Uzun bir yürüyüşten sonra sırtın vadiye bakan yüzünde duraksamıştık. Mevsim bahardı, dağ yamaçlarında, benek benek olan kar kalıntıları gündüz saatlerinin sıcaklığından dolayı dirhem dirhem eriyor, vadinin durağan sessizliğine davetsiz bir misafir gibi ekleniyordu. Oldukça yüksekte olmamıza rağmen vadinin yılan gibi süzülen uzantısında, suyun sesi insanı tedirgin ediyordu, zaman zaman bulutlara yol veren rüzgârın hoşnut seyri tedirginliğimizi alsa da, ancak o an yaşadığımız duygu yoğunluğunu telaffuz etmede yetersiz kalıyordu. Her geç kalınan, duraklar insanı mayıştıran, tarifsiz bir rahatlığı taşırken içimize, nafile bir çabayla derin bir of çekiyor, bir gerilla yürüyüşünün gün aydınlanana kadar olduğunu hatırlıyorduk. Bu gerçek dahi içimizdeki rehaveti neşterle kesercesine kalkmamız gerektiğini buyruk ediyordu, dizlerimizi ağrıtan yorgunluğa aldırmadan tekrar kalkıyor, dağ zirvelerinde gökyüzünü kucaklayan yürüyüşümüzü yeniden başlatıyorduk. Sonra arşın arşın uzandırdığımız yürüyüşler, gerillanın sürekli tarihe bıraktığı yaşanmışlıklar zincirini oluşturacaktı. Her yürüyüşümüz geçmişin sıcak hatıralarını güne taşırken, gecenin karanlık dokusunda yaşadığımız, hüznü, coşkuyu, acıyı, sevinçleri katmerlercesine, düşlerimizin berraklığına taşıracaktı. Ve hiçbir zaman unutmayacaktık ne yürüyüşleri, ne de yürüyüşlerimizi paylaşan güzel dostları. Artık onlar yaşamımızın her lahzasında, bıraktıkları ile öğreten değer yargılarımız olacaktı. Yaşamın anlamını, yaşamın kutsallaşan dokusunu, hep bu unutamadığımız yürüyüşlerimizden öğrenecektik.
Yürüyüşlerimizin belirsiz gerçeği yeni zamanlara uzanırken, özgürlüğe yürüyüşümüzün kopmaz bağlarını bu gerçeklik üzerinden inşa ediyorduk. Bizlere yaşamı öğreten şehitlerimizin bıraktığı bu miras her daim doğru arayışlarımızın kılavuzluğunu yaratırken, yarınlarda örgüt adına büyük zaferler yaratma da, özlü bir nefer olma şansını da bize sunacaktı.
Her şehidimizde olduğu gibi Sipan arkadaşla da büyük yürüyüşlere uzanmış, beraber yorulmuş, dağ eteklerinde ayın dolgun yüzüne yönümüzü çevirmiştik. Ardınca bir yerde duraksayarak, gerilla fısıltıları ile rüzgârın dahi duyumsamadığı sohbetlere dalmıştık. Bazı zamanlar yorgunluğumuzla katmerleşen bu sohbetler, duraksamalarla bölünmüş, doğanın mistik gerçeğinde boyutlanan küçük lahzaları sığdırmıştık içimize, biliyorduk ki her şey bu yürüyüşlerde yaşanıyordu. Yorgunluklar ve yorgunluklar karşısında inatla büyüyen inancımız ve asla vazgeçemediğimiz direnişlerle çoğalan yaşam sevgimiz.
İşte böyle olurdu yaşamı sevmek ve yaşam sevgimizin duru gerçeğini, yürüyüşlerde tanıdığımız şehitlerimiz ile yüceltmek. Ve çok iyi biliyorduk ki, gerçek yaşam sevgisi, yaşamın kaygısızca sahiplenilişi ile arandığı anlama kavuşuyordu. Buydu bizim yaşam sevgimiz, buydu bu yaşama karşı beslediğimiz saydam gerçeğin temel özgürlük şifresi.
Sipan arkadaşta yaşamı sevenlerdendi ve “Yaşamı uğruna ölecek kadar sevenlerin” ardından, kaygı gözetmeksizin yürüyenlerdendi. Sipan arkadaş 1983 yılında Amed’e bağlı Lice ilçesinde doğuyor. O da tıpkı diğerleri gibi Lice’nin yasaklı çocuklarındandı, yasaklığı ile zamanı yeniden inşa edenlerdendi. Sipan arkadaş katılımların yoğun olduğu bir aileden geliyordu. Daha küçüklüğünden beri yurtsever mücadeleyi tanıyan bir gerçeğe sahipti, bu geleneği ancak ülke dağlarına uzanarak sağlanacağını bildiğinden 2003 yılında yolculuğunu ülke dağlarına uzandırıyordu. Beş yıl kadar Güney Kürdistan’ın çeşitli alanlarında kaldıktan sonra yönünü Büyük komutanlarımızdan olan Şehit Şiyar Dersim’in yıllarca gerillacılık yaptığı eyaletlerden biri olan Erzurum eyaletine çeviriyordu. Ancak zamanın geç olmasından kaynaklı bir kış ve pratik Serhat’a kalındıktan sonra, 2009 yılında nihayet Erzurum’a varmıştı. Artık Şehit Şiyarların diyarındaydı. Burada gerillacılık yapacak, dağların engin dokusuna uzanan geleceğini özgür dağlarla yeniden buluşturacaktı.
Sipan arkadaş gerçeğini kaleme alırken her ne kadar elimizde sınırlı bilgiler olmuş olsa da onu yaşamda belirginleşen kimi özelliklerini anlatma ve mücadelemizin engin dokusunda beraber yaşanan kısacıkta olsa anıları tazelemek gerektiği inancındayım. Sipan arkadaş gerçeğini anlatmada her ne kadar yeterli olmasa da bir başlangıç olması açısından önemli olacağını düşünüyorum. Sipan arkadaşın en temel özelliklerinden biri, açık sözlü olan gerçeğiydi, hiçbir olay ve olgu karşısında kaygılı bir yaklaşım içinde olmazken, anda cevap olmayı bilen bir arkadaşımızdı. Çok iyi biliyordu ki doğru yoldaşlık ilişkileri ancak açıklık ve dürüstlük ilişkileri üzerine kurulabilirdi. Bu anlamıyla bir arkadaşına bir şeyler vermek istiyorsa ona yaşadığı yetersizlikleri söyleyip bunu aşmada gerekli öngörülerini ortaya koymak en yerinde tutum olacaktı. Sipan arkadaş yoldaşlık ilişkilerini bu temel üzerine kurarken, bunun en özlü eylemcisi olmuştur.
Sipan arkadaş güler yüzlü ve moralli gerçeği ile genel arkadaşlar arasında oldukça sevilen bir arkadaştı. Yaptığı esprilerde örgüt anlayışının dışına çıkmazken, hep oturaklı, olgun bir kişilikle yaşamımızın ihtiyaçlarına doğru anlamda cevap olmayı bilmiştir. Sipan arkadaşın özlü gerçeği mücadele yaşamımızın mistik dokusunda gereğince yer bulurken, uzun yürüyüşlerde taçlandırdığımız bu yolculuğumuzu arandığı diyarlarla buluşturacaktır.
Sipan arkadaş 2010 baharında Bandoz şehitlerinin intikamı amaçlı yapılan Sarıyayla eylemine saldırı kolunda katılırken, eylemdeki APOCU fedai ruhun ifadesi olan özverili duruşuyla, eylemi başarıya ulaştıran kahramanlardan olmuştur. Kuşkusuz Sipan arkadaşın eylemci karakterini yaratan özelliklerden olan, soğukkanlı, özverili, kaygısız ve kararlı duruşu, eylemin başarıya ulaşmasında temel esasları yaratmıştır. Bu anlamda eylem zamanında üzerine düşen tüm görevleri yerine getirmesi, eylemin başarıya ulaşmasında tamamlayıcı bir gerçeği ortaya koymuştur. Mücadelemizde her şehit düşen kahramanımız, yaşamdaki duruşu, eylemsel duruşu ile kendi gerçeğini iyileştirerek, partinin değerler yekûnunu büyütürken, her daim yaratmak istediğimiz “özgür militan kişiliğin” temel esin kaynakları olmuşlardır. Bu doğru Sipan arkadaş gerçekliği ile de arandığı kifayeti kazanmıştır.
Sipan arkadaş, örgütün oluşturmak istediği yaşama dönük en küçük kaygı dahi duymamış, ancak çevresinde her zaman örgüt yaşamını zorlayacak her türlü yaklaşım ve anlayışa karşı yerinde tutum göstermiştir. Yine bu temelde çözümleyen, doğru ve derinlikli tahlil eden, gözlemleyen, bir yaklaşımı an ve an sergilemiştir. Bu anlamıyla politik ahlaki duruşu Sipan arkadaşın yaşamında süreklilikle görmek mümkündür. Kuşkusuz böylesi bir olgunluğu yakalamak her şeyden önce belli bir ideolojik hâkimiyetin sonucudur.
Sipan arkadaş Erzurum eyaletinin açılım alanlarından biri olan Karadeniz diyarına gitme şansını nihaide olsa 2010 pratiğinde yakalamıştır. Genel grup Şehit Ahmet Serdost öncülüğünde yola çıkmış, Sipan arkadaşta bu grup içinde yer almıştır. Ancak grup, Gümüşhane’nin Kelkit’e ulaştığı bir zamanda, düşmanın takibi sonucu, komployla yerleri deşifre edilerek, içinde Sipan arkadaş, Zerdeşt arkadaş, Rezan arkadaş ve Amed arkadaşın bulunduğu grup fedaice şahadete ulaşmıştır. El memleketi Karadeniz’de yaşanan bu şahadetler, her zaman PKK’nin intikam anlayışı ile anlamsallığın yakalayacağına dönük, şüphe götürmezken, intikam arayışlarımızdan hiçbir zaman geri dönmeyeceğimizi, sonrasında gelişen partinin eylemselleşen gerçeği ile ortaya koymuştur.
Hareketimiz Liceli bir delikanlının daha şahadetini yüreklerin derinliğinde yaşarken. Bu izde yürüyecek binlerce Lice’li delikanlı ve kızların olacağını günbegün yaşanan sayısız katılımlarla ispatlamıştır. Çok iyi biliyorduk ki, her şehidimiz öğreten doğrularıyla yaşamımızın kutsanan gerçeğinde yaşıyordu ve yaşayacaktı. Yaşamı bu sorumlulukla yüceltmek bizler için olmazsa olmaz kabiline dayanan bir zorunluluktu.
Kod Adı: Sipan Aras
Adı Soyadı: Özgür Dağhan
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1983 Amed
Ana Adı: Güllü
Baba Adı: Mehmet
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2004 Xınere
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 21 Haziran 2010 Karadeniz Gümüşhane Kelkit
Şehit Dilok Bandoz
“Zaman yaşanılanları unutturmaz. Dağda yaşananlar ise zamanla demlenir, çoğalır ve büyür.
Dağlı anılar, yüreğimizin en dibinde, daima kendisini diri tutan yanımız... Çünkü gerçek ile yüreğimizin tanıştığı mekân, dağ... Yüreğin unutamadığı tek gerçek, dağlı anılar...
Dağ, hep insana bir umut bahşeder. Sonsuz bir yalnızlık ve sessizliktir dağ yaşamı. Soyluluğunda gizler hep öteki yüzünü... Öteki yüzü toprak kadar sessiz, okyanus gibi derin ve bilgedir. Kürt, dağın yalnızlığında ve sessizliğinde kendini yaratan bir halktır.
Memleketimizde çocuklar dağın öteki yüzünün sevdasıyla büyür, öyle büyüdük. Dağ düşlerimiz, yeni bir yolculuk... Öyle çıktık yollara...
Dağ bir yol,
Yol bir çağrı,
Çağrı yüreğe düşmüş cemre, düşlerin gerçekleşmesi...
Yüreğimize dar gelen düşlerimizi bir tek dağın öteki yüzünde yaydık evrene... İnsanla öyle buluştuk. Kendimizi, düşlerimizin gerçekleştiği kadar gerçekleştirdik. Gerçekleştikçe güzelleştik, gerçekleştiremediklerimizse boynumuza bir günah gibi dolanır... Lakin yaşam gerekçemiz olanlardır...
Sınırlar dağlarda aşılır. İnsanın kendi sınırını aşıp, sevdaya ve güzelleşmeye ulaştığı yerdir dağ. Uzun dağ yolları ve yılları kat ettik. Çok şey değişti, düşlerimiz büyüdü, yüreğimiz genişledi. Biz değiştik, yollar değişti, çağrılar çoğaldı, yüreklere yıldızlardan patikalar kuruldu. Lakin bir tek şey değişmedi, o da gidenlerin bıraktıkları... “ diyor bir şair.
Dağların dağ yürekli bir sevdası da 2009 yılında genç bir fidan olarak dağa çıkan Yılmaz yani Renas yoldaşımızın öyküsüdür. Bir müddet Amed eyaletinde kalan Yılmaz yoldaş, ardından Şehit Sinan bölgesi diye isimlendirdiğimiz Genç alanına düzenlenmesi yapılmıştı.
Kürdistanlı gençler yüreklerinde bir kere mücadele sevgisi yeşermişse saygılı olurlar, mütevazı olurlar, sıcakkanlı olurlar. Ve bu duruşlarıyla dağlara çıktıklarında yoldaşları, yani onlara göre eski olan gerillalar tarafından sevilirler. Hele bir de söz konusu bu yeni olanın ismi Yılmaz ise, kişilik olarak oldukça sempatik ise bu sevgi ve saygı daha fazla da gelişecektir.
Yılmaz yoldaş, dağa gelirken yoldaşları ona şehit Yılmaz yoldaşın ismini vereceklerdir. Ancak o Kürtçe bir isim düşlemiştir. Renas gibi yani yol bilen manasında. Ancak şehide saygıdan dolayı ise Yılmaz ismine dokunmadan taşır.
Yılmaz yoldaş erkenden dağa adapte olan gençlerden. Her gelen bir genç yaklaşık 6 ay adaptasyon sorunu yaşar. Ancak o bu sorunu yaşamadan hızla pratiğe adım atan bir gençtir. Muhtemelen ailesinin yurtsever oluşundan olmalıdır ki mücadeleye uzak değildir. Mücadeleyi tanıdığı içinde gerillanın zorluklarına hazırlıklı gelmiştir. Ve de gelir gelmez sanki yılların gerillasıymış gibi izlenim vererek tüm yoldaşlarla sıcak ilişkiler içerisinde olur. Ortamla uyumu iyi yakalamıştır. Birde genç yaşına rağmen çok olgun bir genç olması, onun daha fazla göze batmasına yol açmıştır.
Kişilik olarak emekle haşır neşirdi. İş yaparken severek yapan, yaptığı işi temiz yapan, bir nevi durmayı sevmeyen sürekli akan bir gençti. Emektar, pratikçi bir arkadaştır. Pratikte hep önde olmayı, her işte emeğinin olmasını istiyordu. Hep “bu dağlara örgüte faydamız dokunsun diye çıktık” diyerek boş durmayı sevmediğini herkese hissettiren bir gençti.
Kış sürecinde biraz sessizleşmişti. İçine kapanmıştı. Daha sonra baharla görüldü ki, yerinde durmayı bilmeyen bu genç hareketsizlikte zorlanıyor, içine kapanıyordu. Kışın durgun ve sessiz olan Yılmaz arkadaş, baharla beraber kamptan çıkmasıyla onun için adeta bayram olmuştu. Gül gibi açılarak herkesi şaşırtan bir değişim yaşaması, kendisine yeni bir renk gelmesi, canlılığı coşkusu, yaşama yeni bir renk katmıştı. Duyarlı, disipline önem veren kısacası bir gerillanın sahip olması gereken birçok özelliği baharla birlikte gün yüzüne çıkmıştı.
Hele bir de araziye hâkimiyeti yok muydu? Yeni olmasına karşılık araziyi tanıması çok dikkat çekmişti. Bir yeri bir sefer görmesi yeterli oluyordu. Bir de halkla ilişkileri çok güçlü olarak öne çıkıyordu. Birçok yoldaşın tutuk olmasına karşın o halkla çok rahat iletişim sağlayan bir militandı.
Hep Rênas Yılmaz Amed olarak tanınmak isterdi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi isminin Yılmaz olması, bunun da Türkçe bir isim olması hep onu rahatsız ederdi. Buna rağmen ilk katıldığı yerde bu isim aldığı içinde değiştirmekte istemiyordu. İlk günlerin anısına onun için isminin başına Kürtçe bir isim takmak istiyordu. Kendi toplumsal gerçeğiyle yaşamak istiyordu.
Bingöl’ ün Genç ilçesine bağlı Bavan tepesine yapılan baskın eyleminde erkenden şehitler kervanına katılarak aramızda ayrıldı.
“Umut bağladım umudunca
İyi dileklerde bulunarak
Sonu olmayan zamanlarda
Hep seni arar dururum
Yarınların sonsuzluğunda
Yürek yakan bakışlarında
Hazin ve ayrılığın acısı mevcut
Bekleyeceğim yarınları
Güneşin sıcaklığını…
Kod Adı: Yılmaz (Renas) Amed
Adı Soyadı: Ömer Atahan
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1987 Amed
Ana Adı: Hivya
Baba Adı: Mehmet Tevfik
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2009 Amed
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 14 Haziran 2010 Bingöl Genç
Mücadele Arkadaşları
Sokrates, ‘sorgulanmamış yaşam yaşanmaya değmez’ diyor. Her Kürt çocuğu dünyaya gelir gelmez ve belli bir düşünme aşamasını yakaladığı an içerisine doğduğu yaşamı sorgulamaya başlar. Denilecek ki bu nasıl oluyor? İster inanılsın ister inanılmasın her Kürt istediği için değil mutlaka erken büyümek zorundadır. Erkenden yaşamın tüm zorluklarının içine girmek zorundadır. Bu kendisi dışında gelişen durum onu aynı zamanda herkesten önce sorgulamaya yol açar.
Zaman sadece insanların hayatında değil, toplumların hayatında da hızla akar gider. Toplumlara oranla insanoğlu için değişimin süresi kısadır ve sonuçları keskindir. Zaman akıyor... Kürtlerde bu zaman çok daha fazla hızlı akıyor. Erken olgunlaşma dediğimiz olgu budur.
Elbette bunun nedenleri vardır. Kabul edersiniz ki, bu dünyada bu kadar baskılanan, horlanan ve küçümsenen başka insanlara rastlayamazsınız. Bırakalım emeklerinin sömürülmesine dilleri bile yasaklanır. Dilleriyle konuşmalarına tahammül edilmez. Böyle olunca “söylenecek hiçbir sözün değeri suskunluk kadar anlamlı olmayacaktır” denilecek ve suskunluğu başkaldırıya geçirmenin tüm yolları aranacaktır. Bu arayış hiç şüphesiz öncelikli olarak güneşe sevdalı olanların başkaldırışı olacaktır.
Bir yerde bir sorun varsa orada öncelikli yapılması gereken, bu sorunları çözmek için arayışların içine girmektir. Arayış ilişki demektir. İlişki ise iletişim ve dil demektir. Dolaysız olarak bunun gideceği yer siyasettir.
Bir Türkiyeli yazar siyaset için: “Siyaset "tartışabilmek" demektir; sorunları konuşarak çözmek, kararları müzakere ederek almak demektir diyor. Siyaset "iletişim" demektir... “Siyaset bir toplumdaki farklı beklenti, öneri ve taleplerin belirli kurallar ve yasalar çerçevesinde karşı karşıya gelmeleri, birbirlerini etkileyerek, birbirlerinden beslenerek, birbirlerini çürüterek, kararlara zemin oluşturması” demektir. “Siyaset, farklı kesim ve talepler arasındaki fikir alışverişinin ve ortak payda arayışının tek vasıtası olan "düşünce özgürlüğü" demektir. “Tartışmanın, konuşmanın, düşünce özgürlüğünün bittiği yerde siyaset de biter, anlamını yitirir” demektedir.
Evet, siyasetin bittiği yerde devreye bu siyaset dilini yeniden yakalamak için kavga başlar. Kimisi bu kavgaya, eğer her devlete karşıysa “savaş” diyor. Evet, siyasetin yani dilin, tartışmanın, ilişkinin ve de uzlaşmanın yolunu yeniden bulmak ve yakalamak için savaş kaçınılmaz olur. Hele hele bir ülkenin toprakları işgalinde ötesinde bir halkın var oluşunun ne kadar haklı gerekçeleri varsa ve bunlar elinizden alınıyorsa, ayaklar altına alınıp çiğneniyorsa burada devreye girecek olan tek bir kelimeyle direniştir. Özgürlük için direniş. Onurlu olmak için direniş. Adalet için direniş. Paylaşımcı olmak için direniş. Birliktelik için direniş. Kardeşlik için direniş. Özü itibariyle insan olmak için direniş.
Zerdeşt Nudar yoldaş aynı bu geleneğe bağlı kalarak genç yaşına rağmen 2005 yılında özgürlük dağlarına çıkar. Dağlara çıkış onun için Agitlerin geleneğine sadık kalmanın bir sadakatidir, bağlılığıdır. Agit yoldaş Batmanlı değil midir? O zaman en çok özgürlük savaşına gönül verecek olanlar öncelikli olarak Batmanlılar olacaktır. Hâlbuki O, çalışmak için İstanbul’a gitmiştir. Ancak ülke hasreti ve sadakati onu dağlara sürükler. Aile çevresinde de özgürlük dağlarına çıkanlar vardır. Birde bu gençlere olan bağlılık derken nefesini dağlarda alır.
Önceleri Xakurke alanında kalacaktır. Tabi daha önce yeni savaşçı eğitimini almıştır. Gerillacılığı şöyle ya da böyle biraz da olsa öğrenmiştir. Alanda belli bir deney kazandıktan sonra önerisini kuzey için yapacaktır. Ve peşinden Garzan eyaletine düzenlenecektir.
Karadeniz için bir grubu saha düzeyinde örgütleme kararı çıkınca sahada seçme bir gücün çıkarılması gündeme gelir. Bu seçme gurubun içerisinde Zerdeşt yoldaşta vardır. Genç olmasına rağmen pratikteki duruşu güven veren bir yoldaştır.
Yaşama katılımı canlıdır, kişilik olarak sempatiktir. Fedakârlığına söylenecek bir şey yoktur. Fiziki olarak güçlü sayılabilir. Cesareti sınanmıştır, denenmiştir. Genç yaşına rağmen kabul gören bir gençtir. Özcesi Karadeniz için iyi bir seçimdir.
O yıllarda yeni katılıpta Zerdeşt yoldaşı tanımış olan bir yoldaş, Zerdeşt yoldaş için: “Pratikteki duruşu ve fedakârlığı göze çarpan bir arkadaştı. Yeniydim. Birçok arkadaşın pratiği ben de etki bırakıyordu. En çokta Karadeniz grubundaki arkadaşlardan etkilenmiştim. Özelde de Zerdeşt yoldaştan etkilenmiştim” diyecektir.
Daha önce Karadeniz’e gidecek bir grubu Şehit Xebat’ta geçirmiştik. Ancak o grup Bandozlarda pusuya düşmüştü. Bu pusuda; Hamza, Şervan, Bager, Çiya ve Necmi arkadaşlar şehit düşmüşlerdi. Bu şahadet ardından yeni bir yoldaş gurubu oluşturulacaktı. Ve bu yeni seçilmiş olan grubun içerisinde Zerdeşt yoldaşta yerini almıştı. Yeni grup Karadeniz alanına gidecekti ancak sonbahara denk geldiği için 2010 baharına kalmışlardı.
Bu 5 yoldaşın intikamı alınmalıydı. Hedef belirlenmişti. Keşif, planlama derken her şey hazırlanmıştı. Hedef Sarıyayla karakol baskını olacaktı. Bu eyleme Karadeniz’e gidecek yoldaşlarda katılmışlardı. Zerdeşt genç olmasına rağmen eylemde en ileri düzeyde rol oynayan yoldaşlardan oluyor. Eylem tam bir başarıydı. Karakolun tümü kaldırılmıştı. Tek bir gerilla yoldaşımız şehit düşmemiş ancak birkaç yoldaşımız yaralanmıştı.
Eylem içerisinde yaşanan ilginç bir olay çok dikkat çekicidir. Bu eylemde TC devletinin bayrağı indirilmiş ve yoldaşlar tarafından getirilmişti. Bayrağı söküp getirmek normal bir durum değildir. Bu bir fethetme biçimiydi. Bu bayrağı getiren gerilla Zerdeşt yoldaştır. Göndere çıkarak o kadar merminin içerisinde söküp getirmişti. Hem eylemdeki cesareti hem de eylem sonrası kendisiyle birlikte yardım ederek getirdiği yaralı arkadaşlar için Zerdeşt yoldaşa Saha komutanlığı bir M-16 vermişti. Hani sözde o ABD’nin bize verdikleri silahlar var ya onlardan bir tane…
Bu küçük pratik bile Zerdeşt yoldaşın nasıl bir fedai olduğunu göstermeye yeter de artar da. Zerdeşt yoldaş yaşamda da yoldaşlarına her zaman en çok yardım edenlerdendir. Yaşamı mütevaziliklerle doludur. Yoldaş sevdasıyla doludur.
Zerdeşt yoldaş, Amed Serdoz yoldaşın komutasında Karadeniz’e baharla birlikte çıkarlar. Büyük talihsizlikler yaşarlar. Alana henüz yeni girmişlerken muhtemelen düşmanın takip sonucu girdikleri çatışma sonucu Zerdeşt, Amed, Serdoz, Rezan Serhat, Sipan Aras şehit düşerler.
Zerdeşt Nudar yoldaşımızın şahsında söyleyeceğimiz tek bir söz olabilir o da Ape Musa’mızın dediği gibi: “Öldükçe çoğalıyor adamlar, ben tükenmekteyim öldürdükçe” diyor ve her vurulan yoldaşımızın ardından onlarca Kürdistanlı genç dağlara akacak ve her vurulan yoldaşımızla binler olup özgürlük tutkumuzu daha da pekiştirecektir.
Kod Adı: Zerdeşt Nudar
Adı Soyadı: Serdar Tekin
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1985 Batman
Ana Adı: Behiye
Baba Adı: Alaaddin
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2005 İstanbul
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 21 Haziran 2010, Kelkit, Gümüşhane
Mücadele Arkadaşları
Kürtlerin özgürlük istemlerine dağlarımız her zaman cevap olmuş ve özgürlük savaşçılarına hep kucak açmıştır. Tarihten beri bu böyledir. Sayısız mücadele ve isyanlara tanıklık etmiştir dağlarımız. Efsanelerde dağlarımızın adı geçer. Cudi, Zagros, Cilo, Munzur sadece bir kaçıdır. En büyük gururumuz da dünyaca meşhur Ağrı dağımızdır.
Yüksekliği ve heybeti yanında güzelliği kendisini ilgi odağı kılmıştır. Bu yüceliğini Kürt isyanlarındaki koruyuculuğunda da görüyoruz. Doğubeyazıt yurtseverliği, Ağrı dağındaki direnişlerle mayalanmıştır. Dolayısıyla özgürlük savaşı zincirinin son halkası olan PKK mücadelesinde de bu yurtseverliğini göstermiştir. Birçok kahraman mücadeleye vermiştir. İsimlerini sayamayacağımız kadar çok olan kahramanlardan biri de Zınar Serhat arkadaştır.
Zınar arkadaş Doğubayazıt’ta doğdu, büyüdü. Özgürlük tutkusunun etkisiyle Zınar arkadaş erkenden düzenle çelişkiler yaşamaya başladı. Yanı başındaki Ağrı dağında yaşanan gerilla savaşına tanıklık etti. Efsaneleşen yiğitleri tanıdı, etkilendi. Doğubayazıt'ın isyancı karakteri Zınar arkadaşla devam etti.
1993’ de savaşımızın en yoğun yaşandığı dönemde gerilla saflarına Ağrı dağında katılır Zınar arkadaş. Gerillacılığa bu alanda başlar. Gerillacılığın onurunu, gururunu burada yaşar. Bir süre sonra Doğu Kürdistan’a geçer. Daha sonra farklı alanlarda mücadeleye devam eder. Uzun bir süre Güney Kürdistan’da kalır. Hareketimize en yoğun tasfiyeci yönelimlerin olduğu süreçte, bu ideolojik saldırıları yakından görür. Sürecin ortaya çıkardığı zorluklar karşısında Zınar arkadaşta kin ve öfke daha da artar. Önderliğe ve partiye olan bağlılığı daha da güçlenir. Bunun için en ön saflarda mücadele için arayışlara girer. Bir gün önce bu isteğini yerine getirmek en büyük hayalidir. Bir gün gelir ki artık o Serhat yolcusudur.
Uzun yıllar sonra tekrar Serhat’ a döner. Bu dönüşü içinde başarı hırsı ve intikam duygusunu barındırır. Bu mekânlarda tanımış olduğu kahramanların anısıyla tekrar buluşur. Bu mekânda özgürlüğe ilk adımını atmıştı, zorlukları güzellikleri burada yaşamıştı. Buralar onun için bambaşka anlama geliyordu. Dolayısıyla burada bulunmak onu mutlu ve heyecanlı kılıyordu.
Bu heyecan ve mutluluğunu 2003’de Tendürek’te tanışırken görecektim. İsmini çok duymuştum arkadaşlardan; çünkü o birçok yoldaşının yüreğinde yer almayı bilmişti. Anlatıldığı gibiydi; güler yüzlü, yaşamdan aktifliği dikkat çekmesine yetiyordu.
2009 sonbaharında Ağrı dağına geldi çalışmalara beraber katılacaktık artık. 1 yıla yakın beraberlik onun daha farklı özelliklerini tanıma fırsatı verdi. Gerillacılıkta uzun yılların vermiş olduğu tecrübeyle olgunlaşmıştı. Soğukkanlı, sakindi bu hali onu doğal otorite kılıyordu. Duruşu karşısındakine güven veriyordu. Güven hali birçok zamanda gözleri ona çevirmişti. Sürekli danışacağın arkadaşlardandı. Mütevazi kişiliği, çekici üslubu, parti kültürüyle kendisini donattığının göstergesiydi. Yoldaşlarını incitebileceği akıllarına bile gelmezdi. Birçok konuda yetenek sahibiydi. Hani derler ya “on parmağında on marifet” El attığı her işin hakkında gelebiliyordu.
En son çalışması düşmanla iç içeliği gerektiriyordu, bunu dikkat ve duyarlılığı ile yürütebilen kendisini ve yanındaki arkadaşları koruyabilen kişiliğiyle sürdürüyordu. Belki de intikam hırsı bu duruşunu ortaya çıkarıyordu.
Mücadelede 1 Haziran hamlesi Haziran ayına belli bir anlam yüklemiştir. Serhat içinde Haziran ayının önemli bir anlamı var. Haziran ayı intikam ayıdır. Şehit Sidar ve Dicle arkadaşlar bu ay da şehit düşmüşlerdi.
Bir an önce hazırlanıp bu görev yapılmalıydı. Zınar arkadaş bunun çabasındaydı. Bazı planlar ve bunun hazırlıkları içerisindeyken tarih bize büyük bir acıyı daha yaşatır. 9 Haziran 2010’da Zınar arkadaş bir pusu da Tendürek’te şehit düşer.
Yüce amaçlar bize acıyı yenmeyi öngörür. Bu ülkede yaşamın bir yanı hep acılarla yoğrulmuştur. Fakat bir başka yönü de var ki, gurur ve onur hiçbir zaman bu ülkede terk edilmemiştir. HPG Zınar arkadaşı “Büyük Devrimci” olarak tanımladı. Büyük devrimciye sözümüz, amacına bağlı kalacağımızdır.
Bu amaç yolunda sonuna kadar yürüyeceğimize Şehit Zınar arkadaş şahsında tüm şehitlere söz veriyor, Şehit Zınar arkadaş şahsında tüm şehitlerimizi anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Kod Adı: Zınar Serhat
Adı Soyadı: Abdulmiraf Can
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1975 Doğubayazıt
Ana Adı: Fatma
Baba Adı: Ahmet
Katılım Tarihi Ve Yeri: 1993 Ağrı Dağı
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 9 Haziran 2010 Serhat Tendürek
Mücadele Arkadaşları
Uzun bir yolculuk sonrası onunla Amed eyaleti Şehit Remzi bölgesinde tanıştım. Noktamız Şeytan Dağı’nın yamacıydı. Yabani kavak ve meşe ağaçları olan bir yerdi. Altımızda bir küçük dere akıp gidip büyük su ile birleşiyordu. Etrafımız yarı zozanlık ve yarı ormanlıktı. Karşımızda Zıkta zozanları gözüküyordu. Vadi öylesine sarp bir yer ki, buraya operasyon yapmak çok zordur. Binlerce askeri getirmeleri gerekiyor. Vadinin hep girişi var ve çıkışı kayıpsız olmaz. Zınar’ın deyimiyle “Yeşil Vadi bizim olacak”. Zınar arkadaş 2006’da Avareş arkadaşın grubuyla Erzurum eyaletine gidiyordu. Bunun için epey yol yürümüştü. Yalnız Zınar arkadaşın Çermikli olması nedeniyle burada düzenlemesinde bir değişiklik yapıldı. Çermik hattında ihtiyaçtan dolayı Amed eyaletinde kaldı. Bu düzenlemeye Avareş arkadaş sevinmediyse de Zınar arkadaş çok sevindi. Böylece Amed eyaletinde kalmıştı. Arkadaşlarıyla vedalaştı. İlk düzenlemesi Apê Musa bölgesine oldu. Zınar arkadaş için fark etmiyordu. 2006’nın sonbahar ayında bu bölgeye gitti. Zınar arkadaş biraz tecrübe kazanırsa Çermik hattına gönderilecekti. Zınar arkadaş çok sessiz bir arkadaştı. Kimse ona bir şey sormazsa kesinlikle cevap vermezdi. Hangi konuda olursa olsun cevabı netti. Mantığında muğlak bir şey yoktu. Kesinlikle ya evet ya da hayırdı. Onun için hep tavır sahibi bir insandı. Seçenekleri hep iki taneydi. Üçüncü bir seçeneğe kesinlikle izin vermezdi. Karar verdiği şey ne olursa olsun sonuna kadar savunurdu. Zınar arkadaş derdi, “Söz ağızdan çıkar ve söz çıktıktan sonra sonuna kadar sözün arkasında olacaksın.”
Diğer bir nokta çok disiplinli bir insandı. Her zaman sabahları herkesten önce kalkar ve eşyalarını toparlardı. Hiçbir şeyi dağınık değildi. Dağınık insandan hep nefret ederdi. Bundan dolayı silahını hep temizlerdi ve korurdu. Askeri tüm malzemelere önem verirdi. Nöbette çok duyarlıydı. Nöbetinde arazide bütün ayrıntıları gözetlerdi. En ufak bir şüphe duysa netleştirmeden gelmezdi. Kendisinden sonraki nöbetçiye tekmili çok kapsamlı verirdi. Bununla beraber gerillanın kaide ve kurallarına çok önem verirdi. Ateş yakmayı çok severdi. Hep odunlarını seçerek ateş yakardı. Ateşte duman görse kızardı. Kimin ateşi duman etse “sen gerilla değilsin. Gerilla duman çıkarmaz” derdi. Yine eşya taşırken hep taşıdığı yükün kamuflajına dikkat ederdi. Bununla beraber yürürken iz çıkmasın diye basacağı yeri hep seçerdi. Zınar arkadaş bir bütünen bunlar için yaratılmıştı. Kuralları kendi şahsında yerine getirmesini bilirdi. Zınar arkadaş “insan kendisinde uygulamadığı bir şeyi başkasına dayatamaz” derdi. Bu yüzden kendisine karşı çok acımasızdı. Kendi kendisine ceza verirdi. Kendi eksikliklerine karşı kendisine ceza vermesini bilirdi. Kendisine nefs terbiyesini yapardı. Bundan dolayı çok adil bir insandı. Eğer bir kişi eksiklik yapsa en sevdiği arkadaşta olsa ona ceza isterdi. Zınar arkadaşın diğer bir özelliği ise açık sözlü olmasıydı. Hem kendi eksikliklerine karşı özleştirel hem de arkadaşların eksikliklerine karşı çok açık sözlüydü. Kimde ne varsa eleştirirdi. Hiçbir hesapçılık yapmazdı. Hiç bireysel kaygısı yoktu. Tamamen örgütsel bir kaygıya sahipti.
Zınar arkadaş halka yaklaşım konusunda çok hassastı. Bu konuda hiçbir eksiklik kabul etmezdi. Halka yaklaşım konusunda hiçbir eksiklik, üslupta yetersizlik ve saygı sevgi konusunda kusur etmezdi. Halkla sürekli tartışan ve onlara görev verendi. Yine eleştirilerini çok net yapardı. Aynı zamanda ajan ve işbirlikçilere karşı tavrı netti. Kazanılacak olana olumlu yaklaşım gösterirdi. İflah olmaz olana da sert bir tutum sergilerdi.
Zınar arkadaşın çocuklara yaklaşımı çok farklıydı. Çocuklarını döven anneyi sürekli uyarırdı. “Böyle yapmaması gerektiğini söylerdi. Bir de hangi köye gitse çocukları etrafına toplayıp onlarla hep sohbet ederdi. Zınar arkadaş “bizim geleceğimiz çocuklardır. Ben hep öyle bakıyorum. Biz geleceğimize nasıl bakarsak onlarda öyle olur. Kürt çocuklarının hep sevgi ve ilgiye ihtiyacı vardır. Genel Kürt insanı böyledir.”
Zınar arkadaş birçok defa kadın ve aile sorunlarına değinirdi. “Bu konuda kadına büyük haksızlık yapılmıştır. Bir eşitliğin sağlanması gerekir. “Erkeğin kendisini değiştirmesi gerekir. Bu konuda bir zorluk yaşıyoruz” derdi. Gittiği her ailede mutlaka bu tür soranlara hep değinirdi. Yine bununla beraber hep siyasal gelişmeleri aktarırdı. Bazen Önderlik gerçeği ve bazen de gerilla gerçeği üzerine hep detaylı konuşmalar yapardı. Bazen de bize nasıl yaklaşmaları yine bizim ve onların yaklaşımlarını sürekli vurgu yapardı. Zınar arkadaş gençlik ile de hep ilgilenirdi. “Gençliğin kesinlikle radikal duruş sahibi olması gerektiğini, askere gitmemesi gerektiğini ve şehirlerde yozlaşmaların önüne geçmeleri gerektiğini, Gençliğin coşkulu ve moralli olması gerektiğini belirtirdi.”
Zinar arkadaşın Çermik üzerine de değerlendirmeleri oluyordu: “Çermik’te yurtsever bir potansiyel vardır. BDP çalışırsa kazancı olur. Amed’de genel durum onları etkiliyor. Tamam, koruculuk çok köklüdür, ama onlarda da bir değişim görülüyor. Bu konularda bizim gerekli önemi vermediğimiz için böyledir. Çermik’te birçok şehit vardır. Bir dahaki seçimde mutlaka belediyeyi almalıyız. Zazalar sert adamdır, ama destek verdiler mi sonuna kadar verirler” diyordu. Zınar hep “diren ha Aberna diren(Diren ha Çermik diren derdi) dağlarının aşkına güven” derdi. Böylece coşkusunu belirtirdi. Zınar arkadaş; “Çermiği siyasal olarak kazanmak ve gerilla olarak faaliyette kavuşturmayı canı gönülden istiyorum. Yine tarımsal olarak önemli bir yerdi. Her türlü meyve ve sebze yetişirdi. Hayvancılık için oldukça uygundu, ama buranın bu kadar verimli olmasına rağmen bu halk koruculuğa mahkûm edilmişti. Bunun için yoğun bir mücadele vermek gerekiyor.”diyordu. Bunları Zınar arkadaş çok iyi biliyordu.
2006 yılını Ape Musa bölgesinde geçirdi. Bir yandan buranın arazisini tanımaya çalıştı. Bir yandan düşmanın tarzını tanımaya çalıştı. Diğer yandan da uzun dönem kopuk olduğu halkı tanımaya çalıştı. Bu konuda sorunu almadı. Çünkü burada yaşayan halk Zaza’dır. Zınar’da Zaza olduğu için erken adapte oldu. İlk yılı olmasından dolayı arkadaşlar Zınar arkadaşı fazla öne vermiyorlardı. Daha çok onu alıştırmaya çalışıyorlardı. Bu konuda Zınar arkadaşta bir özveri vardı. Kendi kişiliğinde oldukça tutarlı bir insandı. Sonbaharda daha çok üslenme çalışmalarına katıldı. Kışın burada üslenmeye girdi. Kamp yerleri oldukça gizli değildi. Bir süre burada eğitim gördüler. Belli bir yoğunlaşması oldu. Yalnız sonuna kadar gitmedi. Zınar arkadaş burada mayın eğitimi gördü, mayınları çok güzel öğrendi, ama en büyük hayali ise silahlı eylemlerdi, Bir köylünün kamp yerlerini görmesi ile kamplarını bıraktılar. Yalnız kışın fazlasını burada geçirdiler. Kamplarını bıraktıktan sonra köylünün ihbarı üzerine kampları basıldı. Ama arkadaşlar bu kampı daha önceden bırakmışlardı. Kışın bir kısmını hareketli geçirdiler. Zınar arkadaşta bir zorlanma yoktu. Tam tersine kendisine bir macera görüyordu. Kayıpsız bir şekilde baharı karşıladılar. Düşman alanda arkadaşlar olduğunu fark edince tüm gücü ile yüklendi. Çok büyük operasyonlar geliştirdi. Yalnız arkadaşlar bu süreçte kendilerini korudular. Çünkü doğa koşulları düşmandan yanaydı. Zınar arkadaş bu operasyonlarla kısmen gelişti. Düşmanın tarzını anlamaya çalıştı. Bunlar Zınar arkadaş için tecrübe oluyordu. Ama düşmanın bu yönelimlerine cevap vermemek Zınar arkadaşın canını sıkıyordu. Hep “son gülen iyi güler. Bizimde zamanımız gelecek. Acele görülecek hesabımız vardır. Daha görülmesi gereken çok hesabımız vardır. Her şey zamanında ve yerinde güzledir.” deyip moral veriyordu. Zınar arkadaşın aynı zamanda intikam taşıyan bir özelliği vardı. Kendisine yapılanı unutmaz ve tam tersine hesap sorardı. Zınar arkadaş kafasına koyduğu şeyi yapandı. Bir sefer konuştu mu kesinlikle geri adım atmazdı. Onun bu özelliğini herkes biliyordu. Kısa zamanda tanınan bir insan oldu. Zınar arkadaş 2006-2007 yılını Ape Musa bölgesinde geçirdi. O yaz Ape Musa’da pratiğine devam etti. Artık tarzı genel anlamıyla kısmen çözmüş bir insandı. Alanın tecrübeli gerillası oldu. Artık ondan beklentiler oluyordu. Zorlu bir kış sürecini geçirmişti, ama sağlam bir duruş sahibi olmuştu. Düşman bütün kış ve baharda yönelim yaptı. Yaz aylarında ise kendisini kılıfına çekiyordu. Sadece gizli birliklerle alanda hareket ediyordu. Aynı zamanda pusulamaya önem veriyordu. Yaz döneminde genelde düşman savunmaya çekiliyordu. Genelde sonbahar, kış ve bahar ayında saldırıya geçiyor koşullara göre kendisini çok iyi ayarlıyordu. Bundan dolayı Zınar arkadaş hep derdi. “364 gün düşmanın olsun, sadece bir gün benim olsun. Ben o düşmanı doğduğuna pişman ederim. Kendimi kesinlikle rahatlatırım”. Bu konuda oldukça samimi ve kararlı bir duruş sahibiydi. O yaz Zınar arkadaş çok çabaladı. Düşmanın peşinde çok dolaştı. Küçük taşlığa döşediği mayınları araziye çıkan bir düşman birliğinde patlattı. Düşmanın burada 3 ölü ve 4 yararlısı oldu. Yine Bingöl ve Diyarbakır yoluna döşediği bir mayını düşman aracında patlattı. Öğrendiği mayınlarla bu sonuca ulaştı. Yine de bu eylem birimi Zınar arkadaşı tatmin etmedi. “Bu asker çok korkaktır. Savaşmasını dahi bilmiyor. Çıksın karşımıza adam gibi savaşalım. Her gün korkakça sağda ve solda kendisini saklıyor. Bu çok ayıp bir durumdur.”diyordu.
Diğer noktada da düşmanla göğüs göğse hep savaşmak istiyordu. Silahını hep askerin karnına koyarak “öldüreceksin” diyordu. Bu tartışmaları sürekli ortamı yoğunlaştırmak için yapıyordu. Bir de taktik boyutunda sadece bir şeyle sınırlı kalmayı kabul etmiyordu. Hiçbir zaman yaptığı ile yetinmiyordu. Hep arayışları vardı. 2007 yılında Ape Musa bölgesinde sürekli çabaladı, durmadan çalıştı ve hep yaratmak istedi. Yine bu bölgede üslendi. Bu kış üslenme yerini çok sağlam bir bölgedeki bir yere yaptı. Kış için bir şikeft bulmuşlardı. Bu şikeft üç katlıydı. Arkadaşlar üçüncü kata yerleşti. İki kata kadar düşman girer ama son kata giremezdi. Bu aradaki bölmeyi koparttılar. Bütün malzemelerini buraya taşıdılar. Suyunu şikeftin damlarından elde ediyorlardı. Bütün kamuflajını yapmışlardı. O yıl Ape Musa alanına çok kar yağmadı. Düşman oldukça hareketliydi. Bütün yerleri didik didik arıyordu. Arkadaşlar şikeftte gece eğitim görüyorlardı ve gündüzde uyuyorlardı. Eğer birisi şikefte girerse ses olmasın diye sadece nöbetçi uyanık kalıyordu. Güvenlik açısından böylesi çok sağlıklıydı. Ape Musa’da tam olarak kış zaten 45 gün sürerdi. Mart ayında herkes tekrar dışarı çıkardı. Sadece Ocak ve Şubat ayı biraz kar oluyordu. Bir gece cihazları çok çalıyordu. Ve Zınar arkadaş “alanda operasyon vardı” dedi. O cihazları sürekli kontrol ederdi. Mandallamaya göre yakın ve uzak olduğunu anlardı. O gün sabaha doğru herkes çekildi ve uyudu. Zınar arkadaş ise nöbetçiydi. Zaten o sanki düşmanın yakın olduğunu biliyordu. Sabah saat 7’de ilk kata bomba atıldı ve tarama başladı. Operasyon şikefte gelmişti. Yalnız kimsenin olup olmadığını bilmiyordu. Bu tarama ile herkes uyandı ve hazır şekilde durdu. Yapılacak bir şey yoktu. Şikeft tek kapıdır ve o kapıdan da düşman girdi. Sonra 7 asker ikinci kata girdi. Elinde termalle her tarafı kontrol edip kendi aralarında tartıştılar. “Burada kimsenin olmadığını söylüyorlardı. Birisi üçüncü katın kapısını buldu ve içine girse hemen yanımıza gelecekti. Bir diğeri ise “onun ayı deliği olduğunu ve girmemesi gerektiğini belirtti. Böylece şikeftten çıktılar. Bizi bulmadılar. O deliğin üstünde Zınar arkadaş nöbetçiydi. Eğer girse hemen o askerin işi biterdi. Yalnız bizim için iyi olmazdı. Bu kazayı öylece atlatmıştık. O günden sonra 7 metre bir tünel yaptı Zınar arkadaş. İkinci bir kapı şeklindeydi. Bugün için bir toplantı yapıldı. Acaba bugünden sonra “bu şikefte kalalım mı? Yoksa çıkalım mı?” diye bir tartışma oldu. Zınar arkadaş “şu anda en sağlam yer burasıdır. Kesinlikle kalalım” diye ısrar etti. Böylece burada kalıp eğitime devem ettik. Şehit Beritan “ben rüya görmüştüm. Rüyamda bir yılan şikefte giriyordu. Ama hiçbir arkadaşı sokamıyordu” diyordu. Zınar arkadaş “heval Beritan senin rüyan doğru çıktı. Yalnız bir dahaki sefere haber ver. Bizde tedbir alalım” diyerek şakalaşıyordu. Bu kış çok tehlikeli geçmişti. Düşman bir türlü durmak bilmiyordu. Operasyonlar devam ediyordu. Güneyde Zap’a operasyona devam ediyordu. Herkes bunun sonucunu merak ediyordu. Düşman güneyde yenilince bu sefer kuzeyde sonuç almak istiyordu. Kuzeyde de tüm operasyonlar boşa çıkınca düşman ne yapacağını bilemez bir duruma geldi. Zınar arkadaş bu şikeft operasyonundan sonra hep şöyle diyordu: “sen bizi bizim evde korkuttun. Ben de seni senin karakolunda öldüreceğim. Bunu defterime not ettim. Bir gün beni karakolda görürsen hiç şaşırma. Ben ne yapacağımı biliyorum” derdi. Bütün zorluklara rağmen eğitimimizi tamamlayarak kamptan çıktık. Moral olarak yüksek bir morale sahiptik. Zınar arkadaş 2007-2008 kışını yine Ape Musa’da geçirdi. Dışarı çıkar çıkmaz alanda operasyonun çekildiği gün oldu. Askerlerin naylon yaktığı ateşleri hala duruyordu. Alanda birçok yerde kar vardı. Bizler tüm arazinin farklı yerlerine dağıldık. Suyu geçtiğimiz için çok ıslandık. Bu su Çeme Alık suyu idi. Bahar olduğu için delice akıyordu. Bu ıslak halimizi askerlerin yaktığı ateşle kuruttuk. Üstelik gece çayı bile içtik. Zınar heval; “arkadaşlar çay için bugün askerlerdensiniz. Nasıl olsa ateş onlarındır. Bir daha böyle bir gün bulamazsınız. Güvenlik olarakta en sağlam yerdir. Düşmanın operasyon yapıp bıraktığı yerler.” Bir yandan dışarıya çıkma heyecanını yaşıyorduk. Nasıl insan hapishaneden kurtulursa sığınak ve şıkeftten çıkmakta aynı duyguyu insana yaşatıyordu.
Kod Adı: Zınar Çermik
Adı Soyadı: Hacı Meşe
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1983 Seyhan Adana
Ana Adı: Asiya
Baba Adı: Mehmet
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2003 Ekim
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 2010 Amed
MÜCADELE ARKADAŞLARI
Takvim bu tarihi gösterirken, öncesinde 18 Ekim gecesini 19 Ekim’e bağlayan gecede büyük fedakârlık ve emekle hazırlanan Çele eyleminin adı Ş. Çiçek Devrimci Savaş Harekâtıydı. Ve bu eylemin başarıya ulaştığı kesindi. Eylem başarılıydı. 21 silah tepeden kaldırılmış ve bazı teknik malzemeler. Yine Çele gruplarında bir arkadaş Şehit düşmüş burada da 3 silah 1 cihaz kaldırılmıştı. 100 den fazla düşman kaybı vardı. Düşmanı büyük bir şoka uğratan bu harekât başarının ifadesiydi.
Eylem başarılı olmasına başarılıydı ama ya sonra takvim şimdi 24 Ekim’i gösteriyor. Bu tarih aynı zamanda Pire Katliamına tanıklık ederken, şimdi söylenilmesi gereken sadece bir katliamıydı yoksa söylenilmesi gerekenler daha mı çoktu. Bu katliamdan kurtulan hiç olmazken kendisiyle birçok soruyu da getirdi. Burada 36 arkadaş 36 önderlik militanı, fedaisi, 36 can şehit düşmüştü. Birçoğu saldırı gruplarında yer almış ve geri dönmeyi başarmıştı. Yüreklerindeki özgür ülke özlemiyle ve en önemlisi de önderlikle buluşma umuduyla düşmanı yenip gelmek istemişlerdi. Ve olmadı. Hayalleri umutları ve yarına dair güzel olan her ne varsa kucaklarına doluşturup yürüyorlardı. Kendilerinden emin bir şekilde yürüyorlardı. Çünkü unutulmayacak bir başarının sürece neler katabileceklerini iyi biliyorlardı. Bu heyecan ve üstün başarıyla onları bekleyen yoldaşlarına ulaşıp adını sayamayacağım şehit düşen onlarca yoldaşlarının intikamını almanın verdiği huzurla paylaşmak için yola düştüler. Bu olayı anlatırken düşüncemin ve kalemimin kilitlendiğini hissediyorum. Çünkü olmaması gerekenleri yaşadık, beynimizden ve yüreğimizden vurularak. Ama yüreğime deyim yerindeyse taş basarak yazacağım.
Evet, eylemin verdiği yorgunlukla toplandı can yoldaşlar. Kararlaştılar geri dönmeye. Çünkü düşman tüm tekniği ve karadan başlattığı operasyonu genişletiyordu. Bu nedenle can yoldaşlar 24 Ekim akşamı gruplar halinde geri çekilme kararı alıyorlar. Ama geri çekilme güzergâhları aynı ve aralarında birer saat mesafe vardır. Öncüleri ve artçıları belirliyorlar. Neden olduğunu anlayamadığımız ama bin metre karelik bir arazide bir araya toplanıyorlar bu yoldaşlar. Pire bir köydür. Ayrıca Gozereşe’den başlayıp Kani Ofe’ye kadar uzanan vadiye de Pire vadisi diyoruz. Düşman ise genel Tiyare’den Kani Ofe’ye kadar Kazandere demektedir. Vadi uzun mu uzun ve dar bir vadidir. Bir tarafı Gare (Karadağ) dağı, diğer tarafı Semedar ve Çele Duguh’tur. Can yoldaşlar bu vadide yola koyulurlar. Ve Pire köprüsü civarında birbirlerini beklerler. Hani bu PKK’nin geleneğidir ve bu can yoldaşlarda bu geleneğin sürdürücüsü olarak yoldaşlarını bırakmazlar. Düşman etraflarını sarmıştır. Keşif uçakları yoğun dolaşmaktadır. Gruplar tek tek Pire köprüsünde buluşur. Saat gece 2 civarı yani 23 Ekim’i 24 Ekim’e bağlayan gecedir. Düşmanın denetimine girmişlerdi artık ve düşmanın vahşileşen ahlaktan uzak yüzü yansımıştı her yönüyle. Uçak, kobra, obüs ve panzerlerle vurdular can yoldaşlara. İlk vuruşta dönemin komutanlığını yapan Brusk ve Ruken yoldaşlar şehit düşmüştü diğer birkaç yoldaşla birlikte. Bu cehennemde kurtulan can yoldaşlar sabahı beklerken inanıyorum zaman dipsiz bir kuyu gibi gelmiştir onlara. Tıpkı benim aynı gece onları beklediğim gibi. Günün şafak atmasıyla hala sağ kalan yoldaşlar bırakmadılar şehitlerini taki onlarda yoldaşlarını bırakmadan kobrayla savaşarak tek tek şehit düşene dek. Evet, onları bekliyordum 22 Ekim günü konuşmuştuk heval Brusk ile randevu vermişti geldikleri o geceye. O gece gelecekleri randevu yerinde bekledim, bekledim ama gelmediler. Ben gittim gelmediklerini görünce nerden bilebilirdim ki hiç gelemeyeceklerini. Beklemektense o cehennemde olmayı tercih ederdim. 36 can yoldaşımla birlikte 37. olmam gerektiğini biliyordum ama olmadı. Şimdi boynu bükük bir bülbülün gülden ayrılışı misali yoldaşlardan ayrıldık ebediyen. Evet, beklentim sonsuz bir ayrılığa dönüştü. İnanmak istemediğimiz ve hala kendimizi ikna edemediğimiz bu gerçekliğe bu acı gerçekliğe inanmak zor. Onlar yoldaşlık ruhuyla ulaştılar hiç hak etmedikleri bu şahadete ya da hak etmedikleri şahadet biçimi desek daha doğru olacak. Ordaydım 2 ya da 3 saat uzaklıkta. Onları beklerken nerden bilebilirdim ki bu uzaklık hain düşmanımız tarafından ulaşılamayacak kadar aramızda mesafe açacak. Şimdi derin bir yalnızlığa gömüldük. Kara deliğin yuttuğu enerji gibiyiz. Büyük bir kayboluşla kendimizi ararken daha da kaybolduğumuzu fark ediyorum. Hangi yoldaşa baksam gözleri yaş dolu dokunsam ağlamaktan kendini alıkoyamayacak denli… Hiç kimse konuşmaya gerek duymadan gözleriyle paylaşıyor yaşadığımız bu acıyı. Çünkü siz gittiğinizden beri biz kendimize dönme cesaretini bulamadık. Kendimize dönmeye kalkışsak büyük bir deprem daha yaşayacağımızın farkındayız. Bir saniye bile dönemeyeceğinizin düşüncesi bile evrendeki bütün felaketlerden daha kötü bir düşünce olduğunu yaşamak herhalde daha büyük bir felaket habercisi olamaz. Bu felaketin felaketiydi. Ne siz ne de biz hak etmemiştik bu sonu. Şimdi ne kışlar, ne bahar ne yazlar ne de sonbaharlar eskisi kadar sizinle olduğu gibi güzel olmayacak. Sevginiz yüreğimizde yürüyeceğiz.
Sözümüz dökülen kanlarınızın her damlası içindir
Sözümüz umut ışığı gibi parlayan göz bebekleriniz içindir
Sözümüz size ve o güzel gülüşlerinize ulaşmak içindir
Sözümüz uğruna baş koyduğumuz
Uğruna kanlarınızı döktüğünüz Güneşimizin özgürlüğü içindir
Sözümüz özgürlüğün intikamı içindir
Biz intikam için sözleşmişiz…
Gözünüz, yüreğiniz arkada kalmasın. Ruhlarınız rahat uyusun yurdumun kutsal topraklarında. Zağros’ların kutsal Tanrıçaları lanetini yağdıracak bu zebanilerin üzerine. İnsanlığın beşiği Zağroslar unutmayacak kahraman evlatlarını ilelebet. Unutmak ihanettir dedi bu toprağın çocukları. Ve biz sizi unutmayacağız. Bu katliamda 36 yoldaşı şehit verdik. Onların anısına layık olacağız ve takipçileri olacağız.
Kod Adı: Ezda Ararat
Adı Soyadı: Fatma Sağın
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1986/Ağrı
Ana Adı: Telli
Baba Adı: Halit
Katılım Yeri Ve Tarihi: 2005/Ağrı
Şehadet Yeri Ve Tarihi: 19 Haziran 2012'de Zağros'ta
Şehit Ezda Arkadaşın Geliye Tiyarede Şehit Düşen 36 Arkadaşın Anısına Yazdığı Yazıdır
Setkar Kato’nun eteğinde bulunan bir köydür. Beytüşşebap’ın en yurtsever köylerinden bir tanesidir. Onlarca şehidi bulunan Setkar köyü direnişçi geleneğiyle de bilinen bir köyümüzdür.
Kato, başı dik ve onurlu bir dağ olarak bilinir ve öyledir de. Buralarda büyümek insanı doğrusu onurlandırır. Hele bir de tarihin çok gerilerine gidip Yunanlıların o meşhur olan “on binlerin dönüşü” yani “Anabasis” kitabını okuduğunuzda az da olsa Katoların ne anlam içerdiğini kendiniz göreceksiniz. Bir anlatıma göre Kato Yunanca “lanet”, “lanetlenmiş” demekmiş. Katolar “lanetlenmiş dağlar” anlamına geliyormuş. Doğrusu bu tespit bugünde geçerliğini korumaktadır. Buralar her sömürgeci için lanetlenmiş yerlerdir. Çünkü buralara ait olmayıp ta buralarda kan akıtmak için gelen ve halkımızı sömürmek isteyenler için bu dağlar gerçekten de lanetlidir. Bu dağlar herkese geçit vermez. “Bu dağlar, evvel Allah utandırmaz insanı ve korur insanı” der Ahmet Arif.
Bu dağlar, her zaman Kürtlerin sığınağı olmuştur. Kürtleri belki de en çok kollayan ve koruyan güç dağlardır. Böyle olunca birileri için lanetli olan bizler için kutsal oluyor. Bunun için işte Katolar bizim için kutsaldır. Bizi koruyan mekânlardır, kalelerdir.
Çektar yoldaşımız bu Katoların eteğinde bulunan Setkar köyünde dünyaya gelmiş ve bu dağların gölgesinde onların heybetiyle gökyüzüne bakmıştır.
Evet, Çektar yoldaş biraz da buraların ruhuyla büyümüştür. Düşmanın zulmünü gören birçok Setkarlı köylerini terk ederek Adana’ya yerleşmek zorunda kalmışlardır. Bugün halen onlarca Setkarlı Adana’da yaşar. Ancak Çektar arkadaşların ailesi göç etmeyenlerdendir. Bunun için daha fazla buralıdır o.
O’nunla birlikte kalan bir yoldaşı, Çektar yoldaşı anlatırken derinlere dalarak dile getiriyor. Söyledikleriyse biraz da olsa onu dile getiriyor.
“Çektar arkadaşla 2004 yılında tanıştık. Kendisine “Çektar Beytüşşebap” derdik. 2004 yılında kuzey yolundaydı, yani kuzeye geçecekti. Bizim kaç yıllık hayalimizdi kuzeye geçmek. Kuzeye geçerek düşmana karşı savaşacaktık. Kürdistan’ı özgürleştirecektik. O zamanlar örgüt olarak yaşadığımız iç sorunlara rağmen yine de savaş kararı alınmıştı. 1 Haziran hamlesi ilan edilmişti. Kuzeye bir birlik olarak geçişimiz de bu hamla çerçevesindeydi. Biz de 1 Haziran hamlesini hayata geçirecektik. “Önder APO'yu ya özgürleştirecektik ya özgürleştirecektik!” Böyle bir slogan esas alınarak karar altına alınmıştı. Bu karar temelinde de kuzeye geçişimiz büyük bir coşkuyla olmuştu.
Çektar yoldaş, Haftanin ile Hakkâri arasında kuryelik yapıyordu. Biz de bir birliğe yakın arkadaş olarak kuzeye bu şekilde geçtik. Biz sınırı geçtikten sonra araziyi iyi tanıdığından dolayı bizim birliği o alandan geçirmek için Çektar arkadaş bizi karşılamıştı. Çok zorlu bir yürüyüş yapmıştık.
Varacağımız noktaya geldikten sonra Çektar arkadaş önümüzdeydi. Çektar arkadaş onca yorulmamızın ardından bize “biz artık düşmanın belini kırdık. Buraya vardıktan sonra düşman artık bize engel olamaz” demişti.
Biz o zaman O’nun bu konuşmasına fazla anlam verememiştik. O, “sırtında bu kadar yükle yürümemiş, yorulmamış o yüzden böyle konuşuyor,” diyorduk. Fakat daha sonra Çektar arkadaşı biraz daha iyi tanımaya başlayınca¸söylediklerinin anlamını, hangi anlamda bunları söylediğini daha iyi anlamıştık. Yeni yeni anlam vermiştik. Gerçekten insan onun söyledikleri üzerine değerlendirme yapmak gerekirse; “nasıl ki bu 30 yıldır harekete engel olamayan ve hareketi bitiremeyen, bundan sonra hiç bitiremez, hiçbir şey yapamaz” diye biliyor. Ne darbe vurabilir ne de engel olabilir. Bu anlamda bu sözlerin söylenmiş olması insanı çok düşündürüyor. İnsanın hislerini daha da güçlendiriyor. Bizi yok etme isteminde olan hasmımız, bunu bir türlü başaramıyor. Yapamamasının nedeni de; Kürdistan dağlarındaki gerilla gücünün buraları tanıması, buralara hâkim olması, buraları kendisine mekân yapmasındandır. Ve bir de Çektar gibi inançlı ve iradeli yoldaşların bulunmasındandır.
Onunla birlikte o zaman Hakkâri alanına geçmiştik. Düşüncelerimizdeki Hakkâri’yi görecek miydik? Nasıl bir Hakkâri’yi görecektik? Nasıl bir arazi, nasıl bir bölge olduğunu görecektik? Dağlarıyla, dağlarının sarp oluşuyla, güzellikleriyle, kayalıklarıyla bize merak olmuştu. İlk kez Kato’ya geçtikten sonra arkadaşlar bize şunu söylediler: “Bu akşam kayalıklar arasında yürüyebiliriz. Ayaklarımız incinebilir, hatta kırılabilir. Ama burayı gündüz görünce o yorgunluk, o zorluk, o zorlanmalar ve hatta kırılmaların hepsi unutuluveriyor” demişlerdi. Bize böyle söylendiği için 1’de varacağımız yere gece 2’de varmamıza rağmen uyumamıştık ki bir an önce hava aydınlansın da etrafı görelim diye içimizden söylenmiştik. Uykusuz olmamıza rağmen merakımız baskın çıkmış ve uyumamıştık. Sabah hava aydınlanıncaya ve güneş çıkıncaya kadar etrafımızı keşfettik. Etrafta neler var, neler yok hepsini tek tek inceledik. Arazide düşman var mı, yok mu? Halktan kimse var mı? Çevremizi keşfedip, durmuştuk. Kayalığın üzerine arkadaşların tümü oturmuş meraklı gözlerle ve dürbünleriyle keşfe dalmışlardı. Gerçekten o yorgunluk, o zorlanmalar hepsi unutulmuştu. Güneşin çıkışından bile insan anlıyordu ki, bir başka ülkedeyiz. Özgürlüğünü kazanmış bir ülke! Düşüncelerimizde, artık özgür bir ülkede olduğumuza inanıyorduk. Artık Kürdistan’ı kimse elimizden alamazdı. Hayallerimizde kurguladıklarımızı burada artık gerçek olarak yaşıyorduk.
Burada biraz kaldıktan sonra Besta alanına geçmiştik. O kadar zorluk ve zahmet çekmiş bir halk olmasına rağmen ve bu halk her şeye rağmen yine de özgürlük mücadelesiyle onun, gerillasıyla birlikte olduğunu söylüyordu. Halkla gerillanın iç içe olması, yaşanan tüm zorlukları dayanılır kılıyordu.
Biz Besta’ya geçtikten sonra Çektar arkadaş da sonbaharda bulunduğumuz alana gelmişti. Onunla birbirimizi tanımamız daha çok o dönemde yaşanmıştı. Birbirimizi o zaman ilk olarak Geliyê Hezil’de görmüştük.
Geliyê Hezil, derin bir vadidir ve her iki yamacı da sarptır. Bir tarafı Kela Memê, diğer tarafı ise Deriya Ayvan'a, kaynağı da Şikerê Memê’den geliyor. İnsan oralarda yılın dört mevsimi, yaz, kış, sonbahar ve ilkbaharı rahatlıkla yaşayabilir. Yani “sen kıştır, soğuk olur dersin” ama öyle değildir. Dağlarında sen kendini rahat koruyabilirsin ve ihtiyaçlarını da kolayca karşılayabilirsin. Böyle imkânları insanlara Hezil vadisi her zaman sunar.
Çektar arkadaş ve diğer arkadaşlar sonbaharın sonlarına doğru bir birlik olarak yanımıza geldiklerinde planımız, o kışı birlikte beraberce geçirmekti. Arkadaşlar yanımıza geldiğinde biz üslenme çalışmamızı yapıyorduk. Erzakların çekilmesi, sığınakların yapılması, kışın yakmak için kuru odun çekilmesi gibi çalışmaları yapıyorduk. Gerçekten o arkadaş geldikten sonra çalışmalara katılımını gördüğüm de, onun sonsuz bir enerjiye sahip olduğunu düşünmüştüm. Hiçbir zaman yorulmazdı. Arkadaşlar yorulurlardı ama bir türlü yorulmazdı. Diyebilirim ki, 3-4 saatlik yolu sırtında yükle yürür, kampa vardığında yükünü indirir ve kazma küreği eline alır, çalışmaya başlardı. Hepimizin istemi üslenme çalışmalarımızın bir an önce bitmesiydi. Çektar arkadaş da sahip olduğu tüm enerjiyi amaç doğrultusunda harcıyordu.
Tüm işlerimizi bitirip artık eğitime geçtiğimizde de, o zaman “Bir Halkı Savunmak” adlı savunma yeni gelmişti. Çektar arkadaşın savunmayı okuması, tartışması, dinlemesi yine büyük bir heyecan ve coşku içinde olurdu. Ona göre bu kışın savunmayı az da olsa anlasak, baharda düşman karşısında başarılı olurduk. Düşmanın tüm tekniğine rağmen yönelimlerini, saldırılarını boşa çıkarabilir, düşmanı darbeleyebilirdik.
Çektar yoldaş, arkadaşlarda böyle bir havayı yaratıyordu. 2005 baharına girdiğimizde Çektar arkadaş alanda kalmak istiyordu. Kendisi Hakkâri gücündendi, ama Besta’da kalmak için öneri yapmıştı. Israrları sonucunda önerisi kabul edilerek Besta alanına düzenlemesi oldu.
2005 baharının 14 Nisan gününde düşmanın kapsamlı bir operasyonu yaşanmıştı. Düşman 40 bine yakın askerini tepelere yerleştirmişti. Biz de buna karşı ne yapacağımızı tartışıyorduk. Nasıl tedbirler alabileceğimizi, nasıl hareket edebileceğimizi belirlemeye çalışıyorduk. Çektar arkadaş o zaman nasıl hareket edilmesi konusunda birçok öneri sunmuştu. “Falanca yerde düşmanın önü kesilebilir, filanca yerde darbelenebilir” diye öneriler geliştirmişti. O zaman biz Çektar arkadaşın genç oluşundan kaynaklı olarak sıcak ve enerjik olduğunu ve düşmanı vurmak istediğini düşünüyorduk. Ama tedbir almadan böyle giderse şehit düşebileceğini de düşünmüştük. Bu yüzden de yönetim tarafından eylemlerde hep geri planda tutuluyordu. Ancak kendisi bunu kabul etmiyor ve kendisinin de eylemlere katılması için ısrar ediyordu. Sonunda arkadaşlar da mecbur kalarak onu bir eyleme gönderdiler.
Gittiği zamanda gerçekten tam da bize söylediği yerde düşmanı vurmuştu. Diyebilirim ki, Çektar arkadaşın grubunun orada düşmanı vurmasından sonra operasyonun beli kırılmıştı. 7 arkadaşımızı o operasyonda şehit düşüren düşman çok güçlü bir darbe yemişti. O kadar güçle gerillayı bitirmek için gelen düşmanın, arkadaşların saldırı ruhuyla karşılaşması, amaçlarına ulaşamayacaklarına inanmalarına ve geri çekilmelerine neden olmuştu. O operasyonda yaklaşık 80 asker ölmüştü. Arkadaşlar tam da gidip operasyonun koordine yerini vurmuşlardı. Sadece orada 17-18 asker ölmüştü. Düşman ertesi gün çekilmek zorunda kalmıştı. İşte Çektar arkadaşın öncülüğünde yapılan bu eylem buna yol açmıştı. Hatta bir grup asker operasyon güçlerinden kopmuş ve arkadaşlar tarafından başka bir yerde vurulmuştu. Artık asker öyle bir hale gelmişti ki, çobanların yanına gidip kendilerini karakola kadar götürmelerini istemişlerdi.
Elbette bu eylem devlet açısından bir dersti. Ne kadar kalabalık güçleriyle gelirlerse gelsinler, ne kadar teknik de kullansalar, buralardan geri dönüşleri her zaman böyle hezimetle olacaktı ve olacaktır. Besta’ya askerlerin girişi ve çıkışı kolay değildir. Bu düşmana anlatılmıştı.
Bu eylemlerde Çektar arkadaşın rolü belirleyiciydi. O’ndaki saldırı ruhu, eylem taktiği ve yapılan planlamalar düşmana güçlü bir darbe vurulmasını beraberinde getirmişti. Yaşamda da arkadaş canlısıydı. Kendisi için; “bu örgüte katıldıktan sonra, bu örgüt ve yoldaşlarım için bir şeyler yapabilmek, Önderlik çizgisinde yürümek tek amacımdır. Amacıma ulaşmak için şehit düşmem gerekiyorsa, şehit düşerim. Ama amacımı gerçekleştirmekten geri durmayacağım” derdi. Gerçekten de sonuna kadar da bu sözüne göre yaşamayı esas almıştı. Yoldaşları için hizmet, yoldaşlarına yardım, yoldaşları için öncülük yapmayı kendine sorumluluk olarak kabul etmişti. Resmi herhangi bir görevi olmamasına rağmen bir komutan gibi işleri kendi sorumluluğu olarak görüp yerine getirir ve yaşama bu duygularla katılırdı.
Çektar arkadaş, 2010 yılının baharında şehit düşmüştü. 2010 yılında bir eylemsel hamle başlatılmış, O, bu doğrultuda gittikleri Beytüşşebap’ta şehit düşmüştü. Örgüt tarafında birçok kez tek taraflı ateşkes ilan edilmişti. Yine eylemsizlik süreci ilan edilmişti. Ancak düşman bunlara karşı olumlu bir tavır içine girmemiş tam tersine saldırılarını sinsice devam ettirmişti. Hep imha ve inkâr siyasetiyle halkın ve gerillanın üzerine geldi. Bu durumu artık arkadaşlar kaldıramıyorlardı. “Ya özgürlük ya da onurlu bir ölüm!” dediler. Gerçekten Çektar arkadaş, onurlu bir ölümden çok özgürlüğü, özgür yaşamayı tercih ediyordu. Halk içinde olduğunda da, gerilla içinde olduğu zamanlarda da hep özgür yaşamak onun hayaliydi.
Çektar arkadaş, diğer yoldaşlar Beytüşşebap’a gittiler, şehrin içine girdiler. Ama yerlerini şaşırmaları sonucunda düşman onları fark etmişti. Düşman etraflarını çeviriyor ve arkadaşlar oradan çıkmak için çatışmaya giriyorlar. Orada Çektar arkadaş ve yanındaki arkadaş yaralanıyor. Çatışıyorlar. Toplam olarak 4 arkadaşlardır. Yanındaki arkadaşları Çektar arkadaşı oradan çıkarmak istiyorlar. Çektar arkadaş onlara; “siz gidin, sizlere bir şey olmasın, benim için kendinizi tehlikeye atmayın” diyor. Fakat diğer arkadaşlar onu düşmanın içinde bırakmıyorlar. Onu da oradan çıkarmaya çalışıyorlar. 3-4 saat çatışıyorlar. Çektar arkadaş, “Hava aydınlanmadan siz gidin” sözlerini yineliyor. Diğer arkadaşlar bunu kabul etmiyorlar. Çektar arkadaş ise kendisini terk etmeyeceklerini bildiği için kendi silahıyla kendisini vurarak şehitler kervanına katılıyor.
O’nun şahadeti hem bölge halkı üzerinde hem de orada bulunan arkadaşlar üzerinde büyük bir etkide bulunmuştu. Bir kez daha anlaşılıyordu ki, bu hareketin her militanı, halkının özgürlüğü için, Önderliğinin özgürlüğü için canını hiç sakınmadan verebiliyor. Bu tüm gerillalarda bir ilkedir. Gerillanın ruhu esasta direniş üzerine kuruludur. Gerillanın ruhu düşmanın eline geçmeme üzerine kuruludur. Ve tabi ki gerillanın ruhu, bir de yoldaşlarını koruma ve kollama üzerine kuruludur.
Çektar arkadaş, bir fedai ruh olarak Botan’da, Beytüşşebap’ta halen yaşıyor. Cenazesinin kaldırılması sırasında bile sanki halen halkın içindeymiş gibi yaşıyordu. Bu durum dağdaki gerilla arkadaşlarını da etkilemişti. Arkadaşları da biliyorlardı ki, Çektar arkadaş şehit düşmemiş, halen yüreklerde taptaze yaşıyor ve ebediyen de yaşayacaktı.”
Kod Adı: Çektar Kato
Adı Soyadı: Naci Temel
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1982 Şırnak-Setkar
Ana Adı: Halime
Baba Adı: Salih
Katılım Tarihi Ve Yeri: 28 Mart 2000 Şırnak
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 5 Haziran 2010 Beytüşşebap
MÜCADELE ARKADAŞLARI
Başkale, zozanların tam ortasında olan bir ilçemiz. Van merkeze bağlı olan bu ilçemiz, uzun yıllar özgürlük mücadelesinden uzak durdu. Sınırlı sayıda genç katılımını 1990 öncesi sağlamıştı. Ancak Feodal komplocuların yarattığı tahribatların yanı sıra aşiretler biçiminde örgütlenmiş olan Başkale ve çevresi, kimi aşiret reislerinin işbirlikçi tutumundan kaynaklı olması nedeniyle özgürlük mücadelesi bu alanda geç tutunmuştur.
Ancak bir kere Başkale alanına giden gerilla şunu iyi bilir: bu halk yurtseverdir hem de çok derin yurtseverlik bağlılıkları vardır. Lakin bu halk korkutulmuş ve sindirilmiştir. Muhtemeldir ki aşiret reislerinin baskılarının yanı sıra, bu alanda devletin özelde uyguladığı özel savaşın en kirli politikaları buranın insanını ürkek hale getirmiştir.
Biz ilk Başkale alanına gittiğimizde uyarılmıştık. Çok duyarlı ve dikkatli olmamız istenmişti. Koruculuğun ve komploculuğun çok yaygın olduğu “bu alanda gerilla tedbirlerini elden bırakmamak gerekiyor” denilmişti. İlk adımlarımız bu temelde olmuştu. Kendimizi çırılçıplak olan bu yaylalarda sakınmanın tüm yollarını aradık. Uzun süre bunu yaptık. Ancak buranın insanıyla ilişkilendikçe, yaklaşımlarını gördükçe hiçte öyle olmadığını görmüştük. Kendim o zaman parti Önderliğimize “Başkale alanına ilişkin verilen bilgiler yanlıştır” diye yazmıştım. “Şerefhan aşiretinin söylendiği gibi karşıt olan bir aşiret olmadığını” da yazmıştım. “Ürkek olduğunu, bizden kaçtıkları; ama bunların geçmiş pratiklerde ve düşmanın sert yönelimlerinden kaynağını aldığını, bu halkın yüreği kesin bizimle, kazanacağımızın kesin olduğu”nu da belirtmiştim. Hatta “Önderliğin doğrudan bu aşiretlere dönük bir çağrı yapması”nı da önermiştim.
Aradan çok bir zaman geçmeden söylediklerimizin hepsi doğru çıkmıştı. Tüm aşiret korucuydu. Ama hiçbir korucu silahını bize yöneltmiyordu. Tam tersine her zaman operasyon öncesi bilgi vererek bizi korumaya çalışıyorlardı. En kötü ve azılı diye bildiğimiz köylere aracılarla ilişki kurduğumuzda durumun böyle olmadığını yeniden görmüştüm.
Evet, Başkale halkının yurtseverliği derinlerden gizliydi. Öncelikli olarak bizden kaynaklı geçmişte yanlış yapılanları gidermek gerekirdi. Düşmanın bize ilişkin yarattığı yanlış imajı silmek gerekirdi. Ve tabi ki herkesin gözü önünde bu faşist devleti paçavraya çevirmek gerekirdi. Bunlar yapıldıkça halkın derin yurtseverlik duyguları öne çıkıyor, korkular aşılıyor, ürkeklik gideriliyor ve özgürlük mücadelesiyle buluşmalar gün yüzüne çıkıyor. O eskilerin; “heval heval em bın sopê dıjmında ezilmiş bînê” duruşu yerine şehit Mahir yoldaşın anasının yaptığı gibi şahadeti ardından, evladının ellerine kına sürerek evlatlarının şahadetini nasıl bir metanetle karşıladıklarına tanık olan bir halk gerçeğine dönüşmüştü artık.
İşte Başkale budur. Başkale yurtseverliktir. Başkale direniştir. Başkale inançtır. Başkale bağlılıktır. Başkale derin yurtseverliktir. Ve gelecekte de Başkale özgürlük mücadelemizin kalbi olmaya devam edecektir.
Niçin tüm bunları anlattık? Diye sorulabilir. Başkale tanınmıyor da ondan anlatmaya çalıştık. Ve birde Botan Dekay yoldaşımız Başkale’lidir. Başkaleliler 1998 yılından itibaren daha aktif gerillaya katılmış ve artık özgürlük mücadelemizin vazgeçilmez bir kalesi haline gelmiştir.
Botan Dekay yoldaşımız, 2005 yılında Başkale’den Xakurke alanına gelmiştir. Orada ilk eğitimini alacaktı. Ardından da pratik sahalara geçecekti. Botan arkadaşın kişiliği üzerine elbette söylenecek şeyler vardır ve olacaktır da. Kişiliği, duruşu, yaşamı, katılımı nasıldı(?) diye sorulabilir
Kişi olarak Önderlik felsefesinde kendisini derinleştiren, bunu yaşamda arkadaşlarıyla ilişkilerinde yaygınlaştıran biriydi. Var olan eksikliklerini de yaşam içerisinde gidermeye çalışıyordu. Bu konuda istekliydi, coşkuluydu, heyecan doluydu. Çalışmalara katılırken bilinçle katılmayı kendisine esas alarak sorumluluk taşıyan bir yoldaştı.
Eksiklikleri aşma ve pratiğe geçirme çabası yüksekti. Nasıl daha iyi bir yoldaşlık gereklidir? Arayışı her zaman vardı. Önderlik felsefesine göre bir kişilik yaratma çabası O’nda bir tutkuydu. Yoğunlaşmaları bu temeldeydi. Bunları pratikleştirdiğini insan onun yaşama katılım düzeyiyle görüyordu. Botan arkadaş bu biçimdeki pratiğiyle örnek olarak görülürdü. Pratikte kendisini sonuna kadar işine verirdi. İnsan bunun üzerine bir şey söyleyemezdi. Gerçekten bir işe gittiğinde çok istekli olur ve bu işi temiz ve sağlam yapan biri olarak hep aranan bir kişi olurdu.
Ortaokula kadar okuduğu için parti belgelerini takip etmekte zorlanmıyordu. Yine örgütü tanımıştı. Zeki olmasının yanı sıra toplumda “açıkgöz” diye bilinen gençler vardır öyle bir gençti. Yerinde durmazdı. Bir yerde bir terslik varsa ya da hinlik varsa görürdü ve buna karşı tavır ve tutumunu ortaya sererdi.
Botan yoldaşta her zaman en iyisini yapma istemi olduğunu söylemiştik. O bir işe el atıyorsa orada en iyisi ortaya çıkmalıydı. Ve bunun için sanki kendisine karşı kendini ispatlama gibi bir yarış içerisinde olurdu. Eyleme, pratik çalışmalara, yaşama katılımda da bu durumu böyleydi. Özelde askeri çalışma ve eylemlerde katılımı tereddütsüz ve fedaiceydi. Korku nedir bilmediği gibi herkesi kendisiyle sürüklerdi. Düşman mevzisine yöneldiğinde bu ruh daha fazla açığa çıkardı.
En son Konserve tepe eyleminde de bu durum yaşanmıştı. Mevzileri kaldırıyor. Müthiş bir saldırı ruhuyla düşmana yöneliyor, düşmanın üzerine giderken, mevzi kaldırırken yüksek bir morale sahip olması çevresindekilere de etki yapmıştı. Botan arkadaşın şahsında yaşanan coşku ve moral diğer arkadaşları da etkisi altına almıştı. Bir fedainin sahip olması gerekli olan ruh işte buydu. Fedailiği kişiliğinde yakaladığını söylememiz gerekiyor.
İnsan Botan yoldaşın bu eylemdeki saldırı ruhunu görünce yaşamdaki o sessiz duruşunu şimdi daha iyi anlıyor. Tüm ruh dünyasını düşmana kilitleyen Botan yoldaş, yaşamda sessiz olmayı tercih etmişti. Başka bir düzeyde bir konsantrasyonu yakalamak zordu.
Eylemde bu görülüyordu. Yaşamdaki sessizliği böyle bir amaca içten içe yürüyüşündenmiş demek. Ara sıra yaşanan daralmalar ve kızgınlıklar da bunun sancılarıymış. Bunları pratikte aştığını ve fedai tarza ulaştığını hep birlikte görmüştük.
Bir yoldaşı Botan yoldaşa ilişkin söyledikleriyle aslında onu tümüyle bize anlatıyor:
“Şehit Botan arkadaş; fedakâr, moralli, coşkulu bir yoldaştı. Şehit Botan, ideolojik düzeyi olan ve işin de hassas ve temiz olup, özellikle genç arkadaşlar için yoğun çaba sarf eden bir arkadaştı. Radikal, resmiyeti esas alan, çalışkan bir yoldaştı. Pratik, ideolojik birlikteliği kişiliğinde sağlayan bir yoldaş olduğu için çevresini etkileyebiliyordu. Duygulu ve güçlü hisleri olan arkadaştı. Sabrı insanı kendine hayran bırakıyordu.”
Evet, çok değerli bir genç militanı yitirmenin hüznüyle onun yoldaşları olarak ona sonuna kadar bağlı kalıp, bağlı yaşayarak onları ebedileştireceğimize yeniden söz veriyoruz.
Kod Adı: Botan Dekay
Adı Soyadı: Fuat Yılmaz
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1986 Başkale-Van
Ana Adı: Memezer
Baba Adı: Mikail
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2005
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 19 Haziran 2010 Konserve Tepesi Şemzinan
MÜCADELE ARKADAŞLARI
Temizlik ve saflık derken Kürdistan’da ilk akla gelen yerlerin başında Adıyaman gelir. Adıyaman Kürdistan’da gerçekten sade kalmış alanların başında gelir. Dört tarafı kapitalist modernist kültürle kuşatılmış olsa da Adıyaman son yıllara kadar bu temiz özü korumasını bilmiştir.
Bir yoldaşımız Adıyaman’a ilişkin:
“Adıyaman yani Semsur Kürdistan’ın ayrı güzel bir yurtseverlik merkezidir. Buralarda kim geçmemiş ki! Onlarca genç Kürdistanlı devrimci Adıyaman’da çalışma yürütmüştür. Kürdistan’da özgürlük mücadelesine gönlünü ve kapılarını ilk açan insanların başlarında Adıyamanlılar yerini alır. Bundandır ki özgürlük mücadelesi içerisinde erkenden çok sayıda Adıyamanlı şehit yoldaşımızı görürüz.
Adıyaman henüz tümden keşfedilmemiş Kürdistan yurtseverlik merkezlerinden biridir. İnsanı sadakatiyle anılır. Bir kez gönül vermişse artık o sonuna kadar seninledir. Erken pes etmez. Kişilik yapısı böyle serttir. Ancak insan ilişkilerinde Adıyamanlılar kadar insanlarla uyumlu yaşayan az insan görürsünüz. Bunun içindir ki özgürlük saflarına gelen Adıyamanlılarda hep çok güçlü bir yurtseverlik ve bağlılık görürsünüz.
Adıyaman bir de sadeliğiyle tanınır. Gözü pek kadınlarıyla da… Öyle ki siz Adıyaman’a ayak attığınız da ağırlıklı sizi karşılayacak olan kadınlardır. Gerilla olarak bir Adıyaman köyüne mi girmişseniz yaşlı, Kofili bir ananın ya da nenenin “bıgre kure min” diyerek size ya sigarayı sarıp fırlattığını göreceksiniz ya da tütün tabakasını yere serilmiş halı üzerinde size fırlatışını göreceksiniz. Burası Adıyaman’dır Komagene kültürünün yaygın yaşandığı topraklar. Yani kadın renginin de belirgin olduğu topraklar.
Bir de burası tütünler diyarıdır. Tütünü ile meşhurdur Adıyaman. Öyle ki buralarda gerillacılık yapmış her yoldaş, bu tütünü tatmak için özel olarak bir Adıyaman’ı görmek istemiştir.
Bir de Adıyaman tabi Mehmet Emin Taştanların memleketidir. Hüseyin Yorulmazlar, Berivanların, Abuzerlerin, Hanifilerin de yeridir. Buralardan insan kopabilir mi?” diye yazmıştı yoldaşımız.
Bu dizeleri okuduğumda aklıma yaşarken hep Bager yoldaş gelirdi. Bager yoldaş adeta sadeliğin, saflığın, temiz olmanın tüm özeliliklerini kişiliğinde barındırıyordu. Öyle ki onun kişiliğinde zırnık bir kurnazlık bulamazdınız. Kişiliğinde yoldaşlarını incitecek tek bir söz, davranış bulamazdınız. Ve öyle ki mütevaziliği üstüne kimse laf edemezdi.
Bager yoldaş böyle güzel özellikleriyle en ileri düzeyde bir Adıyamanlıydı. Aleviydi. Adıyaman’ın bu kişilik özelliklerine birde Alevilik özelikleri eklenince Bager gibi çok güzel bir insan ortaya çıkıyordu.
Bager yoldaş, 1993 yılında Avrupa’da PKK’ye katılmış, ancak uzun yıllar orada çalışmalarda kaldıktan sonra gerillaya gelmişti. Uzun boyluydu hem de çok uzun…
Belli bir ideolojik ve örgütsel tecrübeye sahip olan Bager yoldaş, dağlarda emekçiliğiyle de göze batmıştı. Müthiş bir emekçiydi. Çalışkanlığı onun başka güzel bir yönüydü. Uzun süre Xakurke’de kaldı. Yine Metina ve Zap sahalarında da kaldı. Özelde emek yoğunluklu işlerde yerini aldı. Yer yer askeri birliklere geçse de emek yoğunluklu ve birçok parti değerinin bulunduğu çalışmalarda onun gibi yoldaşlara ihtiyaç vardı. Ve bunun için bu çalışmalarda hep aranan bir yoldaş olmuştu.
Evet, erkenden fiziki olarak rahatsızlıkları oluşmuştu. Hareketi sınırlıydı. Kalp sorunları vardı. Bunun için daha duyarlı ve dikkatli yaklaşırdı yaşama. Bir keresinde “ah keşke bu hastalıklarım olmasaydı da Adıyaman’a gerilla olarak gidebilseydim” demiş ve büyük bir “of!” çekmişti.
Bager yoldaş olgun bir arkadaştı. Örgütü tanıyan biriydi. Hemen duygusal yaklaşımlar takınacak bir yoldaşta değildi. Ancak onun da özlemleri vardı. Kendi ülkesinin güzelliklerini silah elde en yükseklerde görme özlemleri.
Yine Bager yoldaş yaşamıyla da güzel bir yoldaştı. Mütevazi ve sade yaşayan biriydi. Yoldaşlık ilişkileri çok güçlüydü. Normalinde onun yer aldığı çalışmalar stresli olan çalışmalardı. Bu çalışmalarda insanın üslubu erkenden sertleşebiliyor, daralabiliyor hatta yer yer bozulabiliyordu. Ancak Bager yoldaşın dili söz yerinde olacaksa şeker gibiydi. O gerçekten bir yoldaş sevdalısıydı. Böyle olunca onun bulunduğu her ortamda onun güzel kişiliği öne çıkardı.
Bir yoldaşı Bager yoldaşı anlatırken boşuna: “Düşüncede bir saflığı, dürüstlüğü vardı. Bir kişinin bu kadar saf, temiz kalmasına insan şaşırıyor. Avrupa gibi bir yerde yaşamak, orada faaliyet yürütmesine rağmen nasıl kirlenmeden kalabiliyor? Çünkü içinde yaşadığımız sistemin kirlerini herkes belli düzeyde üzerinde taşımaktadır. Ama Bager arkadaşta bunu göremiyordun. Özünde bu yoktu. Temizliği, saflığı bazen kendisine karşı kullanılabiliniyordu. Bu konuda da zorlanıyordu. Saf, temiz, dürüsttü; örgüte de dürüst yaklaşıyordu” dememişti.
Avrupa’dan gelen Bager yoldaşımız tüm Kürtlük özelliklerini korumuştu. Yine güney halkı içerisinde çalışma yaparken hep aranan, sorulan olmuştur. Bu onun güçlü, oturmuş, birikimle donatılmış kişilik özellikleriyle bağlantılıydı.
Evet, Bager yoldaş gerçekten çok güzel bir yoldaştı. Ancak onun kalp sorunu onu hep engelleyen ve frenleyen bir hastalık olmuş ve nitekim 15 Haziran 2010 günü Kandil’de bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrılmasına yol açmıştır.
Özlemlerini yerine getiremeden, Nemrutlara çıkamadan sonsuzluklar diyarına göç eden yoldaşım. Senin özlemlerini yerine getirmek için bile olsa, Nemrutlara çıkarak bir parça toprağı alıp, senin mezarına bırakacağımıza dair sana söz veriyoruz.
Söz sana ki, özlemlerin gelecek kuşaklarda yaşatılacaktır!
Kod Adı: Bager Nemrut
Adı Soyadı: Sinan İlhan
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1972 Adıyaman
Ana Adı: Fatma
Baba Adı: Hüseyin
Katılım Tarihi Ve Yeri: 1993 Avrupa
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 15 Haziran 2010'da Kandil'de Kalp Krizi Sonucu
MÜCADELE ARKADAŞLARI
Amed Dılxwaz yoldaşımız 2001 yılında gerillaya bir amcasının oğluyla Dersim sahasından katılmıştı. İsmini 2001 yılında şehit düşen Amed-Ferhat Kavak yoldaştan almıştı. Soy ismini ise 1992 yılında saflara katılıp, 2002 yılında Munzurlarda şehit düşen bir yoldaştan almıştı. Her iki yoldaşta Amed yoldaşın yakın akraba çevresinden olan gerillalardı. Yine 1994 yılında bir kardeşi işgalciler tarafından milislik yaparken katledilerek şehit edilmişti. Özcesi Amed Dılxwaz yoldaş, şehitleri bulunan yurtsever bir ortamdan büyümüştür.
Hiç şüphe yoktur ki, özgürlük dağlarına herkes öncelikli olarak kendi insani görevi yerine getirmek için gelir. Yani sömürgecilerle kavga bireysel bir kavgadır. Her birey kendini gerçekleştirmek için kavganın tam ortasına gelir. Kendini ölçer biçer; iradesini, dayanıklılığını, iddiasını, özgürlük tutkusunu, yüreğini ortaya koyar. Aslında devrim, hem de silahlı olanı her bireyin sınandığı bir alandır. Bu bağlamda her gerilla biraz da dağlara kendisini sınamak için çıkar.
Ancak bazı yoldaşlarda bu katılım biçimi her zaman böyle olmayabiliyor. Bazı yoldaşların katılımları büyüdükleri ortamla birebir bağlantılıdır. Ya yakın çevresinde katılımlar bulunmakta ya çevresinde şehitler bulunmakta ya da ne bilelim en çok sevdiği insanların mücadelenin tam ortasında olmaları, bunların kimisinin şahadet tacını giymesi, esasta insan üzerinde etki yapmaktadır. Yine bir kısım genç, gözünü dünyaya açar açmaz bu durumu zaten bizatihi yaşadığı için tercihini bu şekilde kullanmıştır.
Şunu da ekleyelim: artık öyle olmuştur ki, saflara katılanların birçoğu dağlara çıkarken dağlara yabancılıkları yoktur. Çünkü dağlarda herkesin şöyle ya da böyle bir yakını, akrabası vardır ya da bir veya birkaç şehidi bulunmaktadır. Bu ise doğallığında çok fazla özgürlük mücadelesine bağlılığı geliştiriyor. Yani artık özgürlük mücadelesi sağlam ellere teslim edilmiş bulunmaktadır.
Buna iyi bir örnek Amed Dılxwaz yoldaştır. Amed yoldaş 2001 yılında Dersim sahasında katıldıktan sonra yaklaşık 4 yıl boyunca Dersim’de gerillacılık yapar. Dersim’de kaldığı sürece çok sevilen ve saygı uyandıran bir gençtir. Pratik çalışmalara katılım sorunu yoktur. Yaşama coşkulu ve moral düzeyi yüksek katılımıyla zaten göz dolduran bir gençtir. Buna bir de yaşama yarı şakacı, kırık kişiliği de eklenince aslında yaşamın en güzel rengi olarak ortaya çıkmasına yol açıyordu.
Bu güzel gelişimin yanı sıra yaşama katılımı partiyi savunma temelindedir. O kadar çok şehidi olan bir aileden gelmek demek insanın omzuna çok yükün bineceği anlamına gelmek demektir. Öncelikli olarak partiyi sahiplenmek gerekir. Çünkü bu parti şehitlerin partisidir. Ve birçok yakın şehidi bulunan Amed Dılxwaz yoldaş, doğallığında kendisini sorumlu görecektir. Ve bu sorumlulukla çalışmalara katılacaktır. Buna bir de olgun, fedakâr, iş bitiren kişiliği de eklenince gerçekten sevilecek bir genç ortaya çıkıverecektir. Yeni olmasına rağmen bu kadar yıl Dersim’de kalmanın başka bir sırrı bu kişilik özellikleriyle bugün dahi iyi anlaşılıyor olmasıdır.
Amed Dılxwaz yoldaş, 2005 yılında güneye gelerek, önce Mahsum Korkmaz Askeri Akademisi'nde bir devre eğitim gördükten sonra düzenlenmesi takım komutanı olarak Gare alanının Çırav mıntıkasına yapılacaktır. Çırav’da bir takım komutanı olarak üzerine düşen tüm görevleri başarıyla yerine getirerek, erkenden kabul gören bir komutan olan Amed yoldaş; yaşamdaki sorumlu davranışları, olgunluğu, yaşama kendi rengiyle katılımı kabul edilir ve sevilen bir komutan olmasına götürecektir.
Çırav mıntıkasından sonra yeni düzenleneceği mıntıka, Gare’nin Bergare mıntıkası olacaktır. Moralli duruşuyla göze çarpan Amed yoldaş, zorlanmadan herkesin gönlüne girmesini bilecektir. Soğukkanlı ve olgun duruşuyla ne sorun olursa olsun çıkan sorunlar karşısında gerekli olan en doğru çözüm yöntemini bularak burada da farkını ortaya koyar. Yine kişilik olarak keskin olan militan duruşu bu yıllarda daha belirgin olarak öne çıkacaktır.
Kişi olarak belki de kekoluktan gelen bir kültür olarak söylediğine bağlı yaşayan, söylediğini yapan, bu bağlamda özü ile sözü bir olan Amed yoldaş, bu kişilik özellikleriyle de herkese örnek olan bir militandır. Bildiğini pratikleştirmekten geri durmayan Amed yoldaş, esasta bu duruşuyla güven veren konumdadır. Bu yaşam duruşunu en güzel bir şekilde“bir sorumluluk aldım ve bunun gereğini ne olursa olsun yerine getirmeliyim ”şeklinde formüle ediyordu. Öyle ki, bir kez inanmışsa artık sonuna kadar onun için geri adım atmak yoktu. Bir kere yüreğini yatırmışsa artık o yürek ve akıl, bir olarak yapılması gerekli olanları yapmaya koyulurdu.
2008 yılında TC devletinin dibe vurduğu ve ismini Güneş Harekâtı dediği operasyonun başarısız geçmesi ve özgürlük hareketinin görkemli direnişi ardından Gare alanında bir tabur arkadaş Zap’a düzenlenmişlerdi. Amed Dılsoz olarak bilinen Amed’li olan Korsan Amed yoldaş, esasta kendi taburu için bu öneriyi yapmıştı. Ve bu öneri kabul edilmişti. Bu taburla birlikte Amed Dılxwaz yoldaşta Zap’a geçecektir.
Kuzeye geçme günleridir. Bu arada Amed yoldaşın tanıdığı ve şehitler kervanına katılan bazı yoldaşlarda vardır. Bunun verdiği duygusal etkide etkilenince kuzeye geçme önerisini geliştirmişti. Örgüt, Amed yoldaşı kuzeye ailenin şehitlerinden dolayı göndermek istemiyordu. Yani parti için gidişi uygun görülmemişti. Ne var ki bir kere kafasına bir şey almışsa bir türlü terk etmeyi bilmeyen Amed Dılxwaz yoldaş, bu kez de öyle yapmıştı. Kuzey gruplarının yanına gitmiş ve orada kuzey gruplarıyla kalacağını söylemişti. Ancak sorumlu olan arkadaş yarı şaka yarı da ciddi bir şekilde: “tren dolu, sana yer yok” demiş ve biraz da takılmıştı. Amed yoldaş ise ilginç bir cevap vermişti: “o zaman ben birkaç kişiyi trenden atıp trene binerim” olmuştu.
Evet, “o zaman ben birkaç kişiyi trenden atıp trene binerim” sözleri aslında en iyi bir şekilde Amed yoldaşı ifade ediyor. Kararlılığı, keskinliği, militan duruşundan ki ısrarı derken bir militanın ruhunu yansıtıyordu. Ve bir müddet kuzey gruplarının yanında kalmıştı. Ancak örgüt yine de onu gönderme taraftarı değildi. Bunun için bir ara gruptan çıkarılıp Anakarargah Komutanı arkadaşın yanında kalmıştı. Ne var ki kimse onu ikna edememiş, o kendi ısrarını örgütün kararı haline getirerek Dersim sahasına yeniden düzenlenmişti.
Amed yoldaş Dersim grubunda Amed’a kadar gider, orada Amed çalışmalarına katılır. Bir müddet burada çalışmalara aktif katılan Amed yoldaş, Silvan’da Başnık Karakol Eyleminde şehitler kervanına katılır.
Doğrusu böyle yaşam coşkusu dolu olan, olgun, soğukkanlı ve nerede ne yapacağını iyi bilen, iradeli, inançlı, katılımı yüksek bir yoldaş erkenden şehitler kervanına katılması zorlayıcı olmaktadır. Ama biz de biliriz ki şahadetlerimiz, ayrılıklarımız erkende olsa, bu davanın mücadelesi ezilen halkımızın derdine derman olabilmek için verilmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Bize düşense bu yoldaşlarımızın yaşam duruşlarını, tüm halkımızın yaşam duruşu haline getirmek kalıyor.
Kod Adı: Amed Dılxwaz
Adı Soyadı: Bayram Dün
Doğum Tarihi Ve Yeri:1981 Amed
Ana Adı: Latife
Baba Adı: Mehmet
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2001 Dersim
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 21 Haziran 2010 Silvan Başnık Karakol Eylemi
MÜCADELE ARKADAŞLARI