Her gün doğumu ve batımında, sonsuz sevdanın kalp atışlarını her an hissettiğimde ve semaların mavisinde büyük yaşamın izlerini gördüğümde başladı Umudum… İnancın yüceliğini, kavganın her geçen gün büyüyen ateşini, daha çocukken anamın gözlerinde gördüğüm acıda anladım. Özgürlüğe hasret, hakikat arayışçılarının ardından koyuldum yola ve hakikat savaşçılığını anı anına kendimde yaratmanın zorunluluğunu henüz ilk adımda tıpkı bahar tanında ta derinden hissedebiliyordum. Rüzgarın kanatlarında, sevdanın güzelliğinde yeniden doğmuş gibi açtım gözlerimi yaşam pusulasına ulaşmış gibi emin adımlarla yol alıyorum yarınlara.
Sonbaharın asil ve bir o kadar narin esintisiyle süzülen yaprak taneleri yücelerdeki hakikati fısıldarken kulaklarıma, yeniden doğuşa evrildi tüm demler. Umudun senfonisi yankılanırken semalarda, Arjinde hayat bulan hayalin inancı olmaya söz verdi yüreğim. İşte o zaman var oluşa anlam kazandıranın aslında kavganın büyüklüğünde ve sevdanın yüceliğinde olduğunu, Dicle gibi çağlayan yüreklilerde gördüm. Ve her an, Andok’un yalçınlığını iliklerimde hisseder, haykırırcasına halaya durur, yeniden varoluşa bağlanır sevdam. Yıllar ve aylar geçer, acılar içinde geçer bir bir tarih sayfaları, tüm fırtınalara direnir bu yürek. Özgür mekanlarda, özgür düşlerin yazdığı destanlardır her yağmur ve kara kışın ardından özgürlük ateşini alevlendiren.
Umutları da sevdaları gibi yücedir dağlı yüreklilerin
Bir gerillanın içten sarılışı, buzulları eriten sıcacık tebessümüdür adımlanan patikalara her defasında yeni bir heyecan katan ve tıpkı bir serüvendeymişçesine adım adım en doruklara arşınlayan. Adım adım aradım sonsuzluğu kayıp giden zamanları ararcasına, nefes nefese verdim kavgamı gül kokulu çocukların umutlarına, bir bir uğurladım dağ yürekli yoldaşlarımı umudun yoluna ve bir bir sarıldım dağlı çocuklara zafer inancıyla… Umutları da tıpkı sevdaları gibi coşkun akan ırmaklar kadar dur durak bilmez ve yol alırdı. İşte şimdi bağrımda büyüyen yaşamlarla büyük sevdaya ve yarının umuduna gebeyim.
Yaşamın gizemine yol alırken, deniz mavisi gözlerimde durmaksızın anlatırım dağa, taşa, yere, göğe, şimdiye ve geleceğe. Ve geride bıraktığımız her yol ayrımında sonsuz defa tüm karanlık dehlizleri özgürlük halayına tutuşan yüreklerle paramparça ediyoruz heval. Tükenmeyen sesimizle büyük yaşamı arzulayan yüreklerle özgürlük türkülerini haykırıyoruz. Yalın ayak bastığım topraklarda yücelerdeki aydınlığa ilerliyorum heval. Soluksuz bir bir geride bırakırken patikaları dağların bağrında yoldaş oldum Gülnaz ve Viyanlara. Nazlı yüreklere ve gülüşlere bağlandım. Her seferinde yeni bir dünyanın kapılarını aralarken kendimden de bir parça bıraktım ki her gelen beni de alsın yüreğine, her yürekte bir olalım diye, bir olurken kavganın güzelliğinde yeni günlere doğalım diye, yeni günlerde tekrardan Gever’de, Sur’da, inancın iz bıraktığı her yerde yeniden buluşmanın umuduyla…
Zargê de başladı hikayem ve Zap, Xakurkê ve de tüm Kürdistan da var olacak…
Zamana sığdıramadığım benliğim büyük aşkın heyecanıyla Amed’de, Zap’ta ve Xakurkê’de yağmura, rüzgara ve de yıldızlara karışıp Güneşe hasret yüreğimi savuruyorum. Aydınlansın diye karanlık geceler kar beyazı saçlarımı savuruyorum Kürdistan’a. Surda, Gever’de ve Nusaybin’de yanan özgürlük meşalesinin bir parçası, Saranın yaşam kavgasını yüreğime nakşetmiş, annemin büyük yaşam inancıyla akıttığı göz yaşlarını derya gözlerime içirmiş, umutlu ve direnişçi halkımın çocuklarına söz vermiş Arjinim. Yüksek dağlarla çevrili Zargê’nin eteklerinde başladı öyküm ve içimdeki fırtına. Zargê’nin doruklarından büyük ve anlamlı yaşama yol alırken sonun muhteşem olacağına inanan yoldaşların inancıyla bizde hep var olmaya yeminliyiz.
Günbatımının kızılında, kor ateşin izlerinde ve mavinin derinliklerinde sevda deryası olurken ay ışığının yapraklarda bıraktığı narin aydınlığa, tabiatın cezbeden coşkusuna ve Güneşin sıcaklığıyla dağların doruklarına bırakırken bedenimi, savuruyorum hasretimi. Sınırların ötesinde, bitip tükenmeyen mücadelemde, umutlu yüreklerin hayallerinde, mavi gökyüzünün derinliğinde, yüreğime ışık olan yıldızlarda ve her yeni günde Newroz olmaya yeniden var olmaya kararlı Arjinim.
Mücadele Arkadaşları
Yalnızlık nedir? Yığınlar kalabalığı içerisinde diğerlerine benzememe savaşımı mı, yoksa diğerlerine benzeşme mi. Özünde yalnızlık tek başına yaşanılmaz, en acı yalnızlık kalabalık içerisinde öteki olarak yaşamaktır. Yaşam, doğasına aykırı bir biçimde farklılıkları sindiremeyen monoton bir akış içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Diğerlerine benzeşirsen ilkesizleşiyor ve kendin olmaktan uzaklaşıyorsun. Diğerlerine benzemezsen yalnızlaşıyorsun. Yüreğini güzelliklere ve gerçeklere açmışsan bir o kadar da acıya ve yalnızlığa açmışsındır. Sinan arkadaş kendi olma kavgasını verdiğinden yüreğini acıya da yalnızlığa da açmıştı. Sinan arkadaş tüm zorluklarına, acılarına rağmen kendi olmayı ve kendi kalmayı başardı. Kendi olma savaşımını sürekli olarak verdi. Nedense hiçbir öncü kişilik içinde bulunduğu çağ içerisinde anlaşılamamıştır. Heraklitos adlı doğa filozofu kendi çağdaşları tarafından anlaşılamadığından yaşadığı aydınlanma karanlık olarak adlandırılır. Yine kendini bilme ve hakikat aşkıyla yanıp tutuşan Sokrates’in düşüncelerinden dolayı cezalandırılması, Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçacağına kimsenin inanmaması, Şeyh Bedrettin’in urganın ucunda güneşin batmadan önceki hali gibi solması, inandığı doğrulara sahip çıkma adına bu güzel insanların eril gerçeklik içerisinde yalnız yaşamalarına ama başları dimdik ayakta ecelsiz can vermelerine neden olmuştur. Değişenler yanında değişmeyen çok şey var yaşamımızda. Hala Aristo mantığını ve Newtoncu bakış açısını aşmış değiliz. Yaşama ve insanlara yaklaşımımız bir tekrardan ibaret. Beraber yaşadığımız gerçek ve güzel insanlar olan devrimcileri tanıyamıyoruz. Şehadetini hala kabullenemediğim sanki bu yazıyla şehadeti kesinleşecek olan Sinan arkadaş da bu güzel devrimci ruhlu insanlardan
Sinan arkadaş 1977 Gurgum Elbîstan doğumludur. Devrimci hareketlere çocuk yaşlardan itibaren ilgisi vardır. Kürdistanlı olması ve yaşanan çelişkileri derinden hissetmesi onda sisteme muhalif bir karakter yaratmıştır. Sistem dışı arayışları oldukça güçlü olan Sinan arkadaş, özgürlük arayışlarına cevabı PKK ideolojisinde ve onun yaşam anlayışında bulur.
Sinan arkadaş, 1994 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünde okurken Özgürlük Hareketi’yle tanışır. Üniversitedeyken yurtsever gençlik çalışmaları içerisinde sorumlu düzeyde görev yürütür. Olgun, zeki, tutarlı, disiplinli duruşuyla arkadaşların ilgisini çeker. Öğrenci gençlik içerisinde çalışmalarını örgütledikten sonra özlemi olan gerilla sahasına ulaşmaya çalışır. 1998 yılında Yunanistan’da Georgidas Thepıhılos Akademisi’ne gelir. Yaşamdaki duruşu, eğitimdeki özlü katılımı, ilişkilerindeki paylaşımcılığı kısa süre içerisinde eğitim sahasında belirginleşmesine neden olur. Kısa bir süre eğitim gördükten sonra eğitim çalışmalarında yönetim düzeyinde görev alır. Sinan arkadaşın düşüncelerindeki sistemlilik, üslubundaki çekicilik, bilgilerindeki derinlik iyi bir eğitimci olmasını sağlar.
Sinan hem iyi bir dinleyici hem de iyi bir eğitmendi.
Yavaş ancak istikrarlı bir biçimde ilerlemeyi seven Sinan arkadaş az gülerdi ama içten gülerdi. Duygularını dışarıya yansıtmakta zorlanırdı. Onu tanımayanlar için oldukça analitik görünen Sinan arkadaş duygu yüklü yanıyla aklını dengelemişti. Mücadeleyle tanıştıktan ve Önderliğin çözümlemelerini okuduktan sonra derin bir yurtseverlikle duyguları kökleriyle buluşmuştu. Doğal bir özelliği insan severlik Özgürlük Hareketi ile bilimsel bir karakter kazanarak daha kapsamlı ve çok yönlü bir kişilik kazanmıştı. Özgürlük ideolojisiyle etkileşim içerisine girdikçe öz karakteri daha fazla gün yüzüne çıktı. Duruşuyla her zorluğu göğüslemeye hazır olduğunu ve ölümüne bu mücadeleye sarıldığını kanıtladı. Sinan arkadaş bireydeki bilinç ve duygu birliğinin yürek ve beyin ortaklaşmasının anlamlı ve güzel bir örneğidir. Özgürlük Hareketi’ne katılımının temelinde de hareketimizin yoldaşlık ilişkilerindeki sadeliği ve paylaşımlarda yaşanan derinliği vardı. İnsana verdiği değer, ilişkilerinde somut ifadesini buluyordu. Onun için insanların insan olma savaşımını yürütmeleri sevilmeye değer kılardı onları. Bireylerin yaşadıkları ne olursa olsun anlatmaya ve anlamaya yürek ortağı olmaya çalışırdı. Bunu yaparken hem iyi bir dinleyiciydi hem de iyi bir eğitmen. Sinan arkadaş yaşamıyla, sohbetleriyle hatta duruşuyla insanları etkilemeyi ve karşısındakine yön vermeyi başarıyordu. Bunu yaparken karşısındakine de hissettirmeden, iradesine ve yaşadıklarına saygı göstererek bunu yapıyordu. Sevmek Onun için emek harcamak ve birbirinin iradesini kırmadan paylaşmaktı. İlişkilerinde karşısındakinin kendisine benzemesini istemez, herkesin özsel gerçekliğiyle yaşama katılması gerektiğine inanırdı. Kendisiyle yürüttüğü en büyük savaşım ise duygularını daha güçlü dışa vurmaya yönelik savaşımdı. Kolay değildi, kendisine yıllarca duygularını dışa yansıtmaması öğretilmişti. Sinan arkadaş girdiği her çalışmaya büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve o çalışmayı herkesten daha iyi bir biçimde başarırdı. Çok yönlü olan Sinan arkadaşın Yunanistan’daki eğitim sahamızda yaşama her yönlü katılımı söz konusuydu. Eğitimlerden sonra yapılan moral çalışmaları eğitim konularıyla bağlantılı olarak yapılan tiyatrolarla yoğunlaşmaların yansıtılması biçiminde eğitim olarak geçiyordu.
Mücadelenin zorlu ve çetrefilli süreçlerini yeni olmasına rağmen tek başına ayakta kalarak aşmaya çalışan beyniyle ve yüreğiyle etrafını aydınlatmaya çalışan bir arkadaştı. Sinan arkadaşta kabalık yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlardı. Mücadele ederken de, emek harcarken de, birini eleştirirken de bunu hep çaktırmadan yapardı. Göstermelik olan, herkesin göreceği şeyleri yapmayı sevmezdi. Sinan arkadaş hemen reddetmeyi sevmezdi ve mücadelesini anlık değil zamana yayarak yürütürdü. Yaşama ve insanlara ucuz yaklaşmazdı. Emek harcarken de bunun karşılığını beklemez ve değişimin kolay olmadığını bilirdi. Onun için önemli olan karşısındaki insanın özgürlük arayışlarını güçlendirmek ve kafasında kişinin kendisine ilişkin soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu nedenledir ki birçok kişi anlayamazdı onu. Bu derinlikli dünya yüzeysel yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Bakura gitme ve pratikleşme istemi olmasına rağmen bunu birçokları gibi yaygara kopararak yapmamış ama sürekli olarak pratikleşme istemini örgüte yansıtmıştı. Sinan arkadaş için hiçbir zaman kendi istemleri önemli değildi. Onun için örgütün istediği yerde ve biçimde çalışmak en doğrusuydu. Bunu anlatamamanın ezikliğini sürekli olarak yaşadı. Biraz da bu atmosferin yarattığı ağır etkilenmeyle gidişine hız kazandırdı.
Güzel düşünceli temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı
Uzun yıllardan sonra onu ülkede ilk kez Mahsum Korkmaz Akademisi’nde gördüm. Bu görüşmemizin son görüşmemiz olacağını nereden bilebilirdim ki. Yağmurun altında saatlerce tartıştık sırılsıklam olsak da yüreğimizde yıllardan sonra birbirimizi görmenin sıcaklığı vardı. Bir de ben onu eski özünü yitirmediğini görmekten mutluydum. O ise kendini anlatmanın ve yürek ortağı olmaya çalışmanın iç huzurunu yaşıyordu. Bir daha birbirimizi hiç görmedik. Uzaktan da olsa haberlerini alıyordum. Amed’ten güçlü bir komutan olarak döneceğine ve hareket içerisinde önemli görev ve sorumluluklar üstlenebileceğine inanıyordum. Sinan arkadaş devrim yükünü omuzlamada öncü düzeyde katılabilecek, güzel düşünceli ve temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı. Kadınla ilişkisinde sürekli olarak özgürleşme mücadelesini kendisiyle yürüten, kadını tanımaya çalışan, kadınla geleneksel güdüsel yaklaşımlar dışında dostluk kurmaya çalışan bir arkadaştı. En ufak bir yanlış anlamanın, karşısındakini kırmanın o kişinin yaşamına mal olacağından korkuyordu. Sade, çıkarsız, sakin ve insanı derinden tanımak isteyen bakışları, pırıltılı gözleri genç yaşta olmasına rağmen saçlarına düşmüş aklarla ve kendi kimliğine ait olgun duruşuyla görmüş geçirmiş kişilere ait yaşam bilgesi edası çevresindekileri etkilemesine yetiyordu. Arkadaşları etrafında toplamak için özel bir çaba içerisine girmesine gerek yoktu. Gerçek bir devrimci olduğunu öncelikle kendi yaşamıyla insanlara kanıtladığından çekiciydi.
Bu yazıyı yazana kadar yazmanın konuşmadan daha kolay olduğuna inanıyordum. Ama bu yazıyı yazarken bunun hiç de böyle olmadığını anladım. İlk defa bir yazıyı yazarken bu kadar zorlandım ve yokluğuna hala inanamadığımı gördüm.
Heval Sinan büyük bir devrimciydi. Gerçek adı Taylan’dı. Taylan’ken de devrimciydi. Taylan Sinan oldu ve daha da güzelleşti. Bir gün çıkıp geleceğinin inancını bunları yazarken dahi taşıyorum. Bu kadar erken olmamalıydı be heval. Kurşun adres tanır bu yüzden hep en iyileri, en güzelleri seçer. Ölüm sana hiç yakışmıyor. Utangaç ama muzır gülüşünle karşımızda dur yine. Biliyor musun heval Sinan, hani derler ya kendim için istiyorsam dönüşünü namerdim. Bu tür zorlu süreçlerde senin gibi düşünen ve yaşayan insanlara ihtiyacımız var. İçinde yaşadığımız süreç senin gibi güçlü devrimcilerle yürütülebilecek bir süreç. Sen güçlü bir devrimcisin. Sen güçlü bir Apocusun heval Sinan. Ve bu yüzden kabul edemiyorum bizleri bu kadar erken bırakıp gitmeni. Daha yapacağın çok şey vardı heval. İnsanın içindeki acının yarattığı zehiri intikam alması akıtırmış. Senin ve diğer yoldaşlarımın intikamını almadıkça acınız içimde zehir gibi kalacak ve akıtmayacağım. Seni çok özledik büyük devrimci…
Doğum yeri ve tarihi: Elbistan, 1977
Mahabat denilince Qazi Muhammed aklımıza gelir. Bir yıllık bir devrim sürecini yaşar. Qazi Muhammed...Tarihi oldukça zengindir. Med ve Pers ittifakı vardır. Kürtlere en yakın halktır. Yine yiğitliği ile dünyaya nam salmıştır. Rüsteme Zal buralıdır. Zerdüştlük burada doğmuştur.
Mazlum arkadaş Mahabat’ta dünyaya gelir. Küçük yaşta peşmergelerle tanışır. Annesi ve dayıları ise peşmergedirler. Bunlardan bol bol Kürt tarihi ile ilgili ders alır. Köylerinde çıkan bir çatışmada annesi şehit olur. Annesi İran muhafızları tarafından vurulur. Bu yüzden küçük yaşta annesini kaybeder. Düşmana karşı kini ve nefreti artar. Ama İran KDP’sine ilgi duymaz. Kendisi daha güçlü bir örgüt düşünür. Kürtleri daha iyi temsil eden bir örgüt arar. Çocuk yaşta oldukça içe kapanıktır. Daha çok sessiz bir kişiliktir efendi biridir. Aynı zamanda oldukça emekçidir. Genç yaşta traktör kullanır. Sürekli çalışır. Eve her türlü desteği sunar. Babası evlenmek ister ve buna karşı çıkmaz. Babası evlendikten sonra üvey annesine en iyi desteği verendir. Ona bir arkadaş gibi yaklaşır. Üvey annesinin sevgisini kazanır. Hem evde hem de köyünde ve çevresinde çok sevilen bir arkadaştır. Herkes onu oğlu gibi görür. Dayılarını çok severdi. Çünkü dayıları peşmergedir. İlk kez PKK’yi dayılarından duyar. Gerçekten savaşmak istiyorsan PKK’ye git diyen dayılarıdır. Kürdistan’ın dört parça olduğunu ve İran parçasının ikinci büyük parça olduğunu dayılarından öğrenir. Onun için gizliden sempati duymaya başladı PKK ye. Kendi antlaşmasını doktor olan kuzeni ile yaptı. Savaşmak için dağa gitme kararını alır. Amcasının oğlu ile birlikte Xakurke’ye gelir. Mazlum arkadaş oldukça çok gençtir. Gelir gelmez hemen savaşmak ister. Dört parçadan arkadaşlarla tanışır. Onu ikna ederek eğitime alırlar. İlk eline aldığı silah BKC‘dir.’ Ben büyük silahlarla savaşmak istiyorum’der. eğitimden sonra taburlara gider. Burada sürekli çalışır. Bakurê Kürdistan halkına ilgi duyar. Kendisinde ulusal duygular gelişir. Onun için Bakura gitmeyi aklına koyar. Daha sonra Xakurke’den Behdinan alanına geçer. Burada Zap, Metina, ve Gare’de kalır. Genelde arkadaşlar tarafından sevilir. 2003’te Bakur sahalarına gitmek için grup oluşur. Mazlum arkadaş bu gruplarda yer alır. Der ki ben başkentte doğdum ve başkente gideceğim. Böyle diyerek Amed grubunda yer alır. Ben başkentlerin çocuğum deyip kendi kararını verir. Bu grup Gare’de kuruldu. Sorumlusu Vedat ve Brusk arkadaşlardı. Mazlum arkadaş zaten Vedat arkadaş ile birlikte gelir. Kendisi zaten tim komutanı idi. Yine yaşamda her türlü fedakarlık yapar. Kendisi sorumlu olduğu için ilk başta hep kendisi önde giderdi. Sorumlu bir kişi asla kendisini geri vermez derdi. Eğitimde oldukça katılımcı idi. Resmiyeti asla ihlal etmezdi. Kendisini Bakura tam hazırdı. Askeri eğitimlere hep önem verirdi. Kuralları çok dikkat ederdi. Kendisi hep karar gücü idi. Kararını verip uygulamaya koyulurdu. Oldukça pratikçi idi. Her işe koşar ve çözüm bulurdu. İnsanları çok iyi tanıyordu. Ortamı çok iyi gözlemliyordu. Genelde değerlendirmeleri objektifti. Gözlemlerinde kolay kolay yanılmazdı. Ona göre tedbir alırdı. Bir aylık yol sürecinde oldukça enerjikti. Yolda düşen arkadaşların çantasını ve silahını alırdı. Aralarda hemen şaşalını çıkartıp arkadaşlara su getirirdi. Noktaya vardığımızda hep ilk nöbeti o tutardı, oldukça çok duyarlı idi. Yol sürecinde bir çok defa şakalaşırdık. Bana hep derdi ki; dağlara ve taşlara iyi bak. Bir daha buraya gelmeyeceğiz. Biz devrimi yapacağız. Bunda oldukça kararlıydı. Vardığımız birçok noktada hep önde arkadaşlardan önce bulurdu. Hep derdi ki; önce yoldaşlar, ben zaten ne yapıyorsam arkadaşlar için yaparım. Arkadaşlardan başka kimim var bu dağlarda.
Amed’e ilk vardığımızda sevinçten uyuyamıyordu. Dürbünle etrafımıza bakıyordu. Sanki daha önce buralarda doğmuş gibi bir durum vardı. Mazlum arkadaş Soran bir arkadaştı. Kırmanck’yi zar zor öğrendi. Tam olarak bu dile hakim değil. İlk düzenlemesi Akdağ’a oldu. Burada halk Zaza’dır. Mazlum köye gidince şaşırdı. Bunlar hangi dili konuşuyor. Ben Zaza’ca deyince şaşırdı. Ben zar zor Kırmanck’yi öğrendim. Ben Zazaca’yı nasıl öğreneceğim. Bana öğretecek kimse de yok. Farsça bildiğinden dolayı bu dilden kısmen anlıyordu. Zazalar’la anlaşmanın tek bir yolu Türkçe öğrenmekti. Mazlum arkadaş Türkçe dilini sevmiyordu. Ama ihtiyaçtan dolayı öğrendi. Daha sonra kitap okuyordu. Yazıyı çok kolay öğrendi. Böylece dil sorununu kendi çabasıyla çözdü. Akdağ coğrafyasına bayılıyordu. Oldukça ormanlık bir alandır. Akarsu olarak Murat geçiyor. Tren rayları bu suyun kenarında geçiyor. Çeşmeleri oldukça soğuktur. Kışları oldukça kar yağar ve soğuk bir alandır. Mazlum arkadaşın en çok sevdiği yer ayı ormanıdır. Burada ayılar çoktur. Burası bir stadyum gibidir. Etrafı dağlarla çevrilidir. Ortasında orman vardır. Orman gece sıcak, gündüz serindir. Orman içerisinde gökyüzü görünmez. Bu yer oldukça yüksektir. Burada Amed, Elazığ, Bingöl görünür. Oldukça güzel bir yerdir. Hem araziyi tanıdık hem de hedefleri tanıdık. İlk yıl böyle geçti. Kış kampına geldik. Beraber bir kamp yaptık. Gündüzleri kamp yapardık ve gece erzak taşırdık. Kolektif olduğu için yaşam zevkli idi. Her şeye dikkat ederdik. Daha çok iz , ateş, görüntüye dikkat ederdik. En çok hassasiyet üstlenme sürecinde dikkat edilirdi. Ara sıra Mazlum yoldaş şakadan ‘biz Amed’e geldik ama örgüt bizi Bingöl’e getirdi. Ben Amed’e gitmek istiyorum’ derdi. En büyük özlemi ise Şehit Brusk bölgesine gitmekti. Oraya hiç gitmedi. İlk kışımız çok renkli idi. Odun sobası kullanırdık. Rüzgar estiği zaman duman ederdi. Biz duman altında kalırdık. Sobalar genelde akşam yakardık, koşullardan dolayı yemekleri akşam yapıp gündüz közler üzerinde ısıtırdık. Televizyon vardı. Her rüzgar vurduğunda çanak bozulurdu. Suyumuzu karı eriterek elde ediyorduk. Kar yağdığı gün oduna giderdik. Burada güreş tutma ,kar topu oynama bizim için bayramdı. Bizim geçirdiğimiz en uzun kış idi. Biz altı ay yerin altında kaldık. Baharda kar erimeden dışarı çıktık. Daha çok tim tim hareket ediyorduk. Burada tim komutanımız Mazlum arkadaştı. Her sabah kalkar keşif yapardı. Ateşi ilk o yakardı. Ateş yakmayı çok severdi. Ateşten sonra közlerin başında otururdu. En çok sevdiği müzik Nasır Razazi ve Merzi’ye dinlemeyi çok severdi. Artık yapraklarda açmıştı. Sabah kalktığımızda düşman araziye çıkmıştı. Korucular önde ve askerler arkada idi. Her tarafta ateş yakmışlardı. O gün yağmur yağıyordu. Keşiften gelen mazlum arkadaştı. İlla da korucuları vuralım. Onlar askerleri koruyor. Hava koşulu uygundur. Arkadaşlar bu öneriyi kabul ettiler. Herkes eyleme gitmek istiyordu. Sonunda iki kol şeklinde çıkarıldı. Bir kol Mazlum arkadaş ve diğer kolda Yaşar arkadaş gitti. Mazlum arkadaş sızma yapıp mevzinin dibine gidiyor. Ve orada oturuyor. Korucular ateş başında oturmuş, sohbet ediyorlar. Sohbetlerinde ‘bu Apocular işe yaramaz. eski Apocular insanın karnına silah dayatıyorlar ve cebine bomba koyuyorlardı’ diyorlardı. O esnada bu mevziye arkadaşlar bomba atarak silahla vuruyorlar. Toplam burada üç korucu öldü. Savunması olduğu için silah alamıyorlar. Diğer grupta kendi mevzisini kaldırıyor. Bir hayalet gerilla gibi ortadan kayboldular. Düşman helikopterleri cenazeleri alıp geri çekiliyordu. Mazlum arkadaş bize ulaştı. Ve közün başına oturup çay içiyordu. Diyordu; oturmuş eski ve yeni Apocular’ı tartışıyordu. <Gösterdik onlara eski ve yeni Apocular’ı sonra gülerek öz aynıdır’ dedi. Yaklaşık olarak üç yıl Akdağ’da kaldı. Burada bir çok eyleme katıldı. Arazide birçok eylemi o gerçekleştirdi. Hiçbir görev ayrımı yapmazdı. Kendisi şehit düştükten sonra Akdağ bölgesi Şehit Mazlum noktası oldu. Onun yaşamı oraya damgasını vurdu.
Bu bölgeden sonbahar da ayrıldı. Şehit Remzi bölgesinde eğitim görmek için gitti. Burada üslenme çalışmalarına katılır. Araziye adapta olma sorunu yoktu. Yalnız üslenmeyi şehit Rızgar arkadaş yapmıştı. Kışın gelmesi ile birlikte kampa girerler. İlk kamp deşifre olur. Bu kampı değiştirirler. Karın içinde ikinci bir kamp yaparlar. Düşman operasyona çıkar ve burası deşifre olur. Çatışmaya girerler. Rızgar Maraş arkadaş çıkışta ilk şehit olan arkadaş olur. Bu kahraman arkadaşlar bir gün boyunca o karda ve soğukta çatışırlar. Düşman kampa giremez. Kampı bıraktıkları anda pusuya düşerler. Mazlum, Ferhat , Navdar yaralanır. Yine de köye ulaşmak için çabalar ve düşman onları takip eder. Yolu tek bilen Ferhat arkadaştır. Yolda yarası ağır olduğundan düşman bir tepede oyalar ve arkadaşlara yönünü gösterir. Düşmanla epey çatışır. Birkaç kişiyi vururlar. En son ölü numarası yapar. düşmanın yakınlaşmasını ister. Düşman yaklaşır. Ve bir uzman çavuşu vurur. Düşman onu elde edemeyeceğini anlayınca helikopterle şehit düşürür. Diğer arkadaşlar bir köye ulaşırlar. Köylüler onlara yardım ederler. İlaç getirmek için köylüler şehre giderler. Onları takip eden düşman köyde onları bulur. Köyün etrafını çevirir. Arkadaşlar akşama kadar çatışarak şehit düşerler. Bu kahraman arkadaşlar, arkadaşlarını kurtarmak için kendilerini feda ederler. 1 Haziran Hamlesi’nin en aktif militanıdır. Hem yaşamı hem de savaşı ile örnektirler. Onları tekrar saygıyla anıyorum.
Kod adı: Mazlum Mahabad
Adı soyadı: Mevlüt İsmailzade
Doğum tarihi-yeri: 1980 / Mahabad
Anne-baba adı: Sogra - Ömer
Katılım tarihi: 1999 / Mahabad
Şahadet tarihi: 16 Ocak Amed / 2007
“Boran arkadaş Mardinli bir arkadaştı. Mardin merkezde çok kalmıştı. Arap halkının içerisinde çok yaşamıştı. Aslında Arap halkını da çok sevmişti. Ayrıca Adana’da büyümüştü. Ailesi Mardin’den Adana’ya göç etmek zorunda kalmıştı. Ailesiyle birlikte ağabeyleri de Adana’da yaşıyorlardı.
Devrimci mücadeleye ilgisi lise okul ortamında gelişiyor. 2003 yılında da bu ilgisi ve arayışı onu dağlara getiriyor. Yaşamda sessizdi. Ancak morali ve coşkusu yüksekti. Girdiği çalışmalara moralle giriyordu. Ve heyecanı her zaman doruktaydı.
Haftanin alanında çok kalmıştı. 2006 yılında ise önce Botan’a gitmişti. Mardin alanı için gönderildiği için daha sonra Gabar’a oradan da Mardin alanına geçmişti.
Bir çocukluk arkadaşıyla birlikte Mardin’de gerilla saflarına katılıyor ancak onun çocukluk arkadaşı davayı bırakıp gidiyor, böylelikle ona ihanet etmiş oluyor. Bu ise onu çocukluk arkadaşına karşı tepkinlendirmişti. Ne de olsa birlikte dağlara çıkılmıştır ve sonuna kadar gidilecekti. Öyle sözleşmişlerdi. Sözler verilmişse kirletilmemeliydi. Onun ilkesi böyleydi. İlkelere amansız bağlanmak en doğru devrimci davranıştı. Diğer bir davranış onun için asla kabul edilmemsi gereken bir davranıştı.
Onun bu çocukluk arkadaşın kaçışından sonra ise o Mardin alanına gidip tüm çocukluk arkadaşlarını dağa getirmek istiyordu. Zaten Mardin’e ilk gidiş nedeni buydu. “Tüm çocukluk arkadaşlarımı dağa getireceğim” diyordu. Bu yönlü tartışmalarımız çok olmuştu.
Ben, Resul arkadaş ve Boran arkadaş aynı yöreden gelen arkadaşlardık.
Boran yoldaşın Bagok alanına ilişkin özel bir hayranlığı vardı. Gelirken o zaman Bagok’u daha yakında görmüştü. Böyle aşık olmuştu Bagok’a. Hani şairin yazdığı gibi: “Bagok’taki siste toprak kokan bir tarih vardır. Doğanın o anki harika oyunu günü silip zaman uçlarına sonsuzlaştıran cinstendir. Çıktınız mı zaman tüneline girmiş gibisiniz” demesi gibi.
Sivil yaşamda marangozculuk yapmıştı. Palamutta gemiler yapardı, insan biçimi verirdi, bina yapardı, özcesi eline ne alırsa harika bir şeyler çıkartırdı. Bilinen anlamda belki bir sanatçı değildi ama gerçekten hakiki bir zanaatçı olduğunu söyleyebilirim. Özel bir beceriydi bu. Böyle olunca eli pratik işlere çok yatkındı. Örneğin yeraltı mangası yapınca harika biçim veriyordu.
Pratik işlerin bütününde böyle yaratıcı, emekçi, üretken bir yoldaştı. Sanki dağlar için biçilmiş kaftan gibiydi. İşte Boran yoldaşın el yatkınlığı böyle dağlarda ona kendine yetecek kadar özel avantajlar sağlıyordu. O ise bunun bilincinde olan biri olarak, yoldaşlarına bu pratik becerilerini hizmete sunuyordu. Zaten öyle bir kişiliği de söz konusuydu, yani yoldaşlarına her şart altında yardım elini uzatma kişiliği…
Boran yoldaşın başka bir özelliği ise düşünce sistematiğin gelişkin oluşuydu. Çok konuşmazdı ama konuştuğunda ise herkesin dinlediği bir karakteri vardı. Olgunluğuyla pratik yetenekleri ona ayrı bir saygınlık uyandırıyordu. Boran yoldaş seviliyordu, Kendi duruşuyla bunu sağlatmıştı.
Bizde saygınlık ya da sevgi bireyin kendisini katmasıyla yaratılır. Bir nevi birey kendi kendisini yaratır. Gerillacılığın ve devrimciliğin en güzel yanı belki de budur. Bu bireye kimlik kazandırır, kendisine güven yaratır.
Boran yoldaş ayrıca genç bir yoldaştı. Girişkendi, coşkusu eksilmezdi, morali de her zaman yükseklerde seyrederdi. Bu ruh halini yoldaşlarına da yansıtırdı. Ancak kendisine has olan bir yöntemle yapardı. Birçok yoldaş yaşama güzel dilleriyle aktif katılırlar, girişkenlikleri güzel dil üzerine kuruludur. Ancak Boran yoldaş on kelime yerine belki de 2 kelime bilemedin 3 kelime kullanarak aynı etkiyi yaratırdı. Bu dediğim gibi ona has olupta içimizde nadir görülen bir özellikti. Bu duruşuna mütevaziliği de ekleyince gerçekten çekici olan bir yoldaş oluyordu. Yaşamda bir gün bir yoldaşla yaşam noktalarında çeliştikleri görülmemiştir. Uyumluydu. Boş tartışmalara duruşuyla izin vermezdi. Bu da dediğim gibi ona özgü bir yaklaşım biçimiydi.
Çalışmalara katılırken, görevlere giderken, öncülük yapmakta gözü karaydı. Yiğitti. Mertti. Delikanlıydı. Bu özelliklerini eylemlere de yansıtırdı. Temel eylem hedeflerini şehirlere dönük tasarlıyordu. Şehirlerde hâkimiyeti sağlamamız için mutlaka daha fazla aktif olunmasını dayatıyordu. Düşmana kini çok fazlaydı. Bir an önce bu topraklarda düşmanın sökülüp atılmasını, -özelde polislerin -isteyen biri olarak, Kürt halkına da o kadar sevdalıydı. Sisteme çok öfkeliydi. Sistemin Kürt halk üzerindeki tüm baskı güçlerine karşı bir nefreti vardı. Bu gözü kara tarzı yer yer tartışmalarına da yansıyordu. Bir tabancayla gidip karakola girmeyi, emniyet bürolarını basmayı söylerdi.
Mardin sevdalısı bir yoldaştı. Mardin kültürünü de severdi. Mardin halkının yurtseverliğine vurgundu. Mardin’in kültürel mozaiğine de sevdalıydı. Farklı halkların, dinlerin ve inançların bulunması ona büyük heyecan ve moral verirdi. Öyle severdi Mardin’i. Mardin’e dar bir çerçeve de bakmazdı. O Mardin’i geniş ele alarak yaklaşır ve Mardin’in bu kültürel zenginliğiyle gurur duyardı.
Nitekim Mardin alanına gidişinin bir diğer nedeni bu kültürel zenginlikti. Birincisi çocukluk arkadaşlarını dağlara taşırmak ise ikinci nedeni ise Mardin’de bulunan bu zengin kültürel yapıyı devrimle buluşturmaktı. Hedefi buydu.
Boran yoldaşa kalsa tüm Mardin alanını gerillaya taşırmak gerekirdi. Nitekim bu büyük istemi üzerine yoldaşlar onu Bagok alanına göndermişlerdi. Onun rüyalarını ve hayallerini süsleyen, Aytenler’in, Sabriler’in diyarına bu kez kendini ulaştırmıştı. Kaldı ki hem Mardin merkezi tanıyordu hem de Midyat alanını tanıyordu. Hem eylemler için hem de Yeni Savaşçı katılımını sağlamak için görevlendirilmişti. Ona böylesine bir güveni yoldaşları duymuş ve böylesine zorlu bir göreve göndermişlerdi.
2006 yılında başlayarak 2008 yılına kadar düşmanın, özelde Gabar ve Botan’ın tüm alanlarına bir saldırı planı vardı. Düşman kesinlikle Mardin’de bulunan tüm birliklerimizi imha etmek için bir karar almıştı. Bunun için saldırı üzerine saldırı içerisine giriyordu. Mardin’in Gabar için oynadığı rol biliniyordu. Öncelikli olarak Mardin alanını Gabar’da kopartmayı planlıyordu. Birde Mardin gerçekten bir yurt sevgisi diyarıdır, bu yurt sevdalılığı tasfiye etmek için kollarını sıvamış ve topyekûn bir saldırıya geçmişti.
Bunun için Mardin’de oparasyonel birlikleri her yere serpiştirmişlerdi. Meteler, Efeler, Dadaşlar, Hançer timler faşist birlikleri Mardin’de bulunan küçük birimlerimizin üzerine salmışlardı. Bu güçlerle halkla olan ilişkilerimizi sınırlandırmak için, her şeyi yapıyorlardı. Bu birlikler aynı zamanda kontra birliklerdi. Bunun için arazide kalarak gerillaların yerini tespit etmeye çalışan birliklerdir.
Çekdar yoldaşla birlikte Boran yoldaş Mardin’de büyük gelişmeler yaratmışlardı. Alt yapı hazırlıklarını yapmışlardı. Yine milis örgütlenmesini yaratmışlardı. Düşman her iki yoldaşın ismini biliyordu. Bunun için sadece o yoldaşların yerlerini tespit etmek için yukarıda belirttiğim kontra timlerini devreye koymuşlardı. Çekdar -Selim Kurt-yerel bir kadroydu. 2001 yılında dağa gelir gelmez kimsenin beklemediği bir biçimde dağa adapte olmuş ve yine en kısa sürede birim sorumlusu olmuştu. Sivilde yaşadığı tecrübeler Çekdar yoldaşın başarılı bir çalışma yürütmesine yol açmıştı.
İşte Çekdar yoldaşla birlikte önemli çalışmalarda bulunan diğer yoldaş Boran yoldaştı. Genç olmasına rağmen zorlu bir çalışmaya verilmiş ve o bu zorlu çalışmayı alnın akıyla altına kalkarak halka, partiye önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Düşman bunu bildiği için her iki yoldaşa özel yönelimler içerisine girmişti. Her iki yoldaşta dediğim gibi Mardinliydi. Bunu düşman tehlikeli bularak yoldaşların tüm ailelerini, çocukluk arkadaşlarını, çevrelerini denetim altına alarak politika belirlemişti. Ona göre yönelim planlaması yapıyorlardı. JİTEM dedikleri yapının kendisi zaten bu kontra yapı oluyor.
Düşman bunu yaptıktan sonra yoldaşların ilişkilerini denetim altına alarak yerlerini tespit etmeye çalışıyor. Bir gün yine arazide saklı kalarak Çekdar ve Boran yoldaşın bulunduğu yeri tespit ediyorlar. Genç, dinamit, katılımcı ruhu, Mardin eyaleti üzerindeki yoğunlaşmaları, derli toplu düşünce, plan ve projeler üreten bir yoldaş olarak böyle ansızın, düşmanın bu kirli oyunlarını fark etmemesi sonucu erken kayıp etmemiz gerçekten hak edilmeyen bir şahadet olmuştur. Hele hele Boran gibi, Çekdar gibi pırlanta iki yoldaşın uçup sonsuzluklara gitmesi asla af edilecek ve kabul edilecek bir durum olamaz. Onları tanıyan, onlarla kalan bir yoldaş olarak asla kabul edeceğim bir şahadette olamaz.
Düşman her iki yoldaşı bilinçli olarak hedeflemesinin elbette nedenleri vardır. Her iki yoldaş onlarca yeni savaşçıyı devrime kazandırmışlardı. Yine birçok pusu atmış ve çok sayıda ajan vurmuş ve baskınlarda yer almışlardı. Birde Gabar’ın en sağlam destekçileri olmuşlardı. Adıl yoldaşın iyi yoldaşları olmuşlardı. Düşman bu bağlamda her iki yoldaşı iyi tanıyordu. İyi biliyordu. Her iki yoldaşı kendilere hedef seçerken de kendilerince ne kadar isabetli seçtiklerini bilerek Boran ve Çekdar yoldaşların üzerlerine gitmeyi seçmişlerdi.
Düşman arkadaşların yerini tespit ediyor, etraflarını kuşatıyor, iki yoldaştır, bunu düşman biliyor. Yoğun teknik kullanarak yoldaşların üzerine gidebiliyor. Başka her iki yoldaşın üzerine gidemiyor. Arkadaşlar sonuna kadar çarpışıyor. Çatışıyorlar. Ve son olarak kurtulma imkânı bulunmadığında kendi bombalarını kendilerinde patlatarak şehitler kervanına bir 4 Kasım 2007 günü katılıyorlar.
Son mermisini kendisi için saklamak ya da imkânlar yoksa ya da kalmamışsa bombasının pimini çekerek kendinden patlatmak bir PKK militan özelliğidir. Bir militan ruhudur. Ve iki yoldaşta bu ruhu hem yaşamlarında, hem de görev başındayken her zaman en üst seviyede temsil eden yoldaşlar olarak tarihe geçerek, isimlerini her daim altın harflerle yazdıracaklardır.
Fedai ruhunuzun önünde saygıyla eğiliyor ve sizi minnetle anıyoruz.
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1985 Adana
Katılım Tarihi: Ekim 2003 Bagok
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 4 Kasım 2007 Gabar
Mücadele arkadaşları
Bir kadın, genç bir kadın… Dağların doruklarında hayatı arayan, ideallerinde beslediği yaşamın peşinden koşan bir gerilla ancak bu kadar güzel, içten, sıcak ve samimi gülebilirdi.
‘Onlar’ı görmedim hiç, aynı ortamı paylaşma olanağım da olmadı… Aynı sofrada bağdaş kurup uzun uzun sohbet etme koşullarımız da oluşmadı. Bir gerilla fırınının önünde veya bir çay molasında uzanan kuyrukta da birlikte durmadık, aynı sırayı paylaşma imkanımız da olmadı.
Evet, hiç olmadı birlikte sohbetimiz, hayatın zorluklarını birlikte paylaşmadığımız gibi güzelliklerini de birlikte tatmadık.
Kısacası ne birlikte hayatın mavi rengine bakarak gelecek yarınların hesabını yaptık, ne pratiğin karmaşık labirentlerinde yaşamın bilinmezliklerinin sırrını kovaladık ne de gökyüzünün derinliklerinde kayan yıldızları saydık. Farklı zaman ve mekanların farklı insanları olarak dünyaya gelmiş ve yaşamı kucaklamıştık. Bu nedenle yoktu birbirimizden haberimiz. Ben çok farklı bir dünyanın ve neslin insanı, ‘onlar’ ise çok daha farklı bir hayatın ve neslin insanıydılar…
Ama ben ve ‘onlar’ farklı zaman ve mekanların insanları olsak da, sonuçta izlediğimiz patikalar bizi aynı yolda, ruhumuzu temizleyen ırmaklarımız ise bizi aynı denizde buluşturmaya götürmüş ve birbirimizden habersiz aynı yolun yolcuları olarak çıkmıştık yola.
‘onları’ ilk kez Almanya’nın Giessen kentinde oturan ailelerinin bulunduğu evde tanıdım. Anneleri, evet başı göklere, adeta göğe değen, o onur ve yurtsever duygularla yoğrulmuş Ayşan ananın duygu dolu anlatımıyla tanıdım ‘Onları’...
“Bu işte, Berçem’im bu. Bak gördün mü, nasıl dolu dolu gülüyor, bak hele heval bak, gözlerinin içi gülüyor. ‘O’nu mutlu eden ne biliyor musun?” dedi o duygu ve hüzün dolu, ama bir o kadar da hasret yüklü sesiyle...
Ana, Berçem’in resmini yavaşça bana uzatıyor ve hemen bir başka resmi bana göstererek, “bak işte heval, bu da Sema, onun küçüğü, yani Berçem’den küçük olanıdır. O da takip etti ‘O’nu, o da gelin oldu dağlara, Kürdistan’a” dedi hüzün ve acı dolu bir ses tonuyla.
Sessiz kalmıştım, derin bir sessizlik içinde Berçem’in tüm yüzünü kaplayan o gülümseyişini ve gerçekten de o güzel gözlerinin derinliklerinde bile çok rahat görülebilen gülümseyişini düşünmeye başlamıştım. Sema da gülümsüyordu, ama ‘O’nun gülümseyişi yüzünü kapsamıyordu. Biraz daha hüzünlü, acılı ve derinden gelen bir öfkeyle gülümsüyordu ‘o’.
Bir kadın, genç bir kadın, dağların doruklarında hayatı arayan, ideallerinde beslediği yaşamın peşinden koşan bir gerilla ancak bu kadar güzel, içten, sıcak ve samimi gülebilirdi. Bir daha baktım Berçem’in o muhteşem dolu gülüşünün yayıldığı yüzüne. Bütün devrimci değerlerim üzerine yemin ederim ki, o yüz, o gülüş, o ruh beni yeniden, evet yeniden yarattı sanki yılların devrimci yaşamının bana verdiği ruhu. Berçem’in o muhteşem gülüşüyle yeniden yeniden beslendim. Bu genç devrimci, dağların doruklarında ideallerinin uğrunda, doğru ve özgür bir yaşamın peşinden koşan bu muhteşem gülüşlü genç kadın, geçmişimi bir ayna gibi karşıma getirip beni kendimle yeniden yüzleştirirken, aynı zamanda gelecek yarınlarıma ilişkin de çok somut görevler önüme koymuştu. Aslında geleceğim, geleceğe ilişkin hayat tarzım, ideallerim ve düşünce dünyam oydu. Evet, kendimi, geleceğimi, ideallerimi ve korumak istediğim hayatı onun o muhteşem gülüşünde çok daha güçlü ve net bir biçimde bulmuştum. Bu, bana geçmiş ile geleceğin buluşmasını da ifade ediyordu.
Berçem’in o muhteşem gülüşü ve Sema’nın da o öfkeli tebessümü, beni Diyarbakır zindanına ve bu zindanda yaşamlarını feda eden Mazlum, Hayri, Kemal ve Akifler’e kadar götürmüştü. Onlar, işte böylesi muhteşem gülüşlü, hayatın gerçek sırrını arayan ve bu nedenle dağların doruklarında yıldızlara arkadaşlık eden güzel insanları yaratmıştı. Onlar karşımdaki duvarda asılı bulunan ve omuzlarında silahıyla gökyüzüne bakan Berçem’in o muhteşem gülüşünde, Sema’nın öfkeli tebessümünde bana bakıyorlardı şimdi. Mazlum, “bak işte ektiğim filizden bu muhteşem kadın yaratıldı” derken, Kemal ve Hayri,” biz yokuz ama, şimdi dağlarımızda felsefemizi yaşatan binlerce muhteşem gülüşlü hakikat arayışçısı var” diyor fısıltı halinde. Beritan ve tanrıça Zilan’ın bir başka heyecan ve sevinç duyduklarını ve ruhlarının bir kez daha şad olduklarını da unutmadım elbetteki...
Ana bana dönüyor ve iki gözümün adeta içine bakarak şunları söylüyor: “Berçem’im Kürdistan’la, özgürlükle evlendiği için bu kadar mutludur, bu kadar heyecanlı ve gözünün içi gülüyor. Semam, Berçem’ime göre çok daha sert ve katıydı hayata karşı...”
Evet, Berçem ve Sema’yı misafir olduğum ailesinin evinde, anneleri ve aynı zamanda yoldaşları olan Ayşan ananın bana gösterdiği fotoğraflarından ve uzun uzun anlatımından tanımıştım yıllar önce. Ana, Berçem ve Sema’nın Kandil’den gönderdikleri mektup ve günlüklerini bana vermiş ve ben de o gece neredeyse sabaha kadar okumuştum. Mektup ve günlüklerini okudukça onları tanımış, tanıdıkça da onlara hem bağlanmış ve hem de genç yoldaşların yarını mutlaka kuracaklarına olan inancımı bir kez daha tazelemiştim...
Berçem bir mektubunda şunları yazıyordu ailesine: “...ve şunu da belirtmek istiyorum; bizimle hiçbir zaman prestijiniz sarsılmayacak, alnınız hep ak kalacak...”
Berçem, o güne kadar hayatı başka türlü anlayan ve dağların doruklarında farklı bir yaşam peşinde olanların da olduğunu, bunları hem kendilerine hem de ailelerine ve doğal olarak halkına ihanet ettiklerini belirtiyordu. Mektubunda, ‘prestijiniz sarsılmayacak’ demesinin nedeni de buydu.
Berçem sadece bir halkın kurtuluşu için değil, aynı zamanda kendi cinsinin tarihini değiştirmenin kavgasını da veriyor. Sadece bir ulusal kurtuluşçu değil, aynı zamanda kendi cinsinin de kurtuluşunu veren Berçem şunları yazıyor: “...Nasıl ki ülkemize, toprağımıza bağlıysak bir o kadar da cinsimize bağlıyız, nasıl ki bir halkın özgürlüğü için savaşıyorsak, ezilmiş cinsimizin özgürlüğü için de savaşıyoruz...”
İşte bu genç kadın, gerçek yaşamın sırrını çözme arayışında olan bu gözü pek, yiğit ve özgürlüğe sevdalı genç gerilla Berçem bundan sekiz yıl önce 4 arkadaşı ile birlikte gaz sızmasından zehirlenerek yaşamını yitirdiğine dair gelen şahadet haberi bir karabasan gibi çökmüştü hepimizin üzerine. Haber genelde Kürtleri, özelde ise yoldaşları ve ailesini derinden sarmıştı.
Ayşan ana yine onurlu, yine başı dik ve herkesi teselli eden duruşu ile gerçekten de bir namus abidesi gibi karşılıyordu taziyeye gelenleri. Ana, taziyeye gelenlere, “Berçem sadece benim kızım ve şehidim değil, tüm Kürtlerin kızı ve şehididir” diyerek gerçek yaşamın sırrını çözme arayışı içinde olan o muhteşem gülüşlü kadının ruhunu da şad ediyordu...
Ruhun binlerce kez şad olsun muhteşem gülüşlü gerilla, ruhun şad olsun!...
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1984 Amed
Katılım Tarihi Ve Yeri: 2000 Avrupa
Şahadet Tarihi Ve Yeri: 27 Kasım 2010 AMED
FUAT KAV
Bugün size sarı saçlı kızdan bahsedeceğim. Çok uzaklarda bir köy vardı; susuz, elektriksiz, tarım imkânı kıt vb. gibi sorunların olduğu bir köy. Akıllı ve becerikli bir çocuk grubuna da sahip. Dedim ya birçok imkânsızlık. Okul da yok. Hayvancılıkla uğraşılıyor. Geçimini sağlayan birkaç ev ve sarı saçlı kız. Okumaya hevesli olan bu kız ne yapar, ne eder okul okumak için bir çare bulmaya çalışır. Aynı zamanda çocuk grubunun da başkanı diyebiliriz. Ondan küçük 5 kardeşi var. Birbirinden sevimli ve afacan; ama saf ve temiz huylu çocuklar.
Sarı saçlı kız, okul okumak için il merkezine gitmeye karar verir; ama babası izin vermez. Yani sarı saçlı kız, şehre giderse “çocuklara kim bakar, onların derdini, çilesini kim çekecekti?” Bundan kaynaklı sarı saçlı kızın okumasına sıcak bakmıyorlardı.
Köyde kış olunca, zorlanmalarda söz konusu olunca sarı saçlı kızın ailesi şehre gitmek zorunda kalır. Sarı saçlı kıza adeta bir fırsat doğmuştur. Bu kaçınılmaz bir fırsat. Teyzesi okumasından yana, onun sessiz sedasız okula kaydını yapar ve birçok okul ihtiyacını da annesinin yardımıyla hazırlar; ama baba isteksiz. Tabi şu an köy koşulları durgun olduğu için sessizce takip etmekle kalıyor. Sarı saçlı kız okumaya inat, okula başladı derken arada tam dört yıl geçti.
5.sınıfta babası suskunluğunu bozdu ve onu köye götürmeye karar verdi. Annesi ne yapsın. Baba zaten otoriter, bakmakla kalır. Sarı saçlı kızın çırpınışları çare etmez. Tekrar köye gider. Hayat yeniden başlar. 5. sınıftan sonra kıt bir köyde; okul sevdasını gidermek ister. Güzel olan şeyde köydeki çocuklara eğitimin önemini yansıtması.
Her bir yüreğin sevdası gerilla ve dağlardır. Okul sevdasından, dağ tutkunluğuna geçti. En büyük hayali bir gerilla olmaktı; silah omzunda, raxtı belinde o yücelecekti, ona güç verecekti. Hem de bir kadın olarak devrim ateşiyle yanan yüreği adeta onu dağlara itiyordu.
Zaten ben 2006’da katılmak isterken, O da arkadaşları örgütlüyor ve randevu veriyor, hem de benim katılacağım gecede; tabi ki onun zamanlaması değil, arkadaşların işi. Ben katıldığım gece arkadaşlar dediler “bizim gidip Axin ve Jiyan’ı almamız lazım” yani “Leyla ve Slav” dediler. Yerimde dona kaldım ve aniden müdahale ettim. “Onlar şimdilik olmaz, daha çok erken” dedim. Şehit Merivan arkadaş çok mütevazı bir şekilde “tamam” dedi.
Ta 2010 yılının bahar ayında katılana dek Şehit Axin’i görmemiştim. Ben Botan’dan Amed’e gelirken, “Garzan’da bana ‘Leyla’ adında birinin, senin yeğenin olduğu’nu söyleyen iki kişinin katıldığını söylemişlerdi.” O an anladım ki, bunlar Leyla ve Slav arkadaşlar olmalıydılar. Zaten tahminim doğru çıkmıştı bile. Köyden katılmışlar bir ay Şehit Kendal'da arkadaşların yanında kaldıktan sonra yeni savaşçı eğitimlerini görmüşler. İki tane cesur Hendes gerillası daha dağlarla sözlenmişlerdi.
Ben ilk olarak Axin ve Jiyan’ı Şehit Remzi’de gördüm. Onlarla bir ay birlikte kaldım. Biraz tartıştık. Onlara hem dayı hem de yoldaş nasihatlerini verdim.
Onun için sizde bizim anlam yükleyerek çıktığımız bu dağlara destek olun! Sahip çıkın ve yılmayın daha da güçlenin! O zaman şehitlerimizin gözü arkada kalmaz. Kimse ölümden kaçamaz. Ölüm bizden kaçabilir; çünkü ölümü umursamıyoruz. Biliyoruz. Öleceksekte onurlu bir ölüm olsun! diyoruz.
DOĞUM TARİHİ VE YERİ: 1993 AMED
KATILIM TARİHİ VE YERİ: 2010 AMED
ŞAHADET TARİHİ VE YERİ: 27 KASIM 2010 AMED
Mücadele arkadaşları
Agit arkadaşı tanımak için öncelikli olarak Rojhilat Kürdistan’ı tanımak gerekir. Rojhilat Kürdistan’da gerilla çalışmalarımızın en etkili olan sahaları ise Urmiye ve Van sınırına uzanan hatlardır. Buralara uzun zamandır gerillalar girip çıkmışlardır. Sınır hatlarında yoğun bir gerilla ve eylemlilik varken, içlere doğru ise gerillanın yarattığı etki ve onun yansımaları vardır. Ancak yine de gerillanın içlere doğru yer yer açılımları beraberinde halkla sağlıklı ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir faktördür.
Agit yoldaş böylesine bir ortamın hakim olduğu sahalarda büyümektedir. O küçük yaşlardan başlayarak emekle tanışan, emeğe değer veren bir kişi olarak büyüyecektir. Karakterini oluşturan başka bir hat ise küçük yaştan başlayarak gerillayı duyması ve gerillayla büyümesidir. Çalışkanlık ise onun başka bir kimliği olarak tanınacaktır.
Agit yoldaş Önderliğimizin Türk devletine teslim edildikten sonra şaha kalkan Rojhilat halkının onurlu bir evladı olarak henüz 17 yaşındayken dağlara çıkacaktır. Bradost aşiretinin bir üyesi olarak katıldığı yer ise Şehidan alanı olacaktır.
Kimsenin tahmin bile etmediği, edemeyeceği bir şekilde Önderliğimizin tutsak edilişiyle Rojhilat halkı infiale kalkarcasına ayaklanmıştır. Aylarca isyan hali sürmüştür. Kendini yakanlardan tutunda kendilerini düşmanın kurşunlarının üzerine atanlara kadar ve tabii ki bir de yüreği daha büyük işleri kaldırabilecekler ise dağlara, zirvelere daha büyük intikamlar için çıkmışlardır.
Agit arkadaş dağlara yönünü verenler arasındadır. O tereddüt etmeden Önderliğin tutsak edilişine tepki olarak nefesini dağlarda alacaktı. İlk günden başlayarak adeta son nefesine kadar da bu katılım coşkusunda hiçbir şey yitirmeden Kürdistan devriminin sağlam bir neferi olarak kalmıştır.
Girişkenlik, atiklik, pratik zekâ, fiziki beceri ve dayanıklık onun erkenden görev almasına ve kısa sürede takım komutanı olmasına götürecektir. O birçok alanda kalmıştır. Başta Zagros olmak üzere, Metina, Zap, Xınere, Şehidan alanlarında kalacaktır.
O işlerini sağlam yapan biriydi. İşleri erteleyen, gevşeten, sarkan bir durumu yoktu. Anı anına yaşamasını sevendi. Bu dakikliğin yanı sıra mütevazidir, mütevazi olduğu kadar güleç yüzlüydü. Belki de onu o kadar sevilen kılan bir özelliği de onun sürekli espri yapmaya yatkın olmasıydı.
Agit yoldaşla kalan biri olarak onun bir gün yüzünü ekşittiğini görmedim. Bir gün moralsiz duruşuna rast gelmedim. Ve bir gün disiplinden uzak duruşunu da görmedim. Öyle ki bu meziyetlere emekçilik, fedakârlık, atiklik, gönüllülük de katıldı mı orada ortaya çıkacak olan sadece ve sadece sempatik ve sevilecek olan bir genç oldu.
Agit yoldaş sevilen bir gençti. Gizliden arkanızdan gelip, tebessümle size sarılarak, siyasal gündeme ilişkin bir soru sormasını hep beklemeniz gerekirdi. Ya da bir göz kaş ederek bir şeyleri hatırlatmasını beklemeliydiniz. Onun beklenmedik sıcaklık kokan davranışlarını hep hesaplayacaktınız.
O bir Rojhilat genç olarak çok erkenden her parçadan gençle rahat ilişkilenmesi onun pratik sahada iyi bir komutan olacağının işareti olarak hep belleğimde kalmıştır. Komutanlık sadece savaşçılık değildir. Agit arkadaşın dayanıklı vücut yapısıyla savaşçılıkta iyi olduğu kesindi. Ancak komutanlık sadece bu özelliklerle olmuyor. Asıl komutanlık farklı insanları, farklı karakterleri bir arada, büyük dava uğruna ahenk içinde yürütmesini bilmektir. O ise buna yatkın bir gençti. O insanlarla bir amaç temelinde iyi alıp verendi.
İşte Agit arkadaşın erkenden komutanlaşmasının bir nedeni de genelde bir performans sahibi oluşuydu. Onun kendine özgü güzel bir duruşu vardı. Bu duruşuyla yüreklerde yerini almasını böyle bilmiştir.
Bizde yürekler genelde Bakur için atar. Daha doğrusu savaşın sıcak sahaları için atar. Herkes biraz işgalcilerle boy ölçüşmek ister. Ne de olsa dağlara çıkış gerekçelerimiz vardır. İşgal, sömürü, zulüm, işkence derken bir insanın kaldıramayacağı baskılar vardır. Onurlu olmak buna karşı başkaldırmadan geçiyorsa, gerilla da bunun için dağlara çıkmışsa yapacağı ilik iş işgalciler hesaplaşmaktır, boy ölçüşmektir. Bu ise sahalarıdır Bakur. Kutsal mekânlardır.
Onu en son Bakura giderken gördüm. Uzun pratik ve eğitimlerin ardından bu kez yönü Bakurê Kürdistana’ydı. Morali yüksekti, coşkusu inanılmazdı.
O Agitler’in şahadete kavuştuğu mekân olan Gabar’a yönünü verdi. Bir müddet buradaki pratiğe aktif katıldı. Deneyimine deneyim kattı. Eylemlere de aktif katıldı. 13 Kasım 2007 tarihinde Çiya Bızına’da arkadaşların düzenledikleri bir tepe baskınında şehitler kervanına katıldı.
Agit yoldaş bu kadar erken gitmeyi hak etmeyen bir gerilla olarak yüreğimizde yerini aldı. Seni yoldaşım fedakârlığın, güleçliğin, çalışkanlığın, birleştiren, sempatik, canlı ve atik duruşunla hep anacağız Boti aşiretinin PKK militanı.
DOĞUM YERİ VE TARİHİ: 1982 URMİYE
KATILIM TARİHİ YERİ: 1999 URMİYE
ŞAHADET TARİHİ VE YERİ: 13 KASIM 2007 GABAR
KASIM ENGİN
Amed asırlardır sarsılmaz ve unutulmaz direniş destanlarıyla, özgürlük kalesi haline gelişi ve gönüllerde taht kurduğu gibi tarihin en anlamlı anlarında misyonunu bilen halkçı, direnişçi yapısı da onu daha da anlamlı ve görkemli kılmaktadır. Her vakit yiğitlik, sadakat ve asaletin simgesi olmuştur. Demirci Kawa’dan, çağdaşı olan Mazlum Doğanlar’dan Vedat Aydınlar’a kadar günümüze dek süre gelen direniş çığlığı sel gibi akıp devam etmektedir. “Diren ha Diyarbakır diren. Direnmektir sana can veren, dağlarının aşkına güven” sözlerinin günümüzde şarkı sözleri olması tesadüfî değildir. Bunun içindir ki Kürt çocukları bu sembolün yiğit aşkına tutunarak canlarını vermeye hazır bekliyorlar. Aşkın sadakati, yiğitliğin asaletiyle yetişen ve süslenen Kürt çocukları dağları bunun için mekân tuttular. Özgürlük savaşçılığına soyunarak sonsuz ufuklara yol alındı. Halkın umudu ve özgürlüğü olan, özgürlüğün direniş mücadelesi her ailenin hesapsız ve çıkarsız katılımının umut hareketi olmuştur.
Kardeş kardeşe, ana baba çocuğa yurt severliğini ve görevlerini aşılayabildiği kadar aşılamakta, ailenin her ferdi bulunduğu mekânda partiye katkı sunma yarışında bulunurlar. Bu maratonda bulunmak her ailenin tek arzusu ve özgürlük ifadesi olmaktadır. Anneler, babalar cezaevlerinin işkencelerinden kurtulamazlarken çocuklar panzerler, vahşi coplar karşısında çocuksu isyanlarının küçük taşlarıyla karşılık vererek kendilerini gururlandırırlar. Gençler ise herkesin umudunu taşıyan gece eylemcileri, dağ gerillaları olurlar.
Çektar ve Agır yoldaşlar da böylesi bir Kürt soyundan gelen yurtsever bir aile çocuklarıdır. İki yiğit, iki yoldaş, iki kardeş. Özgürlük asaletinin simgeleri.
Düşmanın tüm baskılarına rağmen, her zorluğa ve koşula katlanarak yurtseverlik özünü, kültürünü korumanının amansız mücadelesi içerisinde yetişen iki yoldaş… Kâh Kürdistan’da, kâh Türkiye metrapollerinde her zaman dimdik direnişçi ruhuyla, Kürtlüğün en temiz saflığıyla ayakta kalabilmişlerdi. Düşmanın vahşi politikaları ve saldırıları karşısında gün geçtikçe öfkelenen, dökülen kanların intikam ateşiyle dolan genç yürekler düşman ortamında düşmanla yaşamanın anlamını yitirdiği, yol ayrımının ihtiyacının çoktan geçtiği düşüncesiyle soğuk ve uzun gecelerin demli sohbetlerinin koyu tartışmalarını sürdürürler. Net ve kesin gözüyle bakan, düşünen beyin tercihini zaman kaybetmeden somutlaştırırlar. Birbirinden kopmaz yürekler özgürlük dağlarının özlemini bir an önce gidermenin yarışına girerek hangisinin önde gideceğinin kararında zorlanırlar. Tereddüt ettiklerinden değil, her ikisinin ilk olma isteğinin taşmasından birbirini ikna edememektedirler. Önceliği Agır yoldaş aldıysa da özgürlüğe çarpan sabırsız yürek Çektar yoldaş da peşinden katılır özgürlük saflarına.
Mücadelemizin geniş alanları ve eğitim merkezlerinin çok olması ikisinin hep ayrı kalmasına, bir türlü ikisinin buluşma imkânının oluşmamasına neden oldu. Agır yoldaşın yıllarca Bakurê Kürdistan uzak alanlarında, Çekdar yoldaşın da Botan eyaletinde bulunması söz konusuydu. Yılların özlemi, ayrılığı ilk kez kendisini bir kenara vermeye hazırlanıyordu. İki gerilla, iki yoldaş, iki kardeş kutsal Bakurê Kürdistan görevlerinden dönüp bir yoğunlaşma amaçlı eğitim merkezlerine alınmışlardı. Ama ayrılık halen peşlerini bırakmadan devam ediyordu. Fakat iki yürek görevlerine sıkı sıkıya bağlanmanın beraberinde buluşmanın sabırsız inadını yaşıyorlardı. Ayrılığın son bulması da gelip çatmıştı. Agır yoldaşın göreve geldiğini duyan Çekdar yoldaş onu görme sabırsızlığıyla göreve gitmeyi dayatır komutanına. İkisi de görev esnasında Zap suyu üzerinde karşı taraflarda uzaktan birbirlerini görürler. Ancak tesadüfler de bu kadar olur. Agır yoldaş lastik botun üzerinden suyu geçmeye çalışırken aniden Zap suyuna düşer. Bu ani korkunç olay karşısında şaşkına dönen Çekdar yoldaş çığlık çığlığa “ben sana doymadan, sana sarılmadan, öpmeden nasıl gidersin” diyerek ardından suya atlar. Onu kurtarma mücadelesini verir. Yoldaşlığın ve kardeşliğin omuz omuza verdiği bir gücün, bağlılığın sonu başarıyla kurtulmaları olur. Doyasıya sarıldıktan sonra göreve giden bir grup arkadaşla ateş yakıp kurulanmaya çalışırlar.
Su uyur düşman uyumaz sözünün ifadesi olan TC ordusunun vahşi kargaları yoldaşların üzerinde tur atarlar. Kendilerine yem ararlar. Tam da kendilerini kurtarmak istedikleri sırada iki kardeş, iki yoldaş Çekdar ve Agır yoldaşlar uçakların roketlerine hedef olurlar. Bağlılığın ve yoldaşlığın birlikteliğin ifadesi olarak şehitler kervanına katılırlar.
Onlar her zaman mücadelemizin canlı anıları olacaktır.
Doğum Tarihi Ve Yeri: 1983 Amed-Bismil
Şahadet Tarihi: 10 Kasım 2008 / Zap
Mücadele arkadaşları
Serkeftin kedeke bêhempa dixwaze
Diherike weke çemekî ev jiyan, ne diweste, ne jî radiweste. Bê destpêk û bê dawiye, her tiştî di nava xwe de dihewîne. Pîrozî û lanetî, azadî û koletî, kirêtî û xweşikbûn, berxwedanî û xiyanet, wekhevî û bê edaletî… Wiha diherike ev jiyan û tevî dîroka bîr û baweriya mirovahiyê dibe. Ne sînor, ne jî bendavên pergala serwer nas dike, wiha didomîne rêya xwe. Rêber APO barê vê jiyanê hildigre ser milê xwe û ji nûve dinivsîne rêbazên afrandina jiyana azad. Pêdiviyên hebûnê ji ferhengoka dîrokê hilbijart, azadî, rûmet, nasname, serbixwebûn, exlaq, berxwedanî û pîrozî. Bi xwe û bi cewherê xwe, lê ne tenê ji bo xwe jiyan dike Rêber APO. Tişta herî zêde bala min dikşîne ewe ku, di dîrokê de mirovên civaka xwezayî, fedaîyên herî mezin û serkeftîbûne. Bê hesab her kar dikin, ne ji bo xwe, ji bo civaka xwe. Pirtûk û nivîsên wan tinebûn, lê xwe bi jiyanê ve kiribûn yek. Hevsengî û ahengiyek herî xurt di nava xwezaya yekem û dûyem de hatibû ava kirin. Astekî wisa ku tam yekbûn çêbûbû, fikir û pratîk her dem bi hev re pêş diket. Mînak, dema tiştek pêwîst kiriba yekser afrandina wê dihate kirin. Dibe ku ew tişt ne pir pêşketîbe, lê belê li gorî pêdiviyên wê demê baş bû. Ango li gorî fikir û pratîk pêş diket, Ne li gorî qaliban. Mirov dikare bêje, stratejî jiyane, taktîk jî pratîzekirina van fikrane. Mînak, ji bo jiyanê derman pêwîst ba, dayîkan derman çêdikir. Pêwîstî bi nêçîrê an jî kom kirina pincarê heba, her kes li gorî vê pêdiviyên jiyanê pêk dianî. Bê ku tu kes bêje, berpirsyariyek pir mezin dihat raber kirin. Însiyatîf, edalet, aktîfbûn û lêhûrbûnek mezin hebû.
Lê dema niha li rewşa mirovahiyê dinêrim, ne tenê yekbûn nîne, fikir jî nîne, armanc, stratejî û taktîk jî nîne. Li vir du rastî têne pêşberî me. Rastiya pergala serwer, çiqa mirov ji mirovahiyê dûr xistiye, mejî û laş çiqas ji hev cûda bûye, mejî çiqa parçe parçe bûye, robotbûyîn çiqa pêş ketiye, Li milê dîtir jî rastiya Serokatî û ya şehîdan tê xûya kirin. Mirovên bi fikir, zikir û çalakiya xwe ve bûye yek dertê holê, felsefeya jiyana azad dertê holê. Civaka exlaqî û polîtîk tê armanc kirin. Ev felsefe ne felsefeyeke ku wê neyê jîyîn, an jî derfetên jiyîna wê nîne û tiştek pir xeyalî ye. Ji xwe ev felsefe niha di nav me de tê jiyîn. Kes nikare bêje ez vê felsefê nas nakim. Ji ber tevî hemî kêmasiyan, em vê felsefê jiyan dikin, dixwazin bidin jiyan kirin. Ango felsefeyeke ku tê jiyan kirin, tê hîs kirin. Bêgûman tişta herî girîng, em wek şoreşger ango wek pêşengên civakê çiqa erkên xwe yên di nava vê felsefa jiyana azad de bi awayek herî serkeftî pêk tînine?!...
Dixwazim mînaka vê di warê çektarî de bidim û girêdana wê ya bi jiyanê ve bidim nasîn. Şer ne karekî hêsane. Jîrbûnek pir xurt dixwaze û şiyarbûnek mezin dixwaze, ji bo wê jî serkeftin kedek bêhempa dixwaze. Herdem divê nûbûna şêwaz û taxtîk hebe. Ji ber me bi vî şerê xwe soz daye gelê xwe yê qehreman ku emê serkeftin û azadiya gelê xwe bidest bixin, destên gemar dûrî welatê xwe bixin û jiyana azad li her derê bidin jiyandin. Ev hemî jî bi hes kirinê ve girêdayî ye, ger heskirina me mîna ya zarokan paqij be, wê jiyana me ji xirabiyan dûr be û wek şexs emê ewqas jî azad bibin. Mînaka vê ya herî mezin Rêbertiye, ji ber Serok APO 24 seatan kar dike, bi coş û kelecan e, moral dide, hêz dide û azad jiyan dike.
Girêdayî vê mijarê jî, tişta ku divê em li ser rawestin rêhevaltiya me ye. Bi taybet jî rêhevaltiya me ya bi jinê re… Ji ber hevaltiya bi jinê re zor û zehmete, ango mirov nikare rihet bi hevalên jin re hevaltiyek rast pêş bixe, bi taybet dema ku tu zilam bî. Ji ber ku pergal û hişmendiya me ya zilamê serdest a 5000 salî xwe li ser bingehê kolekirin û înkar kirina jinê serwer kiriye û bi vî rengî dawî li jiyana azad a civaka xwezayî aniye. Ez bi vê pir fikiriyam; tu çawa mirovekê hem hez dikî, hem jî kole dikî. Tu çawa ji jinekê hez dikî û di heman demê de dixî kole. Vaye niha di nava tevgera azadiya jin de, ne diya min, ne jî xûşka min heye, jina şoreşger heye. Îro jina ku ji bo vegera cewherê xwe û rûmeta xwe tekoşînek pîroz li dijî hişmendiya 5000 salî dide heye. Li gorî nêrîna min hezkirina herî rast xwe gihandina vê astê ye… Ji ber hezkirin bi nêzbûna herdû zayendan a ji azadiyê re tê afrandin. Bi bilindkirina tekoşîna zayendî re bilindtir dibe. Ev jî me dighîne têkiliya rast û jiyana azad diafirîne. Ji bo em jî bighin vê hezkirinê, divê em têlên vê hişmendiya desthiladar yek bi yek perçe bikin û di xeta Rêber APO de xwe ji tevahî kirêtiyan paqij bikin û di bingehê xeta jina azad de xwe bidin ava kirin. Pir caran dibêjim ku divê ez taybetmendiyên diya xwe ji xwe re esas bigrim. Ji ber ku dayîk her dem fedekarin û tije hezkirin in. Ji ber Dayîk, nirxên komînal ên civakê diparêze.
Dem baş rêhevala min Ronahî
Ji ku ve destpê bikim û hestên xwe çawa bînim ser ziman ez jî nizanim, lê ez ê bi kurtî ji we re qala rêwîtiya xwe ya ber bi qada Garzanê ve bikim…
Koma me ya ku berê xwe dida qada Garzanê heval Arjîn, Yerîvan Azadî, Rêzan koçer, Serwer Erzirûm, Dengtav, Mustefa û Êrîş Rojhilat e. Helbet ez jî di nava vê komê de me. Hemû heval pir bi kelecan in. Ji çavê her hevalekê coş dibare. Dikarim bêjim ku dengê kutekuta dilê wan dibihîsim. Ev coş û heyecana hevalan heya ku em gihan qada Garzanê qet kêm nebû...
Jiyana di Bakûr de jiyanek wisa ye ku mirov her roj tiştek nû keşf dike, tiştek nû fêr dibe. Her rojeke van deran weke jiyankirina destanekê ye. Cihên ku şehîdên me lê meşiyane dîtin, henaseyek kişandin, her wiha gelê me yê li Bakûrê Kurdistanê ji kûr ve hîs kirin, ji bo min tê wateya pêkanîna xeyalên Viyanan. Dema min gava xwe ya destpêkê avête ser xakên Bakûr, min wisa hîs kir ku bêhna bayê ku Rêbertî dide û distîne li her derê belav bûye… Dibe ku ev ji heyecana gaveke din nêzî Rêbertî bûyînê ye.
Ez vê nivîsa xwe li qada bi nav û deng qada Sasonê dinivsînim. Min pir der dîtin… Bi taybet jî min bajarê Batmanê ya ku dîtina wê weke xeyalek bû, dît.. Nikarim wê heyecanê ji te re pênase bikim. Niha em li girek bilind rûniştine û bi mêyzandina çûkekê li dîmena ku weke portreyekê ye mêze dikin. Weke ku stêrkên di asîmanan de li ser deşta li beramberî me bariyaye, bi hezaran şewq xuya dikin.
Me xwe li ewqas avan da, te digot qey em bi mirinê re henek dikin. Me qet guhê xwe nedida xumxuma avan û cesareteke pir mezin me girtibû. Eraziya Garzanê pir xweşik e. Dihizirim gelo dîroka Garzanê ya ku nehatiye nivîsandin wê kengî be nivîsandin. Kî dizane, kî di vir re hatiye û kî çûye, bi qasî yên ketî û bûne cerdevan, ewqasî jî rastiya gelê me yê welatparêz û serhildêr heye. Ez ê hewl bidim hestên xwe yên li vê derê bi qasî ku jiyan dikim û hîs dikim, kêlî bi kêlî bi te re parve bikim rêhevala min...
Roja zayîna min
Îro dikevim 27 saliya xwe. Salên min ên tije heyecan û rêhevaltiyên bedew di nava partiyê de derbas bûn. Her roj zêdetir hez dikim ji vê jiyanê, bi qasî hezkirina min a ji navê min re. Belê ji navê xwe pir hez dikim. Dema ku tevlî nava refên gerîla bûm, min bi xwe navê “Berfîn” li xwe kir, lê min nedizanibû wateya wê ya rast çiye. Rojekê hevalek ji min re got; ‘tu dizanî wateya navê te çiye heval berfîn?’ Min jî got ez bi temamî nizanim. Ew heval jî wateya navê min ji min re vegot. Wateya wê çîçeka ku serê xwe ji nava berfê radike. Piştre fêrbûm ku çîçeka Berfîn a ku pir narîn û bedew e, bi asîbûna xwe ji nava wan berfên qerisok serê xwe hildide. Ev çîçek evîndara rojê ye û kêliya ku rojê dibîne dimre. Tenê dixwazim dawiya vê hevokê biguherînim. Ango ne ya ku dema rojê dibîne dimre, ez ê bibim ya ku jiyan dike û dide jiyan kirin, ji ber ku idîa min a jiyanê pir mezin e.
Kod Adı: Berfin Roza
Adı Soyadı: Selma Avcı
Doğum Yılı ve Yeri:1983 / Konya(Aslen Mardin)
Anne – Baba Adı: Atiye - Muhyettin
Katılım Yılı ve Yeri: 2001 / Konya
Şahadet Tarihi ve Yeri: 24 Mart 2012 / Hizan, Bitlis, Şêx Cûma Alanı