Kahramanlar nerededir? Bu dağlara gelişim bundandır işte, küçüklükten beri kahramanların peşinde koşarım, kitaplar okurum, her köşeye bakarım. İşte Medya Savunma Alanlarına’da ziyaretim bundandır. Daha öncede gerillanın yanına geldim gittim. Hakkını yemeyeyim bu dağların, bir çok kahramanla karşılaştım. Bir çok kahraman ekmeğini bölüştü benimle. Sohbetlerin en güzelini ettik beraber. Sonra ise bana düşünmek kaldı. Kendi kendime felesefi tartışmalara düştüm; acaba bu kahramanlar bir zamanlar bizler gibi yaşamış olabilirler miydi? Bir zamanlar onların da sıradan bir hayatı olmuş muydu bizler gibi yoksa onların hayatları hep mi farklıydı bizden? Tanrısal bir güç müydü? Ya da birileri el mi vermişti onlara daha küçükken onlar?
Hep varoluşçuluk ağır basıyordu bende, bu tartışmaların sonunda, çünkü bizler iş “hıyrete” geldiğinde çalışmaya geldiğinde hep birşeyleri yaratılışımızda ararız “biz” öyle değiliz, biz yapamayız, o kadar gücümüzü yok, anlayamayız biz. Kahramanlara özeniriz, kahraman olamayız ve kendimizi yaradılışımız ile avuturuz. İşte ben bunun farkına Koçer ile vardım.
Medya Savunma Alanları’na yaptığım yolculuklardan birinde, gerillanın nasıl eğitim gördüğünü görmek için eğitim gören bir grup gerillanın yanına gittim. Akşamdı ve hemen dinlenmem için beni karşılayan gerillalar beni uygun bir yere götürdüler. Götürdükleri yer Koçer’in yanıydı. İnsan ne olursa olsun yeni bir ortama girdiğinde çekingen oluyor. Dinlenmek için geldiğim yerde birkaç gerilla uyuyordu ve bende hiç onları rahatsız etmeden boş bulduğum bir yere kıvrıldım.
“Merhaba heval hoş geldin”
Hemen cevap verdim
“Merhaba”
Bu ses daha önce tanıdığım birine ait değildi bundan emindim ancak bu ses yabancı bir ses de değildi bu ses Koçer’in sesiydi. Bana battaniye bulup getirdi. Sabah olduğunda sohbet etme birbirimizi tanıma fırsatımızı olmuştu.
Kimdi Koçer? Koçer Batmanlıydı. Koçer bizden biriydi işte. Görüp görebileceğimiz bir çok genç gibiydi o da. Arayışları vardı. Arayışlarının peşinde koşmuş. İyi kötü birçok şey yapmıştı. Biz kahramanlığı yaratılışla ilgili bir şey zannederken tam aksine hayat ona küçük bir hikayenin bile kahramanı olacak imkanları, fırsatları sunmamıştı. Hor görülmüştü çoğu zaman, öyle üniversite lise falanda okumamıştı. Yanlış hatırlamıyorsam, liseye kadar okula gitmişti. Sokaklarda çok gezmişti hani derler ya; “hayat okulundan okudum” diye. O demezdi ya, hayat okulundan çok büyük ders almıştı. Ne olursa olsun o “dostunu satmazdı” bunu anlamak için Koçer’i çok fazla tanımak gerekmezdi, yıllar geçirmekte gerekmezdi. Koçer buydu işte. Koçer bizden biriydi aslında, gerçek olan oydu. Bizim olmamız gerekendi o. Biz kendimize hayret etmeliydik Koçer’e değil.
Çünkü bu toraklar alışkındı buna “dostluktan” ve “arkadaşlıktan” daha yüce değer bilmeyenlerin topraklarıydı buralar. Pir Sultan’nın, Mazlum Doğan’nın, Mahir Çayan’nın, Kemal Pir’in son nefesinde de “dost” diyenlerin topraklarıydı buralar.
Ne öğrendiyse arkadaşlarından öğrenmişti Koçer, onun kelimesi “heval” di. Hiç sormadım o da söylemedi ama onun hayatındaki en önemli kelime “heval” di. Biliyorum bunu. Çünkü ne öğrendiyse arkadaşlarından öğrenmişti. Kendi; “ arkadaşlar olmasaydı o sokakların karanlığında yiter giderdim” derdi hep.
Arkadaşlarına saygısı bundandı işte, arkadaşları ne derse yapardı. Kitap okumayı sevmezdi, ama arkadaşları oku derse okurdu, Koçer.
Anlatmadan edemeyeceğim bir diğer özelliğide, gülüşüydü, öyle bir gülerdi içimiz ısınırdı. Onun gülüşünü betimleyemeyeceğim.
Koçer için aslında söyleyebileceğim yegane şey onun sokaklardan,insanlıktan,dağlardan,gerilladan kısacası hayattan öğrendiği Mertlikti ve dosta düşmana verdiği derste Mertlik oldu.
Koçer, bizden biriydi işte Koçer dersini verdi ve gitti. Arkasına bakmadı keskin bir bıçak gibi, düşmana bilgi vermektense ölmeyi tercih etti. Koçer’de bizim kahramanlarımızdan biri oldu, Koçer bizden biriydi işte, şimdi baksak camdan Koçer’i görürüz. Bak şimdi Koçer geçiyor sokaktan, belki yine hor görürüz. Yaradılışdan falan değil işte kahraman o Koçer, kahraman çünkü arayışları var çünkü dinliyor, çünkü okuyor çünkü mücadele ediyor, çünkü savaşıyor, çünkü emek veriyor.
Koçer Devrim …. Tarihinde Batman’da dünyaya gelir. 2012’de gerilla saflarına katılır. Bir çatışmada yaralı olarak ele geçer fakat düşmanın sorularına yanıt vermeyi reddet ederek direniş çizgisini sürdürür bu direniş karşısında düşman Koçer yoldaşı kalleşçe infaz edilerek şehit düşürür.
Ayhan yoldaşla Haftanin alanında tanışan ve onunla birlikte pratikte kalan bir kadın yoldaşının Ayhan yoldaşa ilişkin söylediklerini olduğu gibi buraya alarak Ayhan yoldaşı anlatmaya çalışacağız.
“Şehit Ayhan arkadaşla Haftanin’de olduğum sürede tanıştık. Kısa bir süre içerisinde de zaten kaynaştık.
İnsan ona “komutandı” diyemiyor. Çünkü çok farklıydı. Komutanlık sonuçta bir alt üst ilişkisini beraberinde getirir. Gerilla da bu alt üst ilişkisi belki düzenli ordularda gibi değildir, olamaz da. Sonuçta sosyalist bir hareketin gerillasıyız. Ama yine de dünyanın neresinde olursanız olun silahlı bir güçte alt üst ilişkiler bulunur. Ancak bu alt üst ilişkileri Ayhan yoldaşta farklıydı. Çok sadeydi, dürüst, güler yüzlü hep böyle kahkaha ile şakacı espritüel yanları ile bizimle alıp vermeyi esas alıyordu. Sonrada gördük ki kişilik olarak böyle sade bir kişiliği varmış.
Hastaneye gelişte kendisi dış tedaviye gitmişti. Ameliyat olmuştu, daha önce zaten birçok kez yaralanmış bir arkadaştı. Ve o yaralanmalar sonucu kaburgaları fena kırılmış ve parçalanmıştı.
Yıllardır parti içinde büyümüş ve Dersim’de çok kalmış bir arkadaştı. Zaten sohbetimizde onun Dersim anılarını dinlemek benim için bir moral kaynağıydı. Özellikle orada çatışma esnasında kurtardığı arkadaşlardır, oradaki öncülüğüdür.
Bir keresinde bir çatışmada birkaç bayan arkadaşı kurtarıyor. Onları sürükleyip zoraki götürüyor ve tabii ki o yoldaşları kurtarıyor.
Şunu belirtelim bizde çokça görülmüştür. Sert anlarda yeni olma yer yer bir dezavantaj olarak ortaya çıkıyor. Böyle anlarda tecrübe tüm dertlerin bir merhemi gibi açığa çıkıyor. İşte böyle anlarda siz yaşamak istiyorsunuz ancak düşman sizi vurmak istiyor. Siz halkınızın kaderini işgalcilerin ellerinde bırakmak istemiyorsunuz ancak işgalciler diyor ki “kaderiniz elimizde olacaktır.” Özcesi siz ve düşmanın istemleri zıttır. İşte böylesine kritik anlarda bir yoldaşınızı kurtarmak için istisna da olsa yoldaşlarınıza sert davranabiliyorsunuz. Sonuçta onun ya da onların hayatlarını kurtarmak bir vicdani sorun ve devrimciliğin sorumluluğudur. Böyle anlarda sizin kurtarmaya çalıştığınız, hatta bunun için canınızı ortaya serdiğiniz yoldaşlar size sert sözler, kırıcı sözler hatta kimi zaman gerilla da olmasa da sunturlu küfürler yiyebiliyorsunuz. Tabii tüm bu gerginlikler böyle kritik anlarda yaşanabiliyor. Ta ki siz yoldaşlarınızı ölümün çemberinden yani feleğin çarkından çıkarana kadar. Ortam rahatladı mı bu kez siz hafiften iğneleyici sözler sarf edersiniz ya da size laf atan yoldaş kibarca gelip sizden özür diler. Bu özür sözle olmasa bile hal hareketlerinde mahcubiyeti gösteren yaklaşımları siz anlarsınız. Zaten sizin kızmanız ona değil diki. Sizin kızmanız ya da sertliğiniz ölüm anına ve yoldaşınıza faşistlere kaptırmamaya dönük olan bir hırs ve sertliktir.
İşte yukarıda dile getirdiğim anı esasta Ayhan yoldaşın iddialı, hırslı gerçekten Dersim’deki o savaşçı ruhu, duruşu bizler için örnek alınacak birçok güzelliğe sahip olan anılardı.
Emek, katılım ve fedakârlık anlamında tam bir komutandı. Öncüydü. Herkesi sürükleyendi. Herkesin atan yüreği ve nabzıydı. Tabur onun kalp atışlarıyla nefes alıp verirdi. Öyle de sevecendi.
Geldikten kısa bir süre sonra karargâh komutanımız oldu orada. Karargâh komutanlığı süreci içerisinde hiç bana karargâh komutanlığının resmiyet içeren üst ilişkisini bir gün yansıtmadı. Alt üst ilişkilerinde çok rahat bir arkadaştı ve benimle de alıp verirken çok rahattı.
Kendim şahsen onunla birçok sorunlarımı paylaşıp birçok derdimi, görüşümü ve kaygılarımı onunla alıp veriyordum. Öyle hem rahat, hem de paylaşıma açık bir yoldaştı.
İlginç gelebilir ama partide Dersim’e giden yoldaşların ağırlıklı bir bölümü Dersim sahasına gittiklerinde birkaç yıl içerisinde tam Dersim'li oluyorlar. Dilleri Dersim'lilere benziyor. Kültürleri zaten Alevi kültürü oluyor. Muhtemeldir ki bu Dersim kültürünün o insana rahat gelen, şeffaf, hoşgörülü olan yönleri insanları derinden etkiliyor. Bir de tabii Dersim deyip geçmemek gerekir. Her taşında, her suyunda, her kayasında, her ağacında ve her mağarasında bir öykü vardır. Direnişin öyküsü. Bundan hiç şüphe yoktur ki insanları çok etkiliyor. Kendisine çekiyor. Bir kere insanlar gönüllerini bir vermeyi görsünler gelişecek olan karşılıksız bir kendini vermedir yani âşık olmadır.
İşte bunun için Dersim'de kalan yoldaşlar Dersim’in âşıkları oluyorlar. Ayhan yoldaş da yıllarını Dersim’de geçirmiş bir gerilla olarak Dersim’in yerel birçok özelliğini kendisine almıştı. Bu kültürle herkesle o güler yüzlü, sempatik, rahat haliyle alıp veriyordu.
Bir müddet sonra heval Ayhan’ın düzenlemesi oldu ve Keşan tarafına geçmişti. Keşan tarafında özel bir göreve gitti. O süreç içerisinde ben biraz rahatsızdım ancak Ayhan yoldaş hep selamlarını ve yer yer de notlarla durumumu soruyordu. Ve sonra da öğrendim ki birçok yoldaşa hem selam gönderiyor hem de notlar yazarak durumlarını soruyor. Ve tabii yer yer de bizlere yaşam perspektifi veriyordu.
Unutma durumu yoktu. Selamlaşması, arkadaşları tekrardan sorması onda hâkim bir özellikti. Gerçekten insan o arkadaşın yanına gittiğinde güç alıyordu, moral alıyordu. Ben mesela özellikle kendisi ile ayrı bir bağım olmuştu. Özel katkıları benim için oluyordu.
Ayhan yoldaş Haftanin alanının dar yönetiminde yer alıyordu. Aynı zamanda Tabur üzerindeydi ve sorumluluklarını bulunduğu kuvvet içerisinde en iyi şekilde yapmaya çalışıyordu.
Oradaki belirgin özelliği, özellikle yoldaşlarına sahip çıkması, yapısıyla bir bütünlük içerisinde katılma ve onlarla paylaşma savaşçılarıyla ilgilenme öne çıkıyordu.
Heval Ayhan Keşan’da özellikle hem yapıyla ilişkilenme ve ilgilenme de tam da dönemin komünal bir komutanıydı. O duruşu orada da aynı şekilde aşikâr gözüküyordu. O rahat alıp vermesi, yapıdan kendini farklı görmeyişi, insana ayrı kalmayışı, uzak kalmayışı Ayhan arkadaş için anlaşılır şeylerdi. Bu rahatlığı ve komünal yaşamı yoldaşların da ona öyle rahat ilişkilenmesine ve her şeyi onunla paylaşmasına götürüyordu.
Öyle ki onun yanında olmak, onun denetiminde çalışmak birçok arkadaş için itiraz edilmeyecek bir şans gibiydi. Bu noktada herkes, bütün arkadaşlar ondan memnundu. Komutanlığında, arkadaşlarla alıp vermesinden bütün herkes memnundu. Ayhan arkadaştan şikâyet eden arkadaş hiç görmedim, tam tersine herkes onun yanında kalmak isterdi. Bende yanında çalışmak istiyordum.
Daha sonra benim düzenlemem oldu ve ben kuzeye geçtim. O süreçte Ayhan arkadaş hâlâ Keşan’daydı. Kendi gücünün üzerindeydi. Orada görevlerini yapıyordu. Geçen süreçte zaten ben Besta’dayken arkadaşın Haftanin’den çıktıktan sonra Zap operasyonunda şahadetini duydum.
Gerçekten Zap operasyonunda fedakârca canını vererek, şahadete giderken kahramanca cevap olmuş ve bu temelde şahadete gitmişti. Ona yakışan da oydu.
Yıllarını vermiş bir fidandı diyebilirim, kahramandı. Zap operasyonunda Ayhan arkadaşın şahadetini duyduktan sonra birçok arkadaş gibi benim de moralim bozuldu. Olmamalıydı. Ancak Ayhan arkadaş için özellikle, yıllarını vermiş bir arkadaş için bunca yıldan sonra kahramanca şahadete gitmesi, Zap operasyonuna cevap olması benim için bir moral güç kaynağıdır.
Onu tanıma mutluluğuna ulaşmak, onunla olmak, onunla alıp vermek, onun denetimi altında birlikte bir çalışma yürütmek, yöneticilik yapmak benim için bir gurur kaynağıydı.
Ayhan arkadaşın benim gönlümde birçok arkadaşın olduğu gibi yeri bambaşkaydı. Onun o yarı tombul, sempatik yüzü aklıma geldikçe derinlere dalarım. Bir voleybol oynayışı, yine rahat alıp vermesi hep aklımda.
Ayhan arkadaşın Zap’taki şahadeti bizim için çok fazla zorlayıcı ve üzücü bir haber oldu. Ayhan arkadaş gibi bir komutanın kaybı büyük bir talihsizlikti.
Bize moral veren onun var olan düşman yönelimine cevap oluşu ve bu temelde onurluca şahadete gidişiydi. Bu anlamda onunla gurur duyduk. Botan koşullarında bize güç verdi, moral verdi. Zap operasyonunda bir destan yazdı diyebilirim.
Ayhan arkadaşın şahsında şehit düşen bütün arkadaşları insan anarken bile gözleri doluyor. Onun gün içerisinde yaptığı koşuşturmalarını ya da arkadaşlarla alıp vermesindeki o rahatlığı, maç oynayışından sonra televizyon seyrederken bile kimi şeylerde heyecanlanışını ya da oldukça esprisel ya da şakacı yanlarıyla, hiç kaygı yaşamadan rahat alıp verişini insan özlüyor.
Ayhan arkadaş için söyleyecek çok şey var. Kendisi yıllarını dağda vermiş bir arkadaş olarak büyük bir kayıptır.
Şüphesiz Ayhan arkadaşın komutanlığını, planlı programlı çalışmasını, arkadaşlarla paylaşmasını insanın örnek alması gerekiyor. Bizim önümüze koyduğu özellikle duruşu, askeri anlamdaki özverili, kararlı, hırslı, samimi, candan katılımını insan bir bütünen örnek almalı. Birçok yönüyle insanın kendisinde ekmesi gereken birçok şeyi bağrında taşıyan bir karaktere sahipti. Bu temelde de paylaşırdı.
Yöneticilikte alt-üst ilişkisinde, partinin üslup hitabetinde, tarzda, yaşamda birçok ilkeyi yaşamsallaştırarak kendisinde oturtmuştu.
Bu ilkeler üzerinde partiyi yaşayan, çizgiyi yaşayan bir gerçekliğe sahipti. Bazen öyle olurdu ki gözleri dolardı. Öyle de ince ruhlu bir yapısı vardı. Kimi şehit arkadaşları anarken, yine işgalcilerin halkımıza yaptığı zulümler karşısında özellikle böyle anlarda dolardı gözleri ve kimi zamanda tutamaz ve bir sel gibi akar giderdi bu yaşlar.
Bir keresinde ona baktığımda gözlerinin dolduğunu gördüm. Ondaki bağlılık, ondaki hırs, ondaki şehitlere ve halka, halklara bağlılık oldukça anlamlı ve birçok yönüyle de sahip çıkılması gereken bir insandı diyebilirim.
Onu sevmemiz, onu özellikle unutmamamızın şüphesiz birçok gerekçesi vardır. O sevilmeyi hak eden bir komutan, yoldaş, dost ve arkadaştı. Dediğim gibi sevilmeyi çok mu ama çok hak ediyordu. Öyle şirin bir yoldaş sevilmez mi?
Ayhan arkadaşın özellikle arkadaşlığında, yoldaşlık ilişkilerinde ve bir kadın olarak onun kadın kurtuluş ideolojisine dönük, saygılı, mesafeli, ölçülü yaklaşımı ve kadın yoldaşlarla olan ilişkisinde bir düzeyin oluşu, bu noktada yıllardır verdiği mücadele içerisinde sunduğu destek, yoldaşlıkta kusur etmeyişi her yönüyle saygıya şayandı. Tek kelimeyle takdire değerdi.
Ayhan yoldaş PAJK’a bağlı bir yoldaştı. Bir erkek olarak kadın hareketine bağlıydı. Kadın hareketine saygılıydı. Gücü oranında katkı sunmak istiyordu. Ve çoğu kez “katkılarımı, yapamasam da kadın yoldaşlara karşı saygılı olmasını her zaman bileceğim” diyerek derin bağlılığını ifadeye kavuşturuyordu.
Kadın ideolojisine sahip çıkılması, Ayhan arkadaşın sonuna kadar taçlandırması, hatta yaşam içerisinde pozitif duruşu bizlerin örnek alması gereken seçkin bir özelliğiydi.
Evet, böyle yüreğimize kendisini nakşetmiş bir yoldaşı ebediyete kadar unutmayacak ve her zaman anısını taze tutacağız.
Kod Adı: Ayhan
Adı Soyadı: Ali Işık
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 22 Şubat 2008’de Zap Operasyonunda Çatışmada
Gidişinden sonra Şengal'e üçüncü bahar geldi. Baharın kendisi ile getirmiş olduğu yeni yaşamlar. Her şey yenileniyor, tıpkı sen gibi. Yürüyorum şimdi kuş cıvıltıları ile, ruhun bu baharın hangi güzelliğine sinmiş, burnumu değdirdiğim sarı güllere mi, yoksa gülleri koklayan küçücük canlılara mı? Ya da gök gürlemesinden sonra hırçınca yağıp yere yavaşça değen yağmur tanesinde misin, kim bilir belki de hepsindesin…
Her cümlem özlemi, sevgiyi ve tarifi olmayan birçok duyguyu aktarmak istiyor. Birçok insan vardır yaşadıklarını hissettiklerini dile getirir. Sen hissettiklerinin hepsini gözlerinde yansıtırdın. Amaçlarına bağlılığın, yoldaşlarına karşı samimiyetin etrafını da etkiliyordu.
Heval Armanç, 2013 yılında PKK saflarına katıldı. Ağrı’nın asiliğinin yapılandırdığı kişiliği, düşmanını tanımasını sağladı. Bu da düşmana büyük bir öfke yarattı. Bu öfke ile özgürlük yolunu tercih etti. Heval Armanc ile Şehit Mehmet Goyi Akademisi’nde aynı devredeydik. Heval Armanc'ın birçok özelliği hep dikkatimi çekerdi. Kadın arkadaşlara karşı her zaman çok saygılı idi. Çok kararlı, net ve gelişmeye tutkuluydu. Bu özelliği tüm yaşamına yansıyordu. Çok ince düşünür, yaşamın ayrıntılarına dikkat ederdi.
Heval Armanc ile birçok anımız oldu. Bir keresinde komando eğitimindeyken, Heval Armanc'ın kolu dikkatimi çekmişti. Heval Armanc evdeyken kolu kırılmış ve platin takılmıştı. Kolundaki platinden kimseye söz etmemişti. Meğerse her eğitimden sonra kolundaki platin biraz daha kayıyormuş. Platin yerinden çıkmıştı. Ben de koluna ne olduğunu sordum. Heval Armanc; “sakin kimseye söyleme, ben özel kuvvetlere gitmek istiyorum, kolum önüme engel olmamalı. Fiziki bir rahatsızlık hedeflerim önünde engel değil” dedi. Heval Armanc yaşama çok tutkuluydu, hedeflerine bağlıydı. Onun yaşamdaki başarma isteği etkileyiciydi. Amaçlarına kilitliydi.
2011 yılında Qendil’de İran ile aramızda savaş çıkmıştı. O zamanlar bizim taburumuz Zagros’tan Kandil'e geçecekti. Biz de bundan dolayı Kandil'e, savaş cephesine gittik. Heval Armanc biksiciydi. Ona bakarken adeta sanki biksisiyle tüm dünyaya isyan edercesine adımlarını attığını görüyordum. Her adımında dağlara tutkusu daha çok artıyordu. Yükümüz çok ağırdı. Armanc yoldaşın da yükü ağırdı ama ona rağmen bizim de yüklerimizi almak istiyordu. Tabi biz de yüklerimizi vermemekte ısrarlıydık. Yol süreçlerinde yaşadığımız zorlanma yoldaşlığı daha da arttırıyordu aslında.
Biz Qendil savaşında İran’ı yenilgiye uğratıp tekrar Zağroslara gitmeyi hedefliyorduk. Savaşın bu kadar ciddi olduğunu hiç tatmin edememiştik. Çünkü birçoğumuzun gerillada daha bir yılı bile dolmamıştı. Kandil'e vardığımızda savaş durdu. Biz de eğitime Qendil’de devam ettik. 3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal'de katliam olduğunu duyduk. Bizim tabur hemen hazırlandı ve Şengal'e gitmek için yola koyulduk. Heval Armanc ile doçka arabasının arkasındaydık, her yer tozdu. Göz gözü görmüyordu. Tozun içinde hepimiz birbirimize benzemiştik. Tam o sırada daişin pususuna düştük. Sonra Doçka arabasının tekerleği patladı. Yüzlerce arkadaştık. Hepimiz sızmalı bir şekilde evlerde mevzilendik. Etraf sakinleştikten sonra da Şengal'e gittik. Burada bu kadar yoğunluğun bizi beklediğini tahmin etmiyorduk. Takımlar halinde köy ve mahallelerde mevzilendik. İşte o zaman Heval Armanc'tan ayrılmıştık. Zaman zaman birbirimizi görüyorduk. Susuzluğun açlığın, sıcaklığın ve savaşın en yoğun süreçlerini yaşadık. Bu yoğunluk ve bu zorluklarda Armanç yoldaş daha çok amaçlarına ve hedeflerine kilitlendi. Daha fazla sevmeye ve tanımaya başladı bu yaşamı. Adı gibiydi Armanc.
Amaçlarına da Şengal’de ulaştı. Birçok eylemde yer aldı ve 14 Şubat 2015 tarihinde mayın patlaması sonucu şahadete ulaştı.
Sara Xwînda
Yaşam, anlaşıldığı kadar yaşanılır. Bir sır gibidir, peşinden koşarsın. Nasıl ve seni nereye götüreceğini çoğu zaman bilemezsin. Yeter ki cesur ol ve nereye gideceğinden korkma, sadece yol almaya bak. Hele bir de devrim yollarına çıkmışsan, o zaman ufkun daha derinlerde olmalı ve neyle karşılaşacağını beklemeden devam etmelisin…
Rubar arkadaşı anlat deseler ilk akla gelen belki de, hiç durmadan devrim yolunda yürümek, derim. Öyle tanıdım; kararlı ve iradeli! Hiç yılmadan yürümesini öğrenmişti. Çok şey görmüştü o gencecik ömründe. O yaşadıklarının yarattığı ağır kişiliği hemen karşısındakine hissettirirdi. Devrim yoluna girmiş Kürt çocuklarının vakur duruşunu en iyi yaşayanlardandı.
Kerboranlı bir ailenin metropol yaşamında geçmişti çocukluğu. İstanbul’da yaşamak, yaşamı orada tanımak ayrıdır. Bir girdap gibi insanı yutar. Kudretli bir şehir olarak bilinen İstanbul için derler ki, dünya üzerinde üç imparatorluğa başkentlik etmiş tek şehirdir. İmparatorlukları yutan bu kent ondan daha kadim bir halk olan Kürtlerle baş edememiş. Nice imparatorluklar, medeniyetlere beşiklik eden bir coğrafyadan sonra, İstanbul dünkü çocuk sayılır Kürt insanının yanında.
İşte Rubar arkadaş da o vakur, asi duruşunu köklerinden almıştı. Doğal, sade, özlü kalmayı başarmıştı. Saftı, temizdi. Bir çocuk ruhu ile mücadeleye katılmıştı. Gerilla saflarına gelmeden önce aktif olarak gençlik çalışmalarında yer almıştı. Bu çalışmalar sırasında düşmana esir düşmüş ve zindanı yaşamıştı. Zindan ile düşmanı daha yakından tanımıştı. Ondan olacak ki, öfkesini bilenmiş, kınından çıkmış kılıç gibi durmuştu düşmanının karşısında…
Bir yanı çocuk kalmıştı. Hiç büyümemiş gibi hep coşkulu, güler yüzlü. Gülmek her insanda ayrı durur, O’nda ise bir başka ayrı duruyordu. Enerjisini çevresini veriyordu. Yağmurda ıslanan çocuklar gibi, sürekli koşmak, yağmurun tadını çıkarmak istiyordu. Ne olursa olsun yaşamın güzel hem de fark etmediğimiz kadar güzel olduğunu anlamış, sırrına ermişti. Bu yönüyle Ş. Arhat arkadaşa benziyordu. Zaten birlikte geçirdikleri zaman içinde aralarındaki sıcak bağın nedeni de ikisinin de bu ortak yanının olmasıydı.
Dağ ve gerillacılık O’nun için adeta Zümrüd-ü Anka’nın mekânı olmuştu. Rivayete göre derler ki kuşların hükümdarı Zümrüd-ü Anka, bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş. Rubar arkadaşın da, dağlara ve dağlılara olan sevdası, kendi küllerinden yeniden yaratılmasından gelmişti.
Medya Savunma Alanlarından geçen yıllarda elinde kamerasıyla gerillanın en güzel anlarını tüm dünyaya tanıtmak için çalışmıştı. O yıllar bir taraftan TC faşizminin diğer yandan DAİŞ çetelerinin saldırdığı yıllardı. Halillerle başlayan dağ basını geleneğinin o yıllardaki en yüce temsilcilerinden olan Deniz Fırat arkadaşın izinde yürümeyi seçmişti. HPG-BİM çalışmalarında kaldığı süre içinde kendinden öncekilerden kalan mirasa sahip çıkmanın ve geleceğe taşımanın heyecanı ile tanışmıştı. 2015-2016 kışında geçen basın eğitimi ardından Maxmur-Kerkük cephesinde, gerillanın mevzilendiği alanlara gitmiş ve Kürt halkının savunma gücü olan gerillanın mücadelesini tarihe kaydetmişti. O topraklar, Deniz Fırat arkadaşın şehit düştüğü yerlerdi. Oradaki savaşı ve özgürlük mücadelesini anlatmak, Deniz gibi olmayı gerektiriyordu. Rubar arkadaş da, en sorumlu bir şekilde kendini çalışmalarına katmıştı.
Tabii O yıllar, düşmanın Kürdistan şehirlerine vahşice saldırdığı yıllar oluyordu. Tüm şehirlerimizin üzerinde zebani gibi gezen faşizm her yeri yıkmıştı ama ne savaşçıları, ne de halkımızı yıkabilmişti. Diz çöktürmek için yola çıkan düşman, karşısında amansız bir direniş ile karşılaşmıştı. Şehir direnişleri yeni bir tarih yazmıştı. Ve Rubar arkadaş da Çiyagerlerin, Nudaların, Zeryanların halayına katılmak, onların direnişlerini devam ettirmek için ısrarlı bir şekilde, 2016’da Botan topraklarına yol almıştı.
Botan, O’nun için kuzey gerillacılığına adım attığı ilk mekânlar olmuştu. Bu sefer kamerasıyla değil, omuzunda silahıyla düşmüştü Botan yollarına. Devrim yürüyüşünün en sıcak anlarını Gabar’da geçirecekti. Komutan Agitlerin, Adılların mekânı olan, Gabar, savaşçılıkta bir üst aşamaya çıkma oluyordu. Tavında kızaran demir gibi O’da Gabar’da savaşçılıkta pişiyordu.
Tabii, Gabar’da kamerasız kalması bir yanını eksik bırakmıştı. Gerilla tarihine ve nice kahramanlara şahitlik eden Gabar’ı yaşamak kadar bir de tüm dünyaya tanıtmak gerekirdi. O, kısa bir sürede bunu görmüş ve bir şeyler yapmak istemişti. Hele bir de Arhat arkadaşın şahadetinin yaşanması, O’nu daha da derinden etkilemişti. Gabar’daki ilk zamanları ve Arhat’ın acısını yaşaması, belki de yıllardır hayalini kurduğu bu mekanlarda hiç beklemediği duyguları yaşamasına neden olmuştu…
Ölümler, acılar ekilmek istenen ülkemin toprakları, direniş kokar. Yıldızsız gecelerin karanlığına inat, ışık olmak var, yollarını arayanlara. Rubar arkadaş da doğduğu kentte, belki de çocukluğunu birlikte geçirmediği ama aynı yolda buluştuğu Rojger Kerboran arkadaş ile birlikte özgürlük ateşini birlikte içmişlerdi. Işık oldular. Devrim yürüyüşünde bir kış günü halkımızın direniş halayına katıldılar.
Şehit Rubar arkadaşın anısına…
Mücadele arkadaşları(Demhat Tolhıldan)
Yaralı bir kış mevsimiydi. Dışarıda yüzleri donduran ayazı bir hava ve yüreklerimizin derinliklerine kadar üşüten ay ışığının soluk yüzü. Bir rüzgar kalmıştı geri de bir de çığlıklar. Ve yüreğimizin derinliklerinden gelen sessiz haykırışlar. Herkes umutlarını bahar sevdasına bağlamışken bu ayrılık neyin nesiydi…
Artık güneşte kayboldu bizden. Sadece gökyüzünün karanlık yüzü bize kaldı. Ve bir de kutsal toprak ağlıyor. Ve insanlık üşüyor ülkemin en dokunaklı topraklarında.
Özgürlük çiçeği Botan’ın, Bager’in, Baz’ın, Çekdar’ın ve Dewran’ın yüzünde açıyordu. Sonra bir türkü tüttürüyordu gece tüm karanlığı yırtarcasına…Ve toprak yüreğine basıyor yitip giden binlerce kahramanı. Bu kaçıncı gidiş, bu kaçıncı ayrılık. Artık doymadın ey kutsal ana!
Oysa gecenin ay ışığıydı Baz’ın gözleri. Özgürlüğün ve yaşamın gözleriydi adeta. Bak çocukların da gözleri artık gülmüyor. Senin ardından. Maxmur görünmez bir kentin adeta öte yakası oldu. Hüsranını karanlıklara gizliyor. Sonra ölümün o soğuk sessizliği…Herkes susmuş adeta gece konuşuyor. Gece adeta çığlığa durmuş. Artık mavi gülümsemiyor gece, güneşin doğmasını iple çekiyor.
Gece adeta öfkesinden kuduruyor, yalnızlık ise bir hayalet gibi şehrin üstüne düşüyor. Oysa ki rüzgarların uğultusu ile gelmişti ölümün soğuk yüzü.
Yıkılmış bir kentin hangi duvarının altında kaybettim seni? Şimdi hangi dokunaklı sokaklarda, hangi umut dolu gecelerde arayayım seni. Hangi bilinmez adreslere sorayım ayak izlerini. Oysa ki dağların ay ışıklı gecelerinde buluşmak varken bu ayrılık nereden çıktı? Hani baharlarda özlem kokan memleketimin güzel topraklarında buluşmak varken, bu zamansız gidiş nerden çıktı?
Neden zaman kavramı bu kadar acımasız? Neden gökyüzü bu kadar hüsran, gece bu kadar sessiz ve soğuk?
Hangi türkünün sözlerinde bulayım seni, hangi sazın tellerine sarayım, hangi şiirlerle boğulayım gözlerine? Her gidiş erken ya biraz ama bu gidiş gerçekten çok erken oldu güzel ülkemin mavi yürekli çocuğu. İnsanlık adeta bakışlarında yaşama hasret kaldı…
Bak! Ay da doğdu. Yıldızlar da bugün çok parlak… Yoksa yıldızlarla yoldaşlık yapmaya mı gittin? Ama ay ve yüreklerimiz küskün. Kırılmış bir dal gibi bükük boynumuz.
Oysaki yaşam Baz’ın gözlerinde gülüyordu. Sonra kutsal topraklı ellerinde halaya tutuşuyordu. Ve bakışlarıyla özgürlüğü haykırıyordu. Hey yağmur ardından gelen gökkuşaklı yoldaşım…Gecenin soğuk ayazının neresindesin? Oysa ki sen mavi bulutların sıcak gülüşlü nefesiydin.
Bak! Mevsimler de küstü bizlere. Kışlar erken gelir oldu. Geceler ise uzun sürer oldu. Bir sen yoksunuz yağmur sonrasında buram buram kokan ülkemin o güzel ve kutsal toprağında. Ve baharlar artık gelmez oldu. Ve toprak, izine hasret kaldı…
Ey gecenin ve güneşin yoldaşı, artık geceler uzun ve soğuk. Ülkemin en güzel çiçekleri olan çocuklar seni sorar oldu. Ve özgürlüğe susamış gonca bir gülün üzerinde ki mavi güvercinler seni arar oldu… Artık çocuklara sensiz anlatıyorum ülkemin yiğitlerinin kahramanlıklarını ve özgürlüğün en güzel yüzlerini. Ve yarınlara salıyorum hasretimi. Yarınlarla bekliyorum baharları, güneşi iple çekiyorum. Oysa seninle geceler de güzeldi… Oysa sen her şafağın kızıllığının ardından doğan güneş ile beraber yaşama gülüyordun. Hani yarınlarda ülkemin en güzel topraklarında buluşacaktık.
Ey sevda türküm! Ey hasret kokan ülkem! Sensiz nasıl taşırım tüm özgürlük türkülerini, bütün umutları. Oysa baharın ilk gününde özgürlük ekecektin toprağıma? Hani kol kola çıkacaktık dağlarımıza ve dağlarımızın en yüksek zirvelerine! Şimdi dağlarım ağlıyor… Ne çok isterdim karanlığın zifiri karanlığında ayak seslerini duyup uyanmayı ve yaşam gülüşlerini olabildiğince kadar rüzgara verebilmeni…
Şimdi Eylül’e hasretim. Hani seninle ekecektik umudun tüm renklerini. Ve seninle demlenecekti o güzel baharlara.
Ey dağ bakışlım, nereye gittin öylece vakitsiz?
Böyle mi açacaktı tüm çiçekler? Oysa mavi bulutlar çıktığında, yıllar sevimli baharlar olduğunda, suskun mu kalacak yaşam?
Evet, zamansızdı gidişin, tüm gidişler gibi...
Geriye üşüyen bir bahar kaldı mavi gülen çocukların hayallerinde...
Fırat Dicle
6 ARALIK 2017 TARİHİNDE MAXMURDA KARARGAHA YÜNELİK YAPILAN HAVA SALDIRISINDA SEHİT
Bir ayrıcalık değildi bir haktı istemi. Hakkın aşkıyla Kuzey Kürdistan'a doğru hiç yaşayamadığı çocukluğunun heyecanıyla yürürken esir düştü. İhanet çağrılarına karşılık, direnişle cevap verdi. Yüreği kanlılar hiç bir şekilde teslim alamayacağını anlayınca vahşice katletti.
Kürdistan... Toprağına kendine yabancı bırakılmak için her türlü insanlık dışı uygulamalarla yüz yüze kalan halkların ülkesi. Zulmün, acının, gözyaşının dindirilmek istenmediği topraklar... "teslimiyete hayır direnişe davet var" diyen halkının kutsal ülkesi...
Yiğit anne ve babaları gibi yiğitçe savaşan evlatları var bir de bu güzel coğrafyanın...
“Yaşamak direnmektir” diyerek Newroz’laşan Mazlumları...
Gençliğinin en güzel yıllarını devrime adayıp, son nefesine kadar direnmesine rağmen “Mezar taşıma borçlu yazın” diyen M. Hayrileri…
“İnsanlığın özgürlüğü için mücadele veren Önderliğime dokunursan, bomba olur patlarım içinde” diyen Zilanları…
“Bir yürekte iki güneş olmaz” sözüyle bedenini ateşe vererek her türlü sahte sevgi ve aşkı ret eden Sema’ları ve Fikri’leri.
Şehir direnişlerinde halkına öncülük ederek, “diz çökmeyeceğiz” diyen Mehmet Tunçları...
“Ne olursa olsun son muhteşem olacak” diyen Çiyager’leri...
Ve Koçerleri...
Özgür yaşamlar uğruna yiğitçe savaşan komutanlarının izinde yürüyen Koçer. Teslimiyet çağrılarına direnişle karşılık veren Koçer… Teslim alamayacaklarını anladıkları anda “o zaman bize iyi davrandılar” diyen deccallara “hayır” cevabını veren Koçer. Çıplak göğsüne dayatılan silahlarla etrafını saran kan emicilere rağmen, göğsünü gererek ve korkusuzca “siz bana iyi davranmadınız ve iyi davrandığınızı söylemeyeceğim” cevabını veren, halkına ölümüne bağlı yiğit Koçer...
Kuzey Kürdistan'a gitmeden hemen önce sarf etmişti şu sözleri: “Garzan'a gidiyorum. Büyük planlarım var. Özelde Batman için planlarım var. Gençliğimiz düşmanın pençelerinde. Düşman orada özellikle onlar üzerine çok kirli politikalar yürütüyor. Ben, Garzan’a, Batman gençliğindeki savaşçı ruhu canlandırmaya gidiyorum.”
Yüreğinden akan bu sözleri söylerken, gözleri okunmalıydı her şeyden önce. Öfke vardı O gözlerde. Evladını yitiren anne ve babanın öfkesi… Masumiyet vardı. Oyunları yarıda bırakılıp, teröristtir diyerek mermilere tutulan çocukların masumiyeti. Hüzün vardı. İntiharın eşiğinde olan genç kızların hüznü… Yüz yıllardır güzel coğrafyasına saldıran, talan edenlere beslediği intikam vardı. Heyecan, sevinç, umut ve cesaret vardı.
Gözleri fısıldıyordu yaşama sevdası ve umudunun, yüreği kadar büyük olduğunu.
Esir düştükten sonrada çok şey anlatıyordu aynı gözler.
Halkına özgür bir yaşam sunma sözü verirken yolun yarısında savunmasız kalmasının üzüntüsü sarmıştı bakışlarını.
Ve son sözleri...
“Bana iyi davranmadınız ve ben iyi davrandığınızı söylemeyeceğim” diyen o sözler. Yaşadığı işkencenin yanı sıra deccalın yüzüne yılların cevabını haykırıyordu. Yüz yıllardır Kürdistan topraklarını işgal ediyorsunuz, halkımı katlediliyor ve her türlü insanlık hakkından mahrum bırakıyorsunuz. Ben nasıl iyi muamele etiğinizi söyleyebilirim” diyor O asi, yiğit bakışlar.
…
Anlatamadım seni biliyorum yoldaşım. Mahalleye gidip arkadaşları örgütleyeceğim. Baharda senide orada bekliyor olacağız derken, yaşadığımız heyecanı anlatamadım. Üzgünüm, seni ve senin gibi nice yiğit delikanlı yoldaşımı anlatamadığım için. Ama sözümdür, bu yaşamda size olan bağlılığımla hep mücadele edeceğim.
JİYAN AMARGÎ
Kod Adı: Karker Amed
Adı Soyadı: Mehmet Reşit Vançin
Şahadet Tarihi ve Yeri: 15 Ekim 2008’de Botan Cudi’de Operasyonda çıkan çatışmada şehit düştü
Güney Kürdistan Kaladize doğumlu Vejin arkadaşımız Kürdistan’da ulusal birliğin büyük bir özgürlük mücadelesi ile yaratılacağına olan inancıyla Özgürlük hareketimize sempati duyar. Kadının iradesinin yok sayıldığı, değer olarak görülmediği bir gelenek içerisinde mevcut sistemlerin köleleştirici gerçeğini sorgular ve buna karşı gerçek özgürleşmenin Kadının Özgür mücadelesi ile sağlanabileceğine inanır. Bu mücadele Özgür Kadının Kürdistan da yürüttüğü destansı direnişlerinde tanır ve bu mücadeleyi sahiplenmek üzere 2001 yılında Kürdistan dağlarında mücadeleye başlar.
Bir kadının büyük irade gelişmesini gerilla ortamında gördüğü andan itibaren büyük bir heyecan duyan Vejin arkadaş bu görkemli militanlaşmanın amansız bir savaşçı olmanın çabasını yoğun bir biçimde verir. Onun için Beritanların ve Zilanların izinde yürüyen Kürdistan Kadını mutlaka özgürlüğü sağlayacak bir güçte inancı yüreğinde ve kişiliğinde yer edinir. Bu coşku ve sevinçle Xınere, Zagros ve Botan alanlarımızda aktif bir gerilla olarak mücadelesini yürüten Vejin arkadaş kısa zamanda kendini Apocu Felsefe ve Özgür Kadın Kimliği üzerinden derinleştirerek geliştirir. Kürdistan’da kadının duruşunu ve yaşamını Şehit Beritanların direniş kimliğiyle tanımlayan Vejin arkadaşımız bu direniş ruhuyla gerçekleşen Pervari eyleminde yoldaşlarıyla birlikte şehitler kervanına katılır. “
Vejin Mijda yoldaşın Botan yolculuğuna çıkmadan önce yoldaşlarıyla paylaştığı duygular:
“Adım Vejin Soran. 1988’de Qeladızê’de doğdum. Ben feodal bir ailede büyüdüm. Ailem hem feodaldi, hem de değişik taklitler yapıyordu. Ailemde hem Güney’in, hem de Doğu’nun etkisi vardı. Hem Güney, hem de Doğu sentezi bir aile. Böyle bir ailede büyüdüm.
Önderliğin esaretinden sonra PKK’yi tanıdım. O zamanlar katılım arayışlarım vardı. Çünkü toplumda çok şey bana çelişkili geliyordu. Bazı şeyleri kabul etmiyordum. Bu şeylerden kurtulma arayışım vardı. Köye geldiğimizde, -köyümüz Kandil’deydi- bazen arkadaşları, gerillayı görüyordum. Çoğu zaman arkadaşlarla tartışmalarım oluyordu. Bize Önderlikten bahsediyorlardı. Kadının PKK’de nasıl bir katılım sağladığı tartışmaları temelinde bir etki oluştu. Katılımım bu temelde 2001’de Kandil’de oldu. Orada 9 ay kaldıktan sonra Xinêre’ye gittim. Xinêre’de kaldım. Sonra da Zagros’a geçtim. Zagros’tan sonra akademiye geçtim. Şimdi de Botan- Besta’ya geçeceğim. Önerim üzerine gidiyorum.
Savaşı değerlendirdiğimizde, hem yaşam boyutuyla… Düşman her yönlü üzerimize geliyor ve varlığımızı yaşatmak temelinde savaşıyoruz. İdeolojimiz için, özgür bir yaşam için savaşıyoruz. Özgürlük için savaşıyoruz. Karşımızdakini yok etmek için savaşmıyoruz. Yani meşru savunma çizgisinde savaşı anlamamız gerekir ve halkımızın, Önderliğin özgürlüğü çizgisi temelinde, savunma amaçlı savaşıyoruz. Bu temelde önerilerimiz oldu. Savaşta ön cephede yer almak için Botan gibi bir sahaya gitmek istiyorum. Çünkü bu yıl savaşın çok şiddetli geçmesi gerekir. Bu temelde önerdim.
Gerilla mücadelesi özgür bir yaşam için yürütülüyor.
PKK felsefesini, katıldığımda bu kadar bilmiyordum. Daha önce bende ak-kara mantığı vardı. PKK felsefesiyle birlikte her yönde özellikle de insana verilen değer, yaşama verilen değer gibi şeylerin farkına vardım.
Doğrusu, her zaman Kuzey Kürdistan’a geçmek için isteğim vardı. Özellikle de Serhat için hayalim vardı. Serhat’a geçmek istiyordum. Özellikle Kuzey halkı içinde bir gerilla olarak yer almaktı hayalim. Oradaki halkın içine girmek bana heyecan veriyordu. O halkı tanımıyorum, içinde kalmamışım, ama oraya gitme isteğim çok vardı. Özellikle Viyan arkadaşın şehit olmadan önceki Botan için dile getirdiği hayallerini biliyordum. İlk katıldığımda onun yanına gelmiştim. Son gördüğümde bana; “eğer Kuzeye geçersen Botan’a git” demişti. Bu temelde hayallerim çok farklı gelişti. Bana biraz oradaki halktan bahsetti. Yani Güneyli bir kadın olarak Kuzey halkının içine girdiğimde nasıl katılacağım, hangi yolla bir katılım sağlayacağım, bu temelde bana bir heyecan ve yeni, çok farklı bir katılım hissi verdi. Bu hayaller temelinde gidiyorum. Ama Serhat’a gitme hayallerim her zaman olacak. İmkânım olursa başta Botan olmak üzere Kuzeyin tüm alanlarını görmek istiyorum.
Farklı bir şey söylemeyeceğim. İlk kez benle röportaj yapılıyor. Çok büyük bir heyecana girdim.
Güçlü bir katılım temelinde Botan’a gidiyorum.”
Vejin Mijda yoldaşın bir raporundan kesitler:
“MAHSUM KORKMAZ AKADEMİ KURULUNA
Partiye katılmamın nedeni; duygusal bir temelde katılmışım, ailede ve çevrede gördüğüm yaklaşımlar bende çelişkiler yaşattı. Sistem içerisinde kadına olan düşürücü yaklaşımın farkına vardım. Bu çelişkiler sonucu belli arayışlara girdim, PKK’yi tanımadan önce bu sistemden kurtulmak istiyordum.
KDP’ye katılmayı düşündüm fakat onların da kadına yaklaşımının var olan sistemden kopuk olmadığını gördüm. Bir süreden sonra arkadaşları gördüm. Örgütü tanımadığım halde bir kurtuluş yolu olarak katılmaya karar verdim. Dokuz ay Kandil, bir yıl üç ay Xınere, beş yıl da Zagros’ta kaldım. Aldığım görev manga komutanlığıdır.
Örgütte zorlandığım süreçler; 2003 tasfiyecilik ve önderliğin zehirlenmesi oldu. …
Kuşkusuz HPG ve YJA Star bende kazandırdığı yönler çoktur. Başta askeri tecrübe ve kendine güven gelişirken cins bilinci, kendi cinsinin gücünü tanıma sevme ve kuruma, yine bireyin iradesini açığa çıkartma vb. birçok noktada olumlu yönler kazandırdığını, kısacası belli bir bilinç sahibi olma yönünde bir değişim- dönüşümü yarattığını belirtebilirim.
Bir insanda eğer kin ve nefret olmazsa intikama da bir anlam yükleyemez. Yapılan haksızlıklara karşı bir direnişte sağlayamazlar. Her üç kavramda birbirine bağlıdır. Her insanda olması şarttır. Ancak sadece duygu düzeyinde ele alınmamalıdır. Analitik bir zekâyla değerlendirilmesi gerekir.
Yaşam akan bir nehirdir. Acı ve mutluluk dolu bir gerçekliktir. Ama bir devrimci için yaşam ve ölümün anlamı farklıdır. Bir devrimci yaşamayı bilmiyorsa ölüden bir farkı yoktur.
Benim için bir devrimci özgürlüğü ve onuru için ölüme gidiyorsa en kutsal ve anlamlı ölümdür.
Özgürlük benim için bilinçtir; özgürlük Başkan APO’nun gözlerindeki Aşk’tır. İrade kendi dilinde ve düşüncenle varlığını göstermektir.
Sevgi yaşamın anlamını bilmektir. Ahlak ve kültürü kendinde içselleştirmektir. Sevgi bilinçtir. Önderliğin deyimine göre özgür olmayan biri sevmesini de bilemez. Başarı ise bütün engelleri aşmak ve amacına ulaşmaktır.
Güç benim için bağımsız bir düşünce biçimi demektir.
Zayıflıklar ise bireyin kendi inandıklarına ters düşmesidir.
Güçlü yanım; her koşula göre o sabrı o gücü gösterme güveni var bende. Zayıf yönüm ise intihar ve şahadetler karşısında uzun süre etkisinde kalıyorum.
01.02. 2008
Weke Hemû Gernasên Din Li Ser Mila Bi Ala Rengîn Hate Oxir Kirin
Kürt özgürlük hareketi her gün bir tohum gibi toprağa düşerek yeniden yaşam buluyor. Bu tohum birçok açıdan boy vermektedir. İşte, Kaladıza kentinden bir tohum toprağa düştü ve yeşerdi. Yüreğinin inadı ve ısrarıyla yeşermeliydi bu tohum. Çünkü artık toprak onun andı ve yatağı, taşlar ise yastığıdır. Bu tohum savaşla, mücadeleyle, halayla, kan ve alın yeşerecektir.
Adını Vejin yapmasının nedeni budur. Çünkü özgürlük bahçesinde dirilmek, mücadelesiyle analara en güzel armağanları sunmak üzere Kaladıza kentinden yola düşmüştür.
Vejin yoldaş 1988 yılında Güney Kürdistan’ın Kaladıza kentinde yaşama gözlerini açar. Yurtsever bir aile ortamında büyümemiş olsa da yaşantısının hayallerini karşılamadığını fark etmektedir. Çünkü her an egemen erkek zihniyetinin bakış açısıyla o bir suçludur. Bunu gören Vejin yoldaş kadının özgürlüğü sağlanmadıkça kendi çocukluk hayallerine ulaşamayacağını anlamıştır. Onun büyüdüğü koşullarda kadın hep görmezlikten gelinmekte ve ikinci sınıf insan yaklaşımına maruz kalmaktadır. Böyle olunca da kadının duyguları tümden ayaklar altına alınmış, bir fırtınanın dalgaları arasında kaybedilmiştir. Kadın yaşamın kıyısına itilmiş ve her şeyi talan edilmiştir.
Kadının bu halinin üzerinden çok zaman geçti. Ama yine de yasaklarla yüz yüzedir. Bu nedenle Vejin yoldaş kadının tüm hayallerine yanıt olmak amacıyla 2001 yılında gerilla saflarına katılır. Xınere, Zagros, Kandil, Botan gibi alanlar onun gerillacılık yaşamındaki temel duraklardır.
Vejin arkadaşı yoldaşları birçok değişik yanıyla tanırlar. Bu özelliklerinden bir tanesi oldukça sempatik olmasıdır. Genç ve dinamiktir. Yaşam karşısındaki duyarlı duruşuyla dikkat çekmektedir. Saydığımız özellikler nedeniyle çevresindeki herkes ona yaklaşmak, onunla yoldaşlık yapmak ister.
Onda ruh vardır. En büyük istemi kuzey alanlarına gitmektir. “Viyan arkadaşın gitmek istediği yere gideceğim ve oralarda mücadele yürüteceğim” sözleri onun bu noktadaki kararlılığını yansıtmaktadır.
Eğitimlere katılım düzeyi ne kadar güçlüyse askerlikte de o kadar iyidir. Kadınların kendilerini nasıl güçlendirebileceği gibi konuları araştırır. Nerede ne yapılması gerekiyorsa öyle hareket eder. Bir Soran kızı olarak görevlerine en doğru biçimde yönelir. Birçok alanda gerillacılık yapar. Güney alanlarındaki katılımını yeterli görmeyerek kuzeye gitme konusunda ısrarlı davranır. Bu ısrarları sonuç verir ve önerisi kabul edilir. Mahsum Korkmaz Akademisindeki derin yoğunlaşmanın ardından yönünü direniş mekânı Botan’a çevirir.
Vejin yoldaş Botan alanında da aynı duruşunu sürdürür. Zagros gibi alanlarda kalmış olmanın sağladığı gerilla yaşam deneyimlerine sahip olması onun kuzey alanlarına zorlanmadan ayak uydurmasını sağlamıştır. Eski deneyimlerini Botan alanında derinleştirerek görevlerine yönelir. Botan’da pek çok yer dolaşır, birçok yiğit yoldaşla tanışır, acı ve tatlı günlere tanıklık eder. Eylemlere katılarak aktif bir biçimde süreç üzerine yoğunlaşır. Sürecin istediği kişilik duruşu çerçevesinde kendisini örgütler ve öyle katılım sağlar.
Gerçekleştirmek istediği çok şey vardı Vejin arkadaşın. Ne yazık ki kuzeydeki gerillacılığa doyamadan iki yoldaşıyla birlikte şehitler kervanına katıldı.
O yarım kalan tüm hayallerini yoldaşlarına bırakmıştır. Gözü arkada değildir. Çünkü iyi bilir ki yoldaşları ona sahip çıkacak ve umutlarını gerçeğe dönüştürecekler. O da diğer kahraman yoldaşları gibi bayrağa sarılarak omuzlarda sonsuzluğa uğurlandı. ‘Şehîd namirin’ sloganları eşliğinde toprağa verildi. Vejin yoldaş ölümsüzdür. Onu her anda yaşatacağız.
Mücadele Arkadaşları
Kod Adı: VEJİN MIJDA
Adı Soyadı: NERGİZ PİROD
24 EYLÜL 2011 SİİRT PERVARİ İLÇESİNE BAĞLI HEŞET KARAKOLUNA BASKINDA 2 ARKADAŞLA BİRLİKTE ŞEHİT
1992 Şırnak doğumlu Şahin arkadaşımız yurtsever bir çevrede yetişerek mücadelemizin serhildanlar ruhlu ortamında şekillenmiştir. Mücadelemizin birçok öncü kadrosunun gerçeğini yakından tanımanın çabası içinde olan Şahin arkadaş özellikle Şehit Viyan arkadaştan etkilenmiş ve bu görkemli direnişin takipçileri olmak gerektiği kararlılığıyla 2006 yılında gerilla saflarına katılım sağlamıştır.
PKK ve gerçeğini “büyük direnişlerin gerçeği” olarak tanımlayan Şahin arkadaşımız gerillaya katılımıyla birlikte hızla gelişme sağlamıştır. Pratik sahadaki girişkenliğinin yanı sıra düşünsel yoğunlaşmasını da belirli düzeyde olgunlaştırmıştır. Özellikle Önderliğimiz ve halkımıza karşı geliştirilen saldırılara karşı Apocu Fedai ruhla hamlesel bir sahiplenmeyi gerçekleştirmek gerektiğini her fırsatta ortaya koymuştur.
Gare ve en son Garzan alanlarımızda görevlerini büyük bir istek ve sevinçle karşılayan Şahin arkadaş düşman pususuna karşı direnişçi halkımızın kültürü ve PKK militanının kararlı duruşu ile cevap vermiş ve şehitler kervanına katılmıştır.
Her şehit düşün yoldaşımızın mücadelesinin yükseltme kararlılığımızı yenilerken düşmanın her türlü saldırısına karşı Apocu militan duruş ile cevap verilerek, şehit yoldaşlarımızın özlemleri mutlaka ama mutlaka yerine getirilerek onlara olan bağlılığımızın gereğini yerine getirmek için bundan böyle daha büyük özveriyle mücadeleye yükleneceğimizin sözünü veriyoruz.
ŞEHİDİM!
Söylenmemiş sözcüklerin
Yazılmamış sözcüklerin
Satır aralarına saklanmış
Anlam ile yaşarsın
Sen
Tarih ile geleceğin toplamı
Sen
Kavganın en kızgın anları
Sen
Yüreklerin dillendirilmemiş anlamı
ŞEHİDİM!
Anıların yüreğimin adı
Gençlerin isyan bakışı
Yüreğimin en güzel çiçeği
Senle yaşar bu yürek
Bilir misin?
Senle çıkar ırmaklar
Topraktan süzülerek
İnsanlığın
İlk kavgasını, ilk heyecanını
İlk buluşlarını toplayarak
Sana doğru akar
Kadim kültürler
ŞEHİDİM!
Binlerce yoldaşın selamı ile
Karşılıyorum şafağı
Küçük generallerin kavgası ile
Uğurluyorum güne batan Güneşi
Kadınların destansı direnişi ile
Arşınlıyorum aramızda
Açılan zamanı…
Mücadele Arkadaşları
Kod Adı: Şahin Roboski
Adı Soyadı: Ahmet Encü
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 17 Eylül 2011 Siirt Şirvan Pusu
İnsanoğlu olarak anlamın başlangıcında olsak da zamanın oluşum sırrını kendimizde anlarız. Yaşamımızı kısa sürede büyük etkileyen bazı hakikatleri biliriz. Bunlar tarihsel belleğimizin ve toplumsal kimliğimizin eskimeyen oluşum gerçekleridir. Bu topraklarda özgürlük umudunu yeniden eken Önder APO böyle bir hakikattir bu hakikat görkemli güneş gibi karanlık ve kölelik dünyamıza ışığı ve özgürlüğü getirmiştir. Mücadelemizin on binlerce özgürlük şehitleri de bu güneşin kıvılcımlarıdır. Işığın ve özgürlüğün havarisidir. Umudun savaşçısıdır.
Özgür Roni arkadaş işte bu umut militanlarındandı. Genç yaşta büyük davamızın amansız mücadele hakikatiydi. Bugüne kadar bu hakikati yazmayı cesaret edemedim. Eksik olacağından korktum. Sonra anladım ki istesem de bu hakikati bir bütünen anlatamam. Sadece bu hakikatin bana yansıyan yönünü yazabilirim. Kelimelerin anlamına ve okuyacak arkadaşların affına sığınarak bendeki özgür(derviş) arkadaşı az da olsa paylaşmaya çabalayacağım.
2006’da Avcılar’da üniversiteye kaydımı yaptıktan kısa süre sonra PKK gençlik kitlesi ve sempatizanlarıyla tanıştım. Derwêş adı dillerde dolaşıyordu. Baştaki yeniliğimden dolayı bu ismin nitelediği kişilik bir sır gibi anlatılıyordu. Yasak türküler gibi dillendirildiğinde ortamdaki etkileyiciliği üsluptaki heyecan ve yüzlerdeki tebessümlerden belli oluyordu. Bu bende gittikçe bir mesele oluşturuyordu. Ben gençliği tanıdıkça bu isim büyüyordu. Bir sevgi yumağı oluyordu. Bir efsane gibi her anı da polislere karşı her eylemde, her örnek davranışta dile geliyordu. Baştaki sır, saklama durumu gittikçe netleşiyor. Sevgiyle yüreğimde büyüyordu. Sonra katıldığını duyduğumda Derwêş ismi bende gerillayla özdeş oluyor. Gerillanın bendeki kutsallığı, kahramanlığı adeta Derwêş kişiliğinde somutlaşıyordu. Artık hiç tanımadığım bu kişilik gibi olmak istiyordum. Her yerde hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum. Kim bu yoldaş?
Derwêş Kosker, Elbistanlı. Parti bu alana ilk başlarda girmişti. Düşmanın yönelimi olunca ailesi Avrupa’ya göç etmişti. Derwêş arkadaş ülke özlemiyle modernite asimilasyonlu el topraklarında büyümüştü. Tekirdağ Çorlu’da liseyi okumuş, İstabul Üniversitesine kaydını yapmıştı. İlkin arkadaşları tanımaz; ama ailesinin teşviki ile Türk solunu tanır. Yakın bir zaman sonra PKK gençliğine yönelmişti. Çok sonra Dewrêş arkadaşın kendisi buna gençlikten bir arkadaş öncülük yapacaksın gel de kendi halkına öncülük yap deyince etkilendim demişti. Kısa sürede gençlik eğitimselliklerine ve eylemselliklerine katılmıştı. Özümseme yeteneği ve sorumluluk duygusu onu gençlik öncülüğüne taşımıştı bu güçlü gelişimi kısa sürede yapmasından dolayı gençlikten arkadaşlar “Derwêş dönüşümü” diye ifade ediyorlardı. Bundan sonra Derwêş arkadaş Avcılar başta olmak üzere tüm İstanbul gençliğinin de bir öncüsüdür. Gençliği örgütleyen ve bire bir kendisiyle eylemlere sürükleyen bir militandır. Hatta bir defa Avcılar kampüste bir pankart asar, kimse indiremez. Çevik Kuvvet okula girer. Son saniyeye kadar direnir. Düşman pankartı aldığında üzerinde “sizin tankınız, topunuz varsa bizimde dağlarımız var” yazılıydı. Derwêş arkadaş düşmana karşı kendini netleştirmişti. Bunun için ikinci senesi bile üniversite de dolmadan dağlara, özgürlük saflarına, gerillaya yürümüştü. Gençlik çalışmaları için arkadaşlar tutamamıştı Derwêş arkadaşı. Hatta gençlik sorumlusu bir arkadaş “o geleceğin komutanıdır” derken halkının mücadelesine yürüyen bu militan yürekten etkilendiğini ifade ediyordu.
Yeni yaşam olan gerillada Derwêş arkadaş, özgür kodunu almıştı. İsmiyle bile özgürlüğe tutkusunu yansıtıyordu. İddialı ve öz katılımıyla yaşama kaygısız ve ilgili yaklaşımıyla bulunduğu her alanda arkadaşları etkilemişti. Sonra Komala Ciwan’a düzenlemesi olmuştu. Bu dönemde tasfiyeciliğin parçaladığı gençlik örgütlülüğü ve liberal yaşam anlayışı verilen mücadeleyle aşılmış ve gençlik YDGM perspektifi çerçevesinde yeniden örgütlenmeye başlamıştı. Özgür arkadaş YDGM’nin ideolojik mücadele alanını örgütlemek için legal sahaya görevlendirilmişti. Ben o dönem Avcılar’da gençlik çalışmalarındaydım. Hatta alanda “çizgim Derwêş çizgisidir” diyordum. Derwêş arkadaş gibi gerilla olma hayalim gittikçe gelişiyordu. Tabi Derwêş arkadaşın alana tekrar gelişini bilmiyordum. Arkadaşlar sonra Derwêş arkadaşın onun çizgisini esas aldığımı söylemleştirdiğimi söylediklerinde kızmıştı. “Gerilla yaşamını esas olsun” demişti. Avcılar’daki bir sorun için genelde arkadaşlarla tartışmıştım. Ama tavır noktasında netleşememiştik. Bunun için gençliğin bir evine yeni gelmiş bir arkadaşa danışmamızı arkadaşlar önerdi. Eve daha önce de gidişim olmuştu. Oradaki arkadaşları da tanıyordum. Bu sefer gittiğimde evde misafir olan yeni arkadaşın bizi karşımla tarzı, hazırladığı yemekler, sofradaki ev sahibi gibi hizmet yaklaşımıyla bizi mahçup etmişti. Yanımdaki arkadaş geliş amacımızı söylediğinde tek cümle söylemiş ve yanında saatlerce ikna etmediğim arkadaşlar ikna olmuş sorun çözülmüştü. Şok olmuştum. Bu arkadaş kimdir? Söylediğimde yanımdaki arkadaş bilmesine rağmen söylemediler sonra bu eve farklı bir arkadaşla tekrar geldim. Evdeki misafir Derwêş arkadaşı yanındaki arkadaş gördü. Yanımdaki arkadaşa baktım. Heyecanlanması, titremesi ve Derwêş arkadaşa sarılması bir oldu. Beynime onlarca ihtimal birden hücum etmişti. Durumu anlayamıyordum. Bendeki garipliği hisseden Derwêş arkadaş kendisinin de daha önce bizim kampüste okuduğunu söylemesiyle anlamam bir oldu. O an ki hırsla sonsuz zaman diliminde yaşadığımı, duygularımı, düşüncelerimi hiçbir zaman tanımlayamadı. Hayalimdeki Derwêş arkadaş ile önümde duran hakiki Derwêş arkadaş, hayal ile gerçeğin iç içe olduğu bu zamanın bitmesini hiç istemezdim. O anda sadece şunu söyleyebilmiştim. “Bir ihtiyacın olursa nerede olursan ol, ne zaman olursa olsun beni çağırırsan sana ulaşırım” dedim. Bununla Derwêş arkadaşa onun mücadele yoldaşı olma istemimi dillendirmiş, bilmesini istemiştim. O günden sonra Derwêş arkadaş beni çağırdığında sanki dünyalar benim olmuştu. İşe yaradığımı, layık olabileceğimi kanıtlamak için söylediği şeylere ciddi yaklaşır ve yapmaya can atardım. Belli bir süre sonra Derwêş arkadaş ortada görünmüyordu. Harekete katıldığını sanıyordum. Bir gün arkadaşlar çağırdı gittim. Derviş arkadaş çağırmıştı. Deşifre olmuştu. Gençlik koordinasyonundan başka kimse alanda olduğunu bilmiyordu. Tekrar katılabilme imkanı olana kadar gerekebilecek bazı şeyler için çağırmıştı. Bir eve geçtik. Bir aya yakın bir süre Derwêş arkadaşla kalmak benim için yeni bir başlangıçtı. Bizzat ondan gerillayı, mücadeleyi öğrenmek büyük şanstı. Adeta beni gerillaya hazırlıyordu. Onunla birlikte katılmak istediğimi de biliyordu. Gerilla yaşamı güzel mi diye sorulduğunda “sen kendini kattıkça güzeldir” diyordu. Kendisi de gerillayı düşüncesinde, duygusunda, davranışında hissettiriyordu. Mücadele arkadaşlarına, özgürlüğe kavuşmayı bir an önce istiyordu ve “bir günüm bir aydır. Bir yıldır gibi geliyor” diyordu. Her gün uygun haberi bekliyordu. Bir gerillanın bana güvendiğini hissetmek bende korkunç enerji yaratıyor ve koşturuyordum gereken şeyler için. Tavırları, yaklaşımlar çok farklıydı. Bir duruşunu hep hissettiriyordu. Öğrencilerin bir evi vardı. O arkadaşlar memlekete gitmişti. Bu evi yedek güvenlik tedbiri için ayarladı. Ben kontrol ettikten sonra adresi Derwêş arkadaşa verdim. Olası bir durumda kullanabilsin diye O da kontrol için gidiyor. Kat sayısını herhalde yanlış vermişim. Derwêş arkadaş yanlış daire zilini çalıyor. Kadınlar etrafını sarıyor. Meğer apartmana hafta içi hırsız girmiş. Derwêş arkadaşı hırsız sanıyorlar. Derwêş arkadaş zor kurtuluyor. Bana kızacağını düşünmüştüm. O anlatacak bir anımız oldu” diyerek beni yine yanıltmış ve etkilemişti.
Bir gün Ali Çiçek arkadaştan bahsetti. Ali Çiçek arkadaşı Önderlik istiyor. Katılmak için sınıra geliyor. Milis yollar kapalı, en az 17 gün bekleyeceğini söylüyor. Ali Çiçek arkadaş “bir militan 17 gün bekleyemez. Bir ajan var, vurup geleceğim” diyor. Gidiyor ve yakalanıyor. Sonra bilmem zindan süreci gelişiyor. Bunu niçin anlattığını fark ediyordum. Çünkü Derwêş arkadaş, Ali Çiçek arkadaşı yaşıyordu. Bekliyordu. Yollar kapalıydı. Boş durmuyordu. Benim üzerimden eski bildiği arkadaşlarını katmaya çalışıyor, bir ajanı vurabilmek için uygun zamanı ve hazırlıkların bitmesini bekliyor. Hatta daha önce gençlik çalışmalarında zarar verip ayrılan bazılarını cezalandırmak için yapılması gerekenin perspektiflerini veriyor, bizi netleştiriyor, tavır sahibi kılmak istiyordu. Ali Çiçek duruşunu kendine esas alan Derwêş arkadaşın gerçeğini 3 yıl sonra gerillada bir parti kaynağında gençliğin öncüleri kısmında Ali Çiçek’le Derwêş arkadaşın fotoğraflarını yan yana görünce anlayacaktım. Fikir-zikir-eylem bütünlüklü kişiliğin militan hakikatiydi anladığım.
Sonra bir gün Amed’den katılabilme yönlü olumlu haber geldi. Benimde katılma çağımı bildiğinden en son elimden geleni yapacağız ve orada(gerilla, dağlarda)seninle görüşeceğiz” dedi ve gitti. Yüreğim burkuluyordu. Onunla görüşme yerine geç kalmamak için dayatmalarımı sıklaştırdım. Gençlik kabul etti. 2-3 ay sonra katıldım. Derwêş arkadaş, tüm sistem yaşamına sırt çevirerek büyük azim ve iradesiyle gerilla yaşamına olan özlemini kanıtlamıştı. Amed’den katılmış, orta saha da Haki arkadaşın yanında kalmıştı. Kıyı Tezvan karakol eyleminin keşfine kendini dayatarak gitmişti. Sonra planlamada bu eylemi yapabilir miyiz, yapamaz mıyız tartışmasında ona fikri sorulduğunda “kendinize göre karakol aramayın yapabiliriz” diyor. Onun bu tavrı eylem kararının alınmasını etkilemişti. En son arkadaşların tüm engellemelerine rağmen eyleme saldırı takviyesinde katılmıştı. Takviye eylemde saldırıya yardıma geçince suikastle şehit düşer. Özgür arkadaşı yanında tutmak isteyen Kahraman arkadaşta şehit düşer ve üç arkadaş daha. PKK’nin saldırı ruhu 5 özgürlük militanının kanıtıyla tarihe yenisini, yeni bir kahramanlığı daha yazar. Eylem tüm kazanımlarına ve başarısına rağmen bedeli ağırdır. Yüreklerde intikam ve acı büyüktür. Gençliğin militan kişiliği Özgür arkadaş kısa sürede alandaki tüm arkadaşları etkilemişti. Gerilla yaşamının az ama öz gerçeğiyle zamanın amansız hükmünü yenmişti ve onu dolu dolu yaşamıştı. Önderlik gerçeğinin pratikçisi ve gerillanın özgürlük mabedi olmuştu. Bu önemsiz mücadelemizde Özgür arkadaş bana son söylediği gibi elinden geleni yapmıştı. Belki fiziki görüşmemişti. Ama Önderlik gerçeğinde militanlık duruşunu kanıtlamıştı. Benden beklenen bu militanlık duruşunda Özgür arkadaşla buluşmak için tüm varlığımla ve ilk günkü heyecanla savaşmaktı. Bu zaten Özgür arkadaş ve onun şahsında on binlerce özgürlük militanı anısına bağlılık borcumuzdur. Şehitlerimizin anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Bu Önderliğin yarattığı çizgide Derwêş’çe, özgürce militanlık iddiamız ve kararımız olsun. Eskimeyen sözümüz, toplumsal özümüz özgürlük onurumuz olsun.
Devrimci Selam ve Saygılar
12-03-2011
Kurtay Serhat
Botan Alanı
Mazlum arkadaş Azeri bir yoldştı. Xoy tarafında katılmıştı. 2006 yılında gerilla saflarına katılmıştı. Ve ben onu Xaxurke’de tanımıştım. Çok fazla birlikte kalmamıştık.
İlk yıllarında dil sorunlarından dolayı zorlanmaları vardı. Uyum sorunları da yer yer çıkıyordu. Ve belki bunlar doğaldı. Başka bir ulustan bir yoldaş olarak saflara katılmak belki de zorlanmalarını manalı kılar. Anlaşılırdır da. Bir yoldaş bu zorlanma süreçlerini ele alırken gülerek: “Gelişte çok zorlanıyor. Özellikle dil konusunda. “Arkadaşlar bana küfür ediyorlar sanıyordum” derdi. Ama iki sene içinde çok iyi Kürtçe öğrendi. Kürt halkını da partiye katıldıktan sonra daha iyi tanır. Komşularında Kürtler olsa da selamlaşmanın dışında bir ilişkilenmesi olmaz. Kürt halkının tarihini, yaşadığı işkence, baskı ve hakareti öğrenmesi de aslında katıldıktan sonra olur. Bu konuda belli bir düşünce oluştuktan sonra önderlik üzerine daha da yoğunlaşmaya başlar. “Böyle bir önderin hakkı verilmiyor” derdi” diyerek Mazlum yoldaşın yaklaşımlarını izah ediyor bize.
Devam edelim. Mazlum arkadaş önderliğimizin Bir Halkı Savunmak adlı kitabı okuyunca saflara gelmeye karar vermiş. O okumuştu. İran’da liseyi bitirip gelmişti. Daha önce bizi tanımıyordu. Ailesi de bize yakın olan bir aile değildir. Dediğim gibi önderliği okuyarak gelmişti.
Eğitim devresini bitirdikten sonra o zaman Xakurke alanında görmüştüm. Sessiz bir arkadaştı. Ayrıca arkadaşlarla ilişkilenmede dil sorunu da yaşanıyordu. Böyle olunca o kendine dönük olan duruşu doğaldır ki daha da derinleşmişti.
Mazlum arkadaşla ondan sonra uzun süre görüşmemiştik. Eğitiminden sonra Geliye Zap’a geçmişti. Yani Zağros alanına geçmişti.
Onunla kalan başka bir yoldaş o süreçleri bize şöyle anlatıyor: “Acem bir arkadaştı. 2006’da katıldı. Onu hatırlayınca aklıma “ekol” sözü geliyor. Mau’da oturuyorlardı. Küçükken babasını kaybediyor. Orta halli bir aileden geliyor Kürtlerle hiç ilişkilenmemişti. Abisinin önderliğin Bir Halkı Savunmak kitabının Farsça tercümesini eve getirmesiyle PKK’yi tanıyor. İlk kez okuduğunda “hiçbir şey anlamadım ama hoşuma gitmişti” demişti. “2. Kez okuduğunda biraz daha kafama oturdu” diyordu. “Apo’yu duymuştum ama bilmiyordum.” Katılım kararını bu okumadan sonra aldığını söylerdi.
“Ezilen bir halk var ve ben de bunun için üzerime düşeni yapacağım” diyerek katılım kararı alıyor.”
Mazlum yoldaş Azeri bir arkadaş olsa da Yeni Savaşçı eğitimi sonrası hızla arkadaşlarla uyum sağlamıştı. Katılımı göz dolduruyordu. Birde dediğimiz gibi daha önce partiyi tanımadığı halde çabuk gelişiyordu. Ciddi katkıları oluyordu. Ve birde Mazlum ismine layık olmak için çalışacağını belirtiyordu.
Mazlum yoldaş gerçekten de Mazlumlara denk bir yaşam içerisine girmişti. Mazlumca yaşamı esas almıştı. Mazlumca kendisini katıyordu. Onu ben Geliye Zap alanında gördüğümde ve onun gelişme düzeyi beni etkilemişti. Kürtçe öğrenmişti, okuyordu, yoldaşlarını çok seviyordu. Ve tabii arkadaşlarda onu çok seviyor ve saygı duyuyorlardı. Birde enternasyonalist bir yoldaş olmasından dolayı arkadaşların özgün yaklaşımları oluyordu. Arkadaşlarla ilişkilerini derinleştirmek için dil öğrenmeye ağırlık verdi. Normal bir sohbeti bile önderlik çizgisini ve gerçeğini öğrenmeye sürüklerdi. Cuma arkadaşın Parti Tarihi kitabını hiç cebinden çıkarmazdı. Önderliğin çözümlemeleri çantasından eksilmezdi. Her zaman öndeydi. Her çalışma ve eylemde kendini önerirdi. Bazı sırt hastalıkları olsa da bir gün bile bundan bahsettiğini duymadım. 2 sene boyunca hep örnek aldım. Tüm taburu etkilerdi.
Geliye Zap’ta bir kış 8 kişi birlikte kaldık. Tüm gün okurdu. 1 dakikasını bile boşa harcamazdı. Farsça biliyordu ama o sene Türkçe ve Kürtçe öğrendi. “ben öyle yapmazsam yaşamsallaştıramam bildiklerimi” derdi. Neden çok okuyor, zorluyorsun kendini? sorularına böyle cevap verirdi. 3 sene Geliye Zap’ta pratik yaptı. Herkes memnundu. Herkes onu kendi yanında isterdi. İlişkilerinde çok rahattı. Dar değildi. Eleştirisel yönü iyiydi. Ne kendine ne arkadaşlığında taviz vermezdi.
Arkadaşlar ona değer veriyorlardı. O da bunun farkında olan bir enternasyonalist olarak her şeyiyle katıyordu. Halkların kardeşliğine inanıyordu. Yine doğulu arkadaşların mücadeleyle daha erkenden buluşmaları için olağan üstü katkıları oluyordu. Dediğimiz gibi çok okuyordu. Katılımı önderliğe olmuştu. Bir ev vardı “Mazlum oğlumdur” diyen bir ana vardı. Bu onun halka nasıl yaklaştığını gösteriyordu.
Eleştirisini takip ederdi. Yürüyüşte güvenlik ihlallerinde uyarıcıydı. Gerilla kurallarını uygulamada ısrarcıydı. En çok eleştiren, öz eleştiri verendi. Kafasını patlatırdı. Çok örgütseldi. Örgütsel sırları canı gibi korurdu. Takımında yaşanan bir şeyi bile diğer takımla tartışmazdı.
Kadın yoldaşlar, Mazlum yoldaşa ilişkin konuştuklarında insan etkileniyordu. Çünkü o önderliğimizin kadın yaklaşımını kendisine esas almıştı. Bunun için kadın yoldaşlara saygı duyuyordu. Utangaç yanları vardı. Bazen kadın arkadaşlarla yemek yerken utanırdı, ama hiçbir zaman arkadaşlığını etkilemesine izin vermezdi.
Sürekli önderlik için katıldığını söylerdi. Gerilla olmak istiyordu. Ancak daha fazla önderliğe katılmıştı. O aynı Mazlum Doğan gibi “Apo’ya” katılmıştı. Ve bu onun yaşamına yön veren esas ilkeydi.
Mazlum bu katılımına denk olarak küçük hiçbir şeyle uğraşmamıştır. Hep ideolojik duruşu olmuştur. Politikayı ideolojik yaklaşımlarında koparmadan ele alıyordu. Bunun için yaşamı bütünsel ele alıyordu. Komple ele alıyordu. Bu ise onu sürekli güçlü yoğunlaşmaya götürüyordu. Bunun içinde enerjisi boşa gitmeyen, sürekli dolu geçen bir yaşam duruşunu sergiliyordu.
Saflık, temizlik, dürüstlük en temel özelliklerindendi. Bir eyleme gitmiştik. BKC’si çalışmamıştı. “Nasıl silahım çalışmaz” diyerek kahırdan bir hafta yemek yememişti. Savaşma istemi çok yoğun olan bir arkadaştı. Zap operasyonunda da bir takımın oynadığı rolü oynamıştı. Saldırı eylemlerine hep kendini öneriyordu. Çoğu kez eylemlere katılmıştı. Deneyim kazanmıştı. Aç susuz kalmış olmasına rağmen hiçbir an bunu sorun yapmadı. “Operasyon kırılmalı” diyerek bir insanın göstereceğinden çok daha yüksek bir eforla kendini verirdi. Aktif katılımı esas alıyordu. Çok cesurdu ve bu çevresini etkiliyordu.
Mazlum yoldaş birkaç yıl orada yani Geliye Zap’ta kalmıştı. 2009 yılında Sılav yoldaşın şehit düştüğü gurupta yer almıştı. O çatışmada Mazlum yoldaş çok güçlü bir direniş göstermişti.
Çatışmada o ve Sılav arkadaş çatışıyorlar. “Bu çocuklar mı bizi öldürecek” diyor. Kobralar çok yoğun vuruyor. Tüm arkadaşlar çekilene kadar mevzisini bırakmıyor. Arkadaşlar geri çekildikten sonra bu kez o ayrılıyor. Kafasından parça alıyor. Yanındaki arkadaşa yolu gösteriyor. Yarası ağır. Aşağı bırakırken kendisi yolu şaşırıyor. Düşmanın içine doğru gidiyor. Elinden de parça almış o zaman. Yanlışlıkla düşmanın olduğu tarafa gidiyor. Düşman hunharca yaralı olan Mazlum arkadaşın üzerine gidiyor. Ayaklarından kafasına kadar yüzlerce mermi sıkmışlardı. Şehit düşmeden önce 11.30’dan akşam 20.00’ye kadar çatışmıştı.
Arkadaşlarını sağlam bir şekilde tehlikeden çıkardıktan sonra şahadete kavuşmuştu. Bu onun devrimci kişiliğinin temel bir öğesiydi: yoldaşları için şehit düşmek.
Halk şahadetinden çok etkilenmişti. Fotoğrafı televizyonda çıktığında bir ailenin evindeydik. Küçük büyük herkes ağlamaya başladı.
Evet, halkın yüreğine kendisini nakşetmiş bir yoldaşı böyle hak etmediğimiz bir tarzda kaybettik.
Ve de komşu halklardan önceleri bilmese de giderek halkların kardeşliğine inanarak gelen bir enternasyonalist devrimciyi kaybettik.
Evet, gerçekten de Mazlum Doğanlaşan bir devrimciyi çok ama çok erken kaybettik.
Senin için, senin gibi komşu halklardan Kürdistan dağlarına gelen yoldaşlar için, inadına ama inadına Ortadoğu’da halkların kardeşlik bayrağını yükseklerde dalgalandıracağımızın sözünü veriyoruz.
Söz sana söz...
Kod Adı: Mazlum Azeri
Adı Soyadı: Yahya Musazade
Şahadet Tarihi: …2009 Geliye Zap