte emeğinin olmasını istiyordu. Hep “bu dağlara örgüte faydamız dokunsun diye çıktık” diyerek boş durmayı sevmediğini herkese hissettiren bir gençti.
Kış sürecinde biraz sessizleşmişti. İçine kapanmıştı. Daha sonra baharla görüldü ki, yerinde durmayı bilmeyen bu genç hareketsizlikte zorlanıyor, içine kapanıyordu. Kışın durgun ve sessiz olan Yılmaz arkadaş, baharla beraber kamptan çıkmasıyla onun için adeta bayram olmuştu. Gül gibi açılarak herkesi şaşırtan bir değişim yaşaması, kendisine yeni bir renk gelmesi, canlılığı coşkusu, yaşama yeni bir renk katmıştı. Duyarlı, disipline önem veren kısacası bir gerillanın sahip olması gereken birçok özelliği baharla birlikte gün yüzüne çıkmıştı.
Hele bir de araziye hakimiyeti yok muydu? Yeni olmasına karşılık araziyi tanıması çok dikkat çekmişti. Bir yeri bir sefer görmesi yeterli oluyordu. Bir de halkla ilişkileri çok güçlü olarak öne çıkıyordu. Birçok yoldaşın tutuk olmasına karşın o halkla çok rahat iletişim sağlayan bir militandı.
Hep Rênas Yılmaz Amed olarak tanınmak isterdi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi isminin Yılmaz olması, bunun da Türkçe bir isim olması hep onu rahatsız ederdi. Buna rağmen ilk katıldığı yerde bu isim aldığı içinde değiştirmekte istemiyordu. İlk günlerin anısına onun için isminin başına Kürtçe bir isim takmak istiyordu. Kendi toplumsal gerçeğiyle yaşamak istiyordu.
Bingöl’ ün Genç ilçesine bağlı Bavan tepesine yapılan baskın eyleminde erkenden şehitler kervanına katılarak aramızda ayrıldı.
“Umut bağladım umudunca
İyi dileklerde bulunarak
Sonu olmayan zamanlarda
Hep seni arar dururum
Yarınların sonsuzluğunda
Yürek yakan bakışlarında
Hazin ve ayrılığın acısı mevcut
Bekleyeceğim yarınları
Güneşin sıcaklığını…
Rênas Yılmaz AMED arkadaşın anısına.
Devrimci Selam ve Saygılar.
Kod Adı: Yılmaz (Renas) Amed
Adı Soyadı: Ömer Atahan
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 14 Haziran 2010 Bingöl Genç
Xelat yoldaşın kuzeye geçmeden önce kameralara konuştuğu son sözler:
“Adım Xelat Gorse. 1982 de Mardin’de dünyaya geldim. 99 da saflara katıldım. Amed’den saflara geldim. Bir süre orada kaldım. Geri çekilme süreciyle birlikte güney alanlarına geçtim. Şimdi de Botan yolu üzerindeyim, Botan'a gidiyorum.
Çok ağır bir süreçten geçiyoruz. Hem önderlik, hem halk, hem de hareketimiz üzerinde çok yoğun bir yönelim var. Biz de bu sürece Botan'a giderek cevap vermek istiyoruz. 99’da Amed’den katıldığımda kısa bir süre orada kaldım, orada yarım kalmış bir pratiğim vardı. Şimdi oraya giderek yarım kalan pratiğini tamamlamak istiyorum. Yine Amed’e gitmek istiyordum ama örgüt Botan'ı uygun buldu. Şimdi de oraya gidip orada sürece cevap olmak istiyorum. Şehit Beritan akademisinin bir öğrencisi olarak burada çok güçlü bir yoğunlaşma yaptık ve şimdi oraya giderek bu yoğunlaşmayı pratikleştirmek ve cevap olmak istiyoruz. Buna inanıyorum ki buradan aldığımız güçle bir cevap da olacağız. Farklı bir şey söylemeye gerek yok. Çünkü söylenmesi gerekenleri birçok kahramanca şehit düşen yoldaşımız söyledi, özellikle ş. Viyan yoldaş şahsında. Nasıl bir mücadele, duruş ve kişilik gerekiyor sürece göre bunlar ortaya konuldu ve biz de şimdi ona göre bir katılım yapmak istiyoruz. Bu temelde burada kalan arkadaşlara başarılar diliyorum. İnanıyorum ki mücadelemizle orada düşmana bir cevap olacağız.”
Kod Adı: Xelat Gorse
Adı Soyadı: Cihan Unat
Şahadet Tarihi: 30 Haziran 2007’de Botan Kela Meme’de Çatışmada